AÖF DERS NOTLARINA HOŞ GELDİN!

Ders notlarına erişmek için lütfen ücretsiz kayıt olunuz.

Ücretsiz Kayıt ol!

VİZE-FİNAL Sosyal Hizmet Kuram Ve Yaklaşımları Ders Notları

Moderator
Mesajlar
419
Tepkime puanı
28
Puanları
18
Sistem kuramı psikodinamik kuramdan duyulan memnuniyetsizliğe karşı gelişen bir dizi kuramsal gelişmeden biridir. Kuramın sosyolojik
odağı, psikodinamik kuramın sosyal hizmetteki “sosyal” kavramını yeterince ele alma konusundaki başarısızlığına karşı durmaktadır.
Sistem düşüncesinin uygulamaya aktarılması Goldstein ile Pincus ve Minahan’ın
1973 yılında yayınladıkları çalışmalar ile başlamıştır. Bu çalışmalar, Vickery’in 1974, Specht ve Vickery’in 1977 ve Olsen’in yorumlarıyla
İngiltere’de dikkate değer bir etki yaratmıştır. Daha sonraki yıllarda Siporin (1975), Germain ve Gitterman (1980) Ekolojik Sistem Kuramı’nı
geliştirmiş ve bu kuram Amerika Birleşik Devletleri’nde dikkate değer bir yer bulmuştur.“İşlevsel olmayan birey” veya “işlevsel olmayan aile”
terimleri sistemik bakış için uygun değildir; çünkü bu kavramlar birey, aile ve çevrenin etkileşimsel doğasını yansıtmaz.
Sistem terimi, bir araya gelme – birleşme anlamına gelen Grek sözcüğü “systema” sözcüğünden gelmektedir. Çağdaş anlamıyla sistem,
düzenli bir şekilde etkileşim gösteren ya da bir bütün oluşturan karşılıklı bağımsız olan madde grubudur. Sistem, birbiriyle ilişkili güçlerin
etkisi altında olan, birbiriyle etkileşen unsurlardan oluşan ve bir denge içinde ya da denge eğiliminde olan bir gruptur.
Bir sistem birbiriyle ilişkili ve birbirine bağımlı parçalardan oluşmaktadır. Sistemin bir sınırı vardır. Sistemin kendi sınırları dışındaki bireylerle
ve sistemlerle ilişkisi vardır. Sistemin sınırları dışındaki sistemlerle ilişkisi kendi içindekilere göre daha az yoğundur. Sistem Kuramı, zengin ve
kapsamlı repertuardan uygun müdahale modelleri ve yaklaşımları geliştirmek için kavramsal bir temel oluşturur. Sistem Yaklaşımı’nın “Her
sistem, bir diğerini etkiler.” ilkesi, sosyal hizmet için çok yararlıdır. Sosyal hizmet uzmanları, kendilerini etkileyen sosyal sorunları çözmek
amacıyla birçok başarısız girişimde bulunmuş olan kişilere hizmet verir.
Sistem Teorisi’ni sosyal bilimlere 1950’li yıllarda uyarlayan Ludwig von Bertalanffy, biyolojik olaylarla ilgili ilkeleri sosyal bilimlere ve davranış
bilimlerine uygulayarak bunlara matematiksel açıklamalar getirmek istemiştir. Ona göre bitkiler, hayvanlar ve insanlar birbirinden farklı canlı
varlıklar olmalarına rağmen, örneğin hücre yapısı bakımından yapısal benzerliklere sahiptir.
TEMEL KAVRAMLAR
Sistem Teorisi, hiçbir sistemin bileşenlerine ayrılmadıkça yeterli bir şekilde anlaşılamayacağını ya da yeterince açıklanamayacağını ileri sürer.
İlişki kavramı, bir sistemin içindeki ögelerin birbiriyle yapılanma biçiminin, tek başına da ögeler kadar önemli olduğunu ifade etmektedir.
Sistem, “İşlevsel bir bütünü oluşturmak için derli toplu bir şekilde, yani sistemli bir şekilde ve karşılıklı ilişkileri olan bir dizi unsurun
(elemanın) oluşturduğu bir takım.” şeklinde tanımlanmıştı. Bir sistemin “bir dizi unsurun (elemanın) oluşturduğu takım” düşüncesi, bir
sistemin herhangi bir türdeki şeylerden oluşabileceği ve bu şeylerin birbiriyle ilişki içinde olacağı anlamına gelmektedir.
İnsani sosyal sistemleri anlamak için müracaatçılar ve sosyal hizmet uzmanları, sıklıkla muhtelif parçaları veya boyutları göz önünde
bulundurur ve belirli kavramları kullanır.
Odak Sistem
Odak sistem, müracaatçıların ve sosyal hizmet uzmanlarının ilgisini çeken sistemik katman ya da katmanlardır. Genelci sosyal hizmet; birey,
bireyler arası, grup, gruplar arası, örgüt, örgütler arası, topluluk, topluluklar arası, toplum, toplumlar arası olarak sıralanabilecek şekilde,
katmanlı (düzeylerde) düşünmeyi önerir.
Sınırlar
Sınır, bir sistemin ya da alt sistemin sonlandığı ve bir başka sistemin ya da alt sistemin başladığı yeri tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Sistemler arasındaki bilgi, enerji ve kaynak akışını kısmen ya da tamamen kontrol etmek için sınırlar açılabilir veya kapatılabilir.
Sınırlar, bireyleri ve alt sistemleri çevreleyen, diğerleriyle temas miktarını düzenleyen, görünmeyen bariyerlerdir. Bir aile sisteminde sınırlar,
kimlerin aile üyesi olduğunu ya da olmadığını belirlemeye yardımcı olur.Sosyal hizmet uzmanları müracaatçılarının gizliliği ve mahremiyetini
korumak için kapalı süreçlere ilişkin uygulamada bulunur.
Amaç
Amaç, sistemin varlığının nedenidir. Bazen, bir örgütün görev tanımı ya da bir ülkenin anayasasında olduğu gibi, amaçlar açıktır. Bununla
birlikte birey, aile ve komşuluk örneklerinde ise amaçlar sıklıkla örtüktür.
İdeal çözüm sorunlara sadece çare bulmaz, aynı zamanda sistemin genel amaçları ve hedeflerine de hizmet eder. Eşsonluluk (equifinalite),
farklı başlangıç koşullarından benzer sonuçlara ulaşma kapasitesidir.
Sistemlerin parçalarıyla ve çevrelerindeki sistemlerle ilişki kurmaya, karar verme süreçlerine yönelik işlevlerini yerine getirebilmeleri için
sistem içindeki ve dışındaki kaynakları kullanmaları gerekmektedir. Görev dağılımı (uzmanlaşma) söz konusudur. Her sistemin işlevsel
olabilmesi için, sadece görevlerini yerine getirebilmesi değil, aynı zamanda varlığını sürdürebilmesi anlamında, bu süreçleri tamamlaması
gerekmektedir.
Gelişim
Bir sistemin gelişim boyutu değişme süreci ile ilgilidir. Her sistem belirli gelişim aşamalarından geçer.
Negatif entropi – ya da enerjinin verimli bir biçimde kullanılması ve sistemin çevresinden yeni enerji alması – daha fazla uzmanlaşmaya ve
karmaşık hâle gelmeye neden olur. Hiçbir sistem belirli bir statüde kalamaz, sistem entropiye ya da negatif entropiye doğru ilerlemek
durumundadır.
Sistemler, çeşitli gelişimsel süreçler boyunca ilerledikçe ve içsel ve dışsal taleplere bağlı olarak değiştikçe, dinamik bir dengeye gereksinim
duyar. Değişimi destekleyen güçler ile düzen ve dengeyi sürdürmeyi destekleyen güçlerin her ikisi de sistemde bir arada bulunur.
Yapı
Bireyin kişiliği; yönetici, duygusal dışa vurum ve kural oluşturma olarak düzenlenebilir, bunlar birer statü oluşturur ve bu statüler grafik
olarak da gösterilebilir. Transaksiyonel analizde ebeveyn, yetişkin ve çocuk ego durumlarının görece büyüklüğü ve gücü kardan adama
benzer bir şekilde gösterilir.Sistem Kuramı; iletişim kalıpları, parçalar arasındaki etkileşim ve diğer parçalar arasındaki ilişkiler üzerinde
odaklanır. Sosyal sistemin yapısı göz önüne alındığında, parçalar ve bütün arasındaki ilişki temel ilgi odağı olmaktadır. Açıklık veya kapalılık;
enerjinin, kaynakların, bireylerin veya bilginin sisteme girebilmesi veya girememesi ile ilgilidir.
Roller
Statü terimi, rol kavramının vazgeçilmez bir parçasıdır ve rol, bireyin bir sosyal sistem içinde işgal ettiği konumu gösterir. Statüler iki genel
kategoriye ayrılır: edinilen ve atfedilen statü. Ulaşılan veya edinilen statü, doğum sonrasında bir sosyal sistem içinde bir konumun işgal
edilmesi anlamına gelir.
Roller, aynı zamanda etkileşimsel süreçler için de önemlidir; çünkü bireyler, sosyal sistemler içinde ya da arasında rolleri aracılığıyla ilişki
kurar. Rollerin türü ve sayısı sistemin büyüklüğüne göre farklılaşır.Sosyal sistemler büyüdükçe rol sayısı artar ve daha uzmanlaşır. Roller,
statü ve beklenti, profesyonel ilişkimizin bir parçasıdır.
Kurallar
Sosyal normlar ve kültürel kurallar, insanların tutumlarına, inançlarına, duygularına, görünümlerine ve beklenen, izin verilen ve yasaklanan
davranışlarına rehberlik eder ve onları belirler. Normlar, davranışları ve görünümü düzenler ve bu yolla bir sosyal sistemi ya da durumu bir
diğerinden ayırmaya yardımcı olan fark edilebilir kalıplar oluşturur, içtekileri ve dıştakileri ayıran sınırların tanımlanmasına ve
sürdürülmesine yardımcı olur. Sosyal normlar insanların temel inanç sisteminin esas parçasını oluşturur, psikolojik deneyimler kültürün
sosyolojik parçasını yansıtır.
İletişim
Sosyal hizmet uzmanları, sistematik amaç ve işlev için olduğu kadar bireysel ve toplumsal iyilik hâli için de önemli olan iletişimin doğası,
kalitesi, miktar ve etkililiği ile ilgilenir. İletişimin sistemler ve sosyal hizmet uygulaması için önemini vurgulamak zordur.
Yaptırımlar
Sistemler, hedeflerini gerçekleştirmeye ve amaçlarına ulaşmaya çalışırken insanları motive etmek ve belirli koşulları, görünümleri ve
davranışları ödüllendirmek ve cezalandırmak için bilerek ya da bilmeyerek araçlar ve yöntemler oluşturur. Toplumlar istenmeyen
davranışları kontrol etmek için sansür uygulayabilir, para cezası verebilir ve cezaevine gönderebilir. Aileler teşvik amacıyla övgü, onay,
duygusal destek, sevgi ve özgürlük verebilir, ceza amacıyla onaylamama, reddetme, sevgisini esirgeme ve sınırlandırma yapabilir.
Güç
. Farklı güç türleri vardır. Otorite gücü, yasal ya da sosyal statünün yanı sıra, olayları ve insanları kontrol etme veya etkileme hakkına işaret
etmektedir. Uzmanlık ya da yetkinlik gücü, belirli eylemleri veya etkiyi yapabilmek için bilgi, beceri ve yetenek ile ilgilidir. Polis ve yargıçlar
açık bir şekilde otorite gücüne sahiptirler.
Güç, çeşitli büyüklükteki sistemler arasındaki ilişkiyi analiz etmek için anahtar bir kavramdır. Sosyal hizmet uzmanları güç, güçsüzlük ve insan
gelişimi ve büyümesi süreci arasındaki ilişkiyi dikkate almak zorundadır.
İşlemler
Girdi, diğer sistemlerden alınan enerji, bilgi ya da iletişim akışıdır ve sisteme etki eden herhangi bir dışsal olaya, bilgiye ve enerjiye karşılık
gelmektedir. İnsanlar için yiyecek, su ve havanın yanı sıra sosyal temas ve uyaranlar da birer girdidir.
Çıktı, bir sistemden çevreye ya da diğer sistemlere yayılan enerji, bilgi ya da iletişimdir. Çıktı, içinde bulunulan bir çevrede bir sistemin diğer
sistemler üzerindeki etkisidir. Çıktı ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken en önemli şey, çıktının girdi ile ilişkili olmasıdır.
İşlem, girdiyi ve çıktıyı değiştiren ya da dönüştüren sistematik süreçlerdir. Hazmetme ve nefes verme insan bedenindeki işlemleri gösterir
Geri bildirim, birinin davranışlarının sonuçları ya da etkileri hakkında dışarıdaki bir kaynaktan alınan herhangi bir türdeki doğrudan bilgidir.
Geri bildirim, girdi bilgisine tepki olarak eylem üretir ve bireyin davranışı sonrasında gerçekleşir.
Gerilim, bir tür geri bildirimdir ve yaşayan tüm sistemlerde bulunur. Geri bildirim olarak gerilim, bir dizi yaşamsal işleve sahiptir. Dolayısıyla
gerilim, varlığı istenmeyen ve yokluğu istenen diye görülmemelidir.
SİSTEMLER VE SOSYAL HİZMET UYGULAMASI
Sistem Kuramı sosyal hizmet uzmanlarına dünyayı nasıl inceleyecekleri ve görecekleri konusunda bir kavramsal bakış açısı sağlamaktadır.
Sosyal hizmet uzmanları çevre içindeki bireyler, gruplar, aileler, örgütler ve topluluklar gibi çeşitli sistemlerin etkileşimleri üzerinde
odaklanır.
Çocuk refahı alanında çalışan bir sosyal hizmet uzmanı mahkeme sistemi, tıbbi hizmetler, komşular, polis, hâkimler, okul görevlileri,
koruyucu aileler ve diğer çocuk bakım hizmetleri ile etkileşime girer.
Sistem Kuramı’nı anlamak, sosyal hizmet uygulamasının değişim için hemen hemen her büyüklükteki sistemi hedeflemesi nedeniyle özellikle
önemlidir. Uygulama alanı ne olursa olsun, sistem kuramı hakkında bilgi sahibi olmak sosyal hizmet uzmanlarına yardımcı olacaktır.
Ekolojik Sistem Kuramı Genel Sistem Kuramı’nın bir biçimidir ve yaşayan varlıklar arasındaki ilişkiler ve varlıklar ile çevrelerinin diğer
görünümleri arasındaki ilişkilere odaklanmaktadır ve ekoloji, organizma ile çevre ilişkilerinin incelenmesi anlamına gelmektedir. Ekolojik
sistem, bireyler (organizma ) ve onun çevresinin oluşturduğu bir bütün olarak ifade edilebilir. Ekolojik sisteme kısacası ekosistem de denir.
. Çeşitli nedenlerle oluşan değişiklikler kimi zaman insan yaşamına olumsuz olarak yansımakta ve bireyin yaşamını idame ettirmesini
zorlaştırmaktadır. Bu durum bütün bilimleri yeni çıkış yolları aramaya zorlarken, sosyal hizmet disiplini de uygulamalarında çevre unsurunu
odak alan Ekolojik Yaklaşım Modeli’nden yararlanmaya başlamıştır
EKOLOJİK YAKLAŞIMI HAZIRLAYICI ETMENLER
Sosyal hizmet programlarında Freud’un geliştirdiği “Medikal Model” kullanılarak insan davranışları ve sorunları anlaşılmaya çalışılmıştır.
Medikal modelde, müracaatçı hasta olarak nitelendirilir ve duygularının ve davranışlarının temelinde ruhsal hastalıklar aranır. 1960’lı yıllarda
sosyal hizmet Medikal Model’in yararlılığını sorgulamaya başlamıştır. Psikanalitik Model’in etkisi azaldıkça, sosyal hizmet uygulaması önemli
değişiklikler yaşamıştır. Bu değişikliklerden birisi; Ekolojik Yaklaşım ile ilgilidir ve bu yaklaşım birey-çevre etkileşimini kavramsallaştırmak için
ilave bir kapasite getirmiştir.1960’larda ve 1970’lerde toplumsal gereksinimlerin, birey ve çevre etkileşimine ilişkin bilincin artması, sosyal
hizmet uygulaması ve eğitiminde çevre üzerine dikkatleri yoğunlaştırmıştır. Sosyal hizmetin geçtiğimiz yüzyıllık profesyonel tarihi boyunca iki
temel görüş çok tartışılmış ve uygulamada görülmüştür. Bunlardan biri, hâlen duymaya devam ettiğimiz, sosyal hizmetin temel işlevinin
bireysel tedavi ve klinik tedavi olduğudur. İkincisi ise, sosyal hizmetin tarih boyunca hedeflediği “Sosyal Reform Yaklaşımı”dır. 1960’lı
yıllarda, yoksulluğun çoğunlukla bireyin kendi içsel durumlarından kaynaklanmayan ve çevresel nedenlerin bu sorunun oluşmasında ve
çözümünde çok etkili olduğu genel olarak kabul görmüştür.
Ekolojik Yaklaşım, insanlar ve onların fiziksel ve sosyal çevreleri arasındaki işlevsel olmayan etkileşimleri kavramsallaştırmak ve vurgulamak
suretiyle Tedavi ve Reform Yaklaşımı’nı bütünleştirmektedir. Ekolojik Model, hem içsel hem de dışsal faktörlere vurgu yapmaktadır.
Ekosistem Yaklaşımı; bireyleri bir bağlam içinde etkileşime giren dinamik özneler olarak gördüğü, sistemlerin etkileşimlerinin önemini
vurguladığı, bireyin davranışını “Durum İçinde Birey” Yaklaşımıyla
açıkladığı, tüm etkileşimleri içinde bulunulan duruma göre uyumsal ya da mantıksal olarak değerlendirdiği ve sistemlerin değişiminde çoklu
seçenekleri gündeme getirmeyi vurguladığı için Genelci Yaklaşımı güçlendirmektedir.Hücre, belirli bir grubun ya da bireyin toplumsal yapıda
işgal ettiği statüdür ve hücre, güç ve baskı sorunları ile ilgilidir. Toplumlarda çeşitli nüfus grupları bulunmaktadır. Çevrenin sosyal kirlenmesi,
Ekolojik Yaklaşım’ın kullandığı bir başka kavramdır.
Kötü yerleşme, yetersiz okullar, yetersiz tıbbi bakım, kötü gelir güvenliği sistemi, yetersiz çocuk suçluluğu ve cezai adalet sistemi “kirleticiler”
olarak sıralanabilir.
Sosyal hizmet uygulamalarında temel hedef; birey ve onun refahıdır. Ekolojik Yaklaşım’da birey çevresi içinde değerlendirilmektedir ve
bireyin davranışları bireyin geçmiş yaşantısından, bulunduğu sosyo-kültürel çevreden, fiziksel ve ruhsal özelliklerinden bağımsız olamaz.
Birey doğuştan getirdiği kendine has özellikleri ile birlikte çevresinin ona sunduğu fırsatlarla da şekillenir.
EKOLOJİK DEĞERLENDİRME
Ekolojik Model, sosyal hizmet uzmanlarının herhangi özel bir durumda, birbiriyle ilişkisi olan birçok faktör hakkında tam bir inceleme
yapmasına yardım eden sistematik bir yapıdır. İnsan gelişiminin fiziksel, duygusal, bilişsel, ruhsal ve sosyal olmak üzere beş boyutu ile ilgili
yedi ekolojik düzeyin her birinde değerlendirilebilir.
Ekolojik Yaklaşım mikro ve mezzo düzeydeki insani hizmetlere uygulanmaktadır. Ekolojik Yaklaşım’ın makro düzeyde de yararlı olduğu
kanıtlanmıştır. Ekolojik bakış açısına göre; toplum, onu oluşturan nüfus gruplarının çevreleriyle ilişkilerine odaklanan, sınırları olan ve
çevresiyle etkileşime giren bir organizmadır.
Ekolojik Model, bireyler ve onların çevreleri arasındaki karmaşık bağlara dikkat çekerek ve insanların sosyal sistemleri etkilemedeki
kapasitesini gözden kaçırmayarak, sosyal sorunlarla ilgili anlayışımızı ve bakış açımızı genişletmiştir.
Ekolojik Model’in esas odağı; geçiş sorunları ve bireyler, aileler ve küçük grupların gereksinimleri üzerinedir.
Ekolojik Yaklaşım sosyal hizmette şu nedenlerden dolayı benimsenmiştir:
1. İnsanın çevre ile olan etkileşimine vurgu yapması
2. İnsanların farklı durumlar karşısında uyum sağlamasına yarayacak davranışları belirlemesi
3. İnsanların fiziksel ve sosyal çevreleri ile yaşadıkları sosyal grupların etkisini açıklaması
4. Genelci uygulama için bilgi temeli oluşturması
5. İnsan sistemini açıklaması ve kavramsallaştırması
Sosyal hizmet uzmanının bireyi, grubu ve toplumu tanımasında, bireyler, gruplar ve toplumlar arasındaki farkı anlamasında Ekolojik
Yaklaşım’ın önemi büyüktür.
Sosyal hizmet uzmanları geçiş dönemlerindeki bireylerle çalışırken, bireyin çevresindeki değişimlere uyum sağlaması sürecinde onun yanında
olduğunu hissettirme ve motivasyonunu artırma (güçlendirme), sorunlarla baş etmesini öğretme (öğretim) ve birey ile çevre arasındaki
iletişime ve etkileşime engel olan faktörleri yok etme (kolaylaştırıcılık) gibi görevleri de yerine getirir.
EKOLOJİK KAVRAMLAR
Sistem

Sistem, belli bir işlevi yerine getirmek üzere bir araya gelmiş ve aralarında karşılıklı bağımlılık ve etkileşim olan elemanlar kümesidir. Birey de
bir sistemdir ve dolayısıyla yaşamını devam ettirebilmesi için diğer sistemlerle etkileşim içinde olmalıdır.
Sosyal çevre
Sosyal çevre insanların oturdukları evlerin tipi, yaptıkları işin türü, ulaşılabilir para miktarı, yasalar ve içinde yaşanan toplumun sosyal
kurallarını içerir. Sosyal çevre aynı zamanda bireyler, gruplar, organizasyonlar ve temas içinde olunan sistemlerin tümünü kapsar.
Çevresi içinde birey
Çevresi içinde birey odağı, insanları çevrelerindeki tüm sistemlerle sürekli olarak etkileşim içinde görür. Bu sistemler aile, arkadaşlar, iş,
sosyal hizmetler, politikalar, din, mal ve hizmetler ve eğitime ilişkin sistemleri kapsamaktadır.
Etkileşim
Etkileşim, insanlar çevrelerindeki diğerleri ile iletişim ve etkileşim kurar. Bu etkileşimlerin (transaksiyon) her biri aktif ve dinamik (etkileşim
aktarılabilir ve değiş tokuş yapılabilir) bir şeydir.
Enerji
Enerji, insanlar ve çevreleri arasındaki aktif katılım sonucu ortaya çıkar. Enerji, girdi ya da çıktı biçiminde olabilir. Girdi, insanın yaşamına
giren ve bu yaşama ilave katan bir tür enerjidir.
Kesişme
Kesişme, birey ve çevresi arasındaki etkileşimin yer aldığı esas noktadır. Çevresi içinde bireyin değerlendirilmesi sırasında, kesişme, değişime
yönelik uygun etkileşimleri belirleyebilmek için açık olarak odak olmalıdır. Eğer kesişme noktası hatalı bir şekilde belirlenirse, gerçek soruna
ulaşıncaya kadar çok fazla zaman ve enerji harcanacaktır.
Adaptasyon
Adaptasyon, çevresel koşullara uyum yapma kapasitesidir. Adaptasyon, genellikle enerji gerektirir. Sosyal hizmet uzmanları insanların
enerjilerini yönetmelerine, yani daha üretici olmalarına, yardımcı olur. İnsanlar çevreleri tarafından etkilenir ve benzer şekilde de çevrelerini
etkiler. Uyum; birey ile sosyal çevresi arasındaki karşılıklı etkileşimin ürünüdür. Birey yaşadığı çevreden yararlanır ve bireyin davranışlarına
çevresi tarafından anlam verilir. Birey, çevredeki değişikliklerden etkilenir.
Baş etme
Baş etme, insanların uyum sağlamasının bir biçimidir ve sorunların üstesinden gelebilmek için mücadele etmesi anlamına gelir.
Adaptasyonun - ister pozitif, isterse negatif olsun - yeni durumlara tepki verme ile ilgili olmasına rağmen, baş etme karşılaştığımız sorunları
ele alma biçimimiz ile ilgilidir.
Karşılıklı bağımlılık
Bir bireyin başka bir bireyle karşılıklı bağlantı içinde olmasıdır. Bireyler, sosyal çevredeki diğer bireylere ve bireylerin oluşturduğu gruplara
bağlıdır ya da onlarla karşılıklı olarak bağımlılık içindedir.
DAVRANIŞ DİNAMİKLERİNİ DEĞERLENDİRME MODELİ
Ekolojik Sistem Kuramı’na göre mikro, mezo, ekzo ve makro sistem olarak birbiriyle iç içe geçmiş olan dört sistem bulunmaktadır. Bunlara
daha sonra kronosistem adıyla beşincisi eklenmiştir
1. Mikrosistem; aile, okul, akran grubu, komşular ve çocuk bakım ortamları gibi yakın çevreden oluşmaktadır.
2. Mezo sistem; yakın çevre arasındaki bağlantılardan (çocuğun evi ve okulu gibi) oluşan sistemi kapsamaktadır
3. Ekzo sistem; gelişimi dolaylı bir şekilde etkileyen dış çevre ortamları(ebeveynlerin çalışma yeri gibi) ile ilgilidir.
4. Makro sistem; kültürel bağlam (doğu kültürü, batı kültürü, ulusal ekonomik ve siyasal kültür, altkültür gibi) ile ilgilidir
5. Kronosistem; yaşam boyunca meydana gelen çevresel olaylar ve geçiş kalıpları ile (zaman içinde dış sistemlerin evrimi) ilgilidir.
Bio-ekolojik model’e göre, insan gelişimi dinamik ve etkileşimsel bir süreçtir.
Ekolojik yaklaşım’a göre, insan organizması ile çevrenin özellikleri karşılıklı uyum içinde olmalıdır. Sorun olarak nitelendirilen bir
uyumsuzluğun ortadan kaldırılabilmesi için, bireyin işlevlerini tanımlamaya olanak veren davranışları, bireyin içinde yaşadığı çevre sistemleri
ve bireyin sorun tanımlaması olmak üzere konunun açıklığa kavuşturulması gerekir.İnsanlar sürekli ve dinamik olarak sosyal etkileşim
içindedir. Sürekli olarak bir hareket, iletişim ve değişme vardır. Sosyal hizmet değerlendirmesi; “Herhangi bir durumda bir sorun, müracaatçı
o sorunu değiştirmeyi istediğini ifade etmesine rağmen, neden varlığını sürdürmeye devam etmektedir?” sorusunun yanıtını bulmaya
çalışmaktadır.Bireylere ilişkin değerlendirilecek konular, altı başlık altında ele alınabilir.Buna göre
a) Bireyin gelişim dönemleri, ego işlevleri, kişilik özellikleri, sorun çözme biçimi ve başarılı olduğu durumlar
b) Aile yaşamında yer alan gelişim dönemleri, karşılaşılan güçlükler, sorun çözme biçimi, başarılan ve başarılamayan hususlar
c) Ana-babanın kişilik özellikleri, evlilik ilişkileri, çocuklarıyla ilişkileri ile bu konudaki görevlerini yerine getirme biçimleri
d) Aile sistemindeki iletişim biçimleri, roller, yetki paylaşımı, aile içi kurallar, sınırlar, gereksinimleri karşılama ve sorun çözme biçimi vb
e) Bireyin dâhil olduğu diğer sistemlerin özellikleri
f) Bireyin ve ailenin yaşadığı sosyal çevrenin özellikleri, sosyal değerler, rol beklentileri ve çevrede mevcut olan hizmet ve kaynakların
değerlendirilmesi gerekir
Ekolojik Sistem Yaklaşımı’nda sosyal hizmet uzmanları, sistemler ve birey arasında bir tampon mekanizma gibidir. her iki tarafı da bilmelidir.
Güçlendirme yaklaşımı 1960’lı yıllarda eğitim, sosyal hizmet, psikoloji gibi bilimlerde ve mesleklerde ortaya çıkmıştır. Bu kavram aynı
zamanda feminist hareketlerde, toplum kalkınmasında ve kalkınma örgütlerinde de sıklıkla kullanılmıştır. Güçlendirme; bireylere, gruplara,
ailelere ve toplumlara kendi içlerindeki ve çevrelerindeki kaynakları keşfetmelerine ve kullanmalarına yardımcı olma isteğini ve yardım etme
sürecini ifade etmektedir.
GÜÇLENDİRME YAKLAŞIMINI HAZIRLAYAN ETMENLER
Doğrudan hizmet kurumlarında sosyal hizmet uzmanları tarafından görülen müracaatçıların pek çoğu baskı, yoksulluk ve diğer zararlı yaşam
deneyimlerinin vurduğu insanlardır. Güçlendirmenin sözlük anlamı; “Başkasına güç vermek, yetkiler edindirmek veya belli bir gücü
uygulaması için onay vermek”tir. Güçlendirmeyi benimseyen sosyal hizmet uzmanları, her düzeydeki müracaatçı sistemi ile sosyal hizmet
uygulamalarını gerçekleştirirken, müracaatçı sistemlerinde neyin yanlış olduğu ya da neyin yanlış olmadığı ile ilgilenmez. Güçlendirme,
yüzyıldan daha uzun süredir sosyal hizmet uygulamaları için uygun bir tema olarak varlığını sürdürmektedir. 1800’lerin sonlarında, refah
üzerinde odaklanmak, büyük ölçeklerde meydana gelen göç ve ekonomik buhran var olan yardım kurumlarının karşılayamayacağı büyük
toplumsal gereksinimleri artırmıştır. Güçlendirme yaklaşımının ilk olarak klinik sosyal hizmet uygulamalarında kullanılmaya başlandığı
bilinmektedir. Öncelikle sosyal hizmet uzmanları, Ekolojik Yaklaşımı, Sistem Yaklaşımı’nı ve güçler perspektifini uygulama sürecinin odağına
yerleştirmektedir; yani sosyal hizmet uzmanı, müracaatçının durumunu içinde bulunduğu bağlamı gözeterek ele almakta, müracaatçının
kaynaklarını ve güçlerini araştırmakta ve gereksinimlerini sabit sorunlar olarak değil, geçici konular olarak görmektedir.
GÜÇLENDİRME İLKELERİ
yaşam denetimi şeklinde ifade edilen, yaşadıklarını kontrol edebilme ve yönlendirebilme yetisine sahip olmayı hissetmek, yaşamın temel bir
psikolojik boyutudur. Dolayısıyla bireyin kendi yaşamı üzerinde kontrol gücü olduğunu hissetmesi, ruh sağlığının ön koşulu sayılmaktadır.
müracaatçıların güçlendirilmesi için sosyal hizmet uzmanlarına yol gösterici olabilecek ilkeler;
1. Programları, müracaatçıların ve toplum üyelerinin ifade ettikleri tercihlere ve ortaya koydukları gereksinimlerine göre şekillendir.
2. Program ve hizmetlerin müracaatçılar ve toplum için en üst düzeyde uygun olmasını, müracaatçıların ve toplumun onlardan
yararlanmasını sağla
3. Müracaatçıların kendi kendine sorun çözebilmesi yaklaşımını benimse
4. Müracaatçıların ve toplumun güçlerini gündeme getir ve onları bu yönden yapılandır.
5. En çok tercih edilen müdahale yöntemini uygulamak yerine, müdahaleyi müracaatçının veya müracaatçı gruplarının kendine özgü
taleplerine, sorunlarına ve gereksinimlerine uygun olarak düzenle ve yeniden tanımla
6. Uygulamanın ve politika geliştirmenin önceliklerini belirlemek için liderlik yapmalarını sağla
7. Güçlendirme dikkate değer bir zaman ve sürekli bir çaba gerektirdiği için sabırlı ol
8. Genel iyilik durumuna katkı vermek için yerel bilgiyi kullan.
9. Sosyal hizmet uzmanlarının işteki kendi güçsüzlüğü ve gücünü sürekli olarak dikkate al
Bu ilkeler sosyal hizmet uzmanlarının güçlendirme aktivitelerini gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır. Bununla birlikte, sosyal hizmet
uzmanlarının bir müracaatçıyı güçlendirmesi için bu ilkeleri uygulanmasından çok daha fazlasına gereksinimi bulunmaktadır.
GÜÇLENDİRME SÜRECİNDE SOSYAL HİZMET UZMANLARININ GÖREVLERİ
1. Her bir birey, grup, aile ve toplumun güçleri vardır.
2. Travma ve istismar, hastalık ve bunlarla mücadele etme örseleyicidir, ancak bunlar birer meydan okuma ve fırsat kaynağı da olabilir.
3. Büyüme ve değişme kapasitesinin üst sınırlarını bilmediğinizi varsayın ve bireylerin, grupların ve toplumun emellerini ciddi bir şekilde
dikkate alın
4. Müracaatçılara en iyi hizmet, onlarla iş birliği yapılarak verilebilir.
5. Her çevre kaynaklarla doludur
Sosyal hizmet uzmanlarının yukarıda belirtilen beş ilke çerçevesinde yerine getirmesi gereken görevler dikkate alındığı zaman, ilk görevle ilgili
olarak her zaman görünür olmasa bile, herkesin güçleri olduğunu anımsamak gerekir. Güçler perspektifi ile uygulama yapmak demek,
müracaatçılarımızın güçlü yönlerini fark etmek ve bunları görüşme formuna yazmak demek değildir. Güçlendirme, sosyal hizmet uzmanının
uygulama yaklaşımının temelini oluşturur.
Sosyal hizmet uzmanlarının güçlendirme çerçevesinde yerine getirmesi gereken görevler sırasıyla;
1. Müracaatçılara yönelik olumsuz damgaları ortadan kaldırmak;
2. Ailelerdeki, kurumlardaki ve toplumdaki kaynaklara bireylerin farkındalığını artırmak;
3. Müracaatçıların kendilerini güçlü ve değişimi gerçekleştirebilir olarak görmelerine yardımcı olacak zihin yapısını oluşturmalarını sağlamak
4. İnsanlara ve onların güçlerine, kaynaklarına, becerilerine ve hayallerine inanmak;
5. Müracaatçıların kendi güçlerini görmelerini engelleyecek korumacı görüşleri reddetmekle ilgilidir
Temelde güçlendirme stratejisi, sosyal hizmet uzmanları ve kurumların müracaatçıların kendi kaderini tayin etme ilkesini ciddiye almalarını,
müracaatçılarla iş birliği içinde çalışmalarını ve onlarla güç ve sorumluluğu paylaşma yollarını bulmalarını gerektirir.
GÜÇLENDİRME TUTUMLARI
Ruh sağlığı alanındaki sosyal hizmet uzmanları için bir dizi güçlendirme tutumu önerilmektedir:
1. Bir damga veya tanıyla değil, bir kişiyle ilişki kurduğunu düşün
2. Bireyin kendi kararını kendisinin vermesi hakkına saygı duy.
3. Bireyin yaşam kalitesini ve çevresel faktörleri dikkate almak suretiyle bireye karşı bir bütün olarak sorumlu ol
4. Değerlendirme ve uygulama için, eksiklikleri gören modeller yerine, güçler perspektifini temel al
5. Müracaatçıların ilişkiye getirdiği farklı beceri ve bilgilere saygı duy
6. Müracaatçıların öğrenme ve yaşamlarını yönetmeleri için içsel motivasyonlarına güven
7. Müracaatçıların size, diğer müracaatçılara, kuruma ve topluma katkı verme becerisine ve hakkına saygı duy.
8. İnsanların bireyselliklerini kabul et, her bir bireyin kendine özgü özelliklerine, değerlerine ve gereksinimlerine saygı duy
Müracaatçıları birer birey olarak tanımak suretiyle sosyal hizmet uzmanları güçlerin belirmesi ve ortaya çıkması için güvenli bir ortam sağlar.
Ayrıca müracaatçısını tanıyan sosyal hizmet uzmanı onun güçlerini fark etmesini ve/veya kullanmasını engelleyen koşulları da daha iyi
anlayabilir.
GÜÇLENDİRMENİN BOYUTLARI
Sosyal hizmet uzmanları, müracaatçıların güçlerine ve kaynaklarına odaklanarak müracaatçıların karşı karşıya kaldığı zorlukların üstesinden
gelmelerine yardımcı olur.
Güçler Yaklaşımı, yaşam döngüsü boyunca ve yardım sürecinin değerlendirme, müdahale ve son değerlendirme aşamalarında kullanılabilir.
Yaklaşım, insanların yeteneklerine, değerlerine, ilgilerine, inançlarına, kaynaklarına ve isteklerine önem verir.
Bir kavram olarak güçlendirmenin kişisel, kişilerarası ve sosyo-politik olmak üzere üç alt boyutu bulunmaktadır:
1. Kişisel güç; insanların yetkinlik, ustalık, denetim (kontrol) duygusu, özsaygı ve iyi olma durumu ile ilgilidir.
2. Kişilerarası güç; karşılıklı bağımlılık, etkileme gücü, ortaklık, sosyal destek, saygın bir statü (tanınma) ile ilişkilidir.
3. Sosyo-politik güç ise, tanınma (imtiyaz), vatandaşlık hakları, kaynakların kontrolü, olanaklara erişme ve sosyal adalet ile ilgilidir.
Kişisel güç, insanların tamamen kendisi ve kendisini nasıl algıladığı ile ilgilidir. Kişilerarası güç, insanların diğer insanlarla girmiş olduğu
etkileşim ve ilişkilerindeki statüsünü belirleme bakımından önem arz etmektedir. İnsanlar olarak varlığımızın değerli olabilmesi ve bir anlam
kazanabilmesi için, bir başkasının varlığı gereklidir.
Sosyo-politik güç, kavram olarak iki ana sözcükten oluşmaktadır. Bunlardan birincisi sosyal olanla, yani toplumsal olanla; diğeri de politik
olanla yani siyasal olanla ilişkilidir.
Güçsüzlük; kişinin kendisini suçlamasını, genelleştirilmiş bir güvensizliği ve toplumsal etki için kaynaklardan yabancılaşma duygusunu, oy
hakkına sahip olmamayı, ekonomik kırılganlığı ve sosyo-politik mücadelede umutsuzluk duygusunu ifade eden çok boyutlu bir kavramdır.
Kurbanı suçlama, sosyo-politik güce ulaşmanın önündeki bir diğer faktördür ve sinsi bir baskı türüdür.
Baskı, bireyler arasında, gruplar ve sınıflar içinde ve arasında, daha da geniş kapsamda toplumlar arasında ve içinde ekonomik, sosyal ve
psikolojik hâkimiyet ve sömürü ile ilişkili olup, insanların adaletsizlikler yaşamasına, işsizlik, yoksulluk, evsizlik, eğitimsizlik, tıbbi bakıma
ulaşamaması sonuçlarını doğurmaktadır.
Süreç olarak güçlendirme, uygulayıcının işini nasıl yapacağını tanımlamaktadır.
Sosyal hizmet uzmanlarının müracaatçılarıyla çalışmalarında kişisel, kişilerarası ve sosyo-politik güçlendirmeyi kolaylaştırmak için bir rehber
olması amacıyla;
 İnsanları, bireysel ya da kolektif olarak, sorun çözme ve başetme kapasitelerini daha etkili kullanabilmeleri için güçlendir.
 Bireyleri ve toplumu meydana gelen sorunlardan koruyabilmek için sosyal ve ekonomik politika geliştirilmesini destekle.
 Sosyal hizmet uygulamasının her boyutunda mesleğin bütünlüğünü koru
 İleri düzeyde sosyal işlevsellik ve yaşam kalitesinin artırılması için insanlar ve toplumsal kaynaklar arasında bağlantı oluştur.
 Kurumsal kaynak sistemi içinde iş birliğine dayalı ilişkiler geliştir.
 Sağlık ve insani hizmet gereksinimlerini karşılayabilmek için kurumsal kaynak sisteminin işleyişini kolaylaştır
 Her insanın toplumsal yaşama tümüyle katılımını arttırabilmek için sosyal adalet ve eşitliği geliştir
 Araştırma ve değerlendirme yoluyla sosyal hizmet mesleği için bilgi geliştirilmesine katkı ver.
 Hem sorunların hem de kaynak fırsatlarının üretildiği kurumsal sistemlerde bilgi alışverişini destekle
 Farklılıkları göz önünde bulunduran, etik olarak duyarlı ve cinsiyetçi olmayan sosyal hizmet uygulaması yoluyla iletişimi güçlendir
 Sorunların önlenmesi ve çözümlenmesi için eğitim stratejileri geliştir
 İnsani meseleler ve sorunların çözümü için bir dünya görüşü benimse
GÜÇLENDİRME UYGULAMASININ UNSURLARI
Güçlendirme uygulaması sosyal hizmet ve sağlık eğitimi, toplum kalkınması, toplum psikolojisi gibi disiplinlerce kullanılmaktadır. İlk olarak,
müracaatçılar ve sosyal hizmet uzmanları insan gereksinimlerini karşılamaya uygun bir çevrenin yaratılması için etkili bir şekilde ilişki
kurmalıdır. Güçlendirme uygulaması için onay farklı kaynaklardan gelmektedir. Sosyal hizmetin profesonel değer temeli, yasalar, kurallar,
kurumların düzenlemeleri ve müracaatçıların talepleri bu kaynaklardan bazılarıdır. Maliyet etkililik temeline dayalı kurum düzenlemeleri;
müracaatçıların gereksinimleri, sosyal hizmetin değerleri ve güçlendirme ilkeleri ile çatışabilir. Herhangi bir çatışma durumunda sosyal
hizmet uzmanlarının etik sorumluluğu müracaatçıların ve toplumun genel refahını yükseltmektir.
GÜÇLENDİRME MÜDAHALESİ
Değerlendirme, sorunun tüm boyutlarıyla ilgili olarak eleştirel bilinç artırma sürecinde müracaatçı ile birlikte yapılan bir eylemdir.
Güçlendirme uygulaması karşılaşılan sorunun kişisel, kişilerarası ve politik boyutları ile ilgili faktörleri dikkate alarak yürütülür. Güçlendirme
uygulamasında müracaatçı ve sosyal hizmet uzmanı bir araya gelir, eldeki veriyi, sorunu ve sorunun bağlamının içsel ve dışsal unsurlarını
değerlendirir. Güçlendirme uygulamasında müracaatçı ve sosyal hizmet uzmanı diyalektik bir sürece girer ve bu süreçte sorunu formüle
etmek, sorunu daha iyi anlamak için yapılacak eylemleri gözden geçirmek ve stratejileri planlamak için bir ortak gibi hareket eder. Sosyal
hizmet uzmanları, müracaatçılar ile birlikte, bir çalışma ilişkisi oluşturmalı, gereksinimleri ve kaynakları değerlendirmelidir. Bu süreç yardım
etme ilişkisinin ilk basamağıdır. Bir kişi bu aşamada müracaatçının gereksinimlerini ve amaçlarını belirlemek için ilk değerlendirmeyi yapmak
zorundadır.

PSİKANALİTİK KURAM
Freud tarafından öne sürülen Psikanalitik Kuram, bize hem normal, hem de anormal zihinsel süreçlerin işleyişiyle ve bunların somut
yansımaları olan davranışlarla ilgili bilgiler verir. Freud’a göre, çocuk doğuştan getirilen içgüdüsel güçlerle yönetilir ve bir eğreltiotu yaprağının
açılması gibi psikoseksüel gelişim devresinden geçerek katman katman açılır. Birkaç cephede çatışma vardır: İkili içgüdüler (ego içgüdülerine
karşı libidoya ait içgüdüler) birbirine karşı çıkar; içgüdüler çevrenin ve daha sonra da içselleştirilmiş çevrenin –süperegonun- talepleriyle
çarpışır; çocuk dolaysız haz elde etmeye yönelik iç baskıyla hazzın geciktirilmesini talep eden gerçeklik ilkesi arasında bir uzlaşma
sağlamalıdır.
İNSAN DOĞASI (İÇGÜDÜLER)
Freud’a göre insanların bütün bilişsel ve fiziksel faaliyetleri içgüdülerce yönlendirilir ve gerçekleştirilir. “İçgüdü”, bedensel bir ihtiyacın
psikolojik bir ifadesi, fizyolojik bir gereksinimi doyurma isteğidir.
İçgüdülerin dört ortak özelliği vardır;
Kaynak: İçgüdünün temsil ettiği bedensel ihtiyaç
Amaç: Bedensel uyarılmayla ortaya çıkan gerilimin azaltılması, kısacası ihtiyacın doyurulması
Nesne: O içgüdünün doyumunu sağlayabilecek her şey
İtici güç: İçgüdüyü tatmin etmek için kullanılan enerjinin miktarı
CİNSELLİK İÇGÜDÜSÜ
Freud’a göre cinsel içgüdüler, erotik olan ve haz veren tüm yaşantıları kapsamaktadır. Bu içgüdüler, açlık, susuzluk, cinsellik gibi insan
yaşamının sürekliliğini sağlayan içgüdülerdir. Bu içgüdülerin çalışmasını sağlayan enerji türüne ise “libido (psişik enerji)” denir. Libido, haz
alma isteği konusunda içgüdüleri tetikleyen bir güç olarak ifade edilmektedir.
SALDIRGANLIK İÇGÜDÜSÜ
Freud, cinsellik içgüdüsünün organizmayı korumak amacıyla salıdırgan içgüdülerinin karşısında yer aldığını belirtir. Bu iki grup içgüdü, aynı
zamanda iç içedir ve birlikte çalışırlar.
TOPOGRAFİK MODEL
Freud'un bilincin çeşitli katmanlarından bahsettiği kuramı "Topografik Zihin Modeli" olarak da adlandırılmaktadır. Topografinin sözcük olarak
“yer betimi” anlamına geldiğini göz önünde bulunduracak olursak buzdağı ve bilinç arasındaki benzeşimi kurmak çok da zor olmayacaktır.
Bilinç
Organizmanın iç ve dış dünyada olan bitenlerin farkında olabilmesi, seçebilmesi, algılayabilmesi, ayırt edebilmesi ve uygun yanıt verebilmesi
için gerekli olan uyanıklık durumuna “bilinçlilik (conscious)” denir. Bilinç alanındaki içerikler gerçeklik ilkesine uyar.
Bilinç öncesi
Bilinçli bir çaba ile çağrılabilen anı, düşünce, dürtü ve duyguların yer aldığı bu bölmeye “bilinç öncesi (preconscious)” adı verilmektedir.
Bunlar bilincimizde o anda bulunmadığı halde özel bir dikkat çabası ile bilince çağrılabilirler.
Bilinç dışı
Bilinç dışı, farkında olmadığımız ancak sözlerimizin, duygularımızın ve davranışlarımızın çoğunu yönlendiren tüm istek, dürtü ve güdülerden
oluşur. Bilinç dışı düşünceler hipnoz ve rüyaların yorumlanması gibi tekniklerle ortaya çıkarılabilir.
YAPISAL MODEL
Freud, kişiliği oluşturan üç temel yapıdan söz etmektedir: İd, ego ve süper ego. Bu üç yapıyı haz, mantık ve vicdan olarak da düşünebiliriz.
İd (Altbenlik)
Kişiliğimizin öyle bir bölmesi vardır ki bu kısım insanların en kaba, en ilkel, kalıtımsal dürtü ve arzularını içerir. Freud, bu kısma “id” adını
vermiştir. İd, tamamen mantık dışıdır ve gerçeklik kavramından yoksundur.
Ego (Benlik)
Freud “Gerçek dış dünyanın etkisi altında, altbenliğin bir parçasının özel bir gelişme” gösterdiğini, “dış uyaranları algılayan ve aşırı uyaranlara
karşı ruhsal yapıyı koruyan bir dış tabakadan” giderek özel bir yapı geliştirdiğini ve bu yapının “altbenlik ile dış dünya arasında bir arabulucu”
görevini yüklendiğini ileri sürdü ve gelişen bu yapıya ego (benlik) adını verdi. Benlik ruhsal aygıtın "uyum yapıcı" yapısıdır.
Benliğin işlevleri;
1. İç uyaranların algılanması
2. Dış uyaranların algılanması ve dış dünyayla ilişkilerin sürdürülmesi
3. İç uyaranlarla dış uyaranlar arasında b i r düzenleme yapılması ve bunların çevre koşullarına uydurulması.
4. Doyumun sağlanmasına ve fiziksel çevrenin değiştirilmesine yönelik eylemlere geçilmesi
İnsanoğlunun davranışlarını yönlendiren yegâne kişilik birimi id olsaydı; insanların, hayvanların yaşam biçiminden pek farkı kalmazdı.
Süperego (Üstbenlik)
Süperego, toplumun ve ailenin kurallarını temsil ettiği için kişiliğin ahlaki, yargısal ve vicdan yanını oluşturur. Süperego, egonun ahlaki
kurallar ve değerler doğrultusunda hareket etmesine çalışarak mükemmel olmak ister. Bu nedenle, süperego ideal ve kusursuz olma ilkesine
göre çalışır.
BENLİĞİN SAVUNMA MEKANİZMALARI
Egonun görevi oldukça zordur. Ego hem idin arzularını yerine getirmekle, hem de dış dünyanın nesnel gerçekliği ile başaçıkmakla
yükümlüdür. Ego, tehditlere karşı “kaygı (anksiyete)” ile tepki verir. Bu ise yoğun sinirliliğe benzeyen ve oldukça rahatsızlık verici bir
duygudur. Bu noktada kullanılan “savunma mekanizmaları”, ego tarafından, id, süperego ve dış dünyadan gelen tehditleri savuşturmak ve
bu tehditlere eşlik eden kaygıyı azaltmak amacıyla kullanılan mekanizmalardır.
Psikanalitik Kuram’da sözü edilen başlıca savunma mekanizmaları
Bastırma:
Üstbenlikçe yargılanarak yasaklanan ve benliğe acı, bunaltı veren ögelerdir. Bu nedenle benlik tarafından bastırılırlar. Bastırma,
her insanın kullandığı bir savunma olmakla birlikte, yaşamımızda ne kadar çok olay bastırırsak, doyum ve yeni uyum yolları öğrenmede o
oranda güçlük çekeriz.
Yadsıma: Benlik için tehlikeli olarak algılanan ve bunaltı doğurabilecek bir gerçeği yok saymak, görmemek, değişik derecelerde oldukça
yaygın kullanılan ilkel bir savunma biçimidir.
Yansıtma: . Kendi tembelliğini, kendi kişilik sapkınlıklarını yadsıyıp başkalarına aktaran, hep başkalarını eleştirmek
İçe Atım: Benliğin ilkel savunma düzeneklerinden biri olan içe atımda bir başkasının tüm varlığı ya da bir parçası benliğin içine sanki yenip
yutulmuşçasına atılır. Kişinin içine şeytan girdiğini iddia ettiği durumlarda olduğu gibi
Bölme: İnsan benliğinde bulunan doğal dürtülerin ya da içe atılmış olan nesnenin olumlu ve olumsuz, iyi ve kötü diye bilinen parçalara
bölünmesi.
Çözülme: Çözülme, zihindeki birtakım düşünce ve duygu kümelerinin ya da karmaşaların bağlı oldukları olay ve yaşantılardan koparak,
ayrılarak, özerkleşmeleri ve benliği etkilemeleri sürecidir.
Yer Değiştirme: Çatışmaya, bunaltıya neden olabilecek ve benlikçe kabul edilemeyen bir dürtü asıl yöneleceği nesne yerine başka bir
nesneye yöneltilerek çatışma ve bunaltı bir derece azaltılabilir ya da önlenebilir.
Kendine Yöneltme: Eğer içe atılmış ve içeride yaşatılan bir sevgi nesnesi varsa ve yaşamın bir çağında sevgi nesnesine karşı kin uyanmışsa,
birey kendine acı vererek; hatta kendine kıyarak içinde yaşattığı nesneyi yok etmesi durumudur.
Akla Uygunlaştırma (Mantığa Bürüme) :Başkalarıyla kolay geçinemeyen, kendini sevdiremeyen ve insanları sevmeyen bir kişi “Ben
yalnızlıktan hoşlanırım.” diyerek bilinç dışı bir aldatıcı açıklama ile kendini rahatlatması gibi.
Karşıt Tepki Kurma: Kişi kendi içindeki bilinç dışı yasak dürtü ve eğilimlerinin tam karşıtı tepkiler göstermekle de benliğini savunmaya
çalışabilmesi.
Düşünselleştirme: Yasak dürtülerin, anıların ve yaşantıların, düşünsel (entelektüel) yetiler ve bilgilerle açıklanmaya çalışılması, asıl bunalım
kaynağının bu tür düşünce ve bilgi ürünleri ile kapatılması öncelikle okumuş kişilerin sık kullandığı savunmalardan biridir.
Yalıtma: Yalıtma düzeneğinde bir anının bilişsel, yani bilme, tanıma ve anlama ile ilgili yanı tümü ile anımsanabilirken, duygusal yanı ayrılarak
bastırılır ve bilinç dışı kalır ya da duygular ilgisiz gibi görünen bir başka yaşantıya, başka nesneye aktarılır (yer değiştirme).
Döndürme: Ağır bunaltı doğuran durumlarda, yatkın kişilerde, hareket ya da duyu organlarında işlev yitimi ortaya çıkabilir, , hasta
görmeyebilir, işitmeyebilir.
Somutlaştırma: Kaynağı ve nedeni belli olmayan bunaltı ve sıkıntıların giderilebilmesi için, sıkıntı ve bunaltının belli somut bir şeye, bir
nedene, bir duruma bağlanması da insanoğlunun başvurduğu önemli savunmalardandır
Yapma-Bozma: Kişinin gerçekte ya da düşüncesinde yaptığı ya da yaptığını düşündüğü olumsuz bir eylemi yansızlaştırmak (nötrleştirmek),
etkisini kaldırmak ve yapılmamış gibi saymak amacı ile yürütülen birtakım işlemler yapma- bozma düzeneğini oluşturur.
Saplanma: Gelişme basamak basamak ilerlerken, çocuğun bir basamakta saplanıp kalması, daha doğrusu bir basamağın özelliklerini
bırakamaması; onları sonraki basamakların gereklerine uyduramaması kimi kişilik türlerinde daha belirgindir. ilk çocukluk döneminin en
önemli ruhsal özelliği, çocuğun bağımlı oluşu.
Gerileme: Ulaşılmış bir gelişme dönemi kişi için ileri derecede bunaltı doğuracak nitelikte olursa, daha önceki bir döneme “gerileme” kişinin
başvurabileceği bir savunma yoludur.Küçük bir çocuğun kardeşi olması.
Düş Kurma: Çocukluk ve ergenlik çağlarında, birçok bireysel ve toplumsal yasağın etkisi altında doyurulamayan dürtü ve istekler karşısında
“düş kurma” yoluna başvurulur.
Özdeşim: Başka bir kişinin özelliklerini, duygu ve davranış biçimlerini, değerlerini ve inançlarını benimseyerek; kendi benliğimize sindirip
kişiliğimizin bir parçası, bir özelliği durumuna getirmek.
Yansıtmalı Özdeşim: Aile dinamiklerinin incelenmesi ile giderek önem kazanmış olan bu düzenek, çocuğun kendine göre zihninde geliştirmiş
olduğu ana-baba özelliklerini onlara yansıtarak; onlarda varsayarak, buna göre özdeşim yapması anlamını taşır.
Yüceleştirme: Çalışma merakı, toplum için yararlı çeşitli uğraşılar, bilme, öğrenme tutkusu, sanat yapıtları yüceleştirme ürünleridir.
Yüceleştirme düzeneğinin en önemli noktası benliğin herhangi bir bunaltı kaynağına karşı savunma gereksinimine bağlı olmamasıdır.
PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM DÖNEMLERİ
Freud’a göre, çocuğun belli bir dönemdeki ihtiyaçlarının karşılanmaması ya da aşırı karşılanması durumu, onun sonraki dönemlerindeki
kişilik gelişimini engeller ve yetişkinlik yıllarındaki kişiliğini olumsuz biçimde etkiler.
Freud, ruhsal bozuklukların temelinde psikoseksüel (ruhsal-cinsel) gelişmenin önemini açıklamış ve Psikoseksüel Gelişme Dönemleri’ndeki
sorunların ve saplantıların, nevrozların kaynağını oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Oral Dönem (0-2 yaş)
Freud, oral dönemde cinsel bakımdan duyarlı bölgenin ağız olduğunu ve libidonun ağız yoluyla tatmin edildiğini ileri sürmektedir. Çocuk
kendine veren kişilerden verilmiş olmayı da değerlendirerek “vermek-verebilmek” yetisini de kazanır.” Oral dönem, doğumdan itibaren
dişlerin çıkmasına kadar süren emme ve yutmanın temel haz yaşantıları olduğu “oral edilgen” ve dişlerin çıkmasıyla başlayan ısırma ve
çiğneme gibi yaşantılarla haz alınan “oral agresif” olmak üzere iki bölümde ele alınmaktadır.
Anal Dönem (2-4 yaş)
Çocuk, iki ile dört yaşları arasında emmekten çok dışkılamadan zevk almaya başlar. Çocuk, bu dönemde yürümeyi, konuşmayı, kendisini ve
çevresini algılamayı öğrenmektedir. bu dönemde, haz arayışı ile anne- baba tarafından uygulanan toplumsal kısıtlamalar arasındaki ayrımı
yapan çocuk, kendini kontrol etmeyi öğrenir.Bu dönemdeki anne- baba tutumları, çocuğun yetişkinlik kişiliğinin özelliklerinin belirleyicisi
olabilir.
Fallik Dönem (4-6 yaş)
Üçüncü evre olan “fallik dönem” de çocuğun haz alma odağı genital organlarına yoğunlaşır. Bu yaş grubunda, çocukların cinsel konulara
merak duydukları, cinsel organlarıyla ilgilendikleri görülür.
Psikanalitik Kuram’a göre kız çocuğun psikoseksüel gelişiminde fallik dönem, erkek çocuğa göre daha karışık ve yavaş sürer. Derin bir eksiklik
duygusu altında kız çocukta bir “penise imrenme”, yani kendisinde de penis olması isteği belirir. İşte erkekteki iğdişlik korkusunun kızdaki
karşılığı “penise imrenme” duygusudur. Freud “Odipus” kompleksi”, erkek çocuğun babasını annesinden kıskanması ve bilinçaltında
babasının ölmesini istemesi olarak tanımlanmaktadır.
Fallik dönemde, cinsellikle ilgili, çocuğa aktarılan olumsuz görüşler ve tutumlar, çocukların yaşadıkları çatışmaları çözümlemelerini
güçleştirir.
Gizil (Latent) Dönem (6-12 yaş)
Çocuk, enerjisini oyun, okul ve öğrenme faaliyetlerine yöneltmektedir. Bu dönemde çocuğun karşı cinse ve cinsel konulara ilgisiz olduğu ve
kendi cinsiyetinden çocuklarla arkadaşlık kurduğu görülmektedir.
Genital Dönem (12-15 yaş)
Bu dönem, ergenlikle başlayan ve ergenlik sonrası yılları kapsayan son gelişim dönemidir. Ergenlikle birlikte üreme orgaları gelişir ve libido
odağı genital organlar üzerinde yoğunlaşır. “Genital karakter” Psikanalitik Kuram’daki ideal kişilik tipinin iyi bir örneğidir. Genital karakter,
sosyal ve cinsel ilişkilerde olgun ve sorumlu, cinsel dürtülerini uygun bir biçimde denetleyebilen ve heteroseksüel ilişkiler aracılığıyla doyum
sağlayan bir kişiliği temsil eder.
PSİKANALİTİK KURAM VE SOSYAL HİZMET
30’lu yaşlarda ciddi bir nevroz yaşayan ve yalnızlığa düşen Freud, kendi rüyalarını yorumlamaya ve kendi geliştirdiği yöntemlerle iç dünyasını
çözümlemeye çalışmıştır. Freud, insanda tüm bedensel hazları içeren “cinsellik içgüdüsü” ve tüm insanların bilinç dışında var olan ölüm
içgüdüsüne karşı geliştirdikleri “saldırgan dürtülerinin” olduğunu belirtir.
Psikanalitik sosyal hizmet müdahalesi, müracaatçıların geçmiş deneyimlerine, iç dinamiklerine ve karşılıklı ilişkilere odaklanarak iç
çatışmaların çözümünü, iyileştirilmesini sağlamaya çalışır. Freud’un kişilik yapısal modeli; id (içgüdü), ego (gerçeklik) ve süperegodan
(vicdan) oluşmaktadır. Ego, idin arzularını yerine getirmeye çalışırken dış dünyanın nesnel gerçekliği ile başa çıkmakta ve süperegonun
kısıtlamaları sonucunda insanda kaygı oluşmaktadır. Freud kişiliğin gelişimini beş döneme ayırmıştır. Bunlardan ilki “oral dönem”dir ve bu
dönemde bebeğin haz kaynağı ağız ve çevresidir. İkinci dönem olan “anal dönem”de tuvalet eğitimi söz konusudur ve uygun tuvalet eğitimi
almayan çocuklar yetişkinliklerinde inatçı, aşırı düzenli, cimri ya da dağınık, düzensiz, savurgan olabilmektedir. “Fallik dönem”de ise
müracaatçıların cinsiyet rolleri konusunda aldıkları eğitim ve bugünkü göstergeler incelenir. Gizil dönem”de ebeveyn yasaklamaları ve
süperegonun gelişimi ile bastırılan cinsel arzuların o dönemde ve sağlığın bugünkü göstergelerinde yol açtığı olumlu ya da olumsuz sonuçlar
temellendirilebilir. Son evre olan genital dönemde ise cinsel heyecan ve isteklerin nasıl karşılandığı sorusuna yanıt bulmak önemlidir.


Transaksiyonel Analiz Yaklaşımı’nı Eric Berne (1910 -1970) tarafından geliştirilmiştir. Berne, Montreal Kanada’da dünyaya gelmiş ve bu
şehrin fakir Yahudi kesiminde yetişmiştir. Transactional Analysis in Psychotherapy adlı kitabında “Tıp doktoru, cerrah ve fakirlerin doktoru
olan babam David’in anısına” şeklindeki ithafında görülmektedir. Berne ordudaki günlerinde sezgi konusuna incelemeler yapmış ve ego imajı
kavramını geliştirmiştir. 1964’te Transaksiyonel Analiz Derneği’nin kurulmasıyla “San Francisco Transaksiyonel Analiz Semineri” adını
almıştır. Berne‘ün en sistematik kitabı olan “Transactionel Analysis in Psychotherapy” 1961’de yayımlanmıştır.
TEMEL SAYILTILARI
Transaksiyonel analiz, insanı olumlu olarak ele alan insancıl bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda iki eşit insan ilişkisi vardır. Bu yaklaşıma göre
insanlar tedaviye aktif olarak katılabilir, sorunlarının ne olduğunu anlayabilir ve tedavide sorumluluk alabilir. Transaksiyonel analizde
düşünme/hissetme/davranma biçimlerinde değişiklik yapabilmek için farkındalık kazanmanın önemli bir ilk adım olduğu kabul edilmektedir.
Transaksiyonel Analiz Yaklaşımı’nın, "insanların yaptıkları, düşünce biçimleri ve duygusal tarzlarından kendilerinin sorumlu olduğu" şeklinde
bir varsayımı bulunmaktadır.
TEMEL YAŞAM POZİSYONLARI
Bireyin kendisine ve başkalarına ilişkin algılarını dayandırdığı temel duruma, “yaşam pozisyonu” denmektedir. Yaşam pozisyonları kavramı;
bir kimsenin yalnızca kendisi ve başkalarıyla ilgili görüşleriyle sınırlı olmayıp temelde psikolojik bir durumu ifade etmekte ve bireyin
kendisine ve başkalarına ilişkin duygu, düşünce ve davranışlarını içermektedir.
Ben iyi değilim – Sen iyisin
Yaşam pozisyonları bakımından insanlar bir ileri bir geri gitmezler ve ilk üç pozisyon sözel değildir. “Ben iyi değilim – Sen iyisin”
pozisyonundan kurtulmak için “benimki daha büyük” oyunu oynanır. “Ben iyi değilim” pozisyonu uygulu çocuktan gelir. Transaksiyonel
analize göre herkes “iyi” olarak doğar, hatta bebekler kusursuzdur.
Birey temas iletisi ve tanınma gereksinimini karşılayabilmek için sürekli bir şey yapmak zorundadır. Başkalarının bireyi kabulü için bu şarttır.
İçimizdeki bu “iyi olmayan çocuk” kişiliğimizin tedaviye en fazla yanıt veren yanıdır.
Ben iyi değilim – Sen de iyi değilsin
Ben iyi değilim - Sen de iyi değilsin (I’m not OK, You’re not OK too) pozisyonu tüm umutlarını yitirmiş, yaşam ilgisini kaybetmiş ve yaşamı
hiçbir şey vaat etmeyen bir şey olarak gören insanlar tarafından sürdürülür. “Ben iyi değilim – Sen de iyi değilsin” pozisyonunda temas alma
yavaşlar ve ceza artar. Bu yaşam pozisyonuna sahip olan bir kişi yeniden bebek olmayı ister, yaşama olan ilgisi azalır. Otizmde bu ilk pozisyon
olabilir. “Ben iyi değilim – Sen de iyi değilsin” yaşam pozisyonu olasılığı % 1’dir.
Ben iyiyim – Sen iyi değilsin
“Ben iyiyim – Sen iyi değilsin” (I’m OK, You’re not OK) istismar edilmiş çocuk pozisyonudur ve yaşamın üçüncü yılı içinde yerleşen bir
durumdur. Çocuk bu dönemde “yaralarını kendi sarar” ve eksikliğini duyduğu temas iletisini kendi kaynaklarından sağlar. Ben iyiyim - Sen iyi
değilsin pozisyonunda insanlar kendi sorunlarını başkalarına yansıtır ve onları suçlar, onları susturur ve eleştirir. Bu pozisyonu pekiştiren
oyunlar oynayanı üste çıkartır (Ben iyiyim); kızgınlığını, nefretini, küçümseyişini bir asta veya şamaroğlanına (günah keçisine) aktarır (Sen iyi
değilsin).
Ben iyiyim – Sen de iyisin
Ben iyiyim – Sen de iyisin (I’m OK, You’re OK too) yaşam pozisyonu, ilk üç pozisyondan niteliksel olarak oldukça farklıdır. İlk üç durum bilinç
dışı olup yaşamın erken dönemlerinde yapılanmıştır.
İyi olmayan bu üç pozisyondan her biri ego durumlarının gelişiminde bir bozukluğu göstermekte ve bu durumun sürdürülmesini
sağlamaktadır. Taraflardan en az birinin iyi olmadığı bu pozisyonlar samimiyetin oluşmasına karşı koymakta ve insanların oyun oynamaları
için bir temel oluşturmaktadır.
Psikolojik pozisyonlarla ilgili temel kavram ”yaşam yazgısı veya yaşam planı”dır. Bu plan ebeveynsel öğrenme (komutlar ve karşıt komutlar)
ve çocukluk zamanında alınan kararların bir sonucu olarak yaşamın ilk döneminde gelişir.
Ebeveynlerimizle ve başka insanlarla girdiğimiz ilk etkileşimler sonucu destekleyici veya küçük düşürücü olabilen temas iletileri kazanırız. Bu
kalıbı temel alarak temel varoluş kararımızı alırız ve yukarıda açıklanan dört pozisyondan birini seçeriz.
TEMAS İLETİSİ GEREKSİNİMİ
Temas iletileri, içsel ve dışsal kaynaklı olabilir. Dışsal kaynaklı temas iletileri, çevreden başka insanlardan alınan iletilerdir. İçsel kaynaklı
olanlar ise kişinin kendisinden kaynaklanır. Sözel temas iletileri çoğu zaman sözsüz temas iletilerini de beraberinde getirir. Alıcıda hoşlanma
yaratan temas iletileri olumlu, hoşlanmama yaratan temas iletileri ise olumsuz olarak değerlendirilir. “Seni seviyorum.” ve “Senden nefret
ediyorum.” gibi ifadeler, kişinin varlığına yönelik olduğundan koşulsuz ifadelerdir. İnsanlar göz teması kurma, dinleme, soru sorma, isimleri
kullanma, kendini katma, ödüllendirici olma, birlikte plan yapma, aşağılamama gibi yollarla temas iletisi verebilir ya da alabilirler
ZAMANI YAPILANDIRMA
İnsanoğlunun süregelen sorunu uyanık olduğu zamanları nasıl düzenleyeceğidir. Bu varoluş duyumu içinde, tüm toplumsal yaşamın işlevi,
zamanı düzenleme işlemi için karşılıklı yardımlaşmanın sağlanmasıdır. Zamanı yapılandırma ya da düzenleme olgusunun eylemsel yanına
“programlama” adı verilir.
Geri Çekilme
Geri çekilme; zamanı yapılandırmanın en pasif şeklidir ve insanların içinde bulunduğu çevreye karşı fiziksel ya da ruhsal olarak kapanmasıyla
gerçekleşir. Geri çekilmenin olası sonuçları olumlu ve olumsuz olarak değerlendirilebilir. Olumlu olan, insanların kendi kendilerine kaldığı
zamanlarda kendini onarması, önemli kararlar alması, gereksinimlerini ve isteklerini saptayabilmesi amacıyla gerçekleştirilen geri çekilmedir.
Tören
İnsanlar toplumsal çevre içinde yaşar ve her bir toplumun kendine özgü gelenek, görenekleri ve kalıplaşmış yapıları bulunmaktadır. İnsanlar
bu kalıpları çeşitli şekillerde öğrenir ve bunlara göre birbirleriyle temas kurar. Tören türü zamanı yapılandırma, içinde bulunulan belli bir anı
otomatik olarak yapılandırmaya olanak sağlayan adet, gelenek ve göreneklerle belirlenen ve karşılıklı tanınmayı ifade eden bir protokol
sunmaktadır
Vakit Geçirme
Vakit geçirme, yarı törensel ama törenden daha uzun sürer; ekonomi, enflasyon, politika ve futbol gibi sosyal olarak kabul gören konularda
konuşma yapmayı içerir. yeni karşılaşılan insanların birbirlerini karşılıklı olarak test etmek üzere kullanılmasına olanak verdiği için yararlı
olabilir.
Etkinlik
Zamanı düzenlemenin çok bilinen, sağlıklı, yararcı yöntemi, dışsal gerçeğin ögeleriyle baş edebilecek bir tasarının biçimlendirilmesidir. Vakit
geçirmeden daha yoğun temas iletilerinin sağlanabilmesine olanak sağlayabilmektedir. Etkinlik ya da iş türü zamanı yapılandırmada insanlar
etkileşimli olarak ortak bir amaca yönelik olarak çalışır ve enerjilerini bir işe, ortak bir amaca ve bir şeyi sonuçlandırmaya yöneltir.
Psikolojik Oyunlar
Oyun, iyice tanımlanmış, önceden sezilebilecek ya da tahmin edilebilecek bir sonuca veya bedele doğru gelişen tamamlayıcı, gizli karşılıklı
davranış dizilerini içerir. Psikolojik oyunlar yaşam oyunları (alkolik, borçlu, tep beni, şimdi kıstırdım aşağılık herif, bak bana ne yaptırdın),
evlilik oyunları (köle, mahkeme salonu, soğuk kadın, etekleri tutuşmuş, sen olmasaydın eğer, elimden geleni yaptım, sevgili), toplantı
oyunları
(ne denli kötü değil mi, suçlu, beceriksiz, niye yaşamıyorsun), cinsel oyunlar (hadi sen onunla dövüş, sapkınlık, ırza geçme, çorap
oyunu, öfke),yer altı dünyası oyunları (hırsız-polis), danışma, başvurma ve iyileştirme oyunları (yeşil ev, sana yalnızca yardım etmek
istiyorum, yoksulluk, köylü, ruh hekimliği, aptal, tahta bacak) ve iyi oyunlar (işgüzar tatilde, şövalye, yardıma hazır, dost canlısı bilge, beni
tanımak onları mutlu edecek) olarak sıralanabilir.
Samimiyet
Samimiyet türü zamanı yapılandırmada koşullu ya da koşulsuz temas iletileri yer alabilir. Samimiyet insanlara birbirleri hakkında ne
düşündüğü, ne hissettiği ya da nasıl algıladığı konularını hiçbir şüpheye meydan vermeyecek şekilde öğrenme fırsatını verir.
EGO DURUMLARI
Ego durumu, fenomenolojik anlamda belli bir duruma ilişkin duyguların tutarlı bir sistem, operasyonel anlamda tutarlı davranış örüntüleri
takımı, pragmatik anlamda da ilgili davranış örüntüleri takımını güdüleyen duygular sistemi olarak tanımlanabilir.
Transaksiyonel analize göre bir insanın kişiliği üç bölümden oluşur.
Ebeveyn (Exteropsychic) Ego Durumu
Ebeveyn figürlerini anımsatan duygu, düşünce, tutum ve davranışlardır. 0-5 yaşları arasında dışarıdan dayatılan, sorgulamadan benliğimize
mal ettiğimiz yaşam kayıtları kişiliğimizin “ana-baba” yönünü oluşturur.
Ebeveyn benlik durumu;
Koruyucu ebeveyn bir kimsenin kendisine ya da başkalarına özen ve sempatisi şeklinde belirginleşmektedir.
Eleştirel ebeveyn (önyargılı ya da denetleyici ebeveyn) genellikle kişinin içinde bulunduğu kültürün kurallarını onaylayarak ya da
onaylamayarak engelleyici olan, keyfe bağlı ve katı kurallar takımı olarak belirginleşmektedir.
Koruyucu ve eleştirel ebeveyn ego durumları, günlük yaşamda ayrı ayrı ya da birlikte sergilenebilir.
Yetişkin (Neopsychic) Ego Durumu
Yetişkin ego durumu, kişiliğin akılcı yanıdır. Yetişkin kısmen kendi kendini programlayan bir bilgisayara benzetilebilir ve bunun yeterlilik
ölçütünün de bir kimsenin kendine verilen bilgileri kullanabilmesi ile ilgilidir. Yetişkin ego durumu, düzenleme, uyum sağlama ve zekâ gibi
özelliklere sahiptir.
Çocuk (Arcaheopsychic) Ego Durumu
Görmek, duymak, hissetmek ve anlamakla ilgili bilgilerin bütününe çocuk ego durumu denmektedir. Çocuk ego durumu ruhsal aygıtın en
eski işlevidir. 0-5 yaş arasında kurulan çocuk ego durumu, yaşamın belki de en kritik bir döneminde yapılanmaktadır. Çocuk ego durumu;
“doğal çocuk” ve “uygulu çocuk” olmak üzere iki bölümden oluşur.
EGO DURUMLARINI TANILAMA
Ego durumları ölçülebilirdir ve farklı olgulardır.
a) Ego durumlarının yönetici güce sahip olması (Her biri ayrı bir organize davranışlar örüntüsü göstermektedir
b) Ego durumlarının uyum sağlayıcı olması (Her biri, bireyin içinde bulunduğu sosyal ortamdaki duruma ilişkin olarak verilen davranışsal
tepkilerle uyum sağlayabilme özelliğini göstermektedir.
c) Ego durumlarının biyolojik akıcılığı (Verilen tepkiler doğal büyümenin ve daha önceki yaşantıların sonucu olarak uyarlanabilmektedir
d) Ego durumlarının psişik bir güce sahip olması (Yaşantılarla ilgili fenomenlerde aracılık etmektedir
Ego durumlarının klinik olarak tanılaması için şu sıranın izlenmesi gerekmektedir;
Davranışsal tanılama: En yaygın tanılama türüdür ve bireyin davranışları, beden dili, ses tonu, mimikleri vb. gözlenerek yapılır
Sosyal tanılama: Bireyin diğerleriyle kurduğu iletişim ve etkileşim türünün gözlenmesi ile ilgilidir
Tarihsel tanılama: Bireyin geçmişinin incelenmesi ile ilgili olup bireyin geçmiş yaşamının incelenmesi önemli bilgiler elde edilmesine yardımcı
olabilir
Fenomenolojik tanılama: Bireyin ego durumları hakkında kendi kendini değerlendirmesi ya da incelemesi ile ilgilidir.
Ebeveyn ego durumunu belirleyebilmek için fiziksel ipuçları (kaş, dudak, parmak, baş, bakış, ayak, kol) ve sözel ipuçları (aptal, yaramaz,
saçma, iğrenç, tembel, zavallı, oğlum, canım, balım, komik, bu ne cüret, senin yerinde olsaydım, her zaman ya da asla, yap ya da yapma)
yardımcı olabilecektir.
Sonuç olarak her üç ego durumuna gereksinimimiz vardır. Yapısal analiz, müracaatçıların ebeveyn, yetişkin ve çocuk ego durumlarından
hangisinde işlev gördüklerinin farkına varmalarına yardımcı olan bir araçtır.
TRANSAKSİYON TÜRLERİ
Transaksiyonel analizde, “temas” adı verilen tanınma birimi sosyal etkileşimin temel birimidir. Temas alışverişi bir transaksiyonu oluşturur.
Bu nedenle törenler, etkinlikler, vakit geçirme, oyunlar ve samimiyet transaksiyonlar olarak düşünülebilir. Tamamlayıcı, çapraz ve gizil olmak
üzere üç tür transaksiyon bulunmaktadır.
Tamamlayıcı Transaksiyonlar
Çapraz transaksiyonlar; iletişimde bulunan iki kişinin, her birinin yalnızca bir ego durumundan hareket ettiği, ancak uyarıcıyı gönderenin
karşısındaki kişide hedeflediği ego durumundan tepki almadığı transaksiyonlardır.
Gizli, üstü kapalı/kılık değiştirmiş/örtük iletişim, iletişimde bulunan iki kimseden yalnızca birinin ya da her ikisinin de iki ego durumunun
birden harekete geçtiği ve de aynı anda psikolojik ve sosyal olmak üzere iki farklı mesajın birlikte yer aldığı transaksiyonlardır. Etkileşimlerde
farklılıkları bilmek gerekir. Ebeveyn, yetişkin ve çocuk’un kapsamı ile ebeveyn, yetişkin ve çocuk’un işlevi nedeniyle iki yönden farklıyız.
Bulaşma, dışlama söz konusu olabilir. Sonuç olarak iki insan bir araya geldiğinde aralarında birinden diğerine karşılıklı gidip gelen bir duygu,
düşünce alışverişi vardır. Kişiler kendilerine yönelik sözler, davranışlar ve bunların taşıdığı değerlere bağlıdırlar.

GİRİŞ
Psikanaliz ve davranış terapisine bir tepki olarak doğan Varoluşçu Yaklaşım felsefedeki fenomonoloji ve varoluşçuluktan
etkilenmiştir. Varoluşçu yaklaşım insan doğasına ilişkin deterministik bakışı ve radikal davranışçı görüşü reddeden bir yaklaşımdır.
Psikanaliz özgürlüğün, bilinçaltı güçlerle, akılcı olmayan güdülerle ve geçmiş olaylarla sınırlandırıldığını savunurken; davranışçılar
özgürlüğün, sosyo- kültürel koşullar tarafından sınırlandırıldığını ileri sürmektedir. Varoluşçu Yaklaşım seçeneklerimizden ve
eylemlerimizden sorumlu olduğumuz varsayımına dayanmaktadır.
Varoluşçu terapi belirli bir kişi veya grup tarafından geliştirilmemiştir. Soren Kierkegaard (1813-1855), Friedrich Nietzsche (1844-
1900), Martin Heidegger (1889-1976), Jean-Paul Sartre (1905-1980), Martin Buber (1878-1965), Ludwing Binswanger (1881-1966)
ve Medard Boss (1903-1991)’un kısa yaşam öyküleri ve eserleri Varoluşçu Yaklaşımın felsefi temelleri konusunda bilgi vermektedir.
Viktor Frankl (1905-1997), Rollo May (1909-1994), James Bugental (1915-2008) ve Irvin Yalom (1931-) Varoluşçu Terapi
Yaklaşımı’nın gelişimine katkıda bulunan öncü kuramcılar arasında yer almaktadır.
Viktor Frankl Avrupada Varoluşçu Kuramı geliştiren ve daha sonra bunu Amerikaya götüren kişidir. Frankl kendine ait kuramı ve
uygulamalarını özgürlük, sorumluluk, anlam ve değerlerin araştırılması üzerine inşa etmiş; logoterapiyi (anlam yoluyla sağaltım)
geliştirmiştir.
FENOMENOLOJİ
Fenomen, görüngüye karşılık gelmektedir ve doğrudan doğruya kendini gösterenin kendine verilmiş olanın betimlenmesidir.
Fenomenolojik Kuramlar, bireyin olaylar karşısındaki güncel algılamalarına ve yorumlarına önem verir. Odak noktası öznel deneyim
olan bu yaklaşım, kişinin dünya görüşü ve olayları yorumlaması (bireyin fenomenolojisi) ile ilgilenmektedir. Olayları yani
fenomenleri önsel hiçbir düşünce ve kavramla hareket etmeksizin (paranteze alarak), kişinin yaşadığı gibi anlamaya çalışma söz
konusudur. Bu yaklaşımla daha çok insanların davranışlarını gözlemekten öteye gidilip, onların kendilerini ve dünyalarını nasıl
gördüklerini inceleyerek, insan doğası hakkında derinlemesine bilgi edinmeye çalışılmaktadır.
Psikanalitik Kurama göre benimsenen davranışın bilinç dışı etkilerle denetlendiği görüşünü ve Davranışçılık Yaklaşımı’na göre
davranışın dış uyaranlarla denetlendiği görüşünü Fenomonolojik Yaklaşım kabul etmemektedir. Fenomonolojik Yaklaşım
davranıştan ziyade içsel süreçlere önem verip davranışı kestirmekle uğraşmamakta ve bireylerin içsel yaşantılarını anlama uğraşı
içine girmektedirler.
VAROLUŞÇULUK
Varoluşçuluğun gerçek bir tanımı yapılamaz. Varoluşçuluk sözcüğü belli bir düşünme biçimini, özel bir davranışı, ruhsal bir akımı
göstermektedir. Varoluşçuluğun çıkış noktaları bireyciliğe aşırı yer vermek, insanoğlunun varoluş sorununa büyük ilgi göstermek,
herhangi bir düşünce ekolüne bağımlı olmamak, inançlar kümesini yetersiz görmek, sığ olduğu yaşamdan uzak olduğunu ileri sürerek
gelenekçi felsefeyi küçümsemektir.
Varoluşçuluk, varoluşun öze oranla öncelliğini benimseyen bir kuramdır. Ancak bu sadece insanlar için geçerlidir. Öyle ki, her şeyin bir
varoluşu bir de özü vardır.
VAROLUŞÇULUĞUN KÖKENİ
Varoluşçuluk sözcüğünü ilk kez Kierkegaard önerip kullanmıştır. Kierkegaard gerçek varoluşa, duygu yoğunluğu ile ulaşabileceğini
düşünmektedir. Varoluşçuluk felsefesinin tarihi Schelling'e hatta Hegel'e kadar uzanır. Daha sonra Jaspers ve Heidegger daha bilimsel
terimlerle anlatmışlardır.
Varoluşçuluk, hem durumu yansıtan hem de duruma tepki gösteren bir felsefedir. Varoluşçu düşünürler çağımız kişisinin bırakılmışlığını,
yalnızlığını, boğuntusunu, umutsuzluğunu, güvensizliğini belirtmekle yetinmeyip, kendini tanımasını, özünü yaratmasını, benliğini
kazanmasını, baskıdan kurtulmasını da isterler. Bu yüzden öznelliğe ve bireyciliğe büyük önem verirler. Öznellikten kalkarak bireyciliğe
varırlar.
Varoluşçuluk, insan var oluşunun anlamını içeren bir felsefe akımıdır. Varoluşçuluk Felsefesi, insanın kendini gerçekleştirmesi, insan var
oluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliğe götürmesi, güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, zaman içinde ve tarihselliği içinde insan,
ölüme mahkûm bir varlık olarak insanın var oluşu, hiçlik karşısında insanın var oluşu, insan var oluşunun halisliği ve bu halis olmaya çağrı,
özgürlüğü içinde insanın var oluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık
karşısında sahici davranışı-tutumu-sorunları mevcuttur.
Kierkegaard'a göre, varoluş gerçekliği bildirilemez. Doğruluk her defa yeniden gerçekleştirilmelidir. Bir insan doğruluğu bildirebilse bile
bunu yapmaması gerekir.
M.Heidegger varlığı varoluşta aramakta, çıkış noktası olarak insanı almaktadır. Sadece insan, varlığını sorabilen, var olanın sınırlarını
aşabilendir. Heidegger'e göre insan burada- olandır (Dasein) ve insan varoluştur.
DASEIN (EVRENDE BULUNMAK)
İnsanın ruhsal yapısının ve içinde yaşadığı fiziksel dünyanın bir bütün olduğunu öne süren varoluşçular, bu bütünlük içindeki varoluş
algısını “dasein (burada olmak)” olarak adlandırmaktadır. Kişinin daseini ne kadar güçlü ise kişilik de o denli sağlıklıdır. Ancak insanın
“dasein”nını geliştirmesi ve doğuştan varolan potansiyellerini yaşama geçirebilmesi sürekli çaba ve cesaret gerektirmektedir. Anlamlı bir
yaşam sürmenin yolu, sosyal kurallar ve bunlara uyma baskısı, yanlış ana baba standartları ve ölümün kendi tehdidi karşısında dahi
“dasein” ımızı ortaya koymak ve onaylamaktır.
Dasein’in Tarzları
1. Umwelt: Fizyolojik ve fiziksel çevremizi oluşturan içsel ve dışsal objelerin dünyası (çevremizdeki dünya)
2. Mitwelt: Diğer insanlardan oluşan sosyal dünya (diğerleri ile ilişkilerimiz)
3. Eigenwelt: Kişinin kendisi ile potansiyelleri ve değerleri arasındaki ilişkinin oluşturduğu psikolojik dünya (kendimizle ilişkimiz).
May’e göre sağlıklı insanlar bu üç tarzı da eş zamanlı bir biçimde yaşarlar. Doğal dünyaya uyum sağlarlar (umwelt), diğer insanlarla
insanca ilişkiler kurarlar (mitwelt) ve tüm bu deneyimlerin kendileri için ne anlam ifade ettiğine dair keskin bir farkındalığa (eigenwelt)
sahiptirler. Fakat hiçbir insan dünyada var olmanın (dasein) üç tarzını da mükemmel bir biçimde yaşayamaz. Bazı kaçınılmaz hatalar
ontolojik “suçluluk duygusuna” yol açar.
 Kişinin varoluşuna ilişkin farkındalık eksikliğinden kaynaklanan umwelt ile ilişkili suçluluk duygusu teknolojinin gelişimi ile pasifleşen
ve doğadan ayrılan insanların yaşadığı “ayrılma suçluluk” duygusudur.
 Diğerlerinin ihtiyaçlarını hatasız bir biçimde anlayamadığımız için onlarla ilişkilerimizde kendimizi yetersiz olarak gördüğümüzde
mitweltle ilişkili suçluluk duygusu yaşarız.
 Eigenweltle ilişkili suçluluk duygusu ise kişinin kendi potansiyellerini doyurucu bir biçimde kullanamaması ile ilişkilidir.
 Kaygı gibi ontolojik suçluluk duygusu da yapıcı ve yıkıcı biçimler alabilir.İdeal olan, bu suçluluk duygusunu kabul etmek ve bu duyguyu
diğer insanlarla ilişkilerimizi geliştirmek gibi yapıcı amaçlar için kullanmaktır. Ancak bu duyguyu yadsımayı tercih etmek cinsel yetersizlik,
çökkünlük, diğerlerine karşı kötü davranma ya da karar verememe gibi üretken olmayan nevrotik belirtilere yol açar.
Varoluşumuzu (daseinımızı) onaylamanın en yapıcı yolu sevgidir. Sevgi; diğer bir insanın varlığını ve onun değerini ve gelişimini
kendimizinki kadar onaylamak anlamına gelir ve dört temel bileşenin karışımından oluşmaktadır:
1. Cinsellik: Cinsel birleşme ya da cinsel gerilimin boşaltılabildiği diğer yollarla doyurulabilen biyolojik bir işlevdir. Önceleri üzerinde
konuşulması tabu hâline gelen cinsel arzular inkâr edilmiş, ancak yirminci yüzyılda insanların bu cinsel bastırmaya karşı çıkmalarının bir
sonucu olarak ele alınmaya başlanmıştır.
2. Eros: Bizim için önemli olan kişilerle birlikte olmak yönünde duyduğumuz arzu ve o kişiyi özleyince hissettiğimiz hoş gerilim
duygusudur. Psikolojik bir gereksinim olan eros, şefkat ve özen gösterme üzerine kuruludur.
3. Filia: Dostça ya da arkadaşça sevgi anlamına gelen, cinsel içerik taşımayan, hoşlanma duygusudur ( Örneğin; kardeşler arasındaki
ilişki).
4. Agape: Diğerlerine duyulan saygı, hiçbir kazanç göstermeksizin diğerlerinin refahını ö
Sağlıklı bir yetişkin bu dört tür sevginin karışımından oluşur. Sevgi, dasein’in tüm tarzlarını kapsayan zengin bir yaşantıdır. Sevgi,
biyolojik dürtüleri (umwelt), diğerleriyle ilişkileri (mitwelt) ve kişinin benliğini ve değerlerini onaylamasını (eigenwelt) içerir.
nemseme, karşılıksız ve çıkarsız sevgidir.
TEMEL KAVRAMLAR
Kaygı

Heidegger insanın varoluşunu, dünya içinde olmasına ve öteki insanlarla birlikte bulunmasına bağlamaktadır. İnsanın dünyada oluşu bu
dünyayla karşılaşmadır. İnsan dünyayla bilgiyle değil eylemleriyle (bir iş yaparak, kurarak, üreterek, yenilerek, ilgilenerek, kaygılanarak)
karşılaşmaktadır. Dünya, insanın bir işlevi (ürünü, yaratması ) hâline gelmiştir. Varlığımız hem dünyanın hem de öteki insanların
varoluşunun bir göstergesidir.
Heidegger insanın bu terk edilmişliği içinde iç daralması yaşadığını düşünmektedir. Bu da kaygıdan başka bir şey değildir. Dasein'ın
yaptığı, dilediği, bildiği, vb. tüm şeyler, ilgi, büyük-ilgi, kuram, kılgı, isteme, dileme, itki, eğilim kaygının görünüşleridir. Kaygı, Dasein'in
varlığıdır.
Ölüm
Heidegger'e göre varlık temelini en derinden açığa vuran ölümdür. Ölüm insan varlığının bütün olanakları arasında en gerçek olanıdır.
Ölüm aşılamaz bir şey olup ölümle bütün olanaklar biter. Ölüm var olduğunda insanı aşan bir biçim alır. Ölüm yaşama anlam verendir.
En göze çarpan, en kolay korkuya neden olan kaygı ölümdür. Şu an varız, ama bir gün olmayacağız. Ölüm gelecek ve ondan kaçışın bir
yolu yok. Korkunç bir gerçek olan ölüme, ölümcül bir korkuyla tepki vermekteyiz. Buradaki çatışmanın nedeni, ölümün kaçınılmazlığının
farkında olma ile var olmaya devam etme isteği arasındaki çatışmadır. Ölüme yönelik iki temel önerme sosyal hizmet uygulaması için
önemli anlamlar taşımaktadır. Bunlar:
1. Hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır; aynı anda vardır, birbirine ardışık olarak değil; ölüm, hayatın perdesi ardında sürekli olarak
sesini duyurmakta ve davranış üzerinde büyük etkide bulunmaktadır.
2. Ölüm ilk anksiyete kaynağı ve bu sıfatla ilk psikopatoloji kaynağıdır.
Ölüm olgusunun yokluğu hâlinde insanı hayata karşı duyarlılığını körleştirmeyle ileri süren yazarlar eserlerinde bu düşüncelerine yer
vermişlerdir.
Ölüm dışlandığında, kişi, işin içindeki riskleri gözden kaçırdığında hayat zayıflar.
Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı eseri ölümün nasıl esaslı bir kişilik değişimini başlattığının görülmesini sağlar. Romanın kahramanı Pierre, Rus
aristokrasisine ait hayatın anlamsızlığı ve boşluğu nedeniyle kendini ölü gibi hissetmektedir. Kayıp bir ruh gibi, hayatta bazı amaçlar
bulabilmek için romanın ilk dokuz yüz sayfası boyunca düşe kalka ilerler. Pierre'in Napoleon'un askerleri tarafından yakalanıp idam mangası
tarafından idam edilmeye mahkûm edilmesi kitabın en önemli bölümünü oluşturmaktadır.
Tolstoy'un İvan İlyich'in Ölümü adlı eseri de benzer mesajlar taşımaktadır. Kötü ruhlu bir bürokrat olan İvan İlyich ölümcül bir hastalığa
tutulur. Hastalığı büyük olasılıkla mide kanseridir ve son derece büyük acılar çekmektedir. Acısı, ölümünden kısa bir süre önce şaşırtıcı
gerçeği fark etmesine dek amansız bir şekilde sürer: Kötü bir şekilde ölmektedir, çünkü kötü bir şekilde yaşamıştır.
Kanserli hastaların ölümle yüzleşme anında iki önemli sembol ortaya çıkmaktadır: "tehlike" ve "fırsat". Kişisel gelişimden,
başka bir şekilde ifade edilemeyecek çarpıcı dönüşümler ve içsel değişimlerden bahsetmişlerdir:
 Hayat önceliklerini yeniden düzenlemek: Önemsizi önemsiz olarak görmek
 Özgürlük duygusu: Yapmak istedikleri şeyi yapmamayı seçebilme
 Hayatın emekliliğe ya da başka bir noktaya dek ertelemek yerine güçlü bir “o anda yaşama hissi”
 Hayatın önemli gerçeklerini canlı bir şekilde kabul etme: Değişen mevsimler, rüzgâr, dökülen yapraklar vb
 Sevilen kişilerle krizden önce olduğundan daha derin iletişime girmek
 Krizden öncesine göre daha az kişilerarası korku, reddedilmeyle ilgili daha az kaygı, risk almaya daha büyük isteklilik
Özgürlük
Bir diğer güçlü ama çok daha az anlaşılabilir kaygı özgürlüktür. Normalde özgürlük olumlu bir kavram olarak düşünülür.
İnsanlar tarih boyunca özgürlüğü için çabalamıştır-savaşmıştır. Ancak kaygı açısından yaklaşıldığında, özgürlüğün korkuya
yapışık olduğu görülmektedir. Varoluşçu zemin açısından "özgürlük", dışsal zeminin yokluğuna gönderme yapmaktadır. Her
zaman ki deneyimin tersine, insanoğlu, doğasında bir modeli barındıran iyi yapılandırılmış bir evrene girmemektedir.
Varoluşçu Yalıtım
Üçüncü nihai kaygı ise yalıtımdır-yalnızlığın eşlik ettiği kişiler arası ya da kişinin içindeki yalıtım (kişinin kendi parçalarından
yalıtım) değil, temeldeki yalıtımdır-yani yaratıklardan ve dünyadan yalıtımdır- ki bu diğer yalıtımdan daha kötüdür. Birbirimize
ne kadar yakınlaşırsak yakınlaşalım en sonunda arada kapatılamaz bir boşluk kalacaktır; her birimiz varoluşa tek başımıza
başlarız ve varoluştan tek başımıza da ayrılmalıyız.
Anlamsızlık
Dördüncü nihai kaygı ya da varoluş getirisi anlamsızlıktır. Eğer ölmek zorundaysak, eğer kendi dünyamızı oluşturuyorsak, eğer her birimiz
aslında kayıtsız bir evrende tek başınaysak, o hâlde hayatın anlamı nedir? Neden yaşıyoruz? Nasıl yaşayacağız? Eğer bizim için önceden
verilmiş bir model yoksa, o hâlde her birimiz hayattaki kendi anlamımızı bulmalıyız. Fakat kişinin kendi yarattığı anlam insanın hayatını
taşıyacak kadar sağlam olacak mıdır? Bu varoluşçu dinamik çatışma, bir anlamı olmayan evrene fırlatılmış, anlam arayışı içindeki yaratığın
ikileminden kaynaklanmaktadır.
Otantik Varlık
İnsan, birlikte yaşadığı insanlar (ötekiler) arasında bulunur. Bizimle burada birlikte olan onlar alanıdır. Bu onlar alanı her şeye egemen
olur. Öyle ki bizler eğlenildiği gibi eğlenen, okunulanı okuyan, bir sanat üzerinde yargılama yapıldığı gibi yargılama yapan, öfkelenildiği gibi
öfkelenen varlık hâlini alırız.
İnsanların çoğu kendi gerçek varlıklarına göre yaşamayıp onlar alanına saklanarak-benimseyerek yaşarlar; kaybolurlar. Kendine yönelip
yaşayan bir insan kendi gerçekliği, kendine özgü oluşu içinde yaşar. Bu bir otantik var olmadır. Bir de insanın otantik var olmama biçimi
vardır ki burada insan kendinin olmayan bir tutum içinde bulunur.
Özgürlük
Sartre başlangıçta insanın 'kendinde varlık' olduğunu, kendi kendisini bilmesi için ötekilere açıldığını düşünmektedir. Bu şekilde kendi
kendisiyle bağlantı kuracaktır ve kendi bilincine erişecektir: 'Kendinde varlık' - 'Kendi için varlık' Sartre'a göre insan yabancı bir yerde
olmadan kendi yurdunu bilemez. Varlığın yabancısı da hiçliktir. İnsan bu hiçliği bilmeden varlığı bilemez. İnsan temelinden özgürdür.
İnsan gerçekleştirebileceği olanaklar toplamıdır. Sartre "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur."der. İnsan kendinden ne yapabilirse
odur. Eylemleri gelecek içinde kökenleri özgürlük içinde bulunur. İnsan özgürlüğe mahkûmdur; özgürlük onun alın yazısıdır. Her şeyde
özgürdür. Bundan dolayı insan zorunlu olarak huzursuz kalır, 'kendinde' ye duyduğu varlık açlığını doyurmaya çalışır.
Sartre doğuştan nitelikler diye bir şeye inanmaz, bütün niteliklerin özgür eylemlerle gerçekleştiğine inanır. İnsan önce buradadır.
Doğuşundan o ne iyidir ne kötü, ne bilgilidir ne bilgisiz, ne dürüsttür ne de suçlu. Her bir insan ne olmuşsa odur, kendinden ne yapmışsa
odur. İnsan kendi özünü kendi eylemleriyle yaratır.
Heidegger bırakılmış olan insanın varlığının kendi olanaklarını tasarlayabilen, yaratabilen ve gerçekleştirebilen kimse, yani kendini
anlayan olduğunu göstermektedir. Bu durumda “kendini tanıma”, kendi üzerinde inceden inceye düşünmekle olmayacaktır. Tam tersine
kendi gücünü deneyerek ne kadar başarabileceğini anmakla, denemekle olur.
Sorumluluk
Sartre'a göre kişinin dünyaya atılmışlığı, kendi başına bırakılmışlığı onun kendi yaptıklarından sorumlu olduğunu göstermektedir. İnsanın
bir temeli, nedeni yoksa kendi kendinin temeli, kendi kendinin nedeni olacaktır. Kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır.
Sorumluluk, Varoluşçu Yaklaşım’ın temel taşlarından biridir ve bu yaklaşımın temel alınarak yapılan çalışmalar sonucunda; kişiler
davranışlarının başkaları tarafından nasıl görüldüğünü, kendi davranışlarının başkaları üzerinde nasıl duygular uyandırdığını,
davranışlarının başkalarında ne tür düşüncelere neden olduğunu ve davranışlarının kendi görüşlerini nasıl etkilemekte olduğunu
öğrenirler. Burada kişi davranışlarının insanlarla kurduğu iletişimi biçimlendirmesindeki rolünü anlar ve sonuçta diğer insanların ona
gösterdikleri davranışlardan kendisinin sorumlu olduğunu kavramaya başlar.
Vicdan ve Kararlılık
Heidegger'de vicdan, onlar alanının etkisi altında kalmayı bırakması için yapılan çağrıdır. Kaygı var oldukça vicdan gelişecektir. Vicdan
insana kendi yüksekliğini de gösterir. İnsanı kararlılığa çağırır. Kararlılık, insanın yaşamını güçlükler içinde de kendi eline aldığı,
aşabildiği noktadır. Onun sayesinde insan, dünyada oluşunu yüreklilikle kabullenir ve dünya içindeki rolünü kararlılıkla benimser.
Kararlılık ölme özgürlüğüdür.
VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
Varoluşçu psikoterapi, bireyin var olmasından kaynaklanan endişelere odaklanan dinamik bir terapi yaklaşımıdır. Varoluşçu görüş farklı
türde bir temel çatışmayı vurgulamaktadır: Ne bastırılmış içgüdüsel çekişmelerle ne de içselleştirilmiş önemli yetişkinlerle olan çatışmayı
önemsemektedir. Onun yerine bireyin var olmanın getirileriyle yüzleşmesinden kaynaklanan çatışma üzerinde durmaktadır. Var olmanın
getirileri derken belirli en nihai kaygıları(ölüm, özgürlük, yalıtım, anlamsızlık), insanoğlunun dünyadaki varlığının bir parçası, hem de
önemli bir parçası olan, yaratılıştan getirilen belirli nitelikler kastedilmektedir.
Psikolojide varoluşçuluk bağımsız bir tedavi ekolü değildir. İnsanı anlama çabasında, geleneksel yöntemlerden temelden farklı bir
yöntem izler. Varoluşçu psikiyatrinin kurucularından Binswanger, geleneksel bilimsel yöntemlerin psikiyatride kullanımının
müracaatçının yaşadıklarının anlaşılabilmesini engellediğini öne sürer. Bu nedenle, müracaatçıları hazır kavramlara ya da beklentilere
sokmamak gerekmektedir.
Hem psikiyatrik hem de felsefi açıdan bu yaklaşım, insanı birimler ve mekanizmalar topluluğu olarak açıklamak yerine, öylece
'olmakta olan' bir varlık olarak anlamaya çalışır.
Varoluşçu Yaklaşım mantık karşıtı da değildir. Hem öznelliğin hem de nesnelliğin altındaki gerçeği araştırır. Hem insanın yarattıklarını
hem de bunları yaşayan-yaşananları yaratmakta olan- insanı inceler. Gerçekte olan 'yaşanmakta olan anda' insanın kendi dünyasında
yaşananlardır.
İnsan, geçmişi şimdiki zamana getirerek yaşama ya da uzun vadeli geleceğin tasarımları doğrultusunda davranma kapasitesine sahip
bir varlıktır. Bu nedenle varoluşçuluk, varoluşun zaman boyutuna önem verir. İnsanı her an olmakta olan bir süreç olarak ele alır.
Geçmiş dışlanmamakta ancak geçmişin, geleceğin ışığında anlaşabileceği görüşü vurgulanmaktadır.
Varoluşsal sosyal hizmet müdahalesinin amacı, kendini kandırma sayesinde görmezden gelinen, kendisinin ve dünyanın niteliklerinin
daha fazla farkına varılmasını sağlayacak bir bilinçlilik elde etme; seçim yapma yeteneğini artırarak, bireyleri yaşantılarını kendileri
yönlendiren özneler hâline getirmedir. Seçim sorumluluğunun önemli varoluşsal karar verme anlarında müracaatçıya bırakılması,
Varoluşçu Yaklaşım’ın genel ilkelerindendir. Varoluşçu Yaklaşım’ı benimseyen sosyal hizmet uzmanları müdahale sırasında
müracaatçının karşılaştığı seçim olasılıklarını her fırsatta belirterek, kararın müracaatçıya bırakıldığını; kendi yaşam sorumluluğunun
müracaatçıya ait olduğunu göstermeye çalışırlar. Şayet, müracaatçının depresyon tedavisi gibi klinik bir durumu söz konusuysa, karar
verme ve seçim sorumluluğunu almaktan uzak olduğu düşünülerek belli bir esneklik gösterilmektedir.
Varoluşçular ve Psikanalistler
Hem varoluşçular hem de psikanalistler, müracaatçının müdahale sırasında önceki yaşamındaki ilişki örüntülerini yineleyeceklerini
düşünmektedirler. . Gerek psikanalistler gerekse varoluşçular, müracaatçının müdahale ortamında kendisini serbest ve dürüst bir
biçimde ifade etmesi için desteklenmektedir. Varoluşçu psikoterapistler, varoluşçuluğu tedavi tekniği olarak değil, tedavide aldıkları bir
konum olarak görmektedirler.
Varoluşçuluk ve Davranışçı Yaklaşım
Varoluşçuluğa göre, insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz.
İnsan davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir.
İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak
gerekir.
İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara ayırmak, sistematize etmek, şablonlaştırmak insanı anlamak
değil, onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür.
SOSYAL HİZMET VE VAROLUŞÇULUK
İnsanların yaşamlarını kontrol etmeye ve nasıl yaşadıklarını belirleyen fikirleri değiştirmeye ilişkin kişisel gücü kazanma yetisi üzerinde
durmaktadır. İnsanlar hem özne hem de nesne olarak kabul edilmektedir; yani, hem çevreye etki etmekte, hem de ondan
etkilenmektedir. Çevrenin absürd ve yabancılaştırıcı yaşantılar ve ıstırap içerdiği kabul edilmektedir. Blom, Sartre'ın çalışmalarının sosyal
hizmet kuramı üzerinde önemli etki yarattığını belirtmektedir.
Thompson, Sartre'ın fikirlerini sosyal hizmete uygulamaktadır. Sartre'ın görüşlerine dayanarak, varoluşçu düşüncenin sosyal hizmet
uygulamasındaki önemini kapsamlı şekilde değerlendirmektedir. Varoluşçuluğun merkezinde olan var olma çabası üzerinde
durmaktadır. Var olma çalışması denilirken, insan olmanın nasıl bir şey olduğunu düşünme yöntemi kastedilmektedir. Burada
toplumun doğasına bakış da önemlidir.
Temel bir nosyon "varolmak" tır. "Kendi içinde var olmak" yalnızca oluştur. "Kendisi için var olmak "ise bilinçli olduğumuz (nasıl
olmamız gerektiğine dair planlar yapacak ve kararlar verecek potansiyele sahip olduğumuz) varoluştur.
Varoluşçu Yaklaşım’a göre insan bilimlerinin amacı, insanı açıklamaktan ziyade anlamak olmalıdır. Tüm varoluşçu psikoterapiler üç
temel çizgide toplamak mümkündür:
1. Müracaatçı- Uzman İlişkisi: Bu ilişki gerçek bir eşitliğe dayanan birlikte varoluş şeklinde olmalıdır. Bunun için yüz yüze ilişki çok
önemlidir.
2. Anlama: Uzmanlara göre müracaatçının dünyasını ve varoluşunu, onun özelliği içinde anlamak, kavramak gerekir. Uzman kendi
kişisel yargılarını parantez içine almalı, sonuca varma ve "açıklama" gibi çabalardan uzak durmalıdır.
Müracaatçı, yaşantılarını ifade ederken bunlardan iyi bir anlam çıkarma yolu aramaktadır. Anlamanın gerçekleşmesi için ise şu işlemler
gereklidir:
 Toplanmış tüm materyallerin anlamlarının açıklığa kavuşturulması.
 Müracaatçının yaşam öyküsünün yeni baştan kurulması. Dağınık olarak ifade edilen duygu ve yaşantıların derlenip toparlanarak
örgütlenmesi
 Sonunda bu hikâyeyi kendine özgü anlamlarıyla "dünyadaki varoluşun çarpıtılması" olarak kavrama
 Az ya da çok birbirine benzer temaları ve bunlara bağlı alt temaları açıklığa kavuşturma
3. Egoyu Yeniden Eğitme: Amaç, egonun kendisini gerçekleştirme yeteneğini yeniden yaratmaktır. Burada, pasif bilinçten aktif bilince
doğru gelişme gerçekleştirilir. Aktif bilinç, kişisel yazgısının sorumluluğunu üstlenmektedir.

Birey, aile ve grupların yaşadıkları sorunların yol açtığı sonuçlar üzerine odaklanan ve müracaatçının gerçekleştireceği görevler ile sosyal
işlevselliği geliştirmeyi amaçlayan kısa dönemli, problem çözme odaklı bir yaklaşımdır.
Görev Merkezli Sosyal Hizmet Uygulama Modeli, sistematik ve verimli olarak hedefe ulaşma yaklaşımına sahiptir. Dirençli müracaatçılar ve
sosyal hizmetteki bir açık uçlu modelin yaygınlığı bu modelin gelişmesine neden olmuştur.
Görev Merkezli Model kısa süre içinde psikodinamik kökeninden ayrılmıştır; ancak bazı benzerlikleri de taşımaya devam etmektedir:
1. Müdahale süreci kısadır (ortalama 8 oturum).
2. Müdahalede öncelikle anahtar sorunlar üzerinde odaklaşır.
3. Müracaatçının spesifik amaçlar belirlemesine ve bu amaçları gerçekleştirmesine yardımcı olur.
Sorunlarını ve durumları tartıştıktan sonra, durumlarıyla ilgili ne yapmaları gerektiğini bilen fakat bu konuda harekete geçmekte başarılı
olamayan bazı müracaatçılar durumlarını değiştirmek için mühim adımlar atmaktadır. Üzerinde çalışılan görev/sorumluluk pek çok biçimde
olabilir: kesin bir zaman sürecinde karar almak, ihtiyaç duyulan kaynağı temin etmek, beceri öğrenmek, işverene kaygılarını aktarma vb.
Kapsamlı görevler, müracaatçının başarıyı tecrübe etmek ve motivasyonunu devam ettirmek için ufak parçalara ayrılmıştır. Görev Merkezli
Yaklaşım oldukça yapılandırılmış, zaman sınırlı ve sorun odaklı bir yaklaşımdır. Günümüzde bir çok sosyal hizmet müdahalesinde oldukça
yaygın olarak kullanılan ve popüler bir yaklaşımdır.
W.Reid görev merkezli yaklaşım yoluyla çözümlenebilen sorunları kişilerarası çatışmalar, sosyal ilişkilerden memnun olmama, formal
organizasyonlarla ilişkili sorunlar, rol performansını yerine getirme ile ilgili güçlükler, toplumsal geçiş sorunları, reaktif duygusal stres,
yetersiz kaynaklar ve davranışsal sorunlar olarak sınıflandırmaktadır.
GÖREV MERKEZLİ MÜDAHALEDE BAŞLANGIÇ AŞAMASI
Bu aşamada uzman ve müracaatçı çözümlenmesi gereken sorunları belirleyip kurum dışında yapılacak iş ve görevleri saptayarak bunların
nasıl halledileceği konusunda hazırlık yaparlar. (örneğin ailesiyle bozuk olan ilişkilerinin düzelmesini isteyen genç onlara kendisini
üniversiteye göndermekle göze aldıkları mali külfet için teşekkür edecektir gibi)
Rolü, amacı ve müdahale süreçlerini açıklama
Tedavi sosyal hizmet uzmanının ve müracaatçının rolü, müdahalenin amacı ve kullanılacak tedavi süreçleri ya da yöntemlerinin açıklanması
ile başlar. Müdahale Yaklaşımı’nın açıklanması müracaatçıya işbirliğine girmesi için bir temel sağlar. Görev Odaklı Sorun Çözme (Tedavi)
Yaklaşımı’nda yapılacak mesleki çalışmanın amaçları aşağıda görülmektedir:
1. Müracaatçıyı ilgilendiren sorunların çözümüne yardım etmek,
2. Müracaatçıya ilerde karşılaşabileceği sorunlarla baş edebilecek kapasiteye ulaşmasını ve mesleki yardıma açık olmasını sağlamaktır
Zaman sınırı
Görev Merkezli Yaklaşım 6 – 12 oturumdan oluşan bir zaman sınırına sahiptir. Sosyal hizmet uzmanının bu aşamada müracaatçı ile yapacağı
görüşme sayısını tam olarak belirlemelidir. Müracaatçının çocuk olması durumunda, görüşme ya da oturum sayısı ile ilgili bilgiyi çocuğun
anlayabileceği şekilde anlatmalıdır.
Sorunları tanımlama ve değerlendirme
Sosyal hizmet uzmanı sorunları tanımlama ve değerlendirme sürecinde sorunları müracaatçının anlayabileceği ve kabul edebileceği tarzda
formüle etmek için çaba harcar. Müracaatçı şikâyetlerini ifade eder ve bu yolla sorun keşfedilir ve tanımlanır. İkinci yol ise etkileşimlidir.
Sorunlar sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasındaki diyalog ile ortaya konur, etkileşimli sorun tanımlamada başlatıcı olan her iki taraf
olabilir, müracaatçı açık bir şekilde başlatıcı değildir.
Temelde sorunun tanımlanmasının üç yolu bulunmaktadır;
1. Aksiyonda bulunmak için nelerin gerekli olduğunu belirlemek,
2. Aksiyona engel olacak hususları tespit etmek,
3. Sorun çözümünü zorlaştıracak hususları belirlemektir.
Psiko-sosyal sorunlar içinde bulunan bağlamdan ya da çevreden etkilenebileceği gibi bağlam ya da çevre de sorundan etkilenebilir. Modelin
temel amacı belirlenen ya da hedef sorunları çözmek olmakla birlikte, bağlam ya da çevrede belirli ölçüde değişiklikler yapılmaksızın
sorunlarda manidar ve kalıcı değişikliklerin olması mümkün değildir.
Hedef Sorunların Seçilmesi
Daha sonra hedef sorunlar seçilir. Hedef sorunlar sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçının birlikte çalışmak üzere, birlikte çalışmanın odak
noktası hakkında açık bir şekilde anlaşmaya vardığı konulardır.
Hedef Sorunları Önceliklerine Göre Sıralama
Hedef sorunları keşfetme sorularının ilk dokuzu sorun ve olası çözüm yolları hakkında bilgi edinmeyi amaçlamaktadır. Geriye kalan sorular
ise sorunun bağlamını anlamaya yardımcı olmaktadır.
Hedef Sorunları Keşfetme ve Sorunları Spesifik Hâle Getirme
Sorunun belirlenmesi ve ilk incelemesi yapıldıktan sonra, sosyal hizmet uzmanı tarafından sorun formüle edilir. Bu aşamada, müracaatçının
istediğine sahip olabilmesi için ne şekilde ya da nasıl farklı bir yol izlemesi, davranması gerektiğini yansıtan bir sorun ifadesi ortaya konur.
Amaçları Belirleme
Son olarak, sorunun niteliğine ve müracaatçının amaç oluşturma sürecine katılmaya istekliliğine göre sorun formülasyonunun bir parçası
olarak amaçlar eklenebilir.Sorunları çözmek üzere gerekli olan aksiyonlar üzerinde uzman ve müracaatçı aralarında anlaşmalıdırlar. Bu süreç
aşağıdaki gibidir:
1. Müracaatçının tanımladığı sorunlardan biri veya birkaçını çözmek üzere seçmek,
2. Sorunları önceliklerine göre sıralamak,
3. Sorun çözme sürecinden alınması beklenen sonuçları tanımlamak,
4. Yerine getirilecek görevleri planlamak,
5. Sorun çözme süresini ve yapılacak temasları birlikte belirlemek
Görevlerin planlanması sırasında nelerin yapılması gerektiği, yerine getirilme ihtimali olan görevlerin neler olduğu, bunların hangi sırayı takip
ederek gerçekleştirileceği konularında uzmanla müracaatçı aralarında anlaşmalıdırlar.
Sözleşmenin Kullanımı
Nihai sorun tanımının müracaatçı tarafından kabul edilmesinden sonra çalışmaya rehberlik edecek sözleşme hazırlanır.
Sosyal hizmet uzmanı müdahale sürecinde en fazla üç sorun, bir başka ifadeyle üçten daha az sorun üzerinde durması için teşvik edici olur
ve müracaatçının öncelikleri belirlemesine yardımcı olur. Sonuçta müracaatçı, sosyal hizmet uzmanından istenen destek ne olursa olsun,
müdahale sürecinde sorunun çözümü ve gelişme ya da ilerlemenin izlenebilmesi için amaçları oluşturur.
ORTA AŞAMA - GÖREVLERİ PLANLAMA VE UYGULAMA
Orta aşama bir sonraki oturumla başlar. Mülakatın başlangıcında sorunlarda meydana gelen değişmeler ve görevlerin çıktıları gözden
geçirilir. Görevler müracaatçının öz-yönelimli sorun çözme faaliyetini yerine getirmesi ile ilgilidir. Görevleri yerine getirme aşamasında
aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulmalıdır:
1. Mesleki uygulamalarla ilgili kayıt sisteminin işletilmesi (Buna özellikle tekrarlaması gereken aksiyonları tespit etmek açısından ihtiyaç
vardır.)
2. Müracaatçının üzerine düşen görevleri yaparken izlenecek stratejilerin belirlenmesi (görevlerle ilgili sıralama, zamanlama, ilave görevler
vb.)
3. Belirlenen görevlere ilişkin işbölümü yapılması (daha önce yapılmamış ise)
4. Görevi yerine getirmenin belirlenen hedeflere ulaşma bakımından öneminin müracaatçı tarafından anlaşılıp anlaşılmadığının kontrol
edilmesi (sorun çözme motivasyonunu artırmak açısından buna gerek vardır.)
5. Görevleri yerine getirmek üzere kullanılacak becerilerin müracaatçıya kazandırılması (görüşme sırasında rol yapma, model olma, kendine
emir verme vb. tekniklerin yardımı ile)
6. Müracaatçının görevlerini yerine getirmesini geciktiren ya da engelleyen hususların giderilmesi (motivasyon eksikliği, olumsuz duygular,
yanlış inançlar, beceri noksanlığı vb.)
7. Uzmanın görevlerin gerçekleşmesi ile ilgili katkısının planlanması
Bu aşamada müracaatçının dikkati sürekli olarak yapacağı görevler üzerine çekilmelidir, atacağı adımlar için destek verilmeli, gerekli yerlerde
önerilerde bulunulmalı ve yol gösterilmelidir.
Sorun çözme süreci içinde uzman ve müracaatçının ilk görüşmelerde üzerinde anlaştıkları (yazılı ya da sözlü) görevlerin yerine getirilip
getirilmediğinin izlenmesi ve alınan sonuçların değerlendirilmesi daha değişik ve pratik çözüm yollarının formüle edilip vakit geçirilmeden
devreye sokulmasını sağlar.
SONLANDIRMA AŞAMASI
Sadece bir oturumun (son oturum) sonlandırma için ayrılmış olmasına rağmen, sonlandırma gerçekte tedavinin süresinin belirlendiği ilk
oturumda, başlangıç aşamasında başlar. Sonlandırma aşaması sosyal hizmet uzmanı müdahale için zaman sınırını belirlediği ilk oturumla
birlikte başlar. Görev Merkezli Yaklaşım görece yapılandırılmış sonlandırma oturumu önerir. Müracaatçının müdahale için zaman sınırını
belirlediği ilk oturumda başlar. Bununla birlikte; müdahale süreci boyunca sosyal hizmet uzmanı müracaatçıya zaman sınırı ve ilave gelişme
için kalan oturum sayısı konusunu düzenli olarak hatırlatır.
Yerine Getirilen Görevlerin ve Sorun Çözme Becerilerinin Gözden Geçirilmesi
Müracaatçı tarafından yerine getirilen görev ya da elde edilen her türlü başarıya ilişkin bu vurgulama bir pekiştireç olarak işlev görür.
Sonlandırma oturumunda yerine getirilmesi gereken bir başka etkinlik, müracaatçının müdahale sürecinde edindiği sorun çözme becerilerini
belirlemesi için ona yardım edilmesidir. Mesleki çalışmanın sonlandırılması aşamasında uzman ve müracaatçı, üzerinde anlaştıkları amaçların
ne ölçüde gerçekleştiğini birlikte değerlendirmelidir.bunun aşamaları;
1. Sorunun çözümünde bugün gelinen nokta ile sorunu belirlemedeki isabet derecesi gözden geçirilmelidir.
2. Uzmana ve müracaatçya göre sağlanan değişme ve düzelmelerin neler olduğu değerlendirilmelidir.
3. Sorunun ileride tekrarlama olasılığına karşı alınacak önemler belirlenmelidir.
4. Sorunun kesin olarak çözümü için yeni bir tanımlama ve görev belirlemeye ihtiyaç olup olmadığı incelenmelidir
5. Müracaatçıya ileride karşılaşacağı başka sorunlarının çözümü için kurumdan tekrar yararlanabileceği bildirilmelidir.
6. Sorunun uzun süreli mesleki çalışmayı veya izlemeyi gerektirdiği durumlar için önlem alınmalıdırSorunların çözümü için uzmanın öncelikle
müracaatçının sorun çözme davranışını anlamaya çalışması önemlidir; diğer bir deyişle, müracaatçı hangi isteklerinin ne ölçüde ve ne yönde
gerçekleşmesini istediği belirlenmelidir.
1. Doğruluk: Sosyal hizmet uzmanı Müracaatçıya inançlarının doğru olup olmadığını anlaması için yardım etmelidir.
2. Kapsam: Sosyal hizmet uzmanı, müracaatçıya önemsiz gördüğü inançların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini kavraması yönünde yardımcı
olmalıdır.
3. Tutarlılık: sosyal hizmet uzmanı inançlar arasındaki uyuşmazlığa bağlı çarpıklıkları gidermede müracaatçıya yardım etmelidir
Müracaatçı kişi/aile her zaman belli şartlara uygun davranışta bulunma becerisinden yoksun olabilirler. Beceriler öğrenilir veya
deneyimlerden ders alıp genelleme yapmak suretiyle kazanılır.
Kurumlar insanları bazı kategorilere ayırarak belli insanlar için kolektif inançların oluşmasına zemin hazırlayıp davranışlarını olumsuz
etkileyebilir (öğretmenin sınıfındaki bakan çocuğu ile kapıcı çocuğuna farklı davranarak agresif tepkilere yol açması, belli yerleşim yerinde
oturan aile çocuklarının uyumsuz davranışlarda bulunduğu önyargısının toplumda yayılması gibi).

SEÇİM KURAMI
Glasser 1979 yılında Kontrol Kuramı olarak ortaya çıkardığı eğitim kuramı 1996 yılında Seçim Kuramı olarak değiştirmiştir. 1998’de de
kişisel özgürlüğün yeni bir psikolojisi olan Seçim Teorisi’ni yazmıştır. Bu teori insan davranışını ve motivasyonunu açıklar.
Resimlerle gerçek dünya arasında bir fark olduğunda kişiye göre algısal hata söz konusudur ve bu fark bizi davranışa götürür. İnsan
davranışları, sahip olduğu şeyle (real world) istediğimiz şey (picture album) arasındaki açığı kapatma çabasıdır.
Gerçeklik Terapisi’nde Temel Psikolojik Gereksinimler
İhtiyaçlar karşılandığında DENGE kurulur, UYUM sağlanır. İhtiyaçlar karşılanmadığında DENGESİZLİK söz konusudur ve
UYUMSUZLUK ortaya çıkar.
Ait Olma (sevme-sevilme, iş birliği paylaşma ve değerli olma) Gereksinimi
Ait olma gereksinimi kişinin bir etkinliğe karşı dışsal bir motivasyon sağlaması için gerekli olan bir ihtiyaçtır, fakat aidiyet gereksiniminde
kişinin önce bir şeye motivasyon sağlaması için daha öncelikli ihtiyaçlarının sağlanması gerekmektedir.
Güç Elde Etme Gereksinimi
Bireyler ergenlik çağına girdiklerinden itibaren güç elde etmeye, toplum tarafından ve çevreleri tarafından kabul edilip önemsenme isteği
duyarlar. Dolayısı ile yaptıkları işler, başarıları ve kazanımları bu yönde kendini gösterir.
Hayatta Kalma Gereksinimi
Hayatta kalma ihtiyacı bireyin doğumundan itibaren sahip olduğu gereksinimdir. Zaman zaman zor şartlar altında kaldığında hayatta
kalma çabası içindedir.
Özgür Olma Gereksinimi
İnsanlar hayatları boyunca özgür olmak isterler. Ergenlik çağına gelmiş çocuklar kendi kimliklerinin farkında olarak ailelerinden bağımsız
bir hayat sürme eğilimi içine girerler.
Eğlenme Gereksinimi
Seçim Kuramı’na göre davranışlar, dış dünyayı ve diğer insanların davranışlarını kontrol etme çabası olarak değerlendirilir. Eğlenme
gereksinimi de bireyin yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçlarındandır.
GERÇEKLİK TERAPİSİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Kimlik

. Başarılı kimlik gereksinimi sağlıklılık ve gelişme gücü olarak ele alınır ve insanın doğasının sosyalliğe dayandığı üzerinde durulur. Glasser
başarılı ve başarısız kimlik kavramına çok önem verir. Glasser’e göre başarılı kimlik kazanmış olmanın en önemli göstergesi ise sorumluluk
duygusudur.
Katılım
Katılım gereksinimi insanın sinir sistemine yerleşmiştir. Sinir sisteminde insanın başkalarına katılması için onu cesaretlendiren bir acı söz
konusudur. Bu acı insanları katılmaya yöneltir.
Sevgi ve değerli olma
Glasser iki temel gereksinimden bahseder. Bunla; sevme ve sevilme gereksinimi, kendimizin ve başkalarının değerli olduğunu hissetme
gereksinimidir.
Sorumluluk
Sorumluluk, bir kimsenin kendi gereksinimlerini başkalarını da kendi gereksinimlerini karşılama yeteneğinden mahrum bırakmayacak şekilde
karşılama yeteneğidir. Sorumluluk bir araya geldiklerinde başarılı kimliği oluşturan sevgi ve değere sahip olmaktır.
Gerçeklik
Gerçeklik Terapisi’nin amacı yalnızca insanları gerçeklerle yüz yüze getirmeye çalışmak değil, aynı zamanda bu çerçeve içinde
gereksinimlerini karşılayabilecek hâle gelmelerine yardım etmektir.
Toplam Davranış
Glasser’e göre insan davranışı sadece uyarı – tepki (U-T) bağıyla açıklanamaz. Ona göredavranış, bünyesinde yapma (doing), düşünme
(thinking), hissetme (feeling) ve fizyoloji ögelerini barındırır. Glasser buna total davranış (total behavior) adını verir.
GERÇEKLİK TERAPİSİ’NİN ÖZELLİKLERİ
Gerçeklik Terapisi’ni uygulayan sosyal hizmet uzmanları şikâyet, suçlama ve eleştirilere çok kulak asmaz, çünkü bunlar bildiğimiz davranışlar
içerisinde en etkisiz olanlarıdır
Seçim ve sorumluluğun vurgulanması
Transferansın reddedilmesi
Terapi sürecinde içinde bulunan zamana odaklanma
Semptomlar üzerinde odaklanmaktan kaçınmak
Ruh hastalıklarına ilişkin geleneksel görüşler ile mücadele
GERÇEKLİK TERAPİSİNİN İLKELERİ
Katılım

Müracaatçının müdahale sürecine katılması ve sosyal hizmet uzmanı ile iş birliği yapması gerekmektedir.
Şu andaki davranışa odaklanma
Gerçeklik Terapisi’nin önemli ilkelerinden biri bulunan andaki davranışa oldaklanmaktır. Müracaatçının geçmişte ne yaşadığınının bir
önemi yoktur. Önemli olan o an ne yaşadığı ve uzmana hangi sorun ile geldiğidir.
Davranışı değerlendirme
Sosyal hizmet uzmanı müracaatçı ile çalışırken müracaatçının sorunlu davranışını değerlendirir.
Sorumlu davranışı planlama
Sosyal hizmet uzmanı değerlendirdiği sorumlu davranış ile birlikte müracaatçının katılımı ile birlikte bir plan yapar.
Kendini adama
Müracaatçının sorun çözme sürecinde kendini adaması, soruna yoğunlaşması gerekir. Sorun ile ilgili sosyal hizmet uzmanının yaptığı
yönlendirmelere uyması geekmektedir.
Bahane bulmama
Müracaatçı yaptığı hatalar için bahane bulmamalı, yaptığı hataları kabul etmeli bunları düzeltme yoluna gitmelidir.
Cezalandırmama
Sosyal hizmet uzmanı yaptığı hatalardan dolayı müracaatçıyı cezalandırmamalı, hatalarını görmesine yardımcı olmalıdır.
Müracaatçıyı cezalandırma onun hatalarını görmesini engeller ve sorunun çözümünde olumsuz etki eder.
Bununla birlikte başarılı bir kimliği kazanmanın unsurları:
ü Yaşadığı dünyanın gerçeğini yadsıma veya göz ardı etmemek,
ü Kendi davranışının sorumluluğunu kabul etmek,
ü Plan yapmak ve gerçekleştirmede mesul davranmak,
ü Başkalarını sevmek ve onlara katılmak, kendini başkalarına vermek ve karşılığında sevilmek,
ü Kendine ve başkalarına yararlı etkinliklere katılmak,
ü Standartlara elverişli etik davranışlar kapsayan bir biçimde yaşamaktır
Geleneksel yaklaşımlar ve Gerçeklik Terapisi arasındaki farkları şu şekilde belirtmiştir:
1. Gerçeklik Terapisi’nde müracaatçıya hasta gözüyle bakılmaz ve müracaatçı geçmişte olanlara rağmen o andaki davranış ve tutumlarını
değiştiren kişi olarak algılamaya güdülenir.
2. Gerçeklik Terapisi’nde sosyal hizmet uzmanı müracaatçıın hayatında önemli bir varlık hâline geldiği kişisel yakın ilişki üzerinde durur.
3. Gerçeklik Terapisi’nde bilinçaltı güdülenmenin varlığı yadsınmaz; ancak davranışların nedeninin araştırılmasının değişme
getirmeyeceği vurgulanır.
4. Gerçeklik Terapisi’nde terapi toplumun ahlak kurallarına dayanır.
GERÇEKLİK TERAPİSİ’NDE SOSYAL HİZMET UZMANIN İŞLEV VE ROLÜ
Sosyal hizmet uzmanlarının müracaatçılara kişisel değerlendirme yapmayı öğretmektir. Sosyal hizmet uzmanının amacı müracaatçı
için değerlendirme yapmak değil, müracaatçının değerlendirme yapmalarını kolaylaştırmaktır.
Sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasında bir yakınlaşma gerçekleşmesi için sosyal hizmet uzmanının samimi, sıcak, anlayışlı,
yargılamayan, müracaatçıa saygılı olması gerekir. Bu durum sadece sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasında değil, bütün
insan ile çalışan mesleklerde özellikle sosyal hizmet mesleğinde geçerlidir.
İYDP (WDEP) Sistemi
WDEP Sistemi Wubboldng ve çalışma arkadaşları tarafından 1998’de Gerçeklik Terapisi’nde kullanılacak temel yöntemleri tanımlamak için
kullanılmıştır.
Bu sistemde her bir harf bir stratejiyi temsil eder.
İstekler (Wants)
Burada müracaatçılar sosyal hizmet uzmanlarının sordukları sorular sayesinde isteklerini keşfetmeyi ve bu istekleri nasıl karşılamaları
gerektiğini öğrenirler
Yapma (Doing)
Gerçeklik Terapisi sadece bulunan o anki davranışa odaklanır. Geçmişteki davranışlara odaklanmaz. Buradaki amaç mevcut davranışı
değiştirmeye ve etkilemeye çalışmaktır.
Planlama (Planning) ve Etkinlik
Plan yapıp uygulamak insanların hayatlarında etkin bir rol edinmelerine neden olur. Yapılan planlar herhangi bir nedenden dolayı işe
yaramaz ise yeniden plan yapılır. Planlar müracaatçılara destek noktası sağlar. Bir başlangıcın yapılmasına olanak sağlar
Değerlendirme (Evaluation)
Müracaatçılardan davranışlarının her bir parçasını değerlendirmelerini istemek Gerçeklik Terapisi’nde yapılması gereken temel bir
görevdir.
Terapi sürecinin amacı müracaatçıların kendi yaşamlarını değerlendirmelerini ve daha etkili davranışlarda bulunmak için karar
vermelerini sağlayan bu iki bileşeni bir araya getirmektir.
Gerçekli Terapisi’nin uygulanmasında kullanılan teknikler dört grupta toplanabilir:
Ustaca Soru Sorma Sanatı: Gerçeklik Terapisi’nde soru sorma tekniği sıkça kullanılır. Sosyal hizmet ustaca sorular sorabilmelidir. Soru
sormanın amaçları; müracaatçıın iç dünyasına girebilme, müracaatçı ve problemle ilgili bilgi edinme, müracaatçıya bilgi verme ve daha
etkili bir şekilde yaşamlarını kontrol edebilmeleri için müracaatçılara yardım etmektir.
Kişisel Gelişim İçin Kendi Kendine Yardım: Bu teknik müracaatçıların karşılamak durumunda olduğu istek ve ihtiyaçlarını, değişim
hedeflerini ve davranışlarını tanımlamasına yardım etmektedir.
Mizah ya da Espri: sosyal hizmet uzmanları etkili bir terapi için mizah ve espriyi gerekli görmektedir. Bunların terapide zamanlamasına
dikkat edilmelidir.
Paradoksal Teknikler: Bu teknikte müracaatçıdan problemli davranışı abartarak sergilemesi istenir. Mesela hata yapmaktan korkan bir
müracaatçı daha çok hata yapmaya çalışması doğrultusunda yönlendirilir.
GERÇEKLİK TERAPİSİNİN KATKILARI
Gerçeklik Terapisi’nin avantajları arasında bilinçli yapılan davranışsal problemlerle ilgilenme ve nispeten kısa vadeli olarak bunun üzerinde
durma sayılabilir. İç görü ve farkındalık kazandırma davranış değştirmek için tek başına yeterli değildir. Müracaatçıın kendini
değerlendirmesi, bir eylem planı yapması ve bunu uygulaması önemlidir.
GERÇEKLİK TERAPİSİ İLE İLGİLİ ELEŞTİRİLER
Gerçeklik Terapisi’nde bireyin sadece bulunduğu durum söz konusu iken sosyal hizmet mühalesinde bireyin geçmişte yaşadığı sıkıntılar ve
sorunlarda ele alınır. Gerçeklik Terapisi’nin sosyal hizmet müdahalesi ile ters düşen noktası bireylerin sorumluluk sahibi olması gerektiğini ve
bir sorun ile karşılaşıyorsa bu sorunun nedeninin bireyin sorumsuzluğundan kaynaklandığı söylemektedir
Türkiye’deki ceza infaz kurumlarında Gerçeklik Terapisi oldukça yaygın kullanılan bir kuramdır. Buradaki eksik nokta yetişkinler, çocuklar
sadece yaptıkları olumsuz davranışın cezasını çekmek için kapatılmakta tam anlamı ile rehabilite edici çalışmalar yapılmamaktadır
GEŞTALT YAKLAŞIMI’NINGELİŞİMİ
Geştalt Yaklaşımı, 1940’lı yıllarda Fritz Perls; Laura Perls ve Paul Goodman tarafından geliştirilmeye başlanmıştır. Başlangıçta bu yaklaşımın
adı konusunda bazı belirsizlikler yaşanmışsa da Fritz ve Laura Perls ve bu yaklaşım üzerinde çalışan diğer bilim adamları bu yaklaşıma ad
olarak “Geştalt” adını vermişlerdir.
Geştalt Yaklaşımı’nın pek çok farklı görüşlerden etkilenmiş olmasında, Fritz Perls’ün yaşadığı dönemdeki fikirlere açık olması ve
farkındalık gücünün yüksekliği ve bu bilgileri harmoni etmedeki dehasının önemli rolü olmuştur.
Geştalt Yaklaşımı iyi incelendiğinde, bu yaklaşımın kurucusu olarak bilenen Perls’in mesleki yaşam sürecinin, yaklaşımının oluşumda çok
önemli bir yer tuttuğu görülecektir. Geştalt Yaklaşımı’nı doğru anlamak için bu sürecin kilometre taşlarını bilmekte büyük yarar vardır.
Perls, psikanaliz eğitimine Karen Horney’in etkisiyle başladığı bilinmektedir. Aynı dönemde Wertheimer, Koffka ve Köhler gibi
psikologların çalışmalarını takip ederek daha sonra Geştalt Yaklaşımı’nı geliştirirken bu birlikte çalışmalarındaki odak olan “algı”
kavramından yararlandığı görülecektir
Geştalt Yaklaşımı’nın da gelişimini ortaya koyan bu süreç sonunda Fritz Perls, tüm bu görüşleri ve daha da fazlasını kendi yaklaşımı
içinde bütünleştirerek Lore Perls ve Poul Goodman ile birlikte Geştalt Yaklaşımı’nı ortaya koymustur. Perls, Heefferline ve Goodman’ın
(1951) ortak kaleme aldıkları “Geştalt Terapi: İnsan Psikolojisinde Heyecan ve Büyüme (Gestalt Therapy: Excitement and Growth in
Human Psychology) adlı çalışmalarının yayımlanmasınından bir süre sonra Perls çifti Newyork’ta ilk Geştalt Enstitüsünü kurulmuşlardır.
Bundan kısa bir zaman sonra yine Perls çiftinin katkılarıyla Cleveland’da ikinci Enstitü Paul Goodman ve İsodere From’un katkılarıyla
kurulmuştur
GEŞTALT YAKLAŞIMI’NINTEMEL BAKIŞ AÇILARI
Geştalt Yaklaşımı’nın hem gelişim süreci incelendiğinde hem de kuramsal bütünlüğü incelendiğin üç temel bakış açısına sahip olduğu
görülecektir. Bunlar;
1. Varoluşçu bakış açısı
2. Fenomenolojik bakış açısı
Varoluşçu Bakış Açısı
Varoluşçu bakış açısı; yaşam- ölüm ikilemi, yaşamın anlamı, sorumluluk ve kaygı gibi kavramlarla özetlenmektedir. Tüm canlıların doğuştan
getirdikleri iki ana amacı vardır: Yaşamda kalabilmek ve yaşamada kaldığı süreçte büyüyüp-gelişmek.
Perls, kişinin kendisi ve ötekilerinin varlığının farkında olması ve kendi yaşamının sorumluluğunu alması, onun yaşamının anlamını ve içeriğini
belirleyeceği ifade etmektedir.
Fenomenolojik Bakış Açısı
Fenomenoloji en genel anlamda; kişinin, kendisini ve çevresini kendine özgü bir şekilde algılama ve anlama biçimidir. Fenomenolojik bakış
açısına göre her şeyin anlamı o kişiye ve içinde olduğu ana özeldir. Bu nedenden dolayı Geştalt Yaklaşımı’nda asla yorumlara ve
genellemelere yer verilmez.
Bütüncül Bakış Açısı
Sıralanan nedenlerle Geştalt Yaklaşımı’nda insan, duyguları, düşünceleri ve bedeniyle bir bütün olarak ele alınmaktadır. Sözün özü bütüncül
bakış açısına göre beden, zihin ve ruh aynı şeyin farklı görünüşleridir.
Geştalt Yaklaşımı’nın temel bakış açıları bir bütün olarak incelendiğinde birbirleriyle etkileşimsel bir bütünlük oluşturdukları ve oluşturulan
bu bütünlüğün çoklu değişkenleri fark edebilme alanına sahip olduğu görülecektir.
GEŞTALT YAKLAŞIMI’NDA TEMEL KAVRAMLAR
Farkında Olmak

Geştalt Yaklaşımı “farkında “ olmak kavramını çok önemsemektedir. Farkındalık Geştalt Yaklaşımı’nın en temel kavramları arsındadır. Çünkü
Geştalt Yaklaşımı’na göre büyüme ve değişmenin ilk koşulu farkında olmaktır. Perls ve arkadaşları farkında olmayı “kişinin kendi algısal alanı
ile temas hâlinde olması” şeklinde tanımlamışlardır.
ü Farkında olmak, kişinin yaşadığının, kim ve nasıl biri olduğunun göstergesidir.
ü Farkındalık bir yaşam şeklidir.
ü Yaşamın amacı yaşamaktır, yaşamak ise farkında olmaktır.
ü Farkındalık, üzerine düştüğü her şeyi aydınlığa kavuşturan bir güneş ışığıdır.
Farkındalık pek çok bilim adamı için tanımlanması gereken bir kavram olarak önemsenmiş ve dolayısıyla birbirinden farklı
“farkındalık” tanımları yapılmıştır. Bunlardan birkaçı;
Geştalt Yaklaşımı’nda “farkındalık” kavramına ilişkin bazı özellikler bulumaktadır. Bu özelikler;
a) Farkında olma “içinde bulunulan an” da ortaya çıkar.
b) Farkında olma şekil-fon ilişkisine ve kişinin fenomenolojisine bağlı olarak ortaya çıkar.
c) Farkında olmanın farklı bileşenleri vardır.
ü İçsel yaşantıların farkında olma
ü Duyum ve davranışların farkında varma
ü Duyguların farkına varma
ü İsteklerin farkına varma
ü Değer yargılarının farkına varma
ü Çevresel faktörlerin farkında olma
ü Uzlaşma alanının farkında olma
o Farkında olma bir boyuttur
o Farkında olma harekete geçebilmenin ön koşuludur.
Tamamlanmamış İşler
Geştalt Yaklaşımı’nın psikoloji alanına getirdiği en önemli katkılardan biri “tamamlanmamış işler” kavramıdır.
Geştalt psikologlarının 1920’lerde yaptıkları algı çalışmalarına bağlı olarak öne sürülen bu önermelerden yola çıkan Zeigarnik yaptığı
deneysel çalışmalarda insanların tamamlanmamış işleri tamamlanmış olanlardan daha iyi hatırladıklarını ortaya koymuştur.
Farkındalık-heyecan-temas döngüsünde, bir çan eğrisi içinde sırasıyla geri çekilme, duyum, farkına varma, harekete geçme, hareket, temas,
doyum, geri çekilme aşamaları vardır. Ancak bu ihtiyacın karşılanmasdının aşamalarıdır. Bazen de ihtiyaç bu aşamalardan birine takılarak
tamamlanmaya da bilir.
İhtiyaçların karşılanmamasında bazı faktörlerin belirgin derecede etkli olduğu ifade edilir. Bunlar:
ü İhtiyaçların yargılanması
ü İhtiyaçların sıralanamaması
ü Tamamlanmamış işler
ü Başlanmamış işlerle ilgili olarak yaşanan kaygı
ü Çevresel alternatiflerin kullanılamaması
ü Kendi ihtiyaçlarının sorumluluğunu üstlenememe
Temas
Geştalt Yaklaşımı’nı diğer psikoloji içerikli kuram ve yaklaşımlardan ayıran en önemli noktalardan biri “temas” kavramı üzerine yaptığı
vurgudur.
Temas organizma ile çevre arasındaki temas sınırında yaşanır. İyi bir temasın sağlanabilmesi için karşılanması gereken bazı koşulları yetine
getirmek önemlidir. Bunlar:
ü İyi bir temasın sağlanması için öncelikle temas kanallarının açık olması bir koşuldur.
ü İyi bir temasın sağlanması için gerekli olan bir başka koşul ise temas sınırının esnek ve geçirgen olmasıdır.
Geştalt yaklaşımı ve temas sınırından bahsediyorsak, yasantı ve temas sınırı arasındaki bağlantıyı çok iyi anlamak zorunluluğu vardır.
Şu üç önermenin anlaşılırlığı çok önemlidir.
ü Yaşantı, organizma ve çevre arasındaki temas sınırının bir fonksiyonudur.
ü Temas sınırı kişinin, “ben” olanı, “ben” olmayanlara” göre deneyimlediği yerdir.
ü Kişinin ben sınırı daha önceki deneyimlerine ve yeni yaşantılarına göre belirlenir.
İnsanların teması gerçekleştirmeleri öncelikle duyu organları yoluyla gerçekleşir. Bunlar:
ü Göz ü Kulak ü Dil ü Cilt
Bu duyu organları temas sınırını belirler. Temas bazen bu duyu organlarından biriyle bazende birkaçı kullanılarak gerçekleştirilir. Duyu
organları dışında bazı kaynaklar “hareket etme” nin de bir temas biçimi olduğunu ifade ederler.
Kişinin diğer insanlarla olan ilişkilerinde kullandığı temas biçimleri aşağıda sıralanmıştır:
ü İçe alma ü Duyarsızlaşma ü Saptırma
ü Yansıtma ü Kendine döndürme ü Kendini seyretme ü İç içe geçme
İçe alma
Kişinin çevresinden gelen duygu, düşünce ve davranışları ayırt etmeden ve özümsemeden olduğu gibi içine alarak kabul etmesidir. Kişinin
dışarıdan gelenleri çiğnemeden yutması gibidir.
Literatürde içe almanın oluşabilmesi için iki koşul olduğu ifade edilmektedir.Bunlar:
1. İçe alınan bilgininin çok sık tekrarlanmış olması
2. Duygusal açıdan yüklü olması
İçe alma temas biçimi, diğer temas biçimlerini de belirlediğinden, içe alınanların değiştirilmesi, hem çok yoğun, derin bir çalışmadır, hem de
diğer biçimlerini de yoğun olarak etkileyebilecek bir çalışmadır.
Duyarsızlaşma
Duyarsızlaşma çevreden gelen bilgilerin ve kişinin içinden gelen acı ve rahatsızlık hissinin, dikate alınmaması, göz ardı edilmesidir. Başka
bir açıklama ile: kişinin kendi bedeninden gelen duyumların ve duygularının farkına varamamasıdır. Duyarsızlaşma iki biçimde oluşabilir:
1. Bedensel duyumlara duyasızlaşma 2. Duygulara duyarsızlaşma
Yansıtma
Kişinin kendi duygu, düşünce, davranış ya da özelliklerini bir başka kişiye, duruma ya da objeye atfetmesi olarak tanımlanabilir bir
kavram olan yansıtma; bir anlamlandırma sürecidir.Yansıtma günlük yaşamda oldukça fazla kullanılan bir temas biçimidir.
ü Bugünden geleceğe ait tahminlerde bulunmak veya planlar yapmak bir tür yansıtmadır.
ü Sanatsal etkinliklerde bulunmak bir tür yansıtmadır.
ü Ötekinin düşündüğü şeyi, hislerini ya da nedenlerini tahmin etmek de bir tür yansıtmadır.
ü Doğrudan bilgimiz dışında olan durumlara ilişkin yorumlarımız da bir tür yansıtmadır.
ü Ön yargılar ve büyük genellemelerde bir tür yansıtmadır
ü Bilgimiz dışında kalan durumlarda diğerlerine yönelttiğim suçlamaların çoğu da yansıtmadır.
ü Kabul edemediğimiz sorumluluk duygularımızda, kendi duygu ve davranışlarımızın sorumluluğu da bir tür yansıtmadır.
ü Zaman zaman olmayan bedensel ağrıların yaşanması, kişinin canının acımasını bir tür kendi vücuduna aktarması da bir yansıtmadır.
Kendine döndürme
Kendine döndürme temas biçimi kişinin dışa yönelmekten bir biçimde vazgeçerek enerjisini bu yönde harcamayıp, kendine yönelmesidir.
Kendine döndürme temas biçiminin iki şekilde ortaya çıktığı görülmektedir:;
1. Kişi ihtiyaçlarını esas hedefe yöneltemediği için ya da yöneltmenin doğru olmadığını düşündüğü için ya da bunun için doğru zamanın bu
zaman olmadığına inandığı için enerjisini kendine yöneltir.
2. Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyor ise çevresine de çevresindekilerin kendisinden beklentilerinden bağımsız öyle davranır.
Kendini seyretme
Kendini seyretme kişinin, bir durumu yaşamak yerine, o durumu yaşayan kendisini ve çevresini uzaktan seyretmesidir. Yani Kkişinin kendini,
sanki bir başkasıymış gibi dışarıdan gözlemesi, izlemesidir.
İlişki, etkileşim bir noktada kişinin kendisini serbest bırakmasını ister. Aslında bu durum bir miktar risk almaktır. Kendini seyretme noktasında
olan kişi asla bu riski almaz.
İç İçe Geçme
Geştalt Yaklaşımı’na göre kişi ile diğerleri arasında sınır olmamasına iç içe geçme denir. İç içe geçmede kişi ve çevre birbirinden
farklılaşmayan bir hâl içindedir.
Literatür sağlıklı ilişkilerde bir ahenk olduğunu ifade eder. Bu ahenkte kişiler birbirlerine, uzaklaşır, yakınlaşır ve tekrar tekrar bu ahenk ritm
yaşanır
GEŞTALT YAKLAŞIMI VE SOSYAL HİZMET
İnsanların doğuştan getirdikleri en temel iki özellik diğer canlılarda da olduğu gibi, varlığını sürdürmek (yaşamaya devam etmek) ve büyüp
gelişmektir. İnsanın varlığını sürdürmek ve büyüyüp gelişmek için ihtiyacı olan her türlü fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyacını çevresinden
sağlar. Örneğin organizma acıktığında, susadığında ya da kendini yalnız hissettiğinde, kişi yeniden organizmasında dengeyi sağlayabilmek için
açlığını, susuzluğunu ya da yalnızlığını giderebilmek için harekete geçer. Bu ihtiyaçlarını giderdiğinde organizma yeni bir denge durumu
yakalar ve bu durum yeni bir ihtiyaç ortaya çıkıncaya kadar devam eder. Organizmanın ihtiyaçlarını fark etmesi ve bunları karşılamak üzere
harekete geçerek gerekli davranışları yapması yoluyla dengenin yeniden sağlanmasına organizmanın kendini ayarlaması denir.
İnsancıl Model, insanların çocukluk dönemleri ve mevcut öğrenme yaşantıları tarafından etkilendiklerini kabul etmenin yanı sıra,
psikolojik yönden sağlıklı olmak için kendi yaşantılarını biçimlendirmede rol oynayabildiklerini ileri sürmektedir.
Bu yaklaşım 1960-1970’lerde popüler olmuştur ve neredeyse hemen herkes kendini “insancıl” olarak tanımlamaktadır. 1960’larda
Amerika’da hümanistik psikolojisi ve üçüncü güç olarak bilinen bir ekol gelişmeye başladı. Bu ekol; ,insanın doğasının ihmal edildiğine vurgu
yapmaktadır. Temsilcileri Abraham Maslow ve Carl Rogers’dır.
İNSANCIL YAKLAŞIM’IN TEMEL UNSURLARI
İnsancıl (hümanisttik) Yaklaşım 4 temel ögeye dayanmaktadır:
1. Bireysel sorumluluk
2. Şimdi ve burada
3. Bireyin fenomenolojisine yapılan vurgu
4. Bireysel gelişim
Bireysel sorumluluk
İnsancıl Yaklaşım’a göre insanın davranışları onun kişisel tercihlerini yansıtır. İnsan ve hayvan arasındaki en temel fark, insanın seçme
özgürlüğü ve seçeneklerinin farkında olmasıdır. İnsancıl Yaklaşım’ı savunanlara göre, davranışlarımızın o an ne yapmak istediğimizi gösteren
kişisel tercihlerimizi yansıttığını öne sürerler.
Şimdi ve Burada
İnsancıl Yaklaşım’a göre, yaşamlarımızı olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmedikçe asla potansiyelini tam kullanan kişiler olamayız.mBu
etkinliklere harcanan zaman kayıp zamandır; çünkü hayatı dolu dolu yaşamanın tek yolu şimdi ve burada yaşamaktır.
Kendini gerçekleştirmiş kişinin özellikleri:
ü Kendini geliştirmeye açık ü İnsanlara ilgili ü İçinde yaşadığı topluma duyarlı
ü İçten denetimli ü Hoşgörülü ü Kendisiyle dalga geçebilen ü Yaratıcı olabilen
ü İnsanları ve yaşamı seven ü Demokratik
BİREY MERKEZLİ YAKLAŞIM
Birey Merkezli Yaklaşım (person-centered approach) Carl Rogers tarafından geliştirilmiştir. 1940’lı yıllarda ortaya atılan hümanistik (insancıl)
psikolojiyle ilgili kavramlara üzerinde temellenmiştir.
İnsancıl Kişilik Yaklaşım’ı,1950-60’larda insan doğasını açıklamak için yaygın bir şekilde kullanılan Psikanalitik ve Davranışçı yaklaşımlardan
duyulan hoşnutsuzluğa tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Bu yaklaşımın gelişmesinde de Carl Rogers ve Abraham Maslow gibi psikologların çalışmaları yatmaktadır.
Uyumsuzluk, kişinin ne olduğu ve ne olmak istediği arasındaki çelişki sonucunda oluşur. “Şu an” üzerinde durulur, yaşanan deneyimler ve
ifade edilen duygular önemlidir
Rogers: “Açık iletişim kurmanın önemi oldukça büyüktür, eğer insanların işine karışmazsan onlar kendi başlarının çaresine bakar; eğer
insanlara öğüt vermezsen kendilerini geliştirebilir; eğer insanları zorlamazsam kendileri olur” demektedir.
Rogers’ın insana atfettiği unsurlar şunlardır:
ü Özgürdür ve kendisi için ve kendi başına karar verebilir.
ü Mantıklıdır, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ele alabilir.
ü Benlik ve kişilik bütünlüğüne doğru ilerleyebilir.
ü İnsanı hem biyolojik yapısı hem de çevre ortak olarak etkiler.
ü Değişme yeteneğine sahiptir.
ü Öznel dünya gerçek dünyadır, yani gerçek olan bireyin kendi dünyasıdır.
ü İnsan öznel dünyasına göre veya iç referans çerçevesine göre davranır.
BİREY MERKEZLİ YAKLAŞIMIN TEMEL KAVRAMLARI
Benlik

Yeni doğan bebek kendinsin ayrı bir varlık olduğunun farkında değildi; yani “ben” ve “ben olmayan” arasında bir ayrım yapamaz. Yani
yaşamın başlangıcında “benlik” mevcut değildir. Farkındalık ile birey benliğini oluşturmaya başlar.
Potansiyelini Tam Kullanan Birey
Birbirine benzer, kalıpsal davranışlar göstermek yerine, yaşamın onları nereye götüreceğini görmek isterler. Potansiyelini tam
kullanan kişi, kendi duygularına güvenmeyi öğrenir.
Rogers’a göre psikolojik olarak sağlıklı ve kendini tam olarak ortaya koyan bir insanın özellikleri:
ü Tüm yaşantılara açıklık
ü Her anı dolu dolu yaşayama eğilimi
ü Bireyin başkalarının düşünce veya mantığı yerine kendi güdüleriyle davranabilme yeteneği
ü Düşünce ve davranışta özgürlük duygusu
ü Duygularını başka insanlara göre daha derin ve yoğun bir şekilde yaşama
ü Kendini gerçekleştirmiş kişi olma ve benliğin gelişiminin sürek olması
ü Toplumsal beklentiler tarafından belirlenmiş rollere uymak konusunda diğer insanlara göre daha az istekli olma
ü Hem olumlu hem de olumsuz duygular içinde olma
ü Öfkelerin kabul edilmesi ve dışa vurulması
Kaygı ve Savunma
Rogers, genellikle mutlu ve potansiyelini tam kullanan yetişkinler olmakta başarısız olduğumuzun farkındaydı. Sorunun, kaygıyı yaşayıp
çeşitli psikolojik savunma yöntemleriyle tepki gösterdiğimizde başladığını söyler.
Potansiyeli tam kullanan insanın tepkisi:
Bu bilgiyi kabul eder. Ortada sizden hoşlanmayan bir kişi vardır. Bu bilgi üzerine bir süre düşünür ve bunu kendilik kavramıyla
bütünleştirmeye çalışır.
Koşulsuz Olumlu Kabul
Anne babalar, yaptıkları davranışı onaylamamalarına rağmen, onları her zaman seveceğini ve kabul edeceğini çocuklarına hissettirmelidir. Bu
koşullar altında çocuklar, olumlu kabulün ortadan kalkmasına neden olabilecek düşüncelerini ve duygularını inkâr etme gereği duymazlar.
Algı ve Farkındalık
Algılama yaşantıların veya uyarıcıların farkında olmaktır. Rogers tüm algılama ve farkındalıkları, geçmiş yaşantıdan oluşan ve geleceğe ilişkin
bir hipotez ve tahmini içeren karşılıklı bir etkileşim olarak görmektedir.
MESLEKİ İLİŞKİNİN ÖZELLİKLERİ
Bireyin benliği ile yaşantıları bağdaşım içindeyse, bütünleşme ve kendini gerçekleştirme ortaya çıkar. Kendini gerçekleştirme hümanistik
psikolojide önemli bir kavramdır.
Mesleki ilişkide:
1. Gerçek benlik, ideal benlik ve yaşananlar arasında bağdaşım oluşturmak: Uyuşmazlıkları en alt seviyeye düşürebilmek, benliğin kabul
düzeyini en üst seviyeye yükseltebilmektir. Bireylerin benliklerinden ayrı gördükleri ve bastırdıkları yaşantıları uyuşmazlığa yol açar.
2. Müracaatçının geliştirdiği ve uyumunu bozan tutum ve değerlerini değiştirmek: Müracaatçıda davranış değişikliği oluşturmak, onlara
kendilerini keşfetmelerine yardım etmek amacıyla uygun koşulların sağlanması, onların geçmişte yaşadıkları, ancak inkâr ettikleri veya
çarpıttıkları koşulları -bunlar onların gelişmesine ve kişiliğin bütünleşmesine engel olan bloklardır- tanımalarına yardımcı olur.
3. Müracaatçının kendini gerçekleştirmeye yönelik çabalarını desteklemek: Kendini gerçekleştirmeye yönelik değişiklikler; içten denetimli
hale gelme, içgörü kazanıp problem çözme becerilerini geliştirme, gerçek benliği ile ideal benliği hakkında gerçekçi bakış açısı kazanma
durumlarında daha etkili olabilme olarak sıralanabilir.
MESLEKİ İLİŞKİDE SOSYAL HİZMET UZMANI
Rogers mesleki ilişkide bazı ön koşulların bulunması gerektiğini belirtir. Bunlar müracaatçının kişiliğinin değişimi için şarttır. Bunlar:
ü Sosyal hizmet uzmanı ile müracaatçı yakın psikolojik ilişki içindedir.
ü Bu ilişkide müracaatçı, kaygılı ve uyum bozukluğu içindedir.
ü Sosyal hizmet uzmanı bütünleştirici ve samimidir. Sosyal hizmet uzmanı müracaatçısına karşı içten olmalıdır.
ü Sosyal hizmet uzmanı şartsız ve olumlu saygı ve kabul gösterir. Sosyal hizmet uzmanı; müracaatçıyı herhangi bir özelliğinden dolayı ayrı
göremez, tüm müracaatçılarına karşı aynı şartsız saygıyı göstermelidir.
ü Sosyal hizmet uzmanı sosyal hizmet uzmanıına empati kurma becerisini çok iyi kullanmalıdır.
ü Sosyal hizmet uzmanın başarısı, sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasındaki ilişkinin etkililiğine bağlıdır.
MESLEKİ İLİŞKİDE MÜRACAATÇI
Danışma sürecinin gidişini müracaatçı belirlemektedir. Sosyal hizmet uzmanının yapmış olduğu geri bildirimler sonucu müracaatçı
konuşmaya, bilgi vermeye hazır olmalıdır. Müdahale sürecinde kişinin psikolojik ve sosyal açıdan uyumlu hâle gelebilmesi için öncelikle
sorumluluk alması ve sorumluluk duygusunu yaşaması gereklidir.
Meslek ilişki süreci içinde müracaatçı belli aşamalardan geçer. Bu aşamalar:
1. aşama:
ü Müracaatçı kendini anlatmak istemez. ü Değişmek istemez.
ü Sorunlarını ortaya koymaz. ü Yakın ilişkileri tehlikeli görür. ü Değerlendirmeleri katıdır.
2. aşama:
ü Müracaatçı duygularını yavaş yavaş açar. ü Kendisiyle ilgili konuşur.
ü Sorunların kaynağını kendi dışında arar. ü Kendisi hakkında çelişkili açıklamalar yapar.
ü Kendisi dışındaki konularda rahat konuşur. ü Sorunlarını çok az fark etmeye başlar.
3. aşama:
ü Müracaatçıın kendini anlatma korkusu azalır. ü Yaşantılarını anlatır.
ü Genelde geçmişteki olumsuz duyguları anlatır. ü Fakat bunları kabul etmez.
ü Yaşantıları ile duyguları arasındaki tutarsızlıkları fark etmeye başlar.
ü Böylece yaşadıklarının kendisi için önemini anlamaya başlar
4. aşama:
ü Kendini kabul etme, anlatma, saydamlık hızla gelişir. ü Sorumluluk duygusu gelişir.
ü Sosyal hizmet uzmanı ile duygusal temele dayanan ilişki kurmaya başlar.
ü Sorunların çözümündeki kendi sorumluluğunu fark etmeye başlar.
5. aşama:
ü Korku ve güvensizliği atamamıştır. ü Duygu ve düşünceleri birbirinden ayırır.
ü Fakat duygularını kabullenme oranı artmıştır. ü Duygularını daha rahat belirtmeye çalışır.
ü Birçok duygusunu yaşantıya dönüştürür.
6. aşama:
ü Müracaatçı yaşantılarını aynen kabul etmeye başlar. ü Yaşadıklarından artık korkmaz ve onları inkar edip çarpıtmaz.
ü Bağdaşım görülmeye başlanır.
ü Yaşantıları arasındaki ilişkiyi açıkça görür. ü Kendini daha rahat hisseder.
ü Benliğini yaşanan bir süreç olarak görür.
7. aşama:
ü Müracaatçı yeni duyguları yaşamaya hazırdır. ü Yeni yaşantılardan korkmaz.
ü Kendini, kim olduğunu ve ne istediğinin ayrıtındadır. ü Kendine güveni artmıştır.
ü Bazı müracaatçılar 7. basamağa mesleki ilişki sonlandıktan sonra ulaşmaktadır
MESLEKİ İLİŞKİ SONUNDA ULAŞILMASI GEREKENLER
1. Müracaatçı, yardım amacıyla gelir ve bu süreç sınırlıdır.
2. Sosyal hizmet uzmanı müracaatçıyı kendini rahat ve açık bir şekilde anlatabilmesi için cesaretlendirir.
3. Sosyal hizmet uzmanı; müracaatçının sorununu, duygularını şartsız kabul eder ve saygı gösterir. Böylece müracaatçıyı
cesaretlendirir.
4. Müracaatçının benliği ile yaşantıları arasında bütünleşme sağlar. Böylece bastırmaları azalır.
5. Müracaatçı seçim yapma, karar verme, yeni yaşantılara açık olma, öz saygı ve öz güven kazanmaya başlar. İçten denetimli olur.
Terapötik ilişkinin doğasını açıklar. Sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasındaki ilişkinin sınırlarını belirtir. Müracaatçının değişmesi
için gereken ortamı sağlar; müracaatçıyı yargılamaz, ayıplamaz, duygularını kabul eder, duyguların farkına varılmasını sağlar, duyguları
netleştirir.
Sosyal hizmet uzmanlarının özellikleri;
Şartsız kabul
1. Müracaatçılara yönelik ilk ve en önemli tutumdur.
2. Müracaatçıyı tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle kabullenmedir.
3. Sadece insan olduğu için değerli saymaktır.
4. İstenmeyen davranışlarından kurtulmasının kendisine bağlı olduğu belirtilmelidir.
5. Hiçbir koşul koymadan müracaatçıla ilişki kurulmasıdır.
6. Müracaatçıya değer verilmelidir.
7. Sıcak bir ilgi ve kabul gösterilmelidir.
8. Müracaatçı ne olursa olsun sosyal hizmet uzmanından kabul göreceğini anlar. Böylece kendini açabilir
Dikkatle dinleme-içtenlik-bağdaşım
1. Müracaatçıyı anlamanın yolu, onu dikkatlice ve ilgiyle dinlemeden geçer.
2. Bütün davranışları gözlenmelidir.
3. Ne demek istediği, neden dediği, nasıl dediği anlaşılmalıdır.
4. Sosyal hizmet uzmanının sözlerinin dışında beden dili de müracaatçı üzerinde etkilidir.
5. Bu yüzden sosyal hizmet uzmanı yapmacık davranmamalıdır.
6. Doğal ve içten davranmalıdır.
7. Sosyal hizmet uzmanı kendini de açabilmelidir.
8. Sosyal hizmet uzmanı saydam olabilmelidir.
Empatik Anlayış
1. Müracaatçının kendini keşfetmesi, tanıması ve olumlu yönde değişmesi için gereklidir.
2. Taklit değildir. Yer değişimidir. Karşısındakinin yerine geçmedir.
3. Sosyal hizmet uzmanı müracaatçının iç dünyasına, müracaatçı gibi korkarak, karamsarca, kızarak değil kendi iç dünyası gibi
algılayarak fark ettiği duyguları ve yaşantıları yansıtır.
4. Empati sayesinde psikolojik yardım ilişkisi kolaylaşır
5. Sosyal hizmet uzmanı kendi duygu ve sorunlarına yönelmeden, tüm dikkatini müracaatçının duygularına yöneltmelidir.
6. Öneri ve moral vermeye yönelik girişimler empatiyi engeller.
7. Empati, müracaatçının yaşadıklarına sosyal hizmet uzmanının bakışı açısından değil, müracaatçının bakış açısından bakabilmesidir.
8. Empati, müracaatçının hissettiklerinin aynısını hissetmek değildir.
9. Aralarındaki ilişki, duygusal süreçlerle ilgili terapötik bir ilişkidir. Karşılıklı kabul, güven ve kayıtsız şartsız olumlu saygıya dayanır.
YAPISAL VE POST-YAPISAL KURAM: TANIM VE KAPSAM
En genel anlamıyla yapısalcılık (structuralism), toplumun ya da kültürün ögelerinin daha geniş sistemle ya da “yapıyla” (structure) olan
ilişkileri bağlamında incelenmesi gerektiğini vurgulayan akımın adıdır. Yapısalcılık ilk olarak dilbilimci Ferdinand ile Saussure’ün dilbilim
öğretisinde kendisini göstermiştir. Buna göre her dil yapılanmış bir bütündür; bütün dil bilgisi tanıtlamaları da zorunlu olarak yapısaldır.
Yapısalcılığın tek bir söylemi yoktur. Yapısalcılık “insan yaşamı fenomeninin ilişkiler bağlamında ele alınmaksızın anlaşılamayacağı inancıdır.
Yapısalcılığı tanımlamadaki yöntem ve teknik vurgusu ise toplumu inceleme ve anlama yöntem ve tekniğidir. Örneğin Piaget’e göre
yapısalcılık, bir yöntemdir. Bu terim bütün içerdikleriyle bir tekniktir. Levi-Strauss ise yapısalcılığı “değişmez olanın ya da yüzeysel farklılıklar
arasındaki değişmez ögelerin araştırılması” olarak tanımlar.
19. ve 20. yüzyıllara gelindiğinde tarihi ve kökleri çok eskilere dayanan Yapısalcı Yaklaşım’ın çeşitli biçimlerde yeniden tanımlandığına şahit
olunmuştur. 1950’li yıllardan başlayarak Yapısalcı Yaklaşım ve daha sonraları benzer/karşıt özellikleri ve eleştirel yaklaşımı içinde barındıran
post-yapısalcılık 1970’lerde sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında (sosyoloji, psikoloji, antropoloji, edebiyat, sosyal hizmet gibi) etkisini
göstermiştir.
Yapısal Kuram dört temel varsayımdan yola çıkar
Bunlardan ilki, doğal karşılanan bilgiye eleştirel yaklaşım ve sorgulamayı engelleyen ve tarihsel olarak şekillenen geleneksel bilginin
reddedilmesidir.
İkincisi, dünyayı kavrarken kullanılan dil ve kavramların tarihsel ve kültürel olarak özel olduğuna ve bilginin zaman ve kültürle kuşatılmış ve
sınırlandırılmış olduğuna inançtır.
Üçüncüsü, bilginin sosyal süreçler sonunda yapılandırılmasıdır ki bu da bir insanın yaşamında tek ya da gerçek bir yol olmadığını gösterir.
Dördüncüsü ise üzerinde uzlaşmaya varılmış kavrayışlar ya da sosyal yapılar farklı biçimlerin çeşitli şekillerde bir araya gelmelerinden ortaya
çıkar ve bu nedenle de bilgi ve sosyal davranış bir arada var olurlar.
Bu temel varsayımlar var olan yapıların dil, kültür, tarih, bilgi bağlamında yeniden ele alınmasını ve sorgulanmasını beraberinde getirmiştir.
Günümüzde yapısalcılık, eleştirel yaklaşımların, post-yapısalcılık ve yapısökümünün etkisiyle eski güncelliğini ve kabul edilebilirliğini
kaybetmiştir.
Lundy , insanlığın karşı karşıya olduğu, sosyal adalet ve insan haklarına zarar veren; küreselleşme, ekonomik dengesizlikler, savaş ve çevresel
felaketlerin önlenmesinde ve sosyal adalet ve insan haklarının gerçekleştirilmesinde yapısalcı bir analizi öngörmüştür.
YAPISAL SOSYAL HİZMET YAKLAŞIMI
Yapısal Kuram diğer alanlarda olduğu gibi sosyal hizmet kuram ve uygulamasında da önemli etkilerde bulunmuştur. Yapısalcı Kuram’da
yapının ögeleri ve bu ögeler arasındaki ilişkiler anlaşılmadan yapının kavranamayacağına duyulan inanç, sosyal hizmette de bireysel
sorunların ancak ve ancak toplumdaki güç ve kaynak dağılımının analizi yapılarak anlaşılabileceği şeklinde kavramsallaştırılmıştır.
Yapısalcılık sosyal hizmet etiğini de etkilemiştir. Sosyal hizmet etiğinde sosyal hizmet uzmanı ve müracaatçı arasındaki ilişkide objektif kararverme
sürecini önceleyen ideoloji baskındır.
Toplumsal sınıf, güç, toplumsal cinsiyet gibi toplumsal yapının belirleyici unsurlarına dikkat çekerek, sosyal sorunların çözümlenmesinde
yapısal ilişkileri ele alan yapısalcı yaklaşım sosyal hizmet uygulamasında aşağıdaki alanlarda destekleyici olmaktadır.
BİREYSEL/SOSYAL (PSİKO-SOSYAL) SORUNLARIN ANLAŞILMASINDA YAPININ ANALİZİ VE DEĞİŞME
Yapısal Kuram’ın sosyal hizmet açısından en önemli doğurgusu, müracaatçının içinde bulunduğu durumu (sorun ve/veya ihtiyaçlarını/ güçlüzayıf
yönlerini) onun içinde bulunduğu yapıyla (toplumsal, tarihsel, kültürel bağlamla) ilişkisi dâhilinde anlamasını sağlamasıdır. 1960'larda
sosyal hizmet uzmanları yeniden sosyolojik yaklaşımlara ya da reform yaklaşımına ilgi duymaya başlamıştır. Bu sosyolojik ya da reform
yaklaşımlarının içinde Yapısalcı Yaklaşım’ın etkisinin olduğunu söylemek de mümkündür.
SOSYAL HİZMET UZMANI- MÜRACAATÇI İLİŞKİSİ
Problem odaklı yaklaşımda müracaatçının rolü “pasif”; sosyal hizmet uzmanının rolü ise “sorumlu uzman” ve “müracaatçıyı yönlendiren”
biçimindeydi. Yapısalcı Kuram’ı kullanan bir sosyal hizmet uzmanı, müracaatçısıyla ilişkisinde ortak diyaloglara dayanan eşitlikçi bir
perspektifi benimser.
Hak savunuculuğu ve sosyal adaleti gerçekleştirme
Yapısal analiz yapan sosyal hizmet uzmanı var olan eşitsiz durumları değerlendirirken hak savunuculuğu yaparak ihtiyaçların karşılanmasında
sorumluluk alır. Hem bir insan hakları mesleği hem de sosyal bir hak olarak görülen sosyal hizmet hak temelli bir yaklaşımı benimser.
Kolektif bilinç
Bir grubu ya da toplumu bir araya getiren ortak düşünce ve tutumlar olarak ele alabileceğimiz kolektif bilinç, aynı zamanda bireylerin
ortak yaşantılarına da gönderme yapmaktadır.
Grup dinamikleriyle ilgili önemli katkılarda bulunarak yapısal fonksiyonel modeli geliştiren Edelson’a göre de grup içinde üyelerin
paylaştıkları ortak değerler kurumsallaşıp yapısallaştığında grubun varlığı da kurumsallaşmış olur; grubun değerleri artık gruba aittir ve
bireysel özelliklerinden farklıdır.
Bireysel ve Politik Olanı Bağdaştırmak ve Sosyal Aktivizm
Yapısal Kuram, toplumda üzerinde uzlaşma sağlanmış değerlerden hareket etmekte ve bu yapının şimdiki hâlinin bireyin eylemini
belirlediğini kabul etmektedir. Zastrow ’a göre sosyal hizmet uzmanının aktivist rolü; kurumsal değişimi amaçlayarak güç ve kaynaklardan
dezavantajlı grupların faydalanmasını sağlamaktır. Aktivistler; sosyal adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksunlukla ilgilenirken nihai amaçları sosyal
çevrenin bireylerin ihtiyacını daha iyi karşılayacak biçimde değiştirilmesidir. Yapısalcı Yaklaşım’da ise bireyin içinde yaşadığı tarihsel, kültürel
zemine (yapıya) vurgu yapılmaktadır.
Denge kavramı sistemlerin varlığını sürdürebilmek için denge arayışı içinde olduğunu anlatmak için kullanılmaktadır. Sistem Yaklaşımı’nın bu
genel kabulleri Yapısal Kuram’ın kullandığı kavramsallaştırmalardır. Buradaki fark “yapı” kavramı yerine “sistem” kavramsallaştırmasının
kullanılması ve her bir sistemin kendi iç sistemsel özelliklerine daha fazla vurgu yapılmasıdır.
YAPISAL ANALİZ ARACI
Toplumdaki güç ilişkileri, hem birincil/ikincil yapıları hem bireysel yaşantıları hem de ideolojiyi etkilemekte ve belirlemektedir. Bu anlamda
toplumsal güç ilişkileri ele alınmaksızın birincil/ikincil yapıların doğru bir değerlendirmesi yapılamayacağı gibi bireysel yaşantının nasıl
şekillendiği anlaşılamayacak ve “ideoloji” güç ilişkilerinden bağımsız bir şekilde değerlendirildiğinden bireysel/toplumsal sorunların
kaynakları anlaşılamayacaktır.
YAPISAL SOSYAL HİZMETE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
Yapısal sosyal hizmet, modernist kavramsallaştırmalara yönelik aşırı vurgu nedeniyle eleştirilmiştir. İlk olarak, yapısal analizin “evrensel” bir
sosyal kimlik ve baskı tanımlamasına giderek öznel/bireysel yaşantı ve başa çıkmaları ya da yerel toplulukların baş etme kapasitelerini ele
almaması bakımından eleştirilmiştir. İkincisi, sosyal hizmet mesleğinde uygulama sürecinde bireyi baskı altına alan ve güçsüzleştiren sosyal
yapıların yeniden üretilme tehlikesine dikkat çekilmektedir. Bu anlamda Yapısal Yaklaşım, toplumsal yapı ve bireyi, değişmez sözde “nesnel”
boyutlarıyla ele aldığından ve karşılıklı yeniden üretim ve inşa sürecini tanımlamadığından, insanların/toplumların yaşam becerilerini ve
kendilerini gerçekleştirme olanaklarını sınırlayan yapısal güçleri görmezden gelerek destekleyeceği yönünde eleştirilmiştir. Üçüncü eleştiri
konusu ise sınıf analizidir. Rose, Yapısal Yaklaşım’ın sınıf analizine fazlasıyla odaklandığı ve sosyal sorunları oluşturan diğer yapısal faktörlerin
ihmal edildiği yönünde bir eleştiri getirmiştir.
VAKA ÖRNEKLERİ
Aşağıda, sosyal hizmet uzmanın “Yapısal Kuramı” bir anlama ve çözümleme aracı olarak kullanabileceği vaka örnekleri verilmiştir.
1. Bir çocuk ve gençlik merkezinde, çocuk ve gençleri sokağın risklerinden korumak üzere beslenme, barınma, psikolojik danışma,
serbest zaman etkinlikleri ve okul-dışı etüd faaliyetleri düzenlenmek istenmektedir.
50 çocuk ve gencin maliyetine eşdeğer iken, kuruluşun bütçesi ancak 20 çocuk için bu faaliyetleri sürdürmeye yetmektedir.
 Böyle bir durumda sosyal hizmet uzmanı, var olan sorun ve ihtiyaçları değerlendirirken yapısal bir yaklaşımı kullanabilir mi?
 Buradaki “yapı” sosyal hizmet uzmanını, kuruluşun hizmetlerini ve müracaatçıyı nasıl etkilemektedir?
 Müracaatçıların (çocuk ve gençlerin) sokaktaki risklerle karşı karşıya kalması durumunda sorun kaynağı olarak hangi yapılar
görülebilir.
2. Bir bölgede genç kadın intihar girişimleri artış göstermiştir. Bölgede toplum merkezinde çalışan sosyal hizmet uzmanından risk
altındaki genç kadınlarla görüşmeler yapması ve gerekli önlemlerin alınması için bir rapor hazırlaması istenmiştir.
 Sosyal hizmet uzmanı, müracaatçının intihar nedenlerini değerlendirirken yapısal bir yaklaşımı kullanabilir mi?
 Yapıdan etkilendiği çok aşikâr olan bu sorunun çözümünde yalnızca intihara teşebbüs etmiş olan genç kadınlarla görüşmek yeterli
midir?
 Hangi yapılar intihar davranışına yöneltmiş olabilir?
 Müdahale/önleme programları bu yapıları hedef alabilir mi?
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM’IN TARİHÇESİ
Davranışçı Yaklaşım

Davranışçı Yaklaşım’ı benimseyen kuramcılara göre, insan psikolojisinin konusu insan davranışlarıdır ve kuramsal amaç, davranışı tahmin
ve kontrol etmektedir. İç gözlemin kullanılmasının bilime aykırı olduğunu söyleyen Pavlov, Skinner ve Watson Davranışçı Kuram’ın
öncüleri olmuştur. Ayrıca Thorndike, Bandura, Mechenbaum, Mahoney, Beck, Wolpe, Lazarus ve Kazdin Davranışçı Yaklaşım’ı
benimseyen önemli karakterler arasındadır.
Bilişsel Yaklaşım
Amerika’da davranışçılığın en yüksek zirvesine ulaştığı, Davranışçı Yaklaşım’ı kabul etmenin bilimsel psikolojinin temel gereklerinden biri
olarak görüldüğü devrelerde, Edward C. Tolman, tek başına Bilişsel Yaklaşım’ı savunmuştur.
1955’li yıllarda Psikanalitik Yaklaşım’ı benimseyen bir terapist olan Albert Ellis, dinamik psikoterapinin insanın bilişlerini (bilme süreci ya
da eylemi) dikkate almadığını fark ederek insanların düşünceleri ve inançları üzerine odaklanmıştır.
Bilişsel Yaklaşım ise kısmen tutum değiştirme modelidir. Sosyal psikolojide tutumlar tipik olarak karşılıklı bağımlı bir ilişkide (bilgi, duygu
ve eylem) olmak üzere üç unsurun bileşimi şeklinde tanımlanır. Bunlardan biri olan duygu unsuru, gerçekte tutumla eş anlamlıdır ve
tahminleri, bilişsel değerlendirmeleri veya sadece "sıcak" bilişleri içerir.
Bilişsel Davranışçı Yaklaşım’ın Ortaya Çıkışı
Davranışçı ve Bilişsel yaklaşımlar arasındaki bütünleşme sonucunda 1980’lerde ortaya çıkan Bilişsel Davranışçı Terapi Hareketi psikoterapi
alanında en başarılı entegrasyon örneklerinden birisidir
Bu yaklaşım, düşünceler, duygular ve davranışların etkileşimi üzerinde odaklanmıştır
Hedefi, yaşamı olumsuz yönde etkileyen “uyumsuz davranışları” ortadan kaldırmaktır. Bu işlem sırasında müracaatçıya sorun çözme veya
sorunla başa çıkma yöntemleri öğretilir
Bilişsel Davranışçı Yaklaşım ve İlkeleri
Bilişsel Davranışçı Yaklaşım’ın oluşumunu sağlayan ilk bilişsel davranışçı terapistinin Epiktetos olduğu kabul edilmektedir. Epiktetos’a göre
insanlara dış nesneler veya diğer insanlar zarar veremezler, ancak bizim kendi tutumlarımız veya inançlarımız bize zarar verme gücüne
sahiptir
Bu yaklaşımın temel ilkeleri şöyle sıralanabilir:
1. Kişi, çevrenin kendisinden çok, çevreyi algılamasıyla ortaya çıkan kendi zihnindeki çevrenin bilişsel tasarımına göre tepki verir.
2. İnsan öğrenmelerinin çoğu bilişsel işlevler aracılığıyla gerçekleşir.
3. Düşünceler, duygular ve davranışlar nedensel olarak karşılıklı ilişki içindedir. Bunlardan biri diğerinden daha başat değildir.
4. Müracaatçının tutumları, beklentileri ve diğer bilişsel etkinlikler terapötik girişimlerin planlanmasında ve uygulanmasında esas teşkil
eder.
5. Bilişsel süreçler davranışsal kuramla bütünleştirilebilir ve bilişsel tedavi yöntemlerini davranışçı tekniklerle birleştirerek daha iyi
sonuçlar almak olasıdır.
6. Bilişsel davranışçı uzman, uyumu bozan bilişsel süreçleri değerlendiren bir tanı koyucu, müracaatçıyla bu işlevselliği bozuk bilişler ve
onlara eşlik eden duygu ve davranış örüntülerini değiştirmek için çeşitli yeni öğrenme deneyleri düzenleyen bir eğitici ve danışman olarak
çalışır
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI YAKLAŞIMLAR
Bilişsel Davranışçı yaklaşımlardan olan Albert Ellis’in Akılcı Duygusal Davranışçı Terapisi, Aaron Beck’in Bilişsel Terapisi ve Donald
Meichenbaum’un Bilişsel Davranış Değişimi açıklanacaktır.
Albert Ellis’in Akılcı Duygusal Davranışçı Terapisi
Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi (ADDT), düşünmeyi, yargılamayı, karar vermeyi, analiz etmeyi ve uygulamayı vurgulayarak biliş ve
davranışa odaklanmaktadır.
ADDT, insanların hem akılcı ve doğru, hem de akılcı olmayan ve çarpık düşünceye sahip bir potansiyelle doğdukları varsayımına temellenir
Duygusal Rahatsızlık Görüşü
İnsan, çocukluğundan itibaren kendisi için önemli olan kişiler tarafından bir takım mantık dışı inançlar geliştirir. Bunlara daha sonra mantık
dışı dogmalar ve batıl inançlar eklenir.
Ellis, çoğu duygusal rahatsızlığın merkezinde kendini suçlamanın olduğunu savunur. Dolayısıyla bir nevrozdan ya da kişilik bozukluğundan
kurtulabilmek için kendimizi ve başkalarını suçlamaktan vazgeçmeliyiz. Bunun yerine kusurlarımıza rağmen kendimizi kabul etmeyi
öğrenmeliyiz
A-B-C Kişilik Kuramı
A-B-C Kişilik Kuramı, ADDT Kuramı’nın ve uygulamalarının merkezi durumundadır. A; bir olgu, olayın varlığı veya bir kişinin davranışıdır. C;
bireyin duygusal veya davranışsal tepkisi veya izleyen sonuçlardır; tepki sağlıklı veya sağlıksız olabilir. B; C’nin oluşumunda rol oynayan A
hakkındaki inançtır.
Terapötik Teknik Ve Yöntemler
Bilişsel Yöntemler

Mantık Dışı İnançları Tartışma: En çok kullanılan bilişsel yöntem olan bu terapide sosyal hizmet uzmanı, müracaatçıların mantık
dışı inançlarını fark etmelerini sağlayarak bu durumla tek başına mücadele etmesini öğretir.
Bilişsel Ev Ödevlerini Yapma: Bu yöntemde müracaatçılardan sorunlarının bir listesini yapmaları ve bu sorunlara yönelik
inançlarını belirlemeleri ve bu inançları tartışmaları istenerek sorunların altında yatan sebepleri (inançları) keşfetmeleri
sağlanır.
Bireyin Kullandığı Dili Değiştirme: ADDT, insanların ifadelerinde kesin dil kullanımlarının bozuk düşünme süreçlerine sebep olduğunu ileri
sürer. Bu nedenle, bu yöntemle bireyin kullandığı dili değiştirme amaçlanır. Örneğin; bu terapi yöntemiyle, birey “…yaparsam korkunç
olurdu” demek yerine “…yaparsam uygunsuz olurdu” ifadesini kullanmayı öğrenir.
Mizahın Kullanımı: ADDT, duygusal rahatsızlıkların, insanların yaşadıkları olayları ve içsel durumlarını fazla ciddiye alıp, mizah duygularını
kaybetmiş olmalarından kaynaklandığını savunur. Bu yöntemle, müracaatçıların, kesin yargı içeren düşüncelerinin anlamsızlığı ortaya
konularak, olayları ve düşüncelerini daha az ciddiye almaları sağlanır.
Paradoksal Niyet: Bu yöntemde uzman, müracaatçıya semptomlarını sürekli tekrarlayarak ya da abartarak göstermesini söyleyerek
bilişsel farkındalık oluşturmaya çalışır.
Duygusal Teknikler
Akılcı Duygusal Hayal Kurma: Bu teknik, yeni duygusal örüntüler oluşturmak amacıyla gerçekleştirilerek, müracaatçıların kendilerini olmasını
istedikleri gerçek hayatta gibi düşünürken, hissederken ve davranırken hayal etmeleri sağlanır
Rol Oynama: Bu teknikte, müracaatçıların davranışlarını etkileyen mantık dışı inançlarını ortaya koymak için onlardan sıkıntı oluşturan
olayları canlandırmaları sağlanarak, sorunların altında yatan nedenler açığa çıkarılabilir.
Utanca Müdahale Alıştırmaları: Bu teknik, insanların davranışlarıyla ilgili utangaçlıklarını azaltmak için kullanılır. Bu teknikte, öne
sürülen başkaları onları onaylamadığı zamanlarda bile müracaatçıların utanmamaya çalışmaları amaçlanarak yapılan alıştırmalar ile
müracaatçıların kendini kabul ve olgunluk sorumluluğu artırılmaktadır.
Güç ve Çaba Kullanımı: Utanca müdahale alıştırmalarının bir parçası olarak güç ve enerji kullanımıyla müracaatçıların entelektüel
içgörüden, duygusal içgörüye geçmeleri amaçlanmaktadır. Ayrıca, müracaatçılar kendilerine onaylanmamış inançlarını açıkladıkları ve
bunlarla yoğun bir şekilde tartıştıkları güçlü diyaloglar kurmayı öğrenirler.
Risk Alma Alıştırması: Bu teknikte, topluluk önünde konuşma kaygısı yaşayan bir kişinin radyo programına katılmasının desteklenmesi
örneğinde olduğu gibi, müracaatçılara değişim yapmak istedikleri konularda risk almaları sağlanır.
Davranışsal Teknikler
ADDT uygulayıcıları, edimsel koşullanma, kendi kendini yönetme ilkeleri, sistematik duyarsızlaştırma, gevşeme teknikleri ve model olma gibi
standart davranışçı terapi tekniklerinin çoğunu kullanırlar.
Aaron Beck’in Bilişsel Terapisi
Aaron Beck, depresyonla ilgili araştırmalarının sonucunda bilişsel terapi olarak adlandırılan bir yaklaşım geliştirmiştir. Beck’in depresyondaki
kişiler ile ilgili gözlemlerinde, onların belirli yaşam olaylarıyla ilgili yorumlarında olumsuz bir yanlılık içinde olduklarını ve bunun da bilişsel
bozukluklara neden olduğunu keşfetmiştir.
Bilişsel terapi, bir duygusal olayın ya da rahatsızlğın nedenini anlamak için bireyin üzücü olaya ya da düşünceye tepkisinin bilişsel içeriği
üzerine odaklanmaktadır. Beck’e göre bazı çocukluk deneyimleri öğrenme yoluyla birtakım temel düşünce ve inanç sistemlerinin oluşmasına
neden olur ve bunlar yapısal düzeyde ‘şema’ olarak adlandırılır.
BİLİŞSEL TERAPİNİN TEMEL İLKELERİ
Keyfi Çıkarımlar: Destekleyici ve ilgili kanıtlar olmadan sonuçlar çıkarmadır. Bu durum facialaştırmayı yani çoğu durumda en kötü ve en
kesin senaryo ve sonuçları düşünmeyi içerir.
Seçici Soyutlama: Bir olayın bir köşesinde kalmış bir ayrıntısına dayanarak sonuçlar çıkarmaktır. Bu süreçte diğer bilgiler göz ardı
edilir ve toplam içeriğin önemi yitirilir.
Aşırı Genelleme: Tek bir olaya dayanarak genel inançlar oluşturma ve bunları farklı olay ve durumlarda uygunsuzca uygulamaktır.
Abartma, Küçümseme: Bir durum ve olaya hak ettiğinden daha az ya da daha fazla değer vermektir.
Kişiselleştirme: Aslında bir ilişki kurmak için bir neden olmadığı hâlde bireylerin kendileri dışında gelişen olayları kendileri ile
ilişkilendirme eğiliminde olmalarıdır.
Etiketleme ve Yanlış Etiketleme: Bir kişinin kimliğini o kişinin geçmişteki kusur ve hatalarına göre tanımlamak ve onlara bir kişinin
gerçek kimliğini tanımlamaları için izin vermektir.
Kutuplaşmış Düşünce: Her şeyi “ya hep ya hiç” şeklinde düşünmeye, yorumlamaya veya yaşantıları “ya öyle, ya da böyle” şeklinde
sınıflamaya denir
BİLİŞSEL TERAPİ YÖNTEMLERİ
Bilişsel Teknikler

Otomatik Düşüncelerin Tanımlanması ve Açığa Çıkarılması: Bu teknikte, uzman, öncelikle müracaatçının duygu, düşünce ve davranışları
arasındaki bağlantıyı görmesini sağlar.
Otomatik Düşünce Kayıtları: Müracaatçının düşünce, duygu ve davranışlarını tanımlaması için kullanılan yazmaya dayalı bir yöntemdir
Otomatik Düşünceleri Doğrulama ve Gerçekliği Test Etme: Bu teknikte, sokratik sorgulama, bilişsel hataları keşfetme, bu hataların yerine
alternatif tepkiler koyma, akılcı tepkiler, hayal etme teknikleri, rasyonel tepkiler, rasyonel tepkilerin günlük kayıtları kullanılırarak
müracaatçının otomatik düşüncelerini görmelerini, kabul etmelerini ve değiştirip akılcı tepkiler geliştirmelerini sağlar.
Olumsuz İnançların Tanımlanması: Uzmanın, müracaatçının otomatik düşüncelerinin altında yatan inançlarını keşfetmeye çalıştığı bir
süreçte uzman, inançları açığa çıkarmak için çeşitli ev ödevleri verebilir. Bu ev ödevleri daha sonra oturumlarda gözden geçirilir.
Olumsuz İnançların Değiştirilmesi: Müracaatçının olumsuz inançlarının olumlu inançlarla yer değiştirilmesi için kullanılan bir tekniktir. Bu
değişim için önce müracaatçıların olumsuz inançları tanımlanır
Davranışsal Teknikler
Aktivite Programlama: Uzman ve müracaatçı, müracaatçının ruhsal durumunu geliştirici günlük bir zaman çizelgesi, aktivite programı
hazırlar ve bu program takip edilir.
Beceri ve Memnuniyeti Oranlama: Anksiyete ve depresyondaki kişiler yaptıkları işlerden zevk almada ve baş ettiklerini ya da bu işleri
becerdiklerini düşünmede sıkıntı yaşarlar
Ruhsal Durum İzleme Skalası: Depresyonda olan kişiler için kullanılabilen müracaatçıların ruhsal durumlarını oranladıkları davranışsal bir
yöntemdir. Kişi her gün ruhsal durumuna 0 ile 100 arasında puan verir. 0 depresyon durumunun yokluğuna işaret eder
Derecelendirilmiş Görevler: Uzman, müracaatçıya olumsuz inançlarını ortadan kaldırmak amacıyla basitten zora doğru giden ödevler
verir.
Bilişsel ve Davranışsal Provalar: Uzman, müracaatçıya verdiği bir görevi önce görüşme sırasında hayalinde yaptırır. Bu hayalde, ödevle
ilgili karşılaşılan güçlükler ve bunların sonuçları görülmüş olur
Aktivite İzleme Skalası: Bu skalaya müracaatçı verilen zaman diliminde sık sık bir hafta süresince her gün günlük aktivitelerini yazar ve bu
aktiviteleri 0 ile 10 arasında memnuniyet derecesine göre derecelendirir
Ev Ödevi: Bilişsel ve davranışsal becerilerin geliştirilmesini ilerletmek için ev ödevleri verilir
Gevşeme Teknikleri: Bu teknikte, müracaatçıların günlük hayatta karşılaştığı stres ve gerginlik durumunda kullanmaları amacıyla gevşeme
ve rahatlatma tekniklerini öğretilir
Tedavi Protokolü: Mesleki ilişkinin kurulduğu ilk aşamada müracaatçı ile uzman arasında imzalanan oturumların kaç hafta süreceği hangi
tekniklerin kullanılacağı gibi bilgilerin olduğu bir protokoldür.
Nüksü, Kötüleşmeyi Önleme: Uzman oturumu bitirirken müracaatçıya şayet davranışlarında kötüleşme sezinlerse umutsuzluğa
kapılmaması bunun yerine yapabildiklerine odaklanması gerektiğini anlatır
Donald Meichenbaum’un Bilişsel Davranış Değişimi
Bilişsel davranış değişimi, insanların kendileriyle ilgili ifadelerini değiştirmeye odaklanmaktadır. Meichenbaum’a göre, insanın
benliğindeki ifadeler onun davranışlarını bir başka kişinin ifadeleri kadar etkiler.
Davranış Nasıl Değişir?
Meichenbaum’a göre davranış değişimi, iç konuşmanın, bilişsel yapıların, davranışların ve bunların sonuçlarının etkileşimini içeren
birtakım birleştirici süreçlerin sonucunda ortaya çıkar.
Birinci aşama-Kendi kendini gözlemleme: Değişim sürecine ilk olarak müaracaatçıların kendi davranışlarını nasıl
gözlemleyebileceklerini öğrenmeleri ile başlanır. Bu süreç onların düşüncelerinde, duygularında, hareketlerinde, psikolojik tepkilerinde
ve başkalarına tepki verme şekillerinde aşırı bir hassasiyet yaratır.
İkinci Aşama- Yeni bir içsel diyalog başlatma: İlk aşamalarda müracaatçılar uyumsuz davranışlarını fark etmeyi öğrenirler ve uyumlu
davranışsal alternatifler için seçenekler oluşturmaya başlarlar
Üçüncü Aşama-Yeni beceriler öğrenme: Bu sürecin amacı, danışanlara gerçek yaşam durumlarında daha etkili başa çıkma becerileri
öğretmektir. Örneğin; başarısızlıkla başa çıkamayan da müracaatçılar başarısız olma korkusuyla ilgili faaliyetlerden kaçınırlar.
Bilişsel Teknikler
Donald Meichenbaum’un bilişsel davranış değişiminde kullanılan bilişsel teknikler başa çıkma beceri programları başlığı altında
aşağıda sıralanmıştır:
Başa Çıkma Beceri Programları: Başa çıkma beceri programlarının amacı, bilişsel yapımızı nasıl değiştireceğimizi öğrenerek stresli
durumlarla başa çıkmada daha etkili stratejiler edinmektir. Aşağıdaki işlemler başa çıkma becerilerinin öğretilmesi için tasarlanmıştır:
ü Müracaatçıları rol oynama ve hayal kurma aracılığıyla kaygı yaratan durumlara maruz bırakmak
ü Müracaatçılardan kaygı düzeylerini değerlendirmelerini istemek
ü Müracaatçılara stresli durumlarda yaşadıkları kaygı yaratan bilişlerin farkına varmayı öğretmek
ü Müracaatçıların, kendilik ifadelerini tekrar değerlendirerek bu düşünceleri incelemelerine yardımcı olmak
Düşünce Durdurma: Bu teknik 1963 yılında J.G. Taylor tarafından tanıtılan bir tekniktir
Bilişsel Yeniden Yapılandırma: Birçok adımı içeren kapsamlı bir tekniktir. Öncelikle problem durumunda müracaatçının olumsuz
düşünceleri tanımlanır. Daha sonra başa çıkma düşünceleri bu düşüncelerin yerine konur
Stres Aşılama: Başa çıkma beceri programının uygulamalarından biri, müracaatçılara stres aşılama yöntemi ile stresle başa çıkma
teknikleri öğretmektir. Bireylere nispeten hafif stres uyarıcıları ile başarılı şekilde başa çıkma fırsatı verilir, böylece daha güçlü
uyarıcılar için kademeli olarak tolerans geliştirilir
Meditasyon ve Rahatlama: Son yıllarda kullanımı bilişsel davranışçı terapistler arasında artan bir tekniktir.
Biofedback: Bu teknikte anksiyeteyi azaltmak ve davranışsal tepkileri değiştirmek için bireyin bilinçli olarak algılamadığı, normal
tepkileri göstermek ya da normal olmayan tepkileri değiştirmek amacı ile uzmanlar, çeşitli alet ve elektronik donanımlar ve monitör
kullanarak müracaatçının vücudunda olan değişimleri kendisine gösterirler. Gevşeme çeşitli ses ve görüntülerle desteklenir.
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM’IN SOSYAL HİZMET MÜDAHALELERİNDEUYGULANIŞI
Müracaatçıyla yapılan mesleki görüşmeler sırasında elde edilen bilgiler, sorunun öyküsü, müracaatçıya ilişkin gözlemler ve sosyal
hizmet uzmanının sezgi gücüyle birlikte müracaatçıların sorunlarının nelerden kaynaklandığı konusunda bir fikir elde edilir. Sosyal
hizmet uzmanlarının bu noktada vakayı ele alış biçiminde sahip olduğu teori bilgi temeli önem kazanmaktadır. Örneğin; Bilişsel
Davranışçı Yaklaşım bilgisine sahip bir uzman, müracaatçının korkuları, istekleri, açıklama ve algılama biçimleri ile daha fazla ilgilenir ve
bunları yorumlayabilir.
KRİZE MÜDAHALE METODOLOJİSİ
Kriz müdahalesi iki ana kategoriye ayrılabilir. Bunlar genelci (generic) ve bireysel şekilde dizayn edilebilir. Bu iki yaklaşım
birbirlerinin tamamlayıcısıdır.
Genelci Yaklaşım
Genelci Yaklaşım’ın en önde gelen önermesi birçok krizde belirli davranış kalıplarının olduğudur. Genelci Yaklaşım, kriz
durumundaki bireyin psikodinamiklerinden ziyade belirli bir türdeki krizin karakteristik özellikleri üzerinde odaklaşır. Bir tedavi
planı krizin uyumsal çözümüne yöneliktir.
Kriz müdahalesinde Genelci Yaklaşımlar kapsamında uyum sağlayıcı davranışın doğrudan desteklenmesi, genel destek sağlanması,
çevresel düzenlemeler ve olay meydana gelmeden önce yapılan danışmanlık yapılması yer almaktadır. Kısaca Genelci Yaklaşım:
1. Önemli nüfus gruplarında meydana gelen spesifik durumsal ve dönemsel olaylar
2. Bu spesifik olaylara bağlı olarak ortaya çıkan krizleri odak alan müdahale ve
3. Diğer ruh sağlığı meslek elemanları tarafından yürütülen müdahale, üzerinde durmaktadır
Bireysel Yaklaşım
Bireysel Yaklaşım kriz durumunda bulunan bireyin kişilerarası ve içrel-ruhsal süreçlerinin bir meslek elemanı tarafından
değerlendirilmesi hakkındaki vurgulamadan dolayı Genelci Yaklaşım’dan farklılık gösterir
Uzun psikoterapinin tersine, bu yaklaşımda bireyin gelişimsel geçmişi ile göreli olarak daha az ilgilenilir.
Müdahale bireyin kendi özgü durumu üzerinde odaklaşır ve sadece akıl sağlığı meslek elemanları tarafından yürütülür. Bu
elemanlardan biri olan sosyal hizmet uzmanlarının etkililiği için gerekli olan genel felsefi oryantasyonu ifade eden ve spesifik
tekniklerle önemli ölçüde yardımcı olabilecek bir dizi tutum aşağıda sıralanmaktadır:
ü Sosyal hizmet uzmanı, yapılan çalışmayı “ikinci iyi” yaklaşım olarak değil, kriz içinde bulunan kişilerle birlikte tedavinin seçimi
olarak görür.
ü Sunulan sorunun doğru bir şekilde değerlendirilmesi, teşhisi değerlendirmeye yönelik değil, etkili müdahale içindir.
ü Sosyal hizmet uzmanı ve birey ilişkinin tedavi süresince sınırlı olduğunu ve enerjilerini sürekli olarak sunulan sorunun çözümüne
yönelik olarak yönlendirmeleri gerektiğini akıllarında tutmalıdır.
ü Krizle doğrudan ilişkisi olamayan materyal ile uğraşmanın bu tür müdahalede yeri yoktur.
ü Sosyal hizmet uzmanı müdahale aktif ve bazen direktif bir rol almaya istekli olmalıdır. Bu tür tedavide birçok geleneksel tedavinin
göreli olarak yavaş adımlı yaklaşımı uygun değildir.
ü Yaklaşımın maksimum esnekliği desteklenir. Kaynak kişi veya bilgi verici kişi gibi hizmet verme ve diğer yardımcı kaynaklarla kurulan
ilişkide aktif rol alma gibi farklı teknikler, belirli durumlarda çoğunlukla uygundur.
ü Sosyal hizmet uzmanının ulaşmaya çalıştığı amaç açıktır. Enerji tamamıyla bireyin en azından kriz öncesindeki işlevsellik düzeyine
ulaşmasına yöneliktir.
KRİZ MÜDAHALESİNDEAŞAMALAR
Kriz müdahalesi tekniğinde belirli spesifik aşamalar vardır. Her bir aşamanın açık bir şekilde tanımlanmış bir kategorisi
bulunmamasına karşın, tipik olarak müdahale aşağıda birbirini izleyen aşamalarda gerçekleştirilir:
Sorun çözmenin farklı durumlarda görülen klasik aşama ya da safhaları şunlardır:
1. Bir güçlük hissedilir. 2. Sorun belirlenir ve tanımlanır. 3. Olası çözümler önerilir.
4. Sonuçları göz önüne alınır. 5. Bir çözüm kabul edilir
Beşinci aşama sorunu çözenin çoğunlukla ilk aşamalara dönmesi gerektiği gerçeğinin farkında olunarak konulmuştur.
Genel Sorun Çözme Modeli ise;
1. Girdi (çevreden ve soma’dan) 2. Süzme (ilgi çekilir ve yönlendirilir)
3. Biliş (sorun algılanır ve yapılandırılır) 4. Üretim (yanıt oluşturulur),
5. Biliş (yeni veriler sağlanır) 6. Üretim (yeni yanıt oluşturulur)
7. Değerlendirme (giriş ve biliş test edilir)
BİREYİN VE SORUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sorun çözmeye yönelik kriz yaklaşımı, bireyin ve sorunun değerlendirilmesini, terapötik müdahalenin planlanmasını, müdahaleyi,
krizin çözümü ve geleceğe ilişkin planlamayı kapsar.
Hem sosyal hizmet uzmanının hem de müracaatçının belli bir durumu değiştirmek için harekete geçmeden önce, onu açıkça
tanımlaması önemlidir. “Ne bilmeye ihtiyacım var?” ve “Ne yapılmalı?” şeklindeki sorular sorulur.
TERAPÖTİK MÜDAHALENİNPLANLANMASI
Sosyal hizmet uzmanı, hazırlayıcı olayı ve kişinin dengesizlik durumuna etki eden faktörleri saptadıktan sonra, müdahale
yöntemini planlar. Belirleme, krizin kişinin yaşamını ne oranda kesintiye uğrattığı göz önüne alınarak yapılmalıdır
Krize neden olay(lar)ın ve krizin doğru bir şekilde değerlendirilmesinden
sonra müdahale planlanır. Plan, kişilik yapısında esaslı değişiklikler yapmak için değil, bireyin en azından kriz öncesi dönemdeki
denge düzeyine ulaşması amacıyla yapılır. Bu aşamada, kriz öncesindeki zamanın süresi belirlenir
MÜDAHALE
Üçüncü aşamada müdahale başlatılır. Eğer (planlanan eylem) yapılır ise (beklenen sonuç) gerçekleşecektir, beklentisiyle harekete
geçilir. Gerekli bilgiler toplandıktan sonra, sorun çözme süreci müdahaleyi başlatmak için sürdürülür
Sosyal hizmet uzmanı incelemelerini ve geçici yargılarını yararlı ya da gerekli olduğunu düşündüğünde, olayı başka bir sosyal hizmet
uzmanıyla tekrar gözden geçirerek değerlendirebilir
Müdahale tekniklerinin yapısı, büyük ölçüde sosyal hizmet uzmanının becerilerine, yaratıcılığına ve esnekliğine bağımlıdır. Çalışanlar için
yararlı olabilecek kimi öneriler aşağıda verilmiştir.
a) Bireyin, krizine ilişkin entelektüel anlayış kazanmasına yardımcı olma:
Bireyin yaşamında meydana gelen tehlikeli durum ve yaşadığı oldukça üst düzeyde rahatsız edici dengesizlik arasındaki ilişkiyi sıklıkla
görmez.
b) Bireyin yanına yaklaşmadığı şu anki duygularını açmasına yardımcı olma: Birey genellikle “sevmek ve gurur duymak zorunda olduğu”
kişilere yönelik kızgınlık ve diğer olumsuz duygularını bastırır ve gerçek duygularını ifade edemez.
c) Başa çıkma mekanizmalarını ortaya çıkarma: Bu yaklaşım, bireyin başa çıkma yollarını harekete geçirmesine yardımcı olmayı gerektirir
d) Sosyal dünyayı yeniden açma: Kriz, kişinin yaşamındaki önemli birinin kaybı sonucunda meydana gelmişse boşluğu doldurmak amacıyla
yeni insanların tanıştırılması oldukça etkili olabilir
GELECEĞE İLİŞKİN PLANLAMA
Değerlendirmenin geçerli olabilmesi için objektif ve bütüncül olarak yapılması gereklidir. Birey geçmişteki ya da geçmiştekinden daha
ileri düzeyde bir işlevselliğe ulaştı mı? Birey ve sosyal hizmet uzmanı krizin çözümüne yönelik olarak sorun çözme sürecini birlikte
sürdürürler.
Bir krizin gelişiminin 4 aşaması vardır:
1. Uyaran devam ettiği sürece, gerilim artar ve daha fazla rahatsızlık hissedilir.
2. Uyaran devam ettiği sürece, baş etme konusunda başarısızlık görülür ve daha fazla rahatsızlık hissedilir.
3. Yaşanan gerginlikteki artış, güçlü bir içsel uyaran görevi görür, içsel ve dışsal kaynakları harekete geçirir. Bu aşamada acil sorun-çözme
mekanizmaları denenir.
4. Eğer sorun devam ediyorsa ve çözülebilmiş ya da ortadan kaldırılabilmiş değilse, gerilim yükselir ve büyük bir karmaşa baş gösterir.
Ne zaman stres yaratan bir olay olsa, belirli mevcut dengeleyici faktörler denge düzeyine yeniden dönüşü sağlar: Bunlar olayın algılanması,
ulaşılabilir durumsal destekler ve baş etme mekanizmaları’dır.
Kriz yaklaşımının bir amacı, sorun çözme tekniklerinde becerili bir sosyal hizmet uzmanının danışma hizmetlerini sunmasıdır. Bu, sosyal
hizmet uzmanının her soruna bir yanıt olacağı anlamına gelmez.
SORUN ÇÖZME SÜRECİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Belirli bir soruna ilişkin olarak geçmiş deneyimlere bağlı olarak bazı insanlar diğerlerine göre daha kolay çözüm yolu bulabilmektedir.
Başlangıçta sadece, geçici olarak somut bir bilgi eksikliği olmasına rağmen, herhangi bir zamanda hem içsel hem de dışsal faktörler süreci
etkilemektedir
Yaşanan anksiyete normal sınırlar içinde tutulduğu zaman, bu durum eyleme geçmek için etkili bir uyaran olabilir.
OLAYIN ALGILANMASI
Stres yaratan olayın bilişsel ya da öznel anlamı, baş etme davranışlarının derecesi ve yapısını (doğasını) belirleme bakımından önemli bir
rol oynar. Bilişteki farklılıklar, olayın önemli bir amacı ya da değeri tehdit etmesi, baş etmeye yönelik davranışlarda da çok büyük
farklılıklara yol açar. Bilişsel tarz kavramı insanların çevresinden bilgiyi alma, işleme ve kullanma tarzları konusunda kesin bir tekliği
önerir.
DURUMSAL DESTEKLER
Doğası gereği, insanlar, içsel ve dışsal değerlerin değerlendirmesini yansıtan, çevrelerinde yaşayan diğer insanlara bağımlı sosyal varlıklardır.
Değerlendirme, yaşa, cinsiyete ve role göre değişir. Benlik kavramı ve benlik saygısının temelini oluşturan inanç sistemi, kişinin yaşamındaki
önemli kişilerle yaşamış olduğu deneyimlerin ürünüdür.
Psikososyal gereksinimleri karşılamaya elverişli desteği elde etme yönünde uğranılan herhangi bir başarısızlık, stres yaratan olayı daha da
kışkırtabilir ya da onunla bileşebilir. Olumsuz bir tepkinin alınması da, kişinin benlik saygısı için eşit oranda zararlı olabilir.
BAŞ ETME MEKANİZMALARI
Yapılan incelemeler, baş etme teriminin adaptasyon, savunma, egemenlik ve uyum sağlayıcı tepkiler gibi birbirine benzer kavramlarla
karşılıklı olarak değişerek kullanıldığını ortaya koymaktadır. Baş etme, insanların gerçek ya da hayali tehditleri karşılamak için yaptıkları
birbirinden oldukça farklı davranışları kapsamaktadır.
Psikolojik stres kuramında, baş etme terimi bilinçli ya da bilinçsiz olarak psikolojik bütünlüğe yönelik tehditlerden kaynaklanan
gerilim ve stresle baş etmek için kullanılan çeşitli stratejileri ifade eder. Bu, sorunlu yaşam koşulları üzerindeki hâkimiyeti ifade
eden bir terim değil, daha çok bunları çözme işlemini ifade eden bir tabirdir.
Mevcut başetme mekanizmaları, insanların bir soruna sahip olduklarında genellikle yaptıklarını ifade eder. Oturup sorunu düşünebilir
ya da bunu arkadaşları ile konuşabilirler. Bazıları ağlar ya da kızgınlık ve düşmanlık gibi duygularından küfrederek, bir sandalyeyi
tekmeleyerek ya da kapıları çarparak kurtulmaya çalışır
LİBERAL FEMİNİZM
Aydınlanma çağı denilen akıl çağını başlatan çeşitli olaylar vardır. Bunlardan 1688’deki Isaac Newton’un evrensel güçle ilişkili İngiliz Devrimi,
Descartes’ın rasyonalizmi, Fransız Beecher’ın felsefi düşüncesi ve Jann Lacke Freedom’ın özgürlük, akılcılık ve humanizm anlayışı ile gelişen
aydınlanma çağı, insanları eğitildiklerinde tamamen özgür yurttaşlar olabileceklerine inandırmıştır. Voltaire, Montesquie, Rousseau, David
Hume, AlexanderPope, Tom Paine ve Benjamin Franklin’in eserleri akıl çağının yansımalarıdır. Amerikan Anayasası aydınlanma düşüncesinin
bir ürünü olarak kabul edilir.
Aydınlanmacı Liberal Feministler aşağıdaki temel düşünceleri paylaşmaktadır:
ü Akla inanç. Wollstonecraft gibi bazı düşünürlere göre, Akıl ve Tanrı neredeyse eş anlamlıdır. Birey aklı içinde tanrısal bir kıvılcım
barındırır; bu, kişinin vicdanıdır. Frances Wright ve Sarah Grimke gibi feministler gerçeğin en güvenilir kaynağının herhangi bir yerleşik
kurum ya da gelenek değil, bireysel vicdan olduğunun göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtirler.
ü Kadının ve erkeğin ruhlarıyla akılcı yeteneklerinin aynı olduğu inancı. Başka bir deyişle kadının ve erkeğin ontolojik olarak benzer
oldukları inancı.
ü Toplumsal değişime ve toplumun dönüşümüne etki etmenin en iyi yolunun eğitim olduğuna inanç.
ü Bireyin diğer bireylerden ayrı olarak gerçeği arayan akılcı ve bağımsız bir aktör olarak hareket eden ve haysiyeti bağımsızlığına bağlı olan
yalnız bir varlık olduğu görüşü.
KÜLTÜREL FEMİNİZM
19. yüzyıl Feminist Teorisi’nde diğerleriyle eşit derecede önemli başka eğilimler de vardır. Aydınlanmacı liberal teorinin akılcı ve yasal
hamlesinin ötesine giden bu düşünceler, ‘kültürel feminizm’ adı altında açıklanabilir
VAROLUŞÇU FEMİNİZM
Varoluşçulukta kadın sorunu tartışması, ilk kez Simone de Beauvoir'in İkinci Cins (1949) adlı kitabı ile birlikte gündeme gelmiştir.
De Beauvoir, erkeklerin kültürel ve politik statüsünü açıklamak için varoluşçu görüşü kullanmış, ataerkil erkek kültürünün bir norm olarak
toplumsal kültürün ve bireyin üzerinde varoluşunun sağladığı bir diyalektiği açıklamıştır. Buna göre, erkek egemen bir kültürde erkek ya da
erkeğe ait ögeler olumlu ya da kural olarak görülmekte, kadın ya da kadınsı ögeler olumsuz, gereksiz, normal dışı yada ‘’öteki’’ olarak
tanımlanmaktadır.
MARKSİST VE SOSYALİST FEMİNİZM
Belirli bir koşullar dizisi için geliştirilmiş bir teoriyi alıp onu başka bir duruma uygulamakta ya da bir ikinci duruma uyması için değiştirmede
içsel bir metodolojik zorluk vardır. Dahası gerek Marx, gerekse Freud teorilerini temelde erkeklere özgü ve erkeksi koşullarda geliştirdiler
Çağdaş kadın hareketi, Marksistleri, kadınların ezilmesine dair doyurucu bir Marksist Teori’nin geliştirilmesi için “kadın sorunu”nu yeniden
düşünmeye yöneltmiştir. Bu çaba, kadınların boyun eğmesine neden olan bir maddi temel sapmaya, üretim biçimleri/süreçleri ya da
kapitalizm ile kadınların statüsü arasında bir ilişki kurmaya, bir başka deyişle üretim alanları ile yeniden üretim alanı
Marksist düşüncede sadece biyolojik üretimi değil, esas olarak kadınlar tarafından yapılan, işçilerin işlevsel kalmalarını sağlayan tüm ev işleri
sürecini anlatır
RADİKAL FEMİNİZM
19. yüzyılda feministlerin, üzerlerindeki baskının farkına varmalarında erkek yoldaşlarının davranışlarının katkıda bulunması gibi,
yirminci yüzyılın radikal feministleri de kendi bilinçlerine “Yeni Sol”daki erkek radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepki
sayesinde ulaştılar.
Radikal Feminizm yeni ve kadın temelli (Gynomorphic) bir anlayışa dayanmaktadır. Toplumsal cinsiyet kategorisi içinde ırk ve sınıf
gibi tartışmalı konularla ilgilenir. Bu yönü ile ana akım feminist görüşlerden farklı olarak gay ve lezbiyenler gibi sıra dışı grupları da
dikkate almaktadır.
EKOFEMİNİZM
Ekofeminizm temelde diğer feminist görüşlerden farklıdır. Ekofeministler diğer feminist görüşlerin ekolojik sorunları belirlemek için yetersiz
olduğuna inanmaktadırlar. Ekofeminizm’in içeriği birbirini tamamlayan doğa/kadın ikiye ayrılmışlığı üzerinde odaklanır.
Ekofeministler, ‘’doğanın ve insanların birbiri üzerindeki etkilerinin farkına varılırsa, insanların doğada ne yapıp yapamayacaklarına karar
vermede daha bilinçli olacaklarına’’ inanmaktadırlar.
SOSYAL HİZMET VE FEMİNİST YAKLAŞIM
Feminizm bir kadın hakları hareketidir. Bu anlamda feminist yaklaşım ile sosyal hizmet iç içe geçmiştir. Sosyal hizmet sosyal refah anlayışını
benimseyerek insanların eşit haklar çerçevesinde “iyilik” durumunun sağlanmasını, korunmasını ve sürdürülmesini amaçlamaktadır
Feminist sosyal hizmet özellikle 70’li yıllarda dünyada, 80’lerde ise Türkiye’de ivme kazanan evrensel ve ulusal kadın hareketinin de etkisi ile
mesleki müdahalede önemli bir yer edinmeye başlamıştır
Güçsüz bir grup olarak kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kadınların kendi anlatımları ile dinlemek ve anlamak, böylece
güçlenme için gerekli koşulları sağlamak sosyal hizmetin; bireyselleştirme, katılım, bireyin ve toplumun bulunduğu yerden başlama, selfdeterminasyon,
insan hakları ve sosyal adalet ilkeleri ile çok yakından ilişkilidir. Çünkü, Feminist Yaklaşım, tıpkı sosyal hizmet gibi güçsüz ve
baskı altında konumlanan gruplardan kadına ilişkin gerçeği anlama ve değiştirme çabasında başarılı olabilmek için değişime büyük önem
vermektedir.
Feminist sosyal hizmet müdahalesiniz dayandığı ilkeler;
ü Kadınların farklılıklarını tanımak
ü Kadınların güçlerini değerli kılmak
ü Farklı kadın grupları arasında farklılığın eşitsiz güç ilişkileri için bir temel olmasını önleme konusunda ayrıcalıkları ortadan
kaldırmak
ü Yaşamlarının tüm boyutlarında kadınların kendi kararlarını vermelerinde etkin olduklarını dikkate almak
ü Birey olarak kadınların sosyal koşullar içindeki belirleyici rolünü anlamak
ü Kadınlara, kendi ihtiyaç ve sorunları için çözüm üretme olanakları ve zemini yaratmak
ü Bireysel güçlükleri ve kısıtları tanımlayabilmek
ü Kadınların ihtiyaçlarını yaşam dönemlerine göre belirleyebilmek
ü İnsan ilişkilerinin doğasını anlamak, bunun birey ya da grup düzeyindeki etkilerini ve nasıl gerçekleştiğini kavramak
ü Kadınların bireysel sorunlarının sosyal nedenleri olduğunu kavramak ve her müdahalede bu iki düzeyi dikkate almak
ü Bireysel sorunlara yönelik ortak çözümler bulmaya çalışmaktır
Feminist sosyal hizmet müdahalelerinde;
1. Değerlendirme yaparken sosyo-demografik özellikler (ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet, yaş, fiziksel engel, cinsel kimlik) belirlenmeli ve
bunlardan her birinin ve bütününün bireye etkisine odaklanılmalıdır.
2. Yaygın ve ayrımcı olabilen kalıp yargılara ve ön yargılara dayalı varsayımlara karşı dikkatli olunmalıdır.
3. Farklılık ve çeşitliliğe karşı duyarlı olmak önem taşımaktadır.
4. Ayrımcı eylem ve tutumlara yer verilmemelidir.
Bu ilkelere dayanan bir feminist sosyal hizmet müdahalesinde örneğin, istismar olgularında, ilk olarak istismara ve baskıcı sosyal ilişkilere
bakılır.
Feminist bakış açısı kadının bireysel nitelik ve güçlerini vurgulayarak kadını daha da güçlü kılmayı hedefler.
Feminist yaklaşımda:
1. Müracaatçının sorunları sosyo-politik açılardan değerlendirilir.
2. Müracaatçılar geleneksel cinsiyet rollerinden kendilerini sıyırmaları konusunda cesaretlendirilirler. Müracaatçıların seçim
yapmak, görev üstlenmek ve başarması için desteklenmesi gerekir. Görev ve amaçlar kadınları sınırlamamalıdır.
3. Müdahale, müracaatçının gücünü ve kapasitesini artırmayı, pekiştirmeyi odak almalıdır. Kadınların kendi gereksinimlerini
karşılayabilmeleri, kontrol gücünü geliştirebilmeleri ve yeteneklerini ortaya koyabilmeleri için güçlendirilmeleri gerekir.
4. Kadınlar başkalarından çok da etkilenmeden kendi bağımsız kimliklerini geliştirmek için cesaretlendirilmelidirler. Diğer bir deyişle
kadınların kimlikleri birlikte oldukları ya da evli oldukları insana bağlı olarak gelişmemelidir. Kimliklerinin kendi tercihleri, kendi güç,
başarı ve bireysellikleri ile sağlanmasına çalışılmalıdır.
5. Toplumda ezilen, aşağılanan kadınlar diğer kadınları daha önemli ve değerli sanabilir. Ancak tüm kadınlar değerlidir. Feminist Yaklaşım,
kadınların değerli olduğunu vurgular. Sosyal hizmet uzmanı müracaatçısının diğer kadınlarla ve kadın haklarına inanan erkeklerle
etkileşimlerini artırma ve olumlu rol modelleri gösterme yönünde çalışmalıdır. Böylece kadınlar birbirine duygusal destek sağlama, ortak
sorunlarını görme ve çözmede keşfetmede başarılı olabilirler.
6. Feminist Yaklaşım farklılıklara dikkati çekmektedir.
7. Müracaatçı ve uygulayıcı arasında eşit kişisel güç birliği vardır. Bu eşit ilişki müracaatçının kendi gücünü ortaya koymasında yaralıdır.
Feminist temelli makro uygulamalar, kadınlara zarar veren sosyal, siyasal yapıları konu edinir. Feminist Yaklaşım’la çalışan sosyal hizmet
uzmanı toplumda var olan baskılardan haberdar olmalıdır.__
 
Üst