Moderator
- Mesajlar
- 419
- Tepkime puanı
- 28
- Puanları
- 18
CEZA HUKUKU 1. ÜNİTE
Ceza Hukuku: Suç teşkil eden fiilleri ve bunlara uygulanacak yaptırımların neler olduğunu gösteren hukuk disiplinidir.
Hukuki değerler, toplumsal düzenin devamı için bir hukuk toplumunda korunması gereken, soyut, manevi değerlerdir. Ceza hukuku görevini, söz konusu hukuki değerleri ihlal eden saldırıları suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir. Örneğin kasten öldürmenin suç olarak tanımlanmasıyla, bir insanın yaşama hakkı; kasten yaralama suçuyla kişilerin vücut dokunulmazlığı; cinsel saldırı suçuyla kişilerin cinsel dokunulmazlıkları korunmaktadır. Kanun koyucu bir fiili suç olarak tanımlarken mutlaka en az bir hukuki değeri korumak amacı gütmektedir.
Ceza Hukukunun Temel Kavramları: Suç, ceza ve güvenlik tedbirleri
Ceza hukuku, diğer hukuk dallarındaki yaptırımlarla hukuki korumanın yetersiz kaldığı durumlarda son çare olarak devreye girer.
Suç, insanların toplum içinde birlikte yaşamalarının temini, toplumsal düzenin devamı için korunması gereken hukuki değerleri ihlal eden belli insan davranışlarıdır.
Suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişilere ceza ve güvenlik tedbiri olmak üzere iki tür yaptırım uygulanmaktadır. Cezanın amacı da, suç teşkil eden haksızlığı tercih etmesinden dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlamaktır. Ceza yaptırımının aksine, güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kişinin kusurlu sayılması zorunlu değildir. Bu yaptırımlar suç işleyen kişi hakkında birlikte uygulanabileceği gibi, birbirinden bağımsız olarak da uygulanabilirler.
CEZA HUKUKUNUN HUKUK DİSİPLİNLERİ ARASINDAKİ YERİ:
Ceza hukuku, kamu hukuku içerisinde yer alan bir bilim dalıdır. Suç işleyen kişiyi cezalandırma gücü devletin tekelinde bulunmaktadır. Ceza hukuku, kendi içinde de bazı alt disiplinlere ayrılmaktadır. Bu kapsamda maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku genel kabul gören ayrımı oluşturmaktadır.
*Maddi ceza hukuku, bir fiilin suç teşkil edebilmesi için bulunması gereken unsurları, suç dolayısıyla sorumluluk için aranan şartları ve suçun işlenmesi hâlinde uygulanabilecek yaptırımları ve suçun işlenmesine bağlanan diğer hukuki sonuçları inceler. Maddi ceza hukuku da kendi içinde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ceza hukukunun genel hükümleri bütün suçlar için geçerli ortak prensipleri ihtiva etmektedir. Özel hükümlerde ise kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, hakaret, hırsızlık, zimmet, rüşvet gibi tek tek suç tanımları yer almaktadır.
*Ceza muhakemesi hukuku ise, suç teşkil eden bir fiilin işlendiği şüphesiyle başlayıp bu şüphenin failin lehine veya aleyhine yenilenmesine kadar devam eden süreci ifade etmektedir. Ceza muhakemesi hukuku, bu sürece katılan kişilerin hak, görev ve yetkileri ile işlendiği iddia edilen suçun gerçekte işlenip işlenmediğini, işlendi ise kim tarafından işlendiğini ve yaptırımının ne olacağını belirlemek amacıyla yapılan ve iddia, savunma ve yargılama niteliğindeki bir dizi faaliyetten oluşan bir hukuk dalıdır.
Ceza Hukukunun Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi: hukuk dallarının başında anayasa hukuku gelmektedir.
Ceza Hukuku; Anayasa ile oluşturulan düzenin ve kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin bekçiliğini de yapmaktadır. Ceza hukuku bu korumayı, anayasa ile kişilere tanınan temel hak ve özgürlükleri ihlal eden davranışları ve Anayasa ile oluşturulan düzeni değiştirmeye veya işleyişini bozmaya yönelik cebir veya tehdit içeren fiilleri suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir.
Ceza hukuku ile idare hukuku arasında da yakın bağlantı bulunmaktadır. Ceza hukuku, devletin yürütme organı içerisinde yer alan idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun ve etkin bir şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır. Kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmasını önlemeye yönelik suç tanımlarına da yer verilmektedir. Böylece hem vatandaşın hakları hem de kamu idaresine olan güven korunmak istenmektedir. Bu suçlara örnek; haksız arama, işkence, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, zimmet, irtikâp, rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçları gösterilebilir.
Kabahatler Kanununun önemli bir özelliği, hangi kanunda düzenlenirse düzenlensin, karşılığında idari yaptırımın uygulanmasının öngörüldüğü bütün haksızlıklar bakımından genel kanun niteliğinde olmasıdır. Ceza hukuku ile idare hukuku arasında ortak bir alan oluşturmaktadır.
Bir diğer hukuk dalı da devletler hukukudur. Terör eylemleri, bilişim sistemlerine karşı veya bu sistemler aracılığıyla işlenen fiiller, uyuşturucu madde ticareti, fuhuş veya organların alınması maksadıyla insan ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi suçlar çoğu zaman suç örgütleri tarafından birçok devleti ilgilendirecek şekilde işlenmektedir. Başta Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplum, bu tür sınır aşan örgütlü suçlara karşı devletlerin ortak mücadele verilebilmesini sağlamaya yönelik çaba göstermektedirler. Bu çabaların somut ifadesi olarak ilgili konularda çok sayıda milletlerarası sözleşmeler imzalanmaktadır. Devletler hukuku ile ceza hukukunun kesiştiği bir diğer alan da suçluların iadesi ve adli yardımlaşma konularında ortaya çıkmaktadır. Bir ülkede suç işledikten sonra bir başka ülkeye gitmiş olan kişinin, suçun işlendiği ülke tarafından yargılanabilmesi veya hakkında verilen cezanın infaz edilebilmesi amacıyla, bulunduğu devletten geri verilmesi istenebilecektir. Keza bir suç nedeniyle başlatılan ceza muhakemesi sürecinde, bir başka ülkede bulunan sanık veya tanığın dinlenmesi ve başka delillerin tespit edilerek gönderilmesi ihtiyacı ortaya çıkabilir. İşte bütün bu hâllerde yapılacak işbirliğinin esas ve yöntemleri, devletlerarasında imzalanan sözleşmelerle belirlenmektedir.
Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında da birçok konuda ilişki ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce suç teşkil eden fiiller aynı zamanda haksız fiil niteliği taşıdığı için, medeni hukukun bir alt disiplini olan borçlar hukuku bakımından tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir. Örneğin bir kimsenin eşyasını çalmak ceza hukuku bakımından hırsızlık suçunu oluşturmaktadır (TCK m. 141). Aynı fiil borçlar hukuku bakımından da haksız fiil sayılmakta ve çalınan eşyanın tazmin edilmesi gerekmektedir. Bazı suçların tanımında bir unsur olarak medeni hukuka ilişkin bir kavrama yer verilebilmektedir. Örneğin eşya, insan, altsoy, üstsoy, vasi, eş, zilyet, malik, gibi kavramlar bazı suçların tanımında unsur olarak zikredilmektedir.
Ceza hukuku ile kriminoloji (suç bilimi) arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Kriminoloji deney ve gözlem metodundan yararlanarak suçun işlenme nedenlerini, faili suç işlemeye iten sebepleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu çerçevede kriminoloji suçlunun kişiliğini, fiziki ve psikolojik özelliklerini, kişinin içinde yaşadığı sosyal çevrenin, aile ilişkilerinin, ekonomik durumun, eğitim durumunun, cinsiyetin, yaşın, dini inançların, iklim ve mevsim gibi çevre koşullarının suç işleme olgusu üzerindeki etkilerini araştırır. Ceza hukuku adli olayların aydınlatılmasında tıp biliminin bir alt disiplini olan adli tıptan yararlanmaktadır. Adli tıp özellikle ceza muhakemesi sürecinde suçun aydınlatılmasında (örneğin ateşli silahla meydana gelen ölüm vakasında olayın intihar mı yoksa adam öldürme mi olduğunun belirlenmesinde), suçluların tespitinde(örneğin olay yerinde veya mağdur üzerinde bulunan delillerin araştırılması sonucu failin belirlenmesi) ve sorumluluğun saptanmasında (örneğin suçu işlediği sırada kişinin akıl hastası olup olmadığının belirlenmesi) önemli rol oynar.
CEZA HUKUKUNUN KAYNAKLARI
Doğrudan kaynaklar somut olaya doğrudan uygulanabilen ve uygulayıcı bakımından bağlayıcı nitelik taşıyan kaynaklardır. Buna karşılık dolayısıyla kaynaklar bağlayıcı olmayıp, doğrudan uygulanan bir kaynağın anlaşılması ve yorumlanmasında göz önünde bulundurulur.
Doğrudan Kaynaklar: ANAYASA - KANUN - ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Dolayısıyla Kaynaklar: DOKTRİN VE YÜKSEK MAHKEME İÇTİHATLARI
CEZA HUKUKUNUN GÜVENCE FONKSİYONU
Ceza hukuku, temel hak ve özgürlükleri saldırılardan korurken, aynı zamanda kişilerin hareket özgürlüğünün sınırlarını da çizmektedir. Bu prensiplerin başında suçta ve cezada kanunilik ilkesi gelmektedir.
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi: bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır.
***1982 Anayasası’nın 38. maddesinde suçta ve cezada kanunilik ilkesine ilişkin şu hükümlere yer verilmiştir:
*“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” (f. 1).
*“Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.” (f. 2).
*“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” (f. 3).
*5237 sayılı TCK’nın “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” başlıklı 2. maddesinde bu ilke ve doğurduğu sonuçlar açık şekilde ifade edilmiştir.
Buna göre, “(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. (2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. (3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” Bu hükümlere göre suçta kanunilik ilkesi gereğince, esasen haksızlık teşkil eden fiillerden hangilerinin suç teşkil ettiği kanunda gösterilmelidir. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. Yine kanunun açıkça cezayı artırıcı bir neden olarak kabul etmediği bir husustan dolayı da kimsenin cezası artırılamaz.
Cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saydığı bir fiilden dolayı bir kimseye ne tür ve miktarda bir ceza yaptırımının uygulanacağının yine kanunla belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla hiç kimse bir suç nedeniyle kanunda öngörülemeyen bir ceza ile veya kanunda öngörülen bir cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamaz.
Kanunilik ilkesinin, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaması, suç tanımlarının açık seçik olması (belirlilik ilkesi), örf ve adetle suç ve ceza konulamaması, kıyas yasağı ve ceza kanunlarının geçmişe yürütülmesi yasağı olmak üzere çeşitli sonuçları vardır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, örf ve âdetin ceza hukukunda kaynak değeri bulunmamaktadır. Bu itibarla örf ve âdetin bir fiili suç hâline getirme, suç olan bir fiili suç olmaktan çıkartma veya suç teşkil eden bir fiilin cezasını ağırlaştırma gücü bulunmamaktadır. Ceza hukukunda örf ve âdete ancak bir suçun unsurlarının yorumlanmasında başvurulabilir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir diğer sonucu da kıyas yasağıdır. Bu ilke gereğince suç teşkil eden fiillerin kanunda açık, seçik ve herkesin anlayabileceği şekilde tanımlanması gerekliliği, ceza hukukunda kıyasa başvurulamayacağını ortaya koymaktadır. “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz”
Kıyas yasağı gereğince, kanunda açıkça suç olarak tanımlanmayan bir fiil, kanunda suç olarak tanımlanan bir fiile bazı yönlerden benzerlik gösterdiğinden bahisle o fiile ilişkin suç tanımı kapsamında cezalandırılamaz.
Geçmişe Yürüme Yasağı (Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması)
Kanunilik ilkesinin sonucu olan bu kurala göre her fiil, işlendiği zamanın kanununa tabiidir. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç teşkil etmeyen bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılmayan bir fiili işleyen kişiye, daha sonra yürürlüğe giren ve o fiili suç hâline getiren bir kanun geriye yürütülerek ceza verilemez. Yeni bir suç tanımı getiren veya failin durumunu ağırlaştıran kanunlar, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra işlenen fiiller bakımından uygulanabilirler. Ceza kanunlarının geriye yürümesini yasaklayan bu kuralın bir istisnası vardır. Buna göre failin lehine olan kanun geriye yürür. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılan bir fiilin, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanunla suç olmaktan çıkartılması hâlinde, fiili suç olmaktan çıkartan sonraki kanun lehe olduğu için yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiillere, geçmişe yönelik olarak olaya uygulanacak ve faile herhangi bir ceza hukuku yaptırımı uygulanmayacaktır. “İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.” (f. 1, cümle 2 ve 3). “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” (f. 2). Failin lehine olan kanunun geçmişe uygulanır ve geçmişe uygulanma bakımından bir zaman sınırlaması getirilmemiştir.
Derhal uygulama: Bir hükmün yürürlüğe girdiği anda ilgili olan her olaya uygulanmasını ifade eder. Derhal uygulama kuralının dışında tutulmuştur: Bunlar hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerdir. Bu müesseselerle ilgili değişikliklerde geriye yürüme yasağı kuralı ve failin lehine olan hükmün geriye yürümesi istisnası geçerli olacaktır.
***Ceza muhakemesi hukukuna ilişkin kuralların zaman bakımından uygulanması konusunda da derhal uygulama kuralı geçerlidir. Hukuk sistemimizde derhal uygulama kuralı öngören bir başka hüküm de, Anayasa da bulunmaktadır. Anayasa’ya göre Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükümleri, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Ancak gereken hâllerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez (m. 153, f. 3). İptal kararları geriye yürümez (m. 153, f. 5). Bu düzenlemeye göre Anayasa Mahkemesi bir fiili suç olarak düzenleyen kanun hükmüyle ilgili olarak iptal kararı verdiğinde, bu karar geriye yürümeyecek, kararın Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işlenen suçlar hakkında uygulanacaktır. Bu tarihten önce işlenen suçlara iptal kararının etkisi olmayacaktır. Anayasanın bu hükmünün failin lehine sonuç doğuran iptal kararları bakımından isabetli olmadığı açıktır.
“Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” Böylece geçici ve süreli kanunların ileriye yürümesinin yolu açılmıştır.
Yürürlükten kalkışı belirli bir zamana veya olaya bağlandığı için yürürlükten kalkacağı zaman önceden bilinen kanunlara süreli kanun denir.
2.ÜNİTE
Suç, karşılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülmüş olan haksızlıktır. Hukuk kuralları da toplumsal düzeni sağlayan ve koruyan davranış normları içinde yer almaktadır. Hukuk kuralları, bir hukuk toplumunda devletin, toplumsal düzenin sağlanmasında ve devam ettirilmesinde kullanıldığı en önemli vasıtayı oluşturmaktadır. Davranış normları, üstlenmiş oldukları işlevi, her biri belli bir hukuki değeri korumayı amaçlayan ve yasak veya emir şeklinde formüle edilmiş kurallarla yerine getirir. *Yasaklayıcı davranış normları, ancak bir davranışın gerçekleştirilmesi suretiyle (icrai davranış) ihlal edilebilir. Buna karşılık, emredici davranış normları ise, ancak emredilen hareketin gerçekleştirilmemesiyle (ihmali davranış) ihlal edilebilir. Örneğin TCK’nın 86. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçu, “haksız yere bir başkasının vücut dokunulmazlığını ihlal etmemelisin!” şeklindeki yasaklayıcı normun bir ifadesidir. Buna karşılık, TCK’nın 278. maddesinde düzenlenen suçu bildirmeme suçu, “işlenmekte olan bir suçu yetkili mercilere bildirmelisin” şeklindeki emredici normun ifadesini oluşturmaktadır. Suçun yapısı, haksızlık ve kusur şeklinde ikili bir ayrım çerçevesinde incelenmektedir.
Kişilerin, muhatabı oldukları davranış normlarının gereklerine aykırı davranmaları, yani emir veya yasağı ihlal etmeleri haksızlık teşkil eder. Suç teorisi, suç teşkil eden haksızlığın unsurlarını ve ceza sorumluluğun şartlarını konu edinmektedir. Suç teorisinin öngördüğü sistem çerçevesinde suçun yapısal unsurları kural olarak haksızlık ve kusur ayrımı çerçevesinde ele alınmalıdır. Haksızlığın unsurları ise, “tipiklik” ve “hukuka aykırılık”tan ibarettir. Suç teşkil eden bir haksızlıktan söz edilebilmesi için, işlenen fiille (davranışla) haksızlığın unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekir (fiil olmaksızın haksızlık olmaz).
Kusur(luluk), suçun yapısında, haksızlık teşkil eden fiili gerçekleştiren kişinin (failin) işlemiş olduğu bu fiilden dolayı kınanıp kınanamayacağının değerlendirildiği aşamayı oluşturmaktadır.
Bir hareketin, ceza hukuku açısından değerlendirmeye alınabilmesi, bunu gerçekleştiren kişinin tamamıyla bir insan gibi, yani iradi olarak hareket ettiğinin tespit edilmesine bağlıdır. İradi bir davranış bulunmadıkça ceza hukuku açısından değerlendirmeye konu bir fiilin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Suçun yapısını incelemeye fiil ile başlamak bir zorunluluk arz etmektedir. Tipe uygunluk değerlendirmesinden önce fiil özelliklerine sahip bir insan davranışının bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Fiil bu değerlendirme aşamalarını geçtikten sonra ve dolayısıyla haksızlık teşkil ettiği belirlendikten sonra ise, kusurluluk konusu ele alınacaktır. Kusurluluk, haksızlığın unsurlarının gerçekleşmesinden sonra, bu fiille ilgili olarak fail hakkında verilen bir değer hükmünü oluşturmaktadır. Bu durumda, kusur yargısı fiil hakkında değil, fail hakkında yapılmaktadır. Ancak, fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir. Ceza hukuku “haksızlık olmaksızın kusur olmaz” prensibini kabul eder. Kusur, bir haksızlığı gerçekleştirmesi nedeniyle failin kişisel olarak kınanabilmesi demektir (kişisel isnadiyet). Failin işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmediği (m. 30/4) ya da işlediği fiilin haksızlık teşkil edip etmediğini anlayabilecek zihni donanıma sahip olmadığı hâllerde, onun hakkında kınama yargısında bulunabilmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla algılama ve irade yeteneğine sahip olmayan kişiler hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi mümkün değildir. Ancak, fail hakkındaki kusurluluk yargısının konusunu, onun tarafından kasten veya taksirle gerçekleştirilen fiilin oluşturduğu unutulmamalıdır. Fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir.
Suç Teşkil Eden Haksızlığın Esası Olarak Fiil
Ceza hukukunun hareket noktasını, normun muhatabı olan insan tarafından gerçekleştirilen fiil oluşturur. Ceza hukukunda, fiil olmaksızın haksızlık olmaz kuralı geçerli olup bir kişinin zihniyeti, kabulleri ve hayata geçirmediği sürece suç işleme yolundaki düşüncesi itibariyle cezalandırılması söz konusu değildir. Fiili; yönlendirici irade tarafından hâkim olunan, belli bir amaca yönelen, etkileri dış dünyada hissedilen insan davranışı olarak tanımlamak mümkündür. İradi olması, belli bir maksada yönelik olması, etkilerinin dış dünyada hissedilmesi ve insan kaynaklı olması fiilin belirleyici unsurlarıdır. Buna göre sadece iradi olan insan davranışları fiil niteliğine sahiptir ve yönlendirici iradenin ürünü olmayan davranışlar ceza sorumluluğuna esas teşkil etmezler.
İradeyi mutlak surette devre dışı bırakan, karşı konulamayan, doğal ya da doğal olmayan bir kuvvetin etkisinde iken gerçekleştirilen hareketler fiil olarak nitelendirilemezler. Bu çerçevede karşı konulamaz mutlak bir kuvvete maruz kalan kişinin gerçekleştirdiği davranışlar fiil sayılmazlar. Örneğin bir kimsenin diğerini vitrin camına iterek camın kırılmasına sebebiyet verdiği bir olayda, cama çarpan kişinin hareketi yönlendirici iradenin ürünü olmadığı için fiil olarak değerlendirilmez. Bu itibarla cama çarpan kişi bakımından bu hareketin mala zarar verme suçu bakımından tipik olup olmadığını değerlendirmeye gerek yoktur.
Buna karşılık insanın iradesini yalnızca zorlayıcı nitelikteki cebir ve tehdit altında gerçekleştirilen davranışlar fiil niteliğine sahiptirler. Örneğin bir kimseye silah tehdidiyle sahte bir senet imzalattırılması durumunda, kişi senet imzalama hareketini zorlanmış da olsa iradi olarak gerçekleştirmektedir. Yani tipiklik ve hukuka aykırılık bakımından değerlendirmeye konu bir fiil vardır. Ancak bu kişi böyle bir fiile iradi olarak karar verirken özgür olmadığı, yani davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendiremediği için kusurunun bulunmaması nedeniyle cezalandırılması söz konusu olmayacaktır. Zorlayan kişi dolaylı fail sayılacak ve cezalandırılacaktır.
Refleks hareketleri, uyku hâlinde veya hipnotik telkin altında gerçekleştirilen davranışlar da ceza hukuku anlamında fiil özelliğini taşımazlar. Buna karşılık, zorunluluk hâlinde, ani karar sonucu ve şuur bozukluğu veya şuur bulanıklığı hâllerinde gerçekleştirilen davranışlar ise fiil niteliğine sahiptirler.
Doğal olaylar veya bir hayvanın hareketi ceza hukuku bakımından değerlendirmeye tabi tutulmaz. Ancak bir suçun işlenmesinde hayvanın bir araç olarak kullanılması (örneğin hayvanın başkasına saldırması için kışkırtılması) durumunda, kişinin davranışı fiil niteliğine sahiptir. Bunun dışında insan olmadıkları, sadece hukuki bir yapıları bulunduğu için tüzel kişilerin de hareket etme yetenekleri yoktur. Bunlar adına yetkili organlar hareket ederler.
Yaşına ve akli durumuna bakılmaksızın herkes fiil ehliyetine sahiptir.
Tipiklik
Suçun bir unsuru olarak kastedilen tipiklik ise dar anlamda tipikliktir (haksızlık tipi). Dolayısıyla dar anlamda tipiklik, ceza sorumluluğunun doğumu için kanuni tanımda gösterilen bütün unsurların gerçekleşmiş olmasını ifade etmek üzere kullanılan geniş anlamda tipiklikle karıştırmamak gerekir. Geniş anlamda tipiklik, cezalandırılabilirliğin kanuni olarak belirlenmiş tüm koşullarını kapsadığı için Ceza Kanununun güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi) bakımından öneme sahiptir. Bilindiği üzere bu koşulların failin aleyhine olarak ne örf ve âdet hukuku yoluyla ne de kıyas yoluyla oluşturulması veya genişletilebilmesi mümkündür. Dar anlamda tipiklik, her bir suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karakterize eden unsurlardan oluşmaktadır. Tipiklik, vatandaşların tipleştirilen emir ve yasaklara göre kendilerini yönlendirmeleri fonksiyonunu yerine getirir. Buna “tipikliğin uyarı fonksiyonu” denir. Haksızlığın unsurunu oluşturan (dar anlamda) tipiklik, haksızlık içeriğini belirleyen unsurları (haksızlık tipini) konu edinmektedir.
Tipiklik, sadece bir suç tipinin değil, tüm suçların özelliklerini taşıyan soyut bir kavramdır. Failin tipe uygun davranmasıyla tipik haksızlık da gerçekleşmiş olur. Çünkü kanunda tanımlanan her bir suç, bu somut tanımıyla, tipik haksızlığı oluşturan davranış tarzlarını ortaya koymuş olmaktadır. Buna göre, somut hareket, daha önce yapılan bu soyut suç tanımlarından birine uygunsa, bu hareketin tipe uygunluğundan ve dolayısıyla belli bir suç tipinin maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştirildiğinden bahsedilir.
Tipiklik, suçun yapısında “hukuka aykırılığın karinesini oluşturma” fonksiyonuna da sahiptir. Buna göre, tipe uygun bir davranış kural olarak hukuka aykırı bir davranıştır. Bir davranışın tipe uygun olduğunun belirlenmesiyle, suç teşkil eden haksızlık da gerçekleşmiş olur. Bir fiilin haksızlık olarak nitelendirilebilmesi için iki aşamalı değerlendirmeden geçilmelidir: Davranışın tipe uygunluğunun araştırılması (ceza kanunu açısından değerlendirme) ve bir hukuka uygunluk nedeninin yokluğunun belirlenmesi (tüm hukuk düzeni açısından değerlendirme).
Bir fiilin hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenmesi, fiilin tipikliği üzerine etkili değildir. Buna karşılık, tipik olmayan bir fiil hukuka aykırı da olsa ceza hukukunun konusunu oluşturmaz.
Tipikliğin maddi (objektif) unsurları fiilin dış dünyadaki görünüş biçimini nitelendirirler. Bu unsurlar tanımlanabilir veya normatif olabileceği gibi, fiile veya faile ilişkin de olabilir. Tipikliğin manevi (sübjektif) unsuru denilince, failin psişik-manevi alanına ve tasavvur dünyasına ait olan unsurlar anlaşılmalıdır. Fiil ile bu fiili gerçekleştiren kişi arasındaki psikolojik bağa manevi unsur denilmektedir. Bu bağ da kural olarak kast, istisnai hâllerde ise taksir şeklinde tezahür etmektedir. Kasten işlenen bazı suçlarda ise, kastın yanı sıra amaç veya saikten oluşan başkaca manevi unsurların gerçekleşmesi aranmıştır. Buna göre, haksızlık teşkil eden fiiller ya kasten işlenirler ya da taksirle gerçekleştirilirler. Haksızlık teşkil eden fiilin işleniş şeklini oluşturan kast ve taksir, birer kusurluluk şekli olarak görülemezler. Hukuka aykırılık, tipikliğin bir unsuru değil, suçun genel bir unsurudur. Ancak bazı suçların kanuni tanımında “hukuka aykırı”, “hukuka aykırı olarak” ya da “haksız” veya “haksız olarak” şeklinde ifadelere yer verilmektedir.
TİPİKLİĞİN MADDİ UNSURLARI
Fiil, netice, nedensellik bağı, fail, mağdur, suçun konusu ve nitelikli hâller olarak sıralamak mümkündür. Bunlardan, fiil, fail, mağdur ve suçun konusu her suçta zorunlu olarak bulunan unsurlardır. Buna karşılık, netice ve nedensellik bağı sadece neticeye unsur olarak yer veren suçlar bakımından göz önünde bulundurulacak unsurlardandır. Neticeli suçlardaki nedensellik bağı, tipikliğin yazılı olmayan unsurlarındandır. Nitelikli hâller de suç tipinde öngörülmesi hâlinde değerlendirmeye alınacak unsurlardandır.
FİİL: yönlendirici iradenin ürünü olan, belli bir amaca yönelen ve dış dünyada etkileri hissedilen insan davranışını ifade eder. Tipe uygun haksızlığın gerçekleşebilmesi için suçun kanuni tanımında belirtildiği şekil ve tarzda hareket ya da hareketlerin yapılması şarttır. Dış dünyada gerçekleştirilen davranış, kanuni tanıma uygun olmadığı sürece ceza hukuku bakımından önemli bir hareketten söz edilemez. İşte suçları hareketin tipte tanımlanışına göre, tek hareketli suçlar, çok hareketli suçlar, serbest hareketli suçlar, bağlı hareketli suçlar, seçimlik hareketli suçlar, mütemadi (kesintisiz) suçlar ve ihmali suçlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak mümkündür.
*Tek Hareketli Suçlar: Kanuni tanımına göre, meydana gelmesi için tek hareketin yeterli olduğu suçlara “tek hareketli suç” denir. Tek hareketten oluşan bu suçlara, kasten öldürme, hakaret suçları örnek gösterilebilir. Bu suçların oluşumu için tek öldürmeye ve hakarete yönelik hukuki anlamda tek fiilin icrası yeterlidir. Örneğin kasten öldürme suçunun işlenmesi sırasında sıkılan kurşun sayısının veya vurulan bıçak darbesinin birden fazla olması, bu suçun tek hareketli suç olma özelliğini etkilemez. Zira bu gibi durumlarda hukuki anlamda fiil tektir.
*Çok Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birden çok harekete yer verilen suçlara “çok hareketli suç” denir. Bu tür suçların oluşması için kanuni tanımda gösterilen hareketlerin tamamının yapılması gerekir. Örneğin yağma suçu, cebir veya tehditle bir malın alınmasıyla oluşan bir suçtur. Keza dolandırıcılık suçu da hileli hareketlerin yanı sıra yarar sağlanmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için failin hem sahte bir özel belge düzenlemesi, hem de bu belgeyi kullanması gerekir.
*Serbest Hareketli Suçlar: Kanun tanımlarında hangi tür hareketlerle işleneceği hususunda belirlemede bulunulmayan suçlara serbest hareketli suçlar denir. Örneğin görevi kötüye kullanmada suçu oluşturan hareketler Kanunda somutlaştırılmış değildir. Kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırılık teşkil eden kasti her hareketi suçun maddi unsurunun oluşması bakımından yeterlidir. Keza kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma da serbest hareketli suçlardandır.
*Bağlı Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında hangi hareketlerle işlenebileceği bizzat belirtilen suçlara “bağlı hareketli suç” denir. Bu suçlarda, serbest hareketli suçların aksine, suç tipinde o suçu oluşturan hareketler somutlaştırılmıştır. Örneğin yağma suçu bağlı hareketli bir suçtur. Çünkü yağma suçunun kanuni tarifinde cebir veya tehditle bir malın alınmasından bahsedilmektedir. O hâlde cebir veya tehdit dışındaki bir hareketle (örneğin hile ile) malın alınması hâlinde yağma suçu oluşmayacaktır. Seçimlik hareketli suçlar da genellikle bağlı hareketli suçlardandır. Çünkü bu suçlar kanunda belirtilenler dışındaki hareketlerle işlenemezler. Yine bir suçun basit şekli serbest hareketli bir suç olduğu hâlde nitelikli unsurları bağlı hareketli suç olabilir.
*Seçimlik Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birbirinin alternatifi olarak gösterilen birden çok hareketten biriyle işlenebilen suçlar “seçimlik hareketli”dir. Bu tür suçlarda, kanuni tanımda gösterilen alternatif hareketlerin hepsinin aynı anda gerçekleştirilmesi şart olmayıp birinin icrasıyla suç oluştur. Somut olayda kanuni tarifte gösterilen hareketlerin hepsi icra edilmiş olsa dahi ortada tek suç vardır. Ancak bu durum cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulabilir. Soykırım, göçmen kaçakçılığı, hakaret ve mala zarar verme gibi suçlar seçimlik hareketlidirler. Örneğin mala zarar verme suçu başkasının taşınır veya taşınmaz malının kısmen veya tamamen yıkılması veya tahrip edilmesi veya bozulması veya kirletilmesiyle işlenebilecektir. Seçimlik hareketlerden birisi tamamlanmış, diğeri teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi suç tamamlanmış kabul edilir.
*Kesintisiz Suçlar: Kanuni tanıma uygun hareketin icrasıyla ya da tipte ayrıca neticenin arandığı hâllerde neticenin gerçekleşmesiyle tamamlanan suçlara “ani suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme suçu, ölüm neticesinin gerçekleşmesiyle tamamlanır. Mağdurun yaralandıktan bir müddet sonra ölmesi bu suçu mütemadi suç hâline getirmez. Çünkü öldürmeye yönelik hareket gerçekleştirilmiş ve bitmiştir. Ayrıca ölümün bir netice olarak sürdürülmesi, yani kişinin sürekli öldürülmesi söz konusu olamaz. Kanuni tanımındaki hareketlerin işlenmesiyle tamamlanan, ancak fiilin icrasına devam edilmesi sebebiyle henüz sonlanmayan (icranın bitmediği) suçlara “kesintisiz suç” veya “mütemadi suç” denir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek için örgüt kurma suçu, uyuşturucu madde bulundurma, girilen konuttan çıkmamak suretiyle işlenen konut dokunulmazlığını ihlal ve karşılıksız yararlanma kesintisiz suçlardandır. Örneğin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, mağdurun iradesine uygun olarak hareket etmesinin kısıtlanması ile tamamlanır. Buna karşılık mağdurun hareket serbestini tamamen kazandığı anda biter.
Kesintisiz suçlarda devam eden netice değil, fiilin icrasıdır. Örneğin kasten yaralama suçu bir durum suçudur. Yaralamanın meydana getirdiği vücut üzerindeki eser, örneğin yüzde sabit eser veya bir kulağın koparılması gibi, ömür boyu devam etse dahi suç yaralamanın meydana gelmesiyle tamamlanmış ve bitmiştir. Ceza hukuku kurallarının zaman bakımından uygulanması konusunda da kesintisiz suç, ani suçtan farklılık gösterir. Kesintisiz suç, fiilin icrasının kesintiye uğradığı (sonladığı veya bittiği) anda işlenmiş olacağından, o anda hangi kanun yürürlükte ise o kanun uygulanır. Kesintisiz suçlarda davaya bakmaya yer itibariyle yetkili mahkeme, kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesidir. Zamanaşımı kesintinin gerçekleştiği günden itibaren işlemeye başlar. Şikâyete tabi kesintisiz suçlarda, şikâyet süresi de ancak kesintinin gerçekleştiği andan itibaren başlar.
İhmali Suçlar: Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici normlar şeklinde formüle edilirler. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar ve bu yasağın ihlalini suç hâline getirir. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenen suçlardan oluşmaktadır. Yasaklayıcı norm, icrai bir hareketle, yani haricen gözlemlenebilir bir vücut hareketiyle ihlal edilebilir. Örneğin öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle, çalmayı yasaklayan bir norm da başkasının eşyasının alınmasıyla ihlâl edilmiş olur. Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emreder. Emredici normun söz konusu olduğu hâllerde, bu normun gereği olan hareketin icra edilmemesi bir hak ihlaline sebebiyet verir. kamu görevlisinin yükümlü olduğu görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermesi veya kendini idare edemeyecek durumda olan kimselere karşı yardım etme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi hâlinde emredici normun öngördüğü şekilde davranmamak suretiyle, yani ihmali hareketle suç işlenmiş olur.
İcrai hareketle işlenen suçlarda hareket, tokat atmak, tekme vurmak, silahla ateş etmek, birisine hakaret teşkil eden söz söylemek gibi, aktif bir yapma hareketiyle gerçekleştirilmekte ve böyle bir hareketin varlığı doğal olarak belirlenebilmektedir. Fail icrai suçlarda aktif bir davranışla cezayı gerektiren bir yasağı ihlal etmektedir. İcrai suçlar, suçun gerçekleştirilmesinin aktif bir davranışa bağlı olduğu suçlardır. Burada fail aktif olmalı ve suçu aktif bir hareketle gerçekleştirmelidir. İhmali suçlar, emredilen hareketi yapmamak suretiyle işlenen suçlardır. İhmali suçlarda hareket, belli bir davranışın gerçekleştirilmemesi, belli bir davranışta bulunmama şeklinde normatif bir özellik taşımaktadır. Bir başka deyişle, ihmali davranış, hukuk normlarıyla (emredici davranış normları) kişiye belli bir icrai davranışta bulunma yükümlülüğünün yüklendiği hâllerde, kişinin bu yükümlülüğü yerine getirmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, emredici normun korumak istediği hukuki değerin ihlali anlamını taşımakta ve dolayısıyla haksızlık oluşturmaktadır.
Gerçek ihmali suçlar, ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır. Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun gereğinin kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. “yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçu” gerçek bir ihmali suçtur. Çünkü bu suçun kanuni tanımında cezalandırılan ihmali hareketin kendisi belirtilmiştir. Bu suçta kanun koyucu; yaşı, hastalığı veya yaralanması ya da başka bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan bir kimseye hâl ve koşulların elverdiği ölçüde yardım edilmesini veya durumun ilgili makamlara bildirilmesini herkese bir görev olarak yüklemektedir. İşte bu hükümle normlaştırılan yardım yükümlülüğünün yerine getirilmemesi veya durumun yetkili makamlara bildirilmemesi cezalandırılan tipik hareketleri oluşturmaktadır. Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir.
Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir. Gerçek olmayan ihmali suçlar, tipe uygun bir neticenin gerçekleşmesinin engellenmemesi suretiyle işlenen suçlardır. Ancak bu suçun oluşumu için failin neticeyi önleme bakımından özel bir hukuki yükümlülük (garanti yükümlülüğü-garantörlük) altında bulunması gerekir.
Görünüşte ihmali suçlarda belli bir neticenin gerçekleşmesini önleme yükümlülüğü, ya kanundan ya öngelen tehlikeli hareketten ya da sözleşmeden kaynaklanır.
NETİCE: Netice, hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliktir. Örneğin kasten öldürme suçunda, bir kişinin ölmüş olması neticeyi oluşturmaktadır. Bu suçun tamamlanabilmesi için ölüm olayının gerçekleşmesi gerekmektedir. Ceza kanunlarında tanımlanan suçların çoğu, icrai veya ihmali bir hareketin gerçekleştirilmesiyle tamamlanırlar. Tamamlanması için neticenin aranmadığı bu tür suçlara “sırf hareket suçları” denir. İntihara yönlendirme, konut dokunulmazlığını ihlal, hakaret, yalan tanıklık ve iftira gibi suçlar sırf hareket suçlarındandır.
Suçun tamamlanmış sayılabilmesi için kanuni tanımındaki fiilin icrasının yanı sıra dış dünyada hareketten ayrılabilen bir neticenin meydana gelmesinin arandığı suçlara “neticeli suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme, taksirle öldürme, kasten yaralama, çocuk düşürtme, kısırlaştırma ve mala zarar verme suçları neticeli suçlardır. Neticeli suçlar, hareketin tipte düzenleniş şekli bakımından, genel olarak, serbest hareketli suçlardır.
NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET: Hareket ile netice arasındaki sebep sonuç ilişkisini ifade eden nedensellik bağı oluşturur. Hareketle netice arasında nedensellik bağı yoksa o netice faile yüklenemez. Nedensellik bağı, neticeli suçlarda, suçun kanunda tanımlanmayan unsurları arasında yer almaktadır. Örneğin taksirle öldürme ve kasten yaralama suçunda netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama hâllerinde kişinin cezalandırılacağına yer verilmiştir.
Nedensellik bağı, her neticeli suçta mutlaka bulunması gereken doğal bir olaydır. Neticeyi meydana getiren tüm şartlar eşit değerdedir ve aralarında önemli, önemsiz, uzak, yakın gibi ayrımlar yapılamaz. Objektif isnadiyet, normatif bir karara dayanır. Buna göre, ceza hukuku bakımından sadece sebep-sonuç ilişkisi yeterli değildir. Ayrıca bir neticenin faile insan olma özelliğinden kaynaklanan kabiliyet durumuna göre kendi eseri olarak yüklenebilmesi de gerekir. Örneğin fail, yaralamak maksadıyla hasmına ateş eder ve onu yaralar. Mağdur aşırı kan kaybeder ve kendisine kan verilmek istenir. Yahova şahidi olan mağdur, inancı gereği kan almayı reddeder ve aşırı kan kaybına bağlı olarak hayatını kaybeder. Bu olayda, failin mağduru yaralamış olması, mağdurun ölümü bakımından nedensel olmasına rağmen, bu ölüm neticesi doğrudan doğruya fiilinin eseri olarak nitelendirilemeyeceği için faile isnat edilemeyecektir. Görüldüğü üzere objektif isnadiyet ölçütü, sorumluluğu doğrudan doğruya neticeye sebebiyet veren hareketlerle sınırlandırmaktadır.
FAİL: Suçun kanuni tanımındaki fiili gerçekleştiren, bu fiil üzerinde hâkimiyet kuran, kanuni tanıma uygun haksızlığı gerçekleştiren kişidir. Her suçun mutlaka bir faili vardır. Faili olmayan bir suç tanımı olamaz. Ceza hukukunda tüzel kişiler suç faili olamaz. Fiil yeteneğine sahip olan her gerçek kişi tarafından işlenebilen suçlara “genel suçlar” denilmektedir. Örneğin kasten yaralama, yağma gibi. Kanuni tanımında belli özelliğe sahip olanların fail olabileceği belirtilen bu tür suçlara “özgü suçlar” denilmektedir. Bu tür suçlar ancak özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilmektedir. Örneğin güveni kötüye kullanma suçu, aralarındaki hukuki ilişkiden kaynaklanan güvene dayalı olarak belli bir şekilde tasarrufta bulunması için bir malın zilyetliği kendisine teslim edilen kişi tarafından işlenebilir. Görevi kötüye kullanma, kamu görevlisi tarafından işlenebilecek bir suç olma özelliği taşımaktadır. Bir suç sadece özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilen bir özellik gösteriyorsa gerçek özgü suçtur. Buna karşılık, bir suç herkes tarafından işlenebilmekle birlikte, bunun nitelikli şekli özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebiliyorsa görünüşte özgü suç söz konusudur. Örneğin işkence ve irtikâp sadece kamu görevlileri tarafından işlenebilen, kamu görevlisi olmayanların fail olmasının mümkün olmadığı “gerçek özgü suçu” oluştururken; herkes tarafından işlenebilen özel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâli ise “görünüşte özgü suçu” oluşturmaktadır. Gerçek özgü suçlara, özel faillik vasfını taşımayan kişilerin “fail” olarak katılması mümkün değildir. Gerçek özgü suçlarda özel faillik vasfını taşımayanlar bu suçun işlenişine ancak “şerik” olarak katılabilirler.
MAĞDUR: Her suçun mutlaka bir mağduru vardır, mağduru bulunmayan bir suç olamaz. “işlenen fiil nedeniyle haksızlığa uğramış kişi” yi ifade eder.
Örneğin yağma suçunun mağduru, tehdit veya cebir yoluyla alınan eşyanın sahibi veya zilyedidir. Hakaret suçunun mağduru, şerefine, onuruna ve saygınlığına saldırıda bulunulan kişidir. Fail gibi mağdur da ancak gerçek kişiler olabilir. İnsan dışında, aile, devlet, tüzel kişi, kişi toplulukları, devletler topluluğu gibi kurum ve organlar, “suçtan zarar gören” olabilirse de suçun mağduru olamazlar. Örneğin ihaleye fesat karıştırma suçunun mağduru, toplumu oluşturan herkestir. Zira ihaleler, kamu kurum ve kuruluşları tarafından toplum adına yürütülen faaliyetlerle bağlantılı olarak gerçekleştirilen işlemlerdir. İhaleler, toplum için belli bir işin gördürülmesi veya belli bir alımın yapılması maksadıyla gerçekleştirilirler. İhaleye fesat karıştırılmakla aynı zamanda ihaleyi yapan kamu kurum veya kuruluşu açısından bir zarara sebebiyet verilmişse, bu kamu kurum veya kuruluş mağdur değil, suçtan zarar görendir. Faillik ve mağdurluk sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden, bir kişi aynı suçun hem faili hem de mağduru olamaz.
SUÇUN KONUSU: Konusu olmayan bir suçun varlığından bahsetmek mümkün değildir. Örneğin kasten öldürme suçunun konusunu belli bir kişinin hayatı, kasten yaralama suçunun konusunu belli bir kişinin vücudu ve hakaret suçunun konusunu ise belli bir kişinin şerefi ve onuru oluşturur. Buna karşılık hırsızlık ve yağma suçunun konusunu taşınır bir mal, belgede sahtecilik suçunun konusunu ise sahteciliğe konu olan belge oluşturmaktadır. Suçun konusu ile suçla korunan hukuki değer, birbirinden farklı ve ilişkili olan kurumlardır. Suçların sınıflandırılmasında, suçun konusunun fiilden etkileniş derecesine göre, zarar suçları ve tehlike suçları şeklinde ikili bir ayrım yapılmaktadır. Suçun oluşumu bakımından, suçun konusuna zarar verilmesinin arandığı hâllerde zarar suçundan söz edilir. Burada bahsi geçen zarar veya değer kaybını, parasal bir ölçüme tabi tutulan kayıp biçiminde değil, genel anlamda, işlenen fiilin yol açtığı çıkar kaybı, olumsuz, kötü sonuç ve ziyan şeklinde anlamak gerekir. Örneğin öldürme, yaralama, mala zarar verme suçları bu anlamda birer zarar suçudurlar. Keza hırsızlık, yağma gibi suçlar da zarar suçudur. Çünkü bu suçların kanuni tanımında başkasına ait eşyanın faile geçmesi şeklinde bir zararın ortaya çıkması aranmaktadır. Suçun konusunu oluşturan eşyanın el değiştirmesi de başlı başına bir zarar olarak kabul edilmelidir. Tehlike suçlarında, hareketin yönelik olduğu konunun gerçekten zarara uğraması şart olmayıp, bu konunun objektif olarak zarara uğrama tehlikesi ile karşılaşmış olması, hareketin suçun konusu üzerinde zarar tehlikesini yaratabilme imkânının varlığı suç tipinin işlenmiş sayılması için yeterlidir. Soyut tehlike suçları, suçun kanuni tanımında yer alan hareketin işlenmesinin o suçun oluşması bakımından yeterli görüldüğü suç tiplerini ifade eder. Örneğin suç işlemeye tahrik, suç ve suçluyu övme, yalan tanıklık, yalan yere yemin ve suçu bildirmeme birer soyut tehlike suçudur. Somut tehlike suçlarına örnek olarak TCK’nın özel hükümlere ait ikinci kitabının topluma karşı suçları düzenleyen üçüncü kısmının özellikle birinci bölümünde düzenlenen suçlar gösterilebilir.
NİTELİKLİ HALLER: Kanunlarda öncelikle suçların temel şekli tanımlanır. Cezaya layık haksızlığın oluşması için varlığı zorunlu olan temel unsurları taşıyan suç tipi, o suçun temel şeklini oluşturur. Örneğin kasten öldürmenin temel şekli “bir insanın kasten öldürülmesiyle”, hırsızlığın temel şekli “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malın yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alınmasıyla” oluşurlar. Örneğin fail başkasına ait taşınır malı yarar sağlamak maksadıyla almamışsa, bu fiilin elde bulunan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi hırsızlığın nitelikli hâlini oluşturamaz. Çünkü suçun temel şekline ilişkin maksat unsuru gerçekleşmemiştir. Temel şekli gerçekleşmeyen bir suçun nitelikli hâlinden söz edilemez. Buna karşılık, bir suçun nitelikli hâlinin gerçekleşmemesi, o suçun temel şeklinin oluşmasına engel değildir. Suçun temel şekline ilişkin unsurlar oluşmadan nitelikli hâlinin gerçekleştiğinden bahsedilemez. Resmi belgede sahtecilik suçunun nitelikli şekli ancak bir kamu görevlisi tarafından işlenebilir. Örneğin kasten yaralamanın kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi kasten öldürmenin çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan bir kişiye işlenmesi, failin daha ağır cezalandırılmasına yol açmaktadır. Fiilin işlendiği yer ve zaman nitelikli hâl olarak kabul edilmiş olabilir. Örneğin yağma suçunun konut veya işyerinde işlenmiş olması hâlinde ceza artırılacaktır. Fiilin işleniş şekli nitelikli hâli oluşturabilir. Örneğin bazı suçların silahla; alenen veya basın ve yayın yolu ile; cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi suçun nitelikli hâlini oluşturmaktadır. Fiilin işlenişiyle güdülen amaç veya saik de suçun nitelikli unsuru olarak kabul edilebilir. Örneğin kasten öldürmenin “bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla” işlenmesi; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun “cinsel amaçla” işlenmesi, bu suçların daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturmaktadır. Bazı suçlarda ise belli bir maksat veya saikle hareket etmek suçun daha az cezayı gerektiren nitelikli şekli olarak kabul edilmiştir. Örneğin hırsızlık, yağma ve dolandırıcılık suçlarının“ bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi” bu suçların temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir.
3.ÜNİTE
TİPİKLİĞİN MANEVİ UNSURLARI: Kişi ile gerçekleştirdiği davranış arasında manevi bir bağ yoksa bu davranış fiil niteliği taşımaz ve dolayısıyla bir suçun varlığından söz edilemez. Bu nedenle failin, tipik haksızlık unsurlarının tümü bakımından kasten veya taksirle hareket ettiği belirlenmelidir. Tipikliğin manevi unsuru, kişi ile işlediği fiil arasındaki manevi bağı ifade eder. “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır”. Bu nedenle ancak kasten işlenen fiiller cezalandırılabilir, açıkça ve ayrıca belirtilmedikçe taksirli hareketler cezalandırılmaz. Dolayısıyla kural olarak kast, istisnai olarak da taksir manevi unsurun temel iki şeklini oluşturmaktadır. Suçlar kural olarak kasten, kanunda açıkça gösterilen istisnai hâllerde ise taksirle işlenirler. Şantaj ve hırsızlık suçunda varlığı aranan “kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadı” tipikliğin diğer sübjektif unsurlarındandır. Buna karşılık, kasten öldürmenin kan gütme veya töre saiki özel bir saikle hareket etmeye örnek teşkil etmektedir. Kast ve taksir, zorunlu olarak, bir kişiye karşı işlenen fiilde birlikte bulunmaz. Örneğin fail, mağdurun kafasına demir çubukla sert bir şekilde vurarak onu öldürse, ya kasten (olası) ya da taksirle (bilinçli) öldürme suçunu işlemiş olur. Dolayısıyla bu olayda failin hem kasten hem taksirle bu suçu işlediğini söylemek mümkün değildir. Örneğin failin hasmını öldürmek için attığı merminin sekerek oradan geçmekte olan bir başkasını yaralaması halinde, hasmına karşı kasten öldürme (teşebbüs hâlinde), diğer kişiye karşı ise taksirle yaralama suçunu işlemiş olur.
KAST: Bir kusurluluk şekli değil, haksızlık teşkil eden fiilin bir işleniş biçiminden ibarettir. Kast, kusurun bir unsuru veya türü değildir. Örneğin kış günü ava çıkan bir kişinin, dağda tipiye yakalanması üzerine donmaktan kurtulmak için bir dağ evinin kapısını kırarak içeriye girmesi olayında, bu kişi bir başkasına ait bir eve girdiğini, eve girmek için kapıyı kırarak mala zarar verdiğini bilmektedir. Kısacası konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme bakımından kasten hareket etmekte, ayrıca bu fiilinin hukuka aykırı olduğunu da bilmektedir. Dolayısıyla bu olay çerçevesinde haksızlığın unsurları gerçekleşmektedir. Ancak failin böyle bir fiili işlemeye yönelik iradesinin oluşum şartlarının (zorunluluk hâli nedeniyle) kınanması mümkün olmadığı için onu kusurlu saymak mümkün değildir. Şu hâlde zorunluluk hâlinde işlenen fiil kasten işlenen haksızlığı oluşturmakla birlikte, kusuru olmaması nedeniyle faili cezalandırılmamaktadır. Kusurun yokluğu, fiilin hukuka aykırılığını değil, sadece failin cezalandırılmasını engellemektedir (kusursuz ceza olmaz). Örneğimizde, dağda donma tehlikesi geçiren kişinin donmaktan kurtulmak için dağ evine verdiği zararı tazminle yükümlü olmasını izah etmek kolaylıkla mümkün olmaktadır. Kusur, suç teşkil eden fiilin bir unsuru değildir. Kusur, işlediği hukuka aykırı fiil, yani haksızlık nedeniyle fail hakkında bulunulan kınama yargısıdır. Bir başka deyişle kusur, işlediği fiilden dolayı failin kişilik olarak kınanıp kınanamayacağı ile ilgilidir.
*KASTIN TANIMI VE UNSURLARI: “Suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir”. Kastın bilme ve isteme olmak üzere birlikte gerçekleşmesi gereken iki kurucu unsuru vardır. Kastın isteme unsuru, bir hususu (neticeyi) elde etmeyi, bir gayeye ulaşmayı değil bir suç tipini gerçekleştirmeye yönelik kararlı iradeye karşılık gelmektedir.
* KASTIN KAPSAMI:“suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi. Suçun kanuni tanımındaki unsurlardan maksat, fiilin haksızlık tipini oluşturan tüm unsurlardır. Neticeli bir suç söz konusu olduğunda fail, işlemiş olduğu fiille suçun kanuni tanımında yer verilen neticenin gerçekleşeceğini veya gerçekleşebileceğini bilmelidir. Keza fail, fiili ile netice arasında nedensellik bağının bulunduğunu da genel hatlarıyla bilmelidir. Dolayısıyla kast, suçun yazılı olmayan unsurlarını (nedensellik bağını) da kapsar. Fail böylece, fiiliyle tipikliğin gerçekleşmesi tehlikesini veya rizikosunu, netice suçlarında suçun konusunun zarar görme rizikosuna neden olduğunu da bilmelidir. Ancak nedensellik bağındaki önemsiz sapmaların kastı kaldırmayacağı kabul edilmektedir. (Aldığı eşyanın başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede hırsızlık kastı, girdiği konutun başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede konut dokunulmazlığını ihlal kastı, bayrak olduğunu bilmeden bayrağı çiğneyen kimsede bayrağa hakaret kastı bulunmamaktadır.) Kanunlarda düzenlenen suçlarda bilinmesi gereken bu unsurlar; fiil, suçun konusu ve fiilin neticesi olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca fail, gerek kendisinin gerek mağdurun niteliğine ilişkin olarak suçun kanuni tanımında belirtilen hususları bilmelidir. Bilinmesi gereken unsurları, suçun temel veya nitelikli şekline ilişkin olabilir. Örneğin fail veya mağdurun kamu görevlisi olması, mağdurun üstsoy veya altsoydan biri olması, mağdurun bir çocuk olması, mağdurun gebe bir kadın olması, fiilin belli bir yerde, zamanda veya belli bir araçla işlenmesi, “aynı işyeri” “gece vakti” gibi hususların da failce bilinmesi gerekir. Bir suçun kanuni tanımında (geniş anlamda tipiklikte) açıkça yer alsa bile, doğrudan tipiklik kapsamında yer almayan unsurlar kastın konusunu oluşturmazlar. Örneğin objektif cezalandırılabilme şartlarının arandığı suçlarda, bu şartın gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açısından önem taşımamaktadır. Çünkü bu şartların gerçekleşip gerçekleşmemesinin işlenen fiilin haksızlık muhtevası üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Örneğin görevi kötüye kullanma suçundan dolayı kamu görevlisinin cezalandırılabilmesi için, görevinin gereklerine aykırı davranmak suretiyle “kamunun zararına” veya “kişilerin mağduriyetine” ya da “üçüncü kişilerin haksız bir kazanç” sağlamasına neden olması gerekmektedir. Bu olgunun objektif olarak gerçekleşmesi failin cezalandırılabilirliği bakımından yeterli olup, ayrıca bunun fail tarafından bilinip bilinmemesi aranmaz.
*KASTIN ARANACAĞI ZAMAN:Bu unsurlar fiilin icraya başlandığı andan itibaren gerçekleştirilebilirler. Bu nedenle, suçun icra hareketlerinin gerçekleştirildiği sırada kastın bulunması gerekir. Failin kastı, tipikliğin unsurlarını gerçekleştiren hareketle birlikte bulunmalıdır. Örneğin öldürme kastı fail tarafından seçilen öldürme hareketi (ateş etme, zehirleme) ile birlikte (eş zamanlı) mevcut olmalıdır. Buna göre, fiilin icrasına başlamadan önceki kast ile fiilin icrasından sonraki kast önemli değildir. Hazırlık hareketleri aşamasında mevcut olan kast, icra hareketlerine başlanmadığı sürece tek başına failin cezalandırılması için yeterli değildir. Keza sonradan eklenen kast da ceza hukuku anlamında bir kast değildir. Örneğin konuta sahibinin rızasıyla giren şahıs çıkmamaya karar verdiği, kendinden talep edildiği hâlde konuttan çıkmadığı andan itibaren fiil kasten işlenmeye başlamış olmaktadır. Bazen belli bir fiilin icrası sırasında kast yeni bir kararla başka bir suçun icrasına yönelebilir. Örneğin yaralamaya yönelik olan kast, fiilin icrasına başlandıktan sonra öldürmeye dönüşebilir. Bu gibi hâllerde eklenen bir kast değil, yeni bir kastla işlenen başka bir suç söz konudur.
* KASTIN TÜRLERİ:Kanunda açıkça ancak doğrudan kastla işlenebileceği belirtilmedikçe suçlar, hem doğrudan kastla hem de olası kastla işlenebilirler. Eğer bir suçun kanuni tarifinde “bilerek”, “bildiği hâlde”, “bilmesine rağmen”, “öğrenmesine rağmen” ve “karşılaşmasına rağmen” gibi ibarelere yer verilmişse, bu suçlar özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektirdiğinden ancak doğrudan kastla işlenebilirler. Buna karşılık, kanuni tarifinde bu tür ibarelerin geçmediği suçlar, doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Kanuni tanımlarına göre özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektiren suçlar, ancak doğrudan kastla işlenebilir.
=>DOĞRUDAN KAST:Failin, suçun bütün maddi unsurları hakkındaki bilgisi tamdır, kesindir. Bir suç işlemeye karar veren failin bu suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları mevcut olduğunu, bu unsurların fiilin icrası sırasında gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipinde aranan neticenin meydana geleceğini kesin olarak bildiği hallerde doğrudan kast söz konusudur. Failin, hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerin yanı sıra, hareketinin zorunlu neticesi ya da kaçınılamaz yan neticesi olarak öngördüğü ve iradi olarak kabul ettiği her şey, bunları istemese dahi doğrudan kastın kapsamındadır. Belli bir neticenin gerçekleştirilmesine yönelik olarak icra edilen fiilin günlük hayat tecrübelerimize göre diğer bazı neticeleri de meydana getireceği muhakkak ise failin bu neticeler bakımından doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Yan neticeler failin hedeflediği hususlar olmadığı için fiilin belli bir amaca yönelik olarak işlenmesi doğrudan kastın bir unsuru değildir. Örneğin A’nın B’yi öldürmek için silahla ateş etmek üzere olduğunu gören C, A’nın ateş etmesini engellemek için B’nin önüne geçerek siper olur. A, buna rağmen silahını ateşler ve B ile birlikte C’yi de öldürür. Bu olayda A, B’nin önüne geçip ona siper olan C’yi zorunlu olarak öldürebileceğini veya yaralayabileceğini düşünmüş ve öngörmüştür. C’nin öleceği veya yaralanacağı hususundaki öngörme yalnızca bir imkân veya ihtimal öngörmesi değil, bir kesinlik öngörmesi şeklini almıştır. Dolayısıyla fail, C’yi doğrudan kastla öldürmüştür. Aynı şekilde hasmının özel uçağına, uçak havadayken patlamak üzere zaman ayarlı bomba yerleştiren A, bombanın uçak havadayken patlaması hâlinde hasmıyla birlikte uçak mürettebatının da öleceğini bilir. Uçak mürettebatının ölümü, gerçekleştirmek istediği (asıl amacı oluşturan) neticeye bağlı ve ondan ayrılması mümkün olmayan sonuçlardır ve fail bu zorunlu neticeler bakımından da doğrudan kastla hareket etmiştir.
=>OLASI KAST:Doğrudan kasttaki bilmeye ve istemeye karşılık gelen unsurların bulunması gerekir. Tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi olası kastın bilme unsurunu; fiilin sebebiyet verebileceği neticenin gerçekleşmesinin kabullenilmesi veya kayıtsız kalınması ya da katlanılması ise isteme unsurunu oluşturmaktadır. Olası kastta fail tipikliği gerçekleştirecek somut bir tehlikenin varlığının bilincinde olduğu gibi, bu tehlike onun tarafından ciddiye de alınmaktadır. Ancak fail bakımından asıl amaç o kadar önemlidir ki, buna ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. ***Olası kasta ilişkin izahlarda kabullenme unsurunun mutlaka dikkate alınması gerekmektedir***. Örneğin A, hasmı B’yi öldürmeyi düşünmektedir. Bunun için gerekli hazırlıkları yapmış ve onu öldürebilmek için yanına silahını almıştır. A, hasmı B ile karşılaştığında, onun C ve D ile yanyana yürüdüğünü görmesine ve en ufak bir aksilikte C ve D’den birinin isabet alabileceğini ve yaralanabileceğini düşünmesine rağmen, ateş etmekten geri kalmamış, nitekim iyi atış yapamaması nedeniyle hasmı B’yi değil yanındaki C’yi vurmuştur. C hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış, ancak ölmemiştir. İşte bu gibi hâllerde, A’nın hasmı B’ye yönelik olarak doğrudan kastla, yaralanan C bakımından ise olası kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bir parktaki çöp bidonuna geceden gündüz patlamak üzere zaman ayarlı ses bombası yerleştiren bir eylemci, bombanın patlatılacağı zaman diliminde parkta çöp bidonunun yakınlarında birilerinin olabileceğini öngörür. Buna rağmen bombayı patlatmaktan geri kalmaz. Neticede patlama sonucunda, yakındaki birkaç kişi, isabet eden parçalar nedeniyle yaralanır veya ölür. İşte bu ihtimalde de fail, kasten yaralama ve kasten öldürme bakımından olası kastla hareket etmiştir. OLASI KASTIN SONUÇLARI: TCK, olası kastla işlenen suçun haksızlık içeriğinin doğrudan kastla işlenene göre daha az olduğunu kabul etmiş ve olası kast hâlinde cezada indirim öngörmüştür. Bu nedenle, somut olayda failin kastının doğrudan mı, yoksa olası mı olduğunun belirlenmesi önemlidir. Olası kast hâlinde cezada yapılacak indirim “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.” şeklinde gösterilmiştir. Olası kastla işlenen suçlara teşebbüs mümkün değildir. Olası kastla işlenen suçlarda, “olası kast netice ile belirlenir” kuralından hareket edilmektedir.
TAKSİR:Bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi olarak tarif edilmektedir. Buna göre, objektif olarak ön görülen özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle işlenebilen suçlar taksirlidir. Taksirin cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertlere yüklediği dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmesidir. Taksirli suçlar, kasten işlenen suçlarla birlikte, ceza hukukunda ikinci büyük suç grubunu oluşturmaktadır. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere, suçlar kural olarak kasten işlenmekte, taksirle işlenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanması ise istisna teşkil etmektedir. “Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre taksirle işlenen bir fiilin cezalandırılabilmesi için suça ilişkin kanuni tanımda bunun açıkça belirtilmesi gerekir. ***Bir suçun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek gerçekleştiren kişi kasten hareket etmiştir. Buna karşılık, bir fiili özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle gerçekleştiren ve bunu yükümlülüklerine aykırı bir şekilde öngörmeyen (bilinçsiz taksir) veya böyle bir fiilin gerçekleşmesini muhtemel görmekle beraber neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı olarak güven besleyen (bilinçli taksir) kişi ise taksirle hareket etmiştir. Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, kasten ve taksirle işlenen suçlar birbirinden bağımsızdırlar. Taksir, kastın hafifletici bir şekli de değildir. Bu nedenle, kast ve taksir aynı şartlar bakımından karşılıklı olarak birbirini ortadan kaldırırlar. Bir başka deyişle failin kasten mi, yoksa taksirle mi hareket ettiğinin belirlenemediği hallerde, taksirden dolayı mahkum edilmesi mümkün değildir.
*TAKSİRLİ SUÇLARIN YAPISI: İnsandan kaynaklanan her davranış fiil özelliğini taşımamaktadır. İnsan davranışına fiil özelliğini kazandıran, bunun bir irade ürünü olması ve belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilmesidir. Ancak taksirle işlenen fiiller, kasten işlenen fiillerden mahiyeti itibariyle farklıdır. Kasten işlenen suçlarda, fiilin belli bir amaca yönelik olarak işlenmesi, bu suçlarla ilgili yapılacak değerlendirme bakımından yeterliyken, taksirle işlenen suçlarda haksızlığın oluşumu bakımından fiilin belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilmesi tek başına yeterli değildir. Ayrıca bu davranışın icrası sırasında objektif özen yükümlülüğünün ihlal edilmiş olması gerekir. Neticeye sebebiyet veren her davranışın değil, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil eden davranışların taksirli suçlarda tipik fiil özelliğini taşıyacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, taksirli suçlarda davranış normatif bir özellik göstermektedir. Normatiflik, karar verici tarafından, işlenen fiille aynı zamanda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesini ifade eder. Taksirli suçlarda yönlendirici irade, kasti suçlarda olduğu gibi hukukun yasakladığı bir hususu gerçekleştirmeye yönelik değildir. Taksirli suçlarda hareketin yöneldiği netice, tipikliğin dışında bir neticedir. Taksirin cezalandırılabilirliği, hukuken önem arz etmeyen bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilen hareketin olması gerektiği gibi yönlendirilemeyerek, hukuken önem arz eden bazı neticelerin oluşumuna sebebiyet verilmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin aracıyla belli bir yere gitmek üzere trafiğe çıkan kişi, kural olarak hukuken önem taşımayan, ceza hukukunun ilgi alanına girmeyen bir maksatla hareket etmektedir. Ancak bu kişi, araç kullanırken karayolları trafik mevzuatınca belirlenen kurallara uygun hareket etme yükümlülüğü (objektif dikkat ve özen yükümlülüğü) altındadır. Bu kişi aracıyla seyir hâlindeyken cep telefonuyla konuşması veya sigara içmesi nedeniyle dikkati dağıldığından bir kazaya neden olarak bazı kişilerin ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet verecek olursa, taksirli hareket etmiş olacaktır. Taksirli suçlarda tipiklik, objektif unsurlardan ibaret olup tipikliğin sübjektif unsurları bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir davranışla taksirli bir suçun maddi unsurlarının gerçekleştiği belirlendikten sonra, tipik haksızlığın oluştuğu kabul edilmektedir. Tipik haksızlık, aynen kasti suçlarda olduğu gibi hukuka aykırılığa karinedir. Kasten işlenen suçlarda olduğu gibi taksirli suçlarda da suçun yapısı haksızlık ve kusur ayrımı çerçevesinde ele alınmaktadır. Taksirli suçların haksızlık içeriğini, birbiriyle sıkı bağlantı içinde bulunan üç unsur oluşturmaktadır: a) Objektif olarak emredilen özen yükümlülüğünün (icrai veya ihmali) bir davranışla ihlal edilmesi, b) Özene aykırı davranışın neticeye sebebiyet vermesi (taksirli netice suçlarında), c) Neticenin faile objektif isnat edilebilirliği.
*Objektif Özen Yükümlülüğünün İhlali: Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak olarak belirtilmiştir. Kanun kişiye “gerekli dikkat ve özene aykırı davranmak suretiyle bir başkasının ölmesi veya yaralanması gibi bir neticeye neden olmamalısın!” demektedir. Taksirli suçlar icrai bir davranışla işlenebileceği gibi ihmali bir davranışla da işlenebilir. Taksirli suçlarda objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynağını hukuk kuralları ve müşterek tecrübe oluşturur. Objektif dikkat ve özen yükümlülüğü daha çok hukuk kurallarınca öngörülmektedir. Örneğin trafiğe katılanlar için karayolları trafik mevzuatı, işçi sağlığı ve iş güvenliği bakımından iş hukuku mevzuatı, tıbbi müdahaleler için tıp mevzuatı çeşitli yükümlülükler öngörmektedir. Hukuk normlarının yanı sıra, toplumun müşterek tecrübeye dayanarak her ferde veya belirli meslek veya sanatları yapan kimselere yüklediği dikkat ve özen görevi de vardır. Bu durumda taksirin kaynağını müşterek tecrübe oluşturmaktadır.
NETİCE:Taksirli suçun oluşumu bakımından objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali yeterli görülmediği, ayrıca bir neticenin gerçekleşmesinin arandığı hâllerde, taksirli suça ilişkin kanuni tanımdaki neticenin gerçekleşmesi gerekir. Gerek taksirle işlenen sırf hareket suçlarında gerekse neticeli suçlarda tipikliğin gerçekleşmesi özene aykırılığın sonucu olmalıdır. Sırf hareket suçlarında hukuki değer ihlali objektif olarak kanunda tanımlanan tipik hareketin özene aykırı bir şekilde icrasıyla gerçekleşir. Buna karşılık, neticeli suçlarda meydana gelen neticeye hareket tarafından “nedensel” anlamda sebebiyet verilmiş olmalıdır.
NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET:Taksirli suçlarda netice, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlalinin bir sonucu olarak meydana gelmelidir. Bir başka deyişle, somut olayda gerçekleşen netice ile failin özen yükümlülüğünün ihlali arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Eğer bu bağ mevcut değilse veya netice dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucu olarak gerçekleşmemişse, artık taksirli suçtan söz etmek mümkün değildir. Taksirli suçlarda, objektif olarak öngörülen dikkat ve özene uygun davranılsaydı dahi, netice meydana gelirdi yolundaki bir değerlendirmeyle failin sorumlu olmadığı söylenemez. Bir yüklenici inşa ettiği binada, binanın yapım tarihi itibariyle geçerli olan mühendislik biliminin gereklerine ve mevzuatla öngörülen şartlara aykırı bir surette imalatta bulunur. Örneğin demir veya çimentoyu standartlara uygun bir şekilde kullanmaz. Kullanılmaya başlandıktan sonra meydana gelen şiddetli deprem sonucunda bina yıkılır ve çok sayıda insan ölür veya yaralanır. Bu olay kapsamında, müteahhidi, binayı, bilimin, fennin ve mevzuatın öngördüğü şartlara uygun yapmış olsaydı dahi şiddetli bir deprem sonucunda yıkılırdı şeklindeki bir değerlendirmeyle sorumluluktan kurtarmak mümkün değildir. Zira müteahhit, yapmış olduğu hatalı veya eksik imalatla binanın yıkılma riskini ve bilahare meydana gelecek tehlike riskini yükseltmiştir. Bu nedenle, meydana gelen ölüm ve yaralanmalardan dolayı sorumluluğu yoluna gidilecektir. Taksirli neticeli suçlarda, neticenin meydana geldiği belirlendikten sonra, onun meydana gelmesinin öngörülebilir olup olmadığı araştırılmalıdır. Neticenin meydana gelmesi öngörülebilir değilse, bu durumda gerçekleşen neticenin özene aykırı bir davranışın değil, talihsiz bir tesadüfün eseri olduğu kabul edilir ve bu netice faile objektif olarak isnat edilemez. Örnek 1: A, aracıyla Ankara’dan otoban üzerinden İstanbul’a gitmek üzere yola çıkar. A, otobana girdikten sonra, otobanın yaya geçişine kapalı olması nedeniyle yasal hız sınırının üst limiti olan 120 km/h ile seyretmeye başlar. Bir müddet gittikten sonra sollamaya başladığı kamyonun önünden bir yayanın koşarak karşıya geçmeye çalıştığını fark eder. Frene basar ise de mesafenin kısa olması nedeniyle aracı durduramaz ve kaçma imkânı olmadığı için yayaya çarparak ölümüne neden olur. Örnek 2: Yukarıdaki olay kapsamında A, aynı yolda 150 km/h hızla seyir hâlindeyken böyle bir kaza meydana gelir. İlk olayda, A, dikkatli bir şekilde ve yasal hız sınırları içinde seyir hâlindedir. Aynı zamanda, otobana yaya girişinin yasak olduğunu bilmekte ve böyle bir bilgiye güvenerek hareket etmektedir. Ayrıca yayayı fark ettiğinde frene basmış, fakat mesafenin kısalığı nedeniyle aracı durduramamıştır. Dolayısıyla ilk ihtimal kapsamında A’nın dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden bir davranışından bahsetmek mümkün değildir. Bu olay kapsamında yaya kendi taksirli davranışının kurbanı olmuştur. İkinci olayda ise olması gereken hız sınırın üzerinde seyrettiğinden A’nın dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden bir davranışı vardır. Bunun sonucunda bir yayaya çarpmış ve ölümüne neden olmuştur. Dolayısıyla taksirli davranışı ile netice arasında nedensellik bağı da vardır. Ancak A’nın sorumluluğu için taksirli davranışıyla neden olduğu bu neticenin varlığı yeterli değildir, ayrıca bu neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi de gerekir. Taksirli suçlarda, neticenin objektif isnat edilebilirliği kapsamında öncelikle, bu neticenin objektif olarak öngörülebilir olması, ayrıca bu neticenin faile doğrudan doğruya fiilinin eseri olarak isnat edilebilmesi gerekmektedir. Somut olayda, olayın gerçekleştiği şartlar dikkate alındığında neticenin objektif olarak öngörülebilir olmadığı sonucuna varmak gerekir. Dolayısıyla ikinci ihtimal bakımından her ne kadar failin taksirli davranışı var ise de bunun yol açtığı netice objektif olarak öngörülebilir olmadığından failin sorumluluğu yoluna gitmek mümkün olmayacaktır. Taksirle işlenen suçlarda, teşebbüs ve iştirak hükümleri uygulanmaz. Bu müesseseler ancak kasten işlenen suçlarla bağlantılı olarak uygulanabilir. Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.” *TAKSİRLİ SUÇLARDA KUSUR: Kasten işlenen suçlarda olduğu gibi, esas itibariyle bir kimsenin işlediği haksızlık teşkil eden fiilden dolayı kınanması gerektiği konusundaki yargıyı ifade eder. Bu durumda dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle taksirli bir haksızlığı gerçekleştiren kişi, böyle bir fiili işlemesi nedeniyle kınanabilmesi hâlinde cezalandırılacaktır. Taksirli suçlarda da kasti suçlarda olduğu gibi kusur yargısında bulunulabilmesi bakımından aranan ilk unsur, failin yaşı ve akli sağlığına bağlı olan kusur yeteneğidir. Kusur yeteneği olmayan bir kimse, taksir alanında da kusurlu hareket edemez. Bununla birlikte, kusur yeteneği olmayan bir kimse belli şartlar altında, objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edebilir. Bu itibarla işlediği taksirli haksızlığa bağlı olarak kusur yeteneği olmayan kişilere de güvenlik tedbirleri uygulanabilir. Kasten işlenen suçlarda aranan kusurdan farklı olarak, taksirle işlenen suçlarda kusur ayrıca şu yönlerden değerlendirilmelidir: Kişisel olarak yapabilirlik kabiliyeti ve özene uygun davranışın failden beklenebilirliği. kusurluluğun normatif bir değerlendirmeyle ancak hâkim tarafından belirleneceği, bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılamayacağı yerinde olarak ifade edilmiştir. *TAKSİRİN TÜRLERİ: Bilinçsiz ve bilinçli taksir şeklinde ikiye ayrılmıştır. Bilinçsiz taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir”. Bilinçli taksir “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde” vardır ve bu durumda “taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır” şeklinde tanımlanmıştır. İcrai veya ihmali bir hareketi gerçekleştiren failin, kanuni tanıma uygun bir neticenin gerçekleşebileceğini öngörmesi gerekirken, kendisinden beklenen özeni göstermeyerek böyle bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermesi hâlinde bilinçsiz taksir vardır. Bilinçli taksiri bilinçsiz taksirden ayıran özellik ise bilinçli taksirde istenmeyen netice fiilen öngörülürken, bilinçsiz taksirde öngörülememektedir. Bilinçsiz taksirde fail özen yükümünün ihlali dolayısıyla kanuni tanıma uygun bir fiilin gerçekleşebileceği ihtimalini düşünmemektedir. Bilinçli taksirde ise fail, suçun konusu bakımından somut bir tehlikenin varlığını öngörmesine rağmen, ya bu tehlikenin derecesini azımsamasından ya kendi yeteneğini abartmasından ya da şansına güvenmesinden dolayı kanuni tanıma uygun bir neticenin gerçekleşmeyeceğine güven beslemektedir. Bilinçli taksirde fail tehlikenin meydana geleceğini muhtemel addetmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine güven duymaktadır. Örneğin sollama yasağının olduğu bir yerde önündeki aracı geçmek isteyen bir sürücü, karşıdan bir aracın her an çıkabileceğini ve dolayısıyla bir kazaya sebebiyet verebileceğini öngörmesine rağmen, trafik kurallarının gerektirdiği yükümlülüklere aykırı olarak, ya karşıdan bir aracın gelmeyeceğine yönelik talihine veya kendi tecrübesine veya aracının donanımına güvenerek “bir şey olmaz” düşüncesiyle sollamaya girişmekten kendisini alıkoyamaz. İşte bu gibi hâllerde öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceğine yönelik bir güvenle hareket edildiği için, bilinçli taksir vardır. Kanunda bilinçli taksir “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi”; olası kast ise “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanmıştır. Bilinçli taksirde fail tarafından öngörülen ve gerçekleşen netice istenen bir netice olmadığı hâlde, olası kastta öngörülen netice fail tarafından kabullenilmektedir. Bilinçli taksir hâlinde fail her şeyin yolunda gideceğine güven duymaktadır. Bir başka deyişle olası kast hâlinde fail “olursa olsun” derken, bilinçli taksirde “inşallah olmaz” demektedir.
Taksirle İşlenen Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep: Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmeyecektir. Bilinçli taksirle neticeye neden olunmuşsa, verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir. Maddenin gerekçesinde, uygulamada sık karşılaşılan iki olayın böyle bir hükmün sevk edilmesine neden olduğu belirtilmiştir. Bunlardan ilki, özellikle kırsal bölgelerde çok çocuklu kadınların gerekli dikkat ve özeni göstermemeleri nedeniyle çocukların zarar görmeleridir. İkincisi ise trafik kazalarında meydana gelen ve çoğunlukla failin kendisi veya aile fertleri bakımından acı ve ağır kayıplarla sonuçlanan hadiselerdir. Örneğin babanın kullandığı araçla hatalı sollama yapması sonucunda sebebiyet verdiği kazada araçta bulunan eş ve çocuklarının ölmesi veya yaralanmaları durumunda, araç sürücüsü baba yaptığı hatanın cezasını, ona ayrıca bir ceza vermeye gerek bırakmayacak şekilde manevi olarak çekmiş bulunmaktadır. Babaya ayrıca taksirli suç nedeniyle ceza vermek, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır. İşte dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucunda failin kişisel ve ailevi durumu bakımından ağır zararların meydana gelmesi hâlinde, taksirli davranışta bulunan kişiye ceza verilmeyecek veya cezasında indirim yapılacaktır. ***Taksirli suçlar için öngörülen şahsi cezasızlık sebebinin veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebebin uygulanabilmesi için, fail ile mağdur arasında kişisel ve ailevi bir ilişkinin bulunması gerekir.
NETİCE SEBEBİYLE AĞIRLAŞMIŞ SUÇLAR: Suçlar, ya kasten ya da taksirle işlenirler. kastın ve taksirin kombinasyonundan (bileşiminden) oluşan “karma suçlara” da yer verilmiş ve bunlar “netice sebebiyle ağırlaşmış suç” olarak isimlendirilmiştir. kasten işlenen bir suçun öngörülebilir nitelikteki ağır neticelerinin öngörülemediği hâllerde, failin ağır neticeler bakımından taksirli sorumluğu gündeme gelecektir. Örneğin kasten yaralama amacıyla gerçekleştirilen fiilin sonucu olan öngörülebilir nitelikteki ağır neticeler fail tarafından öngörülmemiş ise bu neticenin gerçekleştirilmesinden faili taksiri nedeniyle sorumlu tutmak gerekecektir. Yine cinsel saldırı sonucunda “mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacaktır”. Kasten işlenen suçlardan kaynaklanan ağır neticeler fail tarafından bilinmekteyse veya muhtemel addedilmişse kast-kast kombinasyonundan; kasten işlenen fiilden kaynaklanan ağır neticeler fail tarafından öngörülebilir nitelikteyse ve fail tarafından öngörülmemişse kast-taksir kombinasyonundan söz edilir. Kast-kast kombinasyonunda failin ağır netice bakımından kasten hareket etmesinin başlı başına kasten işlenen bir suçu oluşturmaması gerekir. Örnek 1: A, canını yakmak amacıyla ve ölebileceğini de düşünerek elindeki sopayla B’nin başına vurur. Beyin kanaması geçiren B hayatını kaybeder. Bu olayda A hareketinin sonucunda B’nin ölümüne yol açabileceğini ihtimal dâhilinde gördüğünden olası kastla hareket etmiştir. Dolayısıyla A, doğrudan kasten öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır. Bu ihtimalde, kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlinden söz edilemez. Örnek 2: A, aralarında husumet bulunan B’ye elindeki sopayla saldırarak doğrudan koluna vurur ve B’nin kolu kırılır. Bu olayda A, B’ye karşı kasten yaralama suçunu işlemiştir. Ancak kasten yaralama suçunun oluşumu için varlığı gerekli olan vücuda acı verme, sağlığı bozma ve algılama yeteneği bozma neticelerinin ötesine geçen, kemik kırığı şeklinde daha ağır bir neticenin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca olayda bu ağır neticeye kasten sebebiyet verilmiştir (kast-kast kombinasyonu). Kasten yaralama sonucu kemik kırığına yol açılması kasten yaralamanın ağır neticesi olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, kasten yaralama suçundan tayin edilecek cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür. Örnek 3: A, burnunu kırmak maksadıyla hasmı B’ye avucuna sıkıştırdığı taş ile kuvvetlendirdiği yumruğuyla şiddetli bir şeklide vurur. Kendini sakınması nedeniyle yumruğun kulak arkası bölgeye isabet etmesi sonucunda B beyin kanamasından ölür. Bu olayda, B’nin ölümü, doğrudan A’nın fiilinin yol açtığı yaralanmanın ağır neticesi olarak meydana gelmiştir. Bu netice, işlenen fiilin sonucu olarak öngörülebilecek bir neticedir, ancak A bu sonucu öngörmemiş ve neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermiştir (kast-taksir kombinasyonu). Dolayısıyla örnek olay kapsamında A, kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan dolayı sorumlu olacaktır. Temel suç tipi neticeli olmasa dahi bu suçun işlenmesiyle bir neticenin gerçekleştiği hâllerde kombinasyon gerçekleşmiş olur. Örneğin bir tehlike suçunun sebebiyet verdiği neticeleri bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. TİPİKLİKTE YER ALAN UNSURLARDA HATA: Hata (yanılma), kişinin düşündüğü ile gerçeğin birbirine uymamasını ifade etmektedir. Hatanın bilmemek veya yanlış bilmekten ibaret iki görünüm şekli söz konusudur. Hata dış dünyaya ilişkin şartlara ilişkinse kast üzerinde etkilidir. Hata, suçun yapısıyla ilgili yapılan ayrım çerçevesinde kastı kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olarak ikiye ayrılmaktadır. Kastı kaldıran hata hâlleri; 1.suçun maddi unsurlarında hata, 2.suçun nitelikli unsurlarında hata, 3.hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata ve 4.kastı kaldıran hata türü olarak, hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgı olmak üzere 4’e ayrılır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) ise kusurluluğu etkileyen hata hâlleridir. Bunlardan, suçun maddi unsurlarında hata ile suçun nitelikli hâllerinde hata tipiklikte yer alan unsurlarda hata hâlini oluşturmaktadır. Maddi Unsurlarda Hata: Kastın ortadan kalkması, işlenen fiil bakımından failin kasten hareket etmediğinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Maddi unsurlarda hataya, unsur yanılgısı ve fiili hata da denilmektedir. Unsur yanılgısı, içerik itibariyle, somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hâli hata değildir, aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir. Suçun maddi unsurları içerisine, suçun konusu, fail ve mağdurun özellikleri, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Kastın kapsamına dâhil olan bu unsurlar belli bir suçun özel haksızlık içeriğini karakterize etmektedir. Bu hususlardan herhangi birine ilişkin bilgisizlik veya yanlış tasavvur hâlinde failin kastı ortadan kalkar. Unsur yanılgısının failin kastını kaldırdığının söylenebilmesi için failin tasavvuru, zihninden geçirdikleri gerçeğe uygun olsaydı işlediği fiil suç teşkil etmeyecekti diyebileceğimiz bir hâlin bulunması gerekir. Örneğin, bir avcı, çalılığın arkasındaki cisme tavşan olduğu düşüncesiyle ateş eder, ancak arkadaşı olan diğer avcıyı vurur. Fail, boş olduğuna inandığı silahla, yanlışlıkla ateş ederek bir kişinin ölümüne sebebiyet vermiş olabilir. Görüldüğü üzere fail, bu örneklerde suçun konusunda ve fiil üzerinde hataya düşmüştür. Zira kasten öldürme suçunun oluşabilmesi için failin öldürdüğü canlının bir insan olduğunu ve hareketinin mahiyetini bilmesi gerekir. Somut olayda suçun konusuna ilişkin bu bilgisizlik failin kastını ortadan kaldıracaktır. Zira failin kasten hareket ettiğini söyleyebilmek için suçun konusuna ilişkin bu hususları bilmesi zorunludur. Aynı durum, fiile ilişkin hata bakımından geçerlidir. Fail suçun konusunun kime ait olduğu hususunda hataya düşebilir. Böyle bir hata, bir kişiyle ilgili olabileceği (şahısta hata) gibi bir eşya ile ilgili de olabilir. Örneğin failin A’yı öldürmek isterken hata sonucu B’yi öldürmesi veya A’yı kaçırmak isterken yanlışlıkla B’yi kaçırması hâlinde şahısta hata vardır. Bu gibi hâllerde fail yanılmasaydı, düşündüğünü gerçekleştirmiş olsaydı dahi işlediği fiil yine suç teşkil edecektir. Bu nedenle, şahısta hata olarak nitelendirilen ve mağdurun kim olduğu hususunda düşülen hata kastı kaldırmaz. Burada sadece mağdurun sıfatının suçun nitelikli hâlini oluşturması bakımından düşülen hata göz önünde bulundurulur. Suçun kanuni tanımında neticeye ayrıca yer verilen hâllerde, hareket ile netice arasındaki nedensellik bağı da suçun maddi unsurlarındandır. Dolayısıyla failin kasten hareket ettiğini söyleyebilmek için sadece hareket ve neticeyi değil, aynı zamanda nedensellik sürecinin esaslı noktalarını da bilmesi gerekmektedir. ***Yukarıda verilen avcı örneğinde, failin daha dikkatli ve özenli davransaydı çalılığın arkasındaki cismin bir av hayvanı değil, bir insan olabileceğini öngörmesi mümkündü denilebiliyorsa, taksir var demektir ve fail taksirle öldürmeden dolayı sorumlu tutulacaktır.****
Suçun Nitelikli Hâllerinde Hata: “Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından” yararlanacaktır. Suçun nitelikli hâllerinden maksat, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren unsurlardır. Nitelikli hâllerde hata durumunda fail, suçun temel şekline ilişkin unsurlarda bir yanılgıya düşmüş değildir. Bu itibarla suçun temel şekli tüm unsurlarıyla gerçekleşmektedir. Fail sadece suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği konusunda hataya düşmektedir. Suçun daha ağır cezalandırılmasını gerektiren nitelikli hâllerde hata iki şekilde ortaya çıkabilir: 1- Failin işlediği suçta cezayı ağırlaştıran nitelikli hâl bulunmasına rağmen fail bunları bilmemektedir. Bu ihtimalde fail işlediği suçta bulunan ve fakat kendisince bilinmeyen bu nitelikli hâllerden etkilenmez, yani cezası artırılmaz. Örneğin TCK’nın 82. maddesinde kasten öldürme suçunun daha ağır bir şekilde cezalandırılmasını gerektiren nitelikli hâllerine yer verilmiştir. Bu hâllerden birisi de suçun “gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenmesidir’’. Bu nitelikli hâlin faile yüklenebilmesi için onun öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmesi gerekir. Şayet fail öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmiyorsa, bu durumda kasten öldürme suçunun temel şeklinden dolayı cezalandırılacaktır. 2- Failin işlediği suçta nitelikli hâl bulunmamasına rağmen, fail bulunduğunu zannetmektedir. Bu ihtimalde failin kastı suçun nitelikli hâlini gerçekleştirmeye yöneliktir, fakat gerçekleşen suçta nitelikli hâl bulunmamaktadır. Bu durumda da fail hatasından yararlanır. Örneğin kişi babasını öldürmek isterken yanılgı sonucu bir başkasını öldürmüş olabilir. Bu durumda da kişi hatasından yararlanacaktır ve kastı babasını öldürmek olmasına rağmen gerçekleşen duruma göre cezalandırılacaktır. Cezada indirimi yapılmasını gerektiren nitelikli hâllerde hatayı da iki ihtimale göre değerlendirmek gerekir. 1- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hâl bulunmamasına rağmen, fail bunların bulunduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin bir kimsenin paydaş olarak malik olduğunu zannettiği bir eşyayı almak isterken, yanlışlıkla mülkiyeti tamamen başkasına ait bir eşyayı alması hâlinde, fail hakkında 144. maddeye göre cezada indirime gidilmesi gerekir. 2- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hâl bulunmasına karşın, failin bu durumu bilmemektedir. Örneğin failin değerli bir kolyeyi çalmak isterken taklidini çalması hâlinde de 145. maddedeki indirimden yararlanması gerekir. Bu ihtimalde failin işlemek istediği suçta bir indirim nedeni olmamasına rağmen, gerçekleşen duruma göre cezalandırılması gerekir. KONU ÖZETİ KISACA :
*****KAST***** Tipikliğin manevi unsuru, fail ve fiil arasındaki psikolojik bağı ifade eder. Fail ile fiili arasında böyle bir bağ kurulmadıkça suçun manevi unsurunun oluştuğundan söz edilemez. Suçun manevi unsuru, kast ve taksirden ibarettir. Kast ve taksir, haksızlık teşkil eden fiilin işleniş biçimini oluşturur. Bu nedenle, kast ve taksir birer kusurluluk şekli değildir. Kast ve taksir ile kusur birbiriyle irtibatlı ve fakat birbirinden farklı müesseselerdir. Ancak kasten veya taksirle işlenen bir fiil bulunmadıkça, kusurlulukla ilgili bir değerlendirme yapılamaz. Suç teşkil eden haksızlıklar, kural olarak kasten işlenirler. Suçun kanuni tanımında, taksirle işlenebileceği açıkça belirtilmedikçe bütün suçlar ancak kasten işlenebilir. Taksirle işlenen fiiler ise ancak kanunda suç olarak tanımlanan hâllerde cezalandırılabilirler. Kast, TCK’nın 21. maddesinin ilk fıkrasında, suçun kanuni tarifindeki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. Buna göre, bir suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları gerçekleştirmek üzere bir fiili icra eden kişi kasten hareket etmiştir. Bu tanım aynı zamanda doğrudan kasta karşılık gelmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise olası kast tanımlanmıştır. Buna göre, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, bunu kabullenerek fiili işleyen kişi olası kastla hareket etmiştir. Suçun oluşumu için kasten hareket etmek yeterlidir. Ancak bazı suçlarda failin belli bir maksat ve saikle hareket etmesi aranmış olabilir Bu gibi hâllerde, failin kastın dışında kalan bu sübjektif unsurları da gerçekleştirmesi gerekir.
*****TAKSİR*****Haksızlık teşkil eden fiiller taksirle de işlenebilir. Taksir 22. maddede, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Taksirli suçlar, belli bir fiilin icrasıyla bağlantılı olarak hukuk kurallarınca veya müşterek tecrübe tarafından kişiden uyulması beklenen dikkat ve özen yükümüne aykırı davranmak suretiyle işlenen suçlardır. Kişi objektif özen yükümüne aykırı davranmak suretiyle davranışının bir suçun kanuni tarifindeki unsurları gerçekleştirebileceğini öngörmemektedir (bilinçsiz taksir). Faile ancak objektif olarak öngörülebilecek nitelikte hususlar yüklenebilir. Bilinçli taksirde, fail, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmekte, ancak gerçekleşmeyeceğine güven besleyerek hareket etmekte, fakat yükümlülüklerine aykırı davrandığı için belli neticenin gerçekleşmesine sebebiyet vermektedir. Olası kastta, işlenen fiilin yol açabileceği sonuçlar öngörülmekte, ancak bunların gerçekleşmesi kabullenilmekteyken, bilinçli taksirde öngörülen neticelerin gerçekleşmeyeceğine güven beslenerek hareket edilmektedir. Buna göre, olası kast ve bilinçli taksir, öngörme aşamasına kadar ortak unsurlara sahipken, bu aşamadan sonra farklılaşmaktadır.
*****Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçları listeleyebilmek***** TCK’da kast ve taksirle işlenen suçların yanı sıra, istisnai olarak kast ve taksirin bir arada bulunabildiği neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak isimlendirilen karma suç tiplerine yer verildiği görülmektedir. Netice sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, temel suç tipi ile daha ağır veya başka neticenin birleşiminden oluşan bir suç bulunmaktadır. Failin, temel suç tipi bakımından kasten, daha ağır veya başka netice bakımından ise en azından taksirli hareket etmesi halinde sorumluluğu gündeme gelmektedir.
*****Kastı kaldıran hatayı değerlendirebilmek***** Bilmeme veya yanlış bilmeden dolayı düşünülen ile gerçekleşenin farklı olmasını ifade eden hata, suçun maddi unsurlarıyla ilişkili olması durumunda, kastı kaldıran bir etkiye sahiptir. Ancak failin yanılgısının kastı kaldırabilmesi için, yanılmasaydı düşündüğünü gerçekleştirmiş olsaydı işlemiş olduğu fiil suç teşkil etmezdi diyebildiğimiz bir hal bulunmalıdır. Böyle bir hata hâlinde failin kasten işlemiş olduğu bir suçtan bahsedilemez. Ancak taksirinin varlığı halinde taksirli suçtan dolayı sorumluluğu gündeme gelecektir.
4.ÜNİTE
HUKUKA AYKIRLIK: Suç teşkil eden bir haksızlıktan söz edilebilmesi için, işlenen fiil ile tipikliğin unsurlarının gerçekleşmesi gerekli ve fakat yeterli değildir. Ayrıca bu fiilin hukuka aykırı olması da gerekir. Ancak tipiklik hukuka aykırılığa karinedir. Bu karine, fiilin bütün hukuk düzeni göz önünde bulundurularak yapılacak bir değerlendirmeye göre, bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlendiğinin belirlenmesi hâlinde geçerliliğini kaybeder. Dolayısıyla hukuka aykırılık unsuru bağlamında, tipik fiil, hukuka uygunluk nedenlerinden hareketle bütün hukuk düzeni çerçevesinde değerlendirilmektedir.
HUKUKA AYKIRILIĞIN ANLAMI VE TİPİKLİKLE İLİŞKİSİ: Hukuka aykırılık, hukuka (hakka) karşı gelme, onunla çatışma hâlinde olma demektir. İşlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunmasını ifade eden hukuka aykırılık, suçun yapısında tipe uygunluktan sonraki ikinci inceleme aşamasını oluşturmaktadır. İlk aşamada, işlenen fiille tipikliğin (tipikliğin maddi ve manevi) unsurlarının gerçekleştirip gerçekleştirilmediği değerlendirilirken, ikinci aşamada ise bu fiille ilgili olarak hukuka aykırılık yönünden bir belirlemede bulunulmaktadır. Bu belirleme tipiklikten soyut olarak değil, bilakis onunla ilişkili olarak yapılmaktadır. İşlenen fiille bir suç tipinin unsurlarının gerçekleştirilmesi, aynı zamanda bu fiilin hukuka aykırılığına karinedir. Ancak bu karine, somut olayda fiilin, görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması veya ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedenlerinden biri çerçevesinde işlendiğinin tespit edilmesiyle geçerliliğini yitirebilir. Dolayısıyla, bir fiilin tipe uygun olduğu belirlendikten sonra, ilk olarak, bu davranışın bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenip işlenmediği belirlenmelidir. Hukuka aykırılıkta, fiil, bütün hukuk düzeni açısından değerlendirmeye alınmakta ve bu fiilin hukuka uygun olup olmadığı araştırılmaktadır. Hukuka aykırılık, fiil ile bütün hukuk düzeni arasındaki ilişkinin ifadesidir. Dolayısıyla bir fiilin hukuka aykırı olması, onun bütün hukuk sistemine aykırı olması anlamına gelir. Çünkü hukuk düzeni bir bütündür ve bir hukuk dalında hukuka aykırı olan bir fiil, başka bir hukuk dalında hukuka uygun olarak nitelendirilemez. Bu bakımdan, bir fiil ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Bir davranışın örneğin medeni hukukta hukuka aykırı ve fakat ceza hukukunda hukuka uygun olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Aksi kabul, hukuk düzeninin tekliği/bütünlüğü ilkesine aykırılık teşkil eder. Suç yalnızca niceliği (ağırlık) yönünden diğer haksızlıklardan farklıdır. Suç, cezaya layık haksızlıktır. Bir fiil suç olarak tanımlanmadan önce de bu fiil haksızlık niteliğine sahiptir. Kanun koyucu ceza hukukunun güvence fonksiyonu gereği haksızlık teşkil eden fiiller arasından cezaya layık olanları seçerek, onları suç olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla haksızlıklar arasından yalnızca kanunda tanımlanan fiiller suç sayılmakta, diğer haksızlıklar ise suç oluşturmamaktadır. Örneğin kasten öldürmenin ifade ettiği haksızlık ile kasten yaralamanın ifade ettiği haksızlık nicelik itibariyle birbirinden farklıdır. Hatta bu haksızlığın derecelendirilmesi bir fiilin değişik işleniş şekilleri bakımından da mümkündür.
Hukuka Aykırılığa Suç Tipinde Yer Verilmiş Olması: genel olarak “özel hukuka aykırılık” olarak nitelendirilmektedir. Failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla kanun koyucu bu tür suçlarda kastın hukuka aykırılığı kapsayıp kapsamadığının özellikle araştırılmasını istemektedir. Bu nedenle, yapısında hukuka aykırılığa ayrıca yer veren suçların ancak, doğrudan kastla işlenebileceği kabul edilmektedir.
HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİNİN SÜBJEKTİF UNSURLARI Fiili hukuka uygun hâle getirebilmesi için, failin bu fiili icra ettiği sırada ilgili hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının varlığının bilinciyle hareket ediyor olmalıdır. Eğer fail, fiili icra ettiği sırada bir hukuka uygunluk nedeninin maddi şartları çerçevesinde hareket ettiğini bilmiyorsa, diğer ifadeyle bir hukuka uygunluk nedeninin kendisine tanımış olduğu yetki çerçevesinde fiili icra etmiyorsa, bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Örneğin; A, hasmı B’yi öldürmek üzere hazırlık yapar ve pusu kurar. B’nin olay yerine gelmesiyle A tam ateş etmek üzere silahını doğrulttuğu sırada, olay yerinden tesadüfen geçmekte olan ve A ile aralarında namus meselesi yüzünden husumet bulunan C, eline fırsat geçtiğini düşünerek A’ya silahıyla ateş eder. A, aldığı isabet sonucu B’ye ateş edemeden hayatını kaybeder. Objektif olarak gerçekleşen hukuka uygunluk nedeni, neticeli suçlarda failin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmasını sonuçlar. Kişinin hukuka uygunluk sebebinden yararlanabilmesi için hukuka uygunluk sebebinin şartlarının gerçekleştiğinin bilincinde olması gerekir. Yukarıdaki örnek olayımızda, C, A’ya ateş ettiği sırada onun B’ye ateş etmek üzere olduğunu bilmemektedir. C’nin maksadı B’yi bir saldırıdan korumak değildir. O tamamıyla A ile aralarındaki başka bir meseleyi halletmek düşüncesiyle hareket etmektedir. Dolayısıyla somut olayda C, üçüncü kişi lehine meşru savunmada bulunmak amacıyla hareket etmemiştir. Ancak olayda üçüncü kişi lehine meşru savunmanın şartları objektif olarak gerçekleşmiştir. İşte bu gibi hâllerde, fail, meşru savunmanın şartlarının oluştuğunu bilmediği ve üçüncü kişi lehine meşru savunmada bulunmak amacıyla hareket etmediği için, hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Ancak objektif olarak gerçekleşen bu hukuka uygunluk nedeni, neticenin ifade ettiği haksızlığı ortadan kaldırır ve fail sadece kasten öldürmeye teşebbüsten dolayı cezalandırılır.
Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Ortak Özellikleri: - Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı hâlinde fiil kanuni tanımdaki unsurları gerçekleştirse de hukuka aykırı değildir. - Her hukuka uygunluk nedeni, sınırları içinde kalınmak kaydıyla fiili hukuka uygun hâle getirir. Hukuka uygunluk nedenleri belli şartlar altında ve ölçülü olmak kaydıyla bir başkasının hukuki alanına müdahale hakkı verir. Kısaca hukuka uygun bir fiilin muhatabı, bu fiile karşı hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenen fiil haksızlık teşkil etmez. Haksızlık teşkil etmeyen böyle bir fiile karşı hukuka uygunluk nedeninden yararlanılamaz. - Hukuka uygunluk nedenlerinin belirlenmesinde tüm hukuk düzeninin göz önünde bulundurulması gerekir. - Hukuka uygunluk nedenleri aynı olayla ilgili olarak birbirinden bağımsız veya birbirinin yanında uygulanacak şekilde birleşebilirler.
HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİ: Bu kapsamda hukuka uygunluk nedeni olarak; görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası şeklinde dört adet kuruma yer verilmiştir. Suçun kasten veya taksirle işlenmesi ile icrai veya ihmali hareketle işlenmesi arasında fark yoktur. isnadın ispatı ve 128. M’sinde düzenlenen iddia ve savunma dokunulmazlığı, yalnızca hakaret suçu bakımından göz önünde bulundurulması gereken hukuka uygunluk nedenlerindendir. GÖREVİN İFASI: “kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” Kanunun hükmünü yerine getirme, görevin ifası şeklinde anlaşılmalıdır. Görevin ifası hukuka uygunluk sebebinin söz konusu olabilmesi için herhangi bir kanunun verdiği yetkiden doğan görevin öngörülen şekilde yerine getirilmiş olması gerekmektedir. MEŞRU SAVUNMA: Bir saldırıya uğrayan kişi, doğası gereği çoğunlukla tepki olarak bu saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla bir harekette bulunur. Hukuk düzeni de böyle bir tepkiyi haklı görür. Meşru savunma, bir kimsenin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik olarak ve saldırgana karşı bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade eder. Meşru savunma hâlinde, hâlen mevcut bir saldırıyı defetmek amacıyla işlenen fiil, dış görünüşü itibariyle tipik bir fiili oluşturmaktadır. Ancak bu fiil, gerçekleşmekte olan bir saldırıyı uzaklaştırmak ve başka şekilde korunamayacak bir hakkı korumak amacıyla işlendiği için hukuka aykırı değildir. Bu amaç meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. *****Meşru savunma gerçekleşmekte olan, gerçekleşmesi muhakkak olan veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı gerçekleştirilebilir. Saldırıya İlişkin Şartlar: - Meşru savunmanın ilk şartı, bir saldırının varlığıdır. Ortada saldırı teşkil eden bir davranış yoksa meşru savunmadan da söz edilemez. Saldırıdan maksat, kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme tehlikesi bulunan veya zarar veren iradi insan davranışlarıdır. Saldırının, kasten veya taksirle gerçekleştirilmesi mümkündür. Saldırı maddi nitelikte bir fiil şeklinde gerçekleşmesi gerektiğinden, mahiyetleri gereği maddi nitelikte olmayan, örneğin hakaret ve sövme gibi sözlü saldırılara karşı meşru savunma olmaz. Hukuk düzeninin izin vermediği bir fiil, haksızdır ve maddi nitelik taşımak ve kişinin hukuken korunan bir değerini ihlal etmek kaydıyla saldırıdır. Saldırının hukuka aykırı olması yeterli olup, ayrıca suç teşkil etmesi aranmaz. - Bu saldırı mevcut olmalı veya gerçekleşmesi ya da tekrarı kesin olmalıdır. Gerçekleşmekte olan, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı meşru savunmada bulunulabilir. Başlamamış veya bitmiş bir saldırıya karşı meşru savunmadan söz edilemez. Henüz gerçekleşmemekle birlikte gerçekleşmesi veya bitmekle birlikte tekrarı muhakkak olan bir saldırıya karşı da meşru savunma mümkündür. Bu nedenle saldırıya son verip kaçan bir kimsenin arkasından giderek ateş etmek, meşru savunma olarak değerlendirilemez. Henüz başlamamış, gelecekteki muhtemel bir saldırıya karşı da meşru savunmanın varlığı kabul edilemez. Çünkü bu durumda, muhtemel saldırının, devletin yetkili makamlarına bildirilmesi suretiyle engellenmesi mümkündür. - Saldırı bir insandan kaynaklanmalıdır. Akıl hastası veya yaşı küçük olması nedeniyle kusur yeteneğine sahip olmayan kişilerin saldırılarına karşı da meşru savunma mümkündür. Hayvan saldırısı, hayvan insanlar tarafından araç olarak kullanılmadığı sürece, bir saldırı olarak nitelendirilemez. Karşılıklı çatışma ve kavga gibi hâllerde, ilk haksız saldırıya uğrayan kişi meşru savunmadan yararlanır. Saldırıyı kimin başlattığının belirlenemediği hâllerde her iki tarafı da savunma hâlinde kabul etmek ve meşru müdafaayı her ikisi bakımından uygulamak gerekir. Akıl hastası veya yaş küçüğü olan kişilerin de fiilleri haksızlık teşkil edebileceğinden; bu kişilerin saldırılarına karşı da meşru savunmada bulunmak mümkündür. Saldırıya uğrayan kişi kendi haksız hareketiyle saldırıyı tahrik etmiş olabilir. Haksız tahrik olarak nitelendirilen bir hareketi yapmak kişinin savunma hakkını ortadan kaldırmaz. Böyle bir saldırıya karşı da meşru savunma mümkündür. Çünkü haksız tahrik altında kalan kişinin işlediği fiil hukuka aykırı olma vasfını devam ettirmektedir. - Saldırı kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olmalıdır. Bir kişi gerek kendisinin gerekse başkasının herhangi bir hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada bulunabilir. Savunmaya İlişkin Şartlar: Savunma, saldırana karşı yönelen ve saldırının uzaklaştırılması amacıyla icra edilen her türlü harekettir. Bu bakımdan savunma, yalnızca saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla ve saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı yapıldığında, yani yalnızca saldıranın hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurduğunda meşru bir savunma olur ve hukuka uygunluk niteliği taşır. Eğer meşru savunma çerçevesinde gerçekleştirilen fiil, üçüncü kişilere ait hakları ihlal etmişse, örneğin saldırıda bulunan kişinin şahsında hataya düşülmesi veya hedefte sapma nedeniyle saldırandan bir başkasını da etkilemişse, bu durumda üçüncü kişiler bakımından meşru savunmanın varlığını kabul etmek mümkün değildir. - Savunmanın meşru olabilmesinin koşullarından ilki savunmada zorunluluğun olmasıdır. Saldırıyı “o anda defetme zorunluluğu” ile işlenmeden bahsetmek suretiyle işaret etmiştir. Zorunluluktan maksat, saldırıyı savunma niteliğindeki hareketleri gerçekleştirmeksizin uzaklaştırma imkânının bulunmamasıdır. Bir savunma hareketi saldırıyı derhal sona erdirecek nitelik taşıyorsa, gereklidir. Saldırı karşısında savunmada bulunan kişinin, somut duruma göre kaçarak saldırıdan kurtulma imkânının olup olmadığına bakılmaz. Nitekim kaçma imkânı olmasına rağmen, kaçmayıp savunmada bulunan kişinin hareketi meşru savunma oluşturur. - Saldırı ile bunu savuşturmaya yönelik savunma arasında orantının bulunması meşru savunmanın diğer şartını oluşturmaktadır. Kanunda bu koşul “saldırıyı o andaki hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetme” şeklinde belirtilmiştir. Örneğin bir kadın fiziki kuvvet kullanarak cinsel saldırıda bulunan bir erkeğin saldırısını, bıçak veya silah kullanarak uzaklaştırabilir. Bu örnekte ne araçlar arasında ne de konular arasında bir orantı vardır. Burada bakılacak husus şudur: Somut olayın o anki şartlarına göre savunma hareketi, saldırıyı defedecek ölçüde midir? Bu soruya olumlu cevap verilebiliyorsa savunma meşrudur. Yukarıdaki örnekte, kadının namusuna yönelik bu saldırıyı somut olaya göre saldırganı yaralayarak veya öldürerek uzaklaştırmak gerekli ise yapılan savunma meşru kabul edilmelidir. Keza elindeki çantayı zorla almaya çalışan saldırganın kolunu kırmak suretiyle malını savunan kişinin bu savunma hareketi de hâl ve şartlara göre ölçülü kabul edilebilecektir. Meşru savunmada savunmanın ölçüsü kişinin içinde bulunduğu korku, heyecan ve telaştan dolayı aşılmışsa, faile kusuru bulunmadığından dolayı ceza verilmeyecektir. - Meşru savunma hâlinde bulunan kişi, bu hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının gerçekleştiğinin de bilincinde olmalıdır. Bu itibarla bu şartlar somut olayda esasen gerçekleşmediği hâlde, bu şartların gerçekleştiği zannıyla hareket eden kişinin işlediği suç açısından kastının varlığından bahsedilemez. Şayet bu fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, bundan sorumlu tutulacaktır. Ayrıca meşru savunma bir hukuka uygunluk nedeni olduğu için, meşru savunmada bulunan kişi, saldıranın şahsına veya mallarına verdiği zarardan sorumlu tutulamaz. HAKKIN KULLANILMASI: “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez”. Hak, hukuk düzeni tarafından çerçevesi belirlenmiş olan ve bireye özgür iradesiyle kendi kaderini belirleme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren gücü ifade eder. Dolayısıyla hakkın kaynağını, kamu hukuku veya özel hukuk normları, idari veya özel hukuka ait bir işlem, hatta örf ve âdet hukuku oluşturabilir. Bu hak hukuken tanınmış ve düzenlenmiş olmak kaydıyla bir mesleğin icrasından da doğabilir. Bu anlamda bir meslek ve sanatın icrası, sportif faaliyetler, basın özgürlüğünün sağladığı haklar, bu hukuka uygunluk nedeninin içerisinde kalırlar. Hakkın kullanılmasının hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi için şu koşulların bulunması gerekir: - Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması: Sübjektif hak, hukuken korunan ve bu korumadan yararlanmanın sahibinin iradesine bırakıldığı hakkı ifade eder. Kişi, bu hakkını, herhangi bir merciin ya da makamın aracılığına gerek kalmaksızın, doğrudan doğruya kullanabilmelidir. Şayet bir hakkın kullanılması, başka bir merciden alınacak bir karar veya izinle mümkünse, bu hukuka uygunluk nedeni söz konusu olmaz. Örneğin, bir alacaklının borcunu ödemeyen kişiden alacağını tahsil etme hakkı vardır. Ancak bu hak icra dairesi aracılığıyla kullanılabileceğinden, ferdin alacağını kendiliğinden almaya kalkışması bu hukuka uygunluk nedenini oluşturmayacaktır. - Kişinin bu hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması: Örneğin basın yoluyla işlenen suçlarda hukuka uygunluk nedenleri arasında yer alan ve kaynağını Anayasa’nın 28 ve devamı maddelerinden alan “hakkın kullanılması” kapsamındaki haber verme ve eleştiri hakkının söz konusu olabilmesi için, haberin gerçek ve güncel olması, verilişinde kamu ilgi ve yararının bulunması ve olay ile olayın anlatılışı arasında fikri bağ bulunması gerekir. Bu unsurlardan birinin dahi gerçekleşmemesi haber verme ve eleştiri hakkını ortadan kaldırır ve fiili hukuka aykırı kılar. - Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının bulunması… İLGİLİNİN RIZASI: “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” Tipikliği Kaldıran Rıza-Hukuka Aykırılığı Kaldıran Rıza: Suçun kanuni tanımında kişinin rızasının yokluğunun arandığı hâllerde, rıza tipikliğin bir unsuru olarak kabul edilmiş demektir ve failin kastının rızanın yokluğunu da kapsamına alması gerekir. Dolayısıyla rızanın yokluğu hususundaki hata failin kastını ortadan kaldırır. Kanunda bir suçun ilgilinin rızası hilafına işlenmesi gerektiği açıkça belirtilmişse, rızanın varlığı tipikliği kaldıran bir etkiye sahiptir. Tipikliği kaldıran rıza ve hukuka uygunluk nedeni olarak rıza ayrımının pratik önemi, gerçekte işlenen suç bakımından mağdurun rızası bulunmasına rağmen failin bu durumu bilmeden fiili işlediği hâllerde ortaya çıkmaktadır. Örneğin fail ilgilinin rızası bulunmasına rağmen, bunu bilmeksizin ona karşı cinsel saldırı niteliğindeki hareketleri gerçekleştirir. Bu gibi hâllerde hukuka uygunluk nedeni olan rızanın sübjektif unsuru eksik olduğu için failin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılması gerekir. Bu örnekte mağdurun rızası tipikliğin bir unsuru olsaydı, failin bunu bilmemesi hâlinde kastı ortadan kalkacağı için cezalandırılması söz konusu olmayacaktı. Ancak failin yanılgısı bir hukuka uygunluk nedeni olan rızanın maddi şartlarına ilişkin bulunuyorsa, bu takdirde failin kastı ortadan kalkacaktır. ŞARTLARI: İlgilinin gösterdiği rıza her durumda bir hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz. - İlgilinin rızası, kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunulabileceği bir hak bakımından hukuka uygunluk nedenini oluşturur. Kişinin kendisine ait her hak üzerinde de serbestçe tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Örneğin yaşama hakkı, kişiye ait bir hak olmakla birlikte, bu hak üzerinde kişinin mutlak surette tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle kişinin rızası üzerine bir başkası tarafından öldürülmesi hâlinde (örneğin ötanazi gibi) fiil hukuka uygun hâle gelmeyecektir. Bu konuda belirleyici ölçüt olarak “şikâyet” göz önünde bulundurulmamalı, asıl olarak kişinin belirli bir hakkı üzerindeki tasarrufunun hukuk düzeninin belirlediği sınırlar içerisinde kişiliğinin serbestçe gelişimine hizmet edip etmediğine bakılmalıdır. - Beyanda bulunan kişinin, rızaya ehil olması gerekir (anlama kabiliyeti): Kural olarak, her ayırt etme yeteneği bulunan kişi rıza açıklamasında bulunabilir. Burada önemli olan ilgilinin, söz konusu haktan vazgeçmesinin anlamını, kapsamını ve önemini algılayabilecek durumda olmasıdır. Örneğin kişinin cinsel hakları üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği kabul edilmekle birlikte, TCK 18 yaşını doldurmamış çocukların bu konudaki rıza açıklamalarını kabul etmemiştir. Kanun koyucu cinsel özgürlük bakımından kişinin rızasının ancak belli yaştan sonra kişiliğinin özgürce gelişimine hizmet edebileceğini kabul ederek, bu konuda özel bir yaş sınırı belirlemiş olmaktadır. - İlgili rıza beyanında bulunmuş olmalıdır. Rıza beyanı açık veya örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ancak rıza açıklaması mutlaka suçtan önce veya suçun icra hareketlerinin yapılması sırasında olmalıdır. Rıza fiilin işlenmesi sırasında da mevcut olmalıdır. Yani fiil işlendiğinde geri alınmamış olmalıdır. Rıza, yanılma, korkutma, hile ve şaka yolu ile açıklanmışsa, geçerli değildir. ***İlgilinin rızasının hukuka uygunluk sebebi oluşturabilmesi için rıza açıklamasının mutlaka suçtan önce veya en geç suçun icra hareketleri gerçekleştirildiği sırada yapılmalıdır. HUKUKA UYGUNLUK SEBEPLERİNİN MADDİ ŞARTLARINDA HATA Suç teorisi içinde kastın konumuyla yakından ilgilidir. Bu konuyla ilgili olarak, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin bu hatasından yararlanacağı belirtilmiştir. Mevcut olmadığı hâlde, hukuken korunan bir değerini ihlale yönelik bir saldırı gerçekleştirildiği inancıyla savunmada bulunan kişi hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmanın maddi şartlarında hataya düşmüştür. Örneğin karanlık bir yolda yürüyen kişi, arkasından hızla kendisine doğru gelmekte olan şahsın saldıracağını düşünerek savunmada bulunur. Böyle bir durumda fail olayda meşru savunmanın şartlarından haksız bir saldırının varlığında hataya düşmektedir. Gerçekten failin düşündüğü doğru olsaydı fiili hukuka uygun olacaktı. Hataya düşmek konusunda taksiri varsa ve işlenen suçun taksirli şekli de kanunda cezalandırılıyorsa, fail bu suçtan dolayı cezalandırılabilecektir. Yukarıdaki örnekte failin arkasından gelen kişiyi kendisine saldıracağını zannederek yaraladığını düşünelim. Failin saldırının varlığı konusunda düştüğü hata kastını kaldıracağından, kasten yaralama suçu oluşmaz. Eğer fail daha dikkatli ve özenli olsaydı, kendisine yönelik bir saldırının olmadığını anlayabilirdi diyebiliyorsak, bu durumda fail taksirle yaralamadan dolayı sorumlu olacaktır. Hukuka Uygunluk Sebeplerinde Sınırın Aşılması: TCK’nın “sınırın aşılması” başlığını taşıyan 27. maddesi “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.” şeklindedir. Maddenin ilk fırkasında hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılmasına bağlanan sonuç düzenlenmişken, ikinci fıkrasında kusurluluğu etkileyen bir hâl olan meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılması düzenlenmiştir. Hüküm sadece meşru savunma hâli ile sınırlıdır. ***Şartları: *** TCK’nın 27. maddesinin 1. fıkrası, mahiyetine uygun olarak, görevin ifası, meşru savunma, ilgilinin rızası ve hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedenleri bakımından uygulama alanı bulur. - Bir hukuka uygunluk nedeninin sınırının ölçü yönünden aşıldığı hâllerde uygulanır. Meşru savunmada, savunmanın ölçüsünü aşmak; ilgilinin rızasında rızanın kapsamı dışına çıkmak; görevin ifasında görevin (görevlendirmenin) sınırını aşmak ve hakkın kullanılmasında yetkinin kapsamı dışına çıkmak, sınırın aşılmasıdır. - Hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının kast olmaksızın aşılması hâlinde uygulanır. Eğer fail hukuka uygunluk nedenlerinden birinin sınırını kasten aşmış ise kasten gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı sorumlu tutulur. Örneğin kişinin malını çalmaya çalışan hırsızı yakın mesafeden ateş ederek göğsünden vurarak öldürmesi hâlinde meşru savunmada sınır kasten aşılmıştır ve burada uygulama alanı bulmaz. KISACA: Hukuka aykırılığın anlamını ve tipiklikle ilişkisini ifade edebilmek: Hukuka aykırılık, genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelme, onunla çatışma hâlinde olma demektir. Suçun bir unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunması anlamına gelmektedir. Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra, suçun yapısında ikinci aşamayı oluşturur. Bir fiilin hukuka aykırı olması, onun bütün hukuk sistemine aykırı olması anlamına gelir. Hukuka aykırılık suç teşkil etsin etmesin, hukuk düzeni tarafından tasvip edilmeyen bir fiilin özelliğini ifade etmesi ve fiil ile tüm hukuk düzeni arasındaki çatışma anlamına gelmesi nedeniyle bir derecelendirmeye tabi tutulamazken, hukuka aykırı olan fiilin bizzat kendisini ifade eden haksızlığın bir derecelendirmeye tabi tutulması mümkündür. Kanuni tanımında “hukuka aykırı”, “hukuka aykırı olarak”, “haksız” veya “haksız olarak” şeklinde ifadelere yer verilen suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir.
Hukuka uygunluk sebeplerinin ortak özelliklerini sayabilmek: Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı hâlinde fiil kanuni tanımdaki unsurları gerçekleştirse de hukuka uygunluk nedeni, sınırları içinde kalınmak kaydıyla fiili hukuka uygun hâle getirir. Hukuka uygunluk nedenlerinin belirlenmesinde tüm hukuk düzeninin göz önünde bulundurulması gerekir ve aynı olayla ilgili olarak birbirinden bağımsız veya birbirinin yanında birden fazla hukuka uygunluk nedeni bulunabilir.
Hukuka uygunluk sebeplerinin şartlarını gösterebilmek : Kişinin hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi için fiili işlediği sırada belli bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde hareket ettiğini bilmesi, hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının gerçekleştiğinin bilincinde olması gerekir. TCK’nın genel hükümler kısmında dört hukuka uygunluk nedenine yer verilmiştir. Bunlar; görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızasından ibarettir. TCK’nın 24. maddesinin 1. fıkrasında “kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” denilmek suretiyle görevin ifası hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Görevini ifa eden kimseye ceza verilmemesinin nedeni, kişinin böyle bir davranışta bulunması hususunda kanun tarafından yetkilendirilmiş olmasıdır. Meşru savunma ise bir kimsenin gerek kendisinin gerekse üçün bir şahsın belli bir hakkına yönelik bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde gerçekleştirmiş olduğu savunma niteliğindeki fiilleri ifade etmektedir. Meşru savunmanın şartları ve sınırları kapsamında hareket eden kişi, fiili haksızlık teşkil etmeyeceğinden cezalandırılmayacaktır. TCK’nın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez”. Hukuk düzeni kişilere herhangi bir konuda belirli bir hak tanımış ve bu hakkın sınırları içerisinde bir fiil gerçekleştirilmişse, artık hakkın kullanılmasını teşkil eden fiiller hakkında hukuka aykırılık değerlendirilmesinde bulunulamaz. İlgilinin rızası 26. maddenin 2. fıkrasında “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklinde düzenlenmiştir. İlgilinin rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmemesinin nedeni, madde gerekçesinde ilgilinin rızasının işlenen fiili hukuka uygun hâle getirmesi olarak gösterilmiştir. Hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarında yanılgı hâlinde fail, hukuka uygunluk nedenlerinden birinin maddi şartlarının mevcut olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Ancak gerçekte bu hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartları olayda oluşmamıştır. Fail bu şartların oluştuğu hususunda yanılmıştır. İşlediği fiil bakımından bir hukuka uygunluk nedeninin maddi şartları esasen gerçekleşmediği hâlde, bu şartların gerçekleştiği düşüncesiyle hareket eden kişinin, işlediği suç açısından kastının varlığından bahsedilemez. Ancak hataya düşmek konusunda taksiri varsa ve işlenen suçun taksirli şekli de kanunda cezalandırılıyorsa, fail bu suçtan dolayı cezalandırılabilecektir.
Ceza Hukuku: Suç teşkil eden fiilleri ve bunlara uygulanacak yaptırımların neler olduğunu gösteren hukuk disiplinidir.
Hukuki değerler, toplumsal düzenin devamı için bir hukuk toplumunda korunması gereken, soyut, manevi değerlerdir. Ceza hukuku görevini, söz konusu hukuki değerleri ihlal eden saldırıları suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir. Örneğin kasten öldürmenin suç olarak tanımlanmasıyla, bir insanın yaşama hakkı; kasten yaralama suçuyla kişilerin vücut dokunulmazlığı; cinsel saldırı suçuyla kişilerin cinsel dokunulmazlıkları korunmaktadır. Kanun koyucu bir fiili suç olarak tanımlarken mutlaka en az bir hukuki değeri korumak amacı gütmektedir.
Ceza Hukukunun Temel Kavramları: Suç, ceza ve güvenlik tedbirleri
Ceza hukuku, diğer hukuk dallarındaki yaptırımlarla hukuki korumanın yetersiz kaldığı durumlarda son çare olarak devreye girer.
Suç, insanların toplum içinde birlikte yaşamalarının temini, toplumsal düzenin devamı için korunması gereken hukuki değerleri ihlal eden belli insan davranışlarıdır.
Suç teşkil eden haksızlığı gerçekleştiren kişilere ceza ve güvenlik tedbiri olmak üzere iki tür yaptırım uygulanmaktadır. Cezanın amacı da, suç teşkil eden haksızlığı tercih etmesinden dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlamaktır. Ceza yaptırımının aksine, güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kişinin kusurlu sayılması zorunlu değildir. Bu yaptırımlar suç işleyen kişi hakkında birlikte uygulanabileceği gibi, birbirinden bağımsız olarak da uygulanabilirler.
CEZA HUKUKUNUN HUKUK DİSİPLİNLERİ ARASINDAKİ YERİ:
Ceza hukuku, kamu hukuku içerisinde yer alan bir bilim dalıdır. Suç işleyen kişiyi cezalandırma gücü devletin tekelinde bulunmaktadır. Ceza hukuku, kendi içinde de bazı alt disiplinlere ayrılmaktadır. Bu kapsamda maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku genel kabul gören ayrımı oluşturmaktadır.
*Maddi ceza hukuku, bir fiilin suç teşkil edebilmesi için bulunması gereken unsurları, suç dolayısıyla sorumluluk için aranan şartları ve suçun işlenmesi hâlinde uygulanabilecek yaptırımları ve suçun işlenmesine bağlanan diğer hukuki sonuçları inceler. Maddi ceza hukuku da kendi içinde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ceza hukukunun genel hükümleri bütün suçlar için geçerli ortak prensipleri ihtiva etmektedir. Özel hükümlerde ise kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, hakaret, hırsızlık, zimmet, rüşvet gibi tek tek suç tanımları yer almaktadır.
*Ceza muhakemesi hukuku ise, suç teşkil eden bir fiilin işlendiği şüphesiyle başlayıp bu şüphenin failin lehine veya aleyhine yenilenmesine kadar devam eden süreci ifade etmektedir. Ceza muhakemesi hukuku, bu sürece katılan kişilerin hak, görev ve yetkileri ile işlendiği iddia edilen suçun gerçekte işlenip işlenmediğini, işlendi ise kim tarafından işlendiğini ve yaptırımının ne olacağını belirlemek amacıyla yapılan ve iddia, savunma ve yargılama niteliğindeki bir dizi faaliyetten oluşan bir hukuk dalıdır.
Ceza Hukukunun Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi: hukuk dallarının başında anayasa hukuku gelmektedir.
Ceza Hukuku; Anayasa ile oluşturulan düzenin ve kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin bekçiliğini de yapmaktadır. Ceza hukuku bu korumayı, anayasa ile kişilere tanınan temel hak ve özgürlükleri ihlal eden davranışları ve Anayasa ile oluşturulan düzeni değiştirmeye veya işleyişini bozmaya yönelik cebir veya tehdit içeren fiilleri suç olarak tanımlamak suretiyle yerine getirmektedir.
Ceza hukuku ile idare hukuku arasında da yakın bağlantı bulunmaktadır. Ceza hukuku, devletin yürütme organı içerisinde yer alan idarenin faaliyetlerinin hukuka uygun ve etkin bir şekilde yürütülmesine katkı sağlamaktadır. Kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanmasını önlemeye yönelik suç tanımlarına da yer verilmektedir. Böylece hem vatandaşın hakları hem de kamu idaresine olan güven korunmak istenmektedir. Bu suçlara örnek; haksız arama, işkence, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, zimmet, irtikâp, rüşvet ve görevi kötüye kullanma suçları gösterilebilir.
Kabahatler Kanununun önemli bir özelliği, hangi kanunda düzenlenirse düzenlensin, karşılığında idari yaptırımın uygulanmasının öngörüldüğü bütün haksızlıklar bakımından genel kanun niteliğinde olmasıdır. Ceza hukuku ile idare hukuku arasında ortak bir alan oluşturmaktadır.
Bir diğer hukuk dalı da devletler hukukudur. Terör eylemleri, bilişim sistemlerine karşı veya bu sistemler aracılığıyla işlenen fiiller, uyuşturucu madde ticareti, fuhuş veya organların alınması maksadıyla insan ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi suçlar çoğu zaman suç örgütleri tarafından birçok devleti ilgilendirecek şekilde işlenmektedir. Başta Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplum, bu tür sınır aşan örgütlü suçlara karşı devletlerin ortak mücadele verilebilmesini sağlamaya yönelik çaba göstermektedirler. Bu çabaların somut ifadesi olarak ilgili konularda çok sayıda milletlerarası sözleşmeler imzalanmaktadır. Devletler hukuku ile ceza hukukunun kesiştiği bir diğer alan da suçluların iadesi ve adli yardımlaşma konularında ortaya çıkmaktadır. Bir ülkede suç işledikten sonra bir başka ülkeye gitmiş olan kişinin, suçun işlendiği ülke tarafından yargılanabilmesi veya hakkında verilen cezanın infaz edilebilmesi amacıyla, bulunduğu devletten geri verilmesi istenebilecektir. Keza bir suç nedeniyle başlatılan ceza muhakemesi sürecinde, bir başka ülkede bulunan sanık veya tanığın dinlenmesi ve başka delillerin tespit edilerek gönderilmesi ihtiyacı ortaya çıkabilir. İşte bütün bu hâllerde yapılacak işbirliğinin esas ve yöntemleri, devletlerarasında imzalanan sözleşmelerle belirlenmektedir.
Ceza hukuku ile medeni hukuk arasında da birçok konuda ilişki ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce suç teşkil eden fiiller aynı zamanda haksız fiil niteliği taşıdığı için, medeni hukukun bir alt disiplini olan borçlar hukuku bakımından tazminat sorumluluğunu gerektirmektedir. Örneğin bir kimsenin eşyasını çalmak ceza hukuku bakımından hırsızlık suçunu oluşturmaktadır (TCK m. 141). Aynı fiil borçlar hukuku bakımından da haksız fiil sayılmakta ve çalınan eşyanın tazmin edilmesi gerekmektedir. Bazı suçların tanımında bir unsur olarak medeni hukuka ilişkin bir kavrama yer verilebilmektedir. Örneğin eşya, insan, altsoy, üstsoy, vasi, eş, zilyet, malik, gibi kavramlar bazı suçların tanımında unsur olarak zikredilmektedir.
Ceza hukuku ile kriminoloji (suç bilimi) arasındaki ilişkiye de değinmek gerekir. Kriminoloji deney ve gözlem metodundan yararlanarak suçun işlenme nedenlerini, faili suç işlemeye iten sebepleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu çerçevede kriminoloji suçlunun kişiliğini, fiziki ve psikolojik özelliklerini, kişinin içinde yaşadığı sosyal çevrenin, aile ilişkilerinin, ekonomik durumun, eğitim durumunun, cinsiyetin, yaşın, dini inançların, iklim ve mevsim gibi çevre koşullarının suç işleme olgusu üzerindeki etkilerini araştırır. Ceza hukuku adli olayların aydınlatılmasında tıp biliminin bir alt disiplini olan adli tıptan yararlanmaktadır. Adli tıp özellikle ceza muhakemesi sürecinde suçun aydınlatılmasında (örneğin ateşli silahla meydana gelen ölüm vakasında olayın intihar mı yoksa adam öldürme mi olduğunun belirlenmesinde), suçluların tespitinde(örneğin olay yerinde veya mağdur üzerinde bulunan delillerin araştırılması sonucu failin belirlenmesi) ve sorumluluğun saptanmasında (örneğin suçu işlediği sırada kişinin akıl hastası olup olmadığının belirlenmesi) önemli rol oynar.
CEZA HUKUKUNUN KAYNAKLARI
Doğrudan kaynaklar somut olaya doğrudan uygulanabilen ve uygulayıcı bakımından bağlayıcı nitelik taşıyan kaynaklardır. Buna karşılık dolayısıyla kaynaklar bağlayıcı olmayıp, doğrudan uygulanan bir kaynağın anlaşılması ve yorumlanmasında göz önünde bulundurulur.
Doğrudan Kaynaklar: ANAYASA - KANUN - ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Dolayısıyla Kaynaklar: DOKTRİN VE YÜKSEK MAHKEME İÇTİHATLARI
CEZA HUKUKUNUN GÜVENCE FONKSİYONU
Ceza hukuku, temel hak ve özgürlükleri saldırılardan korurken, aynı zamanda kişilerin hareket özgürlüğünün sınırlarını da çizmektedir. Bu prensiplerin başında suçta ve cezada kanunilik ilkesi gelmektedir.
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi: bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktadır.
***1982 Anayasası’nın 38. maddesinde suçta ve cezada kanunilik ilkesine ilişkin şu hükümlere yer verilmiştir:
*“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” (f. 1).
*“Suç ve ceza zaman aşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır.” (f. 2).
*“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” (f. 3).
*5237 sayılı TCK’nın “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” başlıklı 2. maddesinde bu ilke ve doğurduğu sonuçlar açık şekilde ifade edilmiştir.
Buna göre, “(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. (2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz. (3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” Bu hükümlere göre suçta kanunilik ilkesi gereğince, esasen haksızlık teşkil eden fiillerden hangilerinin suç teşkil ettiği kanunda gösterilmelidir. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. Yine kanunun açıkça cezayı artırıcı bir neden olarak kabul etmediği bir husustan dolayı da kimsenin cezası artırılamaz.
Cezada kanunilik ilkesi gereğince, kanunun açıkça suç saydığı bir fiilden dolayı bir kimseye ne tür ve miktarda bir ceza yaptırımının uygulanacağının yine kanunla belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla hiç kimse bir suç nedeniyle kanunda öngörülemeyen bir ceza ile veya kanunda öngörülen bir cezadan daha ağır bir ceza ile cezalandırılamaz.
Kanunilik ilkesinin, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaması, suç tanımlarının açık seçik olması (belirlilik ilkesi), örf ve adetle suç ve ceza konulamaması, kıyas yasağı ve ceza kanunlarının geçmişe yürütülmesi yasağı olmak üzere çeşitli sonuçları vardır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince, örf ve âdetin ceza hukukunda kaynak değeri bulunmamaktadır. Bu itibarla örf ve âdetin bir fiili suç hâline getirme, suç olan bir fiili suç olmaktan çıkartma veya suç teşkil eden bir fiilin cezasını ağırlaştırma gücü bulunmamaktadır. Ceza hukukunda örf ve âdete ancak bir suçun unsurlarının yorumlanmasında başvurulabilir.
Suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir diğer sonucu da kıyas yasağıdır. Bu ilke gereğince suç teşkil eden fiillerin kanunda açık, seçik ve herkesin anlayabileceği şekilde tanımlanması gerekliliği, ceza hukukunda kıyasa başvurulamayacağını ortaya koymaktadır. “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz”
Kıyas yasağı gereğince, kanunda açıkça suç olarak tanımlanmayan bir fiil, kanunda suç olarak tanımlanan bir fiile bazı yönlerden benzerlik gösterdiğinden bahisle o fiile ilişkin suç tanımı kapsamında cezalandırılamaz.
Geçmişe Yürüme Yasağı (Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması)
Kanunilik ilkesinin sonucu olan bu kurala göre her fiil, işlendiği zamanın kanununa tabiidir. İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç teşkil etmeyen bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılmayan bir fiili işleyen kişiye, daha sonra yürürlüğe giren ve o fiili suç hâline getiren bir kanun geriye yürütülerek ceza verilemez. Yeni bir suç tanımı getiren veya failin durumunu ağırlaştıran kanunlar, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra işlenen fiiller bakımından uygulanabilirler. Ceza kanunlarının geriye yürümesini yasaklayan bu kuralın bir istisnası vardır. Buna göre failin lehine olan kanun geriye yürür. İşlendiği zamanın kanuna göre suç sayılan bir fiilin, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanunla suç olmaktan çıkartılması hâlinde, fiili suç olmaktan çıkartan sonraki kanun lehe olduğu için yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiillere, geçmişe yönelik olarak olaya uygulanacak ve faile herhangi bir ceza hukuku yaptırımı uygulanmayacaktır. “İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.” (f. 1, cümle 2 ve 3). “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” (f. 2). Failin lehine olan kanunun geçmişe uygulanır ve geçmişe uygulanma bakımından bir zaman sınırlaması getirilmemiştir.
Derhal uygulama: Bir hükmün yürürlüğe girdiği anda ilgili olan her olaya uygulanmasını ifade eder. Derhal uygulama kuralının dışında tutulmuştur: Bunlar hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olan hükümlerdir. Bu müesseselerle ilgili değişikliklerde geriye yürüme yasağı kuralı ve failin lehine olan hükmün geriye yürümesi istisnası geçerli olacaktır.
***Ceza muhakemesi hukukuna ilişkin kuralların zaman bakımından uygulanması konusunda da derhal uygulama kuralı geçerlidir. Hukuk sistemimizde derhal uygulama kuralı öngören bir başka hüküm de, Anayasa da bulunmaktadır. Anayasa’ya göre Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanun hükümleri, iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Ancak gereken hâllerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez (m. 153, f. 3). İptal kararları geriye yürümez (m. 153, f. 5). Bu düzenlemeye göre Anayasa Mahkemesi bir fiili suç olarak düzenleyen kanun hükmüyle ilgili olarak iptal kararı verdiğinde, bu karar geriye yürümeyecek, kararın Resmi Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işlenen suçlar hakkında uygulanacaktır. Bu tarihten önce işlenen suçlara iptal kararının etkisi olmayacaktır. Anayasanın bu hükmünün failin lehine sonuç doğuran iptal kararları bakımından isabetli olmadığı açıktır.
“Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” Böylece geçici ve süreli kanunların ileriye yürümesinin yolu açılmıştır.
Yürürlükten kalkışı belirli bir zamana veya olaya bağlandığı için yürürlükten kalkacağı zaman önceden bilinen kanunlara süreli kanun denir.
2.ÜNİTE
Suç, karşılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülmüş olan haksızlıktır. Hukuk kuralları da toplumsal düzeni sağlayan ve koruyan davranış normları içinde yer almaktadır. Hukuk kuralları, bir hukuk toplumunda devletin, toplumsal düzenin sağlanmasında ve devam ettirilmesinde kullanıldığı en önemli vasıtayı oluşturmaktadır. Davranış normları, üstlenmiş oldukları işlevi, her biri belli bir hukuki değeri korumayı amaçlayan ve yasak veya emir şeklinde formüle edilmiş kurallarla yerine getirir. *Yasaklayıcı davranış normları, ancak bir davranışın gerçekleştirilmesi suretiyle (icrai davranış) ihlal edilebilir. Buna karşılık, emredici davranış normları ise, ancak emredilen hareketin gerçekleştirilmemesiyle (ihmali davranış) ihlal edilebilir. Örneğin TCK’nın 86. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçu, “haksız yere bir başkasının vücut dokunulmazlığını ihlal etmemelisin!” şeklindeki yasaklayıcı normun bir ifadesidir. Buna karşılık, TCK’nın 278. maddesinde düzenlenen suçu bildirmeme suçu, “işlenmekte olan bir suçu yetkili mercilere bildirmelisin” şeklindeki emredici normun ifadesini oluşturmaktadır. Suçun yapısı, haksızlık ve kusur şeklinde ikili bir ayrım çerçevesinde incelenmektedir.
Kişilerin, muhatabı oldukları davranış normlarının gereklerine aykırı davranmaları, yani emir veya yasağı ihlal etmeleri haksızlık teşkil eder. Suç teorisi, suç teşkil eden haksızlığın unsurlarını ve ceza sorumluluğun şartlarını konu edinmektedir. Suç teorisinin öngördüğü sistem çerçevesinde suçun yapısal unsurları kural olarak haksızlık ve kusur ayrımı çerçevesinde ele alınmalıdır. Haksızlığın unsurları ise, “tipiklik” ve “hukuka aykırılık”tan ibarettir. Suç teşkil eden bir haksızlıktan söz edilebilmesi için, işlenen fiille (davranışla) haksızlığın unsurlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekir (fiil olmaksızın haksızlık olmaz).
Kusur(luluk), suçun yapısında, haksızlık teşkil eden fiili gerçekleştiren kişinin (failin) işlemiş olduğu bu fiilden dolayı kınanıp kınanamayacağının değerlendirildiği aşamayı oluşturmaktadır.
Bir hareketin, ceza hukuku açısından değerlendirmeye alınabilmesi, bunu gerçekleştiren kişinin tamamıyla bir insan gibi, yani iradi olarak hareket ettiğinin tespit edilmesine bağlıdır. İradi bir davranış bulunmadıkça ceza hukuku açısından değerlendirmeye konu bir fiilin varlığından bahsetmek mümkün değildir. Suçun yapısını incelemeye fiil ile başlamak bir zorunluluk arz etmektedir. Tipe uygunluk değerlendirmesinden önce fiil özelliklerine sahip bir insan davranışının bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Fiil bu değerlendirme aşamalarını geçtikten sonra ve dolayısıyla haksızlık teşkil ettiği belirlendikten sonra ise, kusurluluk konusu ele alınacaktır. Kusurluluk, haksızlığın unsurlarının gerçekleşmesinden sonra, bu fiille ilgili olarak fail hakkında verilen bir değer hükmünü oluşturmaktadır. Bu durumda, kusur yargısı fiil hakkında değil, fail hakkında yapılmaktadır. Ancak, fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir. Ceza hukuku “haksızlık olmaksızın kusur olmaz” prensibini kabul eder. Kusur, bir haksızlığı gerçekleştirmesi nedeniyle failin kişisel olarak kınanabilmesi demektir (kişisel isnadiyet). Failin işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmediği (m. 30/4) ya da işlediği fiilin haksızlık teşkil edip etmediğini anlayabilecek zihni donanıma sahip olmadığı hâllerde, onun hakkında kınama yargısında bulunabilmek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla algılama ve irade yeteneğine sahip olmayan kişiler hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi mümkün değildir. Ancak, fail hakkındaki kusurluluk yargısının konusunu, onun tarafından kasten veya taksirle gerçekleştirilen fiilin oluşturduğu unutulmamalıdır. Fail hakkında kusur yargısında bulunulabilmesi için ortada onun tarafından işlenmiş bir haksızlığın bulunması gerekir.
Suç Teşkil Eden Haksızlığın Esası Olarak Fiil
Ceza hukukunun hareket noktasını, normun muhatabı olan insan tarafından gerçekleştirilen fiil oluşturur. Ceza hukukunda, fiil olmaksızın haksızlık olmaz kuralı geçerli olup bir kişinin zihniyeti, kabulleri ve hayata geçirmediği sürece suç işleme yolundaki düşüncesi itibariyle cezalandırılması söz konusu değildir. Fiili; yönlendirici irade tarafından hâkim olunan, belli bir amaca yönelen, etkileri dış dünyada hissedilen insan davranışı olarak tanımlamak mümkündür. İradi olması, belli bir maksada yönelik olması, etkilerinin dış dünyada hissedilmesi ve insan kaynaklı olması fiilin belirleyici unsurlarıdır. Buna göre sadece iradi olan insan davranışları fiil niteliğine sahiptir ve yönlendirici iradenin ürünü olmayan davranışlar ceza sorumluluğuna esas teşkil etmezler.
İradeyi mutlak surette devre dışı bırakan, karşı konulamayan, doğal ya da doğal olmayan bir kuvvetin etkisinde iken gerçekleştirilen hareketler fiil olarak nitelendirilemezler. Bu çerçevede karşı konulamaz mutlak bir kuvvete maruz kalan kişinin gerçekleştirdiği davranışlar fiil sayılmazlar. Örneğin bir kimsenin diğerini vitrin camına iterek camın kırılmasına sebebiyet verdiği bir olayda, cama çarpan kişinin hareketi yönlendirici iradenin ürünü olmadığı için fiil olarak değerlendirilmez. Bu itibarla cama çarpan kişi bakımından bu hareketin mala zarar verme suçu bakımından tipik olup olmadığını değerlendirmeye gerek yoktur.
Buna karşılık insanın iradesini yalnızca zorlayıcı nitelikteki cebir ve tehdit altında gerçekleştirilen davranışlar fiil niteliğine sahiptirler. Örneğin bir kimseye silah tehdidiyle sahte bir senet imzalattırılması durumunda, kişi senet imzalama hareketini zorlanmış da olsa iradi olarak gerçekleştirmektedir. Yani tipiklik ve hukuka aykırılık bakımından değerlendirmeye konu bir fiil vardır. Ancak bu kişi böyle bir fiile iradi olarak karar verirken özgür olmadığı, yani davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendiremediği için kusurunun bulunmaması nedeniyle cezalandırılması söz konusu olmayacaktır. Zorlayan kişi dolaylı fail sayılacak ve cezalandırılacaktır.
Refleks hareketleri, uyku hâlinde veya hipnotik telkin altında gerçekleştirilen davranışlar da ceza hukuku anlamında fiil özelliğini taşımazlar. Buna karşılık, zorunluluk hâlinde, ani karar sonucu ve şuur bozukluğu veya şuur bulanıklığı hâllerinde gerçekleştirilen davranışlar ise fiil niteliğine sahiptirler.
Doğal olaylar veya bir hayvanın hareketi ceza hukuku bakımından değerlendirmeye tabi tutulmaz. Ancak bir suçun işlenmesinde hayvanın bir araç olarak kullanılması (örneğin hayvanın başkasına saldırması için kışkırtılması) durumunda, kişinin davranışı fiil niteliğine sahiptir. Bunun dışında insan olmadıkları, sadece hukuki bir yapıları bulunduğu için tüzel kişilerin de hareket etme yetenekleri yoktur. Bunlar adına yetkili organlar hareket ederler.
Yaşına ve akli durumuna bakılmaksızın herkes fiil ehliyetine sahiptir.
Tipiklik
Suçun bir unsuru olarak kastedilen tipiklik ise dar anlamda tipikliktir (haksızlık tipi). Dolayısıyla dar anlamda tipiklik, ceza sorumluluğunun doğumu için kanuni tanımda gösterilen bütün unsurların gerçekleşmiş olmasını ifade etmek üzere kullanılan geniş anlamda tipiklikle karıştırmamak gerekir. Geniş anlamda tipiklik, cezalandırılabilirliğin kanuni olarak belirlenmiş tüm koşullarını kapsadığı için Ceza Kanununun güvence fonksiyonu (suçta ve cezada kanunilik ilkesi) bakımından öneme sahiptir. Bilindiği üzere bu koşulların failin aleyhine olarak ne örf ve âdet hukuku yoluyla ne de kıyas yoluyla oluşturulması veya genişletilebilmesi mümkündür. Dar anlamda tipiklik, her bir suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karakterize eden unsurlardan oluşmaktadır. Tipiklik, vatandaşların tipleştirilen emir ve yasaklara göre kendilerini yönlendirmeleri fonksiyonunu yerine getirir. Buna “tipikliğin uyarı fonksiyonu” denir. Haksızlığın unsurunu oluşturan (dar anlamda) tipiklik, haksızlık içeriğini belirleyen unsurları (haksızlık tipini) konu edinmektedir.
Tipiklik, sadece bir suç tipinin değil, tüm suçların özelliklerini taşıyan soyut bir kavramdır. Failin tipe uygun davranmasıyla tipik haksızlık da gerçekleşmiş olur. Çünkü kanunda tanımlanan her bir suç, bu somut tanımıyla, tipik haksızlığı oluşturan davranış tarzlarını ortaya koymuş olmaktadır. Buna göre, somut hareket, daha önce yapılan bu soyut suç tanımlarından birine uygunsa, bu hareketin tipe uygunluğundan ve dolayısıyla belli bir suç tipinin maddi ve manevi unsurlarının gerçekleştirildiğinden bahsedilir.
Tipiklik, suçun yapısında “hukuka aykırılığın karinesini oluşturma” fonksiyonuna da sahiptir. Buna göre, tipe uygun bir davranış kural olarak hukuka aykırı bir davranıştır. Bir davranışın tipe uygun olduğunun belirlenmesiyle, suç teşkil eden haksızlık da gerçekleşmiş olur. Bir fiilin haksızlık olarak nitelendirilebilmesi için iki aşamalı değerlendirmeden geçilmelidir: Davranışın tipe uygunluğunun araştırılması (ceza kanunu açısından değerlendirme) ve bir hukuka uygunluk nedeninin yokluğunun belirlenmesi (tüm hukuk düzeni açısından değerlendirme).
Bir fiilin hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenmesi, fiilin tipikliği üzerine etkili değildir. Buna karşılık, tipik olmayan bir fiil hukuka aykırı da olsa ceza hukukunun konusunu oluşturmaz.
Tipikliğin maddi (objektif) unsurları fiilin dış dünyadaki görünüş biçimini nitelendirirler. Bu unsurlar tanımlanabilir veya normatif olabileceği gibi, fiile veya faile ilişkin de olabilir. Tipikliğin manevi (sübjektif) unsuru denilince, failin psişik-manevi alanına ve tasavvur dünyasına ait olan unsurlar anlaşılmalıdır. Fiil ile bu fiili gerçekleştiren kişi arasındaki psikolojik bağa manevi unsur denilmektedir. Bu bağ da kural olarak kast, istisnai hâllerde ise taksir şeklinde tezahür etmektedir. Kasten işlenen bazı suçlarda ise, kastın yanı sıra amaç veya saikten oluşan başkaca manevi unsurların gerçekleşmesi aranmıştır. Buna göre, haksızlık teşkil eden fiiller ya kasten işlenirler ya da taksirle gerçekleştirilirler. Haksızlık teşkil eden fiilin işleniş şeklini oluşturan kast ve taksir, birer kusurluluk şekli olarak görülemezler. Hukuka aykırılık, tipikliğin bir unsuru değil, suçun genel bir unsurudur. Ancak bazı suçların kanuni tanımında “hukuka aykırı”, “hukuka aykırı olarak” ya da “haksız” veya “haksız olarak” şeklinde ifadelere yer verilmektedir.
TİPİKLİĞİN MADDİ UNSURLARI
Fiil, netice, nedensellik bağı, fail, mağdur, suçun konusu ve nitelikli hâller olarak sıralamak mümkündür. Bunlardan, fiil, fail, mağdur ve suçun konusu her suçta zorunlu olarak bulunan unsurlardır. Buna karşılık, netice ve nedensellik bağı sadece neticeye unsur olarak yer veren suçlar bakımından göz önünde bulundurulacak unsurlardandır. Neticeli suçlardaki nedensellik bağı, tipikliğin yazılı olmayan unsurlarındandır. Nitelikli hâller de suç tipinde öngörülmesi hâlinde değerlendirmeye alınacak unsurlardandır.
FİİL: yönlendirici iradenin ürünü olan, belli bir amaca yönelen ve dış dünyada etkileri hissedilen insan davranışını ifade eder. Tipe uygun haksızlığın gerçekleşebilmesi için suçun kanuni tanımında belirtildiği şekil ve tarzda hareket ya da hareketlerin yapılması şarttır. Dış dünyada gerçekleştirilen davranış, kanuni tanıma uygun olmadığı sürece ceza hukuku bakımından önemli bir hareketten söz edilemez. İşte suçları hareketin tipte tanımlanışına göre, tek hareketli suçlar, çok hareketli suçlar, serbest hareketli suçlar, bağlı hareketli suçlar, seçimlik hareketli suçlar, mütemadi (kesintisiz) suçlar ve ihmali suçlar şeklinde bir ayrıma tabi tutmak mümkündür.
*Tek Hareketli Suçlar: Kanuni tanımına göre, meydana gelmesi için tek hareketin yeterli olduğu suçlara “tek hareketli suç” denir. Tek hareketten oluşan bu suçlara, kasten öldürme, hakaret suçları örnek gösterilebilir. Bu suçların oluşumu için tek öldürmeye ve hakarete yönelik hukuki anlamda tek fiilin icrası yeterlidir. Örneğin kasten öldürme suçunun işlenmesi sırasında sıkılan kurşun sayısının veya vurulan bıçak darbesinin birden fazla olması, bu suçun tek hareketli suç olma özelliğini etkilemez. Zira bu gibi durumlarda hukuki anlamda fiil tektir.
*Çok Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birden çok harekete yer verilen suçlara “çok hareketli suç” denir. Bu tür suçların oluşması için kanuni tanımda gösterilen hareketlerin tamamının yapılması gerekir. Örneğin yağma suçu, cebir veya tehditle bir malın alınmasıyla oluşan bir suçtur. Keza dolandırıcılık suçu da hileli hareketlerin yanı sıra yarar sağlanmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde özel belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için failin hem sahte bir özel belge düzenlemesi, hem de bu belgeyi kullanması gerekir.
*Serbest Hareketli Suçlar: Kanun tanımlarında hangi tür hareketlerle işleneceği hususunda belirlemede bulunulmayan suçlara serbest hareketli suçlar denir. Örneğin görevi kötüye kullanmada suçu oluşturan hareketler Kanunda somutlaştırılmış değildir. Kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırılık teşkil eden kasti her hareketi suçun maddi unsurunun oluşması bakımından yeterlidir. Keza kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma da serbest hareketli suçlardandır.
*Bağlı Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında hangi hareketlerle işlenebileceği bizzat belirtilen suçlara “bağlı hareketli suç” denir. Bu suçlarda, serbest hareketli suçların aksine, suç tipinde o suçu oluşturan hareketler somutlaştırılmıştır. Örneğin yağma suçu bağlı hareketli bir suçtur. Çünkü yağma suçunun kanuni tarifinde cebir veya tehditle bir malın alınmasından bahsedilmektedir. O hâlde cebir veya tehdit dışındaki bir hareketle (örneğin hile ile) malın alınması hâlinde yağma suçu oluşmayacaktır. Seçimlik hareketli suçlar da genellikle bağlı hareketli suçlardandır. Çünkü bu suçlar kanunda belirtilenler dışındaki hareketlerle işlenemezler. Yine bir suçun basit şekli serbest hareketli bir suç olduğu hâlde nitelikli unsurları bağlı hareketli suç olabilir.
*Seçimlik Hareketli Suçlar: Kanuni tanımında birbirinin alternatifi olarak gösterilen birden çok hareketten biriyle işlenebilen suçlar “seçimlik hareketli”dir. Bu tür suçlarda, kanuni tanımda gösterilen alternatif hareketlerin hepsinin aynı anda gerçekleştirilmesi şart olmayıp birinin icrasıyla suç oluştur. Somut olayda kanuni tarifte gösterilen hareketlerin hepsi icra edilmiş olsa dahi ortada tek suç vardır. Ancak bu durum cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulabilir. Soykırım, göçmen kaçakçılığı, hakaret ve mala zarar verme gibi suçlar seçimlik hareketlidirler. Örneğin mala zarar verme suçu başkasının taşınır veya taşınmaz malının kısmen veya tamamen yıkılması veya tahrip edilmesi veya bozulması veya kirletilmesiyle işlenebilecektir. Seçimlik hareketlerden birisi tamamlanmış, diğeri teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi suç tamamlanmış kabul edilir.
*Kesintisiz Suçlar: Kanuni tanıma uygun hareketin icrasıyla ya da tipte ayrıca neticenin arandığı hâllerde neticenin gerçekleşmesiyle tamamlanan suçlara “ani suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme suçu, ölüm neticesinin gerçekleşmesiyle tamamlanır. Mağdurun yaralandıktan bir müddet sonra ölmesi bu suçu mütemadi suç hâline getirmez. Çünkü öldürmeye yönelik hareket gerçekleştirilmiş ve bitmiştir. Ayrıca ölümün bir netice olarak sürdürülmesi, yani kişinin sürekli öldürülmesi söz konusu olamaz. Kanuni tanımındaki hareketlerin işlenmesiyle tamamlanan, ancak fiilin icrasına devam edilmesi sebebiyle henüz sonlanmayan (icranın bitmediği) suçlara “kesintisiz suç” veya “mütemadi suç” denir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, suç işlemek için örgüt kurma suçu, uyuşturucu madde bulundurma, girilen konuttan çıkmamak suretiyle işlenen konut dokunulmazlığını ihlal ve karşılıksız yararlanma kesintisiz suçlardandır. Örneğin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, mağdurun iradesine uygun olarak hareket etmesinin kısıtlanması ile tamamlanır. Buna karşılık mağdurun hareket serbestini tamamen kazandığı anda biter.
Kesintisiz suçlarda devam eden netice değil, fiilin icrasıdır. Örneğin kasten yaralama suçu bir durum suçudur. Yaralamanın meydana getirdiği vücut üzerindeki eser, örneğin yüzde sabit eser veya bir kulağın koparılması gibi, ömür boyu devam etse dahi suç yaralamanın meydana gelmesiyle tamamlanmış ve bitmiştir. Ceza hukuku kurallarının zaman bakımından uygulanması konusunda da kesintisiz suç, ani suçtan farklılık gösterir. Kesintisiz suç, fiilin icrasının kesintiye uğradığı (sonladığı veya bittiği) anda işlenmiş olacağından, o anda hangi kanun yürürlükte ise o kanun uygulanır. Kesintisiz suçlarda davaya bakmaya yer itibariyle yetkili mahkeme, kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesidir. Zamanaşımı kesintinin gerçekleştiği günden itibaren işlemeye başlar. Şikâyete tabi kesintisiz suçlarda, şikâyet süresi de ancak kesintinin gerçekleştiği andan itibaren başlar.
İhmali Suçlar: Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici normlar şeklinde formüle edilirler. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar ve bu yasağın ihlalini suç hâline getirir. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenen suçlardan oluşmaktadır. Yasaklayıcı norm, icrai bir hareketle, yani haricen gözlemlenebilir bir vücut hareketiyle ihlal edilebilir. Örneğin öldürmeyi yasaklayan norm bir kimsenin öldürülmesiyle, çalmayı yasaklayan bir norm da başkasının eşyasının alınmasıyla ihlâl edilmiş olur. Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emreder. Emredici normun söz konusu olduğu hâllerde, bu normun gereği olan hareketin icra edilmemesi bir hak ihlaline sebebiyet verir. kamu görevlisinin yükümlü olduğu görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermesi veya kendini idare edemeyecek durumda olan kimselere karşı yardım etme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi hâlinde emredici normun öngördüğü şekilde davranmamak suretiyle, yani ihmali hareketle suç işlenmiş olur.
İcrai hareketle işlenen suçlarda hareket, tokat atmak, tekme vurmak, silahla ateş etmek, birisine hakaret teşkil eden söz söylemek gibi, aktif bir yapma hareketiyle gerçekleştirilmekte ve böyle bir hareketin varlığı doğal olarak belirlenebilmektedir. Fail icrai suçlarda aktif bir davranışla cezayı gerektiren bir yasağı ihlal etmektedir. İcrai suçlar, suçun gerçekleştirilmesinin aktif bir davranışa bağlı olduğu suçlardır. Burada fail aktif olmalı ve suçu aktif bir hareketle gerçekleştirmelidir. İhmali suçlar, emredilen hareketi yapmamak suretiyle işlenen suçlardır. İhmali suçlarda hareket, belli bir davranışın gerçekleştirilmemesi, belli bir davranışta bulunmama şeklinde normatif bir özellik taşımaktadır. Bir başka deyişle, ihmali davranış, hukuk normlarıyla (emredici davranış normları) kişiye belli bir icrai davranışta bulunma yükümlülüğünün yüklendiği hâllerde, kişinin bu yükümlülüğü yerine getirmemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, emredici normun korumak istediği hukuki değerin ihlali anlamını taşımakta ve dolayısıyla haksızlık oluşturmaktadır.
Gerçek ihmali suçlar, ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır. Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun gereğinin kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. “yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi suçu” gerçek bir ihmali suçtur. Çünkü bu suçun kanuni tanımında cezalandırılan ihmali hareketin kendisi belirtilmiştir. Bu suçta kanun koyucu; yaşı, hastalığı veya yaralanması ya da başka bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan bir kimseye hâl ve koşulların elverdiği ölçüde yardım edilmesini veya durumun ilgili makamlara bildirilmesini herkese bir görev olarak yüklemektedir. İşte bu hükümle normlaştırılan yardım yükümlülüğünün yerine getirilmemesi veya durumun yetkili makamlara bildirilmemesi cezalandırılan tipik hareketleri oluşturmaktadır. Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir.
Gerçek ihmali suçlar sırf hareket suçları olup, failin kanun tarafından yapılması istenilen hareketi yapmamasıyla oluşurlar. Bu suçlarda, kişi bakımından sadece icrai harekette bulunma yükümlülüğünün ihlali söz konusudur. Bu nedenle, bu suçların oluşumu bakımından ayrıca bir neticenin meydana gelmesi zorunlu değildir. Eğer gerçek ihmali bir suçun cezalandırılabilirliği bakımından, bir tehlikenin veya zararın gerçekleşmesi aranmış ise, bunlar ihmali hareketle işlenen haksızlık tipinin dışında kalan objektif cezalandırılabilme şartları olarak değerlendirilmelidir. Gerçek olmayan ihmali suçlar, tipe uygun bir neticenin gerçekleşmesinin engellenmemesi suretiyle işlenen suçlardır. Ancak bu suçun oluşumu için failin neticeyi önleme bakımından özel bir hukuki yükümlülük (garanti yükümlülüğü-garantörlük) altında bulunması gerekir.
Görünüşte ihmali suçlarda belli bir neticenin gerçekleşmesini önleme yükümlülüğü, ya kanundan ya öngelen tehlikeli hareketten ya da sözleşmeden kaynaklanır.
NETİCE: Netice, hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliktir. Örneğin kasten öldürme suçunda, bir kişinin ölmüş olması neticeyi oluşturmaktadır. Bu suçun tamamlanabilmesi için ölüm olayının gerçekleşmesi gerekmektedir. Ceza kanunlarında tanımlanan suçların çoğu, icrai veya ihmali bir hareketin gerçekleştirilmesiyle tamamlanırlar. Tamamlanması için neticenin aranmadığı bu tür suçlara “sırf hareket suçları” denir. İntihara yönlendirme, konut dokunulmazlığını ihlal, hakaret, yalan tanıklık ve iftira gibi suçlar sırf hareket suçlarındandır.
Suçun tamamlanmış sayılabilmesi için kanuni tanımındaki fiilin icrasının yanı sıra dış dünyada hareketten ayrılabilen bir neticenin meydana gelmesinin arandığı suçlara “neticeli suçlar” denir. Örneğin kasten öldürme, taksirle öldürme, kasten yaralama, çocuk düşürtme, kısırlaştırma ve mala zarar verme suçları neticeli suçlardır. Neticeli suçlar, hareketin tipte düzenleniş şekli bakımından, genel olarak, serbest hareketli suçlardır.
NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET: Hareket ile netice arasındaki sebep sonuç ilişkisini ifade eden nedensellik bağı oluşturur. Hareketle netice arasında nedensellik bağı yoksa o netice faile yüklenemez. Nedensellik bağı, neticeli suçlarda, suçun kanunda tanımlanmayan unsurları arasında yer almaktadır. Örneğin taksirle öldürme ve kasten yaralama suçunda netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama hâllerinde kişinin cezalandırılacağına yer verilmiştir.
Nedensellik bağı, her neticeli suçta mutlaka bulunması gereken doğal bir olaydır. Neticeyi meydana getiren tüm şartlar eşit değerdedir ve aralarında önemli, önemsiz, uzak, yakın gibi ayrımlar yapılamaz. Objektif isnadiyet, normatif bir karara dayanır. Buna göre, ceza hukuku bakımından sadece sebep-sonuç ilişkisi yeterli değildir. Ayrıca bir neticenin faile insan olma özelliğinden kaynaklanan kabiliyet durumuna göre kendi eseri olarak yüklenebilmesi de gerekir. Örneğin fail, yaralamak maksadıyla hasmına ateş eder ve onu yaralar. Mağdur aşırı kan kaybeder ve kendisine kan verilmek istenir. Yahova şahidi olan mağdur, inancı gereği kan almayı reddeder ve aşırı kan kaybına bağlı olarak hayatını kaybeder. Bu olayda, failin mağduru yaralamış olması, mağdurun ölümü bakımından nedensel olmasına rağmen, bu ölüm neticesi doğrudan doğruya fiilinin eseri olarak nitelendirilemeyeceği için faile isnat edilemeyecektir. Görüldüğü üzere objektif isnadiyet ölçütü, sorumluluğu doğrudan doğruya neticeye sebebiyet veren hareketlerle sınırlandırmaktadır.
FAİL: Suçun kanuni tanımındaki fiili gerçekleştiren, bu fiil üzerinde hâkimiyet kuran, kanuni tanıma uygun haksızlığı gerçekleştiren kişidir. Her suçun mutlaka bir faili vardır. Faili olmayan bir suç tanımı olamaz. Ceza hukukunda tüzel kişiler suç faili olamaz. Fiil yeteneğine sahip olan her gerçek kişi tarafından işlenebilen suçlara “genel suçlar” denilmektedir. Örneğin kasten yaralama, yağma gibi. Kanuni tanımında belli özelliğe sahip olanların fail olabileceği belirtilen bu tür suçlara “özgü suçlar” denilmektedir. Bu tür suçlar ancak özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilmektedir. Örneğin güveni kötüye kullanma suçu, aralarındaki hukuki ilişkiden kaynaklanan güvene dayalı olarak belli bir şekilde tasarrufta bulunması için bir malın zilyetliği kendisine teslim edilen kişi tarafından işlenebilir. Görevi kötüye kullanma, kamu görevlisi tarafından işlenebilecek bir suç olma özelliği taşımaktadır. Bir suç sadece özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebilen bir özellik gösteriyorsa gerçek özgü suçtur. Buna karşılık, bir suç herkes tarafından işlenebilmekle birlikte, bunun nitelikli şekli özel faillik vasfını taşıyanlar tarafından işlenebiliyorsa görünüşte özgü suç söz konusudur. Örneğin işkence ve irtikâp sadece kamu görevlileri tarafından işlenebilen, kamu görevlisi olmayanların fail olmasının mümkün olmadığı “gerçek özgü suçu” oluştururken; herkes tarafından işlenebilen özel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâli ise “görünüşte özgü suçu” oluşturmaktadır. Gerçek özgü suçlara, özel faillik vasfını taşımayan kişilerin “fail” olarak katılması mümkün değildir. Gerçek özgü suçlarda özel faillik vasfını taşımayanlar bu suçun işlenişine ancak “şerik” olarak katılabilirler.
MAĞDUR: Her suçun mutlaka bir mağduru vardır, mağduru bulunmayan bir suç olamaz. “işlenen fiil nedeniyle haksızlığa uğramış kişi” yi ifade eder.
Örneğin yağma suçunun mağduru, tehdit veya cebir yoluyla alınan eşyanın sahibi veya zilyedidir. Hakaret suçunun mağduru, şerefine, onuruna ve saygınlığına saldırıda bulunulan kişidir. Fail gibi mağdur da ancak gerçek kişiler olabilir. İnsan dışında, aile, devlet, tüzel kişi, kişi toplulukları, devletler topluluğu gibi kurum ve organlar, “suçtan zarar gören” olabilirse de suçun mağduru olamazlar. Örneğin ihaleye fesat karıştırma suçunun mağduru, toplumu oluşturan herkestir. Zira ihaleler, kamu kurum ve kuruluşları tarafından toplum adına yürütülen faaliyetlerle bağlantılı olarak gerçekleştirilen işlemlerdir. İhaleler, toplum için belli bir işin gördürülmesi veya belli bir alımın yapılması maksadıyla gerçekleştirilirler. İhaleye fesat karıştırılmakla aynı zamanda ihaleyi yapan kamu kurum veya kuruluşu açısından bir zarara sebebiyet verilmişse, bu kamu kurum veya kuruluş mağdur değil, suçtan zarar görendir. Faillik ve mağdurluk sıfatı aynı kişide birleşemeyeceğinden, bir kişi aynı suçun hem faili hem de mağduru olamaz.
SUÇUN KONUSU: Konusu olmayan bir suçun varlığından bahsetmek mümkün değildir. Örneğin kasten öldürme suçunun konusunu belli bir kişinin hayatı, kasten yaralama suçunun konusunu belli bir kişinin vücudu ve hakaret suçunun konusunu ise belli bir kişinin şerefi ve onuru oluşturur. Buna karşılık hırsızlık ve yağma suçunun konusunu taşınır bir mal, belgede sahtecilik suçunun konusunu ise sahteciliğe konu olan belge oluşturmaktadır. Suçun konusu ile suçla korunan hukuki değer, birbirinden farklı ve ilişkili olan kurumlardır. Suçların sınıflandırılmasında, suçun konusunun fiilden etkileniş derecesine göre, zarar suçları ve tehlike suçları şeklinde ikili bir ayrım yapılmaktadır. Suçun oluşumu bakımından, suçun konusuna zarar verilmesinin arandığı hâllerde zarar suçundan söz edilir. Burada bahsi geçen zarar veya değer kaybını, parasal bir ölçüme tabi tutulan kayıp biçiminde değil, genel anlamda, işlenen fiilin yol açtığı çıkar kaybı, olumsuz, kötü sonuç ve ziyan şeklinde anlamak gerekir. Örneğin öldürme, yaralama, mala zarar verme suçları bu anlamda birer zarar suçudurlar. Keza hırsızlık, yağma gibi suçlar da zarar suçudur. Çünkü bu suçların kanuni tanımında başkasına ait eşyanın faile geçmesi şeklinde bir zararın ortaya çıkması aranmaktadır. Suçun konusunu oluşturan eşyanın el değiştirmesi de başlı başına bir zarar olarak kabul edilmelidir. Tehlike suçlarında, hareketin yönelik olduğu konunun gerçekten zarara uğraması şart olmayıp, bu konunun objektif olarak zarara uğrama tehlikesi ile karşılaşmış olması, hareketin suçun konusu üzerinde zarar tehlikesini yaratabilme imkânının varlığı suç tipinin işlenmiş sayılması için yeterlidir. Soyut tehlike suçları, suçun kanuni tanımında yer alan hareketin işlenmesinin o suçun oluşması bakımından yeterli görüldüğü suç tiplerini ifade eder. Örneğin suç işlemeye tahrik, suç ve suçluyu övme, yalan tanıklık, yalan yere yemin ve suçu bildirmeme birer soyut tehlike suçudur. Somut tehlike suçlarına örnek olarak TCK’nın özel hükümlere ait ikinci kitabının topluma karşı suçları düzenleyen üçüncü kısmının özellikle birinci bölümünde düzenlenen suçlar gösterilebilir.
NİTELİKLİ HALLER: Kanunlarda öncelikle suçların temel şekli tanımlanır. Cezaya layık haksızlığın oluşması için varlığı zorunlu olan temel unsurları taşıyan suç tipi, o suçun temel şeklini oluşturur. Örneğin kasten öldürmenin temel şekli “bir insanın kasten öldürülmesiyle”, hırsızlığın temel şekli “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malın yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alınmasıyla” oluşurlar. Örneğin fail başkasına ait taşınır malı yarar sağlamak maksadıyla almamışsa, bu fiilin elde bulunan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi hırsızlığın nitelikli hâlini oluşturamaz. Çünkü suçun temel şekline ilişkin maksat unsuru gerçekleşmemiştir. Temel şekli gerçekleşmeyen bir suçun nitelikli hâlinden söz edilemez. Buna karşılık, bir suçun nitelikli hâlinin gerçekleşmemesi, o suçun temel şeklinin oluşmasına engel değildir. Suçun temel şekline ilişkin unsurlar oluşmadan nitelikli hâlinin gerçekleştiğinden bahsedilemez. Resmi belgede sahtecilik suçunun nitelikli şekli ancak bir kamu görevlisi tarafından işlenebilir. Örneğin kasten yaralamanın kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi kasten öldürmenin çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan bir kişiye işlenmesi, failin daha ağır cezalandırılmasına yol açmaktadır. Fiilin işlendiği yer ve zaman nitelikli hâl olarak kabul edilmiş olabilir. Örneğin yağma suçunun konut veya işyerinde işlenmiş olması hâlinde ceza artırılacaktır. Fiilin işleniş şekli nitelikli hâli oluşturabilir. Örneğin bazı suçların silahla; alenen veya basın ve yayın yolu ile; cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi suçun nitelikli hâlini oluşturmaktadır. Fiilin işlenişiyle güdülen amaç veya saik de suçun nitelikli unsuru olarak kabul edilebilir. Örneğin kasten öldürmenin “bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla” işlenmesi; kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun “cinsel amaçla” işlenmesi, bu suçların daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturmaktadır. Bazı suçlarda ise belli bir maksat veya saikle hareket etmek suçun daha az cezayı gerektiren nitelikli şekli olarak kabul edilmiştir. Örneğin hırsızlık, yağma ve dolandırıcılık suçlarının“ bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi” bu suçların temel şekline göre daha az cezayı gerektirmektedir.
3.ÜNİTE
TİPİKLİĞİN MANEVİ UNSURLARI: Kişi ile gerçekleştirdiği davranış arasında manevi bir bağ yoksa bu davranış fiil niteliği taşımaz ve dolayısıyla bir suçun varlığından söz edilemez. Bu nedenle failin, tipik haksızlık unsurlarının tümü bakımından kasten veya taksirle hareket ettiği belirlenmelidir. Tipikliğin manevi unsuru, kişi ile işlediği fiil arasındaki manevi bağı ifade eder. “suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır”. Bu nedenle ancak kasten işlenen fiiller cezalandırılabilir, açıkça ve ayrıca belirtilmedikçe taksirli hareketler cezalandırılmaz. Dolayısıyla kural olarak kast, istisnai olarak da taksir manevi unsurun temel iki şeklini oluşturmaktadır. Suçlar kural olarak kasten, kanunda açıkça gösterilen istisnai hâllerde ise taksirle işlenirler. Şantaj ve hırsızlık suçunda varlığı aranan “kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadı” tipikliğin diğer sübjektif unsurlarındandır. Buna karşılık, kasten öldürmenin kan gütme veya töre saiki özel bir saikle hareket etmeye örnek teşkil etmektedir. Kast ve taksir, zorunlu olarak, bir kişiye karşı işlenen fiilde birlikte bulunmaz. Örneğin fail, mağdurun kafasına demir çubukla sert bir şekilde vurarak onu öldürse, ya kasten (olası) ya da taksirle (bilinçli) öldürme suçunu işlemiş olur. Dolayısıyla bu olayda failin hem kasten hem taksirle bu suçu işlediğini söylemek mümkün değildir. Örneğin failin hasmını öldürmek için attığı merminin sekerek oradan geçmekte olan bir başkasını yaralaması halinde, hasmına karşı kasten öldürme (teşebbüs hâlinde), diğer kişiye karşı ise taksirle yaralama suçunu işlemiş olur.
KAST: Bir kusurluluk şekli değil, haksızlık teşkil eden fiilin bir işleniş biçiminden ibarettir. Kast, kusurun bir unsuru veya türü değildir. Örneğin kış günü ava çıkan bir kişinin, dağda tipiye yakalanması üzerine donmaktan kurtulmak için bir dağ evinin kapısını kırarak içeriye girmesi olayında, bu kişi bir başkasına ait bir eve girdiğini, eve girmek için kapıyı kırarak mala zarar verdiğini bilmektedir. Kısacası konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme bakımından kasten hareket etmekte, ayrıca bu fiilinin hukuka aykırı olduğunu da bilmektedir. Dolayısıyla bu olay çerçevesinde haksızlığın unsurları gerçekleşmektedir. Ancak failin böyle bir fiili işlemeye yönelik iradesinin oluşum şartlarının (zorunluluk hâli nedeniyle) kınanması mümkün olmadığı için onu kusurlu saymak mümkün değildir. Şu hâlde zorunluluk hâlinde işlenen fiil kasten işlenen haksızlığı oluşturmakla birlikte, kusuru olmaması nedeniyle faili cezalandırılmamaktadır. Kusurun yokluğu, fiilin hukuka aykırılığını değil, sadece failin cezalandırılmasını engellemektedir (kusursuz ceza olmaz). Örneğimizde, dağda donma tehlikesi geçiren kişinin donmaktan kurtulmak için dağ evine verdiği zararı tazminle yükümlü olmasını izah etmek kolaylıkla mümkün olmaktadır. Kusur, suç teşkil eden fiilin bir unsuru değildir. Kusur, işlediği hukuka aykırı fiil, yani haksızlık nedeniyle fail hakkında bulunulan kınama yargısıdır. Bir başka deyişle kusur, işlediği fiilden dolayı failin kişilik olarak kınanıp kınanamayacağı ile ilgilidir.
*KASTIN TANIMI VE UNSURLARI: “Suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir”. Kastın bilme ve isteme olmak üzere birlikte gerçekleşmesi gereken iki kurucu unsuru vardır. Kastın isteme unsuru, bir hususu (neticeyi) elde etmeyi, bir gayeye ulaşmayı değil bir suç tipini gerçekleştirmeye yönelik kararlı iradeye karşılık gelmektedir.
* KASTIN KAPSAMI:“suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi. Suçun kanuni tanımındaki unsurlardan maksat, fiilin haksızlık tipini oluşturan tüm unsurlardır. Neticeli bir suç söz konusu olduğunda fail, işlemiş olduğu fiille suçun kanuni tanımında yer verilen neticenin gerçekleşeceğini veya gerçekleşebileceğini bilmelidir. Keza fail, fiili ile netice arasında nedensellik bağının bulunduğunu da genel hatlarıyla bilmelidir. Dolayısıyla kast, suçun yazılı olmayan unsurlarını (nedensellik bağını) da kapsar. Fail böylece, fiiliyle tipikliğin gerçekleşmesi tehlikesini veya rizikosunu, netice suçlarında suçun konusunun zarar görme rizikosuna neden olduğunu da bilmelidir. Ancak nedensellik bağındaki önemsiz sapmaların kastı kaldırmayacağı kabul edilmektedir. (Aldığı eşyanın başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede hırsızlık kastı, girdiği konutun başkasına ait olduğunu bilmeyen kimsede konut dokunulmazlığını ihlal kastı, bayrak olduğunu bilmeden bayrağı çiğneyen kimsede bayrağa hakaret kastı bulunmamaktadır.) Kanunlarda düzenlenen suçlarda bilinmesi gereken bu unsurlar; fiil, suçun konusu ve fiilin neticesi olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca fail, gerek kendisinin gerek mağdurun niteliğine ilişkin olarak suçun kanuni tanımında belirtilen hususları bilmelidir. Bilinmesi gereken unsurları, suçun temel veya nitelikli şekline ilişkin olabilir. Örneğin fail veya mağdurun kamu görevlisi olması, mağdurun üstsoy veya altsoydan biri olması, mağdurun bir çocuk olması, mağdurun gebe bir kadın olması, fiilin belli bir yerde, zamanda veya belli bir araçla işlenmesi, “aynı işyeri” “gece vakti” gibi hususların da failce bilinmesi gerekir. Bir suçun kanuni tanımında (geniş anlamda tipiklikte) açıkça yer alsa bile, doğrudan tipiklik kapsamında yer almayan unsurlar kastın konusunu oluşturmazlar. Örneğin objektif cezalandırılabilme şartlarının arandığı suçlarda, bu şartın gerçekleştiğinin bilinip bilinmemesi, kastın varlığı açısından önem taşımamaktadır. Çünkü bu şartların gerçekleşip gerçekleşmemesinin işlenen fiilin haksızlık muhtevası üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Örneğin görevi kötüye kullanma suçundan dolayı kamu görevlisinin cezalandırılabilmesi için, görevinin gereklerine aykırı davranmak suretiyle “kamunun zararına” veya “kişilerin mağduriyetine” ya da “üçüncü kişilerin haksız bir kazanç” sağlamasına neden olması gerekmektedir. Bu olgunun objektif olarak gerçekleşmesi failin cezalandırılabilirliği bakımından yeterli olup, ayrıca bunun fail tarafından bilinip bilinmemesi aranmaz.
*KASTIN ARANACAĞI ZAMAN:Bu unsurlar fiilin icraya başlandığı andan itibaren gerçekleştirilebilirler. Bu nedenle, suçun icra hareketlerinin gerçekleştirildiği sırada kastın bulunması gerekir. Failin kastı, tipikliğin unsurlarını gerçekleştiren hareketle birlikte bulunmalıdır. Örneğin öldürme kastı fail tarafından seçilen öldürme hareketi (ateş etme, zehirleme) ile birlikte (eş zamanlı) mevcut olmalıdır. Buna göre, fiilin icrasına başlamadan önceki kast ile fiilin icrasından sonraki kast önemli değildir. Hazırlık hareketleri aşamasında mevcut olan kast, icra hareketlerine başlanmadığı sürece tek başına failin cezalandırılması için yeterli değildir. Keza sonradan eklenen kast da ceza hukuku anlamında bir kast değildir. Örneğin konuta sahibinin rızasıyla giren şahıs çıkmamaya karar verdiği, kendinden talep edildiği hâlde konuttan çıkmadığı andan itibaren fiil kasten işlenmeye başlamış olmaktadır. Bazen belli bir fiilin icrası sırasında kast yeni bir kararla başka bir suçun icrasına yönelebilir. Örneğin yaralamaya yönelik olan kast, fiilin icrasına başlandıktan sonra öldürmeye dönüşebilir. Bu gibi hâllerde eklenen bir kast değil, yeni bir kastla işlenen başka bir suç söz konudur.
* KASTIN TÜRLERİ:Kanunda açıkça ancak doğrudan kastla işlenebileceği belirtilmedikçe suçlar, hem doğrudan kastla hem de olası kastla işlenebilirler. Eğer bir suçun kanuni tarifinde “bilerek”, “bildiği hâlde”, “bilmesine rağmen”, “öğrenmesine rağmen” ve “karşılaşmasına rağmen” gibi ibarelere yer verilmişse, bu suçlar özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektirdiğinden ancak doğrudan kastla işlenebilirler. Buna karşılık, kanuni tarifinde bu tür ibarelerin geçmediği suçlar, doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Kanuni tanımlarına göre özel bir bilgiyle hareket edilmesini gerektiren suçlar, ancak doğrudan kastla işlenebilir.
=>DOĞRUDAN KAST:Failin, suçun bütün maddi unsurları hakkındaki bilgisi tamdır, kesindir. Bir suç işlemeye karar veren failin bu suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları mevcut olduğunu, bu unsurların fiilin icrası sırasında gerçekleşeceğini ve özellikle suç tipinde aranan neticenin meydana geleceğini kesin olarak bildiği hallerde doğrudan kast söz konusudur. Failin, hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerin yanı sıra, hareketinin zorunlu neticesi ya da kaçınılamaz yan neticesi olarak öngördüğü ve iradi olarak kabul ettiği her şey, bunları istemese dahi doğrudan kastın kapsamındadır. Belli bir neticenin gerçekleştirilmesine yönelik olarak icra edilen fiilin günlük hayat tecrübelerimize göre diğer bazı neticeleri de meydana getireceği muhakkak ise failin bu neticeler bakımından doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Yan neticeler failin hedeflediği hususlar olmadığı için fiilin belli bir amaca yönelik olarak işlenmesi doğrudan kastın bir unsuru değildir. Örneğin A’nın B’yi öldürmek için silahla ateş etmek üzere olduğunu gören C, A’nın ateş etmesini engellemek için B’nin önüne geçerek siper olur. A, buna rağmen silahını ateşler ve B ile birlikte C’yi de öldürür. Bu olayda A, B’nin önüne geçip ona siper olan C’yi zorunlu olarak öldürebileceğini veya yaralayabileceğini düşünmüş ve öngörmüştür. C’nin öleceği veya yaralanacağı hususundaki öngörme yalnızca bir imkân veya ihtimal öngörmesi değil, bir kesinlik öngörmesi şeklini almıştır. Dolayısıyla fail, C’yi doğrudan kastla öldürmüştür. Aynı şekilde hasmının özel uçağına, uçak havadayken patlamak üzere zaman ayarlı bomba yerleştiren A, bombanın uçak havadayken patlaması hâlinde hasmıyla birlikte uçak mürettebatının da öleceğini bilir. Uçak mürettebatının ölümü, gerçekleştirmek istediği (asıl amacı oluşturan) neticeye bağlı ve ondan ayrılması mümkün olmayan sonuçlardır ve fail bu zorunlu neticeler bakımından da doğrudan kastla hareket etmiştir.
=>OLASI KAST:Doğrudan kasttaki bilmeye ve istemeye karşılık gelen unsurların bulunması gerekir. Tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi olası kastın bilme unsurunu; fiilin sebebiyet verebileceği neticenin gerçekleşmesinin kabullenilmesi veya kayıtsız kalınması ya da katlanılması ise isteme unsurunu oluşturmaktadır. Olası kastta fail tipikliği gerçekleştirecek somut bir tehlikenin varlığının bilincinde olduğu gibi, bu tehlike onun tarafından ciddiye de alınmaktadır. Ancak fail bakımından asıl amaç o kadar önemlidir ki, buna ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. ***Olası kasta ilişkin izahlarda kabullenme unsurunun mutlaka dikkate alınması gerekmektedir***. Örneğin A, hasmı B’yi öldürmeyi düşünmektedir. Bunun için gerekli hazırlıkları yapmış ve onu öldürebilmek için yanına silahını almıştır. A, hasmı B ile karşılaştığında, onun C ve D ile yanyana yürüdüğünü görmesine ve en ufak bir aksilikte C ve D’den birinin isabet alabileceğini ve yaralanabileceğini düşünmesine rağmen, ateş etmekten geri kalmamış, nitekim iyi atış yapamaması nedeniyle hasmı B’yi değil yanındaki C’yi vurmuştur. C hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış, ancak ölmemiştir. İşte bu gibi hâllerde, A’nın hasmı B’ye yönelik olarak doğrudan kastla, yaralanan C bakımından ise olası kastla hareket ettiği kabul edilmektedir. Aynı şekilde, bir parktaki çöp bidonuna geceden gündüz patlamak üzere zaman ayarlı ses bombası yerleştiren bir eylemci, bombanın patlatılacağı zaman diliminde parkta çöp bidonunun yakınlarında birilerinin olabileceğini öngörür. Buna rağmen bombayı patlatmaktan geri kalmaz. Neticede patlama sonucunda, yakındaki birkaç kişi, isabet eden parçalar nedeniyle yaralanır veya ölür. İşte bu ihtimalde de fail, kasten yaralama ve kasten öldürme bakımından olası kastla hareket etmiştir. OLASI KASTIN SONUÇLARI: TCK, olası kastla işlenen suçun haksızlık içeriğinin doğrudan kastla işlenene göre daha az olduğunu kabul etmiş ve olası kast hâlinde cezada indirim öngörmüştür. Bu nedenle, somut olayda failin kastının doğrudan mı, yoksa olası mı olduğunun belirlenmesi önemlidir. Olası kast hâlinde cezada yapılacak indirim “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmi beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.” şeklinde gösterilmiştir. Olası kastla işlenen suçlara teşebbüs mümkün değildir. Olası kastla işlenen suçlarda, “olası kast netice ile belirlenir” kuralından hareket edilmektedir.
TAKSİR:Bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi olarak tarif edilmektedir. Buna göre, objektif olarak ön görülen özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle işlenebilen suçlar taksirlidir. Taksirin cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertlere yüklediği dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmesidir. Taksirli suçlar, kasten işlenen suçlarla birlikte, ceza hukukunda ikinci büyük suç grubunu oluşturmaktadır. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere, suçlar kural olarak kasten işlenmekte, taksirle işlenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanması ise istisna teşkil etmektedir. “Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre taksirle işlenen bir fiilin cezalandırılabilmesi için suça ilişkin kanuni tanımda bunun açıkça belirtilmesi gerekir. ***Bir suçun kanuni tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek gerçekleştiren kişi kasten hareket etmiştir. Buna karşılık, bir fiili özen yükümlülüğünün ihlali suretiyle gerçekleştiren ve bunu yükümlülüklerine aykırı bir şekilde öngörmeyen (bilinçsiz taksir) veya böyle bir fiilin gerçekleşmesini muhtemel görmekle beraber neticenin meydana gelmeyeceğine yükümlülüklerine aykırı olarak güven besleyen (bilinçli taksir) kişi ise taksirle hareket etmiştir. Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere, kasten ve taksirle işlenen suçlar birbirinden bağımsızdırlar. Taksir, kastın hafifletici bir şekli de değildir. Bu nedenle, kast ve taksir aynı şartlar bakımından karşılıklı olarak birbirini ortadan kaldırırlar. Bir başka deyişle failin kasten mi, yoksa taksirle mi hareket ettiğinin belirlenemediği hallerde, taksirden dolayı mahkum edilmesi mümkün değildir.
*TAKSİRLİ SUÇLARIN YAPISI: İnsandan kaynaklanan her davranış fiil özelliğini taşımamaktadır. İnsan davranışına fiil özelliğini kazandıran, bunun bir irade ürünü olması ve belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilmesidir. Ancak taksirle işlenen fiiller, kasten işlenen fiillerden mahiyeti itibariyle farklıdır. Kasten işlenen suçlarda, fiilin belli bir amaca yönelik olarak işlenmesi, bu suçlarla ilgili yapılacak değerlendirme bakımından yeterliyken, taksirle işlenen suçlarda haksızlığın oluşumu bakımından fiilin belli bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilmesi tek başına yeterli değildir. Ayrıca bu davranışın icrası sırasında objektif özen yükümlülüğünün ihlal edilmiş olması gerekir. Neticeye sebebiyet veren her davranışın değil, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık teşkil eden davranışların taksirli suçlarda tipik fiil özelliğini taşıyacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, taksirli suçlarda davranış normatif bir özellik göstermektedir. Normatiflik, karar verici tarafından, işlenen fiille aynı zamanda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesini ifade eder. Taksirli suçlarda yönlendirici irade, kasti suçlarda olduğu gibi hukukun yasakladığı bir hususu gerçekleştirmeye yönelik değildir. Taksirli suçlarda hareketin yöneldiği netice, tipikliğin dışında bir neticedir. Taksirin cezalandırılabilirliği, hukuken önem arz etmeyen bir amaca yönelik olarak gerçekleştirilen hareketin olması gerektiği gibi yönlendirilemeyerek, hukuken önem arz eden bazı neticelerin oluşumuna sebebiyet verilmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin aracıyla belli bir yere gitmek üzere trafiğe çıkan kişi, kural olarak hukuken önem taşımayan, ceza hukukunun ilgi alanına girmeyen bir maksatla hareket etmektedir. Ancak bu kişi, araç kullanırken karayolları trafik mevzuatınca belirlenen kurallara uygun hareket etme yükümlülüğü (objektif dikkat ve özen yükümlülüğü) altındadır. Bu kişi aracıyla seyir hâlindeyken cep telefonuyla konuşması veya sigara içmesi nedeniyle dikkati dağıldığından bir kazaya neden olarak bazı kişilerin ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet verecek olursa, taksirli hareket etmiş olacaktır. Taksirli suçlarda tipiklik, objektif unsurlardan ibaret olup tipikliğin sübjektif unsurları bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir davranışla taksirli bir suçun maddi unsurlarının gerçekleştiği belirlendikten sonra, tipik haksızlığın oluştuğu kabul edilmektedir. Tipik haksızlık, aynen kasti suçlarda olduğu gibi hukuka aykırılığa karinedir. Kasten işlenen suçlarda olduğu gibi taksirli suçlarda da suçun yapısı haksızlık ve kusur ayrımı çerçevesinde ele alınmaktadır. Taksirli suçların haksızlık içeriğini, birbiriyle sıkı bağlantı içinde bulunan üç unsur oluşturmaktadır: a) Objektif olarak emredilen özen yükümlülüğünün (icrai veya ihmali) bir davranışla ihlal edilmesi, b) Özene aykırı davranışın neticeye sebebiyet vermesi (taksirli netice suçlarında), c) Neticenin faile objektif isnat edilebilirliği.
*Objektif Özen Yükümlülüğünün İhlali: Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak olarak belirtilmiştir. Kanun kişiye “gerekli dikkat ve özene aykırı davranmak suretiyle bir başkasının ölmesi veya yaralanması gibi bir neticeye neden olmamalısın!” demektedir. Taksirli suçlar icrai bir davranışla işlenebileceği gibi ihmali bir davranışla da işlenebilir. Taksirli suçlarda objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün kaynağını hukuk kuralları ve müşterek tecrübe oluşturur. Objektif dikkat ve özen yükümlülüğü daha çok hukuk kurallarınca öngörülmektedir. Örneğin trafiğe katılanlar için karayolları trafik mevzuatı, işçi sağlığı ve iş güvenliği bakımından iş hukuku mevzuatı, tıbbi müdahaleler için tıp mevzuatı çeşitli yükümlülükler öngörmektedir. Hukuk normlarının yanı sıra, toplumun müşterek tecrübeye dayanarak her ferde veya belirli meslek veya sanatları yapan kimselere yüklediği dikkat ve özen görevi de vardır. Bu durumda taksirin kaynağını müşterek tecrübe oluşturmaktadır.
NETİCE:Taksirli suçun oluşumu bakımından objektif dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali yeterli görülmediği, ayrıca bir neticenin gerçekleşmesinin arandığı hâllerde, taksirli suça ilişkin kanuni tanımdaki neticenin gerçekleşmesi gerekir. Gerek taksirle işlenen sırf hareket suçlarında gerekse neticeli suçlarda tipikliğin gerçekleşmesi özene aykırılığın sonucu olmalıdır. Sırf hareket suçlarında hukuki değer ihlali objektif olarak kanunda tanımlanan tipik hareketin özene aykırı bir şekilde icrasıyla gerçekleşir. Buna karşılık, neticeli suçlarda meydana gelen neticeye hareket tarafından “nedensel” anlamda sebebiyet verilmiş olmalıdır.
NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET:Taksirli suçlarda netice, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlalinin bir sonucu olarak meydana gelmelidir. Bir başka deyişle, somut olayda gerçekleşen netice ile failin özen yükümlülüğünün ihlali arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Eğer bu bağ mevcut değilse veya netice dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucu olarak gerçekleşmemişse, artık taksirli suçtan söz etmek mümkün değildir. Taksirli suçlarda, objektif olarak öngörülen dikkat ve özene uygun davranılsaydı dahi, netice meydana gelirdi yolundaki bir değerlendirmeyle failin sorumlu olmadığı söylenemez. Bir yüklenici inşa ettiği binada, binanın yapım tarihi itibariyle geçerli olan mühendislik biliminin gereklerine ve mevzuatla öngörülen şartlara aykırı bir surette imalatta bulunur. Örneğin demir veya çimentoyu standartlara uygun bir şekilde kullanmaz. Kullanılmaya başlandıktan sonra meydana gelen şiddetli deprem sonucunda bina yıkılır ve çok sayıda insan ölür veya yaralanır. Bu olay kapsamında, müteahhidi, binayı, bilimin, fennin ve mevzuatın öngördüğü şartlara uygun yapmış olsaydı dahi şiddetli bir deprem sonucunda yıkılırdı şeklindeki bir değerlendirmeyle sorumluluktan kurtarmak mümkün değildir. Zira müteahhit, yapmış olduğu hatalı veya eksik imalatla binanın yıkılma riskini ve bilahare meydana gelecek tehlike riskini yükseltmiştir. Bu nedenle, meydana gelen ölüm ve yaralanmalardan dolayı sorumluluğu yoluna gidilecektir. Taksirli neticeli suçlarda, neticenin meydana geldiği belirlendikten sonra, onun meydana gelmesinin öngörülebilir olup olmadığı araştırılmalıdır. Neticenin meydana gelmesi öngörülebilir değilse, bu durumda gerçekleşen neticenin özene aykırı bir davranışın değil, talihsiz bir tesadüfün eseri olduğu kabul edilir ve bu netice faile objektif olarak isnat edilemez. Örnek 1: A, aracıyla Ankara’dan otoban üzerinden İstanbul’a gitmek üzere yola çıkar. A, otobana girdikten sonra, otobanın yaya geçişine kapalı olması nedeniyle yasal hız sınırının üst limiti olan 120 km/h ile seyretmeye başlar. Bir müddet gittikten sonra sollamaya başladığı kamyonun önünden bir yayanın koşarak karşıya geçmeye çalıştığını fark eder. Frene basar ise de mesafenin kısa olması nedeniyle aracı durduramaz ve kaçma imkânı olmadığı için yayaya çarparak ölümüne neden olur. Örnek 2: Yukarıdaki olay kapsamında A, aynı yolda 150 km/h hızla seyir hâlindeyken böyle bir kaza meydana gelir. İlk olayda, A, dikkatli bir şekilde ve yasal hız sınırları içinde seyir hâlindedir. Aynı zamanda, otobana yaya girişinin yasak olduğunu bilmekte ve böyle bir bilgiye güvenerek hareket etmektedir. Ayrıca yayayı fark ettiğinde frene basmış, fakat mesafenin kısalığı nedeniyle aracı durduramamıştır. Dolayısıyla ilk ihtimal kapsamında A’nın dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden bir davranışından bahsetmek mümkün değildir. Bu olay kapsamında yaya kendi taksirli davranışının kurbanı olmuştur. İkinci olayda ise olması gereken hız sınırın üzerinde seyrettiğinden A’nın dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden bir davranışı vardır. Bunun sonucunda bir yayaya çarpmış ve ölümüne neden olmuştur. Dolayısıyla taksirli davranışı ile netice arasında nedensellik bağı da vardır. Ancak A’nın sorumluluğu için taksirli davranışıyla neden olduğu bu neticenin varlığı yeterli değildir, ayrıca bu neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi de gerekir. Taksirli suçlarda, neticenin objektif isnat edilebilirliği kapsamında öncelikle, bu neticenin objektif olarak öngörülebilir olması, ayrıca bu neticenin faile doğrudan doğruya fiilinin eseri olarak isnat edilebilmesi gerekmektedir. Somut olayda, olayın gerçekleştiği şartlar dikkate alındığında neticenin objektif olarak öngörülebilir olmadığı sonucuna varmak gerekir. Dolayısıyla ikinci ihtimal bakımından her ne kadar failin taksirli davranışı var ise de bunun yol açtığı netice objektif olarak öngörülebilir olmadığından failin sorumluluğu yoluna gitmek mümkün olmayacaktır. Taksirle işlenen suçlarda, teşebbüs ve iştirak hükümleri uygulanmaz. Bu müesseseler ancak kasten işlenen suçlarla bağlantılı olarak uygulanabilir. Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.” *TAKSİRLİ SUÇLARDA KUSUR: Kasten işlenen suçlarda olduğu gibi, esas itibariyle bir kimsenin işlediği haksızlık teşkil eden fiilden dolayı kınanması gerektiği konusundaki yargıyı ifade eder. Bu durumda dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle taksirli bir haksızlığı gerçekleştiren kişi, böyle bir fiili işlemesi nedeniyle kınanabilmesi hâlinde cezalandırılacaktır. Taksirli suçlarda da kasti suçlarda olduğu gibi kusur yargısında bulunulabilmesi bakımından aranan ilk unsur, failin yaşı ve akli sağlığına bağlı olan kusur yeteneğidir. Kusur yeteneği olmayan bir kimse, taksir alanında da kusurlu hareket edemez. Bununla birlikte, kusur yeteneği olmayan bir kimse belli şartlar altında, objektif özen yükümlülüğüne aykırı hareket edebilir. Bu itibarla işlediği taksirli haksızlığa bağlı olarak kusur yeteneği olmayan kişilere de güvenlik tedbirleri uygulanabilir. Kasten işlenen suçlarda aranan kusurdan farklı olarak, taksirle işlenen suçlarda kusur ayrıca şu yönlerden değerlendirilmelidir: Kişisel olarak yapabilirlik kabiliyeti ve özene uygun davranışın failden beklenebilirliği. kusurluluğun normatif bir değerlendirmeyle ancak hâkim tarafından belirleneceği, bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılamayacağı yerinde olarak ifade edilmiştir. *TAKSİRİN TÜRLERİ: Bilinçsiz ve bilinçli taksir şeklinde ikiye ayrılmıştır. Bilinçsiz taksir, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir”. Bilinçli taksir “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde” vardır ve bu durumda “taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır” şeklinde tanımlanmıştır. İcrai veya ihmali bir hareketi gerçekleştiren failin, kanuni tanıma uygun bir neticenin gerçekleşebileceğini öngörmesi gerekirken, kendisinden beklenen özeni göstermeyerek böyle bir neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermesi hâlinde bilinçsiz taksir vardır. Bilinçli taksiri bilinçsiz taksirden ayıran özellik ise bilinçli taksirde istenmeyen netice fiilen öngörülürken, bilinçsiz taksirde öngörülememektedir. Bilinçsiz taksirde fail özen yükümünün ihlali dolayısıyla kanuni tanıma uygun bir fiilin gerçekleşebileceği ihtimalini düşünmemektedir. Bilinçli taksirde ise fail, suçun konusu bakımından somut bir tehlikenin varlığını öngörmesine rağmen, ya bu tehlikenin derecesini azımsamasından ya kendi yeteneğini abartmasından ya da şansına güvenmesinden dolayı kanuni tanıma uygun bir neticenin gerçekleşmeyeceğine güven beslemektedir. Bilinçli taksirde fail tehlikenin meydana geleceğini muhtemel addetmesine rağmen, gerçekleşmeyeceğine güven duymaktadır. Örneğin sollama yasağının olduğu bir yerde önündeki aracı geçmek isteyen bir sürücü, karşıdan bir aracın her an çıkabileceğini ve dolayısıyla bir kazaya sebebiyet verebileceğini öngörmesine rağmen, trafik kurallarının gerektirdiği yükümlülüklere aykırı olarak, ya karşıdan bir aracın gelmeyeceğine yönelik talihine veya kendi tecrübesine veya aracının donanımına güvenerek “bir şey olmaz” düşüncesiyle sollamaya girişmekten kendisini alıkoyamaz. İşte bu gibi hâllerde öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceğine yönelik bir güvenle hareket edildiği için, bilinçli taksir vardır. Kanunda bilinçli taksir “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi”; olası kast ise “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanmıştır. Bilinçli taksirde fail tarafından öngörülen ve gerçekleşen netice istenen bir netice olmadığı hâlde, olası kastta öngörülen netice fail tarafından kabullenilmektedir. Bilinçli taksir hâlinde fail her şeyin yolunda gideceğine güven duymaktadır. Bir başka deyişle olası kast hâlinde fail “olursa olsun” derken, bilinçli taksirde “inşallah olmaz” demektedir.
Taksirle İşlenen Suçlarda Şahsi Cezasızlık Sebebi ve Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep: Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmeyecektir. Bilinçli taksirle neticeye neden olunmuşsa, verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir. Maddenin gerekçesinde, uygulamada sık karşılaşılan iki olayın böyle bir hükmün sevk edilmesine neden olduğu belirtilmiştir. Bunlardan ilki, özellikle kırsal bölgelerde çok çocuklu kadınların gerekli dikkat ve özeni göstermemeleri nedeniyle çocukların zarar görmeleridir. İkincisi ise trafik kazalarında meydana gelen ve çoğunlukla failin kendisi veya aile fertleri bakımından acı ve ağır kayıplarla sonuçlanan hadiselerdir. Örneğin babanın kullandığı araçla hatalı sollama yapması sonucunda sebebiyet verdiği kazada araçta bulunan eş ve çocuklarının ölmesi veya yaralanmaları durumunda, araç sürücüsü baba yaptığı hatanın cezasını, ona ayrıca bir ceza vermeye gerek bırakmayacak şekilde manevi olarak çekmiş bulunmaktadır. Babaya ayrıca taksirli suç nedeniyle ceza vermek, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır. İşte dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali sonucunda failin kişisel ve ailevi durumu bakımından ağır zararların meydana gelmesi hâlinde, taksirli davranışta bulunan kişiye ceza verilmeyecek veya cezasında indirim yapılacaktır. ***Taksirli suçlar için öngörülen şahsi cezasızlık sebebinin veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebebin uygulanabilmesi için, fail ile mağdur arasında kişisel ve ailevi bir ilişkinin bulunması gerekir.
NETİCE SEBEBİYLE AĞIRLAŞMIŞ SUÇLAR: Suçlar, ya kasten ya da taksirle işlenirler. kastın ve taksirin kombinasyonundan (bileşiminden) oluşan “karma suçlara” da yer verilmiş ve bunlar “netice sebebiyle ağırlaşmış suç” olarak isimlendirilmiştir. kasten işlenen bir suçun öngörülebilir nitelikteki ağır neticelerinin öngörülemediği hâllerde, failin ağır neticeler bakımından taksirli sorumluğu gündeme gelecektir. Örneğin kasten yaralama amacıyla gerçekleştirilen fiilin sonucu olan öngörülebilir nitelikteki ağır neticeler fail tarafından öngörülmemiş ise bu neticenin gerçekleştirilmesinden faili taksiri nedeniyle sorumlu tutmak gerekecektir. Yine cinsel saldırı sonucunda “mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunacaktır”. Kasten işlenen suçlardan kaynaklanan ağır neticeler fail tarafından bilinmekteyse veya muhtemel addedilmişse kast-kast kombinasyonundan; kasten işlenen fiilden kaynaklanan ağır neticeler fail tarafından öngörülebilir nitelikteyse ve fail tarafından öngörülmemişse kast-taksir kombinasyonundan söz edilir. Kast-kast kombinasyonunda failin ağır netice bakımından kasten hareket etmesinin başlı başına kasten işlenen bir suçu oluşturmaması gerekir. Örnek 1: A, canını yakmak amacıyla ve ölebileceğini de düşünerek elindeki sopayla B’nin başına vurur. Beyin kanaması geçiren B hayatını kaybeder. Bu olayda A hareketinin sonucunda B’nin ölümüne yol açabileceğini ihtimal dâhilinde gördüğünden olası kastla hareket etmiştir. Dolayısıyla A, doğrudan kasten öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır. Bu ihtimalde, kasten yaralamanın neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâlinden söz edilemez. Örnek 2: A, aralarında husumet bulunan B’ye elindeki sopayla saldırarak doğrudan koluna vurur ve B’nin kolu kırılır. Bu olayda A, B’ye karşı kasten yaralama suçunu işlemiştir. Ancak kasten yaralama suçunun oluşumu için varlığı gerekli olan vücuda acı verme, sağlığı bozma ve algılama yeteneği bozma neticelerinin ötesine geçen, kemik kırığı şeklinde daha ağır bir neticenin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Ayrıca olayda bu ağır neticeye kasten sebebiyet verilmiştir (kast-kast kombinasyonu). Kasten yaralama sonucu kemik kırığına yol açılması kasten yaralamanın ağır neticesi olarak düzenlenmiştir. Bu durumda, kasten yaralama suçundan tayin edilecek cezanın yarı oranında artırılması öngörülmüştür. Örnek 3: A, burnunu kırmak maksadıyla hasmı B’ye avucuna sıkıştırdığı taş ile kuvvetlendirdiği yumruğuyla şiddetli bir şeklide vurur. Kendini sakınması nedeniyle yumruğun kulak arkası bölgeye isabet etmesi sonucunda B beyin kanamasından ölür. Bu olayda, B’nin ölümü, doğrudan A’nın fiilinin yol açtığı yaralanmanın ağır neticesi olarak meydana gelmiştir. Bu netice, işlenen fiilin sonucu olarak öngörülebilecek bir neticedir, ancak A bu sonucu öngörmemiş ve neticenin meydana gelmesine sebebiyet vermiştir (kast-taksir kombinasyonu). Dolayısıyla örnek olay kapsamında A, kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan dolayı sorumlu olacaktır. Temel suç tipi neticeli olmasa dahi bu suçun işlenmesiyle bir neticenin gerçekleştiği hâllerde kombinasyon gerçekleşmiş olur. Örneğin bir tehlike suçunun sebebiyet verdiği neticeleri bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. TİPİKLİKTE YER ALAN UNSURLARDA HATA: Hata (yanılma), kişinin düşündüğü ile gerçeğin birbirine uymamasını ifade etmektedir. Hatanın bilmemek veya yanlış bilmekten ibaret iki görünüm şekli söz konusudur. Hata dış dünyaya ilişkin şartlara ilişkinse kast üzerinde etkilidir. Hata, suçun yapısıyla ilgili yapılan ayrım çerçevesinde kastı kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olarak ikiye ayrılmaktadır. Kastı kaldıran hata hâlleri; 1.suçun maddi unsurlarında hata, 2.suçun nitelikli unsurlarında hata, 3.hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata ve 4.kastı kaldıran hata türü olarak, hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgı olmak üzere 4’e ayrılır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) ise kusurluluğu etkileyen hata hâlleridir. Bunlardan, suçun maddi unsurlarında hata ile suçun nitelikli hâllerinde hata tipiklikte yer alan unsurlarda hata hâlini oluşturmaktadır. Maddi Unsurlarda Hata: Kastın ortadan kalkması, işlenen fiil bakımından failin kasten hareket etmediğinin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Maddi unsurlarda hataya, unsur yanılgısı ve fiili hata da denilmektedir. Unsur yanılgısı, içerik itibariyle, somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hâli hata değildir, aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir. Suçun maddi unsurları içerisine, suçun konusu, fail ve mağdurun özellikleri, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Kastın kapsamına dâhil olan bu unsurlar belli bir suçun özel haksızlık içeriğini karakterize etmektedir. Bu hususlardan herhangi birine ilişkin bilgisizlik veya yanlış tasavvur hâlinde failin kastı ortadan kalkar. Unsur yanılgısının failin kastını kaldırdığının söylenebilmesi için failin tasavvuru, zihninden geçirdikleri gerçeğe uygun olsaydı işlediği fiil suç teşkil etmeyecekti diyebileceğimiz bir hâlin bulunması gerekir. Örneğin, bir avcı, çalılığın arkasındaki cisme tavşan olduğu düşüncesiyle ateş eder, ancak arkadaşı olan diğer avcıyı vurur. Fail, boş olduğuna inandığı silahla, yanlışlıkla ateş ederek bir kişinin ölümüne sebebiyet vermiş olabilir. Görüldüğü üzere fail, bu örneklerde suçun konusunda ve fiil üzerinde hataya düşmüştür. Zira kasten öldürme suçunun oluşabilmesi için failin öldürdüğü canlının bir insan olduğunu ve hareketinin mahiyetini bilmesi gerekir. Somut olayda suçun konusuna ilişkin bu bilgisizlik failin kastını ortadan kaldıracaktır. Zira failin kasten hareket ettiğini söyleyebilmek için suçun konusuna ilişkin bu hususları bilmesi zorunludur. Aynı durum, fiile ilişkin hata bakımından geçerlidir. Fail suçun konusunun kime ait olduğu hususunda hataya düşebilir. Böyle bir hata, bir kişiyle ilgili olabileceği (şahısta hata) gibi bir eşya ile ilgili de olabilir. Örneğin failin A’yı öldürmek isterken hata sonucu B’yi öldürmesi veya A’yı kaçırmak isterken yanlışlıkla B’yi kaçırması hâlinde şahısta hata vardır. Bu gibi hâllerde fail yanılmasaydı, düşündüğünü gerçekleştirmiş olsaydı dahi işlediği fiil yine suç teşkil edecektir. Bu nedenle, şahısta hata olarak nitelendirilen ve mağdurun kim olduğu hususunda düşülen hata kastı kaldırmaz. Burada sadece mağdurun sıfatının suçun nitelikli hâlini oluşturması bakımından düşülen hata göz önünde bulundurulur. Suçun kanuni tanımında neticeye ayrıca yer verilen hâllerde, hareket ile netice arasındaki nedensellik bağı da suçun maddi unsurlarındandır. Dolayısıyla failin kasten hareket ettiğini söyleyebilmek için sadece hareket ve neticeyi değil, aynı zamanda nedensellik sürecinin esaslı noktalarını da bilmesi gerekmektedir. ***Yukarıda verilen avcı örneğinde, failin daha dikkatli ve özenli davransaydı çalılığın arkasındaki cismin bir av hayvanı değil, bir insan olabileceğini öngörmesi mümkündü denilebiliyorsa, taksir var demektir ve fail taksirle öldürmeden dolayı sorumlu tutulacaktır.****
Suçun Nitelikli Hâllerinde Hata: “Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından” yararlanacaktır. Suçun nitelikli hâllerinden maksat, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren unsurlardır. Nitelikli hâllerde hata durumunda fail, suçun temel şekline ilişkin unsurlarda bir yanılgıya düşmüş değildir. Bu itibarla suçun temel şekli tüm unsurlarıyla gerçekleşmektedir. Fail sadece suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği konusunda hataya düşmektedir. Suçun daha ağır cezalandırılmasını gerektiren nitelikli hâllerde hata iki şekilde ortaya çıkabilir: 1- Failin işlediği suçta cezayı ağırlaştıran nitelikli hâl bulunmasına rağmen fail bunları bilmemektedir. Bu ihtimalde fail işlediği suçta bulunan ve fakat kendisince bilinmeyen bu nitelikli hâllerden etkilenmez, yani cezası artırılmaz. Örneğin TCK’nın 82. maddesinde kasten öldürme suçunun daha ağır bir şekilde cezalandırılmasını gerektiren nitelikli hâllerine yer verilmiştir. Bu hâllerden birisi de suçun “gebe olduğu bilinen kadına karşı işlenmesidir’’. Bu nitelikli hâlin faile yüklenebilmesi için onun öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmesi gerekir. Şayet fail öldürdüğü kadının gebe olduğunu bilmiyorsa, bu durumda kasten öldürme suçunun temel şeklinden dolayı cezalandırılacaktır. 2- Failin işlediği suçta nitelikli hâl bulunmamasına rağmen, fail bulunduğunu zannetmektedir. Bu ihtimalde failin kastı suçun nitelikli hâlini gerçekleştirmeye yöneliktir, fakat gerçekleşen suçta nitelikli hâl bulunmamaktadır. Bu durumda da fail hatasından yararlanır. Örneğin kişi babasını öldürmek isterken yanılgı sonucu bir başkasını öldürmüş olabilir. Bu durumda da kişi hatasından yararlanacaktır ve kastı babasını öldürmek olmasına rağmen gerçekleşen duruma göre cezalandırılacaktır. Cezada indirimi yapılmasını gerektiren nitelikli hâllerde hatayı da iki ihtimale göre değerlendirmek gerekir. 1- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hâl bulunmamasına rağmen, fail bunların bulunduğunu zannederek fiili işlemektedir. Örneğin bir kimsenin paydaş olarak malik olduğunu zannettiği bir eşyayı almak isterken, yanlışlıkla mülkiyeti tamamen başkasına ait bir eşyayı alması hâlinde, fail hakkında 144. maddeye göre cezada indirime gidilmesi gerekir. 2- Failin işlediği suçta cezayı azaltan nitelikli hâl bulunmasına karşın, failin bu durumu bilmemektedir. Örneğin failin değerli bir kolyeyi çalmak isterken taklidini çalması hâlinde de 145. maddedeki indirimden yararlanması gerekir. Bu ihtimalde failin işlemek istediği suçta bir indirim nedeni olmamasına rağmen, gerçekleşen duruma göre cezalandırılması gerekir. KONU ÖZETİ KISACA :
*****KAST***** Tipikliğin manevi unsuru, fail ve fiil arasındaki psikolojik bağı ifade eder. Fail ile fiili arasında böyle bir bağ kurulmadıkça suçun manevi unsurunun oluştuğundan söz edilemez. Suçun manevi unsuru, kast ve taksirden ibarettir. Kast ve taksir, haksızlık teşkil eden fiilin işleniş biçimini oluşturur. Bu nedenle, kast ve taksir birer kusurluluk şekli değildir. Kast ve taksir ile kusur birbiriyle irtibatlı ve fakat birbirinden farklı müesseselerdir. Ancak kasten veya taksirle işlenen bir fiil bulunmadıkça, kusurlulukla ilgili bir değerlendirme yapılamaz. Suç teşkil eden haksızlıklar, kural olarak kasten işlenirler. Suçun kanuni tanımında, taksirle işlenebileceği açıkça belirtilmedikçe bütün suçlar ancak kasten işlenebilir. Taksirle işlenen fiiler ise ancak kanunda suç olarak tanımlanan hâllerde cezalandırılabilirler. Kast, TCK’nın 21. maddesinin ilk fıkrasında, suçun kanuni tarifindeki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. Buna göre, bir suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları gerçekleştirmek üzere bir fiili icra eden kişi kasten hareket etmiştir. Bu tanım aynı zamanda doğrudan kasta karşılık gelmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise olası kast tanımlanmıştır. Buna göre, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, bunu kabullenerek fiili işleyen kişi olası kastla hareket etmiştir. Suçun oluşumu için kasten hareket etmek yeterlidir. Ancak bazı suçlarda failin belli bir maksat ve saikle hareket etmesi aranmış olabilir Bu gibi hâllerde, failin kastın dışında kalan bu sübjektif unsurları da gerçekleştirmesi gerekir.
*****TAKSİR*****Haksızlık teşkil eden fiiller taksirle de işlenebilir. Taksir 22. maddede, “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Taksirli suçlar, belli bir fiilin icrasıyla bağlantılı olarak hukuk kurallarınca veya müşterek tecrübe tarafından kişiden uyulması beklenen dikkat ve özen yükümüne aykırı davranmak suretiyle işlenen suçlardır. Kişi objektif özen yükümüne aykırı davranmak suretiyle davranışının bir suçun kanuni tarifindeki unsurları gerçekleştirebileceğini öngörmemektedir (bilinçsiz taksir). Faile ancak objektif olarak öngörülebilecek nitelikte hususlar yüklenebilir. Bilinçli taksirde, fail, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmekte, ancak gerçekleşmeyeceğine güven besleyerek hareket etmekte, fakat yükümlülüklerine aykırı davrandığı için belli neticenin gerçekleşmesine sebebiyet vermektedir. Olası kastta, işlenen fiilin yol açabileceği sonuçlar öngörülmekte, ancak bunların gerçekleşmesi kabullenilmekteyken, bilinçli taksirde öngörülen neticelerin gerçekleşmeyeceğine güven beslenerek hareket edilmektedir. Buna göre, olası kast ve bilinçli taksir, öngörme aşamasına kadar ortak unsurlara sahipken, bu aşamadan sonra farklılaşmaktadır.
*****Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçları listeleyebilmek***** TCK’da kast ve taksirle işlenen suçların yanı sıra, istisnai olarak kast ve taksirin bir arada bulunabildiği neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak isimlendirilen karma suç tiplerine yer verildiği görülmektedir. Netice sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, temel suç tipi ile daha ağır veya başka neticenin birleşiminden oluşan bir suç bulunmaktadır. Failin, temel suç tipi bakımından kasten, daha ağır veya başka netice bakımından ise en azından taksirli hareket etmesi halinde sorumluluğu gündeme gelmektedir.
*****Kastı kaldıran hatayı değerlendirebilmek***** Bilmeme veya yanlış bilmeden dolayı düşünülen ile gerçekleşenin farklı olmasını ifade eden hata, suçun maddi unsurlarıyla ilişkili olması durumunda, kastı kaldıran bir etkiye sahiptir. Ancak failin yanılgısının kastı kaldırabilmesi için, yanılmasaydı düşündüğünü gerçekleştirmiş olsaydı işlemiş olduğu fiil suç teşkil etmezdi diyebildiğimiz bir hal bulunmalıdır. Böyle bir hata hâlinde failin kasten işlemiş olduğu bir suçtan bahsedilemez. Ancak taksirinin varlığı halinde taksirli suçtan dolayı sorumluluğu gündeme gelecektir.
4.ÜNİTE
HUKUKA AYKIRLIK: Suç teşkil eden bir haksızlıktan söz edilebilmesi için, işlenen fiil ile tipikliğin unsurlarının gerçekleşmesi gerekli ve fakat yeterli değildir. Ayrıca bu fiilin hukuka aykırı olması da gerekir. Ancak tipiklik hukuka aykırılığa karinedir. Bu karine, fiilin bütün hukuk düzeni göz önünde bulundurularak yapılacak bir değerlendirmeye göre, bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlendiğinin belirlenmesi hâlinde geçerliliğini kaybeder. Dolayısıyla hukuka aykırılık unsuru bağlamında, tipik fiil, hukuka uygunluk nedenlerinden hareketle bütün hukuk düzeni çerçevesinde değerlendirilmektedir.
HUKUKA AYKIRILIĞIN ANLAMI VE TİPİKLİKLE İLİŞKİSİ: Hukuka aykırılık, hukuka (hakka) karşı gelme, onunla çatışma hâlinde olma demektir. İşlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunmasını ifade eden hukuka aykırılık, suçun yapısında tipe uygunluktan sonraki ikinci inceleme aşamasını oluşturmaktadır. İlk aşamada, işlenen fiille tipikliğin (tipikliğin maddi ve manevi) unsurlarının gerçekleştirip gerçekleştirilmediği değerlendirilirken, ikinci aşamada ise bu fiille ilgili olarak hukuka aykırılık yönünden bir belirlemede bulunulmaktadır. Bu belirleme tipiklikten soyut olarak değil, bilakis onunla ilişkili olarak yapılmaktadır. İşlenen fiille bir suç tipinin unsurlarının gerçekleştirilmesi, aynı zamanda bu fiilin hukuka aykırılığına karinedir. Ancak bu karine, somut olayda fiilin, görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması veya ilgilinin rızası hukuka uygunluk nedenlerinden biri çerçevesinde işlendiğinin tespit edilmesiyle geçerliliğini yitirebilir. Dolayısıyla, bir fiilin tipe uygun olduğu belirlendikten sonra, ilk olarak, bu davranışın bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenip işlenmediği belirlenmelidir. Hukuka aykırılıkta, fiil, bütün hukuk düzeni açısından değerlendirmeye alınmakta ve bu fiilin hukuka uygun olup olmadığı araştırılmaktadır. Hukuka aykırılık, fiil ile bütün hukuk düzeni arasındaki ilişkinin ifadesidir. Dolayısıyla bir fiilin hukuka aykırı olması, onun bütün hukuk sistemine aykırı olması anlamına gelir. Çünkü hukuk düzeni bir bütündür ve bir hukuk dalında hukuka aykırı olan bir fiil, başka bir hukuk dalında hukuka uygun olarak nitelendirilemez. Bu bakımdan, bir fiil ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Bir davranışın örneğin medeni hukukta hukuka aykırı ve fakat ceza hukukunda hukuka uygun olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Aksi kabul, hukuk düzeninin tekliği/bütünlüğü ilkesine aykırılık teşkil eder. Suç yalnızca niceliği (ağırlık) yönünden diğer haksızlıklardan farklıdır. Suç, cezaya layık haksızlıktır. Bir fiil suç olarak tanımlanmadan önce de bu fiil haksızlık niteliğine sahiptir. Kanun koyucu ceza hukukunun güvence fonksiyonu gereği haksızlık teşkil eden fiiller arasından cezaya layık olanları seçerek, onları suç olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla haksızlıklar arasından yalnızca kanunda tanımlanan fiiller suç sayılmakta, diğer haksızlıklar ise suç oluşturmamaktadır. Örneğin kasten öldürmenin ifade ettiği haksızlık ile kasten yaralamanın ifade ettiği haksızlık nicelik itibariyle birbirinden farklıdır. Hatta bu haksızlığın derecelendirilmesi bir fiilin değişik işleniş şekilleri bakımından da mümkündür.
Hukuka Aykırılığa Suç Tipinde Yer Verilmiş Olması: genel olarak “özel hukuka aykırılık” olarak nitelendirilmektedir. Failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla kanun koyucu bu tür suçlarda kastın hukuka aykırılığı kapsayıp kapsamadığının özellikle araştırılmasını istemektedir. Bu nedenle, yapısında hukuka aykırılığa ayrıca yer veren suçların ancak, doğrudan kastla işlenebileceği kabul edilmektedir.
HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİNİN SÜBJEKTİF UNSURLARI Fiili hukuka uygun hâle getirebilmesi için, failin bu fiili icra ettiği sırada ilgili hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının varlığının bilinciyle hareket ediyor olmalıdır. Eğer fail, fiili icra ettiği sırada bir hukuka uygunluk nedeninin maddi şartları çerçevesinde hareket ettiğini bilmiyorsa, diğer ifadeyle bir hukuka uygunluk nedeninin kendisine tanımış olduğu yetki çerçevesinde fiili icra etmiyorsa, bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Örneğin; A, hasmı B’yi öldürmek üzere hazırlık yapar ve pusu kurar. B’nin olay yerine gelmesiyle A tam ateş etmek üzere silahını doğrulttuğu sırada, olay yerinden tesadüfen geçmekte olan ve A ile aralarında namus meselesi yüzünden husumet bulunan C, eline fırsat geçtiğini düşünerek A’ya silahıyla ateş eder. A, aldığı isabet sonucu B’ye ateş edemeden hayatını kaybeder. Objektif olarak gerçekleşen hukuka uygunluk nedeni, neticeli suçlarda failin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılmasını sonuçlar. Kişinin hukuka uygunluk sebebinden yararlanabilmesi için hukuka uygunluk sebebinin şartlarının gerçekleştiğinin bilincinde olması gerekir. Yukarıdaki örnek olayımızda, C, A’ya ateş ettiği sırada onun B’ye ateş etmek üzere olduğunu bilmemektedir. C’nin maksadı B’yi bir saldırıdan korumak değildir. O tamamıyla A ile aralarındaki başka bir meseleyi halletmek düşüncesiyle hareket etmektedir. Dolayısıyla somut olayda C, üçüncü kişi lehine meşru savunmada bulunmak amacıyla hareket etmemiştir. Ancak olayda üçüncü kişi lehine meşru savunmanın şartları objektif olarak gerçekleşmiştir. İşte bu gibi hâllerde, fail, meşru savunmanın şartlarının oluştuğunu bilmediği ve üçüncü kişi lehine meşru savunmada bulunmak amacıyla hareket etmediği için, hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Ancak objektif olarak gerçekleşen bu hukuka uygunluk nedeni, neticenin ifade ettiği haksızlığı ortadan kaldırır ve fail sadece kasten öldürmeye teşebbüsten dolayı cezalandırılır.
Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Ortak Özellikleri: - Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı hâlinde fiil kanuni tanımdaki unsurları gerçekleştirse de hukuka aykırı değildir. - Her hukuka uygunluk nedeni, sınırları içinde kalınmak kaydıyla fiili hukuka uygun hâle getirir. Hukuka uygunluk nedenleri belli şartlar altında ve ölçülü olmak kaydıyla bir başkasının hukuki alanına müdahale hakkı verir. Kısaca hukuka uygun bir fiilin muhatabı, bu fiile karşı hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz. Hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde işlenen fiil haksızlık teşkil etmez. Haksızlık teşkil etmeyen böyle bir fiile karşı hukuka uygunluk nedeninden yararlanılamaz. - Hukuka uygunluk nedenlerinin belirlenmesinde tüm hukuk düzeninin göz önünde bulundurulması gerekir. - Hukuka uygunluk nedenleri aynı olayla ilgili olarak birbirinden bağımsız veya birbirinin yanında uygulanacak şekilde birleşebilirler.
HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİ: Bu kapsamda hukuka uygunluk nedeni olarak; görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası şeklinde dört adet kuruma yer verilmiştir. Suçun kasten veya taksirle işlenmesi ile icrai veya ihmali hareketle işlenmesi arasında fark yoktur. isnadın ispatı ve 128. M’sinde düzenlenen iddia ve savunma dokunulmazlığı, yalnızca hakaret suçu bakımından göz önünde bulundurulması gereken hukuka uygunluk nedenlerindendir. GÖREVİN İFASI: “kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” Kanunun hükmünü yerine getirme, görevin ifası şeklinde anlaşılmalıdır. Görevin ifası hukuka uygunluk sebebinin söz konusu olabilmesi için herhangi bir kanunun verdiği yetkiden doğan görevin öngörülen şekilde yerine getirilmiş olması gerekmektedir. MEŞRU SAVUNMA: Bir saldırıya uğrayan kişi, doğası gereği çoğunlukla tepki olarak bu saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla bir harekette bulunur. Hukuk düzeni de böyle bir tepkiyi haklı görür. Meşru savunma, bir kimsenin kendisini veya başkasını hedef alan bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik olarak ve saldırgana karşı bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanmasını ifade eder. Meşru savunma hâlinde, hâlen mevcut bir saldırıyı defetmek amacıyla işlenen fiil, dış görünüşü itibariyle tipik bir fiili oluşturmaktadır. Ancak bu fiil, gerçekleşmekte olan bir saldırıyı uzaklaştırmak ve başka şekilde korunamayacak bir hakkı korumak amacıyla işlendiği için hukuka aykırı değildir. Bu amaç meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. *****Meşru savunma gerçekleşmekte olan, gerçekleşmesi muhakkak olan veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı gerçekleştirilebilir. Saldırıya İlişkin Şartlar: - Meşru savunmanın ilk şartı, bir saldırının varlığıdır. Ortada saldırı teşkil eden bir davranış yoksa meşru savunmadan da söz edilemez. Saldırıdan maksat, kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme tehlikesi bulunan veya zarar veren iradi insan davranışlarıdır. Saldırının, kasten veya taksirle gerçekleştirilmesi mümkündür. Saldırı maddi nitelikte bir fiil şeklinde gerçekleşmesi gerektiğinden, mahiyetleri gereği maddi nitelikte olmayan, örneğin hakaret ve sövme gibi sözlü saldırılara karşı meşru savunma olmaz. Hukuk düzeninin izin vermediği bir fiil, haksızdır ve maddi nitelik taşımak ve kişinin hukuken korunan bir değerini ihlal etmek kaydıyla saldırıdır. Saldırının hukuka aykırı olması yeterli olup, ayrıca suç teşkil etmesi aranmaz. - Bu saldırı mevcut olmalı veya gerçekleşmesi ya da tekrarı kesin olmalıdır. Gerçekleşmekte olan, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırılara karşı meşru savunmada bulunulabilir. Başlamamış veya bitmiş bir saldırıya karşı meşru savunmadan söz edilemez. Henüz gerçekleşmemekle birlikte gerçekleşmesi veya bitmekle birlikte tekrarı muhakkak olan bir saldırıya karşı da meşru savunma mümkündür. Bu nedenle saldırıya son verip kaçan bir kimsenin arkasından giderek ateş etmek, meşru savunma olarak değerlendirilemez. Henüz başlamamış, gelecekteki muhtemel bir saldırıya karşı da meşru savunmanın varlığı kabul edilemez. Çünkü bu durumda, muhtemel saldırının, devletin yetkili makamlarına bildirilmesi suretiyle engellenmesi mümkündür. - Saldırı bir insandan kaynaklanmalıdır. Akıl hastası veya yaşı küçük olması nedeniyle kusur yeteneğine sahip olmayan kişilerin saldırılarına karşı da meşru savunma mümkündür. Hayvan saldırısı, hayvan insanlar tarafından araç olarak kullanılmadığı sürece, bir saldırı olarak nitelendirilemez. Karşılıklı çatışma ve kavga gibi hâllerde, ilk haksız saldırıya uğrayan kişi meşru savunmadan yararlanır. Saldırıyı kimin başlattığının belirlenemediği hâllerde her iki tarafı da savunma hâlinde kabul etmek ve meşru müdafaayı her ikisi bakımından uygulamak gerekir. Akıl hastası veya yaş küçüğü olan kişilerin de fiilleri haksızlık teşkil edebileceğinden; bu kişilerin saldırılarına karşı da meşru savunmada bulunmak mümkündür. Saldırıya uğrayan kişi kendi haksız hareketiyle saldırıyı tahrik etmiş olabilir. Haksız tahrik olarak nitelendirilen bir hareketi yapmak kişinin savunma hakkını ortadan kaldırmaz. Böyle bir saldırıya karşı da meşru savunma mümkündür. Çünkü haksız tahrik altında kalan kişinin işlediği fiil hukuka aykırı olma vasfını devam ettirmektedir. - Saldırı kişilere ait herhangi bir hakka yönelik olmalıdır. Bir kişi gerek kendisinin gerekse başkasının herhangi bir hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada bulunabilir. Savunmaya İlişkin Şartlar: Savunma, saldırana karşı yönelen ve saldırının uzaklaştırılması amacıyla icra edilen her türlü harekettir. Bu bakımdan savunma, yalnızca saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla ve saldırıyı gerçekleştiren kişiye karşı yapıldığında, yani yalnızca saldıranın hakkının ihlal edilmesi sonucunu doğurduğunda meşru bir savunma olur ve hukuka uygunluk niteliği taşır. Eğer meşru savunma çerçevesinde gerçekleştirilen fiil, üçüncü kişilere ait hakları ihlal etmişse, örneğin saldırıda bulunan kişinin şahsında hataya düşülmesi veya hedefte sapma nedeniyle saldırandan bir başkasını da etkilemişse, bu durumda üçüncü kişiler bakımından meşru savunmanın varlığını kabul etmek mümkün değildir. - Savunmanın meşru olabilmesinin koşullarından ilki savunmada zorunluluğun olmasıdır. Saldırıyı “o anda defetme zorunluluğu” ile işlenmeden bahsetmek suretiyle işaret etmiştir. Zorunluluktan maksat, saldırıyı savunma niteliğindeki hareketleri gerçekleştirmeksizin uzaklaştırma imkânının bulunmamasıdır. Bir savunma hareketi saldırıyı derhal sona erdirecek nitelik taşıyorsa, gereklidir. Saldırı karşısında savunmada bulunan kişinin, somut duruma göre kaçarak saldırıdan kurtulma imkânının olup olmadığına bakılmaz. Nitekim kaçma imkânı olmasına rağmen, kaçmayıp savunmada bulunan kişinin hareketi meşru savunma oluşturur. - Saldırı ile bunu savuşturmaya yönelik savunma arasında orantının bulunması meşru savunmanın diğer şartını oluşturmaktadır. Kanunda bu koşul “saldırıyı o andaki hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetme” şeklinde belirtilmiştir. Örneğin bir kadın fiziki kuvvet kullanarak cinsel saldırıda bulunan bir erkeğin saldırısını, bıçak veya silah kullanarak uzaklaştırabilir. Bu örnekte ne araçlar arasında ne de konular arasında bir orantı vardır. Burada bakılacak husus şudur: Somut olayın o anki şartlarına göre savunma hareketi, saldırıyı defedecek ölçüde midir? Bu soruya olumlu cevap verilebiliyorsa savunma meşrudur. Yukarıdaki örnekte, kadının namusuna yönelik bu saldırıyı somut olaya göre saldırganı yaralayarak veya öldürerek uzaklaştırmak gerekli ise yapılan savunma meşru kabul edilmelidir. Keza elindeki çantayı zorla almaya çalışan saldırganın kolunu kırmak suretiyle malını savunan kişinin bu savunma hareketi de hâl ve şartlara göre ölçülü kabul edilebilecektir. Meşru savunmada savunmanın ölçüsü kişinin içinde bulunduğu korku, heyecan ve telaştan dolayı aşılmışsa, faile kusuru bulunmadığından dolayı ceza verilmeyecektir. - Meşru savunma hâlinde bulunan kişi, bu hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının gerçekleştiğinin de bilincinde olmalıdır. Bu itibarla bu şartlar somut olayda esasen gerçekleşmediği hâlde, bu şartların gerçekleştiği zannıyla hareket eden kişinin işlediği suç açısından kastının varlığından bahsedilemez. Şayet bu fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, bundan sorumlu tutulacaktır. Ayrıca meşru savunma bir hukuka uygunluk nedeni olduğu için, meşru savunmada bulunan kişi, saldıranın şahsına veya mallarına verdiği zarardan sorumlu tutulamaz. HAKKIN KULLANILMASI: “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez”. Hak, hukuk düzeni tarafından çerçevesi belirlenmiş olan ve bireye özgür iradesiyle kendi kaderini belirleme ve kendi çevresini şekillendirme yeteneği veren gücü ifade eder. Dolayısıyla hakkın kaynağını, kamu hukuku veya özel hukuk normları, idari veya özel hukuka ait bir işlem, hatta örf ve âdet hukuku oluşturabilir. Bu hak hukuken tanınmış ve düzenlenmiş olmak kaydıyla bir mesleğin icrasından da doğabilir. Bu anlamda bir meslek ve sanatın icrası, sportif faaliyetler, basın özgürlüğünün sağladığı haklar, bu hukuka uygunluk nedeninin içerisinde kalırlar. Hakkın kullanılmasının hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi için şu koşulların bulunması gerekir: - Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması: Sübjektif hak, hukuken korunan ve bu korumadan yararlanmanın sahibinin iradesine bırakıldığı hakkı ifade eder. Kişi, bu hakkını, herhangi bir merciin ya da makamın aracılığına gerek kalmaksızın, doğrudan doğruya kullanabilmelidir. Şayet bir hakkın kullanılması, başka bir merciden alınacak bir karar veya izinle mümkünse, bu hukuka uygunluk nedeni söz konusu olmaz. Örneğin, bir alacaklının borcunu ödemeyen kişiden alacağını tahsil etme hakkı vardır. Ancak bu hak icra dairesi aracılığıyla kullanılabileceğinden, ferdin alacağını kendiliğinden almaya kalkışması bu hukuka uygunluk nedenini oluşturmayacaktır. - Kişinin bu hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması: Örneğin basın yoluyla işlenen suçlarda hukuka uygunluk nedenleri arasında yer alan ve kaynağını Anayasa’nın 28 ve devamı maddelerinden alan “hakkın kullanılması” kapsamındaki haber verme ve eleştiri hakkının söz konusu olabilmesi için, haberin gerçek ve güncel olması, verilişinde kamu ilgi ve yararının bulunması ve olay ile olayın anlatılışı arasında fikri bağ bulunması gerekir. Bu unsurlardan birinin dahi gerçekleşmemesi haber verme ve eleştiri hakkını ortadan kaldırır ve fiili hukuka aykırı kılar. - Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının bulunması… İLGİLİNİN RIZASI: “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” Tipikliği Kaldıran Rıza-Hukuka Aykırılığı Kaldıran Rıza: Suçun kanuni tanımında kişinin rızasının yokluğunun arandığı hâllerde, rıza tipikliğin bir unsuru olarak kabul edilmiş demektir ve failin kastının rızanın yokluğunu da kapsamına alması gerekir. Dolayısıyla rızanın yokluğu hususundaki hata failin kastını ortadan kaldırır. Kanunda bir suçun ilgilinin rızası hilafına işlenmesi gerektiği açıkça belirtilmişse, rızanın varlığı tipikliği kaldıran bir etkiye sahiptir. Tipikliği kaldıran rıza ve hukuka uygunluk nedeni olarak rıza ayrımının pratik önemi, gerçekte işlenen suç bakımından mağdurun rızası bulunmasına rağmen failin bu durumu bilmeden fiili işlediği hâllerde ortaya çıkmaktadır. Örneğin fail ilgilinin rızası bulunmasına rağmen, bunu bilmeksizin ona karşı cinsel saldırı niteliğindeki hareketleri gerçekleştirir. Bu gibi hâllerde hukuka uygunluk nedeni olan rızanın sübjektif unsuru eksik olduğu için failin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılması gerekir. Bu örnekte mağdurun rızası tipikliğin bir unsuru olsaydı, failin bunu bilmemesi hâlinde kastı ortadan kalkacağı için cezalandırılması söz konusu olmayacaktı. Ancak failin yanılgısı bir hukuka uygunluk nedeni olan rızanın maddi şartlarına ilişkin bulunuyorsa, bu takdirde failin kastı ortadan kalkacaktır. ŞARTLARI: İlgilinin gösterdiği rıza her durumda bir hukuka uygunluk nedeni oluşturmaz. - İlgilinin rızası, kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunulabileceği bir hak bakımından hukuka uygunluk nedenini oluşturur. Kişinin kendisine ait her hak üzerinde de serbestçe tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Örneğin yaşama hakkı, kişiye ait bir hak olmakla birlikte, bu hak üzerinde kişinin mutlak surette tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle kişinin rızası üzerine bir başkası tarafından öldürülmesi hâlinde (örneğin ötanazi gibi) fiil hukuka uygun hâle gelmeyecektir. Bu konuda belirleyici ölçüt olarak “şikâyet” göz önünde bulundurulmamalı, asıl olarak kişinin belirli bir hakkı üzerindeki tasarrufunun hukuk düzeninin belirlediği sınırlar içerisinde kişiliğinin serbestçe gelişimine hizmet edip etmediğine bakılmalıdır. - Beyanda bulunan kişinin, rızaya ehil olması gerekir (anlama kabiliyeti): Kural olarak, her ayırt etme yeteneği bulunan kişi rıza açıklamasında bulunabilir. Burada önemli olan ilgilinin, söz konusu haktan vazgeçmesinin anlamını, kapsamını ve önemini algılayabilecek durumda olmasıdır. Örneğin kişinin cinsel hakları üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği kabul edilmekle birlikte, TCK 18 yaşını doldurmamış çocukların bu konudaki rıza açıklamalarını kabul etmemiştir. Kanun koyucu cinsel özgürlük bakımından kişinin rızasının ancak belli yaştan sonra kişiliğinin özgürce gelişimine hizmet edebileceğini kabul ederek, bu konuda özel bir yaş sınırı belirlemiş olmaktadır. - İlgili rıza beyanında bulunmuş olmalıdır. Rıza beyanı açık veya örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ancak rıza açıklaması mutlaka suçtan önce veya suçun icra hareketlerinin yapılması sırasında olmalıdır. Rıza fiilin işlenmesi sırasında da mevcut olmalıdır. Yani fiil işlendiğinde geri alınmamış olmalıdır. Rıza, yanılma, korkutma, hile ve şaka yolu ile açıklanmışsa, geçerli değildir. ***İlgilinin rızasının hukuka uygunluk sebebi oluşturabilmesi için rıza açıklamasının mutlaka suçtan önce veya en geç suçun icra hareketleri gerçekleştirildiği sırada yapılmalıdır. HUKUKA UYGUNLUK SEBEPLERİNİN MADDİ ŞARTLARINDA HATA Suç teorisi içinde kastın konumuyla yakından ilgilidir. Bu konuyla ilgili olarak, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin bu hatasından yararlanacağı belirtilmiştir. Mevcut olmadığı hâlde, hukuken korunan bir değerini ihlale yönelik bir saldırı gerçekleştirildiği inancıyla savunmada bulunan kişi hukuka uygunluk nedenlerinden meşru savunmanın maddi şartlarında hataya düşmüştür. Örneğin karanlık bir yolda yürüyen kişi, arkasından hızla kendisine doğru gelmekte olan şahsın saldıracağını düşünerek savunmada bulunur. Böyle bir durumda fail olayda meşru savunmanın şartlarından haksız bir saldırının varlığında hataya düşmektedir. Gerçekten failin düşündüğü doğru olsaydı fiili hukuka uygun olacaktı. Hataya düşmek konusunda taksiri varsa ve işlenen suçun taksirli şekli de kanunda cezalandırılıyorsa, fail bu suçtan dolayı cezalandırılabilecektir. Yukarıdaki örnekte failin arkasından gelen kişiyi kendisine saldıracağını zannederek yaraladığını düşünelim. Failin saldırının varlığı konusunda düştüğü hata kastını kaldıracağından, kasten yaralama suçu oluşmaz. Eğer fail daha dikkatli ve özenli olsaydı, kendisine yönelik bir saldırının olmadığını anlayabilirdi diyebiliyorsak, bu durumda fail taksirle yaralamadan dolayı sorumlu olacaktır. Hukuka Uygunluk Sebeplerinde Sınırın Aşılması: TCK’nın “sınırın aşılması” başlığını taşıyan 27. maddesi “(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.” şeklindedir. Maddenin ilk fırkasında hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılmasına bağlanan sonuç düzenlenmişken, ikinci fıkrasında kusurluluğu etkileyen bir hâl olan meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş nedeniyle aşılması düzenlenmiştir. Hüküm sadece meşru savunma hâli ile sınırlıdır. ***Şartları: *** TCK’nın 27. maddesinin 1. fıkrası, mahiyetine uygun olarak, görevin ifası, meşru savunma, ilgilinin rızası ve hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedenleri bakımından uygulama alanı bulur. - Bir hukuka uygunluk nedeninin sınırının ölçü yönünden aşıldığı hâllerde uygulanır. Meşru savunmada, savunmanın ölçüsünü aşmak; ilgilinin rızasında rızanın kapsamı dışına çıkmak; görevin ifasında görevin (görevlendirmenin) sınırını aşmak ve hakkın kullanılmasında yetkinin kapsamı dışına çıkmak, sınırın aşılmasıdır. - Hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının kast olmaksızın aşılması hâlinde uygulanır. Eğer fail hukuka uygunluk nedenlerinden birinin sınırını kasten aşmış ise kasten gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan dolayı sorumlu tutulur. Örneğin kişinin malını çalmaya çalışan hırsızı yakın mesafeden ateş ederek göğsünden vurarak öldürmesi hâlinde meşru savunmada sınır kasten aşılmıştır ve burada uygulama alanı bulmaz. KISACA: Hukuka aykırılığın anlamını ve tipiklikle ilişkisini ifade edebilmek: Hukuka aykırılık, genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelme, onunla çatışma hâlinde olma demektir. Suçun bir unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, fiilin bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunması anlamına gelmektedir. Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra, suçun yapısında ikinci aşamayı oluşturur. Bir fiilin hukuka aykırı olması, onun bütün hukuk sistemine aykırı olması anlamına gelir. Hukuka aykırılık suç teşkil etsin etmesin, hukuk düzeni tarafından tasvip edilmeyen bir fiilin özelliğini ifade etmesi ve fiil ile tüm hukuk düzeni arasındaki çatışma anlamına gelmesi nedeniyle bir derecelendirmeye tabi tutulamazken, hukuka aykırı olan fiilin bizzat kendisini ifade eden haksızlığın bir derecelendirmeye tabi tutulması mümkündür. Kanuni tanımında “hukuka aykırı”, “hukuka aykırı olarak”, “haksız” veya “haksız olarak” şeklinde ifadelere yer verilen suçlar sadece doğrudan kastla işlenebilir.
Hukuka uygunluk sebeplerinin ortak özelliklerini sayabilmek: Bir hukuka uygunluk nedeninin varlığı hâlinde fiil kanuni tanımdaki unsurları gerçekleştirse de hukuka uygunluk nedeni, sınırları içinde kalınmak kaydıyla fiili hukuka uygun hâle getirir. Hukuka uygunluk nedenlerinin belirlenmesinde tüm hukuk düzeninin göz önünde bulundurulması gerekir ve aynı olayla ilgili olarak birbirinden bağımsız veya birbirinin yanında birden fazla hukuka uygunluk nedeni bulunabilir.
Hukuka uygunluk sebeplerinin şartlarını gösterebilmek : Kişinin hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi için fiili işlediği sırada belli bir hukuka uygunluk nedeni çerçevesinde hareket ettiğini bilmesi, hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarının gerçekleştiğinin bilincinde olması gerekir. TCK’nın genel hükümler kısmında dört hukuka uygunluk nedenine yer verilmiştir. Bunlar; görevin ifası, meşru savunma, hakkın kullanılması ve ilgilinin rızasından ibarettir. TCK’nın 24. maddesinin 1. fıkrasında “kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” denilmek suretiyle görevin ifası hukuka uygunluk nedeni düzenlenmiştir. Görevini ifa eden kimseye ceza verilmemesinin nedeni, kişinin böyle bir davranışta bulunması hususunda kanun tarafından yetkilendirilmiş olmasıdır. Meşru savunma ise bir kimsenin gerek kendisinin gerekse üçün bir şahsın belli bir hakkına yönelik bir saldırı karşısında, savunma amacına yönelik olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde gerçekleştirmiş olduğu savunma niteliğindeki fiilleri ifade etmektedir. Meşru savunmanın şartları ve sınırları kapsamında hareket eden kişi, fiili haksızlık teşkil etmeyeceğinden cezalandırılmayacaktır. TCK’nın 26. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez”. Hukuk düzeni kişilere herhangi bir konuda belirli bir hak tanımış ve bu hakkın sınırları içerisinde bir fiil gerçekleştirilmişse, artık hakkın kullanılmasını teşkil eden fiiller hakkında hukuka aykırılık değerlendirilmesinde bulunulamaz. İlgilinin rızası 26. maddenin 2. fıkrasında “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” şeklinde düzenlenmiştir. İlgilinin rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmemesinin nedeni, madde gerekçesinde ilgilinin rızasının işlenen fiili hukuka uygun hâle getirmesi olarak gösterilmiştir. Hukuka uygunluk nedeninin maddi şartlarında yanılgı hâlinde fail, hukuka uygunluk nedenlerinden birinin maddi şartlarının mevcut olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Ancak gerçekte bu hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartları olayda oluşmamıştır. Fail bu şartların oluştuğu hususunda yanılmıştır. İşlediği fiil bakımından bir hukuka uygunluk nedeninin maddi şartları esasen gerçekleşmediği hâlde, bu şartların gerçekleştiği düşüncesiyle hareket eden kişinin, işlediği suç açısından kastının varlığından bahsedilemez. Ancak hataya düşmek konusunda taksiri varsa ve işlenen suçun taksirli şekli de kanunda cezalandırılıyorsa, fail bu suçtan dolayı cezalandırılabilecektir.