Moderator
- Mesajlar
- 419
- Tepkime puanı
- 28
- Puanları
- 18
MODERN ORTADOĞU TARİHİ
"Ders Notları"
ÜNİTE – 1
Ortadoğu Tarihine Giriş
Jeopolitik: Coğrafya ve tarihin belirlediği ilişkilerdir. Devletlerin dış politika davranışlarını, ülkelerin coğrafi konumu, fiziki çevresi, sahip olduğu kaynaklar, geçiş yolları vs. ile ilişkilendiren yaklaşımdır. Kısaca bir bölgenin coğrafyası ve orada gelişen tarih, o bölgenin jeopolitiğini (coğrafyadan kaynaklanan siyasi önemini) belirleyen dinamiklerdir. Bu kavram ilk defa isveçli Kjellen (1864- 1922) tarafından kullanıldı ve Halford MacKinder (1860-1947) tarafından geliştirildi.
Bedevî: Çöllerde hayatlarını göçebe olarak geçiren guruplardır. En temel bağları kan (aile/akraba) bağıdır. Ailelerin oluşturduğu kabile en üst siyasi yapılarıdır. Basit bir hayat sürerler, fakat katı geleneksel kurallara sahiptirler. İhtiyaç duymadıkça meskün mahallere gelmezler. Yerleşik hayata ve ziraata karşıdırlar. Mümkün olduğunca, bağlı oldukları devletin kontrolünden uzak yaşamayı tercih ederler.
Hazarî: Bedevilerin aksine çöllerdeki vahalarda yerleşik hayatı benimsemiş guruplardır. Kan bağı ve kabile bağları konusunda bedevîler gibi olmakla birlikte bunlar ziraat ve ticaret ile uğraşırlar. En büyük sorunları bedevîlerin yaptıkları yağmalardır. Bu yağmadan kurtulabilmek için bedevîlere “ihave” adıyla bir “kardeşlik vergisi” öderler.
Hariciler: Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ihtilafta, iki tarafın hakeme başvurmasını reddeden guruplara verilen isimdir. Zamanla bir inanç biçimine dönüştü. Hz. Peygamber soyuna (Seyyidlere) bağlılıkları olmakla birlikte fiiilikten farklı bir doktrin geliştirdiler. Özellikle Kuzey Afrika’da islamin yayılmasında etkili oldular. Bu gün daha ziyade Uman ve kısmen Libya’da (Cebel Nefusa’da) varlıklarını ibadilik adı altında sürdürmektedirler.
DİKKAT : Tarihte ilk defa belki de 2010’dan sonra Arap toplumlarında nispeten “orta sınıf”ı temsil eden muhalefet ortaya çıktı ve “Arap Baharı” diye tanımlanan, ancak geleceği şimdilik belirsiz görülen bir hareket doğdu. Bunun sonucunda manda yönetimleri sonrası oluşan ve “Soğuk Savaş”ın da desteklediği yapılar tek tek devrilmeye başladı.
Soğuk Savaş: Başını ABD’nin çektiği Batı Bloğu ile Sovyetler Birliği’nin çektiği Doğu Bloğu arasında, 1947 ile 1991 yılları arasında süren uluslar arası siyasi, ideolojik ve askeri gerilim dönemi.
Azınlık: Bir ülkede çoğunluğun içinde yaşayan ve etnik kökeni, dili, kültürü ve dini bakımından büyük kesimden ayrılan daha küçük guruplara verilen isimdir.
Yezidilik: Kökü Emeviler zamanına kadar indirilen ve islam ile putperest inançların karışımından meydana gelen bir dindir. Melek Taus diye isimlendirdikleri fieytan’a tapmaları ile tanınmışlardır. Suriye’de ortaya çıkmasına rağmen Kuzeybatı Irak’ta Sincar dağlarında Kürtler arasında gelişmiştir. Bu gün ağırlıklı olarak Irak’ta yaşamakta olup yeni Irak anayasasında da kabul edilen etno-dinî bir guruptur.
Zerdüştlük/Zoroastrianizm: Monoteist bir inanç biçimi olup Zerdüşt’ün öğretilerini içermektedir. Sasaniler döneminde etkin olan bu inanç sistemi bu gün iran’da Yezd ve Kirman bölgesi ile Gabariler arasında yaşamaktadır. Pek çoğu Hindistan’a göç ederek orada Parsi topluluğunu oluşturdular. Kutsal kitapları Zend Avesta’dır.
Sabiilik: Aydınlık ile karanlık arasındaki düalizme dayandırdıkları inanç sistemlerinde, maddî evrenin dolayısıyla bedenin de kötü olduğuna inanırlar. Ruhun beden hapishanesinde olduğunu kabul ederler. Genellikle iran’ın Ahvaz ve Hurremşehr bölgesi ile Irak’ta Ammara, Bağdat ve Basra gibi bölgelerde yaşamaktadırlar. Mandiler olarak da tanınırlar
Arap- israil Çatışmasının Kronolojisi 1882 Filistin’e düzenli yahudi göçlerinin başlaması. 1885 Siyonizm kavramının ortaya çıkışı. 1896 Theodor Herzl “Yahudi Devleti” kitabını yayımladı. 1897 Birinci Siyonizm Kongresi. 1917 israil Devleti’nin kuruluşunu hazırlayan Balfour Deklerasyonu. 1920 Filistin’de İngiliz mandasının kurulması. 1936-39 Siyonist göçlere ve ingiliz mandasına karşı Arap ayaklanmaları. 1937-38 ingiliz komisyonunun Filistin’i ikiye bölme önerilerinin ortaya çıkması. 1939-45 II. Dünya Savaşı ve Yahudiler’in Avrupa’da katliama uğramaları. 1946 Kudüs’te Yahudi militanların 91 kişinin ölümü ile sonuçlanan terör eylemi. 1947 Filistin meselesinin ingilizler tarafından BM’ye taşınması ve taksım planı. 1948 israil Devletinin ilan edilmesi. 1949 israil’in BM üyesi olması. 1964 Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kuruluşu. 1967 Altı Gün Savaşları: israil’in Doğu Kudüs, Batı fieria, Golan Tepeleri ve Gazze’yi işgal etmesi
Sıra Sizde 1 : Size göre Ortadoğu kavramını belirleyen temel etkenler nelerdir?
Coğrafya, Tarih, sahip olduğu kaynaklar ve barındırdığı etnik-dini yapı.
Sıra Sizde 2 : Türkler Ortadoğu tarihinde siyasi olarak nasıl bir temel rol üstlenmiştir?
Türkler dağılma sürecine girmiş Ortadoğu Arap halkları üzerinde himayeci ve bütünleştirici bir rol üstlenmiştir. Asırlarca sürecek istikrarı sağlamışlardır.
Sıra Sizde 3 : Sizce Arap dünyasında Osmanlı Devleti ile Avrupalıların yönetimlerindeki temel fark nedir?
Osmanlı devleti farklılıkları koruyarak coğrafyayı bir bütün olarak idare ederken Avrupalılar farklılıkları öne çıkararak parçalamayı ve ayrıştırmayı tercih ettiler.
Sıra Sizde 4 : Ortadoğu’daki yaşanan çatışmaları kaynakları bakımından nasıl isimlendirebilirsiniz?
Yerel özelliklerden, iç dinamiklerden ve uluslararası menfaat guruplarının rekabetinden kaynaklanan çatışmalar olarak tanımlanabilir
ÖZET 1 : Ortadoğu kavramını açıklayabilme Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim dağildir. Siyasi bir tanımdır. Bu yüzden anlamı konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Zira “doğu” herkes nazarında bir yönü ifade ederken “orta” kelimesi “neyin veya nerenin ortası” sorusunu da beraberinde getirmektedir. ilk defa 1850lerde İngilizler tarafından Hindistan’daki Sömürge idaresi tarafından iç yazışmalarında kullanılmakla birlikte; gerçekte bir kavram olarak literatürde kullanılması Amerikan tarihçisi Alfred Mahan (1840-1914) ile başlamıştır. A. Mahan’ın bu tanımını doğu üzerine yazılar yazan Valentino Chirol onu hararetle destekledi ve o bu kavramı sınırlarını belirterek yeniden tanımladı. Fakat bu ilk kullanımı ile Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki kullanımı aynı anlamı taşımıyordu. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ingiltere’nin Mezopotamya’daki askeri faaliyet alanı “Ortadoğu”, Mısır’daki askeri faaliyet alanı da “Yakındoğu” olarak tanımlanıyordu. Bu kullanımın içinde daha çok Güneybatı Asya’da yer alan Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi ve ayrıca iran yer almaktaydı. Savaştan sonra bu iki farklı kavram yeni bir jeopolitik yaklaşım ile Ortadoğu başlığı altında birleştirildi. ikinci Dünya Savaşı sonuna kadar Ortadoğu’yu içine alan bölgeler hâlâ Yakındoğu (Near East) kavramı ile tanımlanıyordu. Dar anlamı ile Ortadoğu, Güneybatı Asya devletlerini (Arap Yarımadası, Basra Körfezi, Irak ve Suriye’yi içine alan bölge) içermektedir. Daha geniş anlamıyla da Güneybatı Asya’dan Kuzey Afrika’nın en batısı olan Fas (Mağrıb) ile doğuda Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan bölgeye verilen isimdir. Ortadoğu’nun tarihinde etkili olan pek çok siyasi yapılanmalar olmuştur. Ancak en uzun ve istikrarlı dönem Türklerin egemenlik dönemleridir. Zaten bir siyasi coğrafya olarak Ortadoğu, Osmanlı Devleti’nin tarihe karışması ile ortaya çıkmıştır.
ÖZET 2 : Ortadoğu’daki etnik yapıyı tanımlayabilme Ortadoğu coğrafyası eskiden beri zengin bir etnik çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilik hem coğrafyanın yerli halklarından ve hem de tarih boyunca bölgede yaşanan göçlerden beslendi. Güçlü aile/kabile bağları olsa da bu geniş coğrafyada etnik yapıyı net bir şekilde belirleyen güçlü anlayışlar hiçbir zaman oluşmadı. Özellikle islam’ın coğrafyadaki etkinliği ve bu dinin Arapça ile yayılmış olması Arapça konuşan Ortadoğu halkları arasında müşterek bir bağın kurulmasına imkân verdi. Başka bir ifade ile etnik kimliğin beslediği ve yarattığı “ulus” kavramı burada batılıların anladığı anlamı kazanmadı. Buna rağmen yinede Ortadoğu’nun tanımı bir noktada bazı etnik yapıların yaşadığı yer olarak algılandı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da nüfuz yoğunluğuna göre Araplar, Türkler ve Farslar yaşamaktadır. Kültürel olarak bu unsurlar ile bütünleşmiş, fakat farklı kimliklere sahip, Berberiler, Kürtler, Çerkezler de bu coğrafyanın temel etnik kimliklerindendir. Tamamını ortak yönü ise Müslüman olmalarıdır. Ortadoğu’da bu istisnai bozan gurup Yahudilerdir. Onlar da daha çok etno-dini özellikler taşımaktadır.
ÖZET 3 : Ortadoğu’daki dinî kimlikleri irdeleyebilme Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden bir tanesi kuşkusuz dinî çeşitliliktir. Tarih içinde gerek semavî (vahye dayalı) ve gerekse semavî olmayan bütün din, inanç ve anlayışlar bu coğrafyada yeşerdi ve nerdeyse hepsinin -farklılaşarak da olsa günümüze kadar ulaşan müntesipleri oldu. Ancak en sonuncusu olmasına rağmen günümüzde bu coğrafyaya asıl rengini veren ve çoğunluğun bağlı olduğu din islam’dır. Ardından Hıristiyanlık ve Yahudilik gelmektedir. Ayrıca her üç dine mensup mezhepler ve çeşitli dinlerden hareketle yeni bir inanç şekli olarak ortaya çıkan heterodoks guruplar da tarihten günümüze daima var olagelmişlerdir. Örneğin Yezidilik bunlardan bir tanesidir. Bağlılarının sayıları az da olsa iran’ın eski dini olan Zerdüştlük/Zoroastrianizm ve Kur’an’da da ismi geçen Sabiilik de hâlâ varlıklarını sürdürebilmektedir. Din, semavi olsun veya olmasın Ortadoğu tarihinde daima belirleyici bir rol oynadı.
ÖZET 4 : Ortadoğu’daki çatışma alanlarını algılayabilme Jeopolitik önemini detayları ile verdiğimiz bu coğrafya tarihin değişik devirlerinde ya istikrara ya da çatışmalara sahne oldu. Çağımızda bölgede istikrardan çok çatışmalar hakimdir. Bu çatışmaların bir bölümü Ortadoğu’ya rengini veren yerel özelliklerden kaynaklanırken bir bölümü de bölge üzerindeki uluslararası rekabetlerden kaynaklanmaktadır. Günümüzde Dünya petrol rezervlerinin en fazlasına sahip olan bu bölge daima uluslar arası çatışmalara sahne olmaktadır. Petrolun gelişmiş ülkelere güvenli bir şekilde ulaştırılması sorunu bölgede çatışmaların ana nedenidir. Ancak bunun dışında bölgesel çatışmalar da bulunmaktadır. Birici Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan yapay sınırlar, bölge halklarının tam olarak algılamadığı milliyetçi eğilimler, mezhep sorunlar da çatışmalara vesile olmaktadır. Filistin sonunu ve buna bağlı olarak mülteciler meselesi hem bölgesel ve hem de uluslar arası bir çatışma alnıdır. Bölge kaynaklarının yetersizliği veya yanlış kullanımı da bir diğer problemdir.
ÜNİTE – 2
Ortadoğu Tarihi’nde Haşimîler: Irak ve Ürdün
DİKKAT : Gerek dönemin şartları ve gerekse Arap topraklarında kurulan manda sistemlerinin etkisi ile fierif Hüseyin’in isyanı abartılı bir biçimde “Büyük Arap Devrimi” olarak nitelendirildi. Oysa bu bütün Araplara mal edilecek genel bir hareket olmadığı gibi, o tarihte pek çok Arap tarafından da reddedildi. Dolayısıyla bu hareketi “Arap Devrimi veya isyanı” olarak değerlendirip genelleştirmek yerine “fierif Hüseyin’in isyanı” olarak değerlendirmek gerekir.
DİKKAT : ilginçtir ki, T.E. Lawrence bile ingilizlerin tutumundan dolayı hayal kırıklığına uğradı. Zira efendileri onu Arapları bağımsızlığına kavuşturacağına inandırmıştı. Paris Barış Konferansı’ndan Suriye’nin geleceği hakkında sağlıklı bir karar çıkmadığı gibi ingiltere ile Fransa da karşı karşıya geldi.
DİKKAT : Irak, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerine sahiptir. Bu yüzden dünyanın en önemli sıvı yakıtı olan petrole ihtiyaç duyuldukça ve alternatif enerji kaynakları gelişmedikçe Irak’ın önemi daha da artacaktır. Zira dünyadaki rezervler hızla tükenmektedir. Irak’ın jeopolitik konumu kadar jeostratejik konumu da çok önemlidir. Zira deniz aşırı askeri harekat amaçları güdebilecek güçlerin öncelikle Irak’a hakim olup Basra Körfezi üzerinden açık denize inmesi gerekmektedir.
DİKKAT : ingilizler bu şekilde bir taşla iki kuş vurdular. Bir taraftan Peygamber torunu birini kral yaparak fiiîlerin önünü; diğer taraftan, Suriye’de bulunan Fransızların önünü kesmiş oldular. Zira, Faysal Sünnî olmakla birlikte, hem ehl-i beytten olması ve hem de babası fierif Hüseyin’in nüfuzundan ötürü fiiilerin itiraz edemeyeceği bir kimse idi. Diğer taraftan O, kendisini Suriye’den çıkaran Fransızlara da karşı idi. Böylece, Fransızların Musul taraşarına el uzatmalarına da karşı koyabilecek bir kişiydi. Tabiî ki Faysal’dan beklenen bir diğer hizmet de Irak’ı bölgede nüfuz arayışında olan Bolşevizm’in etkisinden korumaktı.
DİKKAT : Ürdün konumu ve etrafında oluşan siyasal yapılar itibarı ile jeostratejisi yüksek bir yerdir. Bu yüzden ingiltere bölgeden çekilirken kendisine aslında tarihte olmayan bir devlet kurdurarak bir müttefik yarattı.
Sıra Sizde 1 : Hicaz ve Suriye Krallıklarının kurulmasını hazırlayan sebepler nelerdir?
Öncelikli sebep Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılmasıdır. Zaten bu maksatla önce fierif Hüseyin’i Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettiren ingilizler bu hizmete karşılık Hicaz Haşimî krallığını kurdurdular. Aynı şekilde Fransızlar ile paylaşım sorunu yaşayan İngiltere Suriye’de de Faysala bir krallık kurdurarak bölgede daha etkin olmayı amaçlamıştır.
Sıra Sizde 2 : Tarihte Irak hangi bölgeleri içermekte idi ve yeni Irak’ın yaratılmasında neler etkili olmuştur?
Bu günkü Irak’ın güneyi Irak olarak adlandırılmaktaydı. Ancak ingilizler Musul üzerindeki menfaatlerini sürdürmek ve oradaki petrol kaynaklarından istifade edebilmek için Musul’un da Irak’ın parçası olmasında ısrarcı olmuştur.
Sıra Sizde 3 : Sizce ABD’nin körfez politikası neyi hedeşemektedir?
Siyasi olarak geçmişte Sovyet nüfuzunun yayılmasını engellemeyi amaçladılar. Ancak Dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan Körfez bölgesinden Petrolun güvenli bir şekilde ve uygun fiyatla başta ABD olmak üzere dünya endüstrisini beslemesini hedeşemektedir.
Sıra Sizde 4 : Ürdün Haşimî Krallığını hangi şartlar doğurmuştur?
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar ile İngilizler arasında paylaşılan toprakların dışında kalan Ürdün civarında ingilizler, önce emirlik ardından krallık kurdurarak bölgede daha fazla etkin olmak istediler.
ÖZET 1 : Ortadoğu’da Haşimîlerin rolünü algılayabilme Hz. Muhammed’in soyundan gelen Haşimîler, tarih boyunca özelikle Hicaz tarihinde önemli rol oynamışlardır. Mekke Emirliğini asırlarca sürdüren bu aile Osmanlı asırlarında da özerkliklerini belli oranda koruyabilmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı şartları içerisinde Mekke Emiri fierif Hüseyin’in Osmanlı hükümetine isyan edip itilaf devletlerinin (özellikle ingilizlerin) yanında yer alması, savaş sonrasında oluşan yapılar içinde Haşimîler Hicaz dışında da etkili olmaya başladılar.
ÖZET 2 : Irak’ın siyasi tarihini irdeleyebilme Tarih boyunca önemli ve stratejik bir mevkisi olan Irak toprakları, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte bir dizi gelişmelere sahne olmuştur. Aslında geçmişte Bağdat ve Basra’dan ibaret olan (güney) Irak, ingilizlerin haksız bir şekilde işgal ederek ilave ettiği Musul ile büyütüldü ve burada 1920 yılından itibaren ingiliz Mandası kuruldu. Ancak bölgeden gelebilecek tepkileri yumuşatmak için Haşimî ailesinden Faysalı burada kral ilan ederek mandasını 1932 yılına kadar sürdürdü.
Mezkür tarihte manda kalkmış olmakla birlikte ingilizlerin yönetim üzerindeki etkisi devam etti. ikinci dünya savaşının doğurduğu şartlar ve Arap dünyasında meydana gelen gelişmeler de Irak’ın siyasetinde etkili oldu ve krallığa karşı muhalefet gelişti. Bir darbe ile 1958 yılında Irak Cumhuriyeti kuruldu. Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Yönetim Nasırcılar ve Baascılar arasında kaldı. Nihayet Baascılar etkin oldu ve 1979’da Saddam Hüseyin devlet başkanı oldu. Özellikle dış dünya ve ABD ile yaşadığı sorunlar 2003 yılında Saddam Hüseyin Dönemini bitirecek ve Irak bu günkü sürece girecektir.
ÖZET 3 : ABD’nin Körfez politikalarını çözümleyebilme ABD 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren iktisadi olarak Körfez bölgesi ile ilgilenmeye başladı. Ancak bütün imkânları ile siyasi güç oluşturmaya başladığı dönem II. Dünya Savaşı sonrasıdır. Bu dönem iki olayla eş zamanlıdır. Birincisi Sovyetler Birliği’nin bölgede nüfuz arayışları, diğeri de israil’in kuruluşudur. Ancak ABD’nin bölge politikalarında etkin olmasını sağlayan diğer önemli husus da hemen hemen aynı dönemlerde dünyanın Körfez Petrolüne duyduğu ihtiyaçtır. Buradan çıkarılan petrol güvenli bir şekilde ve uygun fiyatla başta ABD olmak üzere dünya sanayisini beslemesini sağlamak için politikalar geliştiren ABD dönem dönem menfaatlerini koruyacak müttefikler bulmuştur. Örneğin 1979 yılına kadar iran ile müttefik olan ABD bu tarihten sonra Irak’a yönelmiştir. Saddam Hüseyin ile menfaat çatışmaları başlayınca onu gözden çıkarmış ve Irak’ı işgal etmiştir.
ÖZET 4 : Ürdün Haşimî Krallığının ortaya çıkarılmasını açıklayabilme Tarihte böyle bir krallık yoktur. Ancak Birinci Dünya Savaşının sonunda ingiltere ile Fransa arasında paylaşılan Arap topraklarında bu bölge işgal dışında kaldı. Bir tarafta Fransız mandası olan Suriye, diğer tarafta Filistin ve bir tarafında İngiliz mandası olan Irak bulunmaktaydı. İngiltere Irak’taki geleceğini tehdit eden bu bölgede yeni bir idare kurmak suretiyle hem nüfuz alanını genişletti hem de yeni bir müttefik kazandı. Böylece bölgede daha fazla manevra yapma imkânı bularak Fransa’nın da önünü kesmiş oldu. Kasabalarda yaşayan kabileler ve bedevi aşiretler üzerine Haşimîlerden Abdullah’ı emir tayin ederek istikrarı sağlayan ingiltere, oraya gönderdiği J.B. Glubb aracılığı ile de ingiliz nüfuzunu yerleştirdi. ingiliz nüfuzu yerleştikten sonra da emirliği krallığa dönüştürdü.
ÜNİTE – 3
Merkezî Ortadoğu: Suriye,Filistin-israil, Lübnan
DİKKAT : Arap milliyetçiliği fikirleri, başlangıçta Müslüman olmayan dini azınlıklar arasında dini bir formda gelişmiş ve özellikle Hıristiyan Araplar tarafından benimsenmiştir.
DİKKAT : Sykes-Picot Anlaşması, modern Ortadoğu’nun tarihsel ve sosyal gereklerini gözardı ederek yapay bir şekilde sınırlarını çizen anlaşmadır. Osmanlı hâkimiyetinden sonra sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu bölgesi Britanya ve Fransa’nın çıkarlarına göre çizilen sınırlarla bölündü. Yeni işgal yönetimleri sosyal gerçeklikten ve tarihsel alt yapıdan çok uzak bir politik zeminde çizdikleri sınırlarda yeni ülkeleri bağımsızlığa hazırlama misyonu ile işe koyuldular
Manda idaresi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti tarafından Avrupalı bazı ülkelere başka ülke topraklarını idare etme yetkisi veren yasal statüdür. Diğer ülkeler üzerinde sömürge kurmanın yasal maskesi olarak da tanımlanmaktadır.
DİKKAT : Modern Suriye devletinin sivil ve asker yönetici sınıfının temellerini atan Fransız manda idaresi olmuştur. Örgütlü azınlık grupları, yeni Suriye’de bürokrasinin nüvesini oluştururken, Sünni çoğunluk dezavantajlı duruma düşmüştür. Bununla eş zamanlı olarak Suriye’nin Soğuk Savaş yıllarındaki tercihini belirlemede büyük etkisi olan Batılı işgalcilere ve işgalci olarak nitelenen israil’in kurulmasını destekleyenlere duyulan öfke, Suriye iç siyasetinde 1955 yılından itibaren Sovyetler Birliği yanlısı sol eğilimli aktörlere güç kazandırdı.
Baas Partisi. Yeniden diriliş anlamına gelen “Baas”, Arap milliyetçisi, sosyalist ve antiemperyalist ideolojiyi temsil eden siyasi partidir.
DİKKAT : Birinci Dünya Savaşı yıllarında mahfillerde ve basında başlayan Siyonizm ile ilgili tartışmalar, sadece Kudüs’teki kutsal mekânlarla sınırlı değildi; Müslümanların kutsal mekânlarıda gündeme getirilerek bir noktada Osmanlı Devleti ile Hilâfetinin geleceği de tartışılıyordu. Arap coğrafyasının savaş sonrasında şekillendirilmesi sorunu ortaya çıkmıştı. Daha başından beri Modern Ortadoğu’nun Filistin meselesi üzerinden şekillendiği ve bu sorun çözümlenmeden burada barışı sağlamanın mümkün olmadığı açıktı.
Toprak Karşılığı Barış Prensibi: ilk defa BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı ile gündeme gelen ve Arap-israil barışının özünü oluşturan ilkedir. Bu ifade, Arap ülkelerinin savaş tehdidinden vazgeçmeleri karşılığında israil’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörmektedir
DİKKAT : Merkezi denetimden uzak konumu nedeniyle Lübnan dağları, hem Ortodoks Bizans’ın baskılarından kaçan Katoliklere hem de Sünni islami otoritenin denetimine karşı çıkan ismaili ve Nusayrilere sığınma yeri olmuştur.
Confessionalism: Özellikle çok sayıda dini grubun bir arada yaşamak zorunda olduğu durumlarda, siyasi ve kurumsal iktidarı bu gruplar arasında belirli bir oranda paylaştırarak kurulan yönetim.
Kara Eylül: 1970 yılı Eylül ayında Filistinli silahlı grupların israil karşısında pasif kalan Ürdün Kralı Hüseyin’e yönelik başarısız darbe girişiminin ardından başlayan ve 1971 yılı Temmuz ayına kadar süren iç savaş ve katliam. israil’in destek verdiği operasyonlarda Ürdün yönetimi binlerce Filistinliyi katletmiş ve ülke dışına sürmüştür.
DİKKAT : 1982 yılındaki israil işgali ve Beyrut kuşatması, Filistin direnişinin kalbi durumundaki Lübnan’da siyasi ve askeri süreci tamamen değiştirdi. Filistinli savaşçıların ülke dışına sürülmesi ile direniş misyonu Lübnanlı yerel milislerin kontrolüne geçti.
Sıra Sizde 1 : 1980’li yıllarda Suriye’nin Ortadoğu’daki Arap politikalarından dışlanmasının sebepleri
ne olabilir?
Suriye’nin diğer Arap ülkelerinin beklentilerinin aksine iran-Irak savaşı sırasında iran’ı desteklemesi, Arap dünyasından dışlanmasında en önemli sebeplerden biriydi. Bununla birlikte öteden beri Suriye’deki devrimci Sosyalist yönetimin diğer Arap rejimlerine yönelik eleştirileri bir diğer faktördü. Tamamen olmamakla birlikte, 1980’li yıllar boyunca Suriye’nin kendi halkına yönelik katliamları da dışlanmasında kısmen rol oynadı.
Sıra Sizde 2 : Taif Anlaşması, Lübnan’da mezhebi dengeye dayanan siyasi yapıyı nasıl etkilemiştir?
Taif Anlaşması, Lübnan’da mezhepler arasında nüfus oranına göre var olan konsensüsü kabul etmiş, Milli Misak’tan sonra ilk defa güncel bir formunu oluşturmuştur. Bu anlaşmaya göre, eskiden 6/5 oranında Hıristiyanlar lehine olan parlamento kontenjanı, yeni haliyle Müslümanlar lehine eşitliği sağlamıştır.
ÖZET : Suriye ve Lübnan tarihinin önemli dönüm noktaları Suriye ve Lübnan, M.Ö 60 yılına kadar, Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da kurulmuş eski uygarlıkların hesaplaşma sahası ve taşra eyaleti durumundaydı. Bu tarihten itibaren altı asra yakın Roma imparatorluğunun eyaleti olan bölge, 634 yılında islam’ın bölgeye gelişiyle birlikte ilk defa merkezi bir yönetime ev sahipliği yapmıştır. 661 Emevi devleti ile birlikte başlayan bu dönem kısa sürmüş, çok geçmeden, Abbasilerden itibaren bölge yeniden taşra eyaleti konumuna gerilemiştir. Sonraki yüzyıllarda gelen islam imparatorlukları arasında sık sık el değiştiren bölge, nihayetinde 1516 yılında Osmanlı idaresine geçmiştir. 400 yılı aşan Osmanlı yönetimi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini Fransız mandasına bırakmıştır. 1946 yılında gelen bağımsızlık her iki ülkeyi de bugünlere taşımıştır.
ÖZET 2 : Bu iki ülkenin tarihi ve siyasi değişim dinamikleri Bulundukları coğrafi konum itibariyle Suriye ve Lübnan, Ortadoğu’nun çok önemli bir geçiş noktasında bulunmaktadır. Tarih boyunca bölgesel güçlü imparatorlukların geçiş yolu ve taşra eyaleti olarak gördükleri bu coğrafi konum, bu iki bölgede güçlü merkezi iktidarlar kurulmasını önlemiştir. Bu nedenle devlet geleneği anlamında tarihi tecrübe ve arka planın yokluğu, 20. Yüzyılda ulus inşa sürecinde olumsuz etkiler yapmıştır. Bugüne yansıyan etkileri itibariyle bu faktör, birçok gerilimi besleyen ve toplumsal kesimler arasında istikrarı önleyen bir gerçektir. Yine; Musevilik, Hıristiyanlık ve islam’ın kutsal mekânlarına yakınlık, tarih boyunca Suriye ve Lübnan’daki siyasi çekişmelerde önemli rol oynamıştır. Özellikle iki ülkenin dağlık kesimleri, kendi dönemleri itibariyle marjinal görülen birçok Hıristiyan ve islam mezhebine korunaklı sığınak olmuştur. Bu ise, her iki ülkede bugün var olan dini çeşitliliği ve dolayısıyla rekabeti hazırlamıştır.
ÖZET 3 : Türk tarihi içinde Suriye ve Lübnan’ın yeri Türklerin Ortadoğu’ya ilk göçlerinden itibaren yerleştikleri yerlerden biri Suriye olmuştur. Bu nedenle 9. yüzyıldan itibaren siyasal bir güç olmaya başladıklarında bölgedeki Türk devletleri Suriye ve Lübnan’ı da içine alan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bunlar içinde Abbasi halifeliğinin vassalı durumundaki Tolunoğulları ile başlayan Türk egemenliği, ihşit, Selçuklu, Eyyubi ve Memluklu devletlerinin kısa süreli yönetimleri ile sürmüştür. Bölgedeki Türk egemenliğinin temel misyonu halife adına bu toprakları yönetmek olmuştur. 16. yüzyılın başlarında başlayan Osmanlı egemenliği ise asıl Türk damgasını vurmuştur. 400 yıllık Osmanlı yönetimi boyunca barış içinde yaşayan bölge, siyasi ve ekonomik kalkınmaya ilave olarak kültürel alanda da kalıcı eserlere kavuşmuştur.
ÖZET 4 : Ortadoğu Barış Süreci içinde bu iki ülkenin rolü Suriye ve Lübnan, 1991 yılından itibaren başlayan Ortadoğu Barış Süreci’nin vazgeçilmez taraşarıdır. Öncelikle, topraklarında barındırdıkları binlerce Filistinli mülteci sebebiyle her iki ülkede israil ile yürütülen pazarlıklarla yakından ilgilidir. Sayıları toplamda bir milyonu bulan bu mültecilerin geri dönüş hakları her iki ülkeyi sadece siyasi olarak değil, ekonomik ve sosyal olarak da etkilemektedir. Bununla birlikte Suriye ve Lübnan’ın, israil karşısındaki militan gruplara verdiği yoğun destek, bu iki ülkenin Ortadoğu barış sürecinde önemini arttırmaktadır. Suriye’ye ait Golan tepelerinin halen israil işgali altında bulunması, fiam yönetimini barış sürecinde doğrudan ilgili kılmaktadır. Yine Lübnan’ın, israil’den gelecek askeri saldırılara karşı korunaksız durumu hem bu ülkedeki güvenliği hem de, dolaylı yoldan Suriye’nin güvenliğini ilgilendirmektedir.
ÜNİTE – 4
Arap Yarımadası: Suudi Arabistan ve Yemen
Muhammed b. Abdilvehhab (1703-1792): Merkezi Arabistan’da Uyeyne’de doğdu. Hayatı ve ailesi yaygın kanaatlere göre, Arapların köklü kabilelerinden Benî Temim’e mensuptur. Babası Necid ve Hicaz bölgesinde tanınmış bir alim olan Abdülvehhab b. Süleyman’dır. Uyeyne’de kadılık yapmakta ve öğrenci yetiştirmektedir. Muhammed b. Abdilvehhab da ilk eğitimini babasından aldıktan sonra başta Mekke olmak üzere bir dizi Müslüman şehirlerine seyahatler yaparak oradaki ilim meclislerine katılmıştır. Osmanlı Devleti’nin oldukça sorunlar yaşadığı bir devirde, Osmanlı şehirlerinde gördükleri ile kendi dinî yorumu arasındaki çelişkiler onu diğer bilginler ile karşı karşıya getirmiştir. Ağırıklı olarak Ahmed b. Teymiyye (ibn Teymiyye)nin fikirlerinden hareketle Hanbeli mezhebini yeniden yorumladı ve bu yoruma da vehhebilik adı verildi.
Reşidiler: Merkezi Arabistan’da Cebel-i fiammar’da bir ailedir. Suud ailesinin müttefiki iken daha sonra en büyük rakibi olmuşlardır. Hatta 1891’de Suudilerin kontrolündeki Riyad’ı ele geçirerek onları sürmüşlerdir. Bölgede Osmanlı Devletine en sadık ailelerden biri olarak bilinen aile emirleri Muhammed b. Reşid’den itibaren Cebel-i fiammar kaymakamı olarak tayin edilmişlerdi.
Abdülaziz b. Abdurrahman: Modern Suudi Arabistan’ın kurucusu olarak kabul edilir. Literatürde ailesine nispeten kendisi ibn Suud, Necid Emiri, Suudi Arabistan Kralı gibi isimler ile de anılır. Kuruluşundan bugüne kadar geçen süredeki bütün Suud kralları onun oğullarıdır.
DİKKAT : 1911 Osmanlı-italyan Savaşı ve diğer gelişmeler devletin merkezinden hayli uzakta ve kontrolün zor olduğu Necid, Asir ve Yemen gibi bölgelerde olumsuz tesirler icra etti. Bütün gayretlerine rağmen ittihadçılar bölgede etkin olan unsurların güvenini kazanamadı. Hatta çekişmelere girdi. Mesela, -muhtemelen bir taktik olarak- daha önce istemediği halde 1912 seçimlerinde bir mebus göndermeyi isteyen Abdülaziz’in talebi mevcut seçim kanunu bahane edilerek geri çevrildi. Bu süreç kopmanın hızlanmasına neden oldu.
idrisîler: Mağrıpli Ahmed b. idrisi soyundan gelen Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed El idrisî yırmınci yüzyılın başında Yemen’ın bir sancağı olan Asir’e gelerek dinî söylemleri ile kabileleri başına toplayıp, 1909 yılında Asîr’de bir devlet kurmaya teşebbüs etmiştir. Osmanlı Devleti’nin italya Savaşı’nı fırsat bularak nüfuz alanlarını genişletmiştir. Hatta italyanların desteğini sağlamıştır. iki taraf arasında yaşanan savaşlarda Osmanlı askerleri büyük kayıplar vermiştir. Aynı zamanda Zeydilere karşı olması hasebi ile Türkler ile Zeydî imam Yahya’nın ona karşı birleşmelerine imkan vermiştir.
Taklid: fiii itikadına göre, her şii, dini uygulamalarında, yaşayan bir müçtehidi (dini konularda fikir üretebilen) taklid etmek zorundadır. Taklid edene Mukallid, taklid edilene de Müçtehid veya Merce’u’t-taklid adı verilir. fiii toplumunda en önemli yeri işgal eden müçtehidlerin etkisi de büyüktür. Ayrıca topladıkları Hums ile tükenmez mali kaynakları bulunmaktadır.
Hums: 1/5 anlamındadır. fiiilik inancına göre her şii kazancının 1/5ini taklid ettiği müçtehid veya onun belirlediği yere vermekle yükümlüdür. Buna Hums adı verilir. Müçtehid bu gelirleri, üçe taksim eder. Bir bölümü fakirlere, bir bölümünü de fiiilerin dini ve dünyevî işlerini düzenlemeye (fiii kutsal mekanlarının bakımına, medreselere ve orada uzun yıllar okuyan talebelere) kalan kısmını da şahsı tasarrufu ile kendisine ve etrafındakilere harcar. Günümüzde fiii dinî liderlerin sahip olduğu gücün büyük bir kısmı kontrolü olmayan ve tükenmeyen bu kaynağa dayanmaktadır.
Gat ve Gat Meclisi: Afrika kökenli bir bitki türü olan Gat (Catha edulis) ağızda uzun süre tutulduğunda uyarıcı/uyuşturucu etkisi olmaktadır. Yemen toplumunun gündelik hayatında önemli yer tutmaktadır. Hemen herkes hergün öğleden sonra bu bitkiden edinerek kullanmaktadır. Bu vesile ile belli saatlerde evlerde ‘gat meclisi’ diye ifade edilen toplantılar yapılmaktadır. Ev sahibi misafirlerine gat ikram etmekte veya misafirler getirdikleri kendi gatlarını ağızlarının bir tarafına depolayarak saatlerce sohbet etmektedirler. Bu bitki evlerin bahçelerinde yetiştirildiği gibi büyük oranda ticari tarlalarda da yetiştirilmektedir. Bu alışkanlık Yemenliler’in kazançlarının büyük bir bölümünü almakta ve hem de çalışma hayatını engellemektedir.
DİKKAT : Resûliler’in kökeni Türk kabul edildiği için Yemen’de ilk Türklerin varlığı onlara dayandırılabilir. Ancak gerçekte Türkler Osmanlı Devleti ile birlikte Yemen’de etkin olmaya başlamışlardır.
DİKKAT : Yemen’in Osmanlı idaresine alınmasından beklenen temel faydalar; Portekiz tehdidinin bölgeden uzaklaştırılması, Haremeyn’in muhafazası, Hindistan ticaret yolunun (baharat yolu) güvenliğinin sağlanması ve Yemen’de uzun zamandan beri sürmekte olan istikrarsızlığın düzene kavuşturulması idi. Modern Yemen tarihçileri de birçok diğer Arap ülkeleri tarihçilerinin aksine bu hususları sıklıkla dile getirerek Osmanlı Devleti’nin Yemen’deki varlığını gerekli bulmaktadırlar ve bu duruma olumlu bakmaktadırlar.
Sıra Sizde 1 : Sizce Suudi Arabstan’ın jeopolitiğini belirleyen temel unsurlar nelerdir?
Basra Körfezi, Kızıldeniz gibi önemli geçiş yolları üstünde olmasının yanı sıra Müslümanların kutsal mekanlarını içinde bulundurması ve dünya endüstrisini besleyen geniş petrol rezervlerine sahip olması Suudi Arabistan’ın jeopolitiğini belirleyen temel faktörlerdir. Ayrıca pek çok Arap ülkesi ile de komşu olması bu faktörleri daha da önemli kılmaktadır.
Sıra Sizde 2 : Sizce Suudi Arabistan’ın istikrarını sürekli kılmasına engel olan iç ve dış temel faktörler nelerdir?
Ülkenin jeopolitiği, özellikle sahip olduğu petrol rezervleri Suudi Arabistan’ın sürekli dünya gündeminde kalmasını sağlamaktadır. Bölgeden petrolün güvenli bir şekilde gelişmiş ülkelere dağıtılmasını sağlamak isteyen güçler Suudi Arabistan’ın bağımsız politika geliştirmesine imkan vermemektedirler. Kendisini çeverleyen ülkeler ile olan olumlu/olumsuz ilişkileri ve ülkenin sosyodemografik yapısı da muhalefeti canlı kılmaktadır. İç istkrarı baskıcı bir yönetim ile sağlamaya çalışan Suudi Arabistan, paradoksal bir biçimde rejime karşı muhalişerin çoğalmasına sebep olmaktadır.
Sıra Sizde 3 : Osmanlı Devleti’nin Yemen’de istikrarı sağlayıp hakimiyeti kurmasının uzun süre alması neden kaynaklanmıştır?
Yemen Mısır’da hakimiyet tesisiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin gündemine girmiştir. Kutasal toprakların kapısı durumunda olan Yemen o devirlerde Portekizlilerin tehdidi altındaydı. Osmanlı Devleti bu tehdidi kaldırmak ve Yemen’de iç idare tesis etmek üzere Mısır üzerinden bölgeye müdahale etmiştir. Ancak gerek coğrafi şartlar ve uzaklık gerekse bölgede yaygın olan Zeydi mezhebinin, Sünni hilafetine bakışının doğurduğu etkin muhalefet, merkezî idarenin ve istikrarın ancak uzun bir süreçte sağlanmasına imkan vermiştir.
Sıra Sizde 4 : iki Yemen’in birleşmesinin sizce en temel sebebi nedir?
Birinci Dünya Savaşından itibaren Yemen’de parçalı bir yapı kuruldu. Kuzyede kurulan idarenin içe kapanık olması ve kabileler arası iç savaşlar nedeniyle gelişmediği gibi, ingilizler’in idaresindeki Güney Yemen de bir gelişme gösterememiştir. Üstelik Güney Yemen kuruluşundan itibaren benimsediği ideolojik yapı ile doğu blokunun mahkümü olmuştu. 1990lara doğru doğu blokundaki çatırdamalar ve dünyada liberal eğilimlerin artması iki Yemen üzerinde de etkili oldu. iki taraf birlikte Soğuk Savaşın etkilerinden sıyrılarak yeniden Yemen Cumhuriyetini kurmuşlardır.
ÖZET 1 : Suudi Arabistan’ın ortaya çıkış sürecini tanımlayabilme Basra Körfezi ve Kızıldeniz’e kıyısı olan Suudi Arabistan yirminci yüzyılda ortaya çıkan devletlerdendir. Bugün, gerek sahip olduğu kaynakları ve gerek Müslümanların iki kutsal şehrinin de içinde yer alması hasebiyle jeopolitiği yüksek olan ülkelerden bir tanesidir. Esasında ülkenin adı Merkezi Arabistan’da varlığını sürdüren ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ülke topraklarının tamamını egemenliğine almış olan Suud ailesinden gelmektedir. Suud ailesi bu günkü başkentleri olan Riyad yakınlarında Dir’iyye’de Osmanlı devletine bağlı bir emirlik halinde yaşar iken 1744 yılında kendilerine iltica eden din bilgini Muhammed Abdilvehhab’ın fikirleri ile yeni bir motivasyon kazanarak devletleşme sürecini başlatacaktır. Başlangıçta Osmanlı Devleti’nin tepkisini çekmemekle birlikte civardaki Bağdat, fiam ve Hicaz eyaletleri aleyhinde genişleme göstermeleri üzerine devletin takibatına uğramışlardır. 1818 yılında Mısır’dan gelen kuvvetler ile Dir’iyye’deki emirliklerine son verilmiş, ama aile zamanla tekrar Riyad’ta toparlanarak yeniden bir idare tesis etmişlerdir. Bu sefer Osmanlı Devleti ile uyumlu hareket etmeleri hatta kaymakamlık görevlerini üstlenmeleri onlara bölgede kolayca nüfuz kurma imkanı vermiştir. Ancak aynı süreçte bölgede güç kazanan başka bir aile Reşidiler ile rekabete girişince, olaylar ikincinin lehinde gelişmiştir. Suudilerin Riyad’taki emirliğine son veren Reşidiler, Suud ailesi üyelerinin Kuveyt’e iltica etmelerine sebep olmuşlardır. 1902 yılına kadar burada mülteci durumunda kalan Suudiler, bu tarihte Abdülaziz b. Suud liderliğinde geri dönerek atalarına ait Riyad kalesini Reşidilerden geri almışlardır. Bu gelişme Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreç olacaktır.
ÖZET 2 : Suudi Arabistan’ın iç dinamiklerini ve uluslararası ilişkilerini irdeleyebilme Suudi Arabistan genel olarak kökenleri Necid bölgesinden olan kabile toplulukları ile daha ziyade Hicaz bölgesine göç etmiş olan değişik Müslüman etnik kimliklerden oluşan bir devlettir. Ancak devletleşme süreci Hanbeli mezhebinin bir yorumu olan Vehhabilik esasları üzerine bina edilmiştir. Krallık Suud ailesinin elinde iken, yasama kaynağı olan dini liderlik Muhammed b. Abdilvehhab’ın soyundan gelen din bilginlerine aittir. Aralarında akrabalık da tesis elden bu iki aile Suudi Arabistan’ının mutlak yöneticileridir. Krallığın meşruluğunu aldığı diğer unsur da kendilerine bağlılık arz eden kabilelerdir. Petrol’ün keşfi ve çıkarılmaya başlanması ile birlikte 1950li yıllardan itibaren ülkede çeşitli alanlarda modernleşme başlamış olsa da sosyal hayatı dinî kurallar ve geleneklere göre sürdürme eğilimindedirler. Okullaşma oranının ve dış dünya ile iletişimin artması; ayrıca farklı mezheplere mensup kitleler ve siyasi gurupların eğilimleri Suud toplumunda hareketlenmeler meydana getirse de halen gelenekçi yapı güçlü bir şekilde sürdürülmektedir. iç işlerindeki bu gelenekçi yapıya rağmen uluslar arası ilişkilerde Batı dünyası özelliklede ABD ile uyumlu bir dış politika geliştirmiştir. Suudi Arabistan petrol kaynaklarının kendisine sağladığı avantajları da kullanarak islam dünyası üzerinde de nüfuz kurma arayışındadır. Suudi Arabistan OPEC gibi uluslar arası ve Körfez işbirliği Teşkilatı gibi bölgesel kuruluşların da kurucu üyesidir. iiTnın etkin üyesi (2014 itibarı ile genel sekreterlik Suudi Arabistan’da olacaktır) olduğu gibi Arap Birliği Teşkilatı içinde de etkindir. ABD’nin Körfez’de yaptığı askeri operasyonlara destek veren Suudi Arabistan’ın bu siyaseti uluslar arası ilgiyi görmesine rağmen paradoksal bir biçimde illegal iç muhalefetin gelişmesine ve islam ülkeleri nezdindeki nüfuzunun tartışılmasına sebep olmuştur.
ÖZET 3 : Yemen’in tarihteki yerini açıklayabilme Arap Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz ile çevrili olan Yemen Arap Yarımadası’nın güneybatısında yer alan bir ülkedir. Tarihi geçiş yolları üzerinde olması ve topraklarının verimli olması Yemen’in çok erken devirlerde yerleşim yeri olmasını sağlamıştır. Arap Yarımadası’nda en eski uygarlıkların yeşerdiği verimli bir coğrafya olduğu için tarihte bu bölgeye “Mutlu Yemen” ismi verilmiştir. Erken dönemde islamlaşan Yemen birçok islam devletinin hakimiyetinde kalmıştır. Arap yarımadasındaki diğer bölgelerde egemen olan kabilevi toplum tarih boyunca burada da etkin olmuştur. Buna ilave olarak da islam dünyasında ilk siyasi ayrışma olan Sünnî-fiiî ayrışmasında yemen kabilelerinin birçoğu fiiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimsemişlerdir. Bu yüzdende buralara egemen olmak isteyen Sünni idareler ile Zeydî imamlıklar arasında daima çekişmeler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti de bölgeye egemen olduğu 16. Asırdan itibaren de kendini bu çekişmelerin içinde bulacaktır. 1520’den itibaren Yemen sahillerinde etkin olmaya başlayan Osmanlılar 1570’te bölgede merkezî idarelerini tesis etmişlerdir. Bu idare 1635 yılına kadar sürecek ve bu tarihte Yemen’in idaresi yeniden Zeydi imamların eline geçecektir. Osmanlı Devleti 1871 yılında tekrar bölge üzerinde merkezi idaresini kurarak, bu tarihten sonra burada tam bir imar faaliyetleri başlatacaktır. Zeydi imam Yahya ile de sağlanan anlaşma neticesinde Yemen’de istikrar sağlanacak fakat I. Dünya Savaşı ile birlikte tekrar sıkıntılar baş gösterecektir. Türkler ve Yemenliler birlikte karşı koymalarına rağmen savaşta mağlup sayılan Osmanlılar Mondros mütarekesi ile Yemen’i terk etmek zorunda kalacaklardır.
ÖZET 4 : Yemen Cumhuriyeti’ne giden süreci kavrayabilme Yemen Birici Dünya Savaşı sonunda parçalı bir
şekil aldı. Kuzey’de Zeydî imam Yahya’nın idaresinde Yemen imamlığı, güneyde de İngilizlerin bölge menfaatlerini sürdüren Aden’deki mandaları. imam Yahya, San’a’da kalan son Osmanlı memurlarını sistemin içine çekerek yeni bir devlet oluşturma yoluna gitti. Fakat zamanla daha çok içine kapanan müstebit bir idare kurdu. Buna karşılık Aden ingilizlerin idaresinde ve mevkisinin avantajları ile dünyaya açık ve kısmen gelişen bir bölge oldu. imam Yahya 1948 yılında bir suikast ile öldürülünce idare oğlu Ahmed’in eline geçti. O da kısa sürede kontrolü sağladı ve baskıcı bir rejim uygulamaya başladı. Fakat aynı sıralarda Arap dünyasında yaşanan milliyetçi hareketler Yemen’i de etkiliyordu. Arap milliyetçiliğinin önderi Cemal Abdünnasır’ın etkisi Yemen ordusundaki subayları da harekete geçirmişti. Bu yüzden olayları kontrol etmekte zorlanan Yemen imamlığı, 1958 yılında Mısır ve Suriye tarafından kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne katıldı. 1961 yılında bu birlik dağılınca, dışarıda yaşayan Yemenliler ve sosyalist Araplar tekrar eleştiri oklarını imam Ahmed’e ve idaresine yönelttiler. Hatta muhalişeri çeşitli yerlerde isyanlar çıkardılar ve O’na da suikast düzenlediler. Her ne kadar suikasttan kurtuldu ise de Eylül 1961’deki ölümüne kadar aileden aldığı geleneksel idareyi bir daha sağlayamadı. Ölünce yerine oğlu imam Bedr geçti. Daha ilk günlerde bazı liberal dönüşümler sağladı ise de başarılı olmadı. Tuğgeneral Abdullah Salal’in organize ettiği bir isyan ile karşılaştı. isyancıların elinden kaçarak kendi kabilelerine sığındı ve buradan onlara karşı bayrak açınca Yemen’de bir iç savaş başladı. Her ne kadar Tuğgeneral Sallal, 26 Eylül 1962’de “Yemen Cumhuriyeti”’ni ilan etti ise de iç savaş uzun sürdü ve Kuzey Yemen Cumhuriyeti ancak 1970 yılında bir devlet olarak tarih sahnesine çıkabildi. Bu süreç Aden bölgesini de etkiliyordu. Bir tarafta kabileler arası savaşlar, diğer tarafta ise İngiliz bürokrasisi içine girmiş fakat sosyalist fikirlerin etkisinde olan genç Yemenliler hareketlenmeye başlamışlardı. ingiltere bölgede varlığını daha fazla sürdüremeyeceğini anlayıp 1967 yılında Aden’den çekilmesi ile Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti de kuruldu. 1990 yılında dünyadaki gelişmeler iki tarafı birbirine yakınlaştırınca birleşerek Yemen Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden süreç meydana geldi.
"Ders Notları"
ÜNİTE – 1
Ortadoğu Tarihine Giriş
Jeopolitik: Coğrafya ve tarihin belirlediği ilişkilerdir. Devletlerin dış politika davranışlarını, ülkelerin coğrafi konumu, fiziki çevresi, sahip olduğu kaynaklar, geçiş yolları vs. ile ilişkilendiren yaklaşımdır. Kısaca bir bölgenin coğrafyası ve orada gelişen tarih, o bölgenin jeopolitiğini (coğrafyadan kaynaklanan siyasi önemini) belirleyen dinamiklerdir. Bu kavram ilk defa isveçli Kjellen (1864- 1922) tarafından kullanıldı ve Halford MacKinder (1860-1947) tarafından geliştirildi.
Bedevî: Çöllerde hayatlarını göçebe olarak geçiren guruplardır. En temel bağları kan (aile/akraba) bağıdır. Ailelerin oluşturduğu kabile en üst siyasi yapılarıdır. Basit bir hayat sürerler, fakat katı geleneksel kurallara sahiptirler. İhtiyaç duymadıkça meskün mahallere gelmezler. Yerleşik hayata ve ziraata karşıdırlar. Mümkün olduğunca, bağlı oldukları devletin kontrolünden uzak yaşamayı tercih ederler.
Hazarî: Bedevilerin aksine çöllerdeki vahalarda yerleşik hayatı benimsemiş guruplardır. Kan bağı ve kabile bağları konusunda bedevîler gibi olmakla birlikte bunlar ziraat ve ticaret ile uğraşırlar. En büyük sorunları bedevîlerin yaptıkları yağmalardır. Bu yağmadan kurtulabilmek için bedevîlere “ihave” adıyla bir “kardeşlik vergisi” öderler.
Hariciler: Hz. Ali ile Muaviye arasında çıkan ihtilafta, iki tarafın hakeme başvurmasını reddeden guruplara verilen isimdir. Zamanla bir inanç biçimine dönüştü. Hz. Peygamber soyuna (Seyyidlere) bağlılıkları olmakla birlikte fiiilikten farklı bir doktrin geliştirdiler. Özellikle Kuzey Afrika’da islamin yayılmasında etkili oldular. Bu gün daha ziyade Uman ve kısmen Libya’da (Cebel Nefusa’da) varlıklarını ibadilik adı altında sürdürmektedirler.
DİKKAT : Tarihte ilk defa belki de 2010’dan sonra Arap toplumlarında nispeten “orta sınıf”ı temsil eden muhalefet ortaya çıktı ve “Arap Baharı” diye tanımlanan, ancak geleceği şimdilik belirsiz görülen bir hareket doğdu. Bunun sonucunda manda yönetimleri sonrası oluşan ve “Soğuk Savaş”ın da desteklediği yapılar tek tek devrilmeye başladı.
Soğuk Savaş: Başını ABD’nin çektiği Batı Bloğu ile Sovyetler Birliği’nin çektiği Doğu Bloğu arasında, 1947 ile 1991 yılları arasında süren uluslar arası siyasi, ideolojik ve askeri gerilim dönemi.
Azınlık: Bir ülkede çoğunluğun içinde yaşayan ve etnik kökeni, dili, kültürü ve dini bakımından büyük kesimden ayrılan daha küçük guruplara verilen isimdir.
Yezidilik: Kökü Emeviler zamanına kadar indirilen ve islam ile putperest inançların karışımından meydana gelen bir dindir. Melek Taus diye isimlendirdikleri fieytan’a tapmaları ile tanınmışlardır. Suriye’de ortaya çıkmasına rağmen Kuzeybatı Irak’ta Sincar dağlarında Kürtler arasında gelişmiştir. Bu gün ağırlıklı olarak Irak’ta yaşamakta olup yeni Irak anayasasında da kabul edilen etno-dinî bir guruptur.
Zerdüştlük/Zoroastrianizm: Monoteist bir inanç biçimi olup Zerdüşt’ün öğretilerini içermektedir. Sasaniler döneminde etkin olan bu inanç sistemi bu gün iran’da Yezd ve Kirman bölgesi ile Gabariler arasında yaşamaktadır. Pek çoğu Hindistan’a göç ederek orada Parsi topluluğunu oluşturdular. Kutsal kitapları Zend Avesta’dır.
Sabiilik: Aydınlık ile karanlık arasındaki düalizme dayandırdıkları inanç sistemlerinde, maddî evrenin dolayısıyla bedenin de kötü olduğuna inanırlar. Ruhun beden hapishanesinde olduğunu kabul ederler. Genellikle iran’ın Ahvaz ve Hurremşehr bölgesi ile Irak’ta Ammara, Bağdat ve Basra gibi bölgelerde yaşamaktadırlar. Mandiler olarak da tanınırlar
Arap- israil Çatışmasının Kronolojisi 1882 Filistin’e düzenli yahudi göçlerinin başlaması. 1885 Siyonizm kavramının ortaya çıkışı. 1896 Theodor Herzl “Yahudi Devleti” kitabını yayımladı. 1897 Birinci Siyonizm Kongresi. 1917 israil Devleti’nin kuruluşunu hazırlayan Balfour Deklerasyonu. 1920 Filistin’de İngiliz mandasının kurulması. 1936-39 Siyonist göçlere ve ingiliz mandasına karşı Arap ayaklanmaları. 1937-38 ingiliz komisyonunun Filistin’i ikiye bölme önerilerinin ortaya çıkması. 1939-45 II. Dünya Savaşı ve Yahudiler’in Avrupa’da katliama uğramaları. 1946 Kudüs’te Yahudi militanların 91 kişinin ölümü ile sonuçlanan terör eylemi. 1947 Filistin meselesinin ingilizler tarafından BM’ye taşınması ve taksım planı. 1948 israil Devletinin ilan edilmesi. 1949 israil’in BM üyesi olması. 1964 Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kuruluşu. 1967 Altı Gün Savaşları: israil’in Doğu Kudüs, Batı fieria, Golan Tepeleri ve Gazze’yi işgal etmesi
Sıra Sizde 1 : Size göre Ortadoğu kavramını belirleyen temel etkenler nelerdir?
Coğrafya, Tarih, sahip olduğu kaynaklar ve barındırdığı etnik-dini yapı.
Sıra Sizde 2 : Türkler Ortadoğu tarihinde siyasi olarak nasıl bir temel rol üstlenmiştir?
Türkler dağılma sürecine girmiş Ortadoğu Arap halkları üzerinde himayeci ve bütünleştirici bir rol üstlenmiştir. Asırlarca sürecek istikrarı sağlamışlardır.
Sıra Sizde 3 : Sizce Arap dünyasında Osmanlı Devleti ile Avrupalıların yönetimlerindeki temel fark nedir?
Osmanlı devleti farklılıkları koruyarak coğrafyayı bir bütün olarak idare ederken Avrupalılar farklılıkları öne çıkararak parçalamayı ve ayrıştırmayı tercih ettiler.
Sıra Sizde 4 : Ortadoğu’daki yaşanan çatışmaları kaynakları bakımından nasıl isimlendirebilirsiniz?
Yerel özelliklerden, iç dinamiklerden ve uluslararası menfaat guruplarının rekabetinden kaynaklanan çatışmalar olarak tanımlanabilir
ÖZET 1 : Ortadoğu kavramını açıklayabilme Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim dağildir. Siyasi bir tanımdır. Bu yüzden anlamı konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Zira “doğu” herkes nazarında bir yönü ifade ederken “orta” kelimesi “neyin veya nerenin ortası” sorusunu da beraberinde getirmektedir. ilk defa 1850lerde İngilizler tarafından Hindistan’daki Sömürge idaresi tarafından iç yazışmalarında kullanılmakla birlikte; gerçekte bir kavram olarak literatürde kullanılması Amerikan tarihçisi Alfred Mahan (1840-1914) ile başlamıştır. A. Mahan’ın bu tanımını doğu üzerine yazılar yazan Valentino Chirol onu hararetle destekledi ve o bu kavramı sınırlarını belirterek yeniden tanımladı. Fakat bu ilk kullanımı ile Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki kullanımı aynı anlamı taşımıyordu. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ingiltere’nin Mezopotamya’daki askeri faaliyet alanı “Ortadoğu”, Mısır’daki askeri faaliyet alanı da “Yakındoğu” olarak tanımlanıyordu. Bu kullanımın içinde daha çok Güneybatı Asya’da yer alan Arap Yarımadası, Mezopotamya, Basra Körfezi ve ayrıca iran yer almaktaydı. Savaştan sonra bu iki farklı kavram yeni bir jeopolitik yaklaşım ile Ortadoğu başlığı altında birleştirildi. ikinci Dünya Savaşı sonuna kadar Ortadoğu’yu içine alan bölgeler hâlâ Yakındoğu (Near East) kavramı ile tanımlanıyordu. Dar anlamı ile Ortadoğu, Güneybatı Asya devletlerini (Arap Yarımadası, Basra Körfezi, Irak ve Suriye’yi içine alan bölge) içermektedir. Daha geniş anlamıyla da Güneybatı Asya’dan Kuzey Afrika’nın en batısı olan Fas (Mağrıb) ile doğuda Afganistan ve Pakistan’ı da içine alan bölgeye verilen isimdir. Ortadoğu’nun tarihinde etkili olan pek çok siyasi yapılanmalar olmuştur. Ancak en uzun ve istikrarlı dönem Türklerin egemenlik dönemleridir. Zaten bir siyasi coğrafya olarak Ortadoğu, Osmanlı Devleti’nin tarihe karışması ile ortaya çıkmıştır.
ÖZET 2 : Ortadoğu’daki etnik yapıyı tanımlayabilme Ortadoğu coğrafyası eskiden beri zengin bir etnik çeşitliliğe sahiptir. Bu çeşitlilik hem coğrafyanın yerli halklarından ve hem de tarih boyunca bölgede yaşanan göçlerden beslendi. Güçlü aile/kabile bağları olsa da bu geniş coğrafyada etnik yapıyı net bir şekilde belirleyen güçlü anlayışlar hiçbir zaman oluşmadı. Özellikle islam’ın coğrafyadaki etkinliği ve bu dinin Arapça ile yayılmış olması Arapça konuşan Ortadoğu halkları arasında müşterek bir bağın kurulmasına imkân verdi. Başka bir ifade ile etnik kimliğin beslediği ve yarattığı “ulus” kavramı burada batılıların anladığı anlamı kazanmadı. Buna rağmen yinede Ortadoğu’nun tanımı bir noktada bazı etnik yapıların yaşadığı yer olarak algılandı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da nüfuz yoğunluğuna göre Araplar, Türkler ve Farslar yaşamaktadır. Kültürel olarak bu unsurlar ile bütünleşmiş, fakat farklı kimliklere sahip, Berberiler, Kürtler, Çerkezler de bu coğrafyanın temel etnik kimliklerindendir. Tamamını ortak yönü ise Müslüman olmalarıdır. Ortadoğu’da bu istisnai bozan gurup Yahudilerdir. Onlar da daha çok etno-dini özellikler taşımaktadır.
ÖZET 3 : Ortadoğu’daki dinî kimlikleri irdeleyebilme Ortadoğu’nun en önemli özelliklerinden bir tanesi kuşkusuz dinî çeşitliliktir. Tarih içinde gerek semavî (vahye dayalı) ve gerekse semavî olmayan bütün din, inanç ve anlayışlar bu coğrafyada yeşerdi ve nerdeyse hepsinin -farklılaşarak da olsa günümüze kadar ulaşan müntesipleri oldu. Ancak en sonuncusu olmasına rağmen günümüzde bu coğrafyaya asıl rengini veren ve çoğunluğun bağlı olduğu din islam’dır. Ardından Hıristiyanlık ve Yahudilik gelmektedir. Ayrıca her üç dine mensup mezhepler ve çeşitli dinlerden hareketle yeni bir inanç şekli olarak ortaya çıkan heterodoks guruplar da tarihten günümüze daima var olagelmişlerdir. Örneğin Yezidilik bunlardan bir tanesidir. Bağlılarının sayıları az da olsa iran’ın eski dini olan Zerdüştlük/Zoroastrianizm ve Kur’an’da da ismi geçen Sabiilik de hâlâ varlıklarını sürdürebilmektedir. Din, semavi olsun veya olmasın Ortadoğu tarihinde daima belirleyici bir rol oynadı.
ÖZET 4 : Ortadoğu’daki çatışma alanlarını algılayabilme Jeopolitik önemini detayları ile verdiğimiz bu coğrafya tarihin değişik devirlerinde ya istikrara ya da çatışmalara sahne oldu. Çağımızda bölgede istikrardan çok çatışmalar hakimdir. Bu çatışmaların bir bölümü Ortadoğu’ya rengini veren yerel özelliklerden kaynaklanırken bir bölümü de bölge üzerindeki uluslararası rekabetlerden kaynaklanmaktadır. Günümüzde Dünya petrol rezervlerinin en fazlasına sahip olan bu bölge daima uluslar arası çatışmalara sahne olmaktadır. Petrolun gelişmiş ülkelere güvenli bir şekilde ulaştırılması sorunu bölgede çatışmaların ana nedenidir. Ancak bunun dışında bölgesel çatışmalar da bulunmaktadır. Birici Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan yapay sınırlar, bölge halklarının tam olarak algılamadığı milliyetçi eğilimler, mezhep sorunlar da çatışmalara vesile olmaktadır. Filistin sonunu ve buna bağlı olarak mülteciler meselesi hem bölgesel ve hem de uluslar arası bir çatışma alnıdır. Bölge kaynaklarının yetersizliği veya yanlış kullanımı da bir diğer problemdir.
ÜNİTE – 2
Ortadoğu Tarihi’nde Haşimîler: Irak ve Ürdün
DİKKAT : Gerek dönemin şartları ve gerekse Arap topraklarında kurulan manda sistemlerinin etkisi ile fierif Hüseyin’in isyanı abartılı bir biçimde “Büyük Arap Devrimi” olarak nitelendirildi. Oysa bu bütün Araplara mal edilecek genel bir hareket olmadığı gibi, o tarihte pek çok Arap tarafından da reddedildi. Dolayısıyla bu hareketi “Arap Devrimi veya isyanı” olarak değerlendirip genelleştirmek yerine “fierif Hüseyin’in isyanı” olarak değerlendirmek gerekir.
DİKKAT : ilginçtir ki, T.E. Lawrence bile ingilizlerin tutumundan dolayı hayal kırıklığına uğradı. Zira efendileri onu Arapları bağımsızlığına kavuşturacağına inandırmıştı. Paris Barış Konferansı’ndan Suriye’nin geleceği hakkında sağlıklı bir karar çıkmadığı gibi ingiltere ile Fransa da karşı karşıya geldi.
DİKKAT : Irak, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervlerine sahiptir. Bu yüzden dünyanın en önemli sıvı yakıtı olan petrole ihtiyaç duyuldukça ve alternatif enerji kaynakları gelişmedikçe Irak’ın önemi daha da artacaktır. Zira dünyadaki rezervler hızla tükenmektedir. Irak’ın jeopolitik konumu kadar jeostratejik konumu da çok önemlidir. Zira deniz aşırı askeri harekat amaçları güdebilecek güçlerin öncelikle Irak’a hakim olup Basra Körfezi üzerinden açık denize inmesi gerekmektedir.
DİKKAT : ingilizler bu şekilde bir taşla iki kuş vurdular. Bir taraftan Peygamber torunu birini kral yaparak fiiîlerin önünü; diğer taraftan, Suriye’de bulunan Fransızların önünü kesmiş oldular. Zira, Faysal Sünnî olmakla birlikte, hem ehl-i beytten olması ve hem de babası fierif Hüseyin’in nüfuzundan ötürü fiiilerin itiraz edemeyeceği bir kimse idi. Diğer taraftan O, kendisini Suriye’den çıkaran Fransızlara da karşı idi. Böylece, Fransızların Musul taraşarına el uzatmalarına da karşı koyabilecek bir kişiydi. Tabiî ki Faysal’dan beklenen bir diğer hizmet de Irak’ı bölgede nüfuz arayışında olan Bolşevizm’in etkisinden korumaktı.
DİKKAT : Ürdün konumu ve etrafında oluşan siyasal yapılar itibarı ile jeostratejisi yüksek bir yerdir. Bu yüzden ingiltere bölgeden çekilirken kendisine aslında tarihte olmayan bir devlet kurdurarak bir müttefik yarattı.
Sıra Sizde 1 : Hicaz ve Suriye Krallıklarının kurulmasını hazırlayan sebepler nelerdir?
Öncelikli sebep Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılmasıdır. Zaten bu maksatla önce fierif Hüseyin’i Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettiren ingilizler bu hizmete karşılık Hicaz Haşimî krallığını kurdurdular. Aynı şekilde Fransızlar ile paylaşım sorunu yaşayan İngiltere Suriye’de de Faysala bir krallık kurdurarak bölgede daha etkin olmayı amaçlamıştır.
Sıra Sizde 2 : Tarihte Irak hangi bölgeleri içermekte idi ve yeni Irak’ın yaratılmasında neler etkili olmuştur?
Bu günkü Irak’ın güneyi Irak olarak adlandırılmaktaydı. Ancak ingilizler Musul üzerindeki menfaatlerini sürdürmek ve oradaki petrol kaynaklarından istifade edebilmek için Musul’un da Irak’ın parçası olmasında ısrarcı olmuştur.
Sıra Sizde 3 : Sizce ABD’nin körfez politikası neyi hedeşemektedir?
Siyasi olarak geçmişte Sovyet nüfuzunun yayılmasını engellemeyi amaçladılar. Ancak Dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan Körfez bölgesinden Petrolun güvenli bir şekilde ve uygun fiyatla başta ABD olmak üzere dünya endüstrisini beslemesini hedeşemektedir.
Sıra Sizde 4 : Ürdün Haşimî Krallığını hangi şartlar doğurmuştur?
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar ile İngilizler arasında paylaşılan toprakların dışında kalan Ürdün civarında ingilizler, önce emirlik ardından krallık kurdurarak bölgede daha fazla etkin olmak istediler.
ÖZET 1 : Ortadoğu’da Haşimîlerin rolünü algılayabilme Hz. Muhammed’in soyundan gelen Haşimîler, tarih boyunca özelikle Hicaz tarihinde önemli rol oynamışlardır. Mekke Emirliğini asırlarca sürdüren bu aile Osmanlı asırlarında da özerkliklerini belli oranda koruyabilmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı şartları içerisinde Mekke Emiri fierif Hüseyin’in Osmanlı hükümetine isyan edip itilaf devletlerinin (özellikle ingilizlerin) yanında yer alması, savaş sonrasında oluşan yapılar içinde Haşimîler Hicaz dışında da etkili olmaya başladılar.
ÖZET 2 : Irak’ın siyasi tarihini irdeleyebilme Tarih boyunca önemli ve stratejik bir mevkisi olan Irak toprakları, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte bir dizi gelişmelere sahne olmuştur. Aslında geçmişte Bağdat ve Basra’dan ibaret olan (güney) Irak, ingilizlerin haksız bir şekilde işgal ederek ilave ettiği Musul ile büyütüldü ve burada 1920 yılından itibaren ingiliz Mandası kuruldu. Ancak bölgeden gelebilecek tepkileri yumuşatmak için Haşimî ailesinden Faysalı burada kral ilan ederek mandasını 1932 yılına kadar sürdürdü.
Mezkür tarihte manda kalkmış olmakla birlikte ingilizlerin yönetim üzerindeki etkisi devam etti. ikinci dünya savaşının doğurduğu şartlar ve Arap dünyasında meydana gelen gelişmeler de Irak’ın siyasetinde etkili oldu ve krallığa karşı muhalefet gelişti. Bir darbe ile 1958 yılında Irak Cumhuriyeti kuruldu. Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Yönetim Nasırcılar ve Baascılar arasında kaldı. Nihayet Baascılar etkin oldu ve 1979’da Saddam Hüseyin devlet başkanı oldu. Özellikle dış dünya ve ABD ile yaşadığı sorunlar 2003 yılında Saddam Hüseyin Dönemini bitirecek ve Irak bu günkü sürece girecektir.
ÖZET 3 : ABD’nin Körfez politikalarını çözümleyebilme ABD 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren iktisadi olarak Körfez bölgesi ile ilgilenmeye başladı. Ancak bütün imkânları ile siyasi güç oluşturmaya başladığı dönem II. Dünya Savaşı sonrasıdır. Bu dönem iki olayla eş zamanlıdır. Birincisi Sovyetler Birliği’nin bölgede nüfuz arayışları, diğeri de israil’in kuruluşudur. Ancak ABD’nin bölge politikalarında etkin olmasını sağlayan diğer önemli husus da hemen hemen aynı dönemlerde dünyanın Körfez Petrolüne duyduğu ihtiyaçtır. Buradan çıkarılan petrol güvenli bir şekilde ve uygun fiyatla başta ABD olmak üzere dünya sanayisini beslemesini sağlamak için politikalar geliştiren ABD dönem dönem menfaatlerini koruyacak müttefikler bulmuştur. Örneğin 1979 yılına kadar iran ile müttefik olan ABD bu tarihten sonra Irak’a yönelmiştir. Saddam Hüseyin ile menfaat çatışmaları başlayınca onu gözden çıkarmış ve Irak’ı işgal etmiştir.
ÖZET 4 : Ürdün Haşimî Krallığının ortaya çıkarılmasını açıklayabilme Tarihte böyle bir krallık yoktur. Ancak Birinci Dünya Savaşının sonunda ingiltere ile Fransa arasında paylaşılan Arap topraklarında bu bölge işgal dışında kaldı. Bir tarafta Fransız mandası olan Suriye, diğer tarafta Filistin ve bir tarafında İngiliz mandası olan Irak bulunmaktaydı. İngiltere Irak’taki geleceğini tehdit eden bu bölgede yeni bir idare kurmak suretiyle hem nüfuz alanını genişletti hem de yeni bir müttefik kazandı. Böylece bölgede daha fazla manevra yapma imkânı bularak Fransa’nın da önünü kesmiş oldu. Kasabalarda yaşayan kabileler ve bedevi aşiretler üzerine Haşimîlerden Abdullah’ı emir tayin ederek istikrarı sağlayan ingiltere, oraya gönderdiği J.B. Glubb aracılığı ile de ingiliz nüfuzunu yerleştirdi. ingiliz nüfuzu yerleştikten sonra da emirliği krallığa dönüştürdü.
ÜNİTE – 3
Merkezî Ortadoğu: Suriye,Filistin-israil, Lübnan
DİKKAT : Arap milliyetçiliği fikirleri, başlangıçta Müslüman olmayan dini azınlıklar arasında dini bir formda gelişmiş ve özellikle Hıristiyan Araplar tarafından benimsenmiştir.
DİKKAT : Sykes-Picot Anlaşması, modern Ortadoğu’nun tarihsel ve sosyal gereklerini gözardı ederek yapay bir şekilde sınırlarını çizen anlaşmadır. Osmanlı hâkimiyetinden sonra sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu bölgesi Britanya ve Fransa’nın çıkarlarına göre çizilen sınırlarla bölündü. Yeni işgal yönetimleri sosyal gerçeklikten ve tarihsel alt yapıdan çok uzak bir politik zeminde çizdikleri sınırlarda yeni ülkeleri bağımsızlığa hazırlama misyonu ile işe koyuldular
Manda idaresi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti tarafından Avrupalı bazı ülkelere başka ülke topraklarını idare etme yetkisi veren yasal statüdür. Diğer ülkeler üzerinde sömürge kurmanın yasal maskesi olarak da tanımlanmaktadır.
DİKKAT : Modern Suriye devletinin sivil ve asker yönetici sınıfının temellerini atan Fransız manda idaresi olmuştur. Örgütlü azınlık grupları, yeni Suriye’de bürokrasinin nüvesini oluştururken, Sünni çoğunluk dezavantajlı duruma düşmüştür. Bununla eş zamanlı olarak Suriye’nin Soğuk Savaş yıllarındaki tercihini belirlemede büyük etkisi olan Batılı işgalcilere ve işgalci olarak nitelenen israil’in kurulmasını destekleyenlere duyulan öfke, Suriye iç siyasetinde 1955 yılından itibaren Sovyetler Birliği yanlısı sol eğilimli aktörlere güç kazandırdı.
Baas Partisi. Yeniden diriliş anlamına gelen “Baas”, Arap milliyetçisi, sosyalist ve antiemperyalist ideolojiyi temsil eden siyasi partidir.
DİKKAT : Birinci Dünya Savaşı yıllarında mahfillerde ve basında başlayan Siyonizm ile ilgili tartışmalar, sadece Kudüs’teki kutsal mekânlarla sınırlı değildi; Müslümanların kutsal mekânlarıda gündeme getirilerek bir noktada Osmanlı Devleti ile Hilâfetinin geleceği de tartışılıyordu. Arap coğrafyasının savaş sonrasında şekillendirilmesi sorunu ortaya çıkmıştı. Daha başından beri Modern Ortadoğu’nun Filistin meselesi üzerinden şekillendiği ve bu sorun çözümlenmeden burada barışı sağlamanın mümkün olmadığı açıktı.
Toprak Karşılığı Barış Prensibi: ilk defa BM Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı ile gündeme gelen ve Arap-israil barışının özünü oluşturan ilkedir. Bu ifade, Arap ülkelerinin savaş tehdidinden vazgeçmeleri karşılığında israil’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörmektedir
DİKKAT : Merkezi denetimden uzak konumu nedeniyle Lübnan dağları, hem Ortodoks Bizans’ın baskılarından kaçan Katoliklere hem de Sünni islami otoritenin denetimine karşı çıkan ismaili ve Nusayrilere sığınma yeri olmuştur.
Confessionalism: Özellikle çok sayıda dini grubun bir arada yaşamak zorunda olduğu durumlarda, siyasi ve kurumsal iktidarı bu gruplar arasında belirli bir oranda paylaştırarak kurulan yönetim.
Kara Eylül: 1970 yılı Eylül ayında Filistinli silahlı grupların israil karşısında pasif kalan Ürdün Kralı Hüseyin’e yönelik başarısız darbe girişiminin ardından başlayan ve 1971 yılı Temmuz ayına kadar süren iç savaş ve katliam. israil’in destek verdiği operasyonlarda Ürdün yönetimi binlerce Filistinliyi katletmiş ve ülke dışına sürmüştür.
DİKKAT : 1982 yılındaki israil işgali ve Beyrut kuşatması, Filistin direnişinin kalbi durumundaki Lübnan’da siyasi ve askeri süreci tamamen değiştirdi. Filistinli savaşçıların ülke dışına sürülmesi ile direniş misyonu Lübnanlı yerel milislerin kontrolüne geçti.
Sıra Sizde 1 : 1980’li yıllarda Suriye’nin Ortadoğu’daki Arap politikalarından dışlanmasının sebepleri
ne olabilir?
Suriye’nin diğer Arap ülkelerinin beklentilerinin aksine iran-Irak savaşı sırasında iran’ı desteklemesi, Arap dünyasından dışlanmasında en önemli sebeplerden biriydi. Bununla birlikte öteden beri Suriye’deki devrimci Sosyalist yönetimin diğer Arap rejimlerine yönelik eleştirileri bir diğer faktördü. Tamamen olmamakla birlikte, 1980’li yıllar boyunca Suriye’nin kendi halkına yönelik katliamları da dışlanmasında kısmen rol oynadı.
Sıra Sizde 2 : Taif Anlaşması, Lübnan’da mezhebi dengeye dayanan siyasi yapıyı nasıl etkilemiştir?
Taif Anlaşması, Lübnan’da mezhepler arasında nüfus oranına göre var olan konsensüsü kabul etmiş, Milli Misak’tan sonra ilk defa güncel bir formunu oluşturmuştur. Bu anlaşmaya göre, eskiden 6/5 oranında Hıristiyanlar lehine olan parlamento kontenjanı, yeni haliyle Müslümanlar lehine eşitliği sağlamıştır.
ÖZET : Suriye ve Lübnan tarihinin önemli dönüm noktaları Suriye ve Lübnan, M.Ö 60 yılına kadar, Anadolu, Mısır ve Mezopotamya’da kurulmuş eski uygarlıkların hesaplaşma sahası ve taşra eyaleti durumundaydı. Bu tarihten itibaren altı asra yakın Roma imparatorluğunun eyaleti olan bölge, 634 yılında islam’ın bölgeye gelişiyle birlikte ilk defa merkezi bir yönetime ev sahipliği yapmıştır. 661 Emevi devleti ile birlikte başlayan bu dönem kısa sürmüş, çok geçmeden, Abbasilerden itibaren bölge yeniden taşra eyaleti konumuna gerilemiştir. Sonraki yüzyıllarda gelen islam imparatorlukları arasında sık sık el değiştiren bölge, nihayetinde 1516 yılında Osmanlı idaresine geçmiştir. 400 yılı aşan Osmanlı yönetimi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini Fransız mandasına bırakmıştır. 1946 yılında gelen bağımsızlık her iki ülkeyi de bugünlere taşımıştır.
ÖZET 2 : Bu iki ülkenin tarihi ve siyasi değişim dinamikleri Bulundukları coğrafi konum itibariyle Suriye ve Lübnan, Ortadoğu’nun çok önemli bir geçiş noktasında bulunmaktadır. Tarih boyunca bölgesel güçlü imparatorlukların geçiş yolu ve taşra eyaleti olarak gördükleri bu coğrafi konum, bu iki bölgede güçlü merkezi iktidarlar kurulmasını önlemiştir. Bu nedenle devlet geleneği anlamında tarihi tecrübe ve arka planın yokluğu, 20. Yüzyılda ulus inşa sürecinde olumsuz etkiler yapmıştır. Bugüne yansıyan etkileri itibariyle bu faktör, birçok gerilimi besleyen ve toplumsal kesimler arasında istikrarı önleyen bir gerçektir. Yine; Musevilik, Hıristiyanlık ve islam’ın kutsal mekânlarına yakınlık, tarih boyunca Suriye ve Lübnan’daki siyasi çekişmelerde önemli rol oynamıştır. Özellikle iki ülkenin dağlık kesimleri, kendi dönemleri itibariyle marjinal görülen birçok Hıristiyan ve islam mezhebine korunaklı sığınak olmuştur. Bu ise, her iki ülkede bugün var olan dini çeşitliliği ve dolayısıyla rekabeti hazırlamıştır.
ÖZET 3 : Türk tarihi içinde Suriye ve Lübnan’ın yeri Türklerin Ortadoğu’ya ilk göçlerinden itibaren yerleştikleri yerlerden biri Suriye olmuştur. Bu nedenle 9. yüzyıldan itibaren siyasal bir güç olmaya başladıklarında bölgedeki Türk devletleri Suriye ve Lübnan’ı da içine alan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bunlar içinde Abbasi halifeliğinin vassalı durumundaki Tolunoğulları ile başlayan Türk egemenliği, ihşit, Selçuklu, Eyyubi ve Memluklu devletlerinin kısa süreli yönetimleri ile sürmüştür. Bölgedeki Türk egemenliğinin temel misyonu halife adına bu toprakları yönetmek olmuştur. 16. yüzyılın başlarında başlayan Osmanlı egemenliği ise asıl Türk damgasını vurmuştur. 400 yıllık Osmanlı yönetimi boyunca barış içinde yaşayan bölge, siyasi ve ekonomik kalkınmaya ilave olarak kültürel alanda da kalıcı eserlere kavuşmuştur.
ÖZET 4 : Ortadoğu Barış Süreci içinde bu iki ülkenin rolü Suriye ve Lübnan, 1991 yılından itibaren başlayan Ortadoğu Barış Süreci’nin vazgeçilmez taraşarıdır. Öncelikle, topraklarında barındırdıkları binlerce Filistinli mülteci sebebiyle her iki ülkede israil ile yürütülen pazarlıklarla yakından ilgilidir. Sayıları toplamda bir milyonu bulan bu mültecilerin geri dönüş hakları her iki ülkeyi sadece siyasi olarak değil, ekonomik ve sosyal olarak da etkilemektedir. Bununla birlikte Suriye ve Lübnan’ın, israil karşısındaki militan gruplara verdiği yoğun destek, bu iki ülkenin Ortadoğu barış sürecinde önemini arttırmaktadır. Suriye’ye ait Golan tepelerinin halen israil işgali altında bulunması, fiam yönetimini barış sürecinde doğrudan ilgili kılmaktadır. Yine Lübnan’ın, israil’den gelecek askeri saldırılara karşı korunaksız durumu hem bu ülkedeki güvenliği hem de, dolaylı yoldan Suriye’nin güvenliğini ilgilendirmektedir.
ÜNİTE – 4
Arap Yarımadası: Suudi Arabistan ve Yemen
Muhammed b. Abdilvehhab (1703-1792): Merkezi Arabistan’da Uyeyne’de doğdu. Hayatı ve ailesi yaygın kanaatlere göre, Arapların köklü kabilelerinden Benî Temim’e mensuptur. Babası Necid ve Hicaz bölgesinde tanınmış bir alim olan Abdülvehhab b. Süleyman’dır. Uyeyne’de kadılık yapmakta ve öğrenci yetiştirmektedir. Muhammed b. Abdilvehhab da ilk eğitimini babasından aldıktan sonra başta Mekke olmak üzere bir dizi Müslüman şehirlerine seyahatler yaparak oradaki ilim meclislerine katılmıştır. Osmanlı Devleti’nin oldukça sorunlar yaşadığı bir devirde, Osmanlı şehirlerinde gördükleri ile kendi dinî yorumu arasındaki çelişkiler onu diğer bilginler ile karşı karşıya getirmiştir. Ağırıklı olarak Ahmed b. Teymiyye (ibn Teymiyye)nin fikirlerinden hareketle Hanbeli mezhebini yeniden yorumladı ve bu yoruma da vehhebilik adı verildi.
Reşidiler: Merkezi Arabistan’da Cebel-i fiammar’da bir ailedir. Suud ailesinin müttefiki iken daha sonra en büyük rakibi olmuşlardır. Hatta 1891’de Suudilerin kontrolündeki Riyad’ı ele geçirerek onları sürmüşlerdir. Bölgede Osmanlı Devletine en sadık ailelerden biri olarak bilinen aile emirleri Muhammed b. Reşid’den itibaren Cebel-i fiammar kaymakamı olarak tayin edilmişlerdi.
Abdülaziz b. Abdurrahman: Modern Suudi Arabistan’ın kurucusu olarak kabul edilir. Literatürde ailesine nispeten kendisi ibn Suud, Necid Emiri, Suudi Arabistan Kralı gibi isimler ile de anılır. Kuruluşundan bugüne kadar geçen süredeki bütün Suud kralları onun oğullarıdır.
DİKKAT : 1911 Osmanlı-italyan Savaşı ve diğer gelişmeler devletin merkezinden hayli uzakta ve kontrolün zor olduğu Necid, Asir ve Yemen gibi bölgelerde olumsuz tesirler icra etti. Bütün gayretlerine rağmen ittihadçılar bölgede etkin olan unsurların güvenini kazanamadı. Hatta çekişmelere girdi. Mesela, -muhtemelen bir taktik olarak- daha önce istemediği halde 1912 seçimlerinde bir mebus göndermeyi isteyen Abdülaziz’in talebi mevcut seçim kanunu bahane edilerek geri çevrildi. Bu süreç kopmanın hızlanmasına neden oldu.
idrisîler: Mağrıpli Ahmed b. idrisi soyundan gelen Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed El idrisî yırmınci yüzyılın başında Yemen’ın bir sancağı olan Asir’e gelerek dinî söylemleri ile kabileleri başına toplayıp, 1909 yılında Asîr’de bir devlet kurmaya teşebbüs etmiştir. Osmanlı Devleti’nin italya Savaşı’nı fırsat bularak nüfuz alanlarını genişletmiştir. Hatta italyanların desteğini sağlamıştır. iki taraf arasında yaşanan savaşlarda Osmanlı askerleri büyük kayıplar vermiştir. Aynı zamanda Zeydilere karşı olması hasebi ile Türkler ile Zeydî imam Yahya’nın ona karşı birleşmelerine imkan vermiştir.
Taklid: fiii itikadına göre, her şii, dini uygulamalarında, yaşayan bir müçtehidi (dini konularda fikir üretebilen) taklid etmek zorundadır. Taklid edene Mukallid, taklid edilene de Müçtehid veya Merce’u’t-taklid adı verilir. fiii toplumunda en önemli yeri işgal eden müçtehidlerin etkisi de büyüktür. Ayrıca topladıkları Hums ile tükenmez mali kaynakları bulunmaktadır.
Hums: 1/5 anlamındadır. fiiilik inancına göre her şii kazancının 1/5ini taklid ettiği müçtehid veya onun belirlediği yere vermekle yükümlüdür. Buna Hums adı verilir. Müçtehid bu gelirleri, üçe taksim eder. Bir bölümü fakirlere, bir bölümünü de fiiilerin dini ve dünyevî işlerini düzenlemeye (fiii kutsal mekanlarının bakımına, medreselere ve orada uzun yıllar okuyan talebelere) kalan kısmını da şahsı tasarrufu ile kendisine ve etrafındakilere harcar. Günümüzde fiii dinî liderlerin sahip olduğu gücün büyük bir kısmı kontrolü olmayan ve tükenmeyen bu kaynağa dayanmaktadır.
Gat ve Gat Meclisi: Afrika kökenli bir bitki türü olan Gat (Catha edulis) ağızda uzun süre tutulduğunda uyarıcı/uyuşturucu etkisi olmaktadır. Yemen toplumunun gündelik hayatında önemli yer tutmaktadır. Hemen herkes hergün öğleden sonra bu bitkiden edinerek kullanmaktadır. Bu vesile ile belli saatlerde evlerde ‘gat meclisi’ diye ifade edilen toplantılar yapılmaktadır. Ev sahibi misafirlerine gat ikram etmekte veya misafirler getirdikleri kendi gatlarını ağızlarının bir tarafına depolayarak saatlerce sohbet etmektedirler. Bu bitki evlerin bahçelerinde yetiştirildiği gibi büyük oranda ticari tarlalarda da yetiştirilmektedir. Bu alışkanlık Yemenliler’in kazançlarının büyük bir bölümünü almakta ve hem de çalışma hayatını engellemektedir.
DİKKAT : Resûliler’in kökeni Türk kabul edildiği için Yemen’de ilk Türklerin varlığı onlara dayandırılabilir. Ancak gerçekte Türkler Osmanlı Devleti ile birlikte Yemen’de etkin olmaya başlamışlardır.
DİKKAT : Yemen’in Osmanlı idaresine alınmasından beklenen temel faydalar; Portekiz tehdidinin bölgeden uzaklaştırılması, Haremeyn’in muhafazası, Hindistan ticaret yolunun (baharat yolu) güvenliğinin sağlanması ve Yemen’de uzun zamandan beri sürmekte olan istikrarsızlığın düzene kavuşturulması idi. Modern Yemen tarihçileri de birçok diğer Arap ülkeleri tarihçilerinin aksine bu hususları sıklıkla dile getirerek Osmanlı Devleti’nin Yemen’deki varlığını gerekli bulmaktadırlar ve bu duruma olumlu bakmaktadırlar.
Sıra Sizde 1 : Sizce Suudi Arabstan’ın jeopolitiğini belirleyen temel unsurlar nelerdir?
Basra Körfezi, Kızıldeniz gibi önemli geçiş yolları üstünde olmasının yanı sıra Müslümanların kutsal mekanlarını içinde bulundurması ve dünya endüstrisini besleyen geniş petrol rezervlerine sahip olması Suudi Arabistan’ın jeopolitiğini belirleyen temel faktörlerdir. Ayrıca pek çok Arap ülkesi ile de komşu olması bu faktörleri daha da önemli kılmaktadır.
Sıra Sizde 2 : Sizce Suudi Arabistan’ın istikrarını sürekli kılmasına engel olan iç ve dış temel faktörler nelerdir?
Ülkenin jeopolitiği, özellikle sahip olduğu petrol rezervleri Suudi Arabistan’ın sürekli dünya gündeminde kalmasını sağlamaktadır. Bölgeden petrolün güvenli bir şekilde gelişmiş ülkelere dağıtılmasını sağlamak isteyen güçler Suudi Arabistan’ın bağımsız politika geliştirmesine imkan vermemektedirler. Kendisini çeverleyen ülkeler ile olan olumlu/olumsuz ilişkileri ve ülkenin sosyodemografik yapısı da muhalefeti canlı kılmaktadır. İç istkrarı baskıcı bir yönetim ile sağlamaya çalışan Suudi Arabistan, paradoksal bir biçimde rejime karşı muhalişerin çoğalmasına sebep olmaktadır.
Sıra Sizde 3 : Osmanlı Devleti’nin Yemen’de istikrarı sağlayıp hakimiyeti kurmasının uzun süre alması neden kaynaklanmıştır?
Yemen Mısır’da hakimiyet tesisiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin gündemine girmiştir. Kutasal toprakların kapısı durumunda olan Yemen o devirlerde Portekizlilerin tehdidi altındaydı. Osmanlı Devleti bu tehdidi kaldırmak ve Yemen’de iç idare tesis etmek üzere Mısır üzerinden bölgeye müdahale etmiştir. Ancak gerek coğrafi şartlar ve uzaklık gerekse bölgede yaygın olan Zeydi mezhebinin, Sünni hilafetine bakışının doğurduğu etkin muhalefet, merkezî idarenin ve istikrarın ancak uzun bir süreçte sağlanmasına imkan vermiştir.
Sıra Sizde 4 : iki Yemen’in birleşmesinin sizce en temel sebebi nedir?
Birinci Dünya Savaşından itibaren Yemen’de parçalı bir yapı kuruldu. Kuzyede kurulan idarenin içe kapanık olması ve kabileler arası iç savaşlar nedeniyle gelişmediği gibi, ingilizler’in idaresindeki Güney Yemen de bir gelişme gösterememiştir. Üstelik Güney Yemen kuruluşundan itibaren benimsediği ideolojik yapı ile doğu blokunun mahkümü olmuştu. 1990lara doğru doğu blokundaki çatırdamalar ve dünyada liberal eğilimlerin artması iki Yemen üzerinde de etkili oldu. iki taraf birlikte Soğuk Savaşın etkilerinden sıyrılarak yeniden Yemen Cumhuriyetini kurmuşlardır.
ÖZET 1 : Suudi Arabistan’ın ortaya çıkış sürecini tanımlayabilme Basra Körfezi ve Kızıldeniz’e kıyısı olan Suudi Arabistan yirminci yüzyılda ortaya çıkan devletlerdendir. Bugün, gerek sahip olduğu kaynakları ve gerek Müslümanların iki kutsal şehrinin de içinde yer alması hasebiyle jeopolitiği yüksek olan ülkelerden bir tanesidir. Esasında ülkenin adı Merkezi Arabistan’da varlığını sürdüren ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ülke topraklarının tamamını egemenliğine almış olan Suud ailesinden gelmektedir. Suud ailesi bu günkü başkentleri olan Riyad yakınlarında Dir’iyye’de Osmanlı devletine bağlı bir emirlik halinde yaşar iken 1744 yılında kendilerine iltica eden din bilgini Muhammed Abdilvehhab’ın fikirleri ile yeni bir motivasyon kazanarak devletleşme sürecini başlatacaktır. Başlangıçta Osmanlı Devleti’nin tepkisini çekmemekle birlikte civardaki Bağdat, fiam ve Hicaz eyaletleri aleyhinde genişleme göstermeleri üzerine devletin takibatına uğramışlardır. 1818 yılında Mısır’dan gelen kuvvetler ile Dir’iyye’deki emirliklerine son verilmiş, ama aile zamanla tekrar Riyad’ta toparlanarak yeniden bir idare tesis etmişlerdir. Bu sefer Osmanlı Devleti ile uyumlu hareket etmeleri hatta kaymakamlık görevlerini üstlenmeleri onlara bölgede kolayca nüfuz kurma imkanı vermiştir. Ancak aynı süreçte bölgede güç kazanan başka bir aile Reşidiler ile rekabete girişince, olaylar ikincinin lehinde gelişmiştir. Suudilerin Riyad’taki emirliğine son veren Reşidiler, Suud ailesi üyelerinin Kuveyt’e iltica etmelerine sebep olmuşlardır. 1902 yılına kadar burada mülteci durumunda kalan Suudiler, bu tarihte Abdülaziz b. Suud liderliğinde geri dönerek atalarına ait Riyad kalesini Reşidilerden geri almışlardır. Bu gelişme Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreç olacaktır.
ÖZET 2 : Suudi Arabistan’ın iç dinamiklerini ve uluslararası ilişkilerini irdeleyebilme Suudi Arabistan genel olarak kökenleri Necid bölgesinden olan kabile toplulukları ile daha ziyade Hicaz bölgesine göç etmiş olan değişik Müslüman etnik kimliklerden oluşan bir devlettir. Ancak devletleşme süreci Hanbeli mezhebinin bir yorumu olan Vehhabilik esasları üzerine bina edilmiştir. Krallık Suud ailesinin elinde iken, yasama kaynağı olan dini liderlik Muhammed b. Abdilvehhab’ın soyundan gelen din bilginlerine aittir. Aralarında akrabalık da tesis elden bu iki aile Suudi Arabistan’ının mutlak yöneticileridir. Krallığın meşruluğunu aldığı diğer unsur da kendilerine bağlılık arz eden kabilelerdir. Petrol’ün keşfi ve çıkarılmaya başlanması ile birlikte 1950li yıllardan itibaren ülkede çeşitli alanlarda modernleşme başlamış olsa da sosyal hayatı dinî kurallar ve geleneklere göre sürdürme eğilimindedirler. Okullaşma oranının ve dış dünya ile iletişimin artması; ayrıca farklı mezheplere mensup kitleler ve siyasi gurupların eğilimleri Suud toplumunda hareketlenmeler meydana getirse de halen gelenekçi yapı güçlü bir şekilde sürdürülmektedir. iç işlerindeki bu gelenekçi yapıya rağmen uluslar arası ilişkilerde Batı dünyası özelliklede ABD ile uyumlu bir dış politika geliştirmiştir. Suudi Arabistan petrol kaynaklarının kendisine sağladığı avantajları da kullanarak islam dünyası üzerinde de nüfuz kurma arayışındadır. Suudi Arabistan OPEC gibi uluslar arası ve Körfez işbirliği Teşkilatı gibi bölgesel kuruluşların da kurucu üyesidir. iiTnın etkin üyesi (2014 itibarı ile genel sekreterlik Suudi Arabistan’da olacaktır) olduğu gibi Arap Birliği Teşkilatı içinde de etkindir. ABD’nin Körfez’de yaptığı askeri operasyonlara destek veren Suudi Arabistan’ın bu siyaseti uluslar arası ilgiyi görmesine rağmen paradoksal bir biçimde illegal iç muhalefetin gelişmesine ve islam ülkeleri nezdindeki nüfuzunun tartışılmasına sebep olmuştur.
ÖZET 3 : Yemen’in tarihteki yerini açıklayabilme Arap Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz ile çevrili olan Yemen Arap Yarımadası’nın güneybatısında yer alan bir ülkedir. Tarihi geçiş yolları üzerinde olması ve topraklarının verimli olması Yemen’in çok erken devirlerde yerleşim yeri olmasını sağlamıştır. Arap Yarımadası’nda en eski uygarlıkların yeşerdiği verimli bir coğrafya olduğu için tarihte bu bölgeye “Mutlu Yemen” ismi verilmiştir. Erken dönemde islamlaşan Yemen birçok islam devletinin hakimiyetinde kalmıştır. Arap yarımadasındaki diğer bölgelerde egemen olan kabilevi toplum tarih boyunca burada da etkin olmuştur. Buna ilave olarak da islam dünyasında ilk siyasi ayrışma olan Sünnî-fiiî ayrışmasında yemen kabilelerinin birçoğu fiiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimsemişlerdir. Bu yüzdende buralara egemen olmak isteyen Sünni idareler ile Zeydî imamlıklar arasında daima çekişmeler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti de bölgeye egemen olduğu 16. Asırdan itibaren de kendini bu çekişmelerin içinde bulacaktır. 1520’den itibaren Yemen sahillerinde etkin olmaya başlayan Osmanlılar 1570’te bölgede merkezî idarelerini tesis etmişlerdir. Bu idare 1635 yılına kadar sürecek ve bu tarihte Yemen’in idaresi yeniden Zeydi imamların eline geçecektir. Osmanlı Devleti 1871 yılında tekrar bölge üzerinde merkezi idaresini kurarak, bu tarihten sonra burada tam bir imar faaliyetleri başlatacaktır. Zeydi imam Yahya ile de sağlanan anlaşma neticesinde Yemen’de istikrar sağlanacak fakat I. Dünya Savaşı ile birlikte tekrar sıkıntılar baş gösterecektir. Türkler ve Yemenliler birlikte karşı koymalarına rağmen savaşta mağlup sayılan Osmanlılar Mondros mütarekesi ile Yemen’i terk etmek zorunda kalacaklardır.
ÖZET 4 : Yemen Cumhuriyeti’ne giden süreci kavrayabilme Yemen Birici Dünya Savaşı sonunda parçalı bir
şekil aldı. Kuzey’de Zeydî imam Yahya’nın idaresinde Yemen imamlığı, güneyde de İngilizlerin bölge menfaatlerini sürdüren Aden’deki mandaları. imam Yahya, San’a’da kalan son Osmanlı memurlarını sistemin içine çekerek yeni bir devlet oluşturma yoluna gitti. Fakat zamanla daha çok içine kapanan müstebit bir idare kurdu. Buna karşılık Aden ingilizlerin idaresinde ve mevkisinin avantajları ile dünyaya açık ve kısmen gelişen bir bölge oldu. imam Yahya 1948 yılında bir suikast ile öldürülünce idare oğlu Ahmed’in eline geçti. O da kısa sürede kontrolü sağladı ve baskıcı bir rejim uygulamaya başladı. Fakat aynı sıralarda Arap dünyasında yaşanan milliyetçi hareketler Yemen’i de etkiliyordu. Arap milliyetçiliğinin önderi Cemal Abdünnasır’ın etkisi Yemen ordusundaki subayları da harekete geçirmişti. Bu yüzden olayları kontrol etmekte zorlanan Yemen imamlığı, 1958 yılında Mısır ve Suriye tarafından kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne katıldı. 1961 yılında bu birlik dağılınca, dışarıda yaşayan Yemenliler ve sosyalist Araplar tekrar eleştiri oklarını imam Ahmed’e ve idaresine yönelttiler. Hatta muhalişeri çeşitli yerlerde isyanlar çıkardılar ve O’na da suikast düzenlediler. Her ne kadar suikasttan kurtuldu ise de Eylül 1961’deki ölümüne kadar aileden aldığı geleneksel idareyi bir daha sağlayamadı. Ölünce yerine oğlu imam Bedr geçti. Daha ilk günlerde bazı liberal dönüşümler sağladı ise de başarılı olmadı. Tuğgeneral Abdullah Salal’in organize ettiği bir isyan ile karşılaştı. isyancıların elinden kaçarak kendi kabilelerine sığındı ve buradan onlara karşı bayrak açınca Yemen’de bir iç savaş başladı. Her ne kadar Tuğgeneral Sallal, 26 Eylül 1962’de “Yemen Cumhuriyeti”’ni ilan etti ise de iç savaş uzun sürdü ve Kuzey Yemen Cumhuriyeti ancak 1970 yılında bir devlet olarak tarih sahnesine çıkabildi. Bu süreç Aden bölgesini de etkiliyordu. Bir tarafta kabileler arası savaşlar, diğer tarafta ise İngiliz bürokrasisi içine girmiş fakat sosyalist fikirlerin etkisinde olan genç Yemenliler hareketlenmeye başlamışlardı. ingiltere bölgede varlığını daha fazla sürdüremeyeceğini anlayıp 1967 yılında Aden’den çekilmesi ile Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti de kuruldu. 1990 yılında dünyadaki gelişmeler iki tarafı birbirine yakınlaştırınca birleşerek Yemen Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden süreç meydana geldi.