AÖF DERS NOTLARINA HOŞ GELDİN!

Ders notlarına erişmek için lütfen ücretsiz kayıt olunuz.

Ücretsiz Kayıt ol!

VİZE Temel Veteriner Fizyoloji Vize Ders Notu

Administrator
Yönetici
Mesajlar
255
Tepkime puanı
24
Puanları
18
TEMEL VETERİNER FİZYOLOJİ

ÜNİTE -1 FİZYOLOJİYE GİRİŞ, TEMEL KAVRAMLAR

Histoloji Dokuları,
biyokimya; hücrede gerçeklen biyokimyasal olayları.

Patoloji; doku ve organlarda meydana gelen düzgüsel dışı durumları.
Biyoloji; yaşayan canlıları.
Anatomi; canlıların şekil ve yapılarını inceleyen bilim dallarıdır.
Canlıda meydana gelen canlılık olayları ile organların ve sistemlerin fonksiyonlarını fizyoloji bilim dalı inceler. Kanın yapısı ve işlevleri, böbreklerin fonksiyonları, solunum tipleri, ürinasyonun sinirsel denetimü qibi mevzular fizyolojinin incelediği mevzular olup kıkırdak doku ve bağ doku gibi dokuların yapısını inceleyen bilim dalı histolojidir.
Hücre zarından madde alışverişinde kullanılan eylemsiz taşıma yolları;
-difüzyon,
-osmoz,
-filtrasyon
-diyalizdir.
Endositoz; büyük parçacıkların özelleşmiş kanallarla hücre içine alınması, fagositoz; çoğu zaman vücuda yabancı iri moleküllerin nötrofil ve makrofaj gibi müdafa hücreleri tarafınca hücre içine alınmasıdır.
Beş karbonlu bir şeker olan deoksiriboz ile adenin, guanin, sitozin ve timin bazları deoksiribonükleik asitin (DNA) yapısını oluşturur.
Ribonükleik asitte (RNA) beş karbonlu bir şeker olan riboz ile adenin, guanin, sitozin ve urasil bulunur. Timin bazı bulunmaz.
Ribozom oluşumunda ribozomal RNA (rRNA) vazife alır, hücre içinde bilgi taşıya ve hormon şeklinde tesir icra eden haberci RNA (mRNA), protein sentezi için lüzumlu aminoasitleri taşıyan taşıyıcı RNA (tRNA)'dır. Toplam üç çeşit RNA vardır.
Kromozom sayısı insanda 46, köpekte 78 ve sığırda 60’dır.
Ribozomlar rRNA’nın taşıdığı aminoasitler ile mRNA’nın sağladığı genetik data yardımıyla protein sentezinin yapıldığı organellerdir.
Salgı icra eden hücrelerde gelişmiş olarak bulunan organel golgi aygıtı olup, endoplazmik retikulumdan ayrılan kesecikler burada işlenir.
Kılcal kan damarlarında ve böbrek glomeruluslarında hidrostatik basınç (kanın sıvı kısmının yaptığı basınç) farkı sebebiyle gerçekleşen madde transportunda filtrasyon olayı rol oynar.
Kılcal damarlardaki onkotik basınç (kolloid osmotik basınç) kanda bulunan proteinlerince oluşturulur, kan proteinleri hücre zarından geçemez, kılcal damarlarda kanın sıvı kısmının yaptığı basınç hidrostatik basınçtır. Kan proteinlerinin oluşturduğu onkotik basınç ve kanın sıvı kısmının yaptığı basınç sayesinde kılcal damarlarda madde alışverişi gerçekleşir.
Hipertonik solüsyonların çözünmüş madde miktarı fazla olduğundan alyuvarlar su kaybeder ve büzüşür, izotonik solüsyonlarda çözünmüş madde miktarı hücredeki madde miktarı ile aynı olduğundan madde giriş çıkışı olmaz, hipotonik solüsyonların ise çözünmüş madde miktarı hücredekinden azdırve hücre su alarak şişer ve patlar.
Herhangi bir zardan difüzyon kanalıyla çözünmüş kristaloidlerin geçmesine diyaliz adı verilir.
Hemodiyaliz, böbrek yetmezliği olan hastalarda böbrek fonksiyonlarını yerine getiremediği için vücutta biriken sıvı ve artık maddelerin kandan uzaklaştırılmasında kullanılır.
Osmoz; suya geçirgen, katı maddelere geçirgen olmayan bir zardan yüksek konsantrasyondan düşük konsantrasyona suyun hareketi olayıdır.
Nörotransmitter maddeler endositoz yoluyla hücre içine alınıp, fonksiyon gösterirler.
Hücre içinde sentezlenen hormon ve enzimler hücre dışına ekzositoz yoluyla verilir.
Difüzyon çok yoğun ortamdan az yoğun ortama madde transportudur, difüzyon enerjiye gerekseme duymaz, maddelerin hücre dışına atılması ekzositoz vakasıdır, aktif taşıma enerjiye ihtiyaç duyar, sodyum-potasyum pompası ile kalsiyum pompası ise etken taşımaya örnektir.
Sıvıların katı maddeler tarafından içine çekilmesi vakasına imbibisyon adı verilir, katı maddelerin sıvılar içinde çözünmeden dağılması ile süspansiyon kaynaklanır, süspansiyon ışığı karşı tarafa geçirmez (Tyndall vakaı), bir sıvının başka bir sıvı içerisinde çözünmeden oluşturduğu karışım emülsiyondur.
Aktif taşımada taşıyıcı bir protein vazife alır, taşınacak molekül taşıyıcı protein ile bir kompleks oluşturur, molekül-taşıyıcı protein kompleksi bir enzim aracılığıyla ve ATP kullanılarak ayrılır, molekül-taşıyıcı protein kompleksinin ayrılmasında enerji kullanılır, taşıyıcı protein molekülden ayrıldıktan sonrasında başka moleküllerin taşınmasında kullanılır.
Zeytinyağının su ile karıştırılmasıyla oluşan karışım, bir sıvının başka bir sıvı içinde çözünmeden bulunması (emülsiyon) vakasıdır.
Nükleus ve sitoplazma birlikte hücreyi oluşturur, hem nükleus hem de sitoplazmanın çevresi membranla çevrilidir, canlıda metabolik vakaların cereyan ettiği yere ise protoplazma adı verilir.
Yağ hücreleri dışında hücrelerin %75-80’i sudan kaynaklanır.
Hücre zarında lipit katmanı etrafında bulunan protein kümeciklerine integral proteinler denir, hücre zarında bulunan porlar vesilesiyle madde transportu gerçekleşebilir, su ve suda erimiş maddeler hücre zarının lipit katmanından geçemezler.
Hücrenin kimliğini belirleyerek antijen-antikor birleşmelerinde vazife alan madde karbonhidratlardır. Hücrenin dış yüzeyini saran karbonhidrat katman glikokaliks adını alır.
Hücre membranı;
-protein (%55),
-kolesterol (%13),
-fosfolipit (%25),
-karbonhidratlar (%3),
TEMEL VETERİNER FİZYOLOJİ

ÜNİTE -2 KAN FİZYOLOJİSİ

KanPlazma ve hücrelerden oluşan yaşam için vazgeçilmez bir sıvı olup, hücrelerin beslenmesi, vücut ısısının düzenlenmesi, su ve elektrolit dengesinin sağlanması, gıda maddelerini dokulara taşımak, dokularda oluşan metabolik atıkları uzaklaştırmak, hormonları hedef dokulara taşımak benzer biçimde çok sayıda görevi vardır.


İnsan ve memeli hayvanların eritrositleri (alyuvarları) çekirdeksiz, kanatlı ve sürüngenlerin eritrositleri ise çekirdeklidir.


Keçi, geyik, ceylan benzer biçimde hayvanlarda eritrositlerin çapı çok minik buna rağmen sayıları fazladır.


Alyuvarların yaşam süreleri 120 gündür, geviş getiren hayvanlarda hemal lenf yumruları da eritrosit üretir, ağ benzeri iç yapılarından dolayı genç eritrositlere retikülosit adı verilir, kırmızı kemik iliği temel eritrosit yapım yeridir, alyuvar sayısının arttığı durumlarda retikülosit sayısı artar.


Eritropesiste; vitamin Be, folik asit, riboflavin (vitamin B , vitamin B vazife alır, vitamin K vazife almaz.


Vücudun savunmasında görevli hücreler akyuvarlar (lökosit)’dır. Eritrositler (alyuvar) oksijen ve karbondioksit benzer biçimde gazların taşınmasında, kan pulcukları (platelet) ise pıhtılaşma olayında görevlidir.


Iç ortamın belirli sınırlar içinde değişmez tutulmasına homeostasis adı verilir.


Kan, plazma ve hücrelerden oluşmuştur, üç çeşit kan hücresi (alyuvar, akyuvar, kan pulcuğu) vardır, kana kırmızı rengini hemoglobin molekülü verir, kanın %40 kan hücreleri, %60’ı plazma tarafından oluşturulur, kanın özgül ağırlığı idrardan yüksektir.


Antikoagulant eklenmiş bir kan santrifüj edilirse altta hücreler üste sarı renkli bir sıvı kaynaklanır. Bu sıvıya plazma adı verilir.


Antikoagulant maddeler kanın pıhtılaşmasını önleyen maddelerdir. En çok kullanılanları EDTA, heparin, sodyum sitrat, hirudin, dikumarol, okzalatve florit tuzlarıdır.


Hematokrit kıymet; kan hücreleri hacminin toplam kan hacmine oranıdır.


Antikoagulant ilave edilmiş bir kan santrifüj edilirse kan, hücreler ve plazmaya ayrışır. Hücrelerin en alttan üste doğru çöküş sırası eritrositler, Iökositler ve plateletlerdir.


Kanın sıvı kısmı azaldığında hematokrit kıymet artar, kanın sıvı kısmı arttığında hematokrit değer azalır, anemilerde hematokrit kıymet azalır, kusma ve dairede (ishal) hematokrit değer artar.


Alyuvar sayısının normalden az olması anemi (kansızlık), normalden fazla olması ise polisitemi olarak adlandırılır.


Albumin, globulin ve fibrinojen kan proteinlerindendir.


Kanın osmotik (onkotik) basıncı albumin tarafınca oluşturulur, kanın osmotik basıncı azalırsa dokular arasına normalden fazla sıvı çıkar, kan proteinlerinin bireşim yeri karaciğerdir, fibrinojen ise pıhtılaşma faktörlerinden olup pıhtılaşma mekanizmasında görevlidir, normalden fazla sıvının dokular içinde birikmesine ise ödem adı verilir.


Kötü huylu tümörler, gebelik, karaciğer ve böbrek hastalıkları, romatizma, tüberküloz benzer biçimde durumlarda sedimentasyon hızı artar. Fakat sinirsel hastalıklarda hız değişmez.


Alyuvar sayısının yada hemoglobin miktarının yada her ikisinin birden azalmasıdır, anemiler alyuvarların çaplarına bakılırsa makrositer, mikrositer ve normositer olarak sınıflandırılır, anemiler alyuvarların ihtiva ettiği hemoglobin miktarına göre hiperkrom, hipokrom ve normokrom olarak sınıflandırılır, kanın genel miktarının azalmasına oligemi adı verilir, insanlarda B vitamini eksikliği sonucu pernisiyöz anemi meydana gelir.


Hemoglobin kana kırmızı rengini veren bir kromoproteindir, dört tane hem globin ile birleşerek hemoglobini oluşturur, hem molekülündeki demir ferrik duruma geçerse methemoglobin kaynaklanır, methemoglobine bağlı oksijeni canlılar kullanamaz.


Hemoglobin oksijenle oksihemoglobin, karbondioksitle karbominohemoglobin bileşiğini oluşturur, iki tepkimede geri dönüşümlüdür (hemoglobinin fizyolojik bileşikleri).


Nitrit ve nitratlarla zejıirlenmelerde methemoglobin, sülfonamidlerle zehirlenmelerde sülfohemoglobin, karbonmonoksitle zehirlenmelerde karboksihemoglobin doğar (hemoglobinin patolojik bleşikleri).


Yaşlı alyuvarlar dalak, karaciğer şeklinde organlarda makrofajlar tarafından parçalanırlar, alyuvar parçalanınca hemoglobinde parçalanır, hem ve globine ayrılır, demiri ayrılan hem molekülü bilirubine çevrilir, kan kanalıyla karaciğere gelen bilirubin glukuronid ile birleşerek safraya verilir, safra ile bağırsaklara getirilen bilirubin ürobilinojene çevrilir.


Glukuronid ile birleşmemiş bilirubin böbrekten atılamaz ise vücutta göz sclerası ve müköz membranlar sarı bir renk alır, bu duruma sarılık (icterus) adı verilir.


Alyuvarların membran bütünlüğünü kaybederek içlerindeki hemoglobinin dışarı çıkmasına hemolizis adı verilir.


Damar bütünlüğünün bozulması durumunda kan kaybı anemisi şekillenir, kemik iliğinde meydana gelen tahribat aplastik anemiye yol açar, demir, bakır, B12 vitamini, folik asit eksikliğinde olgunlaşma yetersizliği anemisi ortaya çıkar, mide ve akciğer parazitleri kan kaybı oluşturarak anemiye yol açarlar, kan parazitleri hemolitik anemiye sebep olur.


Canlının haiz olduğu kanın 1/1O’unun alınması canlıya zarar vermez.


Karaciğerin pıhtılaşma faktörlerinin sentezi, fötusta alyuvar yapımı, yaşlanmış alyuvarların yıkımı, safra yapımı, protein sentezi şeklinde görevleri vardır, insülin sentezi pankreas tarafınca gerçekleştirilir.


TEMEL VETERİNER FİZYOLOJİ

ÜNİTE-3 KAN DOLAŞIMI

Kalbin bir pompa gibi çalışarak, temiz kanı damarlar vesilesiyle tüm vücuda göndermesini ve kirlenen kanı yine kalbe getirmesini, kalpten de temizlenmek üzere akciğerlere götürmesini elde eden sistem kardiyovasküler (dolaşım, kalp-damar) sistemdir.


-Aort, temiz kan,

-Arteria pulmonalis, kirli kan,

-Vena kava, kirli kan,

-Vena pulmonalis, temiz kan taşır.


Memelilerde kalp dört odacıklıdır, kalbin dış yüzü perikard denilen bir zarla örtülüdür, seröz perikardın viseral ve parietal kısmı vardır, kalbin iç yüzeyini örten zar endokard’dır, perikard ile kalp içinde kayganlaştırıcı sıvı bulunur.


Kalpte sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında triküspidal kapak, sol kulakçık ile sol karıncık içinde biküspidal (mitral) kapak, sol karıncık ile aortun başlangıcı içinde aortik semilunar kapak, sağ karıncık ile arteria pulmonalisin başlangıcı içinde pulmoner semilunar kapak bulunur.


Hormonların hedef doku ve organlara taşınması, yapıtaşlarına ayrılmış besin maddelerinin gerekli bölgelere taşınması, metabolik artıkların boşaltım organlarına taşınması, ısının tüm vücuda yayılması dolaşım sisteminin görevlerinden olup kanın süzülmesi boşaltım sisteminin görevidir.


Memelilerde kalbin yapısı incelendiğinde iki kulakçık (sağ ve sol kulakçık), iki karıncık (sağ ve sol karıncık) olmak üzere dört odacıklı olduğu görülür. Sağ kulakçığa vena kavalar girerken, sağ karıncıktan arteria pulmonalis çıkar.


Memeli kalbinde akciğerlerden gelen temiz kanı sol kulakçığa ileten vena pulmonalis, sol Kalpte sinoatriyal düğümden doğmuş ihtarmlar kulakçıklara yayıldıktan sonra atriyoventriküler düğüme geçer, atriyoventriküler düğüme ulaşan uyarımlar his demeti, his demeti dalları ve purkinje lifleriyle karıncıklar içine kadar yayılır ve kalp kasılması gerçekleşir.


Kanın içinde bulunmuş olduğu aort ve arter çeperlerine yaptığı basınca kan basıncı (tansiyon) denir.


Kan basıncını kalbin sürekli atışı, damarın oluşturduğu direnç, arter elastikiyeti, damarlar içinde bulunan kan oluşturur. Her bir sistolde oluşan damar dalgalanması nabızı meydana getirir.


Sistolik ve diyastolik tansiyonnın normalin üstüne çıkmasına hipertansiyon denir.


Pompalanan kan miktarının artması ve periferik damar direncinin artması tansiyonnın artmasına yol açarak hipertansiyon oluşturur.


Böbreklere bağlı bozukluklar renal hipertansiyona sebep olur.


Sistolik ve diyastolik tansiyonnın düzgüsel değerlerin altına düşmesine hipotansiyon adı verilir.


Hipotansiyon

sebebi bilinmeyen (esansiyel) hipotansiyon, vaziyet hipotansiyonu ve ikincil hipotansiyon olarak üçe ayrılır. Yüksek ateş, kan kaybı, şok, tüberküloz, enfarktüs şeklinde durumlar sonucu ikincil hipotansiyon gelişir. Böbrek bozukluklarında renal hipertansiyon gelişir.


Kalbin her bir atımda kasılması (sistoi), gevşemesi (diyastol) ve dinlenmesini içeren sürece kalp siklusu denir.

Karıncıkların her bir sistolünde fırlatılan kan miktarına atım hacmi, bir dakikada karıncıktan pompalanan kan miktarına ise dakika hacmi (kalp debisi) adı verilir.


Birinci ses sistol, ikinci ses diyastol evresinde doğar, karıncık sistolünde kapanan atriyoventriküler kapaklar birinci sesin oluşumunda rol alır, birinci sesin oluşumunda, karıncık sistolünde kapanan semilunar kapaklarda rol oynar, ikinci ses karıncık diyastolünde fırlatılan kanın geri dönmesini önlemek için kapanan semilunar kapaklar tarafından oluşturulur, ikinci sesin oluşumunda mitral kapakta rol alır.


Kalp enerjisinin çoğunu yağ asitlerinden karşılar, bununla beraber daha azca olarak glikoz, laktat, keton cisimlerini de kullanır.


Kalbin oksijen ihtiyacı diğer organlardan fazladır ve kalbin gereksinim duyduğu enerji aerobik yoldan sağlanır.


Sempatik sinir kalp atım sayısını artırır, sempatik sinir kalbin pompalama gücünü artırır, parasempatik sinir daha çok sinoatriyal düğüm üzerine etkilidir, parasempatik sinir kalp atım sayısını azaltır, parasempatik sinir kalbin kasılma gücünü azaltır.


Arterler venalar benzer biçimde kapakçık taşımazlar, arterlerin çapı kalpten uzaklaştıkça küçülür, en büyük çaplı arter aorttur, arterler taşıdıkları kolajen tabaka sayesinde elastik yapıya haizdir, arterler vücudun dış yüzeyine en uzak olan damarlardır.


Nedenlerine bakılırsa şok, hipovolemik, travmatik, anaflaktik, septik ve kardiyojenik olmak üzere beşe ayrılır. Çeşitli alerjenlerin vücutta alerjik bir reaksiyon oluşturmasıyla ortaya çıkan şok çeşidi anaflaktik şoktur.


Kan yahut kanın sıvı kısmının kaybedilmesi durumunda meydana gelen şok hipovolemik şoktur. Kalbin pompalama gücünün azalması sonucu kardiyojenik, vücuttaki genel enfeksiyonlar sonrası septik şok gelişir.


Kan basıncının düzenlenmesinde görevli kardiyoregülatör ve vazomotor merkezler beyin sapında bulunur.

Kan basıncını belirli bir dengede tutmak amacıyla kan damarlarının çapını daraltıp genişleten merkez vazomotor merkezdir.


Kardiyoregülatör merkez kalbin atım sayısı, kasılma gücü ve mesaj sistemini etkileyerek tansiyonun düzenlenmesine destek sağlar. Fakat vazodilatasyon (damar genişlemesi) vazomotor merkez tarafından denetim edilir.

TEMEL VETERİNER FİZYOLOJİ

ÜNİTE-4 SOLUNUM VE BOŞALTIM SİSTEMİ

Ekspirasyon olayında kostaların ağırlığı ve çarpık dizilişi, karın kaslarının gerginliği, akciğerin elastikiyeti, kosta kıkırdaklarının çarpık dizilişi şeklinde faktörler rol oynar. Diyaframın kasılması inspirasyon olayında etkilidir.


Burun boşluğu, farenks, larenks, trachea, bronş, bronşiyol ve akciğer alveolleri solunum ile ilgili yapılardır.


Farenks, solunum ve sindirim sisteminin ortak noktası olan yapıdır.


İnspirasyon nefes almadır, inspirasyon mekanizmasında diyaframın kontraksiyonu ile kostaların öne ve yukarı hareketi etkilidir, diyaframın kasılmasıyla olan solunuma abdominai (diyaframatik) solunum denir.


Egzersiz sonrası; solunum sayısı ve derinliği artar, kanda karbondioksit basıncı azalır, oksijen basıncı artar böylece hyperpnea sonu apnea oluşur, solunum merkezi yeterince uyanlamaz.


Adli tıpta yavrunun ölü doğup doğmadığının tespit edilmesinde rezidüel hacimden yararlanılır. Yavru doğduktan sonrasında ölmüşse (nefes alıp) suya konan akciğer batmaz. Rezidüel hacim, yapılabilecek en güçlü ekspirasyondan sonrasında akciğerlerde kalan hava miktarıdır. Rezidüel volüm spirometre ile ölçülemez.


Normalde pasif olarak gerçekleşen ekspirasyon olayı öksürme, havlama, böğürme ve güç solunum benzer biçimde durumlarda etken olarak gelişir.


Solunum tiplerinden olan polypnea; çabuk, yüzeysel ve kesik kesik yapılan solunum, apnea; solunumun geçici bir süre durması, eupnea; istirahat halinde yapılan solunumdur.


Hyperpnea; solunum sayısı veya derinliğinin yada her ikisinin birden artmasına verilen isimdir.


Akciğer delinmesi veya göğüs kafesi travmalarında plöyral boşluğa hava girmesine pneumothoraks adı verilir.


Sürfectan alveol duvarında bulunan özel hücrelerce üretilir, yapısı yağ ve karbonhidratlardan kaynaklanır.


Alveollerin kollabe olmasını önler, alveollerde yüzey gerimini azaltır böylece alveol boşluğuna gereğinden fazla sıvı geçişini önler.


Dolaşım kanında veya alveollerde oksijen basıncının düşüklüğünde hipoksik hipoksi şekillenir.


Dinlenme halinde meydana getirilen solunum abdominai tiptedir, abdominai tip solunumda karın kaslarının hareketi belirgindir, dyspnea bazı hastalıklarda görülen güç solunum çeşididir, astımda güç solunum görülür, bronşların daralması ile bronşial astım meydana gelir.


Solunum fonksiyonlarının tespiti amacıyla akciğer hacim ve kapasitelerinin ölçümünde kullanılan araç spirometredir.


Kuvvetli meydana getirilen bir inspirasyon sonunda akciğerlerde mevcut hava miktarı total akciğer kapasitesidir. Vital kapasite ile rezidüel kapasite toplamı total akciğer kapasitesini verir.


Anemik hipoksi, kanda hemoglobin azlığında kaynaklanır, histotoksik hipokside, toksik etkenlerle hücre metabolizması bozulur, böylece hücre mevcud oksijeni kullanamaz, stagnant hipoksi ise dolaşım durgunluğu sonucu vücudun bir kısmına yada tüm bunlarna giden kan miktarının azalmasıdır.


Hipoksik hipoksi-Pneumoni, astım, anfizem, Anemik hipoksi-Anemi, karbonmonoksit zehirlenmesi, kan kayıpları, Stagnant hipoksi-Kalp yetmezliği, Histotoksik hipoksi-Siyanür zehirlenmesi gibi durumlarda görülür.


Siyanosiste; deri ve mukozalar mavimsi renge dönüşür, kanda indirgenmiş hemoglobinin normalin üstüne çıkması ile doğar, indirgenmiş hemoglobin 100 mİ kanda 5-6 gr’ın üstünde olursa siyanosis görülür, anemik ve histotoksik hipokside siyanosis görülmez, stagnant ve hipoksik hipokside siyanosis görülür.


Derinden su yüzeyine hızlı çıkışlarda erimiş halde bulunan azotun birden gaz kabarcıklarına dönüşmesiyle ortaya çıkan konum dekompresyon hastalığı (vurgun)’dır.


Kabarcık haline geçen azot vücuttan yeterince atılamadığı için özellikle sinir sisteminde birikerek şiddetli ağrılara sebep olur.


Pneumotaxic, apneustic, inspirasyon ve ekspirasyon merkezleri solunumun sinirsel kontrolünde görev alırlar.


İnspirasyon merkezi kendiliğinden ritmik ihtarmlar oluşturarak solunum kaslarına ihtarcı im- pulslar gönderir.


İnspirasyonda havayla dolan akciğerlerdeki basınç değişimlerini idraklayan ve bunları apneustic merkeze bildiren sinir n.Vagustur.


Böylece akciğerlerin havayla gereğinden fazla şişmesi önlenir (Hering-Breuer refleksi) ve ekspirasyon vakaı başlatılır.


Yumurtlayan hayvanlarda protein metabolizması son ürünü olan madde ürik asittir.


Filtrasyon-böbreklerde kanın süzülmesi, sekresyon-vücut için lüzumlu olmayan yahut zararlı olan maddelerin kandan tubul sıvısına verilmesi, rezorbsiyon-kan süzüldükten sonra gerekli maddelerin geri emilmesidir.


Proksimal tubulden; suyun 7/8’i eylemsiz olarak emilir, süzüntüde bulunan sodyum bikarbonat, karbondioksit olarak tubul hücresine girer, glikozun tamamı etken olarak emilir, monohidrojen fosfat ve dihidrojen fosfat 4/1 oranında emilir, potasyumun ise tamamı geri emilir.


Henle kulpunda sodyum aktif olarak emilir, çıkan henlede klor etken olarak doku arasına geçer, inen henle suya çok geçirgen katı maddelere az geçirgendir.Ek olarak henle kulpunda idrar su kaybederek konsantre olur.


Distal tubullerde sodyumun emilmesi aldosteron hormonu etkisiyle olur, sodyumun 1/8’i geri emilir, bunu pasif olarak klor izler, potasyum tubul sıvısına verilir, bikarbonat emilimi yapılır, meydana gelen amonyak süzüntüye geçer.

-öteki lipitler (%4)’den meydana gelmiştir.
 
Üst