AÖF DERS NOTLARINA HOŞ GELDİN!

Ders notlarına erişmek için lütfen ücretsiz kayıt olunuz.

Ücretsiz Kayıt ol!

VİZE Çağdaş Türk Edebiyatları 2 Vize Ders Notları

Moderator
Mesajlar
419
Tepkime puanı
28
Puanları
18
1.ÜNİTE



KAZAK DİLİ


Ì Kazakistan Cumhuriyeti’nin resmi dilidir . Kazakistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile başka ülkelerde dağınık yaşayan Kazaklar tarafından konuşulan dildir. Türkçe’nin Kıpçak dil grubundadır.

Ì Kazak dilinde “ş” yerine “s”; “ç” yerine “ş” kullanılır , bazı yazılı durumlarda m/b/p ile n/d/t sessizleri ortaya çıkar.

Ì Kazak halkı son yüz yılda iki defa alfabe değiştirdi. 1929’a kadar Arap, 1929’dan 1940’a kadar Latin ve 1940’dan sonra Kril harflerine dayalı alfabe kullandılar.

Ì 1991’de bağımsızlığın kazanılmasından sonra bir grup Kazak aydını Arap harflerine dönülmesini tavsiye ederken bir başka grup, diğer Türk halkları ile ortak bir alfabe istediler. Bu ikinci grup 34 harfli ortak alfabeyi destekledi. 8. yüzyılda kullanılan Göktürk alfabesini tavsiye edenler oldu. Çoğunluk mevcut alfabeden yana olsa da Latin alfabesine dayalı bir alfabe üzerinde çalışılmaktadır.

Ì Kazak edebî dilinin başlangıcı 19. yüzyılın ortalarına rastlar. Bu edebî dil, halkın en çok kullandığı şiveye dayanır. Çokan Velihanov , Abay Kunanbayev ve İbray Altınsarın gibi büyük Kazak aydınları bu dili kullandılar.



KAZAK EDEBİYATI

Başlangıç Dönemi (20. Yüzyıla Kadar Olan Dönem)




Ì Kazak edebiyatının ilk nüshaları bütün Türk halklarına ortaktır. En eskileri, Kültekin, Bilge Kagan ve Tonyukuk’a ait Orhun abideleridir. Türk dünyasının ortak edebî eserleri Oğuzname ve Dede Korkut Kitabı onları takip eder.

Ì Korkut ismi Türkler arasında yaygındır ve Oğuz Türkleri arasında bilinen adıyla Dede Korkut Kitabı da Türk dünyasının ortak eseri olarak yayılmıştır. Kazaklara göre Korkut Ata, devrinde fikirlerine saygı duyulan, sözü dinlenen, akıllı ve kahraman bir tarihî figürdür. Araştırmacılara göre Oğuz Kıpçaklarının Bayat boyundan çıkmış ve 8 ila 9. Asırlarda ömür sürmüştür. Kazaklar Korkut Ata’yı kopuz sanatının atası olarak kabul ederler.

Ì 12 hikâyeden oluşan Dede Korkut Kitabı, Oğuzların geçmiş devirlerinde meydana gelen olayları tasvir eder. Hikâyeler her türlü coğrafya ve mekânda geçer. Biri Altay tarafında vücuda gelse diğeri Orta Asya, Yedisu nehrinde veya bir başkası Sır Derya civarında ve Kafkaslarda cereyan eder.

Ì İslam dininin yayılması sebebiyle 10-13. yüzyıl Kazak edebî eserlerinde Arap edebiyatının tesiri fazla olsa da Dede Korkut hikâyelerini tamamen İslamî dönem ürünü demek doğru değildir.

Ì Dede Korkut kitabındaki , birinci hikâye “Dersehan ulı Bukaş han turalı cır”dır.

Ì Firdevsi, Nizami, Hafız, Sadi, İbni Sina, Farabi, Kaşgari ve Balasagunlu Yusuf gibi Türk sanatkârlar Arapça ortak eserler vermişlerdir. Nevai, Biruni ve Uluğbey onları takip ederler.

Ì 1428 yılında Barak Han öldükten sonra ulusun beyliği Abulhayır Han’ın eline geçer. Hanlıktaki siyasi çekişmeler şiddetlenir. Ona karşı çıkanların başında Kerey ve Canıbek Sultanlar vardır. Bu mücadelenin sonunda hanlık ikiye bölünür.

Ì 1456 yılında Kerey ve Canıbek kendi yanlarındaki halklar ile birlikte Yedisu’ya göç ederler. Moğolistan’a yakın ve Şu Nehri boyunda Kerey ve Canıbek’in kurduğu yeni hanlık Kazak adı ile anılmaya başlanır. Kazak Hanlığı’nın kurulmasına bağlı olarak halkın kendine has eski edebiyatı gelişir ve şekillenir.

Ì Bu devirde ozanların çalıp söylediği nazım türü olan “cır” yaygınlaşır. “Cırşı” olarak adlanan ozanlar, geçmişteki Türk halklarına ortak edebi eserleri devam ettirip Kazak halkının eski ve yeni edebiyatının oluşmasını sağlarlar.

Ì Kazak edebiyatı bugünkü Kazakistan coğrafyasına yerleşen halkların meydana getirdiği zengin ruhanî hazinenin ürünüdür. Yazılı edebiyat ürünleri olarak bilinen şecirelerin varlığı bilinse de çoğu kaybolmuştur.

Ì Kadırgali Celayir’in Camiü’t-tevarih adlı şeciresi bugüne kadar gelenlerdendir. Bu Şecire, bütün Türk halklarının eski tarihi ile birlikte 14-16. Yüzyıllardaki Kazakistan tarihini, onların siyasi durumunu, Kazak yurdunun iç ve dış şartlarını anlatır. Kazak Hanlarının soy ağacı da eserde verilmiştir. Eserin giriş kısmı, orta asırdaki edebi Türk dilinde yazılmakla birlikte Kazak halkının atasözleri, deyimleri de yer alır.

Ì Halk edebiyatı nazmı sadece halkın başından geçen tarihi olayları, onların arzu ve isteklerini, yaşadıkları zorlukları anlatması bakımından değil, toplumun siyasi ve sosyal yapısını, düşüncesini, dünya görüşünü edebi bir üslupla verebilmesi bakımından da değerlidir.

Ì 20. yüzyılın başlarına kadar göçebe hayatı devam ettiren Kazak halkının zengin halk edebiyatı vardır. Bu edebiyatın bütün türleri gelişmiş ve çoğu canlılığını hâlâ devam ettirmektedir. İlk söyleyenleri belirsiz (anonim) añız-ertegiler (rivayet, efsane, masal), makal- meteller (atasözleri), şeşendik sözler (kıssalar), turmıs-salt (gelenek-görenek) cırları, tarihî cırlar, arnav (kaside-methiye), tolgav (koçaklama), öleñ (türkü), aytıs (atışma) türler Kazak halkının zengin kültür hazinesini meydana getirirler.

Ì Halk şarkılarına “cır,” bunları söyleyenlere de “cırav” veya “cırşı” adı verilir. Akınlar (halk ozanları) da cıravlar gibi dombıra çalarak hikâye, destan anlatırlar, aytıslara katılırlar.

Ì Anonim olarak ortaya çıkan ve halk sözlü geleneği çerçevesinde gelişen añız-ertegiler, rivayet, efsane, masal olarak değerlendirilebilir. Masal ve efsaneler, bir halkın hayatını, düşünce dünyasını, hayat tarzını, hayal dünyasını ve en mühimi de duygu dünyasını edebî bir dille anlatırlar. Kazak edebiyatı añız-ertegiler bakımından çok zengindir.

Ì Kazak halkının ne zaman, nerede, nasıl yaşadığını, kimlerle mücadele ettiğini, kahramanlığını, kahramanlarını öğrenmek için añız-ertegiler’e bakmak yeterlidir. Mesela “Er Töstik” masalını okuyanlar, Kazak halkının manevî dünyasına girerek onların atalar ruhuna nasıl boyun eğdiğini, oradan da tek Tanrı ve nihayet Gök Tanrı’ya doğru giden bir yol izlediğini sezer.

Ì Ertegiler/masallar, hayalî-acayip olayları içeren ilginç hikâyelerdir. Bunlarda genellikle gerçek hayatta seyrek rastlanan hatta hiç rastlanmayan, insanın tamamen hayal gücü ile ürettiği olaylara yer verilir. Ertegilerin en önemli özelliklerinden birisi de dilinin zenginliğidir. Masalların zengin dili, halkın asıl dünyasının kilididir. Bu yüzden halkın kültürünü, onun iç dünyasını keşfedebilmek için bu kilide ihtiyaç vardır.

Ì Ertegiler, eski devirleri anlatan, asırdan asıra kalıplaşarak gelen günlük hayatı anlatan halk hikâyeleridir. Şark edebiyatı mahsulü olan “Kırk vezir”, “Kelile ve Dimne” ve “Tutînâme” gibi halk hikâyeleri Kazaklar arasında da yaygın olarak bilinir ve anlatılır.

Ì Cumbaklara tabiattaki canlı cansız her şey girer. Bunlardan halkın dünya görüşünü, edebî seviyesini öğrenmek mümkündür. Eski zamanlarda Kazakistan’da cumbak yani bulmacalar çoktu ve cumbak söylemek çok yaygındı. Hatta cumbak söyleyip, cumbaklara cevap bulamayan adamları öldürüyorlardı. İnsanların akıllı olup olmadıklarına cumbak söylemesine ve cumbaklara cevap bulmasına bakarak karar veriyorlardı. Mesela birisi kız almak istediğinde de düğünü başlatmak için cumbak söylerdi. Düğün esnasında da cumbak bulamayan kişiye “tuzlu su” içirilir ve ayıplanırdı.Mesela:







Ì Makal-meteller sözlü edebiyatın en eski türlerindendir. Mazmunu halkın yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, tabiatını gösterir. Makal-meteller, Anadolu Türk edebiyatındaki “atasözü” ve “deyim”lerine karşılık gelir. Örnek ;







Ì Şeşendik sözler, sözlü edebiyatın didaktik türleridir. Şeşendik sözlerin mazmunu, makal-metellere, añız-engimelere ve akın aytıslarına benzer. Şeşendik yani veciz sözleri, en başta tarihte var olmuş kişiler söylemişlerdir. Günümüze kadar gelen isimler arasında Aldar Köse , Korkut Ata , Kocanasır , Cirenşe Şeşen , Asankaygı vardır. Bu şeşenler, halk arasındaki meselelere de küresel meselelere de çözüm arayan değerli âkillı insanlardır. Onların sözlü ve yazılı veciz eserleri dil açısından zengin ve bedii,mânâsı derin, sözleri seçilmiş, düşünceleri sistematiktir. Bu yüzden şeşendik sözlerin halkın derin düşünce dünyasından doğduğu söylenebilir.

Ì Mesela Cirenşe Şeşen, Karaşaş sulu ile karşılaşmasında şöyle der:







Ì Turmıs-salt cırları, göçebe halkın evlilik, göç gibi gündelik hayatını anlatır. Halk hayatının aynası da denir. Kazak halk edebiyatında, evlilik ve göç üzerine yazılmış pek çok söz vardır. Evlilik üzerine yazılan cırlardan en çok bilineni “Betaşar” adı verilen “Yüz görümlüğü” adlı olanıdır ve geline söylenir:







Ì Batırlar (kahramanlık) cırı, nesilden nesile ulaşan kahramanlık şiirleridir, manzum destanlarıdır. Vatan sevgisi, kahramanlık duyguları, ahlâkî konular bu destanlarda geniş yer tutar.

Ì Kazak halkı pek çok savaşa girmek zorunda kalmıştır. Bu mücadelelerden galip çıkarak yurt toprağını korumayı başarmışlardır. İşte böyle zamanlarda atılan oka vurulmadan, işgalci güçlere karşı vuruşan ve halkı esarete düşmekten kurtaran kahramanlar vardır. Batırlar cırı, işte bu zor zamanlarda yurdun namusu için ölüme baş koyan, ne kadar zorluk olsa da yine de galip gelebilen batırları/kahramanları saygıyla anıp, onların kahramanlıklarını sözle ifade etmiştir. Ağızdan ağza günümüze kadar gelen kahramanlık şiirleri yeni nesillere vatan sevgisi aşılamada önemli bir görev üstlenir.

Ì “Koblandı”, “Alpamış”, “Edige”, “Kanbar Batır” Kazakların önemli destanlarındandır. Kopuz veya dombıra ile birlikte söylenir.

Ì Kobılandı Batır, Han Kazan’ın Kazakların Kırlı ve Sırlı şehirlerini ele geçirdiğini duyduğunda, daima hazır bekleyen atı Tayburul’a binip, eş-dostuyla, ailesiyle vedalaşıp kendisinden önde giden Karaman’ın arkasından gider. Kobılandı batır, atı ile konuşur:







Ì Bu destanda at Tayburıl için kullanılan sıfatlar gerçekleri yansıtmaz, fakat kahramanın yapmak istediklerini ancak “uçan kuş gibi hızlı” “yüce dağlardan sekerek atladı” “beş yüz metre uzadı” gibi sıfatlarla yapabilir. Bu da sözlü edebiyat geleneğinde, kahramanlık destanlarında, masallarda kahramanlara yüklenen olağanüstü sıfatlardandır ve “hiperbol” adı verilir.

Ì Gaşıktık cırlar, kahramanlık şiirleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. “Kozı Körpeş” ve “Bayan Suluv” bu türün en çok sevilenleridir.

Ì Tarihî cırlar, Kazak halkının başından geçen tarihî olayları anlatır. Bunlardan en mühimi de 18. yüzyılda Cungarların saldırısını anlatan ve “Karatavdıñ basınan köş keledi” diye başlayan cırdır.

Ì Tarihî cırlar , tarihte olmuş, tarihin dönüm noktalarında yiğitlik göstermiş, halkın birliği ve dirliği için mücadele etmiş kişiler için söylenmiş cırlardır. Tavke, Abılay, Bayan, Bayseyit, Bögenbay, Canıbek, Sırım, Töle Biy önemli şahsiyetler adına söylene gelen destanlar bu türe girmektedir.

Ì Aytıslar , Kazakların doğru sözü, söz yarışı, fikir dalaşı dediği bir yarışmadır. Akın aytıslarında halkı ilgilendiren her şey söz konusudur. Halkın yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, tabiatını gösterir. Aytıslarda akınlar irticalen söylemek zorunda olduklarından Kazak dilinde onlara “tökpe akın” adı verilir.

Ì Tökpe akınların karşılıklı olarak sanatlarını icra etmelerine de “akın aytısı” adı verilir. Bu atışmalarda doğaçlama olarak okunan şiirler halkı belli konularda bilinçlendirir ve akınların nasihatlerini içerir. Kazaklar arasında bu halk edebiyatı türünün daha çok gelişmesinin sebebini Kazakların 20. Yüzyılın başlarına kadar göçer hayat yaşamalarına bağlayanlar vardır. Bunun yanı sıra onların söze düşkünlüğü, dombıra çalmaktaki ayırt edici kabiliyetleri de önemli sebepler arasındadır.

Ì Aytısın zekâ sanatı olması, dilin akıcı bir şekilde işlenmesi, sosyal meselelere temas etmesi ve milliyetçilik fikrinin tartışıldığı bir meydan olması yönüyle üç aşaması vardır.

Ì Akınlar aytısı akla ve düşünceye hitap ettiği kadar göze de hitap eder. Halk, akın aytıslarının doğal hakemleridir. Sözün güzelliğine, içeriğine ve tutarlılığına bakılır ve beğenilirse halk tarafından takdir edilir. Bu aytıslarda sosyal hayat bütün yönleri ile ele alınır ve tartışılır.

Ì Akın aytıslarının pek çok çeşidi vardır. Genellikle düğün ve doğum gibi halkın kutlama için bir araya geldiği toplantılarda yapılan ve şakaların bol olduğu kız-erkek aytısları en yaygın olanıdır.

Ì Kayım aytıslarında ise bir akın dombırasıyla “cır” söylemeye başladığında diğer akınlar da ona iştirak ederler. Söylenen türküye uygun sözü olan hemen yarışmaya katılır.

Ì Cumbak aytısı, dombıra eşliğinde akınlar arasında ve seyirci önünde yapılan bir tür bilmece sorma yarışmasıdır. Kazak akınlarının birbirlerine “cumbak” yani “bulmaca” veya “bilmece” sorarak yarışmalarına “cumbak aytısı” adı verilir.

Ì Bulmacaları türkü veya nazım şeklinde düzerek dombıra eşliğinde söylemek ve karşılığında cevabını bulmak zor iştir. Bunu yapacak olan akının hayat tecrübesinin zenginliği yanında bilgisinin de geniş olması gerekir. Derin düşünme ve çok çabuk kavrayabilme, anlayabilme ve anlatabilme yeteneğine sahip olması gerekir.

Ì Kazak halk edebiyatı tarihi içinde Esat akın ile Rişcan akın arasındaki bilmece türü aytıslar çok önemli bir yer tutar ve klasik örnekler arasında yerini alır.

Ì Akın aytıslarında dile getirilmeyen, tartışılmayan, üzerinde fikir yürütülmeyen hiçbir mesele yoktur. Ülkedeki veya dünyadaki en son gelişmeler bile bu aytısların konuları arasında yerlerini alırlar.

Ì Balalar folkloru, çocukların ahlakî talim ve terbiyesini amaçlayan bir halk edebiyatı türüdür.

Ì Kazak adıyla bilinen edebiyatın ilk temsilcileri bütün Deşt-i Kıpçak’ta adı duyulan Asan Kaygı, Kodan Tayşı ve Kaztugan (Süyinişûlı) cıravlardır. Bunların ortak düşünceleri hayat, dostluk, insanlık, yiğitlik, ar, namus ve adaletle ilgili konularla birlikte vatan, millet, birlik, beraberlik, hürriyet için mücadele etmek ve bu mukaddes değerlere sahip çıkılması gerektiğini anlatmak olmuştur. Bugüne ulaşan eserlerinde Abulhayır Han dönemindeki bölünmüşlükten ve Kazakların bağımsız halk oluşundan bahsedilir.

Ì 14. yüzyılda yaşayan Cirenşe Şeşen ve Sipra Cirav’ın söylediği kıssalar ve şiirler günümüze kadar yaşatılmıştır. Cıravlar şiirinin gelişmesinde Dosmambet ve Şalkıyız’ın eserleri önemli yer tutar.

Ì Asan Kaygı, Dosmambet ve Şalkıyız 16. yüzyılın önemli temsilcileridir.

Ì Tensufi Bek ile kadın akınlar Çal Kiyiz Hala ileKerulen Hala da yine bu yüzyılda yaşamış akınlardır.

Ì Asan Kaygı , halkın görüşüne göre , Kazakların ilk Han’ı Canıbek zamanında yaşamıştır. Tarihî kaynaklar Canıbek’in 15. yüzyılda yaşadığını kaydeder. Halk hikâyelerinde Asan Kaygı’nın adı Canıbek ile birlikte anılır.

Ì Asan Kaygı, Kazak topraklarını dolaştığı yerlerde gördüklerini şiirlerinde dile getirirken, halkını bekleyen tehlikelere karşı da uyarmadan edemez. Yurdunu ve halkını bekleyen tehlikelerden yeterince bizâr olan Asan Kaygı’nın günlük hayatın önemli bir parçası olan veciz sözleri de vardır.

Ì Asan Kaygı’nın zamandaşı Kaztugan Cırav’dır. O da Altın Orda zamanındaki Nogay-Kazak dönemi edebiyatının önemli bir şahsiyetidir. Eserlerinden günümüze kadar ulaşanı yoktur.

Ì 15. yüzyılın sonlarında doğup 16. yüzyılın ilk çeyreğinde hayatını kaybeden Dosmambet akının şiirlerinde yurt için, vatan toprağı için yaralı ozanın ölüm ile olum/yaşam arasında geçirdiği zor zamanları bulmak mümkündür.

Ì Gerçek adı Tilenşiulı Şalgez olan, fakat halk arasında daha ziyade Şalkiyiz olarak bilinen akın 15. yüzyılda doğup 16. yüzyılın ikinci yarısında vefat etmiştir. Şiirleri sadece Kazaklar arasında değil, Nogaylar ve Karakalpaklar arasında yayılmıştır. “Aspandı bult kursaydı (Asumanı bulut kaplasaydı)” diye başlayan ve Emir Timur’a yazılan şiiri en çok tanınmışıdır.

Ì 17. yüzyılın öne çıkan akınları Ciyembet cırav ile Margaska cıravlardır. Halk şairleri yaşadıkları dönemin güzelliklerini olduğu kadar eksik, aksayan, sorunlu yönlerini de eserlerinde dile getirirler.

Ì Kazak halkı “Til bas caradı, bas carmasa tas caradı, bas kespek bolsa da til kespek cok” yani “dil baş yarar, baş yarmasa taş yarar, baş kesmek olsa da dil kesmek yok” der. Bu sözün sahibi Ciyembet akın bu yüzyılda önemli bir şahsiyet olarak öne çıkar. Kazak edebiyatı tarihçilerine göre gerçek adı Bortogaşulı Ciyembet’tir.

Ì 17. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen bir başka önemli şahsiyet de Margaska cıravdır.

Ì 18. yüzyılın ilk çeyreğinde Cungarlar baskınlar yapmaya başlarlar ve Kazak topraklarını yavaş yavaş ele geçirirler, zira Kazaklar arasında birlik ve beraberlik yoktur. Cungarların bu baskınları, Kazak halkının başına gelen en büyük felâketlerdir. Kazak halkının yurdunu tamamen boşaltıp göç etmek zorunda kaldığı bir devirdir.

Ì 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren bu zor zamanda Kazak kahramanları, akınları, cıravları halkı düşmana karşı yüreklendirmeye, cesaretlendirmeye, birlik olmaya çalıştılar. Bu sebeple edebiyat da bu baskınlara karşı verilen bağımsızlık mücadelelerini anlatır. Cungar saldırganlarına, Hive ve Hokand hanlıklarının işgaline karşı mücadeleler Aktamberdi cırav , Ümbetey , Tötikara gibi akınların eserlerinde açıkça görülür.

Ì Aktamberdi cırav verilen bağımsızlık mücadelesine bizzat katıldı. Bu mücadelelerde Kazakları idare etti, teşkilatlandırdı. Kalmukların ülkeden kovulmasında yararlı işler yaptı. Şiirlerinde bu dönemdeki sosyal gelişmeleri, halkın sıkıntılarını dile getirdi. Epik tarzın akını olarak bilinen Aktamberdi, savaşlarda gördüğü kahramanlıkları şiirlerine aksettirdi

Ì Aktamberdi akın, yaşadığı devrin gençlerine daima kahramanlığı, cihangirliği, yiğitliği ve düşmana boyun eğmemeyi öğütleyen şiirler söylemiştir.

Ì Aynı devrin bir başka akını Ümbetey de özellikle “ağıt” tarzında eserler vermiştir. Onun eserlerinde Kazak dilinde “şeşendik sözler” adı verilen “veciz” sözlere sıkça rastlanmaktadır. Mesela Bögembay’ın ölümünü Abılay Han’a hatırlatmak için söylediği şiirinde epik tarzın özelliklerine rastlamak mümkündür. Özellikle hanların ve yöneticilerin hatalarını dile getirdiği “hiciv” tarzı eserleri Nef ’i’nin şiirlerini hatırlatır. “Unuttun mu onu, Abılay?” adlı eserinde , Abılay Han’a, yanında onunla omuz omuza savaşan ve canını veren kahramanları unutmamasını tembihleyebiliyor.

Ì Abılay Han’a yakın olan ve zaman zaman onun yaptıklarını eleştiren bir başka akın da Tetikara’dır. O da dönemin diğer akınları gibi yiğitçe savaşmış, Abılay Han’a danışmanlık yapmış, hatalarından dolayı eleştirmeyi de ihmal etmemiştir. Bir şiirinde Çin veAbılay askerleri arasında cereyan eden savaşı tasvir etmiştir. O şiirinden bugüne kadar gelen parçada Abılay Han’ı ve onun askerlerini över.

Ì Bu devirde Kazak edebiyatının en büyük temsilcisi Buhar cıravdır. Buhar adını doğduğu Buhara şehrinden almıştır. Akın Buhar, yazdığı siyasi-hicvi şiirleri ile Kazak halkının en değerli akınlarından biridir. Eserlerinde Çin ve Rus tehlikesine dikkat çekmiş ve halkının uyanık olmasını istemiştir.

Ì Köteş ve Şal akınlar da 18. yüzyılın diğer temsilcileridir.

Ì Ömrü boyunca yokluk çeken Köteş eserlerinde zenginlik-fakirlik ve kaderin adaletsizliğine dair şiirler yazmıştır. Abılay Han’a karşı gelen Meyram boyunun şairi olarak onu eleştiren şiirler yazmıştır.

Ì Şal akının eserleri daha zengindir. Şal akın din, ahlak meselelerinin yanısıra zenginlik, fakirlik, bu dünya ile ahiret üzerine felsefi didaktik eserler vermiştir.

Ì 18. yüzyılın sonunda Kazakistan’ın büyük bir bölümü Rusya’nın eline geçmişti. Kazak bozkırında yeni bir dönem başladı. Rus idarecileri, Kazak yurdunu yönetme işine doğrudan giriştiler. Kazak hanlığı sistemini kaldırıp yerine seçimle iş başına gelen idare sistemini ikame etmeyi düşünüyorlardı. Ama işbaşına gelecek yöneticiler Rusların onayını alması gerekiyordu.

Ì Bu şekilde iş başına getirilen Kazak idareciler de eski sistemi devam ettiren boylar yüzünden birbirlerine düştüler. 30’lu yıllarda başlayan isyanda Mahambet Ötemisulı da yer aldı. Bu isyan kanlı bir şekilde bastırıldı.

Ì Bundan sonraki en büyük isyan, Kenesarı Kasımov’un başlattığı ve bütün Kazak yiğitlerini toplayan isyandi. Kenesarı, Kazakların hanlık sistemini koruyup, bağımsız bir ülke olmasını istiyordu. Rus Çarının ordularının kurdukları tuzaklara düşen isyancılar ve isyanı yönetenler hayatlarını kaybettiler ya da Ruslara esir düştüler.

Ì Bu Rus işgali ve Kenesarı’nın başlattığı isyanda çekilen sıkıntılar Kazak edebiyatına da aksetti. Akınlar, halkı bu baskıya ve işgale karşı mücadeleye davet eden şiirler yazdılar. Eserlerinde bu isyanın tarihî anlamını ve onun idarecilerinin yiğitlikleri ve bilgeliklerini işlediler. Pek çok halk ozanı “Kenesarı” destanını yazdılar.

Ì 19. yüzyılın ilk yarısında yaşayan kabiliyetli akınların başında Muhammet Ötemisulı gelir. Muhammet İslamî bir eğitim aldı, Rusça öğrendi, eski Kazak şiirini ve halk edebiyatını iyi biliyordu. Çarlık rejimine ve Cihangir Han’a karşı isyan eden İsetay Taymanulı’na katıldı. İsyan sırasında öldürüldü. Şiirlerinde bu isyanın safhalarını anlattı. Şiirleri halkın hafızasında sözlü olarak yayıldı ve günümüze kadar geldi.

Ì Kuramsaulı Akın Sarı da medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsçayı öğrendi. Rusların Kazakistan’daki yayılmasına karşı şiirler yazdı ve Muhammediye adlı eseri Kazak lehçesine aktardı.

Ì Dulat Babatayulı Kazak halkının, bütün Türkî halkların eski şeciresinden haberdar, eski akın ve cıravların mirasını iyi tanıyan, onun özelliklerinden ilham alan bir akındı. Medrese eğitimi almış dindar biriydi veTürkçe yazıyı tanıyabiliyordu. Ömrü boyunca hakikati savunan Dulat Babatayulı, Buhar Cırav’ın milliyetçi fikirlerini benimsedi ve onları şiirlerinde işledi. Vatanını sevdiğini gösteren “Birinci söz” adlı şiiri vardır.

Ì Dulat akının üzerinde durduğu en önemli meselelerden biri de eğitim, ilim ve sanatdi. Cahilliğe, eğitimsizliğe, ahlaksızlığa karşı çıktı ve bilim sahibi insanları her zaman ayrı tuttu. Memleketi okumuş, terbiyeli, ilim-bilim sahibi insanların yönetmesi için uğraştı; böyle yurtta zulmün ve baskının ortadan kalkacağına inanıyordu.

Ì Dulat gibi Şortanbay Kanaev ve Murat Monkeev akınlar da Rus kültürünün Kazak halkı arasında yayılmasına karşıydılar ve Kazak kültürünün muhafazası taraftarıydılar.

2.ÜNİTE



20. YÜZYIL KAZAK EDEBİYATI


Ì Çağdaş Kazak Edebiyatı, 19. yüzyılda başlar.

Ì Çağdaş edebiyat kendi arasında: 1. Hazırlık Dönemi (19. yüzyıl) 2. Hürriyet Dönemi (1905-1920 arası) 3. Sovyet Dönemi (1920’den sonraki devir) olarak üç bölümden oluşmaktadır.

Ì Bağımsızlıktan sonraki (1991) edebiyat da ayrı bir dönem olarak değerlendirilebilir.

Ì 1.HAZIRLIK DÖNEMİ: Rusların Kazakistan’ı istilası ile başlar. Kazak aydınları Rusça öğrenirler ve bu dille yazılan eserler aracılığı ile Avrupa’nın ve dünyanın diğer ülkelerinin edebiyat ve fikir hayatı ile yaşayışları hakkında bilgiler edinirler. Bu şekilde Kazak edebiyatında roman, hikâye, tiyatro gibi yeni türler ortaya çıkar.

Ì Hazırlık döneminin en önemli kişileri Abay Kunanbayulı, Şokan Velihanov ve İbray (İbrahim) Altınsarin’dir.



ABAY KUNANBAYULI

Ì Abay , çağdaş Kazak edebiyatının ve dilinin kurucusu sayılır. Doğuyu ve batıyı iyi tanıyan Abay, 1880’de ilk Kazak ozan ve yazarı olarak ortaya çıkar. Kazak Türkçesini ustaca kullanması, kıvrak anlatımı, halk edebiyatı ve folklor ürünlerini büyük bir başarıyla kullanması ile kendinden sonra gelecek yazarlar kuşağına çığır açar.

Ì Abay’ın iki yüzden fazla şiiri, kırk civarında didaktik hikâyesi, dört manzumesi (Maksud, İskender, Azîm Hikâyesi, Vadim) ve çeşitli tercüme eserleri vardır.

Ì Kazakistan’ın ve Kazakların en önemli ozanı olan Abay’ın gerçek adı İbrahim’dir. Şiirlerinin önde gelen özelliği sözün az ve öz olması, arka plandaki anlamının derinliğidir. Hangi konuyu ele alsa onu derinlemesine incelemekte, iç sırrına vakıf olduktan sonra yazmakta olduğu için okuyucuyu anlamaya zorlamaktadır.

Ì Batı’nın Spenser, Luis Dreper gibi önde gelen fikir adamlarının yanı sıra Lermontov gibi Rusların meşhur şairlerinin kitaplarını tercümesinden okuyan Abay, hakikati hakikat kalıbı içinde, derin olanı da derin kalıbın içinde anlatmıştır. Özellikle şiirlerinde Lermontov’dan derin izler bulmak mümkündür. Abay’ın şiirin tarifini, tanımını yaptığı ve nasıl olması gerektiğini anlatan “Ölen – sözün padişahı, söz anası” isimli şiiridir.



ŞOKAN VELİHANOV

Ì Şokan , Kazakların tarihini, etnografyasını ve edebiyatını çok iyi biliyordu. O aynı zamanda çok önemli bir seyyahtı, Orta Asya’da dolaşmadığı yer yoktu.

Ì Şokan , Kazak ve Kırgız edebiyatı ve halkın sözlü kültür ürünlerini yakından tanıma fırsatı bulmuştu ve bu konularda önemli ilmî araştırmalara imza atmıştı. Potanin, Berezin, Radlov, Alektorov gibi Kazak edebiyatı, Kazak halk edebiyatı mahsulleri üzerine çalışmıştı.

Ì Şokan , Kostıletskiy, Gontsevskiy gibi aydınlar ona rehberlik ettiler. Onların sayesinde Puşkin, Lermontov, Gogol, Krilov gibi Rus yazarların eserlerini okudu. Resim yaptı, özlü sözler söyledi, sanatını geliştirdi. Topladığı malzeme ile önemli ilmî makalelere imza attı.

Ì Manas Destanı’nı yazıya geçirmenin dışında, Kazak Türklerinin çağdaş dünya ile yüz yüze gelmesi için ortaya koyduğu çabalarla tanındı. Manas destanına ayrı bir ilgi gösteren Şokan Velihanov, onu “büyük bir ansiklopedi” olarak değerlendirdi ve “İliada” destanı ile karşılaştırdı. Manas’ta Kırgız edebiyatının bütün sözlü edebiyat ürünlerinin örneklerinin varlığını gösterdi ve Kazak akınlarından yaptığı derlemelerle Şokan nüshası olarak hazırladı. Bu çalışma 1965’te A.Margulan tarafından bulundu ve basıldı.

Ì Reformist bir aydın olarak ortaya çıktı. Siyasi görüş olarak da demokratlığı kendine rehber edindi. Bu yüzden Şokan için Kazaklar, Kazakistan’nın ilk demokratı gözüyle bakmaktadırlar.

Ì Onun asıl maksadı, kendi yurdunu Avrupa’nın gelişmiş medeniyetine yetiştirmek ve böylece halkı uyandırmak, kendi doğduğu memleketini medenî ülkeler arasına sokmak”tı. Bunu yapabilmek için de Kazak çocuklarının okumaları için okulların açılmasını istedi. Okullar açtırdı ve çocukların Tatarca öğrenmesini sağladı.

Ì Eserlerini daha çok Rusça yazan Velihanov’un; Cungarya Oçerkleri, Ablay, Kırgızlar, Çin İmparatorluğunun Batısı, Kulca Şehri, Kazaklarda Şamanizm, Kazak Şecereleri, Kazak Silahları gibi eserleri vardır.

Ì Bunların yanında en mühim çalışmalarını Kazak halk edebiyatı ürünleri derlemeleri oluşturur. Sözlü edebiyat ürünleri, cırlar , hikâyeler, masalları derlemekle kalmamış onlara yazdığı değerlendirmelerle yayınlamıştır.



İBRAY ALTINSARİN

Ì İbray Altınsarin ilk Kazak eğitimcisidir. İbray, zamanının en büyük pedagoji âlimlerinden birisiydi. Kazak çocuklarının skolâstik yani dinî eğitimlerinin yanında fen derslerini almaları için yeni usulde mektepler açtı. Kazak yurdunu karanlık zincirinden kurtarıp, gözünü açıp fikrini uyandırmak için uğraşan bir halk aydını” olarak bilinen İbray, folklorla yakından ilgilendi.

Ì İbray Altınsarin , Puşkin, Lermontov, Gogol yanında Firdevsi, Nizami, Nevai gibi şark edebiyatının önde gelen isimlerinin eserlerini okudu. Ayrıca V. Grigorev ile yakın dostluğu sayesinde onun kütüphanesindeki kitapları okudu. Diğer taraftan İlminskiy’nin gönderdiği kitaplar da onun en yakın dostları oldu.

Ì Orenborg’daki eğitimi ve sonrasında Rus aydınları ile yakın alakası onun düşünce tarzının şekillenmesine, hayata bakışına etki etti. Kazak çocuklarının eğitimi meselesine hemen hemen bütün mesaisini harcadı. Açılma ruhsatını 1861’de aldığı Torgay’daki okulu ancak 1864’te açabildi.

Ì Realist Kazak nesrinin kurucusu olarak tanınmasına rağmen şiirler de yazdı. İbray, hem nesrinde hem de şiirlerinde “nâdanlıkla” yani “cehaletle” mücadele etti. İlim ile ancak ülkesinin kalkınabileceğine, inanmıştı.

Ì İbray, Kazak çocuklarına yönelik eğitim ve okullaşma çalışmalarının yanı sıra ilk kez Kazak Türkçesini resmî yazışmalarda kullanmış ve bu lehçeyle ders kitapları yazmıştır. “Şeşe men bala” yani “Baba ve evlat”, “Nâdandık” yani “Cehalet”, “Edep ve Adildik” yani “Adaletli olmak” adlı hikâyelerinde örnek insan tiplemeleri yapmaya gayret etti.

Ì Rusların Kazak Türkleri arasında Hristiyanlığı yayma çalışmalarına karşı çıktı, bu faaliyetleri engellemek için “Şeraitü’l-İslam Müslümanlıktın Tutkası” adıyla bir ilmihal de yazdı.



Ì 2. HÜRRİYET DÖNEMİ: 1905 yılında gerçekleşen Rus ihtilâlinden sonra, hürriyet havasından faydalanan Kazak aydınları derhal teşkilatlanıp halkına seslenmiş ve çeşitli basın yayın organları kurmuşlardır.

Ì Kazak Türkçesiyle çıkan Sirke gazetesi, İslamcı Aykap mecmuası, Kazakistan gazetesi, Kazak gazetesi, İşim Dalası ve Alaş gibi gazeteler millî şuurun canlanmasında önemli rol oynamışlardır.

Ì 19. yüzyılın son yılları ile 20. yüzyılın başında ozan ve yazarların en önemli meselesi halkı uyandırmak, cehâletten kurtarmak, ilim öğretmek oldu. Yani eğitim meselesi gündeme getirildi.

Ì 20. yüzyılın başında Kazaklarda iki türlü eğitim vardı. Birisi medreselerdeki İslamî tarzda eğitim, ikincisi de Rusça, dolayısıyla dünyevî eğitim.

Ì Medreselerde eğitim verenler Buhara, Semerkand, Taşkent, Kazan, Ufa, Orınbor, Troitsk gibi yerlerde okuyan Tatar ve Başkurt mollalarıydi.

Ì Asrın başında medrese eğitimi de “kadimci” ve “ceditçi” olmak üzere ikiye ayrılmıştı.

Ì Birincisi eskiden beri devam eden ve Arap harfleri ile yapılan dinî eğitimdi. Yeni tarz eğitimde ise Alfabe değişikliğinin yanı sıra derslerde de farklılık söz konusuydu. Dinî derslerin yanında tarih, coğrafya, matematik gibi dersler de okutulmaktaydı. Bu usulün başını ise Tatar Türklerinden Şehabettin Mercani ve İsmail Gaspıralı çekiyordu. Kazaklar arasında bu usulü yaygınlaştıran Ahmet Baytursınulı oldu. 20. yüzyıl başındaki Kazak akınları bu iki usulde eğitim aldılar.



AHMET BAYTURSINULI

Ì Abay, İbray ve Şokan gibi Kazak aydınlarının başlattığı yenileşme hareketinin önemli şahsiyetlerinden birisi olan Ahmet Baytursınulı, hem dilci, edebiyat araştırmacısı, Türkolog hem de ozan-yazar olarak Kazak edebiyat tarihindeki yerini aldı.

Ì 1913-1918 arasında Kazak gazetesinde redaktörlük yaptı. Bu tarihî görevinde Kazak halkının sosyal ve kültürel meselelerine eğildi, ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için yazılar yazdı, sanata ve bilime önem verdi.

Ì 1918’de başlayan Alaş Orda hareketini yakından takip etti ve ülkenin kaderini değiştirecek olan ihtilâl sırasında daha önce bu yönde çalışmalar yapan Kazak aydınlarının yanında yer alarak Sovyet Hükümeti saflarına katıldı.

Ì Ahmet Baytursınulı’nın üzerinde durduğu en önemli meselelerden biri Kazak alfabesi ve Kazakçanın gramerini hazırlamak oldu. Arap harflerine getirdiği yeni reform, Kazak dil biliminin önemli terminolojisini hazırladı. Kazakçanın fonetiğini, morfolojisini, sen- taksını bir temele oturttu. Kazak mekteplerinin açılması için çaba sarf etti, oralarda okuyacak olan Kazak çocukları için Kazakça okuma kitapları hazırladı.

Ì Kazak edebiyat tarihçileri onun bağımsızlık için vermiş olduğu mücadeleyi ve bu mücadele sırasında çektiği sıkıntıları anlatan şiirini Nazım Hikmet’in tanınmış şiirindeki sözleri ile değerlendirirler:

Ì Didaktik eserler de veren Baytursınulı, Kırk misal adlı şiir kitabında fabl türünde eserler yazdı. Mesela “At ile eşek”, “Öküz ile kurbağa”, “Kurt ile turna”, “Bülbül ile eşek” bu türde yazdığı şiirlerinin en güzel örnekleridir.



Ì Bu dönemde kitap basımı işi de gelişti. Basılan kitaplar arasında Kazak sözlü edebiyatı mahsulleri, şecireler, dini kitaplar, Şark edebiyatı ürünleri, okuma kitapları, Rusçadan tercümeler veKazak yazarlarının eserleri vardı.

Ì Yüzyılın başında gazete ve dergiler de çıkmaya başladı. Türkistan Vilayatınıñ Gazeti 1870 yılında Taşkent’te çıkmaya başladı. Ombı’da da Dala Veleyetiniñ Gazeti yayınlandı. St. Petersburg’da ancak bir sayı çıkabilen Serke adlı gazete Kazak dilinde yayınlandı. Kazakstan Gazeti , Troitsk şehrinde bir sayı çıktı. Kazakstan gazetesi ise iki dilde altı sayı basıldı. Eşim Dalası , Petropavl’da Kazak ve Tatar dillerinde haftada üç gün çıktı.

Ì 20. yüzyıl başında yayınlanan Aykap ve Kazak gazetesi, Kazak edebiyatının gelişmesine, çeşitli edebî türlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Ì Aykap gazetesi , Troitsk’da çıktı. Gazeteyi çıkaran da redakte eden de tanınmış akın ve yazar Muhammetcan Seralin idi. Gazete Kazak halkını ilgilendiren, mesela eğitim, eğitim şartları, Kazak kızlarının eşitsizliği, başlık parası, Duma’ya temsilci seçilmesi, kitap basım işleri gibi bütün meseleleri tartışmaya açtı.

Ì Kazak gazetesi ise Orınbor şehrinde 1913’te yeniden yayınlanmaya başladı. Aslında gazete Mart 1907’de Troitsk şehrinde çıkmaya başlamış, bir sayı çıktıktan sonra öylece kalmıştı. Ahmet Baytursınulı ve Mircakıp Dulatov’un yeniden çıkarmaya başladığı gazete, Kazak topraklarının en büyük özelliği ve aynası olan bilim ve sanatı, medenîliği ön plana çıkardı.

Ì İkinci redaktörlüğünü Mircakıp Dulatov’un yaptığı gazetede hem Baytursınûlı hem de Dulatov, yazdıkları yazılar ve yaptıkları tercümelerle, okuma-yazma kurallarını halka öğretme gayretleriyle önemli birer yenilikçi/reformist olarak isim yaptılar. Daha sonra bu iki önemli şahsiyet, dönemin idarecileri tarafından milliyetçi, burjuva ve liberalist, Alaş Orda taraftarı, dolayısıyla da “Halk düşmanı” oldukları gerekçesiyle Kazak gazetesi kapatıldı.

Ì Kazak edebiyatının mühim meselelerine ehemmiyet veren gazetede Kazakların eski sözlü edebiyatı, yazılı edebiyatının başlangıcında sözlü edebiyatın tesirine ve Abay Kunanbayev ile İbiray Altınsarın’ın başlattığı yeni devir edebiyatı üzerine makaleler yayınlandı. Özellikle Baytursınulı, gazetenin 39. sayısında yayınlanan makalesinde Abay’ın dönemi için ne kadar yeni olduğuna dikkat çekti. Mircakıp Dulatov da 93. sayıda yayınlanan “Til kural” yani “Dil kuralı” adlı makalesinde Kazak dilinin Arap, Fars ve Rus sözleriyle doldurulmasına, onlarla karıştırılmasına karşı çıktı.

Ì Dulatov, Azamat Alaşulı mahlasıyla Aykap gazetesinin 14. sayısında çıkan “Aykapka” yani “Aykap’a” başlıklı şiirinde eğitimin, okumanın önemine dikkat çekerek Kazak halkını eğitime ve gazeteyi okumaya davet etti.

Ì Alihan Bükeyhan, Ahmet Baytursınulı, Mircakıp Duvlatulı gibi Kazak aydınları ülkeyi uykudan uyandırıp, onun siyasî fikirlerini yükseltmek için mücadele ettiler. Onlar cehalete, geri kalmışlığa karşı koyabilmenin en mühim yolunun eğitimden geçtiğini biliyorlardı. Dolayısıyla Kazak halkını eğitim-öğretim almaya, okuma yazma öğrenmeye davet ettiler.

Ì Rus Çarının tahttan düşmesiyle elde edilen bağımsızlık fikri güç kazandı. 20. yüzyılın başındaki tanınmış Kazak akınlarından biri olan Sebit Dönentayev bu durumu “Bostandık” yani “Hürriyet” başlıklı şiirinde anlatır.

Ì Bu maksat üzerine Mircakıp Duvlatov, Ş. Kudayberdiyev, S. Toraygirov, B.Maylin, B. Süleyev, S. Seyfullin gibi Kazak şairleri de şiirler yazdılar. Bu Kazak şairlerinin, Kazak aydınlarının hepsi de Kazak halkının karanlıktan çıkarabilmek için eğitim mecrasına çekmeye çalıştılar, bu yönde eserler verdiler.

Ì Bağımsızlığı “Asıgıp tez attandık” adlı şiiri ile karşılayan Saken Seyfullin, onun gökten inmediğini, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden yiğitlerin emeği ile geldiğini anlattı:

Ì Kazaklar ayrı bir devlet olmak istiyorlardı. Bu fikri gerçekleştirebilmek için de “Alaş” partisini kurdular ve Celtoksan 1917’de Alaşorda hükümetini kurmaya karar verdiler.Kazak aydınlarının bazıları bu fikri desteklediler. Sultanmahmut Toraygırov “Alaş sloganını” yazdı:

Ì Daha çok millî konuların işlendiği bu dönemin önemli şair ve yazarları arasında Köpeyoğlı Yusuf Bek, İsfendiyar Köpeyoğlı, Sultanmahmut Toraygırov, Ahmet Baytursınulı, Ömer Karaşi, Şahingiray Bükeyhan,Mağcan Cumabayulı, İsa Baycanlı sayılabilir.



MİRCAKIP DUVLATOV

Ì St. Peterburg’da çıkan Serke gazetesinde “Castarga” yani “Gençlere” adlı şiiri yayınladı.

Ì Ufa’da , Uyan Kazak! adlı şiirler kitabı yayınlandı. Bu kitabında şiirlerini topladı. Duvlatov, yayınlanan bu kitabı yüzünden eski hükümet tarafından tutuklandı ve hapse atıldı.

Ì Duvlatov’un en önemli eseri Bakıtsız Camal’dır. Kazak dilinde roman olarak tanımlanan kitapta yazar, cehalet yüzünden hayatını kaybeden genç bir Kazak kızının yaşantısını dramatize eder. Eserin ikinci bölümünde, yaşanan olayların gerçek olduğunu belirtir.

Ì Bu eserin Namık Kemal’in Zavallı Çocuk adlı eseriyle karşılaştırmalı olarak incelenmesi ortaya ilginç sonuçlar da çıkaracaktır.



MAĞCAN CUMABAYEV

Ì Dönemin bir başka önemli yazarı, medrese eğitimi almış olan Mağcan Cumabayev’dir.

Ì Mağcan Cumabayev, Abay’dan sonraki dönemin en tanınmış akınıdır. Arapça, Farsça ve Türkçe’yi öğrenen Cumabayev’in şiirleri Alimcan İbrahim’in yardımıyla Kazan’da basıldı , edebiyat alanında yükselmeye başladı.

Ì Vzelod İvanov’un hikâyelerini tercüme eden Cumabayev, Mircakıp Dulatov’u kendisine örnek aldı. “Şolpan’ın günahı” adlı hikâyesini yazdı.

Ì Bu yıllarda Mağcan Cumabayev, Kazak hikâyelerinin içinde kadının kaderini psikolojik tarzda tasvir eden ilk yazardır. “Şolpan’ın günahı” da yazarın uzun hikâye tarzında yazdığı tek eseridir. Eserde mutlu bir hayat süren Şolpan ile Sersenbay’ın arası çocuklarının olmaması yüzünden bozulur.

Ì Mağcan’ın bu uzun hikâyesi, Muhtar Avezov ve Cusipbek Aymavıtov’un eserleri ile birlikte Kazak edebiyatında psikolojik hikâye ve roman türünün ilk örneklerinden biri olur.

Ì Abay’ın Petersburg’da çıkardığı şiirlerini topladı. Abay hakkında şiirler yazdı.

Ì Tatar âlimi Alimcan İbrahim, Mağcan’ın şiirlerinin Kazan’da basılmasına yardım etti. Bundan sonra Mircakıp Dulatov onun üstadı oldu. Öğretmen okulunu altın madalya ile bitirdi. İyi bir öğrenci olduğu için “Potanin Vakfı”nın en yüksek bursunu aldı.

Ì Moskova’da kaldığı sürede tercüme işleriyle uğraştı. M. Gorki’nin “Sunkar cırı”, Manin-Sibiyak’ın “Akboz at”, Vzevolod İvanov’un Kazak hayatından alınmış hikâyelerini, V. İ. Lenin’in kitaplarını ve makalelerini tercüme etti. Tercümeleri Moskova’da yayınlandı.

Ì Taşkent’e geldi. Meşhur “Batır Bayan” destanını burada yazdı. Akan Seri, Bazar Cırav ve Ebubekir Divayevler hakkındaki makaleleri çıktı. Şolpan, Sana dergileriyle Ak col gazetesinde çalıştı.

Ì Mağcan’ın reformcu kimliğini göstermesi açısından “Can sözü” şiiri önemlidir.

Ì Bunun yanında Mağcan’ın çok önemli ve Türkiye’deki okuyucular tarafından bilinen iki şiiri daha vardır. Bunlardan biri “Alıstagı bavrıma” yani “Uzaktaki kardeşime” adıyla yazdığı ve Birinci Dünya Savaşından sonra millî mücadelenin verildiği yıllarda Türkiye’deki kardeşlerine mânen de olsa destek vermek için yazılmıştır.

Ì Mağcan ozan, ata-babasının Türk olduğunu, Turan coğrafyasını aklına getirip, Kazakistan topraklarını ata-mekan olarak Türklerin ve Kazakların yurdu olarak düşünerek tarihî şiirleri olan “Alıstagı bavrıma”, “Oral tavı”, “Turannın bir bavında” ve “Türkistan”ı kaleme almıştır.



Ì 3. SOVYET DÖNEMİ: 1920’den başlayarak devam eden dönemdir. 20 Ağustos 1919’da Ruslar, millî hükûmeti yıkarak yerine Kazakistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurarlar. Böylece Kazakistan’da Sosyalizm ve Komünizmin baskısı altında bir edebiyat ortaya çıkar. Bu yıllarda yeni rejime ayak uyduramayan sanatçılar “Repressiya” denilen 1937- 1938 ve 1939 yıllarındaki katliamlarda öldürülürler. Yeni yetişen nesillere baskı ile resmî ideoloji kabul ettirilir ve bu yolda eserler yazılır.

Ì Ancak 1950 yılından sonra resmî ideolojiye tepki olarak millî mirasa sahip çıkma, geçmişin önemli olaylarına ve büyük kahramanlarına karşı ilgi gösterme şeklinde ortaya çıkan akım, bir kısım Kazak halkı ve aydınları arasında millî birlik ruhunu meydana getirmiş ve millî gururu canlı tutmuştur.

Ì Bu dönemin önemli edipleri arasında Saken Seyfullin, Muhtar Avezov, Sabit Mukanov, Gabidin Mustafin, Gabid Musrepov, Tahavi Ahtanov, Tahir Cerakov,Abdullah Tacıbayev, Ali Urmanov, Olcas Süleyman, Kalkaman Abdulkadirov gibi isimler önde gelir. Bunlar arasında Muhtar Avezov ve Olcas Süleyman’ın ayrı bir yeri vardır.

Ì Muhtar Avezov, Kazak Destanları ve Türkistan Türk Edebiyatı üzerinde bilimsel yayınlar yapmış ve konusunu tarihten alan oyunlar yazmıştır. Abay’ın hayatını belgelere dayalı olarak kaleme aldığı Abay Yolu adlı romanı ünlü olup pek çok dile çevrilmiştir.

Ì Olcas Süleyman da son devir edebiyatının en büyük şairidir. Şairin Argamaklar, Yeryüzü, İnsana Eğil, Parisli Bir Kızdır Gece, Seherin Güzel Vakti gibi şiir kitapları vardır. Şairin Fizikçinin Duası, Az i Ya, Yazının Ucu adlı kitapları Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Ì Saken Seyfullin , Beyimbet Maylin , Muhtar Avezov, Gabit Müsirepov , 1917 Ekim İhtilali sonrası ve 1920’li yıllara damgasını vuran Kazak yazarlarından bazılarıdır. Bu genç yazarlar kısa ve uzun hikâyelerinin yanısıra yazdıkları romanlarla dikkat çektiler.



SAKEN SEYFULLİN

Ì Eğitimciliğinin yanısıra şiir ve düzyazı ile uğraştı. İlk şiir kitabı Ötken Künder (Geçmiş Günler ) ‘dir.

Ì İlk hikâyelerinden olan “Cubatu”yu 1917’de yazdı. Bu hikâyesinde yazar, ağlayan bir kıza tesadüf eder. Genç kız istemediği birisi ile zorla evlendirilmiştir. Kıza teselli verirken aynı zamanda bu hâle düşen bütün Kazak kızlarını avutmaktadır. Onları gelecekten ümitlendirmeye çalışır.

Ì “Kız çocukları” hikâyesinde ise genç kızlar artık sevdikleri ile hayatlarını birleştirebilmektedirler. Kazak köyünde büyük bir değişim yaşanmıştır.

Ì “İki karşılaşma” adlı hikâyesinde ise erkek kahraman, aradan yıllar geçtikten sonra köyün en güzel kızının “başlık parası” için zengin bir ihtiyara satıldığını görür. Hikâyenin bu ikinci bölümünde evliliğine baş kaldırmış ve halkın önünde kocasından ayrılmış bir genç kadın tasvir edilir.

Ì Seyfullin, “Cubatu”daki Müslimayan, “Kız çocukları”ndaki Gülcan ve “İki karşılaşma”daki Cibek karakterleri ile geleceğin bağımsız ve erkeklerle eşit haklara sahip Kazak kadını portresini çizmiştir. Bu da o zamanki Kazak halkı için büyük bir gelişmedir.

Ì Saken Seyfullin’e 1936’da Kazak edebiyatına hizmetinin 20. Yılı münasebetiyle Enbek Kızıl Tuv (Emekçi Kızıl Bayrağı) adlı ödül verilir.

Ì Orınbor’da basılan Asav tulpar adlı şiir kitabında Kazak şiirine katkısını görmek mümkündür.

Ì Saken Seyfullin, yazmış olduğu Tar Col, Taygak Keşû romanı ile o zamanın emekçi yazarı kabul edildi.



Ì Yirmili yıllarda Kazak edebiyatının gelişme şekli üzerinde tartışmalar yapılır. Kazak bir araştırmacı, “şimdiki edebiyatımız çoğunlukla şarva (tarım-hayvancılık) edebiyatıdır. Kazak milliyetçiliğini, hayvan yetiştiriciliğini tasvir etmektedir. Kazaklarda işçi sınıfının varlığına inanmıyoruz. Bizde hâlâ emekçi akın yok. diyerek Kazak edebiyatının alması gereken önlemleri ve gitmesi gereken yönü çizmeye çalışır. Bu da eski hayat tarzı olan tarım ve hayvancılıktan sanayiciliğe, yani çiftçilikten işçiliğe geçiş demektir. Bu durum ise bütün Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi Kazakistan’da da işçi sınıfının oluşturulması gayretinin bir parçasıdır.

Ì 1920’li yılların ortasında İsa Bayzakov ,Kalmakan Abdukadirov , Abdilda Tacibayev gibi şairler, yeni bir imaj, üslub ve çağdaş konularla Sovyet Kazak edebiyatını güçlendirmeye çalıştılar.

Ì Gabidin Mustafin ve Gabit Müsirepov gibi romancılar da yazarların ideolojik eğitiminde ve burjuva ile mücadelesinde önemli rol oynadılar.

Ì Cil Kisü (İlk belirtiler) adlı antoloji 1927’de çıktı. Caña Adebiet (Yeni edebiyat) adlı gazete de 1928’de yayınlanmaya başladı.

Ì 1934’te Kazakistan Yazarlar Birliği kuruldu. Bu tarihlerde yazar ve şairler de Yazarlar Birliği’nin prensipleri doğrusunda bütün edebî türlerde eserler vermeye başladılar.

Ì Saken Seyfullin, Lenin’i anlatan ve halkın bağımsızlık mücadelesini yansıtan şiir ve romanlar yazdı. Beyimbet Maylin de milliyetçiliğine karşı ve Kazak köylerinin kollektifleştirilmesi için yapılan mücadeleyi anlatan Azamat Azamatiç adlı eserini yayınladı.

Ì 1920’li yılların sonunda Sovyet hükümeti ekonomisini yoluna koymaya başlar. İlk beş yıllık plan kabul edilir. Buna benzer planlar her beş yılda bir yapılır. Bu yüzden bu döneme “beş yıllıklar devri” denilir.

Ì Ekonominin planlı ve programlı bir şekilde gelişmesi, Kazakistan ekonomisi ve medeniyetinde de önemli değişiklikler yapar. Sanayileşme başlar. Türkistan-Sibir, Akmola-Kartalı demir yolları, Çimkent korgasın (kurşun) fabrikası gibi büyük işletmeler açılır. Göçebe hayvancılıktan yerleşik hayata geçilir.

Ì Kazakistan Yazarlar Odağı’nın (Birliği) ilk toplantısı Almatı’da 1934 yılında yapılır. Birliğin hazırladığı Kazak Edebiyatı gazetesi çıkar. Caña Edebiyat dergisi Edebiyat Meydanı adıyla basılmaya başlanır. Rus dilinde de Literaturniy Kazahstan dergisi çıkar. Sovyet edebiyatının ideolojik istikâmeti ile gelişme yönünü gösterecek bir dizi çare ortaya konulur. Böylece edebiyat tamamen Parti’nin güdümüne girer. Sovyet edebiyatının sanat metodu olarak “sosyalist realizm” belirlenir.

Ì Kazak halkının yaşantısını tasvir etmeye çalışan eserlerin o zamanki en önemli meselesi, Kazak köyündeki değişmelerdir. İhtilâlde zengin idarecilere sahip çıkan hükümet, daha sonra yurt içinde fakirleri aristokratlara karşı kışkırtır, zengin olanları da yok etme siyaseti başlatır.

Ì Bu büyük değişikliklerin Kazak köyündeki yansımasını tasvir eden Beyimbet Maylin’in povest ve hikâyeleri çıkar. “On beş ev” ve “Kırmanda” povestleri Kazak hayvan yetiştiricilerinin kıtlıktan sonraki hayatlarını tasvir eder. “Gülşara cenge (Gülşara yenge)” ve “Ravşan kommunist” gibi 1917 İhtilali’ni öven hikâyeler yazdığı halde tenkide uğrayan yazarın “Talak (Boşanma)” ve “Şarigat buyrıgı” gibi din karşıtı hikâyeleri bu tenkitlerin biraz hafiflemesini sağlar.



BEYİMBET MAYLİN

Ì İhtilâl’e kadarki eserlerinde Kazak köylerindeki eşitsizliği ve eski zamanlardaki gelenek-görenekleri tenkit etti.

Ì Muhtar Avezov’a göre onun hikâyelerinin pek çoğu devrinin ilk yıllarından itibaren otuzuncu yılların ortasına kadar Sovyet zamanında Kazak köylerinde yaşanan hayatın tasviridir.

Ì Maylin konularını ve imajlarını hadiselerin yoğunluğundan alır. Sıradan bir hayat tarzı onun ilgisini çeker. Karışık ve içiçe girmiş durumlara, özellikle derin psikolojik tahlillere ilgi göstermez. Anlattığı hikâyeler genellikle basit ve gerçekçidir. Öyle ki yazarın tasvirleri bütün ayrıntılarıyla aktüaliteyi takip eder.Mesela, “Seyit’in sırrı” hikâyesinde, Sovyetler zamanında durumu iyi olan bir zengin çocuğu Seyit’in hayatını eleştirmektedir. Eserde çalışmayan, babasından kalan zenginlikle yaşamayı öğrenen Seyit, eski feodal düzeni benimsemiş ve yeni düzeni kabullenememektedir.

Ì Bir başka eserinde de yazar, İmam Zekircan ile öğrencisi Kaldıbay’ın halktan dini istismar yoluyla para toplar. Fakat parayı nasıl bölüşecekleri, kimin hakkı olduğu konusunda bir fikir birliğine varamazlar:

Ì Gabit Musirepov’a göre Beyimbet Maylin Kazak Sovyet edebiyatının çok kabiliyetli temsilcilerindendir. Yazarlığa İhtilâl’den önce başladı. Amacı demokrasi için eserler yazmaktı. Ekim İhtilâli’nden sonra yeni edebiyatın temelini atmaya çalıştı. Sovyet edebiyatının yirmi yıllık tarihinde Beyimbet’in sanat alanında özel bir yeri vardır. Beyimbet’in eserleri yeni hayatın tarihi gibidir.

Ì Kazak-Sovyet edebiyatının temel taşını oluşturan “meşhur yazar ve şairler” grubunda nesir ve dram yazarı olarak Beyimbet Maylin’in yeri ayrıdır.



MUHTAR AVEZOV

Ì Yazmış olduğu Abay Yolu eseriyle Kazak halkının en değerli yazarı olan Muhtar Avezov, İhtilal öncesi Kazak köylerindeki hayatı tasvir ettiği için tenkit edildi. Avezov, sürekli tenkitler yüzünden hikâyelerini yeniden yazmak, değiştirmek zorunda kaldı.

Ì “Baybişe-tokal” ve “Karagöz” gibi piyeslerini yazdı.

Ì Daha sonra “Kandı azuv” yani “Kanlı azı diş” olarak tiyatro sahnesine konulan “Kökserek” adlı hikâyesi Avezov’un önemli hikâyelerinden biridir. Bu eserinde yazar, yavru iken alınıp köyde büyütülen bir kurt yavrusunun daha sonra köye inen kurtları kovalamak için peşinden gittiğinde “aslı”nı fark ettiğini anlatır.

Ì Millî kimlik açısından bakıldığında Avezov’un bu hikâyesi çok önemli ipuçları vermektedir. Kökserek’in yerine Kazak halkını koyan okuyucu Sovyet dönemine ait Sovyetleştirme veya köleleştirme belki de ötekileştirme siyasetini bulabilir.Hikâye Türkiye Türkçesine aktarılmış ve yayınlanmıştır.

Ì Abay Yolu ise yazarın üç ciltlik baş eseridir. Birinci kitap 1942’de, ikinci kitap 1947’de yayınlanır. Roman yayınlanır yayınlanmaz Kazak halkının elinden düşmez. Abay yolu, halkın yoludur. Gabit Musirepov’un söyleyişine göre Kazak medeniyet tarihi boyunca böyle bir roman yazılmamıştır. Abay Yolu’nda günümüze kadarki Kazakların yalnızca hayatı, örf-âdetleri değil büsbütün millî ruhu bir araya getirilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Kazak sosyal hayatının hiçbir parçası bu kitaplar dışında bırakılmamıştır. Dolayısıyla haklı olarak bu kitaplar için Kazak halkının sosyal ansiklopedisi denilse yeridir. Birinci kitabın başında Abay, şehirden köye döner. Köyünü özlemiştir, fakat gönlü köyü istese de sanki ayakları geri geri gitmektedir. Aradan geçen on yılda sadece Abay’ın başından geçenler, ondaki değişiklikler, fikrî ve ruhani gelişmeler eserde sağlam bir kompozisyon ile verilmektedir. Bu kitap da Türkiye Türkçesine çevrilerek yayınlandı.



GABİT MUSİREPOV

Ì Aynı dönemin bir başka önemli yazarı Gabit Musirepov’un “anne” hakkındaki hikâyeleri, bu devir edebiyatındaki büyük yenilik olarak kabul edilir. Gorki’nin “Ölümü yenen ana”, “İnsanoğlunun anası” hikâyelerini tercüme edip, Kazak hayatının gerçeği ışığında “Annenin arabuluculuğu”, “Besleyen ana”, “Anaların anası” gibi hikâyeler yazar. “Şugıla” ve “Yassı burun” Müsirepov’un sanatının başlangıç döneminin bittiğini ve usta bir yazar olarak geliştiğini gösteren eserlerdir.

Ì Müsirepov’un eserlerinde kadın kahramanlar, Kazak kadınlarının maneviyat bakımından yüksekliğini gösteren birer tip olarak ortaya çıkar. Aklima, Kapiya, Nagima, Natalya gibi tipler ülke ruhunun bitmez kuvvetini, insancıllığını temsil eder. Bunların hepsi annenin ferasetini, güç ve gayretini ortaya koyar.

Ì Kazak Sovyet edebiyatının kurucularından biri olan yazar, edebiyat araştırmacısı, Kazak SSC İlimler Akademisi üyesi (1958), Sosyalist Emek Kahramanı (1974), Kazak SSC’nin halk yazarı oldu. 1927 yılından itibaren SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) üyesi oldu.

Ì Edebiyata olan hevesi İşçiler Fakültesi’nde iken başladı. İlk eserlerini yine burada okurken yazdı.O sıralarda Saken Seyfullin ile tanıştı ve ondan çok etkilendi.

Ì İlk eserlerinden biri, “Tulağan tolkında” (Coşan dalga üzerinde) hikâyesi edebiyat çevresinde hemen farkedildi.

Ì Abay gibi Batı ve Rus klasiklerinin sanat tecrübesini, üslubunu araştırdı. Proleter edebiyatın kurucusu olan A. M. Gorki, Müsirepov’u özellikle çok etkiledi. Bu büyük yazarın romantik havası, anneler hakkındaki eserleri Müsirepov’un üzerinde etki yaptı.

Ì 1930’un başında Müsirepov dram sanatı sahasında eserler yazmaya başladı. ilk piyesi olan “Kız Cibek”i yazdı.

Ì Sivil Savaş gazisi Amangeldi hakkında uzun ropörtaj, daha sonra da dokuz bölümden oluşan büyük bir piyes yazdı. “Kozı Kör- peş- Bayan Suluv” trajedisi Müsirepov’un sanatının en verimli dönemini başlatan eserdir.

Ì Yazarın Kazak Soldatı romanı Kazak Sovyet edebiyatını dünyaya tanıtan eserlerden biridir.

Ì Oyangan Ölke adlı tarihî romanı Kazak halkının geçmiş günlerini tasvir eden bir eserdir.

Ì Kazak SSC’nın Yüksek Şurası’nın Başkanı, 3 defa Lenin, Oktıyabır Revolutsiyası nişanı, 2 defa “Kızıl Tuv” nişanı ile taltif edildi.

Ì Müsirepov’un “Yassı burun” hikâyesi, köydeki değişmeye, yenileşmeye karşı koyuşun alaycı bir hikâyesidir. Köy halkı yeni ve farklı bir kültürün temsilcisi olan “domuz” ile tanışır. Yazar bu hikâyesinde iki görüşü birden savunur ve olayı iki cephesiyle ortaya koyar. Kazak-Rus, dolayısıyla, Müslüman-Hıristiyan kaynaşması ve köy halkının böyle bir kaynaşmaya karşı çıkması söz konusudur.



Ì Otuzlu yıllarda edebiyat üzerindeki Parti siyaseti değişir. Edebiyatı kontrolünden çıkarmak istemeyen idareciler, yazarlara uymaları gereken reçeteyi sunar. Bu yılların başında Ermeni asıllı General Goloşekin, Kazak yazarları içindeki milliyetçi ve Alaş Orda taraftarı olanları izlemeye başlar, onların açığını bulmaya çalışır.

Ì S. Seyfullin “Türk birliğini” istemekle suçlanır. Diğer Kazak aydınları da bu suçlamaya maruz kalırlar. Yazdıkları eserler için özür dilemeye zorlanırlar.

Ì Parti’yi övücü yazılar yazmaları istenir. Bu çeşit uygulamalar Kazak yazarlarını eserlerindeki milliyetçi unsurları çıkarmaya ve eserlerinin milliyetçilik vasıflarını değiştirmeye mecbur eder. Sovyet Yazarları Birliği kurulması kararlaştırılır. Bu şartlar altında gelişen edebî kıpırdanışa kendi gerçekci fikirleri ile destek çıkan yazarların içinde S. Seyfulin, İlias Cansugirov, Sabit Mukanov, M. Avezov ve Al- cappar Abişev de vardır.



AL- CAPPAR ABİŞEV

Ì Abişev, ilk hikâyelerinden olan “Zeval”i yazdı. Hikâyede, Karagandı işçilerinin bir araya gelip hürriyet yolundaki mücadelelerini, İngiltere’nin hâkimiyeti altında olan işçilerin hayatını tasvir eder. Hikâyede anlatılan olay İhtilal’den önceye aittir. Dolayısıyla, yazar eserinde, İngiltere hâkimiyeti altındaki sistem ile Sovyet dönemindeki sistemi yani iki siyasî sistemi karşılaştırır.

Ì “Kökdavul” hikâyesi, akıllı ve cins bir atın sahibinin hayatını kurtarmasını anlatır. Bu hikâyede de Sovyet döne- mi Kazakistan bozkırlarında Kazak insanı ile Rus halkını temsil eden Andrey arasındaki dostluk ve uyum, birlikte çalışma arzusu vurgulanmaya çalışılır.



Ì 1937 yılı geldiğinde bütün yurtta “Halk düşmanlarını” izleme faaliyeti başlar. “Alaş Ordacı-Milliyetçi” olan S. Seyfulin, B. Maylin, İ. Cansugirov yakalanır. M. Avezov, S. Mu- kanov, G.Müsirepov gibi yazarların suçları siyasî suç olarak gösterilmeye çalışılır. Onların izinden yürüyen genç yazarlar takip edilir. Sabit Mukanov ile Gabit Müsirepov Parti’den çıkarılır.

Ì Saken Seyfullin , Beyimbet Maylin , Muhtar Avezov , Ciyengali Tilepbergenov , İlyas Bekenov , Gabit Müsiperov , SabitMukanov , Smagul Saduvakasov , C. Aymavıtov ve İlyas Cansugirov gibi genç yazarlar 1920’li yıllarda Kazak edebiyatına damgalarını vurdular. “Sosyalist gerçekçi” Sovyet Kazak edebiyatının kurucuları sayılan bu yazar ve şairlerin çoğu Sovyet hükümetinin çizgisinde yazmadıkları için 1930’lu yıllarda hayatını kaybetti.

Ì Beyimbet Maylin de “Estay avılı” , “Gülşara cengey” ve “Ravşan- Komünist” gibi 1917 Ekim İhtilali’ni öven hikâyeler yazdığı halde tenkide uğradı. “Talak” ( Boşanma) ve “Şarigat buyrugı” gibi din karşıtı hikâyeleri bu tenkitlerin biraz hafiflemesine sebep oldu.



II. DÜNYA SAVAŞI DEVRİNDE KAZAK EDEBİYATI



Ì Moskova’daki idareciler bağımsızlıklarını kaybetmemek için kendilerine bağlı halkları savaşa sokarlar. Bu savaşa Kazaklar da girer. Sovyetler Birliği’nin Avrupa tarafındaki halklarının çoğu ve eğitimciler ile savaşa yaramayan insanlar Kazakistan’a göç ettirilir.

Ì Komünist Parti’nin gücü ile ondan önce insanların kafasına zorla sokulan sosyalist va- tanı koruma fikri, halkı canlı tutup savaşı kazanmaya azmettirir. Memleketin bütün eko- nomisi savaşa bağlı olarak yeniden düzenlenir. Savaş dönemi Kazak edebiyatının içeriğini de bu durum belirler. Edebiyat, birliğin, yiğitlik ve fedakârlığın, Parti’nin sesi olur. Almanların baskıcı siyasetini ve saldırısını püskürtmeye, halkı intikam almaya çağırmaya ihti- yaç vardır. Bundan sonra edebiyatın vazifesi, cephede çarpışanlar ile cephe gerisinde çalı- şanları takdir ve taltif etmektir. Bu amaçlar edebiyatın edebî yönünü zayıflatır. Yazarların çoğu daha evvelden yaza geldikleri, araştırdıkları, ilgilendikleri konuları bırakıp kendilerine verilen emirlere uymak zorunda kalırlar.

Ì Savaş dönemindeki Kazak edebiyatının oluşumuna bütün yazarlar katılır. S.Mukanov, M. Avezov, G. Müsirepov, G. Mustafin, G. Ormanov, A. Tokmagambetov, E. Tacibayev, Ş. Husa- yinov,Alcabbar Abişev, M. Hakimcanova bunlardan bazılarıdır. T. Carokov, C. Sain, E. Sersenbayev,D. Ebilov, A. Cumagaliyev, K. Amancolov, K. Abdikadirov, K. Bekhocin, B. Bul- kışev, B.Mamışûlı, S. Omarov cepheye giderler.

Ì Bunlara cephe gazetelerinin sayfalarında çıkan kahramanlık şiirleri ile tanınan yeni gençler S. Mevlenov, H. Ergaliyev, C. Moldagaliyev, S. Seyitov gibi akınlar katılırlar.

Ì Halk şiirinin vekilleri, Cambıl, Nurpeyis, Bayganin, Kenen Ezirbayev, Şaşubay Kaşkarbayev, Nurlıbek Baymuratov, Nartay Bekecanov, Doskey Elimbayev ve diğerleri vatanseverlik havasındaki şiirlerini yazarlar. Kazak yazarları, böylece, tek bir maksada bağlı olarak edebiyatın önüne savaş gerçeğini koymaya çalışırlar.

Ì Savaş yıllarında ortaya çıkan edebiyatın içinde M. Avezov’un Abay adlı tarihî romanın birinci kitabı, G. Müsirepov’un “Kazak batırı” povesti, G. Mustafin’in Şıganak (Kuru dere yatağı), E. Ebişev’in Cas Tülekter, G. Slanov’un Canar Tav (Yanar Dağ) adlı romanları ile Safargali Begalin ve A. Abişev’in eserleri vardır.



ALCABBAR ABİŞEV

Ì Abişev, II. Dünya Savaşı döneminde yazdığı “Sarcan” ve “Tölegen Toktarov” gibi hikâyelerinde Sovyet insanlarının vatanseverliğini, cephedeki kahramanlıklarını anlatır. Özellikle Sovyet kahramanı olan Toktarov’un kahramanlığını detaylı olarak işler.

Ì “Baba ve oğul” adlı hikâye, savaş döneminde halkı ve özellikle gençleri cesaretlendirmek için yazılmıştır.

Ì Birçok hikâyesi Lenincil Cas ve Adebiyat Meydanı gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. Çocukluğundan itibaren işçiler arasında bulunan Alcappar, eserlerinde Kazak işçilerini ön plana çıkarmaya çalıştı.

Ì 1939-40 yılları Edebiyat ve Sanat dergisinde onun Dostlar adlı romanının bazı bölümleri yayınlandı.

Ì Bundan sonra, savaşın sonucunu anlatan Cas Tülekter (Genç nesil) adlı romanını yazdı. Bu romanında yazar Kazak gençlerinin savaştan önceki ve savaş sırasındaki hayatını anlattı.

Ì Savaştan sonra toplumsal gelişmeyi anlatan Ülken Colda povesti ve Sahara Savleti adlı romanı ortaya çıktı. Sovyet insanlarının tabiatla olan mücadelesi, Moyınkum ve Betpekdala gibi yerlerin geliştirilmesi, köy medeniyetini şehir medeniyeti derecesine yükseltme çarelerini bu eserlerde önemli problemler olarak ele aldı.

Ì Muhtar Avezov ile birlikte Namus Gverdiyesi adlı piyesini yazdı. Alcappar Abişev’in eserleri Sovyet Kazak edebiyatı tarihinde önemli bir yer tutar. Özellikle dramatik eserleri Kazak halkının büyük manevî hazinesidir.



SAFARGALİ BEGALİN

Ì İlk şiiri “Kazak kızboz balalarına” 1914 yılında Aykap dergisinde yayınlandı.

Ì İlk Azamat Armanı adlı kitabındaki şiirlerinde Çarlık hükümetine karşı çıktı.

Ì Cılagan Curt Kuvandı (Ağlayan Yurt Sevindi, 1917) şiir kitabında yeni kurulan Sovyet hükümetini övdü.

Ì Begalin , Almatı’da Temir Col gazetesinde çalışırken yazdığı fıkralar ve şiirler ile şöhret kazandı.

Ì Tav Sırı , Tansık , Kanattı Kazak , Maşinist , Altay Añızı (Altay efsanesi,) ve Kıran Kegi (Kartalın intikamı ) adlı şiir kitapları vardır.

Ì “Seyitcan” hikâyesi yayınlandıktan sonra “Köksegen’in gördükleri” adlı hikâyesini yazdı ve sonradan Rus diline çevrilip Moskova’da basıldı.

Ì Şokan Velihanov hakkında da “Şokan asuları” adlı bir hikâye yazmıştır.

Ì Çocuklar için 20’den fazla kitap yazmış ve Kazak çocuk edebiyatının gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

Ì Begalin, Cambıl Cabayev’in çevresi, ecdadı, öğrenimi, kişiliği, karakteri hakkında Cambıl Cabayev’in Nesebi ve Hayatı adlı monografisini hazırladı.

Ì Halk Şairleri adlı ilmî- edebî divanı yayınladı.

Ì Birkaç eseri de yabancı dillere çevrildi. A. Puşkin, M. Lermontov, Mamin-Sibiryak, Leskov gibi Rus şair ve yazarlarının eserlerini Kazakçaya çeviren Begalin, siyasî-sosyal çalışmaları için 2 defa “Kurmet belgisi” (Hürmet belgesi, Takdirname) ile taltif edildi.

Ì Begalin’in “Gerçek usta alet seçmez” hikâyesinde, büyük şehirlerden birindeki fabrikada işçi olarak çalışırken zenginlere karşı yapılan ayaklanmaya katılan bir adamın hikâyesi anlatılır. Adam, hapishanede küçük bir kutu yapar. Bu küçük kutu şaheserdir . Ölümünden sonra bu küçük kutu onun adını ve hatırasını canlı tutar, yaşatır.

Ì Begalin’in hikâyelerinde koyun, keçi, buzağı besleyen çocuklar, kışın at beslemeye çalışan insanlar vardır. Hayvan, ekim, üretim ön plana çıkar. Tabiat tasvirleri, çocuk terbiyesi, hayvan sevgisi, iyi ve kötü insanların karşılaştırılması Safargali’nin hikâyelerinde göze çarpan ana konulardır. (Gabdullin) Rejimin edebiyata yaptığı etki bu şekilde Begalin’in eserlerinde açık bir şekilde görülmektedir.



Ì II. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında edebiyat üzerindeki kontrol zayıflayınca yazarlar biraz nefes aldılar. Konularını serbestçe seçme imkânı buldular.

Ì Muhtar Avezov, Kazak edebiyatının babası sayılan şair ve yazar Abay Kunanbayulı’nın hayatını anlatan iki ciltlik Abay kitabını yayınladı. Abay Yolu adıyla 1952 ve 1956’da iki cilt daha yayınlandı. Bu kitaplarda Avezov, Sovyet döneminden çok önce Kazak aydınlarının uyanışını hazırlayan Abay’ın ideallerine ve 19. yüzyılda Kazak hayatının değerlerine dikkati çekti. İhtilal öncesini idealize etmekle Komünist Parti çizgisinin tamamen dışına çıkan bu roman, 1950’lerden sonra yazılacak olan tarihî romanlara ilham verdi.

Ì 1953’te Stalin’in ölümüyle yazarlar biraz daha rahatladılar. Tarihî şahsiyetlerin biyografilerini konu alan romanlar yazmaya başladılar. Sabit Mukanov Şokan Şıngısulı Velihanov hakkında 4 ciltlik roman yazmaya girişti. Mukanov 1973’de ölünceye kadar 1967 ve 1970’de ilk 2 cildi Akkan Culdız adıyla bastırdı.

Ì Dikhan Abilev , Akın Armanı ve Arman Colında adlı iki ciltlik kitabını yazdı. Abilev, reformcu şair Sultan Mahmut Toraygirov’un hayatını anlattı.

Ì İlyas Esenberlin gibi genç yazarlar ise 19. yüzyıldan daha gerilere giderek tarihî şahsiyetleri ön plana çıkardılar.

Ì İlyas Esenberlin 3 ciltlik eserinde 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadarki Kazak tarihini ele aldı. Eserin 1998’de yapılan baskısına Devlet başkanı Nursultan Nazarbayev okuyucular için bir önsöz yazdı. Esenberlin’in bu tanınmış eserinin daha önce üç milyondan fazla basılmış olmasından, otuz dile tercüme edilmiş olmasından bahisle bu son baskının Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra yapılan ilk baskı oluşuna dikkat çekti .

Ì Eser üç kitaptan oluşuyor. Birinci kitap Almas Kılış yani Elmas kılıç adını taşıyor. İkinci kitap Cantalas yani Hayatta kalma mücadelesi, üçüncü kitap da Kahar yani Kahır adlarını taşıyor. Kazakların tarihine ışık tutan üçlemenin Kazak edebiyat tarihinin en mühim eseri olduğunu belirtmekte yarar vardır.

Ì Dükenbay Doscanov , Orta Asya’nın İslam ve İslam öncesi dönemlerini anlatan romanlar yazdı. Zeval romanında, Cengiz Han’ın emrindeki Moğol istilası sırasında Orta Asya Türklerinin çektiği sıkıntıları anlattı.

Ì Doscanov’un diğer romanları Otırar , Farabi ve Tabaldırınga Tabın (Kendi EşiğineTapın) İslamın Orta Asya’daki ilk yıllarını ve o dönemin Farabi gibi tarihî şahsi- yetlerini konu aldı. Diğer Kazak yazarlarından Abiş Kekilbayev , Ürker ve Cumabek Edilbayev Türkistan romanında Sovyet dönemi öncesi Orta Asya’yı anlattılar.



STALİN SONRASI KAZAK EDEBİYATI (1956-67)



Ì Yeni hükümet, Stalin’in 1953’teki ölümünden üç yıl sonra, onun döneminde yapılan hataları ve zulümleri sorgulayarak, demokratik kuralları koyma ve uygulama kararı alır. Bu kararın edebiyat sahasına da tesiri olur.

Ì Yazarlar, “Edebiyatın gelişmesi yönündeki her türlü yalan teoriler”i sorgulamaya başlarlar. “Sosyalist realizm” denilen mükemmel toplum düzeninin bir hayal ürünü ve yalandan ibaret olduğu Kazak yazarları tarafından vurgulanır. Yazarların hayat ile alakalarını artırma meselesi görüşülür.

Ì Daha önce “Halk düşmanı” olarak ilan edilen yazarlara olan güvensizlik ortadan kalkar. Diğer Sovyet Cumhuriyetlerindeki aydınlar gibi 1937-38 yıllarında suçsuz yere karalananlar aklanır ve hakları iade edilir.

Ì Kazakistan’da S. Seyfulin, B. Maylin, İ. Cansügirov, S. Şeripov, M. Davletbayev gibi yazarların isimleri ve eserleri edebiyat tarihinde yeniden yerlerini alırlar. Yazarlar nispeten daha serbest yazmaya başlarlar.

Ì Bu devirdeki edebi hareketlenmenin ilk belirtisi eserlerdeki artıştır. Yurt tarihindeki önemli hadiseler, eserlerin konuları arasında yer almaya başlar.

Ì Yazarlar Kazak halkının ve hayvan yetiştiricilerinin o günkü sıkıntılarını gerçekçi tasvirlerle ortaya koyarlar. Bunun en güzel örneği Tahavi Ahtanov ve onun romanlarıdır.



TAHAVİ AHTANOV

Ì Tahavi Ahtanov şiir yazarak edebiyat sahasına girer. İlk şiirleri cephede yayınlanan gazetelerde çıkar. Heybetli Günler , Boran ve Çırağın Sönmesin (Ateşin Sön- mesin) adlı romanlarından ayrı olarak hikâyeler de yazar. Cephe ve cephe ge- risindeki hadiseler hikâyelerinde yer alır. “Savle (Şule)”, “Beklenmedik karşılaşma”, “Kaybolan dost” ve “Küy efsanesi,” unutulan geçmişe bir “veda” niteliğindedir. “Kaybolan dost”ta unutulan eski bir dost ile karşılaşma söz konusu iken “Küy efsanesi” (küy: ezgi) Doscanov’un “Kımız”ında olduğu gibi Kazak kültürünün ayrıntılarına inerek onu canlı tutmaya çalışmaktadır.

Ì “Kaybolan dost” hikâyesi, cephede tanışan iki kişinin yıllar sonra karşılaşmasını anlatır. Cephede savaşanlar ya ölürler ya sağ kalırlar. Geride kalanların ise acı çekmekten başka seçeneği yoktur. Kazak kadını da cephe gerisinde çok acı çekmiştir. Cephe, cephe gerisi, dostluk , sevgi ve ihanet hikâyede içiçe örülmüş kavramlardır.

Ì “Küy efsanesi”nde ise Kazak kültüründe ve yaşantısında önemli yer tutan “dombıra” ve “küy-küyşi” geleneği işlenmiştir. Yaşlı küyşi Estemes uzun zamandır yeni bir “küy” çalmaya çalışmaktadır. Hikâye Kazak halkı arasında önemli bir yere sahip küy ve küyşinin nasıl yetiştiğini, nelere kâdir olduğunu okuyucuya anlatır.

Ì Yazar, romanları ve hikâyeleri sayesinde “Halklar dostluğu” ve “Saygı nişanı” gibi madalyalar kazanır.



Ì Bu dönemde yazılmış bazı eserler Kazak halkının başından geçen tarihî gerçekleri anlatır. Mesela asrın başında, 1916 yılında Kazak halkının bağımsızlık için verdiği mücadele eserlerde yer aldı.

Ì Aral balıkçılarının daha önceki hayatı ile eşitlik yolundaki o günkü mücadelesi E. Nurpeyisov’un Kan men Ter (Kan ve Ter) romanında anlatılır.

Ì Bu devirde tarihî şahsiyetlerin hayatından alınıp yazılan eserler de ortaya çıkar. D. Ebilov, Akın Armanı ve Arman Yolunda adlı romanlarında 20. yüzyılın başındaki Kazak aydını Sultanmahmut Toraygırov’un hayatını ve eserlerini anlatır.

Ì Bu devirde gelişmekte olan Kazak romanının yanında, hikâye türü de gelişir. Safuan Şaymerdenov’un “Mezgil”, S. Omarov’un “Künşırak”, N. Gabdullin’in “Ömür, kımmatsıñ mañan (Ömür benim için kıymetlisin),” E. Tarazi’nin “Kuyrıktı culdız”, A(biş) Kekilbayev’in “Bir şökim bult”, Ş. Murtaza’nın “Tabılgan teñiz (Bulunmuş deniz),” “Belgisiz soldattıñ balası (İsimsiz askerin çocuğu),” B(erdibek) Sokpakbayev’in “Menim atım Koca (Benim adım Koca),” R. Toktarov’un “Bakıt (Baht),” C. Moldagaliyev’in “Can erke,” K. Iskakov’un “Koñır küz edi” hikâyelerinin önemli bir yeri vardır. Bu eserlerde Sovyetler Birliği döneminde çok bahsedilmeyen insanın kendi sırları, ruh âlemi, ahlakî problemleri bütün yönleri ile edebî şekilde tasvir edilir.

Ì B. SOKPAKBAYEV, hikâye ve romanlarındaki olayları kendi hayatından seçer. “Ben nasıl evlendim?” hikâyesindeki kahramanı Bekadil isimli gazeteci, nasıl evlendiğini anlatmaktadır. “Anne yüreği” hikâyesinin kahramanı ise Balkiya annedir. Bu hikâyelerde Sokpakbayev, Kazaklar ile Ruslar arasındaki dostluğun pekişmesine özen gösterir. İnsanî duygular ön plana çıkarılarak dostlukların geliştirilebileceği mesajını verir.

Ì SAFUAN ŞAYMERDANOV ise insanlarda görülen mal-mülk düşkünlüğünü gözler önüne seren eserler yazar. Bazı eserlerde, insanların maddî şeylerin kulu olmaları neticesinde, manevî fakirliğe düşmeleri anlatılır.

Ì Şaymerdanov, “Hayat nuru” hikâyesiyle “Selin çabukluğu” adlı hikâyesinde dünya malını çok seven insanları anlatarak onları tenkid eder. “Selin çabukluğu”ndaki kahraman Şarban, deprem sırasında bile çoluk çocuğundan önce evindeki yemek ve bardak takımlarını korumayı düşünmektedir. Yazar, diğer eserlerinde de insanlığın haysiyetinden, şerefinden söz eder, bu özelliklerin yayılması, benimsenmesi için çaba gösterir.

Ì Bir başka Kazak yazar Şerhan Murtaza, H. Anderson’un masallarını, C. Aytmatov’un “Botagöz” hikâyesi, Elveda Gülsarı romanı ve Mustay Kerim’in “Bizim evin sevinci” hikâyesini tercüme eder. Murtaza’nın hikâyelerinde özlem, sevinç, ümit gibi okuyucunun yüreğini zıplatacak heyecanlar ile acı, keder gibi insanın yüreğini sızlatacak duygular işlenir. Moskova’da gazetecilik eğitimi alan ve 1950’li yıllarda edebiyat sahasına giren Ş. Murtaza’nın İnşaatçı Dakuv adlı kitabı neşredilir.

Ì 1963-77 yılları arasında ise “Bulunmuş deniz,” “Bulutsuz günün şimşeği,” “İsimsiz askerin çocuğu,” “Silahsız savaş” gibi hikâyeleri yayınlanır. Kırkbir Yılının Gelini adlı hikâyeler kitabı ise daha sonra çıkar. Yazar kitaba adını veren hikâyesi ile Kazak halkının savaş yıllarında yaşadığı sıkıntıları gerçekçi bir tarzda tasvir eder. “Bulunmuş deniz” hikâyesinde savaş sonrası dönemde insanların dostluğunu, birlikte tarlalarda çalışmalarını ve zor günlerde birbirlerine yardım etmelerini anlatır. Hikâyelerindeki ana tema, “iyilik, yardımseverlik, vatanseverlik, büyüklere ve ölenlere saygı”dır. Yazar, iyi insanların örnek alınmasını ister.



Ì Genç yazarlar bu şekilde yenileşme devrindeki edebî hikâyenin gelişimine katkıda bulunurlar. Hikâyenin meşhur kalemi G. Müsirepov yeni hikâyeler yazar. “Söz yok, onun izleri” adlı hikâyesinde insanlara barış, namus ve vicdan gibi kavramları hatırlatır. 1956’da yazdığı “Etnografik hikâye” adlı eserinde gençlik yıllarını ve faal olarak katıldığı “yerleşik hayata” geçme sürecini anlatır.



Ì 1950’li ve 60’lı yılların başında, Ekim İhtilali ile birlikte kaybedilen millî ve tarihî değerlere doğru bir dönüş vardır. Bu dönemin yazarları, şehir ve köy hayatı, geçmişi ile bugünü arasına sıkışıp kalmış, bölünmüş Kazak aydınının ıstırabını hikâyelerinde işlerler. Buna en güzel örnek, savaş yıllarında doğan ve 1960’dan sonra yazmaya başlayan Dulat İsabekov’dur.

Ì İlk hikâyeleri 1960-75 yılları arasında yayınlanan ve Kazak edebiyatında daha çok hikâyeleri ile meşhur olan D. İsabekov, kahramanlarını yetişkin insanlardan seçer. Onların davranışlarını irdeler. Buna rağmen genellikle küçük çocuklara hitap eder. “Yaşlı kadınlar” hikâyesinde, bütün varlığı iki koyun, bir keçi, ala bir kedi ve bir enik olan yaşlı nine ile henüz okula bile gitmeyen torununun dostluğu vardır.



BAĞIMSIZLIKTAN ÖNCEKİ SON DÖNEM KAZAK EDEBİYATI (1968-90)



Ì Bu devirde Kazak edebiyatının önemli eserleri roman türünde görülür. Uzun bir aradan sonra 1984 yılında G. Müsirepov’un Oyangan Ölke (Uyanan Ülke)’sinin ikinci kitabı Cat Kolında (Düşman Elinde) adıyla çıkar.

Ì M. Avezov’un katkısıyla tarihî roman çok hızlı bir şekilde gelişir. Halkın geçmiş tarihi, onun önemli vakaları, bağımsızlık fikirlerinin yayılmasına katkıda bulunur.

Ì İ. Esenberlin, M. Magavin, K. Segizbayev, A. Kekilbayev, S. Mu- kanov, E. Elimcanov, S. Cunisov, D. Ebilov, S. Smatayev, Ş.Murtaza, Z. Akışov, C. Molda- galiyev, D. Doscanov gibi yazarlar eser verirler.

Ì Romanın yanı sıra hikâyede de tarih ve Kazak örf-âdetleri ön plana çıkmaya başlar.

Ì Dükenbay Doscanov’un “Kımız” hikâyesi tarihi bir geleneği sağlamlaştırma gayretidir. “Kımız”ın farklı yapılış tarzı hikâyenin basit kurgusudur. Önemli olan kımızın hazırlanışındaki ayrıntılardır. Kültür ayrıntılarda yaşar. Okuyucu kültürdeki detayları öğrenmekle “öğrenme” ihtiyacını da karşılamış olmaktadır.



MUHTAR MAGAVİN

Ì Orta Asya ve Kazakistan Üniversiteleri öğrencilerinin temsilcisi olarak Semerkant’ta “Abay ve Şark Edebiyatı” konulu bir tebliğ sunan Muhtar Magavin, edebiyatçılığının yanında iyi bir araştırmacıdır. “Er Targın Cırı ve Kazak Eposunu Araştırmanın Bazı Meseleleri” konulu diploma tezini hazırlayan Magavin, Kazakların akın ve cıravlarını da araştırır. “15-17. yüzyıl Kazak Akın-Cıravları” başlıklı monografiyi hazırlar.

Ì Kazak edebiyatını 17-18. yüzyıldan başlatan genel görüşün aksine bu edebiyatın daha önceden başladığını iddia eder. Kopuz Sarını adlı kitabında ilgi çekici deliller ortaya koyar.

Ì Beyaz Kar ve Kök Munar romanları onu takip eder. “Ömür cırı (Ömür türküsü),” “Şeşe (Anne),” “Bir atanın balaları, (Bir babanın çocukları)” “Cılandı caz (Yılanlı yaz),” “Cüyrik (Topal),” “Tazının ölümi” gibi uzun hikâyelerinin yanısıra, “Keşkurım (Yatsı vakti),” “Ayel mahabbeti (Kadın sevgisi),” “Yanılısu (Yanılma),” “Sentyabr,” “Kütpegen kezdesü (Beklenmedik karşılaşma)” gibi kısa hikâyeleri vardır.

Ì Arşivlere dayanarak “tarihî roman”lar yazan Magavin’in kendine has bir yazma tekniği vardır. Okuyucu onun kahramanları ile yaşar, onlarla beraber sevinir veya üzülür. Kişinin iç dünyasını, ruh hâlini tasvir ve tahlil eder.

Ì “Sentyabr” (Eylül) hikâyesinde Aytpay adında bir ihtiyar adam şehrin dar evinde kendini dört duvar arasına kapatılmış hisseder. Torunlarını sevmek ister. Fakat şımaracakları korkusuyla oğlu ve gelini bu davranışını hoş karşılamazlar. İhtiyarın bu durum karşısındaki iç sıkıntısı ve düşünceleri tasvir edilirken, onun alçak gönüllülüğü, ruh güzelliği de verilir. Ama asıl verilmek istenen, geçmiş ile halihazırın çatışmasıdır.

Ì “Ayel mahabbeti” adlı hikâyede Batima adlı genç bir kadının sevgilisinden ayrılması konu edilir. Anlaşamayan iki genç ayrıldıktan sonra birbirlerine olan sevgilerinin köklerinin ne kadar derinde olduğunu anlarlar.

Ì Abiş Kekilbayev’in “En mutlu gün” hikâyesindeki lirik ton sıradan bir köy hayatı için derin sevgiden kaynaklanır. Olağanüstü hiç bir şey yoktur. Hayat, eğlenceleriyle, zıtlıklarıyla devam eder. Kekilbayev, karakterleri vasıtasıyla insanların iç dünyasını keşfetmeyi başarır. Bu da takdir görür.

Ì “Esbolay” hikâyesinde Esbolay adlı ihtiyar, yaşadığı köyde hep adalet arar ve bütün köylülerin adalet içinde yaşamasını ister. Bu sebeple başına işler açılır.

Ì “Gerekli adam”da Sarsenov’un inceleme yapıp onu kitap haline getirmek isteğiyle şehre gitmesi ve orada karşılaştığı zorlukları çözmesi anlatılır.



KADİRBEK SEGİZBAYEV

Ì İlk hikâyeleri 1968’de yayınlanmaya başlayan Kadirbek Segizbayev, eserlerinde daha ziyade insanlar arasındaki davranışları, fazileti, cömertliği, kardeşiliği, konukseverliği ön plana çıkarır. Kazakların örf ve âdetlerine olan düşkünlükleri, mesela at sevgisi, ağırlıklı olarak eserlerinde tekrar edilir.

Ì “Dak (Leke)” hikâyesinde Kazakmisafirperverliği anlatılır. Çok küçük bir köye gelen Turap ve Rus eşi Nadya bu durumla karşılaşınca şaşırırlar. “Mahabbet (Sevgi)” hikâyesinin kahramanı dört arkadaş hocalarını ziyarete gitmektedirler. “Arkarkara”da ise oğlunun ölümünün acısını çeken ihtiyar bir adam anlatılır. Oğlunun ölümüne sebep olan atı öldürmeye ve etini yemeye yemin eder. Fakat ihtiyar bunu yapamaz.



Ì Romana paralel olarak povest/hikâye türü de gelişir. Bu yıllardaki Kazak hikâyelerinin en güzel örneklerini yine Gabit Müsirepov yazar. “Görülmemiş benzerlik” hikâyesi onun önemli eserlerinden biridir.

Ì Müsirepov’dan başka 70-80’li yıllardaki hikâyeyi yine genç yazarlar sırtlarlar. Onların içinde daha önce edebiyat sahasına girip biraz tecrübe kazanan Ş.Murtaza, E. Tarazi, A. Kekilbayev, M.Magavin, M. Sundetov ile E. Sarayev, O. Bö- keyev, S. Elubayev, O. Sersenbayev, Tölen Abdibekov gibi yazarlar vardır.

Ì T. Abdibekov, son yıllarda yetişmiş Kazak yazarlarındandır. Eserlerinde insanın davranışı, yaratılışı ve çevresi ile günlük hayattaki ilişkileri felsefî derinliği ile ele alınarak işlenir. Kahramanların ruh dünyası ve maneviyatı, duygu-davranış birliği Kazak romanında psikolojik tahlil metodunun gelişmesine katkıda bulunur.

Ì Fantastik bir hikâye olan “Hakikat” insanın psikolojik tahlilidir. Telepatik özelliği olan hikâye kahramanı Robert üzerinde denemeler yapılır. “Baba” hikâyesi ise Saylav adlı gencin, ölüm döşeğindeki babası hakkındaki düşüncelerini anlatır.

Ì Bu hikâyede olduğu gibi genç Kazak yazarları son dönemde yazdıkları ve tarihî roman yazma geleneği ile başlayan, geçmişle barışma sürecini devam ettirmektedirler. Kazak aydını ve yazarı zengin geçmişini eserlerinde bol bol işleyecek gibi görünmektedir.

Ì Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte hikâyelerin konusunda da değişmeler görülür. 70 yıllık dönem tenkit edilir. Tenkidin merkezine de Kazak aydınları yerleştirilir. Yani Kazak aydını, öz eleştirisini yapar.

Ì Sultanali Balgabayev “Kuma kadından doğan büyük lider” başlıklı hikâyesinde Kazak tarihçilerini alaycı bir şekilde tenkit eder. Hiç bir ciddî araştırmaya dayanmadan yazılan kitaplardaki iddialar komiktir. Tarihçilerden biri Lenin’in aslında bir Kazak olduğunu ispatlarken, diğeri Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton’ı Kazak olarak göstermeye çalışır. Son yetmiş yılda yapılanların ve yazılanların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini okuyucuya hatırlatır. Bu hikâye bağımsızlıktan sonra yazılan ve bundan sonra da yazılacak olan hikâyelere örnek teşkil edecek niteliktedir.



KAZAK TİYATROSU



Ì 20. yüzyılın başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan yeni edebî türler arasında tiyatro eserleri de göründü. Kazak Sovyet edebiyatının oluşmaya başladığı bu yıllarda B. Maylin, İ. Cansügirov, S. Mukanov gibi yazarlar roman ve şiir ile birlikte tiyatro eserleri de yazdılar.

Ì 1929 Aralık’ta yapılan Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi’nin düzenlediği toplantıda tiyatro meselesi tartışıldı. Sosyalist gerçekçiliği gösteren, yeni devri öven piyesler yazılması tavsiye edildi. Daha evvel yazılmış olan piyesler bu şekilde sahnelenmeye başladı. Mesela, B.Maylin’in “Maydan”, İ. Cansügirov’un “Kek”, K. Bayseyitov ile C. Şanin’in “Tartıs” adlı piyesleri sahnelendi.

Ì 1 Kasım 1931’de Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi “Kazak drama-tiyatrosunun durumu ve meseleleri” konulu toplantıda bazı kararlar aldı. Sanatçıların yetiştirilmesi, büyük yerleşim birimlerinde tiyatrolar kurulması kararlaştırıldı. 8 Eylül 1933’te Halk Eğitimi Komiserliği’nin kararlarıyla vilayet merkezlerinde tiyatrolar açıldı. 13 Ocak 1934’te Almatı’da açılan müzik stüdyosunda “Ayman-Şolpan” müzikali sahnelendi. Semey’de , Aral ve Çimkent’te tiyatrolar açıldı. Gabit Müsirepov’un “Kız Cibek”i sahnelendi. M. Avezov’un “Tas Tültekter”, “Alma bağı”, “Şekara”, İlyas Cansügirov’un “Türksib” ile “Min de şap” eserleri ortaya çıktı.

Ì 1930’lu yıllarda tiyatronun gelişmesine en çok emeği geçen Beyimbet Maylin oldu. “Bizdiñ cigitter”, “Calbır” ve “Amankeldi”de bağımsızlık mücadelesinde kolları sıvayan gençleri anlattı.

Ì Bu dönemde M. Avezov’un L. Soholev ile birlikte yazdığı tragedyası önemli yer tutar. Avezov, piyes yazmakla kalmadı, aynı zamanda tiyatro eleştirmenliği de yaptı. Yazdığı ilmi yazılarla tiyatronun gelişmesine hizmet etti.

Ì Kazak tiyatrosunun gelişiminde Sheakesper, Molier, Goldoni, Puşkin, Gogol, Ostrovski, Pogodin, Kirşon, Furmanov, Trenev’den yapılan tercümelerin de tesiri oldu.

Ì II. Dünya Savaşı yıllarında Kazak drama yazarları savaşı anlattılar, halkın milliyetçi duygularını harekete geçirmeye çalıştılar. A. Abişev’in “Nayragay” ve Ş. Hüsayınov’un “Curtın süygen cürek” piyesleri Sovyet insanının düşmana karşı koyuşunu, vatanı korumaya girişenlerin kahramanlıklarını ve halkın kendi iradesiyle cepheye gidişini tasvir etti. Bu konuda M. Avezov ile A. Abişev’in “Namus gıvardiyası” önemli bir rol oynadı.

Ì Yine savaş yıllarında V. Wolf ’un “Proffesor Mamlük”, A. Kron’in “Flot ofitseri”, W. Sheakesper’in “Asavga tusav” adlı piyesleri de Kazak diline tercüme edilip sahnelendi.

Ì II. Dünya savaşından sonraki (1945-1955) Kazak dramasında savaş, laytmotif olarak kullanıldı. A. Abişev’in “Dostık pen mahabbat” , “Bir semya” , G.Mustafin’in “Milliyoner” , A. Tacibayev’in “Gülden dala” , Ş.Husayinov’un “Köktem celi” piyesleri buna örnektir. Bu piyeslerin çoğu kolhoz hayatını anlattı.

Ì G. Müsirepov’un “Amankeldi” , M. Akıncanov’un “Ibıray Altınsarin” , S. Mukanov’un “Şokan Velihanov” piyesleri tarihi konuları ve şahsiyetleri işledi. Puşkin’in , Lermontov’un , N. Nekrasov’un eserleri, T. Şevçenko’nun , A. Çehov’un üç ciltlik eseri tercüme edildi.

Ì 1956-1975 yılları arasında Kazak dramasının gelişmesinde Muhtar Avezov, Gabit Müsirepov, Sabit Mukanov, Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin veAbdilda Tacibayev’in emeği geçti.

Ì “Kız Cibek”, “Er Targın” gibi Kazak drama turgiyasının klasikleri Moskova’da sahnelendi ve büyük üne kavuştu. Kazak drama turgiyasının oluşmasında Rus ve dünya klasiklerinden yapılan tercümeler ve onların sahnelenmesi önemli rol oynadı.

Ì M. Avezov’un tercümelerinin yanında Ş. Husayinov’un “Kıyın tagdırlar” piyesi ile Tahavi Ahtanov’un “Kütpegen kezdesü” adlı piyesi devre damgasını vuran eserlerdir. T. Ahtanov daha sonra “Ant” adlı tarihî dramasını yazdı


ÖZBEKLER VE ÖZBEK TÜRKÇESİ

Ì Özbekistan Cumhuriyeti’nin resmi adı: Özbekistan Respublikası. Başkenti: Taşkent.

Ì Resmi Dili: Özbek Türkçesi.

Ì Ülkede 125 den fazla etnik grup yaşamaktadır. Bunlar Özbekler, Karakalpaklar, Tacikler, Ruslar, Kazaklar, Tatarlar, Kırgızlar ve diğer topluluklardır.

Ì Nüfusunun %88’i Müslüman, %9’u Hrıstiyan ve geride kalan %3’ü de Musevî ve Buddistler oluşturmaktadır.

Ì Özbekistan’ın kuzey ve kuzeybatısında Kazakistan, doğu ve güneydoğusunda Kırgızistan ve Tacikistan, güneybatısında Türkmenistan, güneyinde ise Afganistan yer alır. Amuderya (Ceyhun) ile Sirderya (Seyhun) nehirleri arasında kalan toprakların büyük bölümünü içine alır.

Ì 31 Ağustos 1991 tarihinde Bağımsızlığa kavuşan Özbekistan Cumhuriyeti idarî bakımdan 12 eyalet ve 1 özerk Cumhuriyet’e (Karakalpakistan) ayrılmıştır. Karakalpak’ların büyük kısmı bu özerk cumhuriyette yaşamaktadır.

Ì Orta Asya’daki halkların çok eski zamanlardan beri yazıya sahip oldukları bilinmektedir. Onlar geçmişten bugüne çeşitli alfabeler kullanmışlardır. Bu alfabeler fonografik, harf ve sese dayalı alfabelerden ibarettir. Burada Soğd, Pehlevi, Orhun - Yenisey, Uygur ve Arap alfabelerini örnek olarak gösterebiliriz.

Ì Her bir alfabe sadece Türk dili ve edebiyatına değil, dünya medeniyet tarihine değerli eserler sunduğu için de önemlidir. Bugut yazıtı, Orhun ve Yenisey abideleri, Miraçname, Oğuzname, Atebetü’l-Hakayık, Kutadgu Bilig ve daha başka birçok değerli eser bunlara birer örnek teşkil eder.

Ì 20. yüzyıla gelindiğinde Özbekler de diğer Türk toplulukları gibi Latin alfabesine geçmeye karar verdiler. Latin alfabesi esasında, 24’ü ünsüz ve 9’u ünlü harften oluşan Özbek alfabesi onaylanmıştı. 1934 yılının Ocak ayında Taşkent’te yeniden toplanan İmla Kurultayı alfabe ve imla kaidelerini yeniden düzenledi ve birkaç değişiklik yaptı. Bazı ünlüleri ifade eden (Ə ə, Ө ө, Y y, Ь ь) harfler alfabeden çıkartıldı. Özbekler bu alfabeyi 1940 yılına kadar 11 yıl kullandı. Bu alfabeyle birçok eser neşredildi.



Ì Özbek Latin Alfabesi tablo (1929, 1934-1940 arası)



Ì 20. asrın 30’lu yıllarında Sovyetler Birliği’ndeki mevcut dil siyasetinin baskısı ile başka bir takım ülkelerde olduğu gibi, Özbekistan’da da Rus-Kiril alfabesi esasında yeni bir alfabeye geçiş girişimleri başladı. Özbekistan SSC Meclisinin 1940 mayısındaki toplantısında “Özbek alfabesini Latinleştirilmiş alfabeden Rus grafiğine uyarlanmış yeni Özbek alfabesine geçirme hakkındaki kanun” kabul edildi. Bu toplantıda kararlaştırılan Özbek alfabesi 35 harften oluşup Rus alfabesindeki щ (şç), ы (ı) harflerinden başka bütün harfler değiştirilmeden alınmış ve dört de özel harf (ў, қ, ғ, ҳ) eklenmiştir.



Ì Özbek Kiril Alfabesi tablo (1940 - 1993 arası)







Ì Özbek Latin Alfabesi tablo (1993 – 1995 arası)







Ì Özbek Türkçesinin Kiril alfabesiyle ifadesi kolay olmadığından ortaya çıkan problemler hakkında uzmanlar ; imlayı olgunlaştırma, hatta Kiril alfabesinden vazgeçmeye yönelik fikirlerini ileri sürdüler.

Ì Özbekistan’ın bağımsızlığı, dünya tarafından daha rahat anlaşılmayı ve daha hızlı bir şekilde yeni bir iletişim sistemine geçmeyi gerektirmiştir.

Ì Dünyadaki ileri teknolojiden ve fen bilimlerinden faydalanmak Özbekistan için oldukça önemlidir. Dünyada en yaygın kullanılan alfabe Latin alfabesidir. Bu alfabeyi dünyanın yüzde 30’u kullanmaktadır. Buna dayanarak Özbekistan Cumhuriyeti Milli Meclisi 1993 yılının 2 Eylülünde “Latin alfabesi esaslı Özbek alfabesini kullanmak” adlı kanunu kabul etti.

Ì Bu kanunla beraber 6 Mayıs 1995 ve 30 Nisan 2004 tarihlerinde yeni Özbek alfabesinde değişiklikler yapılmıştır. Buna dayanarak, yeni alfabeye geçişin 1 Eylül 2010 tarihine kadar yürürlüğe konulmasına karar verilmişti. Bu alfabe 26 harf ve 3’ü birleşik olmak üzere toplam 29 harften ibarettir.



ÖZBEK EDEBİYATI

Ì Tarihî kaynaklarda Çağatay edebiyatı olarak adlandırılan Orta Asya’nın ortak Türk edebiyatı XIV. yüzyıldan XIX. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu edebiyatın Çağatay edebiyatı diye adlandırılması Cengiz’in ölümünden sonra devletin Çağatay, İlhanlı, Altınordu Devletleri olmak üzere parçalanması ve Çağatay’ın hakim olduğu topraklarda kullanılan yazı dilinin “Çağatayca” olarak adlandırılmasıyla ilgilidir.

Ì “Çağatay Türkçesi”, “Çağatay Edebiyatı” terimleri ilk olarak Armin Vambery’nin 1867 yılında basılan Çagataische Sprachstudien eserinde kullanılmıştır . Bu terim Batı literatüründe Orta Asya’daki Türk şiveleri ve bu şivelerde yazılan edebî eserler için kullanılmıştır. Bu edebiyat hiçbir şekildeMoğol edebiyatının devamı veya Çağatay tarafından başlatılan bir edebiyat değildir. Zira, Çağatay edebiyatı en iyi ürünlerini XV. ve XVI. yüzyıllarda Timurluların hükümranlığı döneminde vermiştir.

Ì Çağatayca: “Kelimenin en geniş manası ile, Moğol istilasından sonra Cengiz çocukları tarafından kurulan Çağatay, İlhanlı ve Altın Ordu imparatorluklarının medenî merkezlerinde XIII.-XIV. asırlarda inkişaf eden ve Timurlular devrinde bilhassa XV. asırda klasik bir mahiyet alarak, zengin bir edebiyat yaratan edebî Orta Asya lehçesidir.” (Fuat Köprülü)

Ì Çağatayca: “Çağatayca, yalnız Doğu Türkistan ve Orta Asya Türk devletlerinin diplomasi, edebiyat ve resmî devlet dili olarak değil, aynı zamanda 19. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa Rusyasının Oğuz olmayan Müslüman Türklerinin de edebî dili olarak kullanılmıştır.” (Jones Eckmann)



Ì Çağatay edebiyatının önemli yazar ve şairleri şunlardır:

Ì Sekkâkî: Uluğ Bey’in saray şairidir. Çağatay edebî dilinin ilk temsilcisi kabul edilmek- tedir. Şiirleri halk diline oldukça yakındır.

Ì Haydar Harezmî: Nizamî’nin Mahzenü’l-Esrar adlı mesnevisini yazdığı nazireyle ta- nınır.

Ì Lutfî: Gül ü Nevruz adlımesnevisi ve bir divanı bulunan şair Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevaî’den sonraki en ünlü şahsiyeti sayılmaktadır.

Ì Yusuf Emirî: Dehnâme ve Beng ü Çağır adlı eserleri dışında bir divan tertip ettiği de bilinmektedir.

Ì Seyyid Ahmed: Timur’un torunudur. Taaşşuknâme adlı aşk mektuplarından oluşan mesnevisi meşhurdur.

Ì Gedaî:Divanı olan Gedaî, Çağatay edebiyatının kudretli şairlerinden biri sayılır.

Ì Atâî: Ali Şir Nevaî’in “şiirlerinin şöhreti Türk halkı arasında yaygındır” diye tarif ettiği ünlü şairlerdendir.

Ì Ahmedî: Telli sazlarınmünazarasıyla ilgili 130 beyitlik bir mesnevisi vardır. Konusu tanbur, ud, çeng, kopuz, yatuğan, rübab, gıccak ve kingirenin meyhanede atışıp birbirlerine üstünlük davası gütmeleri, meyhanecinin ikazı üzerine bu boş tartışmadan vazgeçip haki- kati anlamalarıdır. Temsilî bir eser olan mesnevi devrin musiki kültürü hakkında bilgi verir.

Ì ALİ ŞİR NEVAÎ , Çağatay edebiyatının en büyük şairi ve yazarıdır. Büyük Türk şairi Ali Şir Nevaî zamanı, Çağatay edebiyatının sanat ve millî ruh bakımından zirveye ulaştığı en parlak dönemidir. Bu devirde Herat çok önemli bir kültür ve sanat merkeziydi.

Ì Kendisi de şair olan hükûmdar Hüseyin Baykara başta olmak üzere, Abdurrahman Camî, Hatifî, Binaî gibi şairler, Kemaleddin Behzad gibi usta ressam, Hüseyin Vâiz Kâşifî gibi söz ustası, Sultan AliMeşhedî gibi hattat, Handemir veMirhand gibi tarihçiler de aynı muhitte bulunmaktaydılar.

Ì Ali Şir Nevaî Timurlular döneminde gelişen Çağatay edebiyatının büyük şairi olmakla birlikte bütün Türk edebiyatı ve medeniyetinin de en önemli şahsiyetlerindedir. Vefatından sonra hayatta iken yaptırdığı “Mezar-ı Şah-ı Gariban Ali Şir” (Fakirlerin Şahı Ali Şir’in Mezarı) adı verilen türbeye gömülmüştür.

Ì Çağatay dilinin Maveraünnehir’den İdil-Ural’a, Horasan’dan Kaşgar’a kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Türklerin müşterek edebî dili hâline gelmesindeAli Şir Nevaî’nin rolü büyüktür. Türkçe’de ilk “Hamse” yazarı olan Ali Şir Nevaî “Ferhad ve Şirin” mesnevisinde bunun bilincinda olduğunu açıklamaktadır:



Ì XVI. yüzyıla gelince Babür, Şeybanî, Muhammed Salih, Ubeydî, Meşreb, Meclisî, Padişah Hace gibi devlet ve din adamları, şair ve alimler Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevaî’den sonraki temsilcileri oldular.

Ì Timur sülalesinden Zahirüddin Muhammed Babür, Hindistan’da büyük Türk devletinin kurucusu, Çağataycayı Nevaî’den sonraki dönemde en iyi kullanan şair ve yazardır. Onun Babürnâme adlı hatıratı sadece Orta Asya Türkçesinin değil genel Türk edebiyatının nesir dalındaki şaheseridir. Babür Şah, bu eserinde kendi hayatının bütün sahifelerini tek tek, yılbeyıl, başarı ve talihsizliklerini dürüstlükle anlatmıştır.

Ì Çağatay edebiyatının 17.-19. yüzyıllar arasındaki dönemine Özbek hanlıkları devri denilmektedir. Bu dönemde yazılan edebi eserler, Çağatay edebiyatının gerileme ve çökme devri olarak da değerlendirilmektedir. Bu devirde, Hive, Buhara ve Hokand hanlıkları arasında iç çatışmaların, taht kavgalarının sıkça yaşandığı görülmektedir. Sanat bakımından yüksek edebî eserler ortaya çıkmadığı ve mevcut eserlerin de genel olarak Ali Şir Nevaî döneminde yazılan eserlerin taklidi olduğu görülmektedir.

Ì Bu devir edebiyatı, hanlık saraylarında gelişme gösterdiğinden Hive, Buhara ve Hokand edebî muhiti olarak üç bölümde ele alınmaktadır.



HİVE EDEBÎ MUHİTİ

Ì Abulġazi Bahadır Han, Andelib, Nişatî, Şirmuhammed Munis, Muhammed Rıza Âgehî, Muhammed Rahimhan Feruz gibi şair, tarihçi ve devlet adamlarını yetiştirdi. Çağatay Türkçesinde en çok eserin Hive edebî muhitinde verildiği bilinmektedir.

Ì Tercüme faaliyetlerinin ağırlık kazandığı hanlıkta Nevâî geleneğini devam ettiren şairler de yetişmiştir. Feruz’un teşebbüsü ile Harezm tercüme ekolü oluştu. Bu devirde saraydaki 80 çevirmeninin Fars dilinden çeşitli türde 120 eseri Türkçeye çevirdiği bilinmektedir. Çevrilen eserlerin çoğu dinî - didaktik eserler olmakla birlikte aralarından halk kitapları, kıssa ve tarih konulu eserler de vardır.

Ì Mütercimler içinde Âgehî, Kâmil, Beyânî, Tabibî gibi ünlü isimler ile birlikte Muhammedresul Mirza, Senaî, Racî, Taliphoca, Habibî, Marufhoca gibi usta çevirmenler de bulunmaktadır. Hive edebî muhitinin başlıca özelliği olarak tarihle ilgili eserlerin çokluğu ve kullanılan dilin sade olması gösterilmektedir.

Ì Hiveli aydınlar geleneksel musikiyle ilgili bilimsel araştırmaları da başlattılar. Çok yönlü bir sanatçı ve devlet adamı olan Kâmil Harezmî tarafından yazıya geçirildi. Şiir ve musikî ilişkisi üzerinde eserler ortaya çıktı.

Ì Muhammed Rahimhan Feruz, Harezm “Şeşmakam”ının araştırılması ve geliştirilmesi için çaba gösterdi.



BUHARA EDEBİ MUHİTİ

Ì Buhara’da Fars dilinde eserlerin de yazıldığı bilinmektedir. “Âciz” mahlasıyla ün kazanan Emir Abdulahad Han sadece devlet adamı sıfatiyle değil Buhara edebî ekolünün önemli temsilcisi olarak da bilinmektedir. O’nun dedesi Emir Haydar Seyyid” mahlasıyla da eserler yazmış. Hisar hükümdarı Evliyakulibek de “Hüseynî” mahlasıyla divan tertip etmiştir.

Ì Emir Abdulahad Han’ın teşvikleri ile Efzel Pirmestî, Nimetullah Muhterem, Mirsadık Haşmet, Abdî gibi şairler tezkirecilik geleneğinin devam etmesini sağladılar.

Ì Buhara edebî muhitinin önemli isimlerinden birisi de Turdi Feragî’dir. O, Türkçe şiirlerini “Turdî”, Farsça şiirlerini “Feragî” mahlasıyla yazmıştır.



HOKAND EDEBÎ MUHİTİ

Ì Hokand edebî muhitinde, Emirî mahlasıyla eserler yazan, şairlerin koruyucusu ve destekçisi olarak ün kazanan Hokand hanı Ömer Han, Muhammed Şarif Gülhanî, Fazlî gibi şairler yanında Üveysî , Ömer Han’ın eşi Nadire Begüm , Dilşad Berna , Mahzune (19. yüzyıl), Anber Hatun , Nazime Hanım gibi kadın şaireler de yetişmiştir.

Ì Hokand hanlığı edebiyatında geleneksel şiir tarzının yanında epik türlerden destancılığında önem kazandığı görülmektedir. Hokand edebî mektebi vekillerinden Umidî-Havaî “Mektupçe-i Han”, “Cenknâme”, “Bedevletnâme Yahut Tarih-i Hokand” gibi tarihî destanlar yazmıştır. Bu eserlerde Rus işgali ve onun sonuçları bir tarihçi ve şair gözüyle kaleme alınmıştır. Bu bakımdan Umidî-Havaî ile Harezmli Beyanî’nin bakış açısı yakındır. Beyanî’nin “Şecere-i Harezmşehî” adlı eserinde Rusların Harezm baskını tasviri ile Hokand baskını tasvirin karşılaştırıldığında bu yakınlık açıkça görülebilir.

Ì Hokand’da Mukimî , Furkat , Zevkî , Nisbetî , Muhayyir , Muntezir , Osmanhoca Zârî gibi şairlerden oluşan edebî hareket ortaya çıkmıştı. Bu hareket kısa zaman içinde Fergana vadisinin farklı hudutlarında yaşayan şairleri de kendi etrafına toplamış. Mesela “şairler tacı” olarak şöhret kazanan Muhyî , Ziyavuddin Hazinî de Hokandlı şairlerin sohbetlerine iştirak ediyorlardı.

Ì Piskentli Said Ekmelhan , Marġilanlı Racî , Nemengenli Nadim , İbret , Andican’dan Abdurazzak Bimî , Sayram’dan Yusuf Sayremî , Taşkent’ten Kerimbek Kâmî gibi şairler de Hokandlı şairlerin sohbetlerine katılıyordu. Bu edebî sohbetlerde şiir, siyaset, eğitim gibi önemli konular dile getirilirdi.

Ì Şairlerden Mukimî, bir taraftan geleneksel şekil ve içerikli eserler yazmakla birlikte toplumsal gerçeklerin de edebiyata girmesini sağladı. O toplumsal problemleri hiciv yoluyla edebiyata taşıdı. Sosyal düşünceye, toplumsal tenkide aydınların dikkatini çekmeyi başardı.

Ì Bu edebî hareketler sonucu olarak özellikle 1910 yılından sonra Özbek edebiyatında hikâye, roman ve tiyatro gibi yeni türler görülmeye başladı. Edebiyatta klasik ifade tarzının değişmeye başladığını, yeni tür ve şekillerin ortaya çıktığını görmek mümkündür. Yenileşmeye doğru hızla ilerleyen bu süreci “Cedit” olarak adlandırılan yenileşme hareketi takip eder. Özbek edebiyatının cedit edebiyatı olarak adlandırılan bu dönemi 1938 yılına kadar devam eder. Bu devir kısa olmasına rağmen millî şuur ve bilinçlenme adına önemli edebî ürünleri meydana getirmiştir. Bundan sonraki dönemi “Sovyet edebiyatı” olarak isimlendirilen propaganda ve katı ideolojik çerçeveye sahip bir edebiyat dönemi takip eder.

Ì Özbekistan 1991 yılında bağımsızlığını ilan etti. Dolayısı ile 1991’den sonraki edebiyat “Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı” olarak adlandırılmaktadır.

Ì Marifetçilik: 19. yüzyılın 2. yarısı ve 20. yüzyılın başlarında halkı aydınlatmaya yönelik idealist, didaktik görüşler ve bu çerçevedeki fikrî-edebî hareket için kullanılmaktadır.



MARİFETÇİLİK EDEBİYATI

Ì “Marifetçilik Edebiyatı” olarak adlandırılan bu dönemde Özbek edebiyatına toplumsal yaşamla ilgili ve sıradan insana özgü imgeler, duygular halkın konuştuğu dille ifade edilen konular girmiştir. Bu konular özellikle Hokand, Buhara ve Hive edebî muhitlerinde daha etkin bir şekilde ele alınmaya başlandı. Bu dönemde eskiden mevcut olan mektubât türü- nün yeniden canlandığı görülmektedir.

Ì Mukimî, Furkat, Zevkî, Nâdım, Avez, Kâmil, Ahmed Daniş gibi şairlerin kendi aralarındaki yazışmaları bu dönem edebiyatında manzum mektup türünün yeniden canlanmasına sebep oldu. Bu edebiyat ürünlerinde toplumsal sorunların sade bir dille anlatıldığı görülmektedir.

Ì Marifetçilik döneminin edebî muhiti, şairlere eğitimle ilgili önemli çalışma alanları sunar. Şairler ülkedeki fakirliğin tek nedeni olarak cahillik ve bilgisizliği göstermektedirler. Onun için de bu dönemde cehaletle mücadele ön plana çıkmıştır ve edebî eserlere yansımıştır.

Ì Bu devir şair ve yazarlarının eserlerinde klasiklerin edebî mirasına ilginin arttığını görmek mümkündür. Ali Şir Nevaî, Abdurrahman Camî, Bedil, Fuzulî, Meşreb, Mahmur gibi şairlerin eserleri ülkede yeni açılan taşbasma matbaalarda basılır.

Ì Bunun dışında 1870 yılından itibaren “Türkistan Vilâyetinin Gazeti” adlı Rusça-Özbekçe yayınlanmaya başlayan resmî gazetede Furkat, Sattarhan gibi marifetçilerin eserlerinin yayımlamalarıyla edebî hayatta ciddî bir canlanma başlar. Özellikle Furkat’ın eğitimle ilgili eserlerinin, sosyal ve siyasî görüşünü yansıtan makalelerinin yayımlanması ülkede ciddî bir etki yaratır.

Ì Bu dönem Özbek edebiyatının önemli marifetçilerinden biri Mukimî ’dir. Mukimî, yergi unsurları içeren Tenapçılar, Toy, Saylov gibi şiirleriyle Özbek edebiyatına yeni bir boyut kazandırmıştır. O’nun “Seyahatname” adlı eseri Özbek edebiyatında bu türün ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Şair, Hokand’dan Şahimerdan’a doğru yaptığı yolculuk boyunca geçtiği yerlerdeki ahalinin toplumsal sorunlarını ve yaşam tarzını eserine mizahî bir dille yansıtmıştır.

Ì Marifetçilik yönelişinde ilim, fen ve eğitimin toplumdaki etkisi çok abartılı bir şekilde ifade edilmiştir. Bilimi, toplumu cehalet bataklığından kurtarmada, terakki ve medeniyete ulaştırmada önemli olduğu vurgulanır.

Ì Marifetçiler, bilimi sadece “karanlık yolu aydınlatan ışık” olarak görmez belki de cemiyetteki tüm problemlerin bilimle birlikte çözülebileceği kanaatindedirler. Eğitime önem vermekle memleketin zenginleşeceğine, halkın refaha ulaşacağına inanırlar.

Ì Marifetçi şairler kendi eserlerinde eğitimin, bilimin tüm problemleri çözeceğini kabul etmişlerdir. Bu yüzden ülkedeki sorunların, geri kalmışlığın ve sefaletin tek nedeni olarak cehaleti göstermişlerdir. Hem de kendi şiirlerinde hanlık yönetimlerinin eğitime önem vermeyişini eleştirirler. Bu dönem şairleri ilim, fen ve eğitime destek vermeyen, ömrünü eğlenceyle geçiren hanları, beyleri ve yöneticileri şiirlerinde hicvederler. Bu konu Furkat’ın eserlerinde sert eleştiri ve yergi yoluyla derinlemesine ele alındı.

Ì Rusların eğitim sistemi de bu dönem şairleri tarafından geniş çapta işlenmiştir. Rus eğitimi sistemini yüzeysel biçimde tanıtmaktan ziyade eğitimin tüm alanlarıyla ilgili araştırma mahiyetindeki makaleler günlük gazete ve dergilerde sürekli yayımlandı.

Ì Rusların fen ve teknolojisindeki ilerlemeleri ve gelişmelerinin tek nedeni olarak ülkede her gün sayısı artmakta olan gimnaziya türü okullar gösterilir. Şiiri eskiden var olan mesnevi, gazel, kaside içeriğini, matbuat imkânlarından yararlanarak daha etkin ve daha canlı bir hâle getiren marifetçi şairler daha geniş okuyucu kitlesine ulaşabildiler.

Ì Eskiden şairin karşısında kitle hâlinde okuyucular yoktu. Yalnızca aydınlar şiir okuyabilirlerdi. Marifetçiler şiirlerin içeriklerini değiştirince dinleyici ve okuyucu sayısı da hızla artmaya başladı. Bununla birlikte gazel, mesnevi gibi eski türlerin yeni imkânları ortaya çıkarıldı. Şairler, eski şekiller içinde zaman ve toplum hayatının en önemli taraflarını güzel bir şekilde ifade etmenin mümkün olduğunu gösterebildiler. Böylece sadece aşk, tasavvuf konusunun işlendiği türler toplumsal motifler ile zenginleştirildi.

Ì Bu dönem Özbek edebiyatının önde gelen marifetçilerinden birisi de Furkat’tir. Furkat, Rus dilinin öğrenilmesi gerektiğini ileri sürer, Avrupa kültürünün tanınmasını savunur. Şair, millî özgürlüğe ulaşmanın tek yolunun toplumu bilgilendirmek ve bununla birlikte eğitimi geliştirmek olduğunu konusunu şiirlerinde sıkça işlemiştir. Örneğin, İlm-Marifet Hakıda başlığı altında İlm Hasiyeti, Gimnaziya, Vistavka Hususida, Suvorov Hakıda gibi bir dizi şiirler yazmıştır. Gimnaziya adlı şiirinde Rusya’daki eğitim sistemi hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir: Şair bu şiirinde Rus okulunda gördüklerini tüm detayları ile anlatmıştır.

Ì Özbek marifetçilik edebiyatının başka bir ünlü şairi de Zevkî ’dir. Zevkî, Özbek edebiyat tarihinde marifetçilik ilkelerini ileri süren ve hiciv türünün de gelişmesinde büyük katkıları olmuştur. Genç şair dönemin ünlü şairleri Mukimî, Furkat, Nüsret, Muhayyir ile dayısı aracılığıyla görüşme imkânı bulmuştur. Sonraları kendisi de onlara özenerek şiirler yazmaya başlar ve şiirlerinde Zevkî mahlasını kullanır. Mukimî ile birlikte Fergana vadisi şehirlerine geziye çıkar. Bu şehirler Şehrihan, Aseke, Andican ve Oş’tur. Geri dönerken meşhur Dükçi İşan İsyanı gerçekleşir. Dükçi İşan İsyanı ile ilgili olayları kendi gözleriyle görerek eserlerine yansıtırlar. 1900 yılında dayısı Muhammed Sıddık ile birlikte hac yolculuğuna çıkarlar. Bu seyahati hakkında Seyahatname adlı bir eser de yazdığı bildirilse de bu eser ele geçmemiştir. Onun Hac hatıraları ancak Huccac Mekke ahlige çünüçera demeng adlı eserinde kalmıştır.

Ì Zevkî tek başına Hokand edebî muhti’nde hiciv türünü en iyi şekilde temsil eden şair olarak eserler vermeye devam eder. “Veksel”, “Ahli Reste”, “Kâzi Seylov”, “Şah İnayet KorbaşıHakıda Hicv”, “Teleding Bering” gibi hicvî eserlerinde Hokand hanlığında sosyal ve ekonomik durumun gittikçe zorlaşmasına neden olan hususlar ve kişiler hakkında yazar. 1918-1921 yıllarında beyaz ve kızıllar arasında sürüp giden iç savaşlar nedeniyle ül- kede kıtlık ortaya çıkmıştı. Halkın durumunu öğrenmek ve kıtlığa karşı mücadele etmek için bir heyet oluşturulur. Şair de bu heyetin üyesi olarak Fergana’nın köy ve şehirlerini dolaşır ve durumu kendi gözleriyle görür. Şair gözlemlerini Kahatlık (Kıtlık) adlı 46 beyitli şiirinde anlatmaktadır:



Ì Marifetçiler: Sözü edilen devirde, cemiyette ve din anlayışında yenileşmeyi arzu eden ve bu yolda özellikle eğitim alanında çalışmalar yapan, eğitici, edebî, ilmî eserler yazan, gazetecilik yapan aydınlara Özbek Türkçesi’nde, “marifetçiler” denilmektedir.

Ì Dükçi (İpekçi) İşan İsyanı: 18 Mayıs 1898 yılında Andican’da 2000’den fazla kişi tarikat şeyhi olan Muhammed Ali Halife Sabır oğlu Dükçi İşan önderliğinde gittikçe baskısı artmakta olan Rus askerlerine karşı ayaklanmıştır. Ancak çok sayıdaki Rus askeri karşısında isyancılar uzun süre ayakta kalamamışlardır. Bu ayaklanma tarih kitaplarına ve edebiyata Dükçi İşan İsyanı olarak geçmiştir.



Ì Hokand edebi muhitinin en önemli özelliklerinden birisi de XIX. yüzyılın birinci yarısında şekillenen kadın şairler ekolünün devam etmesidir. Cihan Hatun Üveysî, Mahlarayım Nadire ananeleri bu dönemde Dilşad Berna ve Anber Hatun gibi yetenekli kadın şairler tarafından devam ettirilir.

Ì Marifetçilik edebiyatının güçlü şairlerinden olan Anber Hatun divan tertip eden kadın şairlerdendir. Dilşad Hatun o döneminin en ünlü şairlerinden olup Berna mahlasıyla Özbekçe ve Tacikçe şiirler yazmıştır. Anber 14 yaşında iken Zahid hoca isimli edebiyatsever bir gençle evlenir. Zahid hocanın desteği ve Dilşad Berna’nın eğitimiyle Anber Hatun mahlasıyla şiirler yazmaya başlar. Şiirlerinde genellikle kadınların gönül dünyası ve aşk duygularıyla birlikte devrin sosyal meselelerini de yansıtır. Anber Hatun yazdığı şiirlerden dolayı sarayın ileri gelenlerinin gazabına uğrar, ayakları kırılır, kötürüm olur.

Ì Kâmil Harezmî , marifetçilik döneminin Harezm edebî muhiti şairlerindendir. Asıl ismi Pehlivanniyaz olup Kamil onun mahlasıdır. Şiirleriyle ün kazanmaya başlayan Kamil’i Han sarayına katip görevine alırlar. Genç olmasına rağmen tanbur, dutar, gıççak (kabak kemaneye benzer bir çalgı), santur gibi çalgıları çalabildiği için Hive Han’ı huzurundaki sanat ve eğlence gecelerine katılırdı.

Ì Agâhî ve Bâyânî’nin tarihî eserlerinde Kâmil Harezmî’nin Hîve Hanı sarayında çeşitli görevlerde bulunduğu kaydedilmiştir. Kâmil Harezmî tertip ettiği divanında Hive hanlığının son dönemlerini aydınlatan tarihî bilgiler verir. Yönetim adaletsiz ve düzenbaz kişilerin ellerine düştükten sonra Kâmil Harezmî sarayı terk etmek zorunda kalmıştır. Hayatının son dönemlerini şiir ve çeviriler yapmakla geçiren şairin en büyük hizmeti, Harezm makamlarını notaya aktarmak olmuştur.

Ì Kamil Harezmî Rusça ve Farsçadan birçok önemli eserleri Özbekçeye kazandırmıştır. Örneğin, Türkmen Ferahî’nin Mahbubu’l-Kulub adlı eserini, Fahrettin Ali Safi’nin Letayifüt’-Tevayif ve Mirhand’ın Ravzatu’s-Sefa adlı Farsça eserlerini Özbekçeye aktarmıştır.



TÜRKİSTAN’DA MATBAA

Ì Rusya Müslümanları kendi ana dillerinde kitap yayımlamaya 18. yüzyılın 70’li yıllarında başladı. İlk Arap harfli litografi (taşbaskı yapan matbualar) Astrahan’da 1723 yılında işe başladı. Sonra bu tür litografiler Petersburg’da, Moskova’da, Kazan’da, Kafkasya’da ve Kırım’da da görüldü.

Ì Türkistan’da matbaa 19. yüzyılın 60’lı yıllarında ortaya çıktı. 1880’lerde Türkistan’da 5 tane matbaa olduğu bilinmektedir. Bunların dördü tipograf baskı, 1 tanesi de litograf baskı yapan matbaa idi.

Ì Orta Asya’da litograf baskı yapan matbaa Hive’de 1874 yılında açıldı. 70’li yılların sonlarına doğru Buhara, Semerkant, Andican gibi Türkistan’ın başka şehirlerinde de tipografi ve litografiler açıldı.

Ì Atacan Abdalov Türkistan’daki ilk mahallî matbaacı olarak bilinir. O’nun Hive’de 1874’te açtığı litograf matbaası 1910 yılına kadar çalıştı. Atacan Abdalov bu matbaasında Şark ve Özbek edebî eserleri ve tarihi eserler yayımladı. “Özbekistan Cumhuriyeti Fenler Akademisi Şark El Yazmaları Enstitüsü” kütüphanesinde 40’ın üze- rinde Hive litografmatbaasında yayımlanan kitaplar bulunduğu bilinmektedir.

Ì Başka bir Özbek matbaacısı İsanbay Hüseyinbayev’dir. O’nun taşbasması 1883 yılında Taşkent’te açıldı. Bu matbaada Rusça ve Özbekçe kitaplar yayımlandı. Ali Şir Nevaî’nin “Hamse” si 1880 yılında, divanı ise 1893 yılında aynı matbaada basıldı.

Ì 18. yüzyılda Harezm’de yaşayan Munis Harezmî’nin “Divan-ı Munis” ve “Divan-ı Raci” adlı eserleri 19. yüzyılın 80’li yıllarında yayımlanan ilk eserler arasındadır. Taşkent’te ünlü şark filozof-şairi Mirza Abdulkadir Bedil’in şiirleri yayımlandı. Taş basma olarak Meşreb’in şiirleri neşredildi. Taş basma matbaalar en çok dinî eserleri yayımlıyordu. Bu tür eserler arasında tarihçi Munis’in, Agahî’nin, saray hekimi olarak bilinen ünlü Doktor Ahmed-tabip’in ilmî araştırmaları da yayımlanmıştı. Bu taş basma matbaaları 80’li yıllardan itibaren ticarî amaçlı basım evlerinin açılması takip etti. Onlar daha çok medreselerde okutulan ders kitaplarını yayımladılar.“Haftiyek”, “Çarkitap”, “Sofı Allayar” gibi eserlere (ders kitapları) talep bir hayli çoktu.

Ì 1888 yılın sonlarında Taşkent’te açılan S. A. Portsev’in tipograf matbaası Türkistan’daki başka matbaalar gibi devletleştirilinceye kadar (1918 yılın Mart ayına kadar) çalıştı. Tipograf matbaalarda yayımlanan ilk kitaplar Rus araştırmacılarının Türkistan coğrafyası, tabiatı, iktisadı , halkın yaşam tarzı hakkında yazdığı eserlerdi. 1868 yılında Taşkent askerî matbaasında yayımlanan ilk kitap ünlü Rus bilgini N. A. Severtsov’un eserleriydi.

Ì Tipograf matbaalar 19. yüzyılın 70’li yıllarında mahallî dillerde de kitaplar yayımlamaya başladı. Mahallî dilde yayımlanan ilk kitap Şahımerdan İbragimov’un “Kalender” (Takvim) adlı kitabıdır. “Türkestanskiye vedomosti” (Türkistan haberleri) gazetesinde bu kitabın halk tarafından büyük ilgi gördüğü haberi verilmişti.

Ì Kitap tüccarların istekleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak yazılmıştı. Kitapta çeşitli ticari fuarlar hakkındaki haberler, ilanlar, Türkistan ve Rusya takvimleri, banka şubelerinin adresleri, posta kaideleri, yasal düzenlemeler yer alıyordu. Bazı haberler Arap harfiyle Rus dilinde yazılmış ve Özbekçe çevirisi ile verilmiştir.



TÜRKİSTAN’DA GAZETE



Ì Türkistan süreli yayınları ülkenin tarihini aydınlatmada en önemli kaynaklardan biridir. Gazete ve dergiler Orta Asya’da Rusya Çarlığının işgalinden sonra ortaya çıkmıştır. 1870 yılında Taşkent Harbiye Baş Karargâh’ına Rusya’dan Kiril harfi ile birlikte Arap harfleri ve mürettipler getirilmişti.

Ì 28 Nisan 1870 yılında Türkistan’da ilk gazete olan “Türkestanskiye Vedomosti” resmî gazetesi tipograf usulüyle yayımlandı. Bu gazete ilk beş yıl General Gubernatör (vali) Kaufman editörlüğünde basılmıştır.

Ì İlk resmi editör olarak piyade subayı N. A.Mayev tayin edilir. O, Orta Asya’nın etnografisi ve coğrafyası üzerindeki birçok araştırma kitaplarının yazarı olarak tanınmıştı. Mayev 1870–1892 yıllar arasında gazeteye editörlük yaptı. Gazete içeriği, resmî haberler ve gayrı resmî haberler olmak üzere ikiye ayrılıyordu.

Ì Gazetenin yedi bölümü (köşe yazısı) bulunuyordu: “İç haberler”, “Haberler ve notlar”, “Dış haberler”, “Yerel kronik”, “Tefrika”, “Ülke üzere”, “St. Petersburg”.

Ì Gazetenin “Tefrika” bölümünde tefrikalar dışında edebî eserler de basılıyordu. Mesela, Arthur Conon Doyle’un “Klüberin gizemi” (“Kayıp Dünya”) adlı romanının çevirisi de basılmıştı.

Ì “Türkistan Vilayetinin Gazeti”mahallî dilde (Özbekçe) Arap harfleriyle ilk defa 1870 yılının Ağustos ayında yayımlandı. Bu gazete başta ayda bir sayı olmak üzere yayımlanmaya başladı. Gazetede şair Furkat, Şahimerdan İbragimov, Muhammed Hasan Çenişev, Settarhan Abdul Gafarov gibi aydınlar yazı yazıyordu.

Ì Çar hükûmeti tarafından gazetelerin mahallî dilde yayımlanmasının nedeni yerli halkı Rus hükümetinin siyaseti, Çar fermanları ve kanunlar ile tanıştırmaktı.

Ì Sart: kervanbaşı ve tüccar anlamlarındaki Sanskritçe kökenli bu kelime Farslar tarafından Orta Asya şehirlerinde yaşayan tüccar ve zanaatçıları tanımlamak için kullanılmıştır. Çarlık Rusya sömürgeciliği döneminde Özbekistan sınırları içerisinde yaşayan tüm Türk halklarına Ruslar tarafından Sart adı takılmıştır.

Ì Gazetede tarih, coğrafya, edebiyat, eğitim ve genel kültür ile birlikte iki hafta bir Pazar haberleri köşesinde fiyatlarla ilgili bilgiler de verilmişti. Özbek şairi Zakircan Furkat’ın Taşkent’te açılan sergi ile ilgili “Vistavka” şiiri, Rus Mareşali Aleksandr Suvorov’un kahramanlıklarının anlatıldığı tiyatro eseri hakkındaki fikirleri içeren “Suvorov” adlı şiiri basılmıştır.

Ì Sonradan Meşreb, Mukimi, Kemî, Sofizade, Mirmuhsin Şermuhamedov, Tevella, Mahmudhoca Behbudî, Hamza Hakimzade gibi birçok şairin eserlerini de yayımladı. Türkistan ve Hokand Hanlığı tarihi de gazete sayılarında yer aldı. Bununla birlikte o dönem aydınlarının eğitim ve dil konusu ile ilgili tartışmalarına gazetede çokça yer verildi.

Ì XIX. yüzyılın 80-90’lı yıllarda Türkistan’da gazeteciliğin ilerlediğini görmek mümkündür. Resmî “Türkestanskiye Vedomosti” gazetesinden sonra “Zakaspiyskoye obozreniye” (Hazar ötesi incelemeleri) 1895–1913, “Russkiy Türkestan”(Rus Türkistan’ı) 1898–1907, “Aşhabad” (Aşkabat) 1899–1918, “Okraina” (Kenar Bölge) 1890–1898, “Sredniaziatskiy Vestnik” (Orta Asya haberleri) dergisi 1895–1896, “Srednyaya Aziya” (Orta Asya) 1895–1896 ve başka süreli yayınlar çıktı. Bu gazete ve dergileri Rus yönetimi ve Rus burjuvazisi yayımlıyordu.

Ì Türkistan’da Ruslar tarafından da olsa Özbekçe yayımlanan gazetelerin çoğalması tarih, dil, edebiyat alanlarında aydınların, bilim adamlarının yetişmesine, onların siyasî ve toplumsal görüşlerinin şekillenmesine yardımcı oldu.



CEDİT EDEBİYATI



Ì 1900’lü yılların başlarında Özbek sosyal hayatında olduğu gibi edebî hayatta da yenilikler meydana gelir. Bu devreye Cedit (yenilenme, yenilik) adı verilmesinde İsmail Gaspıralı’nın görüşleri ve faaliyetleri etkili olur. İsmail Gaspıralı “Usul-i Cedit” okulunu Buharalı tüccar Nizamettin Sabitov’un evinde açtıktan sonra bu yenilikçi akım bütün Türkistan’a hızla yayılmaya başlar. Bu hareketle Türkistan’ın çeşitli yerlerinde bu nitelikte okullar açılır.

Ì Özellikle basın-yayın alanında hızlı ilerleme kaydedilir. 1905’ten sonra onlarca gazete, dergi Özbek dilinde basılmaya başlar. Bu dönem gazetelerinin ilkinin adı “Terakkî” (1906) dir.

Ì Bu tür gazete ve dergilerde halka dil ve kültür yönünden birlik ve beraberliğe çağrı yapılır. Milli meseleler ve özgürlük gibi kavramlar dile getirilerek halkın manevi duygularının şahlanması amaçlanır.

Ì Bu dönemde çıkan “Hurşid” (1906) adındaki gazetede meşhur Özbek ediplerinden Münevver Kârî Abduraşidhanov’un muharrirlik yaptığını görürüz.

Ì Bu devir toplumunda Ceditçilere karşı çıkanlar olmuştur. Özellikle bazı dinî gruplar gazete, dergi ve benzeri faaliyetlerin dinî açıdan iyi olmadığını ileri sürmüş, yayımcılara karşı çıkmışlardır. Bu kişilere gazete köşelerinden verilen cevaplarda ağır ithamlar bulunmaktadır.

Ì Ceditçilik hareketi üzerinde uzun yıllar araştırma yapan Profesör Begali Kasımov “Milli Uyanış” adlı kitabında ceditçiliği akım değil, genel bir ilerleme hareketi olarak değerlendirmenin daha doğru olduğunu vurgular. O’na göre ceditçilik sadece eğitim reformları ile ilgilenmekle yetinmez; sosyal, siyasî ve kültürel alandaki problemleri de öne çıkaran bir harekettir.

Ì Bu hareketin özellikleri hakkındaki görüşlerini âlim şöyle sıralar:

Ì 1) Toplumdaki tüm tabakaların ilgisini çekmiş, uyanış ideolojisi olarak hizmet etmiştir

Ì 2) Bağımsızlık için mücadele etmiştir. Onların gayreti ve teşebbüsü ile ortaya çıkan Türkistan muhtariyeti bu yoldaki ideolojik yönelişin ilk sonucu olmuştur

Ì 3) Eğitim ve medeniyeti, matbuatı sosyal-siyasî amaçlara uygun hale getirmiştir.” Aynı kitapta ceditçiliğin ortaya çıkışı şu şekilde açıklanmıştır.

Ì Özbek dil ve edebiyatında Cedit devri müstesna bir yere sahiptir. Modern Özbek dilinin temelleri ve kuruluşu bu dönemde gerçekleşmiştir. Roman, hikâye, drama, tiyatro gibi pek çok edebî tür Özbek edebiyatında bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle basın-yayın faaliyetlerinin artış göstermesi, dergilerin sürekli yayın faaliyetlerinde bulunması kalem sahiplerinin ellerini ve zihinlerini güçlendirmiştir. Bu tür faaliyetlerde kullanılan dilin millî dil olan Özbekçe olması, anlaşılma ve anlatma noktasında önemli katkılar sağlamıştır.

Ì Millî bir dil ve milli bir edebiyattan söz etmenin mümkün olduğu yıllar Cedit devridir. Marifetçiler milli edebiyata yeni konular getirdiler ise, ceditler Özbek edebiyatını tiyatro, roman, hikâye gibi yeni türlerle zenginleştirdiler.



MAHMUDHOCA BEHBUDÎ

Ì Türkistan’daki Cedit hareketinin rehber ve öncülerinden olan Mahmudhoca Behbudî , Türkistan’daki siyasî, iktisadî ve sosyal durumun kötü olmasının sebebi olarak eğitimsizliği gösterir. Semerkant’ta yeni tip okullar açar. Bu okullar için kendisi müfredat belirler ve Tarih-i İslam, Kitabetü’l-Etfâl, Risale-i Esbab-ı Sevâd, Risale-i Coğrafyayı Umranî gibi ders kitapları hazırlar. “Semerkant” gazetesi ve “Ayna” dergisini yayımlamaya başlar.

Ì Behbudî bu gazete, dergi ve okulları ile Türkistan’da ceditçilik hareketinin yayılmasını sağlar. Behbudî Türkistan’da yayımlanan “Tarakki”, “Vakt”, “Hurşid”, “Şurâ” gazetelerinde de dönemin en önemli sorunları ile ilgili makaleler yayımlar. Yeni okulların açılmasında ve matbuatın gelişmesinde katkıda bulundu.

Ì Behbudî, ilk Özbek tiyatro yazarıdır. 1911 yılında yazılmış olan Pederküş (Baba Katili) adlı dramı 1914 yılında sahnelenmiştir. Bu eser halk tarafından büyük beğeni ile karşılanmıştır.

Ì Behbudî’nin Pederküş adlı eserini inceleyen bazı araştırmacılara göre yazar bu eseriyle Türkistan’ın geleceği ile ilgili kaygılarını dile getirmiştir.

Ì Behbudî bu eseriyle Türkistan’ın geleceğinin genç kuşaklara bağlı olduğunu belirtmektedir. Eğer genç nesil cahil kalırsa Türkistan ileride tenezzüle yüz tutacaktır.

Ì Pederküş dramının yayımlanması, bütün Türkistan’da millî tiyatronun doğuşunu müjdelemesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aynı yıl, Semerkant’ta Behbudî Efendi, Taşkent’te ise Münevver Kâri ile Abdullah Avlânî, Pederküş piyesini sahneye koymak üzere çalışmaya başlarlar.

Ì Pederküş’ün yayımlanması ve hemen ardından sahneye konulması, bu haber yazısından da anlaşılacağı gibi, sadece Behbudî ve Semerkantlı aydınlar için değil, bütün Türkistan’ın sosyal ve kültür hayatı için önemli bir hadise olmuştur.

Ì Pederküş piyesi yazıldıktan bir yıl sonra Turan gazetesinde tefrika edilir ve 1913 yılında da müstakil kitap hâlinde yayımlanır.

Ì Oyunun rejisörlüğünü, bir rivayete göre Azerbaycanlı Aliasker Askerov, başka bir rivayete göre de Mahmudhoca Behbûdî Efendi bizzat kendisi yapmıştır. Perde aralarında, Semerkand’ın meşhur hâfız (hânende)larından Hacı Abdülaziz koşuklar okumuştur.

Ì Mahmudhoca Behbudî’nin birçok makale yazdığı bilinmektedir. Onun eserlerinde insan hakları, hürriyet, vatan sevgisi, halkın saadeti gibi hususlar öne çıkar.



ABDURAUF FITRAT

Ì Şair, yazar, dramaturg, modern Özbek edebiyatının kurucularından ve ceditçilik hareketinin öncülerinden biri sayılan Abdurauf Fıtrat , Türkiye’deki yenileşme hareketleri ve siyasi mücadeleler Fıtrat’ı da derinden etkiler. O “Münazara” , “Sayha” ve “Hind Seyyahının Kıssası” adlı eserlerini İstanbul’da yayımladı.

Ì Buhara’ya yenilikçi fikirlerle dönen Fıtrat, kısa sürede ceditçilik hareketinin önde gelen temsilcisi olarak tanındı. Edebiyatçı Begali Kasimov’un belirttiğine göre 1915 yılında ülkedeki ceditçiler arasında fikir ayrılığı ortaya çıkar. Yurt dışında okuyup gelen gençlerin hareket alanını eğitim ve medeniyet sahasıyla sınırlı tutmaları, başlangıçta eğitimve basın yoluyla Müslümanları insafa davet ederek amaçlarına erişmeyi düşünenleri de tatmin etmemeye başladı. Onlar azalan yardım paraları, çiftçilerin durumunu iyileştirmek, yöneticilerin kural tanımaz tavırlarına sınır koymak gibi siyasi taleplerde bulunmasını teklif ettiler. Bu talepler genç ceditçilerin çoğu tarafından makul karşılandı. Fakat bu talepler ceditçileri “eski” - “yeni”, “sağ” - “sol” şeklinde ikiye böldü.

Ì Fıtrat Taşkent’te bulunduğu dönemde tarih, dil ve edebiyatı araştırmak yoluyla halkı bilinçlendirmeyi hedefleyen aydınlarından oluşan “Çağatay Gurungi” (Çağatay Sohbetleri) topluluğunu kurar. Aralarında Çolpan, Batu, Elbek, Uygur, Kayum Ramazan, Şarasul Zunnun, Şakircan Rahimi, Gulam Zaferi, Gazi Alim Yunusov gibi şair, yazar ve bilim adamlarını bulunduran bu topluluk milli kültürle ilgili alanlarda ciddi çalışmalar yaptı.

Ì Türkistan’ın orta ve güney kısımlarında özellikle Buhara’da 20. yüzyılın başlarında yenileşme ve ıslahat isteyen fikir hareketlerinde, siyasî sahnede, edebiyat ve ilim sahalarında çok verimli çalışmalar yapmıştır. Bu tür çalışmalarıyla verdiği eserleri incelediğimizde Fıtrat’a, 20. yüzyılın Ali Şir Nevaî’si diyebiliriz.

Ì Fıtrat’ın önemli yönelişlerinden biri de onun ilmî eserleridir. O hem yetenekli edebiyatçı hem de güçlü bir dilciydi. “Özbek Dili Grameri” (“Sarf ve Nahv”, 1924-1930 yılları arasında on altı kere yayımlandı), “Tacik Dili Grameri” “Dilimiz” gibi dil hakkındaki makaleleri onun büyük bir dilci olduğunu gösterir. “Dilimiz” makalesinde Özbek dilinin şidddetli bir savunucusu ve koruyucusu sıfatında karşımıza çıkmaktadır.

Ì Edebiyat sahasındaki faaliyetlerine bakarsak onun Özbek ve Fars edebiyatlarını, edebiyat teorilerini derin bir şekilde bildiğini görürüz. Onun bu alanla ilgili “Eski Özbek Edebiyatı Örnekleri”, “XVI. Asırdan Sonraki Özbek Edebiyatına Genel Bir Bakış”, “Çağatay Edebiyatı”, “Edebiyat Kaideleri”, “Aruz Hakkında” ve Özbek müziği hakkındaki eserleri, Yesevi, Nevaî,Meşreb, Turdı, Furkat, Mukimî, Nadire, Ömer Hayyam, Firdevsî, Bedil hakkındaki makaleleri bulunmaktadır.

Ì Fıtrat “Temür Sağanası” , “Oğuzhan” , “Hind İhtilalcileri” , “Eba Müslim” , “Çın Seviş” , “Abulfeyz Han” , “Begican” , “Rehber-i Necat” , “Aile” , “Arslan” gibi birçok tiyatro eserleri de yazmıştır. Bu eserler milli tiyatronun canlanmasında önemli rol oynamıştır.

Ì Fıtrat’ın “Münazara-i Buharî be yek nefar Firengî der Hindistan der bare-i Mekatib-i Cedid” (“Bir Buharalının bir Avrupalı ile Hindistan’da Yeni Okullar Hakkındaki Tartışması”) adlı kitabı 1909 yılında İstanbul’da basılmıştır. Özbek edebiyatında kısaca “Münazara” olarak bilinen bu eserin Buhara’da basılmasına Emir ruhsat vermeyince eser İstanbul’da yayımlanmıştır. Farsça yazılmış olan bu eseri Hacı Muin Özbekçeye çevirmiş ve Türkistan Vilayeti Gazetesi’nde bastırmıştır . 1913 yılında ayrı bir kitap halinde Taşkent’te çıkan esere, Behbudî giriş sözü de yazmıştır.

Ì Bu eserde Buharalı bir müderris ile bir Frengi’nin eski ve yeni usul mektepler hakkındaki tartışması anltılmaktadır. Fıtrat bu eseriyle eski usul mekteplerin metod ve muhteva bakımından yetersizliğini vurgular, çağdaş bilimlerden uzak kalmasını eleştirerek çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek okulların açılmasını ve eğitimin yaygınlaşmasını önermektedir.

Ì “Münazara” dönemin siyasî, idarî, dini ve kültürel yapısı hakkında önemli bilgiler içeren bir eserdir. Özellikle, Buhara medreselerinin durumu, öğretmenlerin maddi ve manevi durumu, öğrencilerin yaşam şartları, müfredat ve ders kitapları hakkındaki tespitler önemlidir.

Ì Fıtrat’ın “Hint Seyyahının Kıssası” adlı eseri 1911 yılında İstanbul’da basılmıştır. Eserde cihan halkları, ileri memleketler fukarası gözü ile Buhara, genel olarak Türkistan’ın devlet düzenine, halkın hayat tarzına, ekonomiye, siyaset ülküsüne, medeniyete, eğitime dikkat çekerek bu hususların olumlu yönlerini desteklemiş, olumsuz yönlerini ise açığa vurmuştur.

Ì Fıtrat eserde Buhara hayatını, onun gelişmesine engel olan bütün olumsuzlukları bertaraf etmenin yollarını gösterir. Eserdeki seyyah (“Ben”) Fıtrat’ın kendisidir. Eserde o, isteklerini, fikirlerini ev sahibi ile sohbet ederek dile getirmektedir.



ABDULLA AVLANÎ’

Ì Ceditçilik hareketinin önemli temsilcilerinden biri Abdulla Avlanî’ Taşkent’te doğmuştur. “Seda-yı Türkistan” ve “Turan” gazetelerinin muharriri olan Abdulla Avlanî, Cedit devri edipleri arasında eğitimci şair, usta gazeteci, tercüman ve tiyatrocu yönleri ile öne çıkmıştır.

Ì Arap, Fars, Türk ve Rus dillerini iyi bilen şair Kazan, İstanbul, Bahçesaray, Tiflis ve Orenburg’da yayımlanan kitap, dergi ve gazeteleri takip etti.

Ì 1913 yılında Turan adlı tiyatro topluluğunu kurdu. Bu tiyatroda kendisi danışmanlık ve yönetmenlik yanında oyunculuk da yaptı. Döneminin önemli eserlerini sahneye koydu. Şair bu tiyatro için Pinek , Avukatlık Kolaymı , Biz ve Siz gibi tiyatro eserleri yazdı.

Ì Özbek çocuk edebiyatının gelişmesinde şairin katkısı büyüktür. Abdulla Avlanî eğitimi ilk önce ailede başlamak gerektiğini söyler. Anne ve babalar bilimin önemini anlamazlarsa çocukların okula gelmesi imkânsız olduğunu düşünen şair “Aile münazarası” adlı şiirinde bu sorunu dile getirmektedir.

Ì Abdulla Avlanî, Birinci Muallim , İkinci Muallim , Türkî Gülistan Yahut Ahlak , Gülistani Mekteb , Edebiyat Yahut Millî Şiirler adlı ders kitapları ve rehber kitaplar hazırlamıştır.

Ì Abdulla Avlanî’nin millî ve manevî görüşlerini yansıtan Türkî Gülistan Yahut Ahlak adlı eseri İranlı şair Sadî’nin Gülistan eserinden ilham alınarak yazılmıştır.

Ì Özbek Cedit yazarlarının önde gelen sanatkârlarından biri olan Hamza Hekimzade Niyazî yazar, şair, bestekâr, tiyatro yazarı ve yönetmenidir. Bunun yanında pedagog olarak da önemli bir yere sahiptir.

Ì Hamza’nın güçlü şair ve fikir adamı olarak yetişmesinde halk edebiyatı, klasik Doğu edebiyatı, Rus ve dünya edebiyatı etkili olmuştur.

Ì Hamza ilk şiirlerini Nevaî, Fuzulî, Mukimî ve Furkat gibi şairlerin eserleri etkisinde, onlardan esinlenerek yazar. Şairin eserlerindeki ulusal motifler halk tarafından büyük beğeniyle karşılanır. İlk şiirlerinden başlayarak tematik şiir şeklini seçti ve geliştirdi. Toplumsal konuları özgün örnek ve benzetmelerle anlattı.

Ì Hamza şiirlerini bir araya getirerek “Divan-ı Nihanî” adıyla yayımladı.

Ì Özbekçe ve Farsça şiirlerinde Nihanî mahlasını kullandı.

Ì Şair 1910–1916 yıllarında eğitimle yakından ilgilenen şair mahallî okullar için Yengil Edebiyat , Oḳış Kitabı , Ḳırâat Kitâbı gibi ders kitapları hazırladı. Kitaplarında yer verdiği şiir, masal ve tekerlemeler de XX. Yüzyıl başlarındaki çocuk edebiyatının en iyi örnekleridir.

Ì Hamza’nın hikâye ve romanları da bulunmaktadır. İlk romanına Haḳiḳat Kimde ismini vermiş ama bu eser yayımlanmadan önce kaybolmuştur.

Ì Hamza’nın ikinci romanı Yeni Saâdet yahut Millî Roman ismiyle Hokand’da taş basma olarak yayımlanır. Bu romanı şair okul öğrencileri için değil geniş halk tabakasını göz önünde bulundurarak yazmıştır.

Ì Yazarın Dört Aşk olarak adlandırılan romanından günümüze kadar sadece Üçreşuv adlı bölümü ulaşmıştır. Eser Yusuf ve Şirin, Said ve Halime’nin sevgisi hakkındadır. Yazar sevgi konusuyla birlikte tüm eserlerinde eğitimin önemini de vurgulamıştır.

Ì Yazarın Zehirli Hayat adlı tiyatro eseri 1916 yılında sahnelenmiş ve matbuatta yayımlamıştır. Eser Özek kadınının acıklı hayatı üzerine kurulmuştur. Eserin başkahramanı Meryemhan kendi özgürlüğü için mücadele eden kendi ayakları üzerinde durabilmek için hareket eden aydın kadın sembolüdür. Bu tiyatro eseri o dönemde Türkistan’ın çeşitli şehirlerinde başarılı bir şekilde sahnelenmiş. Bunun dışında Öç, Parancı sırları (Ferace Sırları), Evvelki Kadılar Yahut Meysere’nin işi adlı tiyatro eserleri de Özbek tiyatrosunun yükseliş basamaklarını oluşturmaktadır.

Ì Hamza, 1920’lı yıllara kadar ceditçilik hareketinin ilkeleri doğrultusunda eserler yazdı. Sonraki dönemde Sovyet ideolojisini terennüm etmeye başladı. 1929 yılında Fergana’ya bağlı Şahimerdan köyünde yürüttüğü ateist propaganda faaliyetlerinden dolayı aşırı dinci kişiler tarafından taşlanarak öldürüldü.



ABDULLA KADİRÎ

Ì Özbek edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan vemilli roman akımının temelini atan yazar Abdulla Kadirî Taşkent’te doğdu.

Ì Onun “Ahvâlimiz”, “Milletimge”, “Toy” gibi şiirleri “Âyina” dergisinde basıldı. Bu eserler de önce eğitimcilik görüşünün ürünü olup, halk arasındaki çirkin davranışlar ve alışkanlıklara karşı keskin eleştiriler taşırlar. “Baḫtsız kuyâv” adlı trajedisinde ve “Cuvânbâz” , “Ulâḳda” gibi hikâyelerinde de halkını okuryazar, bilgili, kültürlü ve özgür görme isteği anlaşılır.

Ì Muştum” dergisinde kadrosuz muhabir olarak çalışmaya başladı. Satirik hikâyeleri ilk olarak bu dergide basılmaya başlanmıştır.

Ì Yazar eserlerinde Kadirî, Culḳunbay, Taşpolat, Âvsar,Dümbül gibi takma adlar kullanmıştır.

Ì Abdulla Kadirî 1917 – 1918 yıllarından başlayarak “Ötken Künler” romanı için malzeme toplamaya başladı. 1922 yılında romanın ilk bölümleri “İnḳılâb” dergisinde yayımlanmaya başlandı.

Ì 1925 – 1926 yıllarında “Ötken Künler” üç bölüm hâlinde kitap olarak yayımlandı. Bu eser, ilk realist Özbek romanı olarak, Kadirî’nin ceditçi, siyasi görüşlerini ve yüksek bedii ifadesini bir araya getirmiş bir eserdir.

Ì 1928 yılında yazarın ikinci tarihî romanı “Méhrâbdan Çayân” (Mihraptan Çıkan Akrep) basıldı. Bu roman da yazara büyük ün getirdi. 1934 yılına gelindiğinde ise Abdulla Kadirî çiftçilik konusunu işleyen “Âbit ketmân” adlı hikâyesini yayımladı. Bunun dışında, Rus yazarları Gogol, Çehov ve başka Batılı yazarların satirik hikâyelerini de Özbekçeye çevirdi.



Ì Cedit edebiyatının önemli isimlerinden biri Abdulhamit Süleyman oğlu Çolpan , Andican’da doğdu. Babası Süleymankul Molla Muhammed Yunusoğlu, çiftçilik ve ticaretle uğraşan münevver bir kişidir. Süleymankul’un sanat ve edebiyatla ilgilendiği hatta “Rüsva” adıyla şiirler yazıp bir Divan oluşturduğu da bilinmektedir.

Ì Abdülhamit medresede Farsça ve Arapça öğrendi. Ancak medreseye devam ettiği bu dönemde büyük Başkurt âlimi Zeki Velidi Togan’ın ve genç Özbek yazar Fıtrat’ın eserleri aracılığıyla Türkçülük ve Ceditçilik düşünceleriyle tanışan Çolpan, öğretmen değil “Özbekler’in milli yazarı” olmaya karar verdi. Çolpan, Türk, Rus ve Fars dilleri aracılığıyla da dünya edebiyatının önemli eserlerini okumuştur.

Ì Bu sıralarda İsmail Gaspıralı’nın ceditçi fikirleri Türkistan’da hızla yayılmakta idi. Çolpan da bu fikirleri benimseyerek takip etti ve Türkistan’daki yenileşme hareketlerine önemli katkıda bulundu.

Ì Çolpan’ın şiir ve yazıları “Sedâ-yı Türkistan”, “Sedâ-yi Fergana”, “Türkistan Vilayetinin Gazeti” gibi süreli yayınlarda “Kalander”, “Mirza Kalander”, “Andicanlı”, “Çolpan” mahlaslarıyla yayımlanmıştır.

Ì Sonraları “Çolpan” onun esas mahlası olarak kaldı. “Sedâ-yi Türkistan” gazetesinde Çolpan’ın “Türkistanlı Ḳarındâşlarımızga (Tür- kistanlı Kardeşlerimize)” adlı şiiri yayımlandı. Aradan on bir gün geçtikten sonra yine aynı gazetede onun “Ḳurbân-ı Cehâlet (Cehalet Kurbanı)” adlı hikâyesi yayımlandı.

Ì Aynı yıl içinde genç yazar Çolpan, kendi eserlerinin mahiyetini ifade eden “Adabiyât nadur? (Edebiyat Nedir?)” adlı makalesini yayımladı. Bir süre sonra da “Doktur Muhammediyâr (Doktor Muhammedyar)” adlı hikâyesi basıldı. Kısa zamanda Çolpan, “yeni edebiyatın parlak yıldızı” sıfatıyla tanındı.



Ì Bu yıllar aydınlar için kendi yollarını çizme, kendi kaderlerini tayin etme devriydi. Bu dönemde aydınlar, Çolpan ve Fıtrat’ın başkanlığındaki “Çağatay Görüngü” topluluğunun toplantılarına katılıp millete ve vatana daha iyi hizmet etmenin yollarını araştırıyordu.

Ì 1920 yılında Bakü’de düzenlenen Şark Halklarının Kurultayı Çolpan’ın fikirlerinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. O tam olarak burada vatanı uğruna fedakârlığa hazır milliyetçi bir şair olma yolunu seçmiştir.

Ì Buhara’da 1921-1922 yıllarında Özbek dilindeki “Buhara Ahbâri (Buhara Haberleri)” gazetesine başkanlık etti. Bu dönemde gazete, Özbek dilini resmi dil olarak yaymada, Buharalı emekçileri siyasi hayata yönlendirmede, edebiyat ve sanatı geliştirme yolunda önde gelen yayın olma niteliğini kazanmıştır.

Ì 1922 yılında şair “İnḳılâb” adlı dergiyle aynı yolu izleyerek profesyonel Özbek tiyatrosunun şekillenmesine ve bu alanın nitelikli eserlere sahip olmasına ortaklık etti.

Ì 1923 yılında Çolpan Andican’da yeni çıkmaya başlayan “Darhân” gazetesinde işe başladı.

Ì 20’li yıllar Çolpan için verimli bir dönem olmuştur. 20’li yılların ilk yarısında o dönemde Türkistan’da çıkmakta olan bütün önemli gazete ve dergilerde Çolpan’ın şiirleri basılır. Onun şiirleri “Özbek Yaş Şairleri” , “Gözel Yazgıçlar” , “Edebiyat parçaları” gibi antoloji ve şiir kitaplarında yer almış, mekteplere de girmiştir. Bu yıllarda onun “Uygânış (Uyanış)” , “Bulaḳlar” , “Tâng sırları” gibi şiir kitapları yayınlandı. Bu yıllarda Çolpan “Yârḳınây” , “Halil Fereng” , “Çörining İsyâni” , “Yene Üylenemen” , “Ortâḳ Ḳarşıbâyev” , “Hücum” gibi eserler ortaya koyup milli tiyatroyu zenginleştirmiştir.

Ì 1926 yılında Taşkent’e geri dönen Çolpan Sovyet hükümetinin dalkavukları hâline gelmiş yeteneksiz kişilerin hücumuna uğradı. Onu “milliyetçi ve karamsar” şair diye eleştirdiler. Ülke basınında Çolpan’ın eserleri hakkında çeşitli fikirler öne sürüldü. Kadiri, Fıtrat gibi yazarların şairi koruyup kollamalarına bakılmadan şair Komünist ideolojinin hizmetkârları tarafından eleştirildi. Son olarak 1927 yılının Ekim ayında düzenlenen II. Kurultayda Çolpan’ın eserleri “ideolojik tutarsız” olduğu gerekçesiyle hükümetin danış- manlarından biri olan Akmel İkramov tarafından eleştirildiği zaman Çolpan bu eleştiriler karşısında neredeyse yalnız kalmıştı.

Ì XX. yüzyılın 30’lu yıllarına gelindiğinde Çolpan’a göre siyasi- ideolojik eğilim daha da güçlendi. Çolpan’a yöneltilen hücumlar daha da fazlalaştı ve yazarın eserleri basılmıyordu. Bundan sonra o, çoğunlukla edebi tercüme ile ilgilendi. Şekspir’in “Hamlet”, Puşkin’in “Boris Godunov”, “Dubrovskiy”, Gorki’nin “Ana” gibi eserlerini Rusçadan Özbekçeye aktardı.

Ì Bu tehlikeli yıllarda Çolpan “Keçe ve kunduz” romanını, “Sâz” adlı şiir kitabını meydana getirdi.

Ì Çolpan’ın 1921 yılında yazılan şiirlerinden biri ‘‘Güz” adını taşır. Bu şiirde de şair Rus istilâsı karşısındaki Türkistan’ın hâlini mecazî bir biçimde anlatmaktadır. Şiirin iki satırdan oluşan son kısmı gayet önemli mesajlar taşımaktadır: Bütün varlık – asırlık sönmek üzere, Soğuk… kara kışa girmek üzere. Şair ülke ile ilgili her şeyin uzun bir sönüş ve kayboluş dönemine girmekte olduğunu vurgularken, bu dönemi “soğuk… kara kış” diye adlandırmaktadır. Soğuk kelimesinden sonra üç noktanın konması hatta şiirin son kısmının iki satırla bitmesi de şairin yarım kalan arzularını, hayallerini ifade etmektedir. Aynı yemyeşil iken sararan yapraklar misali.

Ì Çolpan’ın “Kişen” (Pranga) adlı şiirinde mecazi olarak şekilde, Türkistan’ı ve Türkistanlıları prangaya vurulmuş tutsak olarak ve Rusya istilâsı altında esareti de prangaya bağlı hayat olarak ele alır.

XX. YÜZYIL ÖZBEK EDEBİYATI

SOVYET DÖNEMİ ÖZBEK EDEBİYATI




Ì 1920’li yıllarda Özbek edebiyatında romantik, realistik akımlar, mizahî eserler ve nazarî düşünceler öne çıkmaya başlamıştır. Yine bu dönemde sözlü edebiyat ürünlerine ilgi artmış, Ergeş Cuman Bülbüloğlu, Fazıl Yoldaşoğlu gibi ozanlar hakkında Hislet, Kemî, Aybek,Mirtemir çeşitli eserler vücuda getirmişlerdir.

Ì 1930–40 arasında eski ve yeni düzeni anlatan “Köken”, “Cantemir”, “TürkSib (Türkistan-Sibirya) Yollarında” gibi şiirler okuyucuyla buluşur. Bu devir Özbek şiirinde de yenilikler iyice ortaya çıkmıştır.

Ì Özellikle şiirlerinde Çolpan’ın tesirinde kalan Aybek, Sovyet döneminde dili en güzel bir şekilde kullanan şair ve yazar olarak bilinmektedir.

Ì Hamit Alimcan, Uygun, Osman Nasır gibi şairler şiire musiki inceliği, felsefî düşünce ve millî ruhu kazandırmalarıyla tanınırlar.

Ì İkinci Dünya Savaşı Yıllarındaki Özbek Edebiyatı 22 Haziran 1941’de Almanya’nın barış anlaşmasını bozarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne karşı savaş başlatmasıyla bütün Sovyet halkları işgalcilere karşı savaşa hazırlandılar. “Her şey cephe için her şey galibiyet için” savaş devrinin en önemli sloganı oldu.

Ì Bu dönemde Özbek yazarları, bir kısmı cephede diğer kısmı çalışma sahasında olmak üzere iki alanda savaş verdiler. Sultan Cora, Alim Şerefiddinov, Hasan Said, Nazir Safarov, İbrâhim Rahim, İlyâs Muslim, Perde Tursun, Zinnet Fathullin, Mamarasul Babayev, Mirzakelân İsmâilî, Mumtaz Muhamedov, Nazarmat, Adham Rahmat, Şuhrat, Sunnatulla Anarbayev, Cumaniyaz Şeripov, Düşen Feyzî, Adil Yakubov gibi elliden fazla Özbek şair ve yazarları doğrudan cephelerde savaştılar. Onlar bazen silah ile bazen de keskin kalemle düşmana karşı savaştılar.

Ì İkinci Dünya Savaşı ile birlikte, edebiyatın konu ve kavramlarında büyük değişimler meydana geldi. Özbek edebiyatında vatan savunmasıyla doğrudan bağlantılı olan vatanseverlik, kahramanlık, dostluk gibi konular yer aldı. Bu dönemde yazarlar, halkın düşmana karşı mücadelesini ve cephe gerisindeki fedakâr çalışmaları tasvir ederek halkın büyük yaratıcılığını göstermiş oldular.

Ì Savaş yıllarında Özbekistan’da askerî konularda Ölim yavge (Ölüm Düşmana), Vatan üçün , Merd oġıl , Özbekler, Vatan cânbâzlerige (Vatan Fedailerine), Özbekistân bahâdırları (Özbekistan Bahadırları), Ḳasem (Yemin) gibi edebî , bedii antolojiler yayımlandı.

Ì Savaş döneminde Özbek sanatçılarla başka halklardan olan yazarlar arasındaki dostluk ve iş birliği ilerledi. Özellikle de savaş sırasında Özbekistan’da yaşayarak sanat eserleri ortaya koyan Alékséy Tolstoy, Anna Aḫmatova, Mikola Bajan, Pablo Tiçina, Andréy Malişko, Nikolay Pogodin,N.Vérta, Y. Kolas, B. Lavréntév, V. Simirnov, V. Lugovskiy, V.Yan,K.Çukovskiy, L. Pérvomayskiy gibi Rus, Ukraynalı ve Beyaz Rus sanatçılar Özbek sanatçılarla iş birliği içerisinde oldular.

Ì Özbekçe metinler Türkçe çevriyazı ile verilirken Özbekçeye özgün yuvarlaklaşmış “o”(å) fonemi için “â” işaretinin kullanılması uygun görüldü.

Ì Savaş döneminde Özbek yazarlarının eserleri Rus ve diğer Sovyet cumhuriyetleri dillerine çevrildi. Bununla birlikte Y. E. Bértéls, V. M. Jirmunskiy, A. Déyç, K. Zélinskiy gibi bilim adamları Taşkent’te kalarak çağdaş Özbek edebiyatı ve folkloru üzerinde bilimsel eserler verdiler.

Ì Hamit Alimcan, Uyġun, Sabir Abdulla, Nikolay Pogodin ile birlikte Özbekistân ḳılıçı (Özbekistan Kılıcı) dramasını yazdılar. Halk bilimi uzmanı Hâdi Zaripov, V. M. Jirmunskiy ile birlikte Özbek ḫalḳ ḳahramânlık éposı (Özbek Halk Kahramanlık Destanı) adlı monografiyi hazırladı. Aybek ile A. Déyç birlikte Ali Şir Nevâî adlı risale ve bilimsel makaleler yazdılar.

Ì İkinci Dünya Savaşı döneminde Özbek şiirinde esas konu askerlik ve savunma olmuştur. Ġafur Ġulâm, Aybek, Hamit Alimcan, Uyġun, Şeyḫzâde, Zülfiye, Mirtemir gibi şairlerin savaş döneminde yazdıkları şiirlerinde vatana sevgi, düşmana nefret, halkların dostluğu, vatanseverlik, ve insan sevgisi kavramları ifade edilmiştir.

Ì Şarḳden bâreyâtirmen (Doğudan Gidiyorum, Ġafur Ġulâm), Âne ve oġıl (Ana ve Oğul), Ḳolıngge ḳurâl âl (Eline Silah Al) İşânç (Güven, H. Alimcan), Zafer yolları (Aybek), Küreş néçün (MücadeleNeden), Ceng ve ḳoşıḳ (Savaş ve Türkü, M. Şeyḫzâde) gibi eserleri örnek olarak gösterebiliriz.

Ì Savaş döneminde Sultân Cora, Ġayratî, Sâbir Abdulla, Mirtemir, Çustî, Emin Ömerî, Hasan Polat, Hasan Said, Nazarmet, Zafer Diyar, Zülfiye, Timur Fettâh, Türâb Tola gibi şairler de askerlik ve vatanseverlikle ilgili konularda güzel şiirler yazdılar.

Ì Emin Ömerî’nin Ḳasâs (İntikam), Ġalabening özi kelmeydi, dostım (Galibiyet Kendiliğinden Gelmiyor Dostum), Ḳırġın (Katliam), Ḳasemyâd (Yemin), Ḳıruvçı ḳız (Savaşçı Kız), Yaşa, ḳadrdân (Yaşa, Dostum) gibi şiirler savaş dönemi şiirlerinin birer örneklerindendir.

Ì Özbek savaş şiirleri hazinesine cephedeki şairler de katkı sağlarlar. Sultân Cora Sâġınıb (Özleyip), Sâġınçlı selâm (Özlem Dolu Selam) şiirlerini ordudayken yazmıştır. Manzum mektup şeklinde yazılan bu eserde şairin kendi çocuklarına hasretle ve içtenlikle hitap etmesi daha da anlam kazanır.

Ì Cepheci genç şair Hasan Said’in Cengçining ḳoşıḳları (Savaşçının Türküleri, 1942) seçilmiş eserlerine girmiş Biz Yéngemiz (Biz Yeneceğiz), Marş, Ḳasemyâd (Yemin) gibi şiirleri savaş meydanında yazılmıştır.

Ì Özbek şairleri devrin ihtiyaçlarına cevap verip savaş ve kahramanlık konularını işlemiş olsa da bu durum şiirlerin estetik özelliklerini yitirmesine neden olmamıştır. Şairler hayat ve insan manzaralarını semboller kullanarak ve çeşitli manzum şekillerden yararlanarak yansıtmaya çalışmışlardır.

Ì Manzum mektuplar o dönemde oldukça yaygınlaşmıştı. Manzum mektuplar arasında Hamit Alimcan, Uyġun, Mirtemir ve Sultân Cora’nın eserleri özel yer tutar.

Ì Savaş yıllarında Özbek nesri de dönemin şartlarına göre şekillendi. Cephe ile cephe gerisinin sağlam ilişkisini, düşmana karşı nefreti, vatan sevgisini yansıtmada Hamid Alimcan, Aybek, Sadreddin Aynî, Ġafur Ġulam, Kamil Yaşin,Maḳsud Şeyḫzâde gibi yazarlar toplumsalcılığın verdiği imkânlardan verimli olarak faydalanmışlar ve bu türün en seçkin örneklerini ortaya koymuşlardır.

Ì Hamid Alimcan’ın Men Özbek ḫalḳi nâmiden sözleymen (Ben Özbek Halkı Adına Konuşuyorum), Ġafur Ġulam’ın Ânalar (Analar), Sadreddin Aynî’nin Âna vatan (Ana Vatan), Aybek’in Ġalebe bahârı (Zafer Baharı) gibi eserlerini örnek olarak gösterebiliriz.

Ì Bu dönem Özbek nesrinde kahraman askerlerin canlı sembollerinin olduğu hayat hikâyeleri de yaratıldı. Bu hayat hikâyelerinin bazıları şunlardır: Sekkiz bâtir (Sekiz Yiğit) ve Merdlik ḳisselerı (Mertlik Hikâyeleri) seçilmiş eserler arasında yer alsalar da hepsi süreli yayınlarda ve cephe gazetelerinde basılmıştır.

Ì Povést: Konu bakımından romandan basit, hikâyeden karmaşık olan edebî eser, uzun hikâye. Özbek edebiyatında bu tür hikâyeler ḳıssa ve ya povést olarak adlandırılmaktadır

Ì Aybek, Hamid Alimcan, Nezir Seferov, İbrahim Rehim, Nazarmed, Mumtâz Muhamedov’un hayat hikâyelerinde pek çok cephe olayı anlatılmıştır ve savaşçıların kahramanlıkları hikâye edilmiştir.

Ì Sedreddin Aynî, Ġafur Ġulam, Aydın, Kâmil Yaşin, Zülfiye, Perde Tursun, Zefer Diyar, Said Nazar hayat hikâyelerinde ise cephe gerisindeki kahramanları canlı sembollerle çizmişlerdir. Bu hayat hikâyelerinde cepheye gitmiş erkeklerin yerine de çalışan kızlar, çocuklar ve ihtiyarların fedakârca çalışmaları anlatılmıştır.

Ì Savaş yıllarında hikâye türünde özellikle Abdulla Ḳahhar ve Aydın birçok eser verdi. Abdulla Ḳahhar’un Asrârbaba, Ḫâtınlar (Kadınlar), Batırali, Aydın’in Umr sâvġası (Ömür Armağanı”), Ér yürek (Cesur Yürek) gibi hikâyelerinde savaş yıllarındaki hayatlar anlatılmaktadır.

Ì Bu dönemde uzun hikâye (povest) türünün en iyi temsilcisi Abdulla Ḳahhar olmuştur. Dardaḳdan çıḳḳan ḳahramân ve Altın Yulduz (Altın Yıldız) hikâyelerinde Özbek savaşçıların düşmanla mücadelesi tasvir edilir. Yazar kendi eserinde Özbek halkı arasında yetişen savaş kahramanlarından Ḳoçḳar Turdiyev ve Ahmedcân Şükürov’u sembolleştirdi. Yazar onların sadece kahramanlıklarını anlatmakla kalmadı aynı zamanda psikolojilerine ve iç dünyalarına da yer verdi.

Ì Savaş döneminde Özbek edebiyatında yalnızca bir roman yazılmıştır. Aybek’in Nevaî romanı Özbek edebiyatının savaş yıllarında elde ettiği en büyük başarılardan biri olmuştur.



Ì Tiyatro eserini diğer edebî türlerden ayıran özellik, insanlara doğrudan ve güçlü olarak etki etme imkânına sahip olmasıdır. Savaş yıllarında halkı düşmana karşı ateşlendirmede, çocuklara vatan sevgisini ve kahramanlık hislerini aşılamakta tiyatronun gücü bir kez daha anlaşıldı.

Ì Halkın savaş boyunca hayatının ve düşmanla mücadelesinin yansıtıldığı piyesler geniş yer tuttu: Özbekistân ḳılıcı (N. Pogodin, Hamid Alimcan, Uyġun, Sabir Abdulla), Devrân ata (Kamil Yaşin, Sabir Abdulla, Uyġun, Çustî), Ḳasâs (İntikam, Tuyġun, Emin Ömerî), Ana (Mirtemir, Smirnov) gibi eserler bu dönemin ürünleridir.

Ì Genel olarak tiyatro eserleri savaş dönemi ihtiyaçlarına cevap verebildi. Örneğin, Özbekistân ḳılıçı (Özbekistan Kılıcı, 1941) müzikali devrin kahraman ruhunu hakettiği gibi yansıtmıştır. Piyeste cephe ve cephe gerisinin birliği, Özbek halkının hayatı, cesareti, sadakati, semboller yardımıyla ifade edilmiştir. Piyesin başkahramanı Özbek yiğidi Teğmen Arslan’dır. Eserde, düşmana dehşet salmış Özbek süvari bölüğünün kılıçlı askerleri Özbekistan kılıcı olarak sembolleştirilmiştir.

Ì Bu dönem Özbek tiyatro yazarları geçmişi, tarihî konuları da ele aldılar. Bunun sonucunda, Muḳanna (Hamid Alimcan), Ali Şir Nevaî (Uyġun ve İzzet Sultân), Mahmud Tarabî (Aybek), Celâliddin Mengübérdi (Maḳsud Şeyḫzâde) gibi tarihî piyesler ortaya çıktı. Kısacası, İkinci Dünya Savaşı yıllarında şiir ve nesir gibi tiyatro eserleri de gelişiminin bir kısmını tamamlamıştır.



ĠAFUR ĠULAM

Ì Ġafur Ġulam , Sovyet devri Özbek edebiyatının güçlü şairlerinden birisidir. 1923 yılında çocuk esirgeme evine müdür olarak atanır. Sonradan “Kembaġal déhḳân”, “Ḳızıl Özbekistân”, “Şarḳ haḳiḳatı” gibi gazetelerde ve “Yer yüzi”, “Muştum” gibi dergilerde çalışır. Bu gazete ve dergilerde halkın derdi, istek ve arzularını yakından tanır.

Ì Ġafur Ġulam’ın filozof, usta nesir yazarı ve şair olarak yetişmesinde aynı gazete ve dergilerin önemi büyüktür. Ġafur Ġulam Köngilsizning ḳılıġı (Gönülsüzün Huyu), Éşânâbâd, Yiğit, Sâat, Yâdgâr, Nétéy (Ne edeyim?), Hiyle-i şer’i (Şer’i Hile), Mening oġrigine bâlam (Benim Hırsız Çocuğum) gibi kıssa ve hikâyeleri ile Özbek edebiyatının gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.

Ì Özellikle, yazarın Şum bâla (Yaramaz çocuk,) adlı otobiyografik kıssası (uzun hikâye) bu dönemin en iyi eseri olarak kabul edilir. Yazar Şum bâla kıssasını kendi çocukluk yıllarından esinlenerek yazmış. Eserde halk sözlü sanatının güzel örneklerinden, gelenek ve göreneklerinden ustalıkla yararlanıldığını görmek mümkündür.

Ì Ġafur Ġulam Gözellik nimede? (Güzellik Nededir? ), Dinamo , Tirik ḳoşıklar (Canlı Türküler ) adlı şiir kitaplarıyla Sovyet döneminin en başarılı şairi olarak tanındı.

Ì Şair Gözellik nimede? şiirinde Güzellik çalışmaktır, Alnını terletmektir diyerek Sovyet estetik anlayışını ortaya koyar. Klasik edebiyatta güzellik algısı genelde hazır estetik kalıplar etrafında şekillenir. Gazellerde ifade edilen güzellerin genel görünüşleri, yapıları ve tavırları aşağı yukarı aynı olur. Bu yönüyle bakıldığında Fuzulî veya Nevaî’nin tarif ettiği sevgili tipi arasında hiçbir fark olmaz. Mesela, boyu servi gibi uzun, beli ipince, saçlar uzun ve simsiyah, kaşları yaygibi, kirpikleri ok gibi, yanakları gül gibi, bakışları kılıç gibi keskin, sağlıklı ve gençtir. Sovyet edebiyatında bu algı tenkit edilir. Sevgili sadece dış görünüşüyle güzel olamaz. O ancak çalışırsa, bir şeyler üretirse güzel olabilir. Bu görüş ede- biyata da yansıdı. Şairin “Gözellik nimede?” adlı şiiri bu görüşleri yansıtması bakımından önemlidir.

Ì Sén yétim émessen (Sen Yetim Değilsin ), Biri birige şâgird, biri birige ustâd , Sizge , Bahâr terâneleri Vaḳt ve benzeri şiirlerinde ise Ġafur Ġulam’ın millî değerler hakkındaki görüşleri öne çıkar.

Ì Destan: Sovyet döneminde gelişenmanzum hikâye türü, Özbek edebiyatında destan olarak adlandırılır. Bu destanlar halk destanlarından içerik ve yapı bakımından farklılık göstermektedir. Destan Rus edebiyatındaki poéma terimine karşılık olarak kullanılmaktadır.



MUSA TAŞMUHAMMED OĞLU AYBEK

Ì Sovyet dönemi Özbek edebiyatının başarılı yazarlarından Musa Taşmuhammed Oğlu Aybek , Özbekistan Yazarlar Birliği başkanlığı ve “Şark Yulduzu”, “Özbek Tili ve Edebiyatı” dergilerinin başmuharrirliğini yaptı.

Ì Aybek şiirleri, hikâyeleri, tarihî romanları, tercümeleri ve bilimsel makaleleri ile Özbek edebiyatının yükselmesine büyük katkı sağlamıştır.

Ì Gençliğinde Özbek ceditçilerinin saflarındadır. Özellikle Çolpan’dan etkilenerek şiirler yazar. Onun ilk şiir kitabı 1926 yılında Tuyġular (Duygular) adıyla yayımlanır.

Ì Aybek’in Ḳış kéçeleri, Hatıradan izler, Ayrılıḳ ve derviş, Şarḳ üçün, Özbek éli gibi şiirleri kaygı ve ahenk bakımından Çolpan şiirleriyle paralellik gösterir. O dönemin ideolojisine göre şair Sovyet yazarı karamsar olamaz, çünkü Sovyet kişisi üzüntü ve kuruntulardan uzak, mutlu insandır. Şair ve yazarlar da Sovyet kişisinin mutluluğunu terennüm etmelidir.

Ì Şairin , Meşale adlı kitabında “Komünizm kurucusu” olarak nitelendirilen emekçi insanın mutluluğu betimlenen şiirler yer almaktadır.

Ì Aybek, Dilber-devir ḳızı, Öç , Çopân koşığı, Temirçi Cora , Kahraman ḳız , Gülnâz, Nevaî gibi manzum hikâyelerinde destancılık geleneklerinden yararlanarak yeni devir kişisini anlatmıştır. Bu manzum hikâyeler dönemin siyasî ve toplumsal ideolojisi doğrultusunda oluşturulan eserlerdir.

Ì Aybek romanlarıyla Özbek edebiyatının zenginleşmesine büyük katkı sağladı. Onun Ḳutluġ ḳân adlı romanında 1916 yılında Çarlık Rus yönetimine karşı ortaya çıkan halk ayaklanması anlatılmıştır.

Ì Aybek’in Nevaî adlı romanı tarihî-biyografik roman türünün güzel örneğidir. Bu roman farklı dillere aktarılarak yazarı ciddi anlamda dünyaya tanıttı. Romanda Ali Şir Nevaî’nin hayatı ve o devirdeki siyasî olaylar anlatılır. Hüseyin Baykara, Hadiçe Begim, Momın Mirza, Derviş Ali, Binaî, Mecididdin gibi kahramanların çoğu tarihî kişilerdir. Olaylar da hayat gerçeğine uygun halde gelişir. Bu roman Özbek romancılığının büyük başarısıdır.

Ì Aybek Rus ve dünya edebiyatından birçok eseri Özbekçeye aktarmıştır. Onun Yevgeniy Onegin (Puşkin), Maskarad (Lermontov), Kullar Gemisi (Heynrih Heyne) gibi aktarmaları çeviri sanatının da güzel örnekleridir.



ABDULLA KAHHAR

Ì Sovyet dönemi Özbek edebiyatının önemli hikâye ve kıssa yazarlarından biri Abdulla Kahhar , “Kızıl Özbekistan” gazetesi ve “Muştum” dergisinde çalışmaya başlar.

Ì Abdulla Ḳahhar, “Şark Yulduzı” dergisinde çalışır. Yazıları “Kızıl Özbekistan”, “Yeni Fergana” gezetelerinde ve “Muştum” dergisinde yayımlanmaya başlar. Yazılarında Niş, Narın, Şilpik, Yelengayak gibi takma adlar kullanır.

Ì 1930’lı yıllarda hikâye türünde ciddi eserler vermeye başlar. Rus yazarı Anton Çehov’un eserlerini dikkatle takip eder ve yazı uslübünü öğrenmeye çalışır.

Ì Abdulla Ḳahhar 1930’lu yıllarda kısa hikaye türünün ustası sıfatıyla anılmaktadır. Onun bu devirde yazdığı hikâyelerinin konusunu geçmiş ve yeni devirdeki güncel olaylar oluşturmaktadır. Yazarın hikâyeleri gerek konu gerekirse estetik yönden güçlü eserlerdir.

Ì Abdulla Ḳahhar’ın geçmiş devirler hakkındaki eserleri sanatsal yönden çok başarılıdır. Örnekle, Bimâr (Hasta), Oġrı (Hırsız), Anâr (Nar) adlı hikâyelerinde tarihî konuları ele almasına rağmen kendi döneminin ekonomik ve sosyal sorunlarını üstü kapalı bir şekilde dile getirir.

Ì Kıssa: Konu bakımından romandan basit, hikâyeden karmaşık olan edebî eser, uzun hikâye. Rus edebiyatında bu tür povést olarak adlandırılır.

Ì Yazarın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde üç önemli kıssası (uzun hikaye) yayımlanmıştır: Sinçelek (Baştankara kuşu),Ötmişden Értekler (GeçmiştenMasallar) veMuhabbet.

Ì Abdulla Ḳahhar’ın Ötmişden Értekler adlı hikâye kitabı otobiyografik bir eserdir. Onun başkahramanı yazarın kendisidir. Eserde esas olarak yazarın çocukluğu ve gençlik dönemi tasvir edilmiştir. Eser küçük ve kısa hikayelerden oluşmaktadır.

Ì Abdulla Ḳahhar’ın Sarap adlı romanı toplumdaki ideolojik çatışmaları anlatan bir eserdir. Bu romanın ilk baskısı 1937 yılında gerçekleşir ve 1957’de ikinci baskısı hazırlanırken eserin birçok bölümü milliyetçi görüşlere yer verildiği gerekçesiyle çıkartılır.

Ì Abdulla Ḳahhar kendi devrindeki yazarlar tarafından kısa ve öz bir şekilde yazan ve söz seçiminde hassas davranan bir yazar olarak tanımlanır.

Ì Abdulla Ḳahhar Şâhı Sözene (İpek Kilim), Aġrıḳ Tişler (Ağrıyan Dişler), Tabuttan Tâvuş (Tabuttan Çıkan Ses) Ayacânlarım (Anneciklerim) gibi eserleri ile Özbek tiyatrosunun gelişmesine de katkı sağlamıştır.



MAKSUD ŞEYHZÂDE

Ì Şair Azerbeycan’ın Aktaş şehrinde doğmuştur. Bunu Taşkentnâme adlı manzum hikayesinde açıklar.

Ì Aktaş şehir gazetesinde Dağıstan Mektupları adlı seri makaleleri yazarak okuyucuların itibarını kazanır.

Ì Şeyhzâde’nin gerçek anlamda şöhret kazanmasında onun Neriman Hakkında Halk Masalları adlı manzum hikâyesi önemli rol oynamıştır.

Ì İlk şiir kitabı On Şiir adıyla 1930’da yayımlandı. Sonra 1933’de Undaşlarım, 1934’de Üçüncü kitap, 1935’de Cumhuriyet adlı kitapları yayımlandı. Şeyhzâde, şiirlerinde hayata dair gerçekleri sovyet ideolojisine uygun bir tarzda ve bir filozofun bakış açısıyla ele alır.

Ì İkinci Dünya Savaşı döneminde vatan, düşmana karşı mücadele, kahramanlık onun şiirinde öne çıkan konulardır. Şair Küreş Niçin? adlı şiirinde okuyucuları vatanseverlik ve kahramanlık göstermeye davet eder.

Ì Şeyhzâde’nin 1957 yılında yazdığı Taşkentnâme, yüce vatanseverlik duygularını içeren manzum bir hikâyedir. Bu eserde şairin Özbek destancılık geleneklerinden yararlandığı anlaşılmaktadır. Destan onsekiz bölümden oluşmaktadır. Eserde, deyim, atasözü ve sözlü edebiyat unsurlarından başarıyla yararlanılmıştır.

Ì Maksud Şeyhzâde, tiyatro sahasında da çokça emek vermiştir. Onun Celâliddin Mengübérdi özellikle,Mirzâ Uluğbek trajedileri Özbek tiyatroculuğunda önemli bir yere sahiptir. Celâliddin tarihî-romantik bir trajedidir. Onda Orta Asya halklarının 13. yüzyılda Moğol istilacılarına karşı gösterdiği kahramanca direniş anlatılmıştır. Mirzâ Uluğbek trajedisinde adaletli padişah ve büyük astronom Mirzâ Uluğ Bey’in hayatı ele alınmıştır. Eser Uluğ Bey’in bilimsel çalışmalarla cahilliğe karşı yaptığı mücadeleyi anlatır.

Ì Eserde Mirzâ Uluğ Bey, Ali Kuşçu, Sekkaki, Abdürrezak Semerkandî, Hoca Ahrâr, Gevşer Şad Begim, Abdüllatif gibi tarihî şahıslar da tasvir edilmiştir.

Ì Maksud Şeyhzâde Rus, Türk ve diğer dillerden Özbekçeye birçok eseri aktarmıştır.



SAVAŞTAN SONRAKİ İLK YILLARDA ÖZBEK EDEBİYATI (1945-1960)



Ì Dört yıl boyunca devam eden savaş sebebiyle virane hâline gelen köy ve şehirleri, savaş sonrasında ortaya çıkan kolektif çiftlikleri canlandırma ve iyileştirme faaliyetlerine girişildi. Bu devirde edebiyat ve sanatın yaşamdaki yeri hissedilir derecede arttı. Ancak bu dönemde edebiyat ve sanatın gelişmesine engel olan çeşitli baskıların da bulunur. Komünist ideoloji kişilerin yaratıcılık yeteneğini açıkça boğmuş, ortadan kaldırmıştır.

Ì Komünist Parti, yazarları baskı altına almış, onları takip etmiş ve gözetim altında tutmuştur. Şeyḫzâde, Said Ahmet, Şuhrât, Şükrüllah gibi yetenek sahipleri de haksız yere cezaevine konulup uzak yerlere sürgün edilmiştir. Aybek, Mirtemir, Turâb Tola,Mirkerim Asım gibi yazarlara haksız yere “millîyetçi” damgası basılmış, bu dönemde millî edebî mirasa ve folklora “nihilistik” yaklaşım ortaya çıkmıştır.

Ì Üretim faaliyetlerini “konfliktsizlik teorisi” güçlü bir şekilde etkilemiştir. Bu teoriye göre Sovyet hayatının sadece olumlu yönlerini göstermek, olumsuz veya zıt yönlerini göstermemek gerekirdi. Hayat ve insan arasındaki zıtlıkları - çatışmayı göstermek topluma karşı düşmanlık olarak algılanıyordu. Siyasetin edebî faaliyetlere bu şekilde müdahale etmesi, edebî faaliyetler yazar ve sanatçılar üzerinde olumsuz etki yaratıyordu.

Ì Burada önemli olan nokta savaştan sonraki ilk dönemde de Özbek Edebiyatı’nın farklı şekillerde müdahalelere rağmen gelişiyor olmasıdır. Bunu Özbek edebiyatı ve sanatının Moskova’da gerçekleşen üçüncü on günlük edebiyat haftası (“dekada”) tutanaklarından da anlamak mümkündür. Bu dönemde Özbek Edebiyatı’nın gelişmesinde Özbekistan Yazarlarının Üçüncü Kurultayı da olumlu rol oynamıştır.

Ì Bu dönemde şiirin ilgi alanı güncel konular doğrultusunda genişledi. Vatan, savaşa karşı mücadele, barış ve dostluk hakkında şiirler yazıldı. Bu devir Özbek şiirine has olan mücadeleci sosyopolitik ruh, şairlerin barış için verilen mücadeleyi konu edindikleri lirik eserlerinde de hissedilmekteydi.

Ì Ġafur Ġulam’ın Biz tinçlik istaymiz (Biz barış istiyoruz), Uyġun’un Tinçlik kabutari (Barış Güvercini), Bayrâḳça (Bayrak), Zülfiye’nin Salom sizga, érkperver éller (Selam size, barışsever halklar), Askad Muhtar’nın Vicdan sazi gibi şiir- lerinde bu sosyopolitik hava oldukça güçlüdür. Bundan başka, Aybek, Şeyḫzâde, Sabir Abdulla, Hamid Ġulam, Mamarasul Babayev, Mirmuhsin gibi şairlerin şiirlerinde de yenilikçi ve ilerici kişilerin barış yolunda süregelen mücadeleleri yansıtıldı.

Ì Bu dönem şiirinde sıradan insanların gerçek sıkıntıları yüceltilmiş ve “emekçi” insan sembolü yaratılmıştır. Özbek halkının üretim sahasında çektiği sıkıntılar karşısındaki özverililiği ve cesareti yüceltilerek bu konu, Ġafur Ġulam, Aybek, Uyġun, Şeyḫzâde, Mirtemir, Zülfiye, Sabir Abdulla gibi şairlerin yaratıcılığının esas zeminini oluşturdu.

Ì Askad Muhtar, Mamarasul Babayev, Mirmuhsin, Hamid Ġulam, Remiz Bâbâcân, Turâb Tola gibi şairler de bu konuda çokça eserler verdiler. Bu yıllarda Özbek şiirinde halkların dostluğu ve kardeşliği konusu da ayrıcalıklı bir yere sahipti. Bu konuda, özellikle, Ġafur Ġulam’ın eseri Özbek halkı tarafından beğeniyle karşılandı. Onun Ḳazaélining uluġ toyı, Biri biriga ustâz, biri biriga şâgird (Birbirinin ustadı, birbiri-nin öğrencisi), Ġaliblar şerefige gibi şiirleri bu konuyu dile getiren şiirlerin en iyi örnekleridir.

Ì Şiir sahasında diğer halkların yaşayışları ve mücadeleleri hakkında da birçok eser verilmiştir. Aybek, Zülfiye, Şeyḫzâde, Mamarasul Babayev, Hamid Ġulam, Askad Muhtâr, Mirmuhsin gibi şairler diğer halkların hayatı, onların bağımsızlık, eşitlik ve barış için süre-gelen mücadeleleri hakkında etkili şiirler ortaya koymuşlardır.

Ì Şair Mamarasul Babayev’nin Éran gilemi (İran Halısı) şiirinde İran’daki dayanılması güç ve ağır hayat, halı dokuyan kişiler ve dokumacılığa dair semboller aracılığıyla duygulu bir şekilde ifade etmiştir:

Ì Bunun Konfliktsizlik teorisi: Sovyet hayatının sadece olumlu yönlerini göstermek veya ölçüsüz şekilde idealleştirerek anlatmak, olumsuz ve zıt yönlerini ise asla göstermemeyi teşvik eden propaganda.

Ì Sovyet dönemi edebiyatında hayat ve insan arasındaki zıtlıkları göstermek bile düşmanlık olarak algılanıyordu.

Ì Dekada: Fransızca on gün, on günlük anlamına gelen bu sözcük Sovyet döneminde on günlük süre boyunca devam eden edebî etkinliğin adıdır.

Ì Bu yıllarda Özbek şiirinde halkların dostluğu ve kardeşliği konusu da ayrıcalıklı bir yere sahipti. Bu konuda, özellikle, Ġafur Ġulam’ın eseri Özbek halkı tarafından beğeniyle karşılandı. Onun Ḳazaḳ élining uluġ toyı, Biri biriga ustâz, biri biriga şâgird (Birbirinin ustadı, birbirinin öğrencisi), Ġaliblar şerefige gibi şiirleri bu konuyu dile getiren şiirlerin en iyi örnekleridir.

Ì Şiir sahasında diğer halkların yaşayışları ve mücadeleleri hakkında da birçok eser verilmiştir. Aybek, Zülfiye, Şeyḫzâde, Mamarasul Babayev, Hamid Ġulam, Askad Muhtâr, Mirmuhsin gibi şairler diğer halkların hayatı, onların bağımsızlık, eşitlik ve barış için süregelen mücadeleleri hakkında etkili şiirler ortaya koymuşlardır. Şair Mamarasul Babayev’nin Éran gilemi (İran Halısı) şiirinde İran’daki dayanılması güç ve ağır hayat, halı dokuyan kişiler ve dokumacılığa dair semboller aracılığıyla duygulu bir şekilde ifade etmiştir:

Ì Bu dönemde eskiden kalma, toplumun ilerlemesine engel olan köhne inanışlara karşı mücadele de şairlerin göz önünde bulundurdukları konulardandı. Bu alanda Özbek şairler hicvin imkânlarından önemli oranda faydalandılar. Sonuçta, satirik ve mizahî şiir bu şekilde gelişti ve türlü türlü satirik şiirler, masallar, hicvî gazeller yazıldı. Bu alanın gelişmesinde Ġafur Ġulam, Sabir Abdulla, Mamarasul Babayev, Habibî, Uyġun gibi şairlerin katkıları önemlidir. Onlar, yeni mazmunları ifade etmede klasik şiir geleneklerinden geniş ölçüde faydalandılar.

Ì Bu dönemde Hamza ve Elbek’ten sonra rağbet görmemiş olan “mesel” (fabl) türü de yeniden canlandı. Bu sahada Sami Abduḳahhar, Yemin Ḳurban, Alim Koçḳârbekov gibi meselciler faaliyet gösterdiler. Eğitim açısından önemli olan masallar yazdılar ve Masallar (Sami Abduḳahhar), Ḳızıḳ hangâmalar (Yemin Ḳurban), Şiir va meseller (Alim Ḳoçḳârbekov) gibi antolojiler yayımladılar.

Ì Bu devir Özbek edebiyatında hiciv gelişti ve onun türlü türlü örnekleri ortaya konuldu. Böylece şiir sahasında farklı türlerden oluşan bir çeşitlilik meydana geldi.

Ì Bu dönemde şiirdeki diğer bir yenilik ise bir birini takip eden seri halinde şiir yazmanın bir gelenek hâlini almasıdır. Mirtemir’in Karakalpak defteri, Mirmuhsin’in Mihmânlar, Mamarasul Babayev’nin İran âsmânı âstıda gibi dizi hâlindeki şiirleri buna örnek olarak gösterilebilir. Mihmânlar ve İran âsmanı âstıda dizi şiirlerinde diğer halkların hayatı,mücadelesi, arzuları, düşünce ve hayalleri, kendileriyle ilgili gelecek tasarıları betimlenmiştir. Bununla birlikte diğer halklara ait şahısların kötü yönleri, suçları ve kabahatleri de ortaya konmuştur.

Ì 1945-1956 yılları arasında Özbek “destancılığı” (manzum hikâye yazıcılığı) sahasında da belli başarılar elde edildi. Bu dönemde Özbek destancılığının ilgi alanı da güncel konular doğrultusunda genişledi. Katta yolda, Mirmuhsin’in Yeşil ḳışlâḳ, Mamarasul Babayev’in Bağbân, Şükrüllah’nun Çöller destanlarında Özbek çiftçilerinin hayatı, üretim sıkıntıları konu edilmiştir.

Ì Ḳadrdân dostlar (Remiz Babacan), Rossiya (Şük- rüllah), Dostlik ḳoşıġı (Düşen Feyzî) destanlarında ise halklar arasındaki dostluk, manevî- siyasî birlik dile getirildi.Halkların dostluğu, kardeşliğinin esası ve gücü gerçek olaylar ve canlı semboller aracılığıyla ortaya konuldu.

Ì Aybek’in Zafer ve Zehra, Hakgöyler (Doğru Söyleyenler) destanlarında ise diğer halkların hayatı, bağımsızlık ve barış için mücadele- leri tam karşılığını bulmuştur

Ì Aybek’in Ḳızlar, Uyġun’un Vefâ, Mirmuhsin’in Usta Ġiyâs, Hamid Ġulam’ın Ġalaba yolıda destanlarında İkinci Dünya Savaşı dönemindeki olaylar hikâye edilmiştir.

Ì Bu dönem destancılığında tarihî şahısların sosyal faaliyetlerinin, toplumsal hayattaki rollerinin ifade edilişinde de değişiklikler olmuştur. Aybek’in Hamza, Mirmuhsin’in Abdulla Nabiyev destanlarında yakın geçmişteki olaylar edebî bir dille yansıtılmış, tarihi şahıslar birer sembol hâline getirilmiştir.

Ì Özetle, bu dönemde şiir türü, kendi konu alanını genişletme, gerçeğe uygun bir biçimde semboller yaratma, hayatın gerçekliğini sanatın gerçekliğine dönüştürme yolunda ilerledi. Fakat bu yıllarda şiir, özellikle, “destancılık” sosyalizm etkisinden kurtulamadı: dönemin olaylarını genellikle gereksiz yere övme ve ölçüsüz şekilde idealleştirerek anlat- ma gibi zararlı eğilimlerden uzaklaşamadı.

Ì Bu dönemde nesir türünün gelişmesi yönünde de olumlu denemeler göze çarpmaktadır. Bu yıllarda Said Ahmad, Askad Muhtar, Adil Yakubov, Pirimḳul Ḳadirov, Sünnetülle Anarbayev, Saide Zunnunova, Şuhrat gibi yazarların edebiyat sahasına katılması, nesir sahasında yazılan eserlerin sayısına da niteliğine de olumlu yönde etki eder. Nesir sahasında yazılan eserleri hayata, hayatın gerçekliğine yaklaştırma eğilimi vardır.

Ì Bu dönemde ortaya çıkan edebî hikâyeleri konuları itibariyle iki gruba ayırarak incelemek mümkündür. Birinci grub dönemin olayları ve insanları hakkındaki hikâyeler , ikinci grub ise diğer halkları konu alan hikâyelerdir.

Ì Aybek Pakistan taassurâtları, Hamit Ġulam Avrupa taassurâtları, Asḳad Muhtâr Avrupa seferi, İbrahim Rahim Ḫıtây ḫâtıraları gibi hikâyelerinde Avrupa ve Asyadaki halkların hayat tarzlarını, kültürlerini, örf ve âdetlerini, bağımsızlık ve barış yolundaki mücadelelerini edebî bir dille ifade etmişlerdir.

Ì Bu dönemde hikâye türünün diğer alanlarında da birçok yenilik görülür: Yıllar (Abdulla Ḳahhar), Hikâyeler (Sünnetille Anarbayev), Hikâyeler (SaideZunnunova), Hikâyeler (Pirimḳul Ḳadirov), İkki muhabbet (Adil Yakubov), Adamning ḳadrı (Hekim Nazir). Bu hikâyeler öncelikle konularının çeşitliliğiyle dikkati çekmektedir. Onlarda çiftçilerin, hayvan yetiştiricilerinin, işçilerin ve aydınların hayatlarına dair tipik hayat sahneleri resmedilmiştir. Bununla birlikte hayatta rastlanan veya kişilerin zihniyetlerinde yer edinmiş hastalıklı ve bozuk yönler de açığa çıkarılmıştır. Bu konuda Rahmat Feyzî’nin aile hayatı ve ahlak-terbiye konularını ele aldığı Yâdgar hikâyesini hatırlamak gerekir.

Ì Bu dönem hikayelerinde hayatın yüzeysel bir biçimde ele alındığı ve yalnızca bir yönüyle esere yansıtıldığı göze çarpmaktadır.

Ì Roman ve hikaye türleri, bu dönem nesir sahasında önemli bir yere sahiptir. Sadreddin Aynî’in Èsdelikler, Abdulla Ḳahhar’ın Ḳoşçınar çırâḳları (Koşçınar Işıkları), Perde Tursun’un Oḳıtuvçı (Öğretmen ), Aybek’in Altın vâdiyden şebedeler (Altın Vadiden Esintiler) gibi romanları dönemin önde gelen eserleri arasında yer alır. Bu eserlerde 20. asır tarihinden çeşitli manzaralar yansıtılmaktadır.

Ì Mesela, Oḳıtuvçı romanında Özbekistan’da yeni tipte halk aydınlarının ortaya çıkışı betimlenir. Bu romanda otobiyografik materyaller de çok kullanılmıştır. Bu roman Yetimlik, Baḫt, Ḳışlâḳda, Hak Yol diye isimlendirilen dört bölümden oluşmaktadır. Roman konu bakımından memleketde zulüm ve adaletsizliğin artışı, yeni tipteki (yani Sovyet döneminde yetişen) aydınların ortaya çıkışı, kadın ve kızların özgürlüğü için mücadele gibi problemler üzerine yoğunlaşır.

Ì Altın vâdiyden şebedeler (Aybek), Hayât bulâḳları (İbrahim Rahim), Ġâlibler (Şarâf Ra- şidov), Ḳadrdân deleler (Said Ahmad), Deryâlar tuteşgen câyda (Asḳad Muhtar), Cemile (Mirmuhsin), Tengdâşlar (Adil Yakubov), Kiçik garnizon (Mumtaz Muhamedov) gibi roman ve hikayeler de dönemin güncel konularını ele alan eserler arasındadır. Fakat zamanının meselelerini ele alarak güncel konularda yazılan roman ve hikayelerin hepsinde olaylar şematik tarzdadır. Sonuçta hayat bu eserlerde yüzeysel ve tek taraflı olarak yer alır. Bu dönem romancılığı ve hikâyeciliğinin edebî seviyesi, genellikle, yüksek değildir.

Ì İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk yıllarda Özbek tiyatrosunun hayatla ilişkisi oldukça sınırlı idi. Savaştan sonra bu dönemi yansıtan karakterler yaratma eğilimi arttı. Sonuçta, dönemin meselelerine eğilen çok sayıda eser meydana getirildi. Revşen ve Zülhumâr (Kâmil Yaşin), Alpâmiş,Mukimi (Sâbır Abdulla), Ḳız ḳalası (SaidNazar) gibi sahne eserleri yazılmış, bunlarda halkın hayatı, arzu ve ümitleri, mücadeleleri ele alınmıştır.

Ì Tiyatroda folklor malzemelerine ve halk destanlarına ait konulara da başvurulmuştur. Sözlü edebiyatta mevcud olan konulardan faydalanılıp Revşen ve Zülhumâr, Alpâmış gibi piyesler meydana getirilmiştir. Sâbır Abdulla’nın Özbek şifahi edebiyatı ürünü olan malzemelere dayanarak yazdığı Alpâmış tiyatrosu romantik (ideal) kahramanlıklara, yaşanmış olaylara ve canlı sembollere sahiptir.

Ì Bu dönemde halkın Ekim devrimi öncesindeki hayatını ve bağımsızlık uğruna verilen mücadeleleri yansıtan sahne eserleri de yazıldı. Bunlardan, Nazir Safarov’un Şarḳ tângi tiyatrosunda 1917 yılından sonra Taşkent’te meydana gelen olaylar, inkılabın yarattığı ortam yansıtılır.

Ì Dönemin karakteristik özelliği, tiyatro eserlerinde esas olarak çağdaş hayatı, toplumsal yaşamı yansıtmak eğilimidir. Bu gibi eserler arasında özellikle Şâhi sözene (Abdulla Ḳahhar), Nevbahâr (Uyġun),Muhabbet (Tuyġun),Hayâtmektebi (Nezir Safarov) gibi piyesler gösterilebilir.

Ì Aydınların hayatını konu alan Aġrıḳ tişler (Abdulla Ḳahhar), Yürek sırları, Farâġat, Keçirilmes günâhlar (Affedilemez Günahlar) gibi sahne eserleri de dikkati çeker. Bu eserlerde esas konuyla alakalı olarak hayatta rastlanan her türlü kötülüğe karşı mücadele, sevgi-aşk, ahlak-görgü meseleleri de ele alınmıştır.

Ì Savaştan sonraki ilk on yılda Özbek edebiyatı birçok yönden ilerleme kaydetti. Bu dönemde, nazım, nesir ve tiyatro sahalarında o dönemin meselelerini yansıtmayı, o dönemi temsil eden tipleri göstermeyi amaçlayan türlü türlü eserler ortaya çıktı.

Ì Özbek edebiyatı 40’lı ve 50’li yıllardamemleket hayatındaki ciddî zorluklara, özellikle, “sosyalist realizm” (sosyalist gerçekçilik) sanat anlayışı ve komünist ideolojinin baskılarına rağmen doğru bildiğini söylemeye, kendi görevini yerine getirmeye devam etmiştir. Yazarlar, birçok durumda realist edebî eserler yazarak söz sanatı hazinesinin zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır.



HAMİD ALİMCAN

Ì Sovyet edebiyatının önemli isimlerinden biridir. Şairin ilk denemeleri Zerefşan gazetesinde çıkmaya başlar. Onun ilk şiir kitabı Köklem adıyla henüz öğrencilik yıllarında iken yayımlanmıştır.

Ì Hamid Alimcan, üniversiteyi bitirdikten sonra çeşitli gazete ve dergilerde klasik edebiyat, edebiyat bilimi ve halk bilimi ile ilgili bilimsel makaleler yayımlamıştır.

Ì Hamid Alimcan klasik edebiyatla birlikte dünya edebiyatı ile de yakından ilgilenir. Ali Şir Nevâî, Mukimî, Puşkin,Mayakovskiy, Cambul, Taras Şevçenko gibi şairler hakkında bilimsel makaleleri yayımlanır. Şairin 1931 yılında Alev sâçler (Ateşli Saçlar), Ölim yavge (Düşmana Ölüm), Pâyge (Yarış) gibi şiir kitapları basılır.

Ì Şair Sovyet kişisinin mutluluğunu sürekli terennüm etti. Bunun için şaire zamandaşları, baht ve şâdlik küyçisi (mutluluk ve şâdlık şarkıcısı) diye ad vermişlerdir.

Ì Şairin Zeyneb ve Âmân adlı destanı (manzum hikâye) yayımlanır. Şair bu manzum hikâyede yetim olan Zeyneb ve Âmân isimli gençlerin sevgisini anlatmaktadır. Eserde Sovyet ideolojisinin öne sürdüğü yeni insan tipi, eski ve yeni hayatı karşılaştırarak tasvir edilmiştir. Eserde nikâh ile aile konuları ele alınır ve gençlerin birbirini severek evlenmesi gerektiği vurgulanır.

Ì Hamid Alimcan’a şöhret getiren eserleri Aygül bilen Bahtiyâr ve Simurg adlı destanları oldu. Şair bu destanlarında halk masalları ve destan geleneklerinden çok iyi yararlanmıştır. Şairin İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı eserler arasında Cenkçi Tursun adlı baladı önemli yer tutmaktadır.

Ì Hamid Alimcan , Puşkin, Mihail Lérmontov, Lév Tolstoy, Maksim Gorkiy gibi Rus şair ve yazarların birçok eserini Özbekçeye aktarmakla birlikte çeşitli gazetelerde onlar hakkında bilimsel makaleler de yayımlar.

Ì Hamid Alimcan’ın en büyük hizmeti, halk ozanı Fazıl Yoldaşoğlu’ndan derlediği Alpamış Destanını yayımlamasıdır. Şairin Muḳanna adlı tiyatro eserinde Türkistan’ı işgal eden Araplara karşı halk isyanı anlatılır. Şair tarih kitaplarına “Muḳanna isyanı” adıyla geçen bu tarihî olayı anlatmakla birlikte üstü kapalı olarak sovyetlerin istilasını da sorgulamaktadır.



Ì Özbek Sovyet edebiyatının usta yazarlarından biri Said Ahmed , edebiyata kısa hikâyeler yazarak başladı. O’nun usta bir yazar olarak yetişmesinde Ġafur Ġulam ve Abdulla Ḳahhar’ın etkisi büyüktür. Yazarın Ér yürek , Ferġâna hikâyeleri , Muhabbet , Ḳadrdân deleler (Kadirli Tarlalar ), Çöl şamâlları (Çöl Rüzgârları ), Anacânlar (Annecikler ), Hazine , Yoḳâtgenlerim ve Tâpgenlerim (Kaybettiklerim ve Bulduklarım ), Ḳâraköz Mecnun , Kiprikta ḳâlgan ḳân (Kirpikte Kalan Kan,), Umrim bayâni (Ömrüm Beyanı) gibi eserleri vardır.

Ì Said Ahmed nesirde Abdulla Ḳadirî, Aybek, Abdulla Ḳahhar geleneklerini devam ettiren güçlü bir yazardır. Üç yazardaki üç belirgin özelliği Said Ahmed’in temsil ettiği belirtilir.

Ì Said Ahmed ellili yıllardan itibaren romanlar yazmaya başlar. Onun romanları içinde Ufḳ (Ufuk) trilojisi ve Cimcitlik (Sessizlik) romanı önemlidir. Yazarın Ufḳ trilojisi 20. yüzyıl Özbek edebiyatının başarılı romanlarından biri sayılır. Trilojinin ilk kitabı “45 kün” adını taşır. Bu romanda büyük Fergana kanalının yapımı anlatmaktadır. Uzunluğu 270 km olan büyük Fergana kanalı makine kullanılmadan el gücü ile 45 gün içerisinde bitirilmiştir. Bu romanda halkın cesareti, çalışma gücü etkileyici bir biçimde kaleme alınmıştır. Trilojinin ikinci kitabı Hicrân künleri’nde yazar İkinci Dünya Savaşı döneminin ilk günlerini anlatır. Üçüncü roman ise Ufḳ bosaġasida (Ufuk Arifesinde) diye adlandırılır. Bu romanda savaşın son yılları ve savaş sonrasındaki hayat ele alınmıştır.



Ì Özbek edebiyatının Sovyet dönemindeki önemli yazarlarından biri olan şair, yazar ve tercüman Şükrullah Yusufoğlu Taşkent’te doğar. İlk şiir kitabı olan Baḫt ḳânunı (Mutluluk Kanunı) , Birinci defter , Ḳalb ḳoşıḳları adlı şiir kitabları yayımlanır. Şair Çâllar (Yaşlılar,) adlı manzum hikayesinde Sovyetlerin emekçi insana verdiği önemi anlatmaktadır. Şükrüllah Özbek çocuk edebiyatının gelişmesine Bahar sâvġası (Bahar Hediyesi, Yulduzlar gibi kitaplarıyla önemli katkı sağlamıştır. Şairin Rossiya, İkki ḳâya (İki Kaya), İkki yâşlik (İki Gençlik), Cevâhir sandığı (Mücev- her Sandığı) gibi felsefî fikir ve ibretli hayat hikâyeleriyle dolu şiir kitapları Rusça başta olmak üzere dünyanın birçok diline aktarılmıştır.

Ì Şükrüllah Hatarlı yol, Tebessüm oġrıları (Tebessüm Hırsızları), Oġrını ḳaraḳçı urdı (Hırsızın Üstesinden Eşkıya gelir) gibi tiyatro eserleriyle de okuyucular sevgisini kazanmıştır. Şair Şükrullah Sovyet döneminde halk düşmanı olarak iftira ile Sibirya’ya sürgün edilen onlarca Özbek aydının birisidir. Kefensiz Gömülenler adlı romanında Sibirya’da geçen hapisteki hayatını anlatır. Yazar bu eseriyle Özbek edebiyatında hatıra-roman türüne yeni bir boyut kazandırdı. Bu roman dünyanın birçok diline çevirildi.

Ì Triloji: Bir yazarın, konu ve fikrî yapı olarak birbirini izleyen üç eseri, üçleme, triloji.

Ì Balad: Uyak örgüsü, uyak türü ve dize sayısı bakımından birbirinin aynı üç bent ve bir sunu ile başlayan yarım bentten oluşan koşuk biçimi, nazım türündeki bir masal.

Ì Mukanna: Muḳanna aslı Mervli Haşim ibn Hekim’in takma adıdır.

Ì Muḳanna isyanı: Muḳanna Merv’den Buhara’ya gelerek, kendini Tanrı ilan eder ve yeni bir din getirdiğini söyler. Ona tâbi olanlara beyaz elbiseler giydirir. Bu yüzden Muḳanna taraftarları “aḳkiyimliler”olarak adlandırılır. Miladi 776 tarihinde Muḳanna ve onun taraftarları Müslüman Arap yönetimine karşı ayaklanırlar. Tarihe bu olay “Muḳanna isyanı” olarak geçer.



BAĞIMSIZLIK DÖNEMİ ÖZBEK EDEBİYATI (1991’DEN GÜNÜMÜZE)



Ì 1991 yılının 31 Ağustos günü Özbekistan Sovyetler Birliğinden ayrılarak bağımsızlığını ilan eder. Özbekistan’ın tarihinde sosyal, siyasî, iktisadî ve manevî hayatında bütün olarak yeni bir devir başlar. Halkın siyasete ve dünyaya bakışında değişiklikler ortaya çıkar.

Ì Özbekistan’da devlet düzeni kökten değiştirilir. Demokratik anlayış temelinde hukuka dayalı bir devlet meydana getirilir. Bu değişim edebiyata da yansımıştır. Yazar ve şairler Sovyet devri ile ilgili hayatı, gerçekçi bir üslupla kaleme almaya başlar, Sovyet döneminde yasaklanan yazar ve şairin eserleri yeniden yayımlanır.

Ì Sosyal hayatta olduğu gibi edebiyat hayatında da demokrasi, açıklık, eleştirel bakış açısı kendini gösterir. Yazarlar özgür bir ortama kavuşurlar. Özbekistan bağımsız olunca yazarlar cemiyet hayatını anlatmada Sovyet dönemindeki baskıdan kurtuldular.

Ì Bu devirde, özellikle manzum eserlerde gelişmelere anında tepki vermek ve hakikate uygun eser yazmak eğilimi güçlendi. Sovyet devrinde insan hayatı üstünkörü bir şekilde gerçeğin üstü kapatılarak, süslenerek verilirdi. Oysa bağımsızlık devrinde hayatın hakikatleri bütün varlığı ile tasvir edilmeye başladı. Özbekistanın bağımsızlık meseleleri, memleket hayatını iyileştirme problemleri, sıradan insanı yüceltme gibi meseleler ön plana çıktı. Bu durum Abdulla Aripov, Érkin Vâhidov, Ḫalime Ḫudayberdiyeva, Rauf Parfi, Şevket Rahmân, Usmân Azim, Muhammed Yusuf, Ḫurşid Devrân, Cemâl Kemâl, Érkin Samandar, Barât Bâyḳâbilov, Aydın Ḫâciyeva gibi şairlerin eserlerinde açıkça görünmektedir. Şairler bağımsızlığı desteklemekteydiler.

Ì Yetenekli şair Muhammed Yusuf marifetçilik edebiyatının temsilcilerinden Turdi Farâġiy, Zevkî, Mahmur geleneklerini yeni devirde yeni ifade tarzıyla devam ettirmeye başladı.

Ì Şair Gulçéhra Corayeva ise bağımsız devletin filizlenmesi ve güçlenmesi için birleşmek gerektiğini “Birleşgen ozar” adlı şiirinde vurgulmıştır:

Ì Bağımsızlık devri şiirlerinde halkın millî özgürlük bilinci, geleceğe yönelik düşünceleri, uzak ve yakın geçmişten çıkarılması gereken sonuçlar samimiyetle yansıtılmıştır. Bu hususta Abdulla Aripov, Érkin Vâhidov, Azim Suyun, Usman Azim, Aydın Ḫâciyeva, Muhammed Yusuf, Şevket Rahmân, Ḫurşid Devrân ve diğer şairlerin 90’lı yıllardaki eserleri gösterilebilir. Bu şairlerin eserlerinde halkın mutluluklarını da kaygılarını da görülür.

Ì Bağımsızlık devri şiirlerinde Ḫalima Ḫudayberdiyeva, Aydın Ḫâciyeva, Tursunay Sâdiḳova, Gulçehra Corayeva, Ḫosiyat Bâbâmurâdova, Feride Afröz, Zülfiye Mominova, Zebâ Mirzayeva gibi şairler faal olarak görünürler. Onlar insan ve insanîlik, vicdan ve sadakat, vatanperverlik ve dostluk, ahlak-edep, sevgi-muhabbet hakkında bir dizi güzel eser yaratdılar.

Ì Şiirlerde kadınların iç dünyası ve hayatlarındaki değişiklikler kaleme alınmıştır. Özbekistan ḫalk şairi Ḫalima Ḫudâyberdiyeva Bağımsızlık dönemi edebiyatının en iyi kadın şairlerden biri olarak kabul edilir. Onun Bular vatan ḳâruvulları (Bunlar Vatan Koruyu- cuları), Hüda degen memleketni (Tanrı diyen memleketi), Uluġ kun kelmaḳda (Büyük gün geliyor), Yangi yil câmini işḳ bilan toldır (Yeni YılKadehini Sevgiyle Doldur) gibi şiirlerinde millî gelenek, görenek ve değerlerin toplum içerisindeki önemini vurgular. Şair Unutmang (Unutma) şiirinde vatan ve millet için kadınların yapabileceği fedâkârlığı anlatmaktadır:

Ì Bağımsızlık döneminde Özbek şiirinin öncelikli konuları millî hususiyetler çerçevesinde genişleyip, şiirlerin içeriği zenginleşip yeni yeni tasvir vasıtaları ile gelişir. Özbekistan’ın bağımsızlığına bağışlanan şiirler, kasideler ortaya çıkarmaya başlar.

Ì Bu dönem şiirlerinde dil ve üslup yönünden bir dizi yenilikler ortaya çıkmaya başlar. Şiir dili, halkın diline daha çok yaklaşır. Bu özellik çoğunlukla genç şairlere has bir durumdur. Bu devirde şarkı sözlerinde de ciddî değişmeler meydana gelir. Bu türkülerde vatan, bağımsızlık, halkın faziletleri ve büyük değişiklikler dile getirilir.

Ì Destan, manzum hikâye ve manzum roman gibi yeni zamanın ruhunu yansıtan liro-epik eserler de yazılmıştır. Örneğin, Azim Suyun’un Özbekistan, Hurşid Devrân’ın Vatan hakıda yetti rivayet, Âmân Metcan’ın Neden men, Hebib Sadulla’nın Cerâhat, İkrâm Atamurod’ın Uzaḳlaşgen aġrıḳ, Cânibek Subhân’ın Rahatsız ruh, Abdumacid Azim’in Serbân destanlarında yakın geçmiş olayları, sovyet devri faciaları, aydınlara yapılan işkenceler anlatılır.

Ì Bu dönem Özbek şiirlerinde geçmiş yıllara ait olaylar da ele alınır. Şairler halkın uzak ve yakın geçmişini derinlemesine tasvir etmeye çalışırlar. Geçmişte yaşanmış olayları tasvir etmede en büyük yenilik geçmişi anlatırken birtakım mecburiyetlerden kurtulmuş olmaktır.

Ì Abdulla Aripov’un Sâhibḳırân, Töre Mirzâ ve Asrâr Samad’ın Sahibḳırân Timur manzum dramları, Maruf Celil’in Sahibḳırân manzum hikâyeleri, Barât Bâyḳâbilov’un Hayret ül-Ahrâr, Duşen Feyzî’nin İmam al-Buhârî manzum romanları örnek olup, bu eserlerde geçmişe ait tarihî hakikatlerin birçok yönden ele alınıp işlendiğini görülür.

Ì Özbek şiiri bağımsızlık yıllarında yeni zamanın taleplerine uygun bir şekilde gelişir. Bu gelişmede tecrübeli, usta şairler ile birlikte edebiyata 80’li, 90’lı yıllarda atılan genç şairler de etkili olmuşlardır.

Ì Bağımsızlık yıllarına ait problemleri ifade etmede Adil Yakubov, Ötkir Hâşimov, Pirimḳul Ḳâdirov, İbrâhim Rahim, Naim Kerimov, İbrâhim Ġafurov, Ahmetcan Melibâyev, Ġaybulla Salâm gibi yazar ve bilimadamları gazetecilik (publitsistika) türünün imkânlarından rahat ve serbest bir şekilde yararlanırlar.

Ì Özbek dili ve onun devlet dili olması, bağımsızlık ve hürriyet meseleleri, millî örf ve adetler hakkında nitelikli eserler dönemin gazete ve dergilerinde de yer alır.

Ì Adil Yakubov’un Nevröz arafasidegi oylar, Mürüvvetni unutmeylik, Ḳışlâḳdegi fâcia, Nemengen tâmânlerde, Ḳaçân âdam bolamiz, Til deryâ, deryânı asraylik gibi sosyopolitik makaleler konunun güncelliği, gerekçelerin sağlamlığı, ifadenin ağırlığı ve müellif yeteneğinin yüksekliği ile okuyucuların hoşuna gider.

Ì Bu devirde halkın uzak ve yakın geçmişi hakkında Maveraünnehir, Turan melikesi (Mirmuhsin), Âna lâçin vidâsi (Pirimḳul Ḳâdirov), İbn Sinâ, Berunî (Maḳsud Ḳâriyev), Emir Timur (Böribây Ahmedov) gibi romanlar yaratılmıştır. Bu eserlerin büyük bir kısmı tarihî-biyografik tür özelliği taşırlar.

Ì Bu romanların çoğunda bazı tarihî şahsiyetler değil, belki, genel olarak halk tarihi işlenir. Bu durum Tâġay Murâd’ın Bâbâmden ḳâlgen deleler (Babamdan Kalan Tarlalar,) romanında özellikle gözükmektedir. Romanda halkımızın son 130 yıllık tarihi anlatılmış olup Sovyetlerin sömürgecilik siyaseti açığa vurulmuştur. Bu sosyal-siyasî romanda hayatın hakikatleri doğru ve etkili bir şekilde gösterilmiştir. Romanda halkın bağımsızlığa erişinceye kadar geçirdiği zor hayat şartları tasvir edilmiştir.

Ì Bu devir Özbek romancılığında yakın geçmiş hakkında yazılan eserler de çoktur. Şükrüllah’ın Kefensiz Gömülenler, Adil Yaḳubov’un Adalet Menzili, Ölmes Ümerbekov’un Fâtima ve Zuhra, Şükür Ḫâlmirzayev’in Alaböci, Ötkir Hâşimov’un Tüşte kéchken ümrler (Rüyada Geçen Ömürler), Mirmusinin İlân öçi (Yılanın öcü), Âmân Muḫtâr’ın Tépelikdegi ḫerâba, Uçḳun Nazarov’un Akrep yılı, Murâd Mansur’un Ayrılık diyarı, Tâġay Murâd’ın Bu dünyâde ölib bolmeydi gibi romanlar örnek gösterilebilir.

Ì Şükür Ḫâlmirzayev’in Âlaböci romanında hayatda hızla yayılan adaletsizlik, manevî bozukluk ustaca tasvir edilmiştir. Roman halkın son bir asırlık tarihine dair karakteristik olaylar hakkındadır. Romanda yazar Surḫân ülkesinin tabiatını mahirane bir şekilde tasvir etmiştir.

Ì Uçḳun Nazarov’un “Akrep yılı” eseri de 90’lı yıllar Özbek romancılığının başarılı eserleri arasındadır. Romanda halkın Rus işgali devrindeki hayatı ele alınmıştır.

Ì Bağımsızlık dönemi edebiyatında tiyatro da önemli yer tutar. Bu devirde yazılan sahne esrlerinin çoğunluğu toplum hayatını yeniden düzenlemeye ve bağımsızlık ile ilgili çeşitli olayları anlatmaya yönelmiştir. Halkın geçmişini istiklâl fikri etrafında anlatan bir hayli eser yazılır.

Ì Bağımsızlık sebebiyle Emir Timur’a olan münasebet değişir. Onun büyük tarihî hizmetleri ön plana çıkartılır. Bu alanda özellikle tiyatrocular daha aktiftir: Abdulla Aripov’un Sahibḳırân, Adil Yakubov’un Fâtihi muzeffer yahud bir periveş esiri, Töre Mirzâ ve Esrâr Semed’in Sahibḳırân Timur gibi eserleri bu yeni dönemin yaklaşımını temsil eder. Töre Mirzâ ve Esrâr Semed’in “Sahibḳırân Timur” dramında Emir Timur’un büyüklüğü, bilgeliği ön plana çıkartılır.

Ì Bağımsızlık devrinde yazılan Celâliddin Mengübérdi, Ecdâdler ḳılıçı (Érkin Semender) Ḳâra kemer (Şükür Ḫâlmirzayev), Aḳpeder (Usman Azim), Zehiriddin Muhammed Bâbür (Z. Muhiddinov, M. Hamitov), Beşer allâmesi (N. Abdulla), Piri kâinât (H. Rasul) gibi tiyatro eserlerinde geçmiş hayat ve ulu ecdatların hayatları yeni bir anlayış ve yaklaşımla işlenir.

Ì Bağımsızlık devrinde Özbek edebiyatı, sosyalizm baskısından kurtulup hayatını yeniden, özgürce devam ettirme yoluna girmiş ve bu yolda başarılı eserler vermiştir.
 
Üst