Moderator
- Mesajlar
- 419
- Tepkime puanı
- 28
- Puanları
- 18
Tarihsel Toplumsal Edebi Şartlar
Tanzimat döneminden itibaren edebiyatımız batı etkisi altında gelişme göstermiştir.
23 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki’nin baskısıyla Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe girer.
II. Meşrutiyet dönemi boyunca otuza yakın siyasi parti kurulmuş ve beş defa seçim yapılmıştır.
Cumhuriyet öncesi dönemde etkili olan düşünce akımları Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık (Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet, şiirleriyle bu akıma destek olmuşlardır) olmuştur. II. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında etkili olan Osmanlıcılık akımı da bazı aydın çevrelerinde taraftar bulmuştur. Osmanlıcılık akımı Balkan Savaşlarından sonra etkisini yitirmiştir.
Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad adlı dergiler, Sultan Abdülhamid’in de desteğiyle İslamcılık akımının yaygınlaşmasında etkili olmuştur.
Cumhuriyet döneminde de çok etkili olan Türkçülük akımının temel esasları;
Dilde Türkçülük, estetik Türkçülük, ahlaki Türkçülük, hukuki Türkçülük (demokratik halk hükûmeti kurma düşüncesi), dini Türkçülük (Türkçe ibadet taraftarıdırlar), ekonomik Türkçülük (karma-ekonomik düzen), siyasi Türkçülük (halkçı ve Türkçü politikaların desteklenmesidir), felsefi Türkçülük…
Trablusgarp Savaşı ve hemen ardından Balkan Savaşlarında verilen ağır kayıplar edebiyatımızın tematiklerinin kaynağını oluşturmuştur.
II. Meşrutiyet Dönemi Biçim ve Dil
Milli Edebiyat akımı Türkçülük ve uluslaşma çabalarının ürünü olarak dikkate çekmektedir. Bu dönemde yazı diliyle konuşma dili arasındaki mesafe kapanmaya başlamıştır.
Milli Edebiyat ≡ milli dil
Dilde sadeleşme cumhuriyetin ilanından önce meyve vermeye başlamış olan bir akımdır. Ömer Seyfettin, Refik Halit, Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri’nin erken dönem eserleri edebiyatımıza bu çerçevede katkı yapmıştır.
Aruz / Hece tartışmaları bu dönemde dikkat çeken bir diğer konudur. Mehmet Emin Yurdakul 1898’de yayımladığı Türkçe Şiirler adlı eseriyle bu yönde ilk adımı atan isimdir.
Şiirde ferdi duyguların öne çıkması Edebiyat-ı Cedide’den itibaren artarak devam eder.Erken dönemde ferdi temalarda milli temalar, aynı söylem içerisinde, iç içedir (Ahmet Haşim müstesna).
Cumhuriyet öncesi dönemin savaş şiirleri;
Abdülhak Hâmid’in İlhâm-ı Vatan, Fâik Âli’nin Elhân-ı Vatan, Nigâr Hanım’ın Elhân-ı
Vatan, Ali Ekrem’in Ordunun Defteri, Mehmed Ali Tevfik’in Turanlı’nın Defteri,
Mehmed Emin’in Ordunun Destanı, Zafer Yolunda, Halid Fahri’nin Cenk Duygularıadlı kitaplarıdır.
İsmi verilen bu kitapların dışında Abdülhak Hamid’in Girit İçin, İlham-ı Nusret, Cenap Şahabettin’in Hilal-i Giryan, Emin Bülent’in Kin, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine başlıklı şiirleri, Bülbül, Mithat Cemal’in Kuvvete, Orhan Seyfi’nin OrduKafkasya’ya Girince, Yusuf Ziya’nın Kafkasya’dan Kalanlara, Yahya Kemal’in 1918adlı şiirleri yine savaş konuludur.
Meclis’in Ankara’da açılmasıyla birlikte edebiyatta Anadolu ilgisi artmaya başlar. Halk, millet, memleket, vatan ve çağdaş medeniyet kavramları dönem edebiyatının başlıca kavramları ve konuları arasında yer alır.
Devrim tarihinin en hızlı dönemleri edebiyat tarihimiz açısından da bir hayli dinamiktir. Mehmet Kaplan’ın yakıştırmasıyla bu dönem edebiyatı destani ruh taşımaktadır.
Milli Şef döneminde Tercüme Dergisi’nin etkinliği dikkate değerdir.
Ünite 2
1920-1940 Arası Türk Şiiri
İstiklal Harbi’nden çıkmış ve yeni bir Cumhuriyet kurmuş olmanın coşkusu şiirde kendini hissettirir. Bu durum eskiyi reddediş ve yeniye övgü şeklinde tezahür eder.
Bu dönemde eser veren şairler ve eserleri;
Hüseyin Siret: Bağbozumu (1928), Kıvılcımlı Kül (1937)
Süleyman Nazif: Malta Geceleri (1924)
Mehmet Behçet: Buhurdan (1925)
Fazıl Ahmet Aykaç: Kırpıntı (1924)
Neyzen Tevfik: Azab-ı Mukaddes (1924)
Halil Nihat Boztepe: Ayine-i Devran (1924), Mahitab (1924), Ağaç Kasidesi (1947)
Rıza Tevfik: Serab-ı Ömrüm (1934)
Samih Rifat, şiirleri kitaplaşamasa da gazete ve dergilerde bu dönemde yayımlanan eserleriyle dikkat çekmiştir.
Mehmet Emin’in Mustafa Kemal (1928) ve Ziya Gökalp’in Altın Işık adlı eserleri dönemin edebi ortamında yankı bulmamış eserler arasındadır.
Ortak noktaları aruz vezninde ısrar olan Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Mehmet Akif, bu dönemin en güçlü şairleridir.
Mehmet Akif Ersoy
Hamasi edebiyatın Namık Kemal’den sonraki temsilcisidir.
Şiirinin özellikleri;
Şiirlerindeki doğallık, şiirlerinde konuşma diline yaklaşması, gerçekçi tasvirlerle çarpıcı ve alışagelmemiş metaforların bir arada kullanılmasıyla elde edilen orijinal imgeler, vezin ve kafiye konusundaki başarısı, şiirindeki diyalog tekniği, mesaj yüklü dizeleriyle elde ettiği öğretici etki.
Eserleri;
Safahat (1911)
Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
Hakkın Sesleri (1913)
Fatih Kürsüsünde (1914)
Hatıralar (1917)
Asım (1924)
Gölgeler (1933)
Yahya Kemal Beyatlı
Batı şiiriyle geleneksel şiirimizi başarıyla sentezlemiştir. Derslerini izlediği Albert Sorel’den tarih bilinci, parrnasyen şair J.M. de Heredia’dan da klasik metinlerde olduğu gibi temiz, sade ve sağlam şiir dili bilincini almıştır. Yakup Kadri’yle birlikte savundukları Nev-Yunanilik akımı bu düşüncelerden beslenmiştir.
Yahya Kemal, şiirin “duygunun lisan haline gelinceye kadar yoğrulması” olduğunu söyler.
Duyguyu dile, dili sese dönüştürecek olan deruni ahenk ve tarih bilinci olacaktır.
İmtidat: Bergson’un “süre”sine benzer. Süreklilik, değişerek devam etmek, devam ederken değişmek gibi anlamları içeren bir kavramdır. Yahya Kemal’in sanat anlayışının anahtarı bu kavramdır.
Eserleri;
Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962)
Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
Bitmemiş Şiirler (1976)
Ahmet Haşim
Göl Saatleri (1921) ve Piyale (1926) şairin şiirleri tamamen ferdîdir. Toplumsal olaylara şiirlerinde yer vermez. Sembolizmin etkisindeki şair yeni Türk edebiyatında saf şiirin öncüsü olmuştur. Piyale’nin başında yer verdiği “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığı altında ele aldığı şiirde mana ve vuzuh konulu yazısı Türk şiirinin modernleşme sürecindeki temel taşlarından biridir.
Şair bu yazısında şiirin anlaşılmaya ihtiyacı olmayan sözle musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın bir ara-dil olduğunu belirtmiştir. Yahya Kemal’in deruni ahenk kavramıyla bu görüş arasında paralellik vardır.
Dergâh Dergisi
1921-23 yılları arasında on beş günde bir olmak üzere 42 sayı çıkmış olan Dergâh dergisi, cumhuriyet döneminin ilk yıllarında şairlerimiz üzerinde etkisi olan önemli bir yayın organıdır. Derginin ismi için Ahmet Haşim “haşhaş”, Yahya Kemal ise “ithaf” ismini önermiştir.
Dergâh’ın yayın politikasında Yahya Kemal’in düşüncelerinin belirleyici olduğu dikkat çekmektedir.
Yahya Kemal’in ilk sayıda yayımlanan “Üç Tepe” adlı yazısı bildiri niteliğindedir: Tanzimatçılar dünyaya Çamlıca tepesinden bakarken Servet-i Fünûncular Tepebaşından bakmışlardı. Yahya Kemal bunların karşısına Milli Mücadele’nin simgesi olan Metristepe’yi çıkarır.
Dergide yayınlanan Mustafa Şekip (Tunç)’un makaleleri ve Bergson çevirileri modern-mistik eğilimlerin oluşmasında etkili olmuştur.
1. Kuşak Hece Şairleri
Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, “Hecenin Beş Şairi” veya “Beş Hececiler” olarak anılmaktadırlar. Bu isimlere öncekilerden Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Şükufe Nihal Başarır, İbrahim Alaettin Gövsa ve Halide Nusret Zorlutuna da eklenerek “On Hececiler” de denilmiştir.
Hececiler sade Türkçenin, İstanbul Türkçesinin şiir dili haline gelmesini sağladılar.
Hecenin 2. Kuşağı ve Ritmin Zaferi
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, bu isimler hecenin ikinci kuşağını oluşturan şairlerdir. Hem biçim hem de içerik bakımından şiire yenilikler getiren Ercüment Behzat Lav ve Nâzım Hikmet ise üçüncü kuşağı oluşturur (Memleket Edebiyatı).
Adını ilk kez Altın Kitap dergisinde yayımlanan Musul Akşamları şiiriyle duyuranAhmet Hamdi, şiirlerinin tamamını 1961’de kitaplaştırdı. Düşünceleri Yahya Kemal çizgisindeki şairin şiirlerinde Ahmet Haşim’in etkisi hâkimdir.
Ölüm, yalnızlık ve hüzün gibi ferdi içerikli ilk şiirleri Dergâh’ta yayımlanan Ahmet Kutsi Tecer ilerleyen dönemde halk kültürü ve ülke gerçeklerine yönelir. Ülkü dergisi etrafındaki etkinlikleri ve Âşık Veysel’i kültür dünyamıza tanıtması önemlidir. Şiirlerinde canlı bir Türkçe, ritim ve ses özellikleri dikkat çeker.
Fahriye Abla şiiriyle popüler olan Ahmet Muhip Dıranas, Türk şiirinde hecenin son halkasını teşkil eder. Dil ve duyarlılık bakımından en çok dikkat çeken isimlerden biridir.
Cahit Sıtkı, hecenin 2. Kuşağında dikkat çeken bir diğer şairdir. Şiirleri Ömrümde Sükût(1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve Sonrası (1957) adlarıyla yayımlandı. Şiirlerinde sese ve ahenge önem veren şair, şiirlerinde duyguyu ritme dönüştürmeye çalışır.
Hecenin ikinci kuşağında yalın Türkçe ve hece vezni şiirimize tamamen hâkimdir. Bu dönemin şiirinin özellikleri;
Sembolizmin yanında halk şiirinin özellikleri bir aradadır.
Dönemin şiiri biçim ve özde titizdir. Ses ve ahenk öğeleriyle özgün imge ve anlam öğeleri sıkı şekilde kaynaşmıştır.
Şiirde anlamın sezdirilmesine öncelik verilmiştir.
İlk kuşağın epik ve didaktik tarzına karşılık bu kuşak şairleri lirizmin peşindedir.
Şiirin amacı yine kendisidir yani saf şiir anlayışına bağlıdırlar.
Memleket Edebiyatı
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen önce kimlik oluşturucu bir öğe olarak ele alınan Anadolu, din ve soy etkenlerinin dışında Anadolu’nun maddi ve manevi gerçekliğini esas alan ulusçuluk düşüncesinin güdümündedir. Nurettin Topçu buna ek olarak felsefi ve mistik bir derinlik katmıştır Anadolu düşüncesine.
Memleket edebiyatı kapsamında Anadolu düşüncesinin şiirimizdeki başlangıcı Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban Çeşmesi (1926) adlı şiiri olarak kabul edilir. Bu kitaptaki “Sanat” adlı şiir hem şairin hem de memleket şiirinin poetikası gibidir. Şair, “Han Duvarları” adlı şiiriyle bu akımın en tanınmış ürününü verir.
Gurbet şairi olarak tanınan Kemalettin Kamu, şiirleriyle Faruk Nafiz’in yolunu izlemiştir. Memleket şairlerinden Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Deniz Sarhoşları (1926),Yayla Dumanı (1934) ve Sarıkız Mermerleri (1940) adlı kitaplarındaki şiirleriyle Anadolu manzarası resmeder.
Zeki Ömer Defne, halk şiiri geleneği ile modern dünyayı kucaklamaya çalışır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, folklor motiflerini renkli ve coşkulu bir dille kullanmıştır.
Sanatı zayıf olsa da ele aldığı konular itibariyle Behçet Kemal Çağlar’ı da Memleket Şairleri dahilinde kabul edebiliriz (Faruk Nafiz’le birlikte Onuncu Yıl Marşı’nı yazmıştır).
Orhan Şaik Gökyay ile Arif Nihat Asya bu kuşağın hamasi sesleridir.
Memleket Edebiyatının konularının yerel olması ilerleyen dönemde taraftar bulmasını güçleştirmiştir.
Yeni Oluşumlar / Yedi Meşaleciler
Muammer Lütfi’nin Yedi Meşale adında ortak bir kitap çıkartmaya çalıştığı şairler Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret Solok veZiya Osman Saba ile hikâyeci Kenan Hulusi Koray cumhuriyet döneminin ilk edebiyat topluluğu olan Yedi Meşalecileri teşkil ederler.
Memleket edebiyatından bıktıklarını dile getiren bu isimlerin tepkisi gençlik hevesi olarak kalmıştır.
Ortak kitaptan sonra Odalar ve Sofralar (1933) adında bir kitap yayımlayan Sabri Esat, çeviri ve bilimsel meşgalelere yönelir. Kahramanlar (1929) ve Onar Mısra (1932) adlı eserlerin sahibi Yaşar Nabi, Varlık dergisini yönetir. Vasfi Mahir, Tunç Sesleri (1935),Geçmişten Geceler (1936), Bizim Türküler (1937) ve Ergenekon (1941) adlı eserleri yazdıktan sonra zamanını edebiyat tarihi çalışmalarına ayırır. Cevdet Kudret, Birinci Perde (1929) adlı eserinden sonra eleştiri ve edebiyat tarihi türlerine yönelir. Ziya Osman Saba ise Sebil Güvercinler (1943), Geçen Zaman (1947) ve Nefes Almak (1957) adlı eserleriyle kendine müstesna bir yer edinmiştir. Şiirlerinde ev ve ev içi imgelerini sadelikle şiirleştirmesi dikkat çeken niteliğidir.
Yedi Meşaleciler kısa soluklu olsalar da şiirlerindeki ince duyarlılık ve dış dünyayı ressam dikkatiyle resmeden dizeleriyle dikkat çekmişlerdir.
Türk Şiirinde Kaynak Arayışları: Mitoloji, Folklor, Sembolizm
Yeni kurulan cumhuriyetle birlikte dilde sadeleşme edebiyat ortamında karşılık bulmuş ve dildeki bu yenilik kendine kültürel bir dayanak bulmak ihtiyacı içerisine girmiştir. Bu çerçevede Ahmet Kutsi Tecer’in izindeki bir gurup halk kültüründen beslenmeye çalışmış, bir başka gurup Ziya Gökalp’in izinde Türk mitolojisinden faydalanmaya çalışmış diğer bir gurup ise Ahmet Haşim ve Tanpınar çizgisinde sembolizmden ilham alarak kültürel bir yapı arayışı içinde olmuştur. Halk kültürü ve mitoloji odaklı arayışların Türk şiirine yatay (kültürel kimlik olarak katkı yaptığı için), sembolizmin ise dikey boyut kattığı düşünülebilir (yapısal katkı yaptığı için).
Ünite 3
Garip Hareketi
Ankara Erkek Lisesi’nden itibaren arkadaşlıkları devam eden Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın başlattığı yenilikçi harekettir. İlk şiirleri okulun yayın organı olanSesimiz adlı dergide yayımlanır. 1936’dan itibaren Varlık dergisinde görülürler. Bazı şiirlerinde Mehmet Ali Sel müstearını kullanan Orhan Veli ilk şiirlerinde (1936-37) başarılı bir hece şairidir. 1938’de yayımladığı Kitabe-i Seng-i Mezar (Süleyman Efendi ve nasırı hakkındaki şiir) şiiri alayla karşılanmıştır.
1941’de yayımladıkları Garip adlı ortak yayının önsözünde şiir ve sanat anlayışlarını açıkladılar. Bu üçü dışında bugün artık isimleri hatırlanmayan pek çok şair zamanla bu harekete dâhil olmuştur. Orhan Veli 1945’ten sonra yenilikçi anlayışının keskin çizgilerini yumuşatır; klasik şiirin imkânlarını şiirlerine kabul eder.
Garipçiler özellikle şairane kabul edilebilecek sözcükleri şiirlerinden uzak tutmuşlardır. Sözcük ve konu seçiminde şiirin ele almadığı alanları kullanmışlardır. Orhan Veli özellikle geleneksel şiirin sahip olduğu estetik nitelikler ve bunların bağlı olduğu sosyal değerlere karşı tavır takınmıştır.
Konuşma dilindeki sözcükleri yine konuşma dili içindeki anlam örgüleri dâhilinde kullandılar.
Dizeleri şekil ihtiva eden yapısal kurallarının dışında kullandılar. Bu sayede anlam, şiirin bütününe açılma imkânı elde etmiştir. Bu tarz şiirlerde anlam genelde şiirdeki son dizeye taşınmıştır.
Yinelemeleri anlamı pekiştirmek amacıyla kullandılar.
Şiirde mizahın etkisini arttırdılar. Garip şiiri en çok bu yönüyle tanınmıştır.
Şiirlerde görülen öyküleme teknikleri ve duygusal söylem Garip şiirinin diğer özelliklerindendir.
Orhan Veli’nin 1945’te yayımlanan Vazgeçemediğim kitabındaki “İstanbul Türküsü” adlı şiiri Garip hareketinin dönüm noktasıdır. Bu şiirle birlikte Orhan Veli, halk şiiri öğelerini kullanmaya başladı. Bu ılımlı tavır 1949’da çıkarmaya başladıkları Yaprak dergisindeki şiirlerde de devam eder.
Garip Önsözü
Garipçiler ilk olarak Ulus gazetesinin düzenlediği “Şiir Ölüyor mu” isimli ankete verdikleri cevapla Garip hareketinin muhtevasını açıkladılar. Burada Garipçiler geleneksel şiiri keskin biçimde reddettiler. Onlara sanat itikat tellallığı yapmamalıdır. Orhan Veli daha sonra Resimli Hayat’ta Emin Karakuş’un yaptığı mülakatta (Türk Edebiyatını İnkâr Eden Genç) aynı tavrı sürdürmüştür. Varlık dergisinde yayımlanan “Garip”, “Ahenk ve Tasvir”, “Taklit” ve “Şairane” başlıklı seri yazılarında düşüncelerini temellendirmiş daha sonra bu yazıları düzenleyerek Garip adlı kitapta önsöz olarak kullanmıştır.
Garip önsözünde öne çıkan düşünceler;
Gelenek şiiri konuşma dilinden uzaklaştırmıştır. Gelenek şiirinin ana öğeleri vezin ve kafiye şiirin esası durumuna gelmiştir. Hâlbuki bu yanlıştır. Vezin ve kafiye şiir dilini doğallıktan uzaklaştırıyor.
Söz ve anlam sanatlarının niceliği şiire ve edebiyata yeni bir değer kazandırmaz.
Çağlar boyunca şiir, egemen sınıfın emrinde kalmıştır. Yeni şiirin dayanağı azınlık bir kesim olmayacaktır.
Şiirde resim ve müzik diğer sanatlara özenmek zayıflık göstergesidir. Her sanat alanının kendine özgü imkânları vardır ve bunlarla varolmalıdır. Sanatçının başarısı bilinçaltının doğallığını dışa vurmadaki başarısıyla doğru orantılıdır (bu çerçevede kavram olarak sürrealizme yaklaşırlar, pratikte anlamın peşinde olmaları sürrealistlerle aralarındaki farkı teşkil eder).
Belli akımlar ve ekoller beraberlerinde kurallar getirdiği için şiirin önünde engeldirler.
Sıradan insanın şiirini yazmak peşindedir Garipçiler.
Güzel olan sözcükler arasındaki anlam bütünlüğüdür. Şiiri doğal akışına ulaştırmak için yapılması gereken şairane söyleyişi terk etmektir.
Modernizm ve Orhan Veli
Sembolistlerden sonra Avrupa’da etkili olan akımların tümü başlangıçta modernizm sözcüğüyle ifade ediliyordu. Dadaiz, sürrealizm, fütürizm gibi bu akımların ortak paydası iki dünya savaşı arasındaki bunalım dönemine ait olmalarından kaynaklanan eleştirel tutumdur. Bu akımlardan sürrealizm, Garipçiler üzerinde etkili olmuştur.
Garipçilerin Türk şiirine etkisi muazzamdır. Geleneksel şiiri yerle bir eden Garipçiler Türk şiirini geri dönülemeyecek şekilde modernize etmişlerdir. Ziya Osman Saba ve Ahmet Hamdi gibi hecenin büyük şairleri bile Garip hareketinden sonra serbest şiire geçmişlerdir.
Ünite 4
Nâzım Hikmet ve Toplumcu Gerçekçi Şiir
Nâzım Hikmet Ran, 1902’de Selanik’te doğdu. Annesinin ismi Celile’dir. İstanbul’da bahriye mektebini bitirdi (1919). İlk şiirlerini Mevlevî ve şair olan dedesi Nâzım Paşa etkisinde yazmaya başlar. 17 yaşında yazdığı “Serviliklerde” başlıklı şiirini Yahya Kemal’in düzelttiğini söyler.
1918’den itibaren Yeni Mecmua, Kitap, Alemdar, Ümit gibi dergilerde şiirleri yayımlanmaya başlar. Hece vezni, kafiye ve dil bakımından ilerleme kaydettiği gözlenen ilk şiirlerinde ulusal duygular dikkat çeker.
1921 yılında cepheye katılmak üzere İnebolu’dayken Spartakistlerle tanışır (Alman asıllı Bolşevik örgüt). Gurup içerisinden Sadık Ahi’den (Mehmet Eti) Bolşevik Devrimi, Marksizm, sosyalizm gibi kavramları öğrenir ve derhal etki altına girer.
Vâlâ Nureddin’le birlikte Bolu’ya öğretmen olarak ataması gelir. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Batum üzerinden Moskova’ya geçer. İki yıl ekonomi politik dersi görür. Bu dönemde Mayakovski ve Rus fütüristleriyle tanışır onların sanat anlayışı ekseninde şiirine yön vermeye başlar. Vezinsiz ve basamaklardan oluşan şiir biçimini ilk defa bu yıllarda denemeye başlar.
1924’te yurda döner. Aydınlık ve Orak-Çekiç dergilerinde çalışır. TKP’ye üye olur. 1925’te yurt dışına kaçar. İstiklal Mahkemesi, gıyabında 15 yıl mahkûmiyet kararı alır. 1926’da Viyana’da parti kongresine katılır. İlk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü(1928) Bakü’de basılır.
Çıkan af yasasından yararlanmak üzere yurda döner. Hopa’da tutuklanır. Üç ay hapse mahkûm edilir. Tahliyeden sonra Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 835 Satır veJokond ile Si-Ya-U adlı kitaplarını yayımlar (1929).
“Putları Yıkıyoruz” adlı yazısıyla Abdülhak Hamid ve Mehmet Emin Yurdakul’u sert şekilde eleştirdi. 1929’dan itibaren verimli bir döneme girdi.
Varan 3, 1+1=Bir, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiirleri ile Kafatası, Bir Ölü evi adlı oyunları yayımlanır.
1933-38 yılları arasında Portreler, Taranta Babu’ya Mektuplar, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Yolcu adlı eserleri yayımlanır. Bir yandan da hakkında açılan davalarla uğraşır. Çeşitli davalardan toplam 28 yıl hapse mahkûm edilir. 1950’ye dek sürecek mahpus yılları başlar. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yatar. Cezaevindeyken Kuvayi Milliye Destanı, Memleketimden İnsan Manzaraları, Saat 21-22 Şiirleri, Rubailer adlı şiir kitaplarını ve Ferhat ile Şirin, Sabahat adlı oyunlarını yazar.
1949’dan itibaren yurt içi ve dışında “Nâzım’a Özgürlük” kampanyaları başlar. İki defa açlık grevine girer. 14 Mayıs seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti tarafından serbest bırakılır.
Kendisine pasaport verilmemesi ve askere çağrılması üzerine Haziran 1951’de yurdu terk eder. Bakanlar kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarılır. 1954’te Leh vatandaşlığına geçer.Borzenski adını alır. 1963’te Moskova’da ölen şaire 5 Ocak 2009’da yeniden Türk vatandaşlığı verilmiştir.
Hayatını sosyalizm düşüncesine adamış olan şairin sosyalist kimliğinin yansımaları sanatında da açıkça görülür. Aşkları ve memleket özlemi şiirlerinde öne çıkan diğer temalarıdır.
Nâzım Hikmet’in Türk Şiirindeki Yeri
1922’de yazdığı “Açların Gözbebekleri” (basamaklı şiirin ilk örneğidir) edebiyatımızda yeni bir biçim, tarz ortaya koymuştur.
İlk şiirlerinden itibaren şiirinin ritim ve ses özellikleri dikkat çeker. Şiirlerinde dinamik bir müzikalite vardır.
1938’e kadarki şiirlerinin hitap gücü dikkat çekerken bu tarihten sonraki şiirlerinde öyküleme tekniğini daha sık kullandığı ve lirizmin öne çıktığı görülür.
Nâzım Hikmet’in şiirinin en çok dikkat çeken özelliği biçim ve içerik unsurlarının uyumudur.
Nâzım Hikmet’in şiirinin özellikleri;
Şiirinin dış görünüşü, biçim özellikleri,
İçeriğe uygun sesleri bulmak,
Sinematografik anlatım,
Edebiyatın çeşitli türlerinin özelliklerini bir araya getirme; hem birimde hem de bütünde olarak anlam vurgusu,
Modernist ve geleneksel unsurları bir arada kullanabilme,
Bütün bu nitelikleri sosyalizmle harmanlama…
Şiirinin gücü Nâzım Hikmet’e popülarite kazandırmışsa da Türk şiirinde çığır açıcı etkisi olmamıştır.
Bugün ismi hatırlanmayan bazı isimler 30’lu yıllardan itibaren Nâzım Hikmet’in etkisinde şiirler yazmıştır. İlhami Bekir bunlar arasında ilk akla gelenidir. Birçok şiirinde Nâzım Hikmet’i adeta taklit etmiştir. 24 Saat adlı kitabıyla Türk edebiyatında işçileri konu edinen ilk şair kabul edilir.
Hasan İzzettin Dinamo, Nâzım Hikmet’in etkisinde yazdığı şiirlerini Deniz Feneri adlı kitapta topladı (1937).
Asıl işi mimarlık olan Nail V. Çakırhan, 1+1=Bir (Nâzım Hikmet’le birlikte, 1930) veDaha Çok Onlar Yaşamalıydı (Bütün şiirleri, 1996), adlı kitaplarındaki şiirlerinde Nâzım Hikmet’in etkisi altındadır.
Toplumcu Gerçekçi Edebiyat Anlayışı
Gerçekçi anlayış, gözlemci, eleştirel ve toplumcu gerçekçi olmak üzere üç alt kategoride incelenebilir. Gözlemci gerçekçilik, dış gerçekliğin esere olduğu gibi yansıtılması; eleştirel gerçekçilik, gözlemin eleştirel bir nitelik taşımasını isterken toplumcu gerçekçilik, tezlidir ve gerçekçiliği Marksizmle yorumlar. Toplumcu gerçekçiliği Marksizmin sanat hayatındaki versiyonu olarak düşünmek yanlış olmaz.
1934’te Moskova’daki yazarlar birliği kongresinde Gorki, toplumcu gerçekçiliğin ölçülerini ortaya koymuştur:
a) Toplumcu gerçekçilik bir tezi savunur.
b) Sosyalist bireysellik ancak kolektif emek içerisinde gelişebilir. Edebiyatta insanı belirleyen en temel öğe kolektivizmdir.
c) Yaşam eylem ve yaratmadır. Yaşam maddi olandır, doğayla sınırlıdır.
d) Sosyalist bireyselliğin geliştirilmesi toplumcu gerçekçiliğin temel amacıdır.
Ercüment Behzat Lav
Almanya’da öğrenciyken dadaizm ve gerçeküstücülükten etkilenen Lav, serbest tarzda şiirler yazar. Şiirlerinde yer yer toplumsal gerçekçi motifler görülse de bütünüyle bu çerçevede düşünülmemesi gereken Lav, kesin bir ideolojiye bağlılık gösteremez. Şiirinin asıl amacı, yerleşik düzene başkaldırıdır. Şair şiirlerinde, içerikten ziyade biçime ağırlık vermiştir. Şiirlerini S.O.S. (1931), Kaos (1934), Açıl Kilidim Açıl (1940), Mau Mau(1962), Üç Anadolu (1964) adlı kitaplarda toplamıştır.
Toplumcu Gerçekçi 1940 Kuşağı
Rıfat Ilgaz (Yarenlik, Sınıf, Yaşadıkça)
Cahit Irgat (Bu Şehrin Çocukları, Rüzgârlarım Konuşuyor, Ortalık, Irgatın Türküsü)
A. Kadir (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu) (Tebliğ)
M. Niyazi Akıncıoğlu (Haykırışlar)
Ömer Faruk Toprak
Enver Gökçe
Mehmet Kemal (Kurşunluoğlu)
Arif Damar
Ahmet Arif
Şükran Kurdakul
Hasan İzzettin Dinamo ve Attila İlhan’ı da bu listeye dâhil edebiliriz.
Nâzım Hikmet’in izinden giden bu şairlerin ortak noktaları Milli Şef’in baskısından mustarip olmalarıdır.
Öyküleme tekniğini daha çok kullanan bu şairler ses ve ahenk özellikleri bakımından Nâzım Hikmet’in şiirinin yanına yaklaşamazlar.
Rıfat Ilgaz bazı şiirlerinde Garipçilere yaklaşır. Şiirleriyle Cahit Irgat’ta hem toplumcu gerçekçi hem de Garipçiler arasında kalır. Bazı şiirlerinde metafizik imgeler de mevcuttur.
Mavi Hareketi
Adını 1952-56 tarihleri arasında 32 sayı yayımlanmış olan Mavi adlı dergiden alır. Edebiyatımıza daha çok düzyazı alanında katkı yapmıştır. Orhan Duru, Ferit Edgü, Tarık Dursun K, Tahsin Yücel, Demir Özlü gibi isimler bu dergiyle edebiyat ortamına girdiler. Derginin toplumcu gerçekçi çizgiye geçmesi Ahmet Oktay ve Attila İlhan’ın yazılarıyla olmuştur. Attila İlhan “Sosyalizm Realizm Münasebetleri Yahut Başlangıç” adlı yazısında başta Garipçiler olmak üzere, toplumcu gerçekçi şairleri ve diğer bazı şairleri eleştirir. Attila İlhan’ın yazılarıyla başlayan sosyal realizm anlayışı dergideki bütün yazıları kuşatır. Derginin asıl önemi Attila İlhan’ın Orhan Veli’yi bopstil (züppe) olarak nitelemesidir. Attila İlhan’ın şiirin poetik değerlerini yeniden edebiyatçılarımıza hatırlatması, Garipçilerin şairler üzerindeki sarsıcı etkisini durdurmuştur. Bu hareketin şairleri Attila İlhan, Ahmet Oktay, Özdemir Âsaf, Arif Damar ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’dir.
Attila İlhan
1946’da CHP şiir yarışmasında “Cebbar Oğlu Mehemmed” adli şiiriyle Cahit Sıtkı’nın “OtuzBeş Yaş” adlı şiirinin ardından ikinci oldu (Üçüncü olan eser Fazıl Hüsnü’nün “Çakır Destanı”ydı).
Şiirinin kaynaklarından biri Nâzım Hikmet’tir. Şairin ilk yıllardaki şiirlerinde folklordan gelen öğeler, ses özelliklerine dikkat eden öyküleyici anlatım dikkat çeker. 1950’den sonra Garipçilere karşı çıkarken şiirin düz ve yalın olamayacağını, zengin benzetmelerle, içli ve derin olabileceğini, kendine özgü bir söyleyiş özelliği taşıması gerektiğini söyler.
40 kuşağı toplumcu şairlerinin devlet baskısı altında kalmaları nedeniyle Garipçilerin popülaritesi artmıştır. Buna karşılık 40 kuşağı toplumcuları feodal motifler ve çocuk realizmi arasında kalarak kendini tüketmiştir. Attila İlhan kendini sosyal realizm adını verdiği bir anlayışla diğerlerinden ayırır.
İsmet İnönü’ye karşı olarak Mustafa Kemal Atatürkçülüğü dediği Atatürkçülükle Marksizm arasında; ulusçu-ulusalcı düşünce ile Türk tarihi arasında bağlantılar kurmak, kendi ifadesiyle “bileşim” oluşturmak ister.
Sol düşünceyi Atatürk düşüncesiyle birleştirmeye çalışan şair toplumcu gerçekçi anlayışı divan şiiri estetiğiyle renklendirmek ister. Onun bu arayışları şiirini Nâzım Hikmet etkisinden kurtarmıştır.
Sonuç olarak Attila İlhan, Batı şiiri estetiği ile gelenek arasında sentez kurmak isteyen şehirli, entelektüel ve toplumcu öznenin şiirini yazmıştır.
Attila İlhan’ın şiirini üç dönemde ele almak mümkündür:
Toplumcu gerçekçi dönem (Sisler Bulvarı ve Duvar)
Bireyselliğin varoluş içinde algılandığı dönem (Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Bela Çiçeği ve Yasak Sevişmek)
Divan şiiri birikiminden yararlandığı dönem (Tutuklunun Günlüğü ve sonraki şiirleri)
Ahmet Oktay
Dr. Kalligari’nin Dönüşü (1966) ve Yol Üstündeki Semender (1987) önemli şiirlerinin yer aldığı kitaplarıdır. Epik söylem, toplumsal duyarlılık ve sözcük zenginliği şiirlerinin belirgin özelliğidir.
Ünite 5
Modern Türk Şiirinde Metafizik Eğilimler
Metafizik sözcüğü ilk olarak Aristoteles’in eserlerini tasnif eden Andronikos’un, “Prote Philosophia” adlı kitaba Meta ta Physika demesiyle ortaya çıkmıştır.
Ortaçağdan itibaren sözcüğün içeriği tefekkür kavramıyla örtüşür niteliğe büründü. Günümüzdeki kullanım alanı da daha çok tanrısal olanı düşünme şeklindedir.
Metafizik / mistik düşünce / Bergson’un “sezgi” kavramı, bütün bunlar maddi alanın ötesini, görünenin ötesini işaret eden içeriklere sahiptir.
Sanat, Metafizik ve Mistisizm
Gücünü daha çok imaj unsurundan alan şiir için mistik/metafizik alan zengin bir kaynaktır. Klasik dönemdeki tasavvufi içerikli şiirler bunun örneğidir. Aynı çizgi yeni Türk edebiyatı döneminde de devam etmiştir: Abdülhak Hamid’in Makber, Külbe-i İştiyak, Kürsi-i İstiğrak gibi şiirleri metafiziğe dairdir.
Cumhuriyet döneminde de metafizik içeriğe eğilimli şairlerimizin sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Bununla beraber belli bir ekol oluşturamamışlardır (metafizik kurguların sistematiği olmaz, kişisel algıya/sezgiye dayalı gelişim gösterirler).
Ahmet İnam, “Türk Şiirinde Mistik Eğilimler” başlıklı yazısında altı ayrı mistik tavırdan söz eder: Hasta mistisizm (Necip Fazıl), sanat mistisizmi (Ahmet Hamdi), yaşama mistisizmi (Âsaf Halet), aşama olarak mistisizm (Fazıl Hüsnü), ruhsal mistisizm (Behçet Necatigil) ve kurtuluş olarak mistisizm (Sezai Karakoç).
Necip Fazıl Kısakürek
1950’den 1980’lere kadarki dönemde Türk şiirinin en çok dikkat çeken şairlerindendir. Şiiri öncelikle Nâzım Hikmet’in materyalist şiirine tepki gösterir. Metafizik duyarlılığı saf şiir anlayışına varoluş sorunlarını katarak geliştirir. Memleket edebiyatı içinde hece şiirini sıkıştığı tekdüzelikten kurtarıp zirveye taşıyan şair siyasi, aksiyoner kişiliğiyle de ilgiyi üstünde tutmuştur.
Necip Fazıl, 1905’te Çemberlitaş’ta doğdu.
Heybeliada bahriye mektebinde okurken edebiyata ilgi duyar. 1921’de Darülfünun felsefe şubesine kaydolur. Bergson üzerine çalışmalar yapan M. Şekip Tunç’un derslerini takip eder. Devlet bursuyla felsefe tahsili için Paris’e gider. Gece hayatı, kumar gibi alışkanlıklar edinerek yurda döner. “Kaldırımlar” adlı şiirini bu dönemde yazar.
Bankalarda memur-müfettiş ve çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. 1942’den sonra geçimini basın-yayın yoluyla temin etti. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkardı.
1934’te tanıştığı Abdülhakim Arvasi onun hayatında dönüm noktasını teşkil eder. O tarihe kadar şiirlerinde ferdi duyguları dile getiren şair artık dindar-muhafazakâr kitlenin şairi olarak anılmaya başlanacaktır. İlk dönemi Kaldırımlar, ikinci dönemi Sakarya Türküsü temsil eder. Şair, 25 Mayıs 1983’te vefat etmiştir.
Şiir hakkındaki görüşlerini Ağaç dergisinde “Manzara” ve Büyük Doğu’da “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” başlıklı yazılarında açıklamıştır.
1946’da Büyük Doğu dergisinde “İdeolocya Örgüsü” başlığı altında yayımlanan yazıları arasında Türk şiirinin en derli toplu, sorunlarını, niteliklerini konu edinen yazılarını yayımlar (bu yazılar 1955’ten itibaren şiir kitaplarında “Poetika” başlığıyla yayımlanır). Bu yazılarında şairi ilahi emanetin sahibi, Tanrı ile sıradan insan arasında bir yerde konumlandırır.
“Şiirde Usûl” ve “Şiirde Gaye” başlıklı yazılarında şiirin nasıl yazıldığını anlatır. Ona göre remzî ve sırrî olmak şiirin ana vasıflarıdır. Şiir somuttan soyuta gider. Şiirdeki somut nesneler, eşyalar sembol olarak kullanılır. Heyecan, ahenk ve deha şiir için gerekli değerlerdir.
“Kitabe” adlı ilk şiirini 1 Temmuz 1923’te Yeni Mecmua’da yayımlayan şair ölümüne dek çeşitli konularda 100 kadar eser neşretmiştir. Şiir kitapları:
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
101 Hadis (1951)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)
Esselam (1973)
Dinamik, sürekli değişim çabasında bir şair olan Necip Fazıl özellikle gençlik yıllarında yazdığı şiirleri ilerleyen dönemlerde sürekli değiştirmiş, yeniden düzenlemiştir.
Âsaf Halet Çelebi
Çok geniş kültür coğrafyasından gelen unsurlarla dikkat çeken çarpıcılık ve yalınlık taşıyan şiirler yazmıştır.
Fransızcanın yanı sıra Farsça, Sanskritçe gibi bazı doğu dillerini de bilirdi. İlk şiirleri klasik tarzda yazılmış gazellerdi ki bunların hiçbirine kitaplarında yer vermemiştir. 1937’den itibaren şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanır. He (1942) ve Lamelif (1945) adlı kitaplarındaki şiirlerine yenilerini ekleyip Om Mani Padme Hum (1953) adıyla yayımladı.
Şiir hakkındaki görüşlerini İstanbul’da “Benim Gözümle Şiir Davası” üst başlıklı yazı dizisinde izah etmiştir.
Şiirle metafizik âlem arasında kesin bir ilişki kurar. Saf şiirinin ilahi bir kaynağı olduğuna inanır. Şiirlerinde hikâye ve tasvirden uzak durur. Şiir, kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş büyük bir kelimedir. Saf şiir kendi öz formuna ulaştıktan sonra artık ondan ne bir sözcük çıkartılabilir ne de ona ilave yapılabilir.
Anlamdan ziyade sembollere önem verir. Kafiye ve vezni önemsemediği halde ritim ve ses unsurlarına ihtimam gösterir.
Şiirinin kaynakları doğu mistisizmi, tasavvuf, kutsal metinler ve çocukluğundan kalan masal ve izlenimlerdir. Şiirlerinde ölüm, yokluk, sonsuzluk, çocuk bilinçaltı gibi konuları ele almıştır.
Şiirlerinde sıkça anlamı bilinmeyene yabancı dillerden alınma sözcükler, terkipler kullanır. Bu yabancı sözcükler letrizmden farklı olarak sembol amaçlı olarak kullanılmıştır. Yani bu sözcükler anlamlarından gayri bir değere sahiptirler.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
1914’te İstanbul’da doğdu. 1935’te harp okulunu bitirdi. On beş yıl orduda çalıştı. Çalışma bakanlığına bağlı olarak müfettişlik yaptı (1952-1960). Kitap adında bir yayınevi çalıştırdı. 1960-64 yılları arasında Türkçe adıyla aylık dergi çıkardı. 20 Ekim 2008’de vefat etti.
Yayımlanan ilk eseri Yeni Adana gazetesinde çıkan bir hikâyedir (1927). “Yavaşlayan Ömür” adlı ilk şiiri ise 1933’te yayımlandı. 1935’te çıkan ilk kitabı “Havaya Çizilen Dünya” Necip Fazıl etkisinde yazılmış vezinli kafiyeli şiirleri içerir. 1940’ta çıkan “Çocuk ve Allah” kitabıyla dikkat çekmiştir. Çocuk saflığıyla varlığın gizemini kavramak, insan hayatının uzak yakın anılarının yansımaları, çarpıcı imajlar ve lirizm eserin değerini arttıran faktörlerdir.
Cemal Süreya onun şiirlerini “sezgi dönemi” (1955’e kadarki şiirleri) ve “akıl dönemi” (1955’ten sonraki şiirleri) olmak üzere iki veçheye ayırır. İlk dönemdeki mistik unsurlar ikinci dönemde azalmış bunun yerine aktüel, gündelik hayata dair konular şiirine dâhil olmuştur. Konu yelpazesi en geniş şairlerimizden biridir. Biçim ve yapı bakımından da şiirinde çeşitli formları görmek mümkündür. Lirik ve epik türde çok sayıda şiiri vardır. Çok yazması (sadece şiir kitaplarının sayısı 60’ı geçmiştir) bazı şiirlerinde sanat bakımından eksiklikleri de beraberinde getirmiştir.
Ahmet Hamdi’den Cahit Zarifoğlu’na birçok şairin şiirinde mistik vurgular dikkat çeker. Bu şiirlerin ortak paydası, varlığın görülen âlemle sınırlı olmadığı, insanın varoluşunun görünen dünyanın, tabiatın üzerinde bir görkeme meyyal oluşuna yapılan vurgudur.
Tanzimat döneminden itibaren edebiyatımız batı etkisi altında gelişme göstermiştir.
23 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki’nin baskısıyla Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe girer.
II. Meşrutiyet dönemi boyunca otuza yakın siyasi parti kurulmuş ve beş defa seçim yapılmıştır.
Cumhuriyet öncesi dönemde etkili olan düşünce akımları Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık (Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet, şiirleriyle bu akıma destek olmuşlardır) olmuştur. II. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında etkili olan Osmanlıcılık akımı da bazı aydın çevrelerinde taraftar bulmuştur. Osmanlıcılık akımı Balkan Savaşlarından sonra etkisini yitirmiştir.
Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad adlı dergiler, Sultan Abdülhamid’in de desteğiyle İslamcılık akımının yaygınlaşmasında etkili olmuştur.
Cumhuriyet döneminde de çok etkili olan Türkçülük akımının temel esasları;
Dilde Türkçülük, estetik Türkçülük, ahlaki Türkçülük, hukuki Türkçülük (demokratik halk hükûmeti kurma düşüncesi), dini Türkçülük (Türkçe ibadet taraftarıdırlar), ekonomik Türkçülük (karma-ekonomik düzen), siyasi Türkçülük (halkçı ve Türkçü politikaların desteklenmesidir), felsefi Türkçülük…
Trablusgarp Savaşı ve hemen ardından Balkan Savaşlarında verilen ağır kayıplar edebiyatımızın tematiklerinin kaynağını oluşturmuştur.
II. Meşrutiyet Dönemi Biçim ve Dil
Milli Edebiyat akımı Türkçülük ve uluslaşma çabalarının ürünü olarak dikkate çekmektedir. Bu dönemde yazı diliyle konuşma dili arasındaki mesafe kapanmaya başlamıştır.
Milli Edebiyat ≡ milli dil
Dilde sadeleşme cumhuriyetin ilanından önce meyve vermeye başlamış olan bir akımdır. Ömer Seyfettin, Refik Halit, Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri’nin erken dönem eserleri edebiyatımıza bu çerçevede katkı yapmıştır.
Aruz / Hece tartışmaları bu dönemde dikkat çeken bir diğer konudur. Mehmet Emin Yurdakul 1898’de yayımladığı Türkçe Şiirler adlı eseriyle bu yönde ilk adımı atan isimdir.
Şiirde ferdi duyguların öne çıkması Edebiyat-ı Cedide’den itibaren artarak devam eder.Erken dönemde ferdi temalarda milli temalar, aynı söylem içerisinde, iç içedir (Ahmet Haşim müstesna).
Cumhuriyet öncesi dönemin savaş şiirleri;
Abdülhak Hâmid’in İlhâm-ı Vatan, Fâik Âli’nin Elhân-ı Vatan, Nigâr Hanım’ın Elhân-ı
Vatan, Ali Ekrem’in Ordunun Defteri, Mehmed Ali Tevfik’in Turanlı’nın Defteri,
Mehmed Emin’in Ordunun Destanı, Zafer Yolunda, Halid Fahri’nin Cenk Duygularıadlı kitaplarıdır.
İsmi verilen bu kitapların dışında Abdülhak Hamid’in Girit İçin, İlham-ı Nusret, Cenap Şahabettin’in Hilal-i Giryan, Emin Bülent’in Kin, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine başlıklı şiirleri, Bülbül, Mithat Cemal’in Kuvvete, Orhan Seyfi’nin OrduKafkasya’ya Girince, Yusuf Ziya’nın Kafkasya’dan Kalanlara, Yahya Kemal’in 1918adlı şiirleri yine savaş konuludur.
Meclis’in Ankara’da açılmasıyla birlikte edebiyatta Anadolu ilgisi artmaya başlar. Halk, millet, memleket, vatan ve çağdaş medeniyet kavramları dönem edebiyatının başlıca kavramları ve konuları arasında yer alır.
Devrim tarihinin en hızlı dönemleri edebiyat tarihimiz açısından da bir hayli dinamiktir. Mehmet Kaplan’ın yakıştırmasıyla bu dönem edebiyatı destani ruh taşımaktadır.
Milli Şef döneminde Tercüme Dergisi’nin etkinliği dikkate değerdir.
Ünite 2
1920-1940 Arası Türk Şiiri
İstiklal Harbi’nden çıkmış ve yeni bir Cumhuriyet kurmuş olmanın coşkusu şiirde kendini hissettirir. Bu durum eskiyi reddediş ve yeniye övgü şeklinde tezahür eder.
Bu dönemde eser veren şairler ve eserleri;
Hüseyin Siret: Bağbozumu (1928), Kıvılcımlı Kül (1937)
Süleyman Nazif: Malta Geceleri (1924)
Mehmet Behçet: Buhurdan (1925)
Fazıl Ahmet Aykaç: Kırpıntı (1924)
Neyzen Tevfik: Azab-ı Mukaddes (1924)
Halil Nihat Boztepe: Ayine-i Devran (1924), Mahitab (1924), Ağaç Kasidesi (1947)
Rıza Tevfik: Serab-ı Ömrüm (1934)
Samih Rifat, şiirleri kitaplaşamasa da gazete ve dergilerde bu dönemde yayımlanan eserleriyle dikkat çekmiştir.
Mehmet Emin’in Mustafa Kemal (1928) ve Ziya Gökalp’in Altın Işık adlı eserleri dönemin edebi ortamında yankı bulmamış eserler arasındadır.
Ortak noktaları aruz vezninde ısrar olan Ahmet Haşim, Yahya Kemal ve Mehmet Akif, bu dönemin en güçlü şairleridir.
Mehmet Akif Ersoy
Hamasi edebiyatın Namık Kemal’den sonraki temsilcisidir.
Şiirinin özellikleri;
Şiirlerindeki doğallık, şiirlerinde konuşma diline yaklaşması, gerçekçi tasvirlerle çarpıcı ve alışagelmemiş metaforların bir arada kullanılmasıyla elde edilen orijinal imgeler, vezin ve kafiye konusundaki başarısı, şiirindeki diyalog tekniği, mesaj yüklü dizeleriyle elde ettiği öğretici etki.
Eserleri;
Safahat (1911)
Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
Hakkın Sesleri (1913)
Fatih Kürsüsünde (1914)
Hatıralar (1917)
Asım (1924)
Gölgeler (1933)
Yahya Kemal Beyatlı
Batı şiiriyle geleneksel şiirimizi başarıyla sentezlemiştir. Derslerini izlediği Albert Sorel’den tarih bilinci, parrnasyen şair J.M. de Heredia’dan da klasik metinlerde olduğu gibi temiz, sade ve sağlam şiir dili bilincini almıştır. Yakup Kadri’yle birlikte savundukları Nev-Yunanilik akımı bu düşüncelerden beslenmiştir.
Yahya Kemal, şiirin “duygunun lisan haline gelinceye kadar yoğrulması” olduğunu söyler.
Duyguyu dile, dili sese dönüştürecek olan deruni ahenk ve tarih bilinci olacaktır.
İmtidat: Bergson’un “süre”sine benzer. Süreklilik, değişerek devam etmek, devam ederken değişmek gibi anlamları içeren bir kavramdır. Yahya Kemal’in sanat anlayışının anahtarı bu kavramdır.
Eserleri;
Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962)
Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
Bitmemiş Şiirler (1976)
Ahmet Haşim
Göl Saatleri (1921) ve Piyale (1926) şairin şiirleri tamamen ferdîdir. Toplumsal olaylara şiirlerinde yer vermez. Sembolizmin etkisindeki şair yeni Türk edebiyatında saf şiirin öncüsü olmuştur. Piyale’nin başında yer verdiği “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığı altında ele aldığı şiirde mana ve vuzuh konulu yazısı Türk şiirinin modernleşme sürecindeki temel taşlarından biridir.
Şair bu yazısında şiirin anlaşılmaya ihtiyacı olmayan sözle musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın bir ara-dil olduğunu belirtmiştir. Yahya Kemal’in deruni ahenk kavramıyla bu görüş arasında paralellik vardır.
Dergâh Dergisi
1921-23 yılları arasında on beş günde bir olmak üzere 42 sayı çıkmış olan Dergâh dergisi, cumhuriyet döneminin ilk yıllarında şairlerimiz üzerinde etkisi olan önemli bir yayın organıdır. Derginin ismi için Ahmet Haşim “haşhaş”, Yahya Kemal ise “ithaf” ismini önermiştir.
Dergâh’ın yayın politikasında Yahya Kemal’in düşüncelerinin belirleyici olduğu dikkat çekmektedir.
Yahya Kemal’in ilk sayıda yayımlanan “Üç Tepe” adlı yazısı bildiri niteliğindedir: Tanzimatçılar dünyaya Çamlıca tepesinden bakarken Servet-i Fünûncular Tepebaşından bakmışlardı. Yahya Kemal bunların karşısına Milli Mücadele’nin simgesi olan Metristepe’yi çıkarır.
Dergide yayınlanan Mustafa Şekip (Tunç)’un makaleleri ve Bergson çevirileri modern-mistik eğilimlerin oluşmasında etkili olmuştur.
1. Kuşak Hece Şairleri
Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, “Hecenin Beş Şairi” veya “Beş Hececiler” olarak anılmaktadırlar. Bu isimlere öncekilerden Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Şükufe Nihal Başarır, İbrahim Alaettin Gövsa ve Halide Nusret Zorlutuna da eklenerek “On Hececiler” de denilmiştir.
Hececiler sade Türkçenin, İstanbul Türkçesinin şiir dili haline gelmesini sağladılar.
Hecenin 2. Kuşağı ve Ritmin Zaferi
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, bu isimler hecenin ikinci kuşağını oluşturan şairlerdir. Hem biçim hem de içerik bakımından şiire yenilikler getiren Ercüment Behzat Lav ve Nâzım Hikmet ise üçüncü kuşağı oluşturur (Memleket Edebiyatı).
Adını ilk kez Altın Kitap dergisinde yayımlanan Musul Akşamları şiiriyle duyuranAhmet Hamdi, şiirlerinin tamamını 1961’de kitaplaştırdı. Düşünceleri Yahya Kemal çizgisindeki şairin şiirlerinde Ahmet Haşim’in etkisi hâkimdir.
Ölüm, yalnızlık ve hüzün gibi ferdi içerikli ilk şiirleri Dergâh’ta yayımlanan Ahmet Kutsi Tecer ilerleyen dönemde halk kültürü ve ülke gerçeklerine yönelir. Ülkü dergisi etrafındaki etkinlikleri ve Âşık Veysel’i kültür dünyamıza tanıtması önemlidir. Şiirlerinde canlı bir Türkçe, ritim ve ses özellikleri dikkat çeker.
Fahriye Abla şiiriyle popüler olan Ahmet Muhip Dıranas, Türk şiirinde hecenin son halkasını teşkil eder. Dil ve duyarlılık bakımından en çok dikkat çeken isimlerden biridir.
Cahit Sıtkı, hecenin 2. Kuşağında dikkat çeken bir diğer şairdir. Şiirleri Ömrümde Sükût(1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952) ve Sonrası (1957) adlarıyla yayımlandı. Şiirlerinde sese ve ahenge önem veren şair, şiirlerinde duyguyu ritme dönüştürmeye çalışır.
Hecenin ikinci kuşağında yalın Türkçe ve hece vezni şiirimize tamamen hâkimdir. Bu dönemin şiirinin özellikleri;
Sembolizmin yanında halk şiirinin özellikleri bir aradadır.
Dönemin şiiri biçim ve özde titizdir. Ses ve ahenk öğeleriyle özgün imge ve anlam öğeleri sıkı şekilde kaynaşmıştır.
Şiirde anlamın sezdirilmesine öncelik verilmiştir.
İlk kuşağın epik ve didaktik tarzına karşılık bu kuşak şairleri lirizmin peşindedir.
Şiirin amacı yine kendisidir yani saf şiir anlayışına bağlıdırlar.
Memleket Edebiyatı
Cumhuriyetin kuruluşundan hemen önce kimlik oluşturucu bir öğe olarak ele alınan Anadolu, din ve soy etkenlerinin dışında Anadolu’nun maddi ve manevi gerçekliğini esas alan ulusçuluk düşüncesinin güdümündedir. Nurettin Topçu buna ek olarak felsefi ve mistik bir derinlik katmıştır Anadolu düşüncesine.
Memleket edebiyatı kapsamında Anadolu düşüncesinin şiirimizdeki başlangıcı Faruk Nafiz Çamlıbel’in Çoban Çeşmesi (1926) adlı şiiri olarak kabul edilir. Bu kitaptaki “Sanat” adlı şiir hem şairin hem de memleket şiirinin poetikası gibidir. Şair, “Han Duvarları” adlı şiiriyle bu akımın en tanınmış ürününü verir.
Gurbet şairi olarak tanınan Kemalettin Kamu, şiirleriyle Faruk Nafiz’in yolunu izlemiştir. Memleket şairlerinden Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Deniz Sarhoşları (1926),Yayla Dumanı (1934) ve Sarıkız Mermerleri (1940) adlı kitaplarındaki şiirleriyle Anadolu manzarası resmeder.
Zeki Ömer Defne, halk şiiri geleneği ile modern dünyayı kucaklamaya çalışır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, folklor motiflerini renkli ve coşkulu bir dille kullanmıştır.
Sanatı zayıf olsa da ele aldığı konular itibariyle Behçet Kemal Çağlar’ı da Memleket Şairleri dahilinde kabul edebiliriz (Faruk Nafiz’le birlikte Onuncu Yıl Marşı’nı yazmıştır).
Orhan Şaik Gökyay ile Arif Nihat Asya bu kuşağın hamasi sesleridir.
Memleket Edebiyatının konularının yerel olması ilerleyen dönemde taraftar bulmasını güçleştirmiştir.
Yeni Oluşumlar / Yedi Meşaleciler
Muammer Lütfi’nin Yedi Meşale adında ortak bir kitap çıkartmaya çalıştığı şairler Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret Solok veZiya Osman Saba ile hikâyeci Kenan Hulusi Koray cumhuriyet döneminin ilk edebiyat topluluğu olan Yedi Meşalecileri teşkil ederler.
Memleket edebiyatından bıktıklarını dile getiren bu isimlerin tepkisi gençlik hevesi olarak kalmıştır.
Ortak kitaptan sonra Odalar ve Sofralar (1933) adında bir kitap yayımlayan Sabri Esat, çeviri ve bilimsel meşgalelere yönelir. Kahramanlar (1929) ve Onar Mısra (1932) adlı eserlerin sahibi Yaşar Nabi, Varlık dergisini yönetir. Vasfi Mahir, Tunç Sesleri (1935),Geçmişten Geceler (1936), Bizim Türküler (1937) ve Ergenekon (1941) adlı eserleri yazdıktan sonra zamanını edebiyat tarihi çalışmalarına ayırır. Cevdet Kudret, Birinci Perde (1929) adlı eserinden sonra eleştiri ve edebiyat tarihi türlerine yönelir. Ziya Osman Saba ise Sebil Güvercinler (1943), Geçen Zaman (1947) ve Nefes Almak (1957) adlı eserleriyle kendine müstesna bir yer edinmiştir. Şiirlerinde ev ve ev içi imgelerini sadelikle şiirleştirmesi dikkat çeken niteliğidir.
Yedi Meşaleciler kısa soluklu olsalar da şiirlerindeki ince duyarlılık ve dış dünyayı ressam dikkatiyle resmeden dizeleriyle dikkat çekmişlerdir.
Türk Şiirinde Kaynak Arayışları: Mitoloji, Folklor, Sembolizm
Yeni kurulan cumhuriyetle birlikte dilde sadeleşme edebiyat ortamında karşılık bulmuş ve dildeki bu yenilik kendine kültürel bir dayanak bulmak ihtiyacı içerisine girmiştir. Bu çerçevede Ahmet Kutsi Tecer’in izindeki bir gurup halk kültüründen beslenmeye çalışmış, bir başka gurup Ziya Gökalp’in izinde Türk mitolojisinden faydalanmaya çalışmış diğer bir gurup ise Ahmet Haşim ve Tanpınar çizgisinde sembolizmden ilham alarak kültürel bir yapı arayışı içinde olmuştur. Halk kültürü ve mitoloji odaklı arayışların Türk şiirine yatay (kültürel kimlik olarak katkı yaptığı için), sembolizmin ise dikey boyut kattığı düşünülebilir (yapısal katkı yaptığı için).
Ünite 3
Garip Hareketi
Ankara Erkek Lisesi’nden itibaren arkadaşlıkları devam eden Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın başlattığı yenilikçi harekettir. İlk şiirleri okulun yayın organı olanSesimiz adlı dergide yayımlanır. 1936’dan itibaren Varlık dergisinde görülürler. Bazı şiirlerinde Mehmet Ali Sel müstearını kullanan Orhan Veli ilk şiirlerinde (1936-37) başarılı bir hece şairidir. 1938’de yayımladığı Kitabe-i Seng-i Mezar (Süleyman Efendi ve nasırı hakkındaki şiir) şiiri alayla karşılanmıştır.
1941’de yayımladıkları Garip adlı ortak yayının önsözünde şiir ve sanat anlayışlarını açıkladılar. Bu üçü dışında bugün artık isimleri hatırlanmayan pek çok şair zamanla bu harekete dâhil olmuştur. Orhan Veli 1945’ten sonra yenilikçi anlayışının keskin çizgilerini yumuşatır; klasik şiirin imkânlarını şiirlerine kabul eder.
Garipçiler özellikle şairane kabul edilebilecek sözcükleri şiirlerinden uzak tutmuşlardır. Sözcük ve konu seçiminde şiirin ele almadığı alanları kullanmışlardır. Orhan Veli özellikle geleneksel şiirin sahip olduğu estetik nitelikler ve bunların bağlı olduğu sosyal değerlere karşı tavır takınmıştır.
Konuşma dilindeki sözcükleri yine konuşma dili içindeki anlam örgüleri dâhilinde kullandılar.
Dizeleri şekil ihtiva eden yapısal kurallarının dışında kullandılar. Bu sayede anlam, şiirin bütününe açılma imkânı elde etmiştir. Bu tarz şiirlerde anlam genelde şiirdeki son dizeye taşınmıştır.
Yinelemeleri anlamı pekiştirmek amacıyla kullandılar.
Şiirde mizahın etkisini arttırdılar. Garip şiiri en çok bu yönüyle tanınmıştır.
Şiirlerde görülen öyküleme teknikleri ve duygusal söylem Garip şiirinin diğer özelliklerindendir.
Orhan Veli’nin 1945’te yayımlanan Vazgeçemediğim kitabındaki “İstanbul Türküsü” adlı şiiri Garip hareketinin dönüm noktasıdır. Bu şiirle birlikte Orhan Veli, halk şiiri öğelerini kullanmaya başladı. Bu ılımlı tavır 1949’da çıkarmaya başladıkları Yaprak dergisindeki şiirlerde de devam eder.
Garip Önsözü
Garipçiler ilk olarak Ulus gazetesinin düzenlediği “Şiir Ölüyor mu” isimli ankete verdikleri cevapla Garip hareketinin muhtevasını açıkladılar. Burada Garipçiler geleneksel şiiri keskin biçimde reddettiler. Onlara sanat itikat tellallığı yapmamalıdır. Orhan Veli daha sonra Resimli Hayat’ta Emin Karakuş’un yaptığı mülakatta (Türk Edebiyatını İnkâr Eden Genç) aynı tavrı sürdürmüştür. Varlık dergisinde yayımlanan “Garip”, “Ahenk ve Tasvir”, “Taklit” ve “Şairane” başlıklı seri yazılarında düşüncelerini temellendirmiş daha sonra bu yazıları düzenleyerek Garip adlı kitapta önsöz olarak kullanmıştır.
Garip önsözünde öne çıkan düşünceler;
Gelenek şiiri konuşma dilinden uzaklaştırmıştır. Gelenek şiirinin ana öğeleri vezin ve kafiye şiirin esası durumuna gelmiştir. Hâlbuki bu yanlıştır. Vezin ve kafiye şiir dilini doğallıktan uzaklaştırıyor.
Söz ve anlam sanatlarının niceliği şiire ve edebiyata yeni bir değer kazandırmaz.
Çağlar boyunca şiir, egemen sınıfın emrinde kalmıştır. Yeni şiirin dayanağı azınlık bir kesim olmayacaktır.
Şiirde resim ve müzik diğer sanatlara özenmek zayıflık göstergesidir. Her sanat alanının kendine özgü imkânları vardır ve bunlarla varolmalıdır. Sanatçının başarısı bilinçaltının doğallığını dışa vurmadaki başarısıyla doğru orantılıdır (bu çerçevede kavram olarak sürrealizme yaklaşırlar, pratikte anlamın peşinde olmaları sürrealistlerle aralarındaki farkı teşkil eder).
Belli akımlar ve ekoller beraberlerinde kurallar getirdiği için şiirin önünde engeldirler.
Sıradan insanın şiirini yazmak peşindedir Garipçiler.
Güzel olan sözcükler arasındaki anlam bütünlüğüdür. Şiiri doğal akışına ulaştırmak için yapılması gereken şairane söyleyişi terk etmektir.
Modernizm ve Orhan Veli
Sembolistlerden sonra Avrupa’da etkili olan akımların tümü başlangıçta modernizm sözcüğüyle ifade ediliyordu. Dadaiz, sürrealizm, fütürizm gibi bu akımların ortak paydası iki dünya savaşı arasındaki bunalım dönemine ait olmalarından kaynaklanan eleştirel tutumdur. Bu akımlardan sürrealizm, Garipçiler üzerinde etkili olmuştur.
Garipçilerin Türk şiirine etkisi muazzamdır. Geleneksel şiiri yerle bir eden Garipçiler Türk şiirini geri dönülemeyecek şekilde modernize etmişlerdir. Ziya Osman Saba ve Ahmet Hamdi gibi hecenin büyük şairleri bile Garip hareketinden sonra serbest şiire geçmişlerdir.
Ünite 4
Nâzım Hikmet ve Toplumcu Gerçekçi Şiir
Nâzım Hikmet Ran, 1902’de Selanik’te doğdu. Annesinin ismi Celile’dir. İstanbul’da bahriye mektebini bitirdi (1919). İlk şiirlerini Mevlevî ve şair olan dedesi Nâzım Paşa etkisinde yazmaya başlar. 17 yaşında yazdığı “Serviliklerde” başlıklı şiirini Yahya Kemal’in düzelttiğini söyler.
1918’den itibaren Yeni Mecmua, Kitap, Alemdar, Ümit gibi dergilerde şiirleri yayımlanmaya başlar. Hece vezni, kafiye ve dil bakımından ilerleme kaydettiği gözlenen ilk şiirlerinde ulusal duygular dikkat çeker.
1921 yılında cepheye katılmak üzere İnebolu’dayken Spartakistlerle tanışır (Alman asıllı Bolşevik örgüt). Gurup içerisinden Sadık Ahi’den (Mehmet Eti) Bolşevik Devrimi, Marksizm, sosyalizm gibi kavramları öğrenir ve derhal etki altına girer.
Vâlâ Nureddin’le birlikte Bolu’ya öğretmen olarak ataması gelir. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Batum üzerinden Moskova’ya geçer. İki yıl ekonomi politik dersi görür. Bu dönemde Mayakovski ve Rus fütüristleriyle tanışır onların sanat anlayışı ekseninde şiirine yön vermeye başlar. Vezinsiz ve basamaklardan oluşan şiir biçimini ilk defa bu yıllarda denemeye başlar.
1924’te yurda döner. Aydınlık ve Orak-Çekiç dergilerinde çalışır. TKP’ye üye olur. 1925’te yurt dışına kaçar. İstiklal Mahkemesi, gıyabında 15 yıl mahkûmiyet kararı alır. 1926’da Viyana’da parti kongresine katılır. İlk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü(1928) Bakü’de basılır.
Çıkan af yasasından yararlanmak üzere yurda döner. Hopa’da tutuklanır. Üç ay hapse mahkûm edilir. Tahliyeden sonra Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 835 Satır veJokond ile Si-Ya-U adlı kitaplarını yayımlar (1929).
“Putları Yıkıyoruz” adlı yazısıyla Abdülhak Hamid ve Mehmet Emin Yurdakul’u sert şekilde eleştirdi. 1929’dan itibaren verimli bir döneme girdi.
Varan 3, 1+1=Bir, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiirleri ile Kafatası, Bir Ölü evi adlı oyunları yayımlanır.
1933-38 yılları arasında Portreler, Taranta Babu’ya Mektuplar, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Yolcu adlı eserleri yayımlanır. Bir yandan da hakkında açılan davalarla uğraşır. Çeşitli davalardan toplam 28 yıl hapse mahkûm edilir. 1950’ye dek sürecek mahpus yılları başlar. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yatar. Cezaevindeyken Kuvayi Milliye Destanı, Memleketimden İnsan Manzaraları, Saat 21-22 Şiirleri, Rubailer adlı şiir kitaplarını ve Ferhat ile Şirin, Sabahat adlı oyunlarını yazar.
1949’dan itibaren yurt içi ve dışında “Nâzım’a Özgürlük” kampanyaları başlar. İki defa açlık grevine girer. 14 Mayıs seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti tarafından serbest bırakılır.
Kendisine pasaport verilmemesi ve askere çağrılması üzerine Haziran 1951’de yurdu terk eder. Bakanlar kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarılır. 1954’te Leh vatandaşlığına geçer.Borzenski adını alır. 1963’te Moskova’da ölen şaire 5 Ocak 2009’da yeniden Türk vatandaşlığı verilmiştir.
Hayatını sosyalizm düşüncesine adamış olan şairin sosyalist kimliğinin yansımaları sanatında da açıkça görülür. Aşkları ve memleket özlemi şiirlerinde öne çıkan diğer temalarıdır.
Nâzım Hikmet’in Türk Şiirindeki Yeri
1922’de yazdığı “Açların Gözbebekleri” (basamaklı şiirin ilk örneğidir) edebiyatımızda yeni bir biçim, tarz ortaya koymuştur.
İlk şiirlerinden itibaren şiirinin ritim ve ses özellikleri dikkat çeker. Şiirlerinde dinamik bir müzikalite vardır.
1938’e kadarki şiirlerinin hitap gücü dikkat çekerken bu tarihten sonraki şiirlerinde öyküleme tekniğini daha sık kullandığı ve lirizmin öne çıktığı görülür.
Nâzım Hikmet’in şiirinin en çok dikkat çeken özelliği biçim ve içerik unsurlarının uyumudur.
Nâzım Hikmet’in şiirinin özellikleri;
Şiirinin dış görünüşü, biçim özellikleri,
İçeriğe uygun sesleri bulmak,
Sinematografik anlatım,
Edebiyatın çeşitli türlerinin özelliklerini bir araya getirme; hem birimde hem de bütünde olarak anlam vurgusu,
Modernist ve geleneksel unsurları bir arada kullanabilme,
Bütün bu nitelikleri sosyalizmle harmanlama…
Şiirinin gücü Nâzım Hikmet’e popülarite kazandırmışsa da Türk şiirinde çığır açıcı etkisi olmamıştır.
Bugün ismi hatırlanmayan bazı isimler 30’lu yıllardan itibaren Nâzım Hikmet’in etkisinde şiirler yazmıştır. İlhami Bekir bunlar arasında ilk akla gelenidir. Birçok şiirinde Nâzım Hikmet’i adeta taklit etmiştir. 24 Saat adlı kitabıyla Türk edebiyatında işçileri konu edinen ilk şair kabul edilir.
Hasan İzzettin Dinamo, Nâzım Hikmet’in etkisinde yazdığı şiirlerini Deniz Feneri adlı kitapta topladı (1937).
Asıl işi mimarlık olan Nail V. Çakırhan, 1+1=Bir (Nâzım Hikmet’le birlikte, 1930) veDaha Çok Onlar Yaşamalıydı (Bütün şiirleri, 1996), adlı kitaplarındaki şiirlerinde Nâzım Hikmet’in etkisi altındadır.
Toplumcu Gerçekçi Edebiyat Anlayışı
Gerçekçi anlayış, gözlemci, eleştirel ve toplumcu gerçekçi olmak üzere üç alt kategoride incelenebilir. Gözlemci gerçekçilik, dış gerçekliğin esere olduğu gibi yansıtılması; eleştirel gerçekçilik, gözlemin eleştirel bir nitelik taşımasını isterken toplumcu gerçekçilik, tezlidir ve gerçekçiliği Marksizmle yorumlar. Toplumcu gerçekçiliği Marksizmin sanat hayatındaki versiyonu olarak düşünmek yanlış olmaz.
1934’te Moskova’daki yazarlar birliği kongresinde Gorki, toplumcu gerçekçiliğin ölçülerini ortaya koymuştur:
a) Toplumcu gerçekçilik bir tezi savunur.
b) Sosyalist bireysellik ancak kolektif emek içerisinde gelişebilir. Edebiyatta insanı belirleyen en temel öğe kolektivizmdir.
c) Yaşam eylem ve yaratmadır. Yaşam maddi olandır, doğayla sınırlıdır.
d) Sosyalist bireyselliğin geliştirilmesi toplumcu gerçekçiliğin temel amacıdır.
Ercüment Behzat Lav
Almanya’da öğrenciyken dadaizm ve gerçeküstücülükten etkilenen Lav, serbest tarzda şiirler yazar. Şiirlerinde yer yer toplumsal gerçekçi motifler görülse de bütünüyle bu çerçevede düşünülmemesi gereken Lav, kesin bir ideolojiye bağlılık gösteremez. Şiirinin asıl amacı, yerleşik düzene başkaldırıdır. Şair şiirlerinde, içerikten ziyade biçime ağırlık vermiştir. Şiirlerini S.O.S. (1931), Kaos (1934), Açıl Kilidim Açıl (1940), Mau Mau(1962), Üç Anadolu (1964) adlı kitaplarda toplamıştır.
Toplumcu Gerçekçi 1940 Kuşağı
Rıfat Ilgaz (Yarenlik, Sınıf, Yaşadıkça)
Cahit Irgat (Bu Şehrin Çocukları, Rüzgârlarım Konuşuyor, Ortalık, Irgatın Türküsü)
A. Kadir (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu) (Tebliğ)
M. Niyazi Akıncıoğlu (Haykırışlar)
Ömer Faruk Toprak
Enver Gökçe
Mehmet Kemal (Kurşunluoğlu)
Arif Damar
Ahmet Arif
Şükran Kurdakul
Hasan İzzettin Dinamo ve Attila İlhan’ı da bu listeye dâhil edebiliriz.
Nâzım Hikmet’in izinden giden bu şairlerin ortak noktaları Milli Şef’in baskısından mustarip olmalarıdır.
Öyküleme tekniğini daha çok kullanan bu şairler ses ve ahenk özellikleri bakımından Nâzım Hikmet’in şiirinin yanına yaklaşamazlar.
Rıfat Ilgaz bazı şiirlerinde Garipçilere yaklaşır. Şiirleriyle Cahit Irgat’ta hem toplumcu gerçekçi hem de Garipçiler arasında kalır. Bazı şiirlerinde metafizik imgeler de mevcuttur.
Mavi Hareketi
Adını 1952-56 tarihleri arasında 32 sayı yayımlanmış olan Mavi adlı dergiden alır. Edebiyatımıza daha çok düzyazı alanında katkı yapmıştır. Orhan Duru, Ferit Edgü, Tarık Dursun K, Tahsin Yücel, Demir Özlü gibi isimler bu dergiyle edebiyat ortamına girdiler. Derginin toplumcu gerçekçi çizgiye geçmesi Ahmet Oktay ve Attila İlhan’ın yazılarıyla olmuştur. Attila İlhan “Sosyalizm Realizm Münasebetleri Yahut Başlangıç” adlı yazısında başta Garipçiler olmak üzere, toplumcu gerçekçi şairleri ve diğer bazı şairleri eleştirir. Attila İlhan’ın yazılarıyla başlayan sosyal realizm anlayışı dergideki bütün yazıları kuşatır. Derginin asıl önemi Attila İlhan’ın Orhan Veli’yi bopstil (züppe) olarak nitelemesidir. Attila İlhan’ın şiirin poetik değerlerini yeniden edebiyatçılarımıza hatırlatması, Garipçilerin şairler üzerindeki sarsıcı etkisini durdurmuştur. Bu hareketin şairleri Attila İlhan, Ahmet Oktay, Özdemir Âsaf, Arif Damar ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’dir.
Attila İlhan
1946’da CHP şiir yarışmasında “Cebbar Oğlu Mehemmed” adli şiiriyle Cahit Sıtkı’nın “OtuzBeş Yaş” adlı şiirinin ardından ikinci oldu (Üçüncü olan eser Fazıl Hüsnü’nün “Çakır Destanı”ydı).
Şiirinin kaynaklarından biri Nâzım Hikmet’tir. Şairin ilk yıllardaki şiirlerinde folklordan gelen öğeler, ses özelliklerine dikkat eden öyküleyici anlatım dikkat çeker. 1950’den sonra Garipçilere karşı çıkarken şiirin düz ve yalın olamayacağını, zengin benzetmelerle, içli ve derin olabileceğini, kendine özgü bir söyleyiş özelliği taşıması gerektiğini söyler.
40 kuşağı toplumcu şairlerinin devlet baskısı altında kalmaları nedeniyle Garipçilerin popülaritesi artmıştır. Buna karşılık 40 kuşağı toplumcuları feodal motifler ve çocuk realizmi arasında kalarak kendini tüketmiştir. Attila İlhan kendini sosyal realizm adını verdiği bir anlayışla diğerlerinden ayırır.
İsmet İnönü’ye karşı olarak Mustafa Kemal Atatürkçülüğü dediği Atatürkçülükle Marksizm arasında; ulusçu-ulusalcı düşünce ile Türk tarihi arasında bağlantılar kurmak, kendi ifadesiyle “bileşim” oluşturmak ister.
Sol düşünceyi Atatürk düşüncesiyle birleştirmeye çalışan şair toplumcu gerçekçi anlayışı divan şiiri estetiğiyle renklendirmek ister. Onun bu arayışları şiirini Nâzım Hikmet etkisinden kurtarmıştır.
Sonuç olarak Attila İlhan, Batı şiiri estetiği ile gelenek arasında sentez kurmak isteyen şehirli, entelektüel ve toplumcu öznenin şiirini yazmıştır.
Attila İlhan’ın şiirini üç dönemde ele almak mümkündür:
Toplumcu gerçekçi dönem (Sisler Bulvarı ve Duvar)
Bireyselliğin varoluş içinde algılandığı dönem (Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Bela Çiçeği ve Yasak Sevişmek)
Divan şiiri birikiminden yararlandığı dönem (Tutuklunun Günlüğü ve sonraki şiirleri)
Ahmet Oktay
Dr. Kalligari’nin Dönüşü (1966) ve Yol Üstündeki Semender (1987) önemli şiirlerinin yer aldığı kitaplarıdır. Epik söylem, toplumsal duyarlılık ve sözcük zenginliği şiirlerinin belirgin özelliğidir.
Ünite 5
Modern Türk Şiirinde Metafizik Eğilimler
Metafizik sözcüğü ilk olarak Aristoteles’in eserlerini tasnif eden Andronikos’un, “Prote Philosophia” adlı kitaba Meta ta Physika demesiyle ortaya çıkmıştır.
Ortaçağdan itibaren sözcüğün içeriği tefekkür kavramıyla örtüşür niteliğe büründü. Günümüzdeki kullanım alanı da daha çok tanrısal olanı düşünme şeklindedir.
Metafizik / mistik düşünce / Bergson’un “sezgi” kavramı, bütün bunlar maddi alanın ötesini, görünenin ötesini işaret eden içeriklere sahiptir.
Sanat, Metafizik ve Mistisizm
Gücünü daha çok imaj unsurundan alan şiir için mistik/metafizik alan zengin bir kaynaktır. Klasik dönemdeki tasavvufi içerikli şiirler bunun örneğidir. Aynı çizgi yeni Türk edebiyatı döneminde de devam etmiştir: Abdülhak Hamid’in Makber, Külbe-i İştiyak, Kürsi-i İstiğrak gibi şiirleri metafiziğe dairdir.
Cumhuriyet döneminde de metafizik içeriğe eğilimli şairlerimizin sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Bununla beraber belli bir ekol oluşturamamışlardır (metafizik kurguların sistematiği olmaz, kişisel algıya/sezgiye dayalı gelişim gösterirler).
Ahmet İnam, “Türk Şiirinde Mistik Eğilimler” başlıklı yazısında altı ayrı mistik tavırdan söz eder: Hasta mistisizm (Necip Fazıl), sanat mistisizmi (Ahmet Hamdi), yaşama mistisizmi (Âsaf Halet), aşama olarak mistisizm (Fazıl Hüsnü), ruhsal mistisizm (Behçet Necatigil) ve kurtuluş olarak mistisizm (Sezai Karakoç).
Necip Fazıl Kısakürek
1950’den 1980’lere kadarki dönemde Türk şiirinin en çok dikkat çeken şairlerindendir. Şiiri öncelikle Nâzım Hikmet’in materyalist şiirine tepki gösterir. Metafizik duyarlılığı saf şiir anlayışına varoluş sorunlarını katarak geliştirir. Memleket edebiyatı içinde hece şiirini sıkıştığı tekdüzelikten kurtarıp zirveye taşıyan şair siyasi, aksiyoner kişiliğiyle de ilgiyi üstünde tutmuştur.
Necip Fazıl, 1905’te Çemberlitaş’ta doğdu.
Heybeliada bahriye mektebinde okurken edebiyata ilgi duyar. 1921’de Darülfünun felsefe şubesine kaydolur. Bergson üzerine çalışmalar yapan M. Şekip Tunç’un derslerini takip eder. Devlet bursuyla felsefe tahsili için Paris’e gider. Gece hayatı, kumar gibi alışkanlıklar edinerek yurda döner. “Kaldırımlar” adlı şiirini bu dönemde yazar.
Bankalarda memur-müfettiş ve çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. 1942’den sonra geçimini basın-yayın yoluyla temin etti. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkardı.
1934’te tanıştığı Abdülhakim Arvasi onun hayatında dönüm noktasını teşkil eder. O tarihe kadar şiirlerinde ferdi duyguları dile getiren şair artık dindar-muhafazakâr kitlenin şairi olarak anılmaya başlanacaktır. İlk dönemi Kaldırımlar, ikinci dönemi Sakarya Türküsü temsil eder. Şair, 25 Mayıs 1983’te vefat etmiştir.
Şiir hakkındaki görüşlerini Ağaç dergisinde “Manzara” ve Büyük Doğu’da “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” başlıklı yazılarında açıklamıştır.
1946’da Büyük Doğu dergisinde “İdeolocya Örgüsü” başlığı altında yayımlanan yazıları arasında Türk şiirinin en derli toplu, sorunlarını, niteliklerini konu edinen yazılarını yayımlar (bu yazılar 1955’ten itibaren şiir kitaplarında “Poetika” başlığıyla yayımlanır). Bu yazılarında şairi ilahi emanetin sahibi, Tanrı ile sıradan insan arasında bir yerde konumlandırır.
“Şiirde Usûl” ve “Şiirde Gaye” başlıklı yazılarında şiirin nasıl yazıldığını anlatır. Ona göre remzî ve sırrî olmak şiirin ana vasıflarıdır. Şiir somuttan soyuta gider. Şiirdeki somut nesneler, eşyalar sembol olarak kullanılır. Heyecan, ahenk ve deha şiir için gerekli değerlerdir.
“Kitabe” adlı ilk şiirini 1 Temmuz 1923’te Yeni Mecmua’da yayımlayan şair ölümüne dek çeşitli konularda 100 kadar eser neşretmiştir. Şiir kitapları:
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
101 Hadis (1951)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)
Esselam (1973)
Dinamik, sürekli değişim çabasında bir şair olan Necip Fazıl özellikle gençlik yıllarında yazdığı şiirleri ilerleyen dönemlerde sürekli değiştirmiş, yeniden düzenlemiştir.
Âsaf Halet Çelebi
Çok geniş kültür coğrafyasından gelen unsurlarla dikkat çeken çarpıcılık ve yalınlık taşıyan şiirler yazmıştır.
Fransızcanın yanı sıra Farsça, Sanskritçe gibi bazı doğu dillerini de bilirdi. İlk şiirleri klasik tarzda yazılmış gazellerdi ki bunların hiçbirine kitaplarında yer vermemiştir. 1937’den itibaren şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanır. He (1942) ve Lamelif (1945) adlı kitaplarındaki şiirlerine yenilerini ekleyip Om Mani Padme Hum (1953) adıyla yayımladı.
Şiir hakkındaki görüşlerini İstanbul’da “Benim Gözümle Şiir Davası” üst başlıklı yazı dizisinde izah etmiştir.
Şiirle metafizik âlem arasında kesin bir ilişki kurar. Saf şiirinin ilahi bir kaynağı olduğuna inanır. Şiirlerinde hikâye ve tasvirden uzak durur. Şiir, kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş büyük bir kelimedir. Saf şiir kendi öz formuna ulaştıktan sonra artık ondan ne bir sözcük çıkartılabilir ne de ona ilave yapılabilir.
Anlamdan ziyade sembollere önem verir. Kafiye ve vezni önemsemediği halde ritim ve ses unsurlarına ihtimam gösterir.
Şiirinin kaynakları doğu mistisizmi, tasavvuf, kutsal metinler ve çocukluğundan kalan masal ve izlenimlerdir. Şiirlerinde ölüm, yokluk, sonsuzluk, çocuk bilinçaltı gibi konuları ele almıştır.
Şiirlerinde sıkça anlamı bilinmeyene yabancı dillerden alınma sözcükler, terkipler kullanır. Bu yabancı sözcükler letrizmden farklı olarak sembol amaçlı olarak kullanılmıştır. Yani bu sözcükler anlamlarından gayri bir değere sahiptirler.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
1914’te İstanbul’da doğdu. 1935’te harp okulunu bitirdi. On beş yıl orduda çalıştı. Çalışma bakanlığına bağlı olarak müfettişlik yaptı (1952-1960). Kitap adında bir yayınevi çalıştırdı. 1960-64 yılları arasında Türkçe adıyla aylık dergi çıkardı. 20 Ekim 2008’de vefat etti.
Yayımlanan ilk eseri Yeni Adana gazetesinde çıkan bir hikâyedir (1927). “Yavaşlayan Ömür” adlı ilk şiiri ise 1933’te yayımlandı. 1935’te çıkan ilk kitabı “Havaya Çizilen Dünya” Necip Fazıl etkisinde yazılmış vezinli kafiyeli şiirleri içerir. 1940’ta çıkan “Çocuk ve Allah” kitabıyla dikkat çekmiştir. Çocuk saflığıyla varlığın gizemini kavramak, insan hayatının uzak yakın anılarının yansımaları, çarpıcı imajlar ve lirizm eserin değerini arttıran faktörlerdir.
Cemal Süreya onun şiirlerini “sezgi dönemi” (1955’e kadarki şiirleri) ve “akıl dönemi” (1955’ten sonraki şiirleri) olmak üzere iki veçheye ayırır. İlk dönemdeki mistik unsurlar ikinci dönemde azalmış bunun yerine aktüel, gündelik hayata dair konular şiirine dâhil olmuştur. Konu yelpazesi en geniş şairlerimizden biridir. Biçim ve yapı bakımından da şiirinde çeşitli formları görmek mümkündür. Lirik ve epik türde çok sayıda şiiri vardır. Çok yazması (sadece şiir kitaplarının sayısı 60’ı geçmiştir) bazı şiirlerinde sanat bakımından eksiklikleri de beraberinde getirmiştir.
Ahmet Hamdi’den Cahit Zarifoğlu’na birçok şairin şiirinde mistik vurgular dikkat çeker. Bu şiirlerin ortak paydası, varlığın görülen âlemle sınırlı olmadığı, insanın varoluşunun görünen dünyanın, tabiatın üzerinde bir görkeme meyyal oluşuna yapılan vurgudur.