Moderator
- Mesajlar
- 419
- Tepkime puanı
- 28
- Puanları
- 18
ÜNİTE – 1 SOSYAL POLİTİKANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
Sosyal Politika: Ülke insanın refah hedefine yönelik, sağlığı, eğitimi, güvenliği, beslenmesi, korunması, barınması ve istihdamının sağlanması yönünde aldığı kararlar bütünüdür.
Dar Anlamda Sosyal Politika :
• Sanayi Devriminin ortaya çıkardığı kötü çalışma koşullarına karşı işçileri ve emeği sermayeye karşı korumak ve bu yolla toplumdaki sınıf çatışmalarını önleyerek toplumun ve devletin varlığını sürdürmesini sağlamaya yönelik uygulamalardır
• Fransız ihtilali • Sanayi Devrimi
• Sosyal Politikanın Kapsamı KONU ve KİŞİ bakımından iki şekilde ele alınır
KİŞİ : Önceleri işçi sınıfıyken daha sonraları Kamu görevlileri de bu kapsamda yer aldı.
• Bağımlı Statüler altında Çalışanlar : işçiler, kamu görevlileri, sözleşmeliler, memurlar
• Ekonomik Yönden Güçsüz Kesimler : İşsizler, küçük esnaflar, topraksız köylüler, bir sanata sahip ama yeterli kaynağa sahip olmayanlar.
• Özel Olarak Korunması Gereken Kesimler : Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, tüketiciler, eski hükümlüler, gençler, kadınlar ve göçmenler
KONU : • Sanayi Devrimi sonrası, sosyal politikanın ilk konusu çalışma ilişkilerinde işçilerin korunmasıdır .
• Özel olarak ilgilendiği konular ise Eğitimli işsizlik ve Genç İşsizlik tir.
SOSYAL POLİTİKANIN ÖZELLİKLERİ
2 şekilde
• Kamusal Nitelik : Devlet eliyle yürütülmesi gereken politikalar bütünüdür. Sosyal Politika devlet eliyle yürütülür ve denetlenmesi de devlet eliyle olur.
• Evrensel Nitelik : Uluslar arası göçlerin hız kazanması ve ülkeler arasındaki işgücü hareketliliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ikili anlaşmalar bu anlamda ilk göstergelerdir.
SOSYAL POLİTİKALARIN HEDEFLERİ
• Sosyal Refah : Toplumun bir bütün olarak sahip olduğu refah düzeyi, sosyal imkanlar ve ekonomik anlamdaki zenginliklerinin bütünü olarak ifade edilmektedir.
• S.P.nın ilk ve genel hedefi refah seviyesinin yükseltilmesi ve refahın toplumsallaşmasıdır.Sosyal refahın sağlanması ve geliştirilmesidir.
• Toplumu ayrıştırmak yerine birleştirmektir. Sosyal refahın en önemli göstergesi sosyal harcamaların artış göstermesidir.
SOSYAL POLİTİKALARIN FİNANSMANI
• Sosyal politikaların yürütücü devlettir, bu sebeple devletin bütçesi sosyal politikaların ana kaynağı yani finansmanıdır.
• Sosyal harcamaların Gayri safi milli hasıla içindeki payı yüksekse, sosyal politikalarda gelişmiştir. Bu oran o ülkenin yaşam kalitesi hakkında bilgi verir.
• Türkiye de bu oran 10,4 dür. Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü ( OECD ) üyesi ülkelerin ortalaması olan 19,2 altında olan bu oran sosyal harcamaların yeterli büyüklüğe ulaşmadığını gösterir.
SOSYAL POLİTİKALARIN ÖNEMİ
3 tane
• S.P.Konu Olan Kesimlerin Sayısal Çokluğu : o Gelişmiş ülkelerde bağımlı çalışanların toplam nüfus içerisindeki oranları oldukça yüksektir. o Bağımlı çalışanların toplam nüfus içindeki oranı Türkiye de 47,53 tür. Bu oran Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü ( OECD ) nün ortalamasının oldukça altındadır.
• S.P.Konu Olan Kesimlerin Niteliği
• S.P.ların Sosyal devlet İlkesinin bir Göstergesi Olması
SOSYAL POLİTİKA İLE DİĞER SOSYAL BİLİMLER ARASINDAKİ SINIRLAR
• Diğer sosyal bilimlerden temel fark Toplumsal refahı konu edinmesidir
Sosyal Politika ve Ekonomi : • İşsizlik ve nedenleri çalışma ekonomisi alanında, işsizlik sorununa ilişkin oluşturulacak politikalar sosyal politikanın ilgi alanıdır
Sosyal Politika ve Sosyoloji : • Sosyoloji insan davranış ve ilişkilerin ele alan bilim dalıdır.
Sosyal Politika ve Hukuk : • Sosyal sorunların bugün hukuki düzen çerçevesinde bazı kanunlar içerisinde yer almış ve bazı normla bağlanmış bir konu dur Sosyal Politika ve İnsan Kaynakları : • Personelin istihdam edilmesi, işyerindeki personelin motive edilmesi gibi konuları ele alır. • Sosyal Politika daha hümanist bir yaklaşım sağlarken, insan kaynakları yönetimi ise daha teknik bir rasyonellikle yaklaşmaktadır.
SOSYAL POLİTİKANIN ARAÇLARI
• Fransız ihl.ve Sanayi devriminden sonra kötüleşen hayat şartlarına ulus devletler gelir dağılımındaki adaletin sağlanması için ekonomik ve sosyal hayata müdahale etmek zorunda kalmıştır.
• Bu müdahaleler sonucunda Uluslar arası Sosyal Politika araçları ortaya çıkmıştır.
ULUSAL ARAÇLAR : Yasal , Politik ve Hukuki bir takım düzenlemeler
Birinci Grup : Kamu Müdahalesi Araçlar : Devlet gücüyle sorunların giderilmesi demektir.en önemlisi Anayasadır . Yasal Düzenlemeler ( Mevzuat ) : En önemli araç yasal düzenlemelerdir. İlk olarak 1936 yılında düzenlenen en son şeklini 2003 de alan 4857 sayılı İş kanunu ilk sırada yer alır.Kamusal Politikalar : Kamusal Kurumlar : Aile ve Sosyal Politikalar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik , MEB, Sağlık Bakanlığı, doğrudan sosyal politikalar bakanlığıdır. MSB, ve İçişleri dolaylı dır. Ayrıca SGK, İŞKUR, SYDV.doğrudan sosyal politika kurumudur.
İkinci Grup : Kolektif Kendi Kendine Yardım Araçlar : Sendikalar : En önemlisidir .Aynı zamanda bir mesleki dayanışma örgütüdür. 1961 anayasasıyla kazanılmıştır. Diğerleri : Kar amacı gütmeden çalışan Kooperatifler, vakıflar , derneklerdir.en temel amaçları Yardımlaşma ve dayanışmadır.
ULUSLAR ARASI ARAÇLAR: • Uluslar arası Sosyal Politika arayışlarına yönelik ilk adım ; İngiltere de Robert Owen dir 1830-40 • Daha sonra ise Fransa da Daniel Le Grand 1840-50 çabalarıyla artmıştır.• U.S.P.arayışlarının İlk resmi girişimleri İsviçre de başlatılmıştır. • U.S.P aracı olarak ilk akla gelen kurum Uluslar arası Çalışma Örgütü ( ILO ) dır. • Birleşmiş Milletler ( UN ) , Avrupa Birliği ( AB ) , İktisadi İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı ( OEGD ) , Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ) , Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ( FAO ) diğer kuruluşlardır. Uluslar arası Çalışma Örgütü ( İLO ) • I Dünya Savaşı sonrası imzalanan Versay anlaşması ile 1919 da kurulmuştur. • Çalışma hayatına ilişkin sorunlara çözüm bulunması ve ücretlilerin durumunu yakından etkileyen ekonomik sorunlarla uğraşılması benimsenmiştir. • Emeğin bir ticari bir mal olmadığı, dernek kurma, ve ifade özgürlüğünün ilerlemenin bir unsuru olduğu, yoksulluğun herkesin refahını tehdit eden bir tehlike olduğu, bu sorunları üçlü katılım ile çözülmesi gerektiğini işaret etmiştir. • 183 üyesi bulunmaktadır. 3 lü temsil anlayışı ile yönetiliyor ..• 8 tane insan haklarını ilgilendiren Sözleşmeler kabul etmiştir. o 29 Sayılı Zorla Çalıştırma Sözleşmesi o 87 Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması o 98 Sayılı Örgütlenme Hakkı ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi o 100 sayılı Eşit Ücret Sözleşmesi o 105 Sayılı Zorla Çalıştırmanın yasaklanması o 111 Sayılı Ayırımcılık Sözleşmesi o 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi o 182 Sayılı Çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri sözleşmesi • Türkiye 1932 yılında İLO ya üye olmuştur. Diğer Araçlar : Birleşmiş Milletler : • En önemli bildirgesi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesidir. Avrupa Birliği : • Roma anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak kuruldu daha sonra ismini değiştirdi Sivil Toplum Hareketleri : • Üçüncü Yol, Yeşiller, Feminist hareketler
Aöf Sosyal Politika Dersi 2.Ünite Ders Notları
SOSYAL POLİTİKANIN TARİHSEL GELİŞİMİ
Sanayi Devrimi Öncesinde Sosyal Politika:
• Ekonomik yapının tarıma dayandığı ilk çağlarda toplum yapısının aile ekonomisi ve kölelik düzenine dayalı bir yapıda oluşmuştur.
• Orta çağın sosyal ekonomik siyasal ve hukuki düzenini belirleyen sistem FEODALİTEDİR.
• Feodal ekonomik düzen genellikle kapalı tarım ekonomisi olarak tanımlanır
• Feodalite : Siyasal iktidar ile ekonomik iktidarın aynı kişide birleştiği ve dönemin üretim yapısı kadar yönetim yapısını da ifade eden bir kavramdır.
Köleci Toplum Düzen : İlkel topluluklardan sonra oluşan ve iktisadi faaliyetin emek unsurunun köleler tarafından yerine getirildiği toplum düzenidir
Lonca : Aynı bölgede yaşayan esnaf ve zanaatkarların örgütlendiği orta çağı üretim ve iş gücü yapısının temelini oluşturan meslek organizasyonlarıdır
• İlk çağın köle iş güzüne dayanın iktisadi düzeninin yerini Orta çağ da loncalar almıştır.
Korporasyon : Aynı meslek ve sanat dalında faaliyet gösterenlerin üretim birlikleri şeklinde oluşturdukları yapıdır.
Sanayi Devrimi ve Sosyal Politika :
• Sanayi devrimi 18 y.y da meydana geldi .Sanayi devriminin oluşmasında veya alt yapısını oluşturan sebepler ,Haçlı Seferleri, Coğrafi Keşifler, Deniz ticaret yollarının keşfedilmesi, Reform ve Rönesans hareketleri dir.
• Üretimde sürekliliği sağlayabilmek Sanayi Devrimi ile olmuştur. Kısaca , küçük zanat üretiminin yerine fabrika üretiminin geçmesi ve makinelerin insan hayvan rüzgar su kuvvet ve kudretinin yerini alması demektir.
Teknolojik Yapı :
• Sanayi Devrimine kadar insan, hayvan doğa gücüne dayalı olarak çalışılırken, devrimden sonra buhar, elektrik ve gaz ile makineleşmeye geçilmiştir.
• Sanayi devrimi ile fabrikalaşma sanayisi ilk olarak dokuma sektöründe başladı
• 1752 de Franklin Paratoneri ni,
• 1754 de Black Karbonik Asiti
• 1764 de Hagreaves otomatik mekik mekanizmasını,
• 1769 da Javes Watt Buhar makinesini buldu.
• 1770 de Robert Owenın ortağı Arkwirghe su gücü ile işleyen makine
• 1774 de Priestley oksijeni
• 1800 de volta Pili bulmuştur.
Ekonomik Yapı :
Liberal iktisadi Düşünce : Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler sloganı ile özdeşleşti. Piyasa dengelerine saygı duyulması, bunu zedeleyecek her türlü müdahalenin piyasa güçlerince cezalandırılacağı, ve rekabetçi ortamda fertlerin kendi menfaatlerini gerçekleştirirken aynı zamanda toplumunda zenginleşeceğini savunur.
• 1776 yılında Adam Smith ‘ in Milletlerin Zenginliği isimli kitabı bulunur.
Sanayi Devriminin Çalışma Koşullar :
Klasik Liberal :
• Birey topluma ve diğer bireylere karşı sorumludur. Daha çok insanın mutlu olacağı bir sistemi savunur
• II Dünya savaşından sonra uygulama alanı bulmuştur
Neo Liberalizm :
• İktisad teorisinin bir restorasyonu ve aslına dönüş hareketi olarak görülür.
Sosyalizm :
• Toplumsal düzenin gerekirse devrim yoluyla değiştirilmesini, özel mülkiyet hakkının gerekirse devlete geçmesini, ve proleterlerin egemen olduğu bir devlet düzenini hedefler.
Sosyal Reformcu Sosyalistler
– Revizyoncu
• Sosyal sorunların demokratik parlamenter sistemle çözüleceğini savunurlar.
• Bilimsel reformistlerle farkı özel mülkiyetin kamulaştırılması noktasıdır.
Kamu Müdahalesinin Doğuşu ve Gelişimi
• İlk müdahale İngiltere de 1802 yılında başlamıştır.
• Keynes ; Ekonomiye dayalı bir müdahale yolunda doğrudan nitelikli maliye politikalarıyla gerçekleşecek bir müdahaleyi savunur .
• Beveridgenin 1942 yılında , diğer ülkelere ilham kaynağı olan modern refah devleti kuruluşunun temel ilkeleri hakkındaki rapor önem taşır.Bu belge günümüz Sosyal Güvenlik Sisteminin de temelini oluşturur.
• Refah devleti ilk kez 19 yy sonlarında Almanya da sosyal güvenlik alanlarında önlemleri ifade etmekte kullanılmıştır.
Türkiye de Sosyal Politikanın Tarihsel Gelişimi Cumhuriyet Öncesi :
Aöf Sosyal Politika Dersi 3.Ünite Ders Notları
İSTİHDAM, İŞSİZLİK, ÜCRETLER VE ÇALIŞMA KOŞULLARI
İstihdam ve İşsizlik = Kavramsal Çerçeve ,
• Sosyal Politikacılar için İstihdam : Amaç olarak görmektedir
• İktisatçılar için İstihdam : Gelir hedefine ulaşmanın bir aracı şeklinde değerlendirmektedir.
• Geniş Anlamda İstihdam : Üretim faktörlerinin yani emek sermaye doğal kaynaklar, müteşebbis , üretime sevk edilmesi., gelir sağlamak amacıyla çalışması, çalıştırılması anlamıdır. Yani üretim faktörlerinin bir yıl içinde kullanılma derecesi dir.
• Geniş anlamda Tam İstihdam : Bir ekonomide üretim faktörlerinin tümünün üretime katılması , ekonominin mevcut üretim potansiyelinden tam olarak yararlanılması
• Dar Anlamda İstihdam: Üretim faktörlerinden sadece emek unsurunu dikkate alır , yani emeğin üretimde kullanılması yada gelir sağlamak amacıyla çalışması çalıştırılması demek
• Dar Anlamda Tam İstihdam : Mevcut çalışma koşulları ve cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen herkesin iş bulduğu istihdam düzeyi, genellikle 3-5 oranında doğal işsizlik kabul edilir.
• Milli Gelir : Bir ekonominin belirli bir dönemde ürettiği mal ve hizmetlerin toplamıdır.İstihdam ile milli gelir arasında yakından bir ilişki vardır. İstihdam oranı arttıkça milli gelirde artar.
• Eksik İstihdam : Bir ülkede mevcut emeğin tamamının kullanılmamasıdır
• Görülebilir Eksik İstihdam : Çalışma süreleri normal sürelerin altında, bireyler arzu etmedikleri halde kısmı süreli çalışmaktadır. Bu istihdamın nedeni talep yetersizliğidir .1929 bunalımı gibi
• Görülemeyen Eksik İstihdam : Çalışma sürelerinde bir kısıtlama yok, elde edilen gelir düşük, işin niteliği, işçinin niteliği, ve üretken kapasitenin kullanılmasına izin vermiyor , Bu istihdamın nedeni ise Talep yetersizliği ve Sermaye Donanımı yetersizliği dir.
• Aşırı İstihdam : Bir ülkede mevcut emeğin kullanılmasına rağmen, talebin karşılanamamasıdır. II dünya savaşı gibi.
• Toplum açısından İşsizlik : üretici kaynaklarının bir bölümünün kullanılmaması demek
•Birey açısından İşsizlik : Gücünde ve çalışmaya hazır bireyin, cari ücret ve mevcut çalışma koşullarında belirli sürelerle iş aramasına rağmen bulamaması demek.
Çalışma Hakkı ve Çalışma Hakkı Çerçevesinde Düzenlenen Sosyal Politika Tedbirleri
• Bireyin çalışma ve işini serbestçe seçebilme hakkının Uluslar arası alanda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesidir
Çalışma Hakkı için Düzenlenen Sosyal Politika Tedbirleri
• Yeterli istihdamın sağlanması
• Yaşam boyu öğrenme ile bireyin mesleki eğitim yoluyla niteliklerini geliştirme
• İş arayanlar ile işverenleri buluşturma
• İş hayatında iş güvencesi ve koruyucu standartların oluşturulması
• Gelir güvencesinin sağlanması ( asgari ücret )
• İş sağlığı ve güvenliği konusunun sağlanması
• Sendikalaşma imkanını verilmesi ( örgütlenme )
• Aktif ve pasif istihdam ile işsizlik karşısında koruma
• Sosyal güvenlik ile işçinin sosyal risklere karşı korunması ( mal varlığında oluşacak azalma riskler, ölüm, hastalık riskleri gibi )
İşsizliğin Sosyo-Ekonomik ve Bireysel Etkileri
• Bağımlılık Oranı : Bir ülkede belirli bir işte üretime katılanların, kendileriyle birlikte üretime katılmayanların da ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde üretimde bulunmaları gerekir.
İşsizliğin Ekonomik Etkileri :
• İşsizlik oranının yükselmesi, o ekonominin daha fazla üretme gücü olduğu halde üretemiyor demesidir.
• İşsizliğin yükselmesi tüketici nüfus üzerinde baskıyı artırır
• İşsizlik bağımlı oranla doğru orantılıdır. Arttığı zaman artar, azaldığı zaman azalır
• İşsizliğin artması, tasarruf tedbirlerinin azalması yatırımların düşmesine neden olur.
• İşsizlik gelir dağılımındaki adaletsizliği ve yoksulluğu artırır
• İşsz.arttığı zaman transfer harcamaları da artar
• İşsizlik arttıkça sigortasız insan sayısı artacağından sosyal güvenlik gelirleri ve gelir vergileri azalır
İşsizliğin Bireysel Etkileri :
• Bireyin ve ailenin hayat standardı düşer
• Birey vasıflarını ortaya koyamaz Tembelliğe alışır .
• İşsizliğin uzun sürmesinden dolayı iş ortamındaki alışkanlıkların kaybeder
• Uzun süreli işsizliklerde ruhsal bozukluklar yaşar
İşsizliğin Toplumsal Etkileri :
• Toplumda huzur ve istikrar ortamı bozulur
• İşsizlik sosyal dışlanmaya neden olur
• Madde bağımlıları çoğalır
İşsizlikle Mücadelede İzlenen Aktif ve Pasif İstihdam Politikaları
Aktif İstihdam:
• Büyük fabrika yaşamı ile birlikte çalışma koşullarının kötüleşmesi
• Uzun çalışma süreleri , sefalet ücretler, Çalışma olanaklarının sağlıksızlığı ,
• Çocuk ve kadınların kütle halinde fabrikalara girişi
Müdahaleler
• İlk müdahale, 1802 yılında İngiltere de Dokuma sanayisinde çalışan çocukları korumaya yöneliktir .Uluslara Arası Çalışma Örgütü ( İLO )
• Kuruluş amacı, Yaşam standardını yükseltmek
• 21 Y.Y da ki hedefi ise Herkes için düzgün iş olmuştur.
Düzgün İşler Sağlanmasında Temel Hedefler • Temel hak ve özgürlüklerin işyerlerinde hayata geçirilmesi • Uygun istihdam ve gelir elde etmek için kadın ve erkeklere daha fazla fırsat verme• Sosyal korumanın kapsamı ve etkinliği herkes için artırılması • Sosyal diyaloğun ve üçlü katılımın güçlendirilmesi
Aöf Sosyal Politika 4.Ünite Ders Notları
GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUKLA MÜCADELE
Gelir Dağılımı ile ilgili Temel Kavramlar
• Gelir Dağılımı : Bir ülkede belirli bir dönemde üretilen gelirin kişiler, gruplar yada üretim faktörleri arasındaki dağılımına denir
Gelir Dağılımı Türleri
Kişisel Gelir Dağılımı :
• Bir dönemde üretilen milli gelirin, kişiler aileler ya da nüfus grupları arasında dağılımı
• Önemli olan gelirin kaynağı değil miktarıdır.
• Bu gelir dağılımının ölçülmesinde iki yöntem bulunur.
Lorenz eğrisi ve Gini katsayısı Lorenz Eğrisi :
• Kutu şeklinde bir diyagram olarak gösterilir.
• Diyagramın dikey ekseninde toplam gelirin, yatay ekseninde nüfus kümülatif yüzdeleri yer alır
Gini Katsayısı :• Eşitsizliğin derecesini ölçen bir katsayıdır. 0-1 arasında bir katsayı almaktadır • Katsayı 1 e yaklaştıkça gelir eşitsizliğinin arttığını, 0 yaklaştığında gelir eşitsizliğinin azaldığını gösterir.
Fonksiyonel Gelir Dağılımı :• Bir dönemde üretilen milli gelirin, onu üreten üretim faktörleri yani emek sahipleri, sermaye sahipleri, toprak sahipleri ve girişimciler arasında dağılımıdır.
Bölgesel Gelir Dağılımı : • Bir dönemde üretilen milli gelirin coğrafi olarak dağılımıdır.
Sektörel Gelir Dağılımı : • Bir dönemde üretilen toplam gelirin üretim sektörlerine göre dağılımıdır.
Birincil Gelir Dağılımı : • Üretim faktörleri tarafından yaratılan gelirin serbest piyasa ekonomisine hiçbir müdahalede olmaksızın dağılımına denir
İkincil Gelir Dağılımı : • Devletin belirli bir dönemde serbest piyasada oluşan gelire çeşitli yollarla müdahale etmesidir .• Bir diğer ifadeyle Gelirin yeninde düzenlenmesi de denir.
Sosyal Politika açısından Gelir Dağılımının Önemi
• Herkes için en az yaşama düzeyinin güvence altına alınması
• Gelirler arasında farklılıkların azaltılması
• Kişilere tanınacak fırsat eşitliği ile yükselme olanaklarının herkese açık olması
Gelir Dağılımını Etkileyen Faktörler
• Demoğrafik : Nüfus artışı ve göç
• Piyasa Yapısı :
• Teknolojik Gelişme Düzeyi
• Üretim Faktörlerinin Niteliği
• Servet Dağılımı
• Enflasyon ve Ekonomik Kriz
• Bölgesel Gelişmişlik Farklılıkları
• Kamusal Mal ve Hizmetlerin Dağılımı
• Küreselleşme Gelir Dağılımı Politikasının Araçları
• İşgücü Piyasası ve Ücret – Fiyat – Gelir – Servet – Maliye – Eğitim – SG Politikaları
Yoksullukla İlgili Temel Kavramlar
• Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan bir çok endeks vardır ancak en çok kullanılan endeks Kafa sayısı endeksi dir .
Yoksulluğun Nedenleri -2 Yaklaşım vardır.
• Kişisel özellikleri ilgilendiren bir yaklaşımdır. Çalışmaya istekli olmamaları, yeterince çaba sarfetmemeleri, ya da sorumluluk almamaları gibi kişisel özellikleri açıklar . Kişisel etmenleri ön plana çıkarır, ikinci yaklaşıma karşı çıkar
• Ekonomi politikaları, düşük ücret, yetersiz eğitim ve istihdam gibi sosyoekonomik sistemli yaklaşımdır. Genellikle sosyal yardımlardan yanadır.
Yoksulluğun Temel Nedenleri :
• Kişisel : Doğum, ölüm, aile reisinin ölümü, boşanmalar, ciddi hastalıklar
• Demografik ve Sosyal : Hızlı nüfus artışı, göçler, kentleşme ve ayrımcılık • Coğrafi : iklim koşulları, doğal afetler,
• Siyasi Nedenler : Savaşlar,
• Yeterince üretim yapılamaması ve Üretilenin kişiler, bölgeler, sektörler arasında dengeli dağıtılmaması
• Düşük ücretler
Türkiye’de Yoksulluk :
• TR. de yoksulluk istatistikleri 2002 yılından itibaren TUİK tarafından düzenli bir şekilde tutulmaktadır.
• Eğitim seviyesi yükseldikçe yoksulluk azalmaktadır
Türkiye de Yoksulluk Üzerinde Etkili Olan Faktörler
• Gelir Dağılımı : • Göç :Kırdan kente göç, makineleşme, gibi
• İşgücü Piyasası : İşgücüne katılım ve istihdam OECD ve AB ye oranla oldukça düşüktür.
• Ekonomik Krizler : • Sosyal Güvenlik :• Eğitim : Eğitim seviyesi yükseldikçe yoksulluk oranı azalır
• Aile ve Dayanışmacı unsurlar : Yaşanan ekonomik krizlerin aile ortamıyla hafifletilmesidir .
Uluslar arası Kuruluşlarda Yoksullukla Mücadele
• Dünya Bankası : 2000/2001 yılında Yoksulluğa Saldırı adında hazırladığı Dünya Kalkınma raporunda Yoksulluğun küresel bir sorun olduğunu belirtti.
• Birleşmiş Milletler : 1997 yılında İnsani Gelişme Raporunda Yoksulluğu ; sadece gelir yoksulluğu olarak değil, yoksunluk olarak tanımlar. Hayatta kalmaktan bilgiden, yaşam koşullarından yoksunluk olarak ele almıştır.
• Uluslar arası Çalışma Örgütü İLO : 2007 yılında yayınladığı, Düzgün iş ve Yoksulluğu Azaltma Stratejisi adlı bilgi broşüründe , Çalışmanın yoksulluktan kurtulmada önemli bir yol olduğunu savunur
Mikro Kredi :
• Resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan yoksul ailelerin üretici faaliyetlere girişmelerine ve tüketimlerini istikrarlı hale getirmelerine yardımcı olmak amacıyla, çok küçük meblağlarda sağlanan kredidir .
• Dünya da ilk defa Bangladeş te sivil toplum örgütü olan Grameen Bank tarafından topraksız insanlara uygulanarak başlatılmıştır.
• Türkiye de iki tane uygulamadan bahsedilir o Kadın Emeği Derneği Değerlendirme Vakfı tarafından Maya Mikro Ekonomik Destek İşletmesi adıyla Marmara deprem bölgesinde 2002 yılında özellikle yoksul kadınlara kendi işlerini kurmaları yönünde destek vermiştir. o 2003 yılında Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ile Bangledeş kökenli Grameen Bank tarafından Diyarbakır da yapılan uygulamadır.
Türkiye de Yoksullukla Mücadele :
• Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Gen.Md.lüğü kapsamında SRAP ( sosyal riski azaltma projesi) tarafından 2001 de başlatılan bir uygulamayla, Şartlı Nakil Transferi bileşeni kapsamından yoksulluk nedeniyle çocuklarını okula gönderemeyen, veya okuldan almak zorunda kalan, okul öncesi çocuklarını düzenli sağlık kontrollerine götüremeyen aileleri desteklemek amacıyla nakit sosyal yardım sistemi yerleştirilmesi sağlanmıştır
Aöf Sosyal Politika Dersi 5.Ünite Ders Notları
SOSYAL GÜVENLİK VE SOSYAL SİGORTALAR
SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI
Terim olarak Sosyal Güvenlik
Sosyal güvenlik ihtiyacı, ilk insanla birlikte var olmasına rağmen terim olarak sosyal güvenliğin kullanımı çok yenidir ve ilk defa 1935 tarihli, Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu’nda kullanılmıştır.Sosyal güvenlik; toplumu oluşturan bütün fertlerin uğrayacakları tehlikelerin zararlarından kurtarılma garantisi demektir.
Dar ve Geniş Anlamda Sosyal Güvenlik
Dar anlamda sosyal güvenlik, gelir transferinin toplumsal düzeyde gerçekleştirilmesine yönelik mekanizmaların ve bunları düzenleyen hukuk düzeninin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.Geniş anlamda sosyal güvenlik dar anlamdaki sosyal güvenliğin anlam ve kapsamını genişleterek, sebebi ne olursa olsun muhtaçlık ve yoksulluk yaratan her türlü duruma karşı korunma garantisi sağlanması anlamına gelmektedir.
Geniş anlamda sosyal güvenlik;
• Fertlere ve ailelerine ekonomik güvence sağlamak,
• “Önlemek, ödemekten ucuzdur” anlayışına uygun olarak sosyal güvenliğin önleyici fonksiyonunu güçlendirmek,
• Kişiliğin serbestçe geliştirilmesi ve insan mutluluğunun artırılması, amaçlarını da kapsamına almış tedbirler bütünüdür.
Hastalık, iş kazaları, meslek hastalıkları, analık, yaşlılık, malullük, ölüm, işsizlik, aile gelirinin yetmezliği ile karşılaşmaları hâlinde ortaya çıkan gelir kesilmesinin/azalmasının telafi edilmesi ve tedavi ihtiyacının karşılanması için ortaya çıkan gider artışlarının karşılanması ILO, tarafından belirlenen sosyal güvenlik risklerini oluşturmaktadır.
Tehlikelerle Mücadele ve Sosyal Güvenlik
Tehlikeler, değişik faktörlerle sınıflandırılabilir. Bunlardan en bilinenleri; meydana geliş sebeplerine göre, yol açtığı zararlar ve zararların niteliğine göre yapılan sınıflandırmalardır. Meydana getiren faktörler, sebepler, yani kaynağı bakımından tehlikeler dört ana grupta toplanır. Bunlar:
• Fizyolojik tehlikeler: İnsan fizyolojisinin doğasından kaynaklanan ve insanların beden ve ruh bütünlüğüne yönelik zararlar veren hastalık, yaşlılık, analık ve ölüm gibi tehlikelerdir.
• Tabii afetlerden kaynaklanan tehlikeler: Deprem, fırtına, su baskını, toprak kayması ve iklim değişikleri gibi insanların kontrol edemediği can ve mal kaybına yol açan tehlikelerdir.
• Sosyo-ekonomik tehlikeler: İktisadi ve sosyal hayatın işleyişinde meydana gelen dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan krizlerin yarattığı işsizlik, işini-işyerini kaybetme ile sosyal hayatın devamlılığına yönelik olumsuz gelişmelerin boşanma veya aile reisinin ölümüne bağlı olarak dul ve yetim kalma gibi sonuçları olan tehlikelerdir.
• İnsanların sebep olduğu tehlikeler: İnsan bizzat kendisi en büyük tehlikedir. Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeden gasp, hırsızlık, öldürme, yaralama, sakat bırakma gibi sonuçlar yaratan her türlü fiziki şiddet bu gruba girer.
Yukarıda sayılan tehlikeler, ILO tarafından sosyal güvenlik sistemlerinin sağlayacağı koruma garantisinin sınırlarının belirlenmesi bakımından 102 sayılı Sözleşme ile somut hâle getirilmiş ve yeni bir sınıflandırma yapılmıştır. 102 Sayılı Sözleşme: 1952 tarih ve 102 sayılı “Sosyal Güvenliğin Asgari Normları” Sözleşmesi, ILO’nun bu alanda kabul ettiği ilk ve en kapsamlı sözleşmedir. Sözleşme, sosyal güvenlik sistemlerinin temel norm ve standartları belirlemiştir.
Tehlikeler, sosyal güvenlik ihtiyacı doğuran zararları bakımından da sınıflandırılabilir. Buna göre tehlike meydana geldiği zaman:
• Çalışma gücünün kaybedilmesi,
• Gelir kesilmesine veya azalmasına,
• Gider artışına,
• Mal varlığının kaybedilmesine yönelik zararlar verebilir.
Tehlikeler; yarattığı zararların süresi dikkate alınarak: Kısa vadeli ve uzun vadeli tehlikeler olarak da sınıflandırılır. Buna göre; hastalık, analık, işsizlik ve iş kazaları kısa vadeli sosyal güvenlik tehlikeleri; malullük, yaşlılık ve ölüm gibi tehlikeler ise uzun vadeli tehlikeler olarak tanımlanır.Sosyal güvenlik, tehlikenin zararlarına karşı yürütülen mücadelenin adıdır.
Sosyal Güvenlik Teknikleri ve Yöntemleri
En temel sosyal güvenlik tekniği bireysel tasarruflardır. Sosyal güvenlik teknikleri bireysel teknikler ve toplu (kollektif) teknikler olmak üzere ikiye ayrılır.Bireysel teknikler; fertlerin kendi irade ve istekleri ile kendi sosyal güvenliklerini sağlayacak tedbirleri almasıdır. Toplu teknikler ise toplum olarak bir arada yaşamanın ürünü olarak gelişen tekniklerdir. Toplu tekniklerin özünde birlikte hareket etme bilinci vardır.Bugün gelinen nokta itibarıyla sosyal güvenlik için geliştirilen teknikleri ve kullanılan yöntemleri sınıflandırmak gerekirse;
• Geleneksel sosyal güvenlik yöntemleri (sosyal yardımlar)
• Modern (günümüz) sosyal güvenlik yöntemleri
DİKKAT : Buradaki geleneksel ve modern (günümüz) ayrımı kesinlikle olumlu veya olumsuz değer yargısı taşıyan bir ayrım değildir. Geleneksel, geçmişte var olan ancak bugün etkinliğinikaybeden, modern ise bugün geçerli olan anlamındadır. Nitekim bir süre sonra yeni sosyal güvenlik yöntemleri geliştirilmesi hâlinde bugünün modern yöntemleri olarak kabul edilen sosyal sigortalar o dönem için geleneksel yöntemler arasında yer alabilir.
Geleneksel Sosyal Güvenlik Yöntemleri
• Bireysel tasarruflar
• Aile içi yardımlaşma
• Tanıma bilme faktörüne bağlı sosyal yardımlar : Komşu akrabalık, aidiyet
• Dinî sosyal yardımlar : Fitre,zekat, kurban
• Kurumsallaşmış (teşkilatlı) sosyal yardımlar : Sanayi devrimi öncesi dönemde esnaf ve sanatkârların kendi mensuplarından hastalanan, sakatlanan, işi bozulanların veya ölenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere lonca teşkilatlanmasının bir parçası olarak oluşturdukları orta sandıkları (teavün), bir dönem etkin sosyal güvenlik garantisi sağlamışlardır. Orta Sandıkları: Teavün Sosyal yardım sandıkları, Muhtaç duruma düşenlere mali destek vermek üzere genellikle aynı meslek veya sanayideki kişiler tarafından meydana getirilen primli sisteme göre işleyen yardımlaşma sandıklarıdır.Çalışma ilkeleri dikkate alındığı zaman, orta sandıklarını, sosyal sigortaların ilk örnekleri, öncüsü olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır.Yine, Osmanlı kültürünün bir ürünü olarak ortaya çıkan vakıflar, zor durumda olanlara yardım amacı ile oluşturulmuş “avarız vakıfları” olarak birer toplu yardımlaşma yöntemi olarak fonksiyon görmektedir. Avarız vakıfları: Osmanlı Devleti’nde köy vemahallelerde, hâlkın ve özellikle muhtaçların bir takım temel gereksinimlerinin karşılanması için kurulan vakıflar geleneksel yöntemleri oluşturur.
Modern (Günümüz) Sosyal Güvenlik Yöntemler
Yeni toplumsal yapının ihtiyaç duyduğu sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamak üzere iki temel yöntem geliştirilmiştir: Bunlar, sosyal sigorta yöntemi ve kamu sosyal güvenlik harcamalarıdır (Devletçe korunma yöntemi).
Günümüzde Sosyal Güvenlik
Günümüz sosyal güvenlik sistemlerinin temel prensipleri ve kurumsal yapısı büyük ölçüde II. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki siyasi, sosyal ve iktisadi gelişmelerin belirleyici şartları altında şekillenmiştir. BM, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 22. ve 25. maddelerinde temel ve vazgeçilmez insan haklarından biri olarak kabul edilen ve kapsamı ve sınırları çizilen sosyal güvenlik, ILO’nun 1952 tarih ve 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi ile somut norm ve standartları belirlenmiştir.
Sahip olduğu önemin aksine sosyal güvenlik, herkes için bir hak olamamıştır. ILO verilerine göre; dünya nüfusunun yalnızca % 20’si yeterli sosyal güvenlik garantisine sahiptir. Yarısından fazlasının hiçbir sosyal güvenlik garantisi yoktur.
Sosyal Sigortaların Tarihi Gelişimi
İlk sosyal sigortalar, 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya’da Otto Von Bismark tarafından kurulmuştur. Otto Von Bismark: Bir konfederasyon olan Almanya’nın birleşerek imparatorluğadönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölyesi (başbakan) Alman devlet adamıdır. Sanayi toplumunun çalışma hayatına yönelik sorunlarını çözmeye yönelik devletçi sosyal politika tedbirlerini kapsamlı şekilde uygulamıştır. Sosyal sigortaların kurulması da dâhil olmak üzere hayata geçirdiği sosyal reformlar politikası ile sosyal devlet kavramının gelişmesini ve yerleşmesini sağlamıştır.Sosyal sigortaların kurulması bakımından Almanya’yı Avusturya takip etmiş bu ülkede 1887 yılında iş kazaları, 1888 yılında hastalık sigortası kurulmuştur. Sanayileşmiş ülkeler içinde yalnızca İngiltere sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamada sosyal sigorta sisteminden uzak durmuş farklı bir sistem oluşturmuştur. Nitekim II. Dünya Savaşı devam ederken 1942 yılında William Henry Beveridge tarafından geliştirilen ve Beveridge Modeli olarak bilinen bir teknik üzerine sosyal güvenlik sistemini oluşturmuştur. Beveridge Modeli: Alman Bismark modeline karşı geliştirilen İngiliz sosyal güvenlik sistemi modeli olarak bilinir.
Sosyal Sigortaların Özellikleri ve Özel Sigortalar:
• Kamu sigortası olma ilkesi.
• Devletin garantör olma ilkesi
• Zorunluluk ilkesi
• Finansmana katılım ilkesi
• Özerk yönetim ilkesi
• Karşılık olma ilkesi
SOSYAL SİGORTALARIN KAPSAMI
Kişi Bakımından Kapsamı
ILO, 102 sayılı Sözleşme’de, bir ülkede sosyal güvenlik sisteminin varlığından bahsedebilmek için oluşturulan sosyal güvenlik sisteminin toplam nüfusun en az % 20’sini, bağımlı (işçi) olarak çalışanların da % 50’sini kapsama almasını asgari norm olarak belirlemiştir.
Aktif Sigortalı: Teknik bir sosyal sigorta terimidir. Hâlen çalışan ve/veya gelir sahibi olan kişilerin sosyal sigortalara prim ödedikleri dönemi ifade eder. Mesela, yaşlılık sigortası için eğer emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş ise bu yaşa gelinceye kadar kişiler aktif sigortalı kabul edilirler.Pasif sigortalı: Aktif sigortalı gibi teknik bir sosyal sigorta terimidir. Sosyal sigortaların gerektirdiği sigortalılık süresi ve prim ödeme şartlarını yerine getirdikten sonra çalışma hayatından ayrılan ve gelir veya aylık alma hakkı kazanan kişilerdir.
Sosyal sigortaların hangi nüfus kesimi ve çalışan grubundan başlayarak kimleri öncelikle kapsama alacaklarını ihtiyaç, mali imkânlar, idari imkânlar ve baskı grubu faktörleri belirler.
• İhtiyaç faktörü: Kendini tehlikelerin zararlarından koruma da en zayıf ve güçsüz durumda olan grubun öncelikle kapsama alınmasını gerektirir. Buna göre sanayi sektöründe küçük işyerlerinde ve düşük ücretle çalışanlar öncelikle kapsama alınmalıdır.
• Mali imkânlar (ödeme gücü) faktörü: Sosyal sigortalar kendi gelirlerini kendileri sağlayan kurumlar olduğu için sistemin gelir ayağını güçlendirmek için ödeme gücü yüksek olanlar öncelikle kapsama alınır.
• İdari imkânlar faktörü: Sosyal sigortaların sağlıklı işlemesi için özellikle uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalıların çalışma gün sayıları ve ödedikleri primlerle ilgili olarak uzun dönemli, düzenli ve güvenilir kayıtlar tutulması gerektiğinden şehirlerde, büyük işyerlerinde ve sürekli statüde çalışanlar öncelikle kapsama alınır.
• Baskı grubu (politik) faktör: Bu faktöre göre sendikalı işçiler sendikasızlara göre daha önce kapsama alınırlar.
Sosyal sigortaların kuruluşundan bugüne kadar geçen sürede yaşanan ortak tecrübe; öncelikle sanayi sektöründe ve büyük işyerlerinde çalışanlar kapsama alınmıştır. Tarım sektörü ve kırsal kesimde çalışanlar hemen hemen her ülkede en son sosyal sigorta kapsamına alınan kesimleri oluşturmuştur. Bugün sosyal sigortaların kişi olarak kapsam bakımından yaşadıkları en ciddi problem kayıt dışı çalışma ve bu çalışmanın yaygın olduğu enformel sektördür.
Enformel sektör: ILO’nun 1970’li yıllarda geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde kayıt dışı istihdamın yoğun olduğu sektörleri ifade etmek için geliştirdiği bir kavramdır. Ülkenin başta vergi ve çalışma hayatı ile ilgili mevzuatı olmak üzere kayıt altına alınamayan, kayıt dışı faaliyet gösteren işyerleri ile bu işyerlerinde çalışanları ifade için kullanılır.
Sigorta kolları itibariyle Kapsam
Genel OlarakGelişme seviyesi ne olursa olsun hemen hemen her ülkede uzun vadeli sigorta kolları olarak bilinen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının kurulduğu görülmektedir.
Sosyal Sigorta Kolları ve Sosyal Güvenlik Garantisi
• HASTALIK:Hastalanan kişinin ihtiyaç duyduğu tedavi ihtiyacıyla ilgili olarak; klinik teşhis ve tespitlerinin yapılması, gerekiyorsa yataklı tedavi ve sağlık durumunun gerektirdiği tıbbi müdahalelerin yapılması, her türlü ilaç ve iyileştirme araçlarının temini, gerekiyorsa protez araç ve gereçlerinin temini; yukarıda sayılan hizmetlerden faydalanmak için yurt içinde veya yurt dışına seyahat gerekiyorsa hastanın ve refakatçisinin yol parası ve zorunlu masraflarının karşılanması ve nihayet rehabilitasyon hizmetlerinin sağlanması bu sigorta kolundan sağlanan yardımları oluşturur. Hastalığa bağlı olarak çalışamama ve gelir kesilmesi hâlinde kaybedilen gelirin belirli bir oran› (%40-70 arasında değişebilir) sosyal sigortalarca karşılanır. Süresi hastalıkla sınırlıdır.
• İŞ KAZALARI MESLEK HASTALIKLARI: Çalışan kişinin işyerinde, işini yaparken veya işyerindeki çalışma şartlarından dolayı ortaya çıkan hastalık sebebiyle beden ve ruh bütünlüğünün zarar görmesi hâlidir. Çalışan öncelikle koruma düşüncesinin hâkim olduğu bu sigorta kolunda, sigortalının iyileşmesine yönelik bütün sağlık hizmetlerinin temini yanında çalışamadığı süre için geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi, iş göremezliğinin kalıcı olması hâlinde sürekli kısmi veya tam aylık ödenmesi bu sigorta kolundan sağlanan parasal yardımları oluşturur.
• ANALIK: Gebelik döneminde, doğum sırasında ve doğum sonrası dönemde anne-çocuk sağlığı ile ilgili koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin temin edilmesi de analık sigortası kapsamındadır.
• MALULLÜK:Sigortalının çalışma gücünü, bedenen ve/veya ruhen bir daha iyileşemeyecek şekilde sürekli olarak ve belirli oranın üzerinde kaybetmesi, bir daha çalışamaması hâli olarak tarif edilir. Genellikle çalışma gücünü % 60 ve daha fazla oranda kaybedenlerin malul sayılması söz konusudur. Kişinin malullük hâlinin sigortaya tabi olarak çalışmaya başladıktan sonra ortaya çıkması; iş kazası, meslek hastalığı veya bunların dışında sebeplerle çalışma gücünü kaybetmesi gibi şartlar yanında uzun vadeli sigorta kolu olarak belirli süre sigortalı olması ve prim ödemesi (genellikle 3-10 yıl arasında değişir) şartları aranır.
• YAŞLILIK:Yaşlılık sigortası, en fazla sayıda sigortalının faydalandığı sigorta kolu olmasının yanı sıra en fazla harcama yapılan sigorta kolu olma özelliği de taşır Bu sebeple sosyal güvenlik sistemlerinin mali kriz içine düşmesi hâlinde emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi düzenlemelerleilk müdahale edilen sigorta kolu olarak da dikkati çeker.
• ÖLÜM:Sosyal güvenlikte temel koruma birimi aile olduğu için bu sigorta kolu kişinin kendisine değil, ölmeden önce geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kişilere sosyal güvenlik garantisi sağlar: Ölen kişinin sağlığında bakmakla yükümlü olduğu kişiler öldüğü zaman aylık bağlanmasına “hak kazanan kişiler-hak sahipleri” olarak tarif edilirler ve sigortalının eşi, çocukları ve ana-babası bu kapsamda değerlendirilirler.
• İŞSİZLİK:En geç kurulan ve diğer sigorta kollarına göre daha az sayıda ülkede oluşturulan sosyal sigorta koludur. Bir sosyal risk olarak işsizlik; çalışma arzu ve iradesine sahip olup, ücret seviyesi, çalışma süresi ve diğer çalışma şartları bakımından yaşadığı ülkede geçerli şartlarla iş bulamama hâli olarak tarif edilir. Bir süre çalıştıktan sonra kendi arzu ve iradesi dışında işini kaybeden kişilerin (açık işsizler) işsizlik sebebiyle karşılaştıkları gelir kesilmesini telafi etme amacıyla belirli süreler işsizlik ödeneği verilmesi ile ilgili sigorta koludur.
İşsizlik ödeneğinden faydalanmak için aranan şartlar genel olarak şunlardır:
• İşsizlik sigortaları fon esasına göre kuruldukları için işsiz kalmadan önce belirli bir süre prim ödemiş olması şartı aranır.
• İşsizlik ödeneğinden faydalanabilmek için mutlaka kendi istek ve iradesi dışında işten çıkmış olması gerekir.
• İşsizlik ödeneği, sigortalının prim ödediği süre dikkate alınarak 6 ay ile 2 yıl arasında değişebilir.
• İşsizlik sigortasının insanları tembelliğe sevk etmemesi için ödenek oranları düşük tutulur. İşsizlik ödeneği alma süresi uzadıkça ödeneğin miktarı da azaltılır.
Aöf Sosyal Politika Dersi 6.Ünite Ders Notları
SOSYAL DIŞLANMA AYRIMCILIK
“Sosyal dışlanma toplumun bir parçası olma anlamına gelen sosyal bütünleşmenin karşıtı olarak ele alındığında; sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal vatandaşlık haklarından mahrum olma ve edilme durumu olarak tanımlanmaktadır.
Toplumdaki yurttaşlığa ilişkin üretim, tüketim, tasarruf, siyasi, sosyal nitelikteki normal eylemlere katılamamalarıdır. Kişilerin temel gereksinimlerini karşılayamamalarından başlayarak toplumla olan bağlarının kopmasına kadar uzanan dinamik bir süreci ifade etmektedir.
Sosyal dışlanma kavramı ilk olarak Fransa’da kullanılmıştır. Fransa’da sorun olarak kabul edilmesinde 1970’li yıllarda ekonomik büyümenin yavaşlaması önemli rol oynamıştır. Bu ülkede 1960’lı yıllarda yoksullardan ideolojik biçimde dışlanmış olarak söz edilmiştir. 1974 yılında Rene Lenoir tarafından yazılan bir kitapta dışlanmışlar ekonomik büyümenin sonuçlarından yararlanamayan kişiler olarak belirtilmiştir. Sadece yoksul kişilerden oluşmadığını Fransız nüfusunun %10’unun toplumdan dışlanmış olduğunu belirtmiştir. Lenoir’e göre;
* zihinsel ve fiziksel özürlüler,
*intihar eğilimliler,
*hasta-bakıma muhtaç yaşlılar,
*istismar edilen çocuklar,
*ilaç bağımlıları,
*suçlular,
*tek ebeveynli aileler,
*sorunlu aileler,
*marjinal kişiler,
*asosyal kişiler ve
*diğer sosyal uyumsuz kişiler sosyal dışlanmışları oluşturmaktadır.
Anglo-Sakson geleneğe sahip olan İngiltere’de sosyal dışlanma konusunda çalışmalar ancak 1990’ların başında başlamıştır. Anglo-Sakson geleneği sosyal dışlanmaya birey, Kara Avrupası sosyal grup açısından yaklaşmakta, ortak bir tanım yapmak güçleşmektedir.
ABD’de ise dışlanmış gruplar; sınıfaltı kavramı ile ifade edilmektedir. Asya, Afrika ve Latin ülkelerinde dışlanma genellikle yoksullukla eş anlamda kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise sosyal dışlanma marjinalite olarak görülmektedir. Bu ülkelerde dışlanma kalkınma ile birlikte değerlendirilmekte, dışlanmanın kişinin kendi kusurundan kaynaklandığı kabul edilmektedir.
Sosyal Dışlanmanın Nedenleri
Sosyal dışlanmaya ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, davranışsal, coğrafi, kişisel birçok faktör veya sorun yol açabilmektedir. Kişilerin konuya bakış açısına, sosyal dışlanmanın ülkelere göre algılanış biçimine bağlı olarak nedenler değişebilmektedir.
İngiltere’de 1997 yılında kurulan Sosyal Dışlanma Birimi, sosyal dışlanmanın yapısal nedenlerini iki grupta toplamıştır.
İlk grup ekonomik ve sosyal özelliğe sahip olup üç farklı alt neden grubundan oluşmaktadır. Bunlar;
a) Endüstriyel yeni yapılanma,
b) Aile yapısında değişim,
c) Toplumsal parçalanma ve değişimdir.
İkincisi grup
a)hükümet politikalarının,
b) çalışma yöntemlerinin ve
c) koordinasyonun sağlıklı işlememesi sonucu ortaya çıkan başarısızlıktan kaynaklanmaktadır.
AB Komisyonu sosyal dışlanmanın kurumsal/yapısal nedenlerini dört grupta toplamaktadır. Bunlardan
1 – İşgücü piyasasındaki değişmdir.
2 – Bilgi teknolojisindeki gelişmeler ve bilgi toplumunun genişlemesidir.
3 – Nüfusun yaşlanması, doğum oranının düşmesi, aile ve toplum yapısında ortaya çıkan değişim, iç ve dış göçler, etnik, dinî ve kültürel farklılıklarda görülen artış gibi sosyo-demografik değişikliklerdir.
4 – Dördüncü neden ise ekonomik ve sosyal gelişmelerin, bölgesel ve coğrafi ön yargılar ile kutuplaşmalar oluşturmasıdır.
Sosyal Dışlanma Biçimleri
Maastricht Anlaşması’nda sosyal dışlanma sorununa ilk defa resmî bir belgede açık bir biçimde yer verilmştir.Sosyal içerme politikaları, ülkelere göre farklılık göstermekte, ülkelerin sosyal modeline göre değişebilmektedir. Örneğin Anglo-Sakson ülkelerde sosyal içerme politikalarında özel sektör, İskandinav ülkelerinde devlet, gelenekçi güney Avrupa ülkelerinde aile ön plana çıkabilmekte farklılıklar bulunabilmektedir. Ancak genelde Sosyal dışlanmanın önlenmesine yönelik politikalar arasında en dikkat çeken güvenceli asgari gelir veya asgari gelir güvencesidir. Güvenceli asgari gelir kavramının Fransız hukukunda somutlanmış şekli asgari tutunma geliridir. Asgari tutunma gelirinden kanuna göre 25 yaşın üzerinde olan, kanunda öngörülen süre boyunca Fransa’da yaşayan ve belirli bir yoksulluk sınırının altında geliri bulunan kişiler yararlanabilmektedir.
AYRIMCILIK ;
Ayrımcılık Kavramı
İlk olarak 1878 yılında Anglo-Sakson hukukunda ve bir mahkeme kararında kullanılan ayrımcılık ; toplumsal yaşamda dil, din, ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, özgürlük ve yaş gibi nesnel olmayan faktörler temel alınarak birey ya da gruplara yöneltilen eşitsiz davranış ve uygulamalardır.
Birleşmiş Milletlerin (BM) Her Türlü Irk Ayrımcılığı’nın Ortadan Kaldırılmasına ilişkin Uluslararası Sözleşmesi, sözleşmede geçen ırk ayrımcılığı kavramını “ ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ya da kamusal yaşamın başka her alanında, insan haklarının ve temel özgürlüklerin eşitlik koşullarında tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını bastırma ya da tehlikeye koyma amacı taşıyan ya da sonucu doğuran ırk, renk, soy, ulusal ya da etnik köken üzerine dayalı her tür ayırt etme, dışlama, kısıtlama ya da yeğleme” şeklinde belirtmektedir. BM’ye ait Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ise yine sözleşme konusu ile sınırlı olarak kadınlar hakkında ayrımcılık kavramını, “erkek ve kadının eşitlik temeline dayanarak, evlilik durumları ne olursa olsun, kadınların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel alanlarda ya da başka her alanda insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını ya da bu hak ve özgürlüklerin tanınmasını ve kullanılmasını tehlikeye koyma ya da kaldırma sonucu doğuran ya da amacı taşıyan, cinsiyete dayalı her türlü ayırt etme, dışlama ve kısıtlama” şeklinde tanımlamaktadır.
Ortaya Çıkış Biçimine Göre Ayrımcılık Türleri
Doğrudan Ayrımıcılık (Açık Ayrımcılık) / Dolaylı Ayrımcılık (Örtülü Ayrımcılık) : Doğrudan ayrımcılık kişiye onunla aynı veya benzer durumda olan başka bir kişiye göre daha az olumlu davranılmasıdır. İş başvurusunda cinsiyeti, yaşı, cinsel yönelimi, ten rengi veya dinî inancı nedeniyle işe almamak, zencilerin veya Roman çocukların bir okula veya restauranta girmesine izin vermemek doğrudan ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Dolaylı ayrımcılık ise bir kanun veya işlemin herkese eşit şekilde uygulanması ancak toplumun bir bölümü üzerinde orantısız etkiye sahip olması ile ortaya çıkan ayrımcılık türüdür. Kadınların işte yükselmesine engel olmak amacıyla işin niteliği gerektirmediği hâlde B sınıfı ehliyet şartı getirilmesi, coğrafi mobilitelerinin düşük olduğu bilinmesine rağmen işin niteliği gerektirmese bile işe girebilmek için uzun süreli seyahat edebilme koşulunun aranması dolaylı ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Dolayısıyla Ayrımcılık, bir kişinin kendisiyle bağlantılı bir başka kişinin nitelikleri nedeniyle ayrımcılığa uğramasıdır. Beyaz bir kişinin siyah bir kişi ile evli olması veya Müslüman bir kişinin Hristiyan bir kişi ile evli olması nedeniyle ayrımcılığa uğraması dolayısıyla ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Taciz-Cinsel TacizTaciz “Irk veya etnik köken, din veya inanç, engellilik veya cinsel yönelim gibi nedenlerden herhangi biriyle ilgili olarak bir kişinin onurunu zedelemek ve gözdağı veren, düşmanca, aşağılayıcı, küçük düşürücü ya da saldırgan bir ortam yaratmak amacı veya etkisiyle o kişi için istenmeyen bir fiil gerçekleştirilmesidir”Cinsel taciz ise kendi isteği ve rızası olmadan kişiye karşı sözlü veya fiziksel olarak yapılan sarkıntılık ve genel ahlaka uymayan davranışlardır. Araştırmalara göre kadınlar özel ve çalışma yaşamlarında erkeklere göre daha fazla cinsel tacize uğramaktadırlar.
Olumlu (Pozitif Ayrımcılık)Kimi zaman eşit davranabilmek için kişinin din, dil, renk, ırk, cinsiyet, özürlülük gibi dezavantaj yaratan durumunu göz ardı ederek kişi lehine yapılan davranış ve uygulamalar pozitif ayrımcılığı oluşturmaktadır.
Sistematik AyrımcılıkBelirli gruplara karşı kurumsallaşmış yapılar, politikalar, uygulamalar ve geleneklerdir. Güney Afrika’da hükümet tarafından 1990’ların ortalarına kadar zencilere karşı uygulanan ırk ayrımcılığı (apartheid) bu ayrımcılığa en önemli örnektir.
Çoklu / Kesişen AyrımcılıkBirden fazla ayrımcılık türünün aynı anda ihlal edilmesi ve birden fazla konuda yapılan ayrımcılıktır. Özürlü ve Müslüman bir erkeğin hem özürlü hem dinî nedenle ayrımcılığa tabi olması çoklu ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Ters Yönlü AyrımcılıkToplumda genel olan grubun karşı karşıya kaldığı ayrımcılık türüdür. Dezavantajlı gruplara uzun süre uygulanan olumlu ayrımcılık uygulamaları sonucu bu defa genel grup üyelerinin ayrımcılığa uğramasını ifade etmektedir.
Çalışma Yaşamında Ayrımcılık
Ayrımcılığın en yaygın şekilde görüldüğü yer çalışma yaşamıdır. Çalışma yaşamında ayrımcılık genel olarak verimliliği eşit olan kişilere sadece belli bir gruba ait olduklarından veya özelliklerinden dolayı istihdam ve iş olanaklarının kalitesi bakımından eşit davranılmamasını ifade etmektedir.Çalışma yaşamında ayrımcılık; çalışma yaşamının tüm aşamalarında işe alınırken, iş sırasında (ücretleme, çalışma ve dinlenme süreleri, yıllık izinler, performans değerlendirme, terfi, eğitim) ve işten ayrılırken ortaya çıkmaktadır.
Çalışma yaşamında ayrımcılık türleri :
Irk, Renk, Soy, Ulusal veya Etnik Köken, Din ve Siyasal Görüşe Dayalı Ayrımcılık : BM’ye ait Din ya da inanca Dayanan Tüm Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılık Biçimlerinin Kaldırılmasına ilişkin Bildirge’de de din ve inanç temeline dayanan her türlü hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık yasaklanmıştır. Ancak konu ile ilgili tüm uluslararası sözleşmelerde ve ulusal düzenlemelerde ayrımcılık yasağı getirilmesine rağmen uygulamada her alanda özellikle çalışma yaşamında bu nedenlere dayalı olarak ayrımcılık devam etmektedir.
Cinsiyet Ayrımcılığı;Cinsiyet ayrımcılığı bir kişinin bir kadına/erkeğe cinsiyetine dayalı olarak bir kadına/erkeğe davrandığı veya davranacağından daha olumsuz veya daha az olumlu davranması olarak tanımlanmaktadır. Kadınlar, erkekler ve farklı cinsel yönelime sahip kişilere yapılan ayrımcılık cinsel yönelim ayrımcılığı olarak sınıflandırılmaktadır.
Özürlü (Engelli) Ayrımcılığı;Çalışma yaşamında özürlü ayrımcılığı dolaylı ve doğrudan ayrımcılık olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Doğrudan ayrımcılık ile özürlünün özürlü olmayan kişiden daha az ilgi görmesi; dolaylı ayrımcılık ile özürlü kişilerin başa çıkamayacakları durumlarda ortaya çıkan ve onların sosyal eşitlikten dışlanarak haksızlığa uğraması ifade edilmektedir.
Yaş Ayrımcılığı;Yaş ayrımcılığı, Eurolink tarafından “ayrımcılık için yaşın kullanımının haksız olduğu ve yaşlı işçilere haksız muamele durumunda uygulanır” şeklinde tanımlanmaktadır. İşe alma sırasında işverenlerin iş gerekleri ile bağlantılı olmaksızın iş ilanlarına alt veya üst yaş sınırı koymaları, kriz sırasında yaşlı işçilerin öncelikle işten çıkarılması veya onların erken emekliliğe zorlanması, işte yükselme sırasında kıdem yerine performans kriterinin dikkate alınması, kişilerin yaşları ile alay edilmesi yaş ayrımcılığı uygulamalarına örnek oluşturmaktadır. Yaş ayrımcılığı yasağı ile ilgili ilk düzenleme 1967 yılında ABD’de İstihdamda Yaş Ayrımcılığı Kanunu ile yapılmış, kanun ile 40 yaş ve üstü kişilerin çalışma yaşamında yaş ayrımcılığına karşı korunması öngörülmüştür.
Ayrımcılık Yasağı İle İlgili Uluslararası Düzenlemeler
Ayrımcılık yasağı uluslararası düzeyde kurulmuş başta BM olmak üzere ILO, Avrupa Konseyi ve AB gibi örgütlerin belgelerinde düzenlenmektedir. Ayrıca bu örgütlerin bünyesinde oluşturulan çeşitli denetim organlarının kararları ayrımcılık konusunda ulusal düzenlemelere ışık tutmaktadır.
Çalışma yaşamı ile ilgili olarak oluşturulan çok sayıda sözleşmede eşitlik ve ayrımcılık yasağına yer verilmektedir. Avrupa Birliği’nde ayrımcılık yasağı ile ilgili ilk düzenleme 25.3.1957 tarihli Roma Anlaşması’nda yapılmıştır. Anlaşma’nın 119. maddesinde kadın erkek ücret eşitliği, 7. maddesinde vatandaşlık temelinde ayrımcılık yer almıştır. 119. maddenin Roma Anlaşması’nda yer almasında; kendi iç düzenlemelerinde kadın ve erkek çalışanlara eşit ücret ödenmesi ilkesine yer vermiş olan Fransa’nın işgücü maliyetleri açısından rekabet eşitsizliği yaratacak bir durumun ortaya çıkmasını engelleme düşüncesi etkili olmuştur.
Türkiye’de Ayrımcılık Yasağı İle İlgili Düzenlemeler
Türk hukukunda eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı ile ilgili düzenlemeler 1924 Anayasası’ndan bu yana tüm anayasalarda ve birçok yasada yer almıştır. 1982 Anayasa’sının 10. maddesi kanun önünde eşitliği düzenlemektedir.Anayasa dışında Türk mevzuatında çok sayıda kanunda eşitlik ve ayrımcılık yasağı düzenlenmektedir.Çalışma yaşamında eşitlik ve ayrımcılık yasağı 4857 sayılı iş Kanunu’nun 5.maddesinde eşit davranma ilkesi başlığı altında düzenlenmektedir. Bu madde ile doğrudan ve dolaylı ayrımcılık kavramları ilk defa mevzuata girmiştir
Aöf Sosyal Politika Dersi 7.Ünite Ders Notları
ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN GRUPLAR ( DEZAVANTAJLI GRUPLAR )
Özel olarak korunması gereken gruplar kavramı yerine (sosyal) risk grupları,dezavantajlı gruplar, handikaplı gruplar gibi farklı kavramlar da kullanılabilmektedir.
Özel olarak korunması gereken gruplar; toplumda yetersiz yaşam koşulları içinde yaşayan; demografik değişkenlere bağlı olarak, farklı nicelik ve nitelik gösteren; fizyolojik, psikolojik, sosyal, sağlık, ekonomik, siyasal ve kültürel açılardan çağdaş yaşam koşullarına ulaşmak için devletin sorumluluğunda ve organizasyonunda, toplumsal güvenlik içinde, toplumsal koruma ve hizmete gereksinim duyan sosyal gruplardır”. Özel olarak korunması gereken gruplar arasında çocuklar, gençler, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, azınlıklar, eski hükümlüler, kadınlar, tek ebeveynli aileler ve yoksullar yer almakta ancak literatürde bunlara farklı dezavantaja sahip diğer gruplar da eklenmektedir.
ÇALIŞMA YAŞAMINDA ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN BELLİ BAŞLI GRUPLAR
KADINLAR
Kadınlar tarihin her döneminde çalışma yaşamında sürekli olarak yer almış ancak ücretli işçi olarak çalışma yaşamına Sanayi Devrimi ile birlikte girmişlerdir. İngiltere’den başlamak üzere diğer Avrupa ülkelerinde kadınların çalışma yaşamında özel olarak korunmaları ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Kadın işgücü kullanımı 19. yüzyılın sonunda metalürji, araba, kimya gibi ağır sanayilerdeki gelişmelere bağlı olarak geçici bir süre sınırlanmış, buna karşılık I. Dünya Savaşı sırasında savaş koşulları nedeniyle kadınlar tüm iş kollarında çalışmak zorunda kalmışlardır. I. ve II. Dünya Savaşları kadınların statüsünü etkilemiş, kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başlamıştır. Dünya Savaşları sonrasında kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başladığı görülmektedir.
Hâlen gelişmekte olan ülkelerde çok uluslu şirketler kadını ucuz emek olarak kullanmakta, kaçak göçmen kadınlar vasıf düzeylerine bağlı olmaksızın göç ettikleri ülkelerde sanayi ve hizmet sektöründe kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Tüm dünyada işgücüne katılım açısından kadın ile erkek arasındaki büyük farklılık bulunmakta, gelişmekte olan ülkelerde kadınların büyük bölümü tarım sektöründe yer alırken gelişmiş ülkelerde hizmet sektörü ağırlık kazanmaktadır. Kadının çalışma yaşamındaki durumuna Türkiye açısından bakıldığında ise 1840’lardan itibaren önce Müslüman olmayan kadınlar, 1860’lardan sonra Müslüman kadınlar dokuma fabrikalarında ücretli işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Geçmişten günümüze tüm dünyada kadınlar çalışma yaşamına katılma ve çalışma yaşamında başarılı olma konusunda çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorunlardan bir bölümü cinsiyet ayrımcılığından bir bölümü iş- aile sorumluluklarının dengelenmesindeki zorluklardan kaynaklanmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları cinsiyet ayrımcılığı uygulamaları eğitim ve meslek seçiminde, işe alınma, iş sırasında ve iş ilişkisinin sona ermesi aşamalarında ortaya çıkmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar nedeniyle fizyolojik (biyolojik) farklılıkları açısından ve cinsiyet ayrımcılığına karşı korunmaları önem kazanmakta, bu amaçla çeşitli politikalar oluşturulmaktadır. Kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacıyla tüm ülkelerde kanunlarla kadınların yer altı ve su altında yapılan işlerde çalıştırılmaları yasaklanmakta, sanayiye ait işlerde gece çalıştırılmaları kurallara bağlanmakta, çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir.
Cinsiyet temelli ayrımcılığın önlenmesi amacıyla uluslararası örgütler pek çok düzenleme yapmıştır. Türkiye’de kadın işçileri korumaya yönelik ilk düzenleme ise 24.04.1930 tarih 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapılmıştır. Daha sonra 03.06.1936 tarihve 3008 sayılı İş Kanunu’ndan itibaren tüm iş kanunlarında kadın işçileri korumaya yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Türkiye’de hâlen çalışma yaşamında kadınların korumasına yönelik çok sayıda kanun ve yönetmelikte düzenleme bulunmaktadır. Ancak kadın işçilerin çalışma yaşamında korunması ile ilgili en ayrıntılı düzenleme 22.05.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer almaktadır. Türkiye’de kadınların çalışma yaşamında korunmasına yönelik mevzuat açısından önemli ilerlemeler sağlanmasına karşılık, kadınların işgücüne katılım oranının düşük olmasında; din, gelenekler, kadının eğitim düzeyi, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, ailenin ekonomik durumu ve işyerlerindeki ayrımcılık önemli rol oynamaktadır.
ÇOCUKLAR – GENÇLER
Çocuk ve gençlerin işçi statüsünde çalışma yaşamına girişleri Sanayi Devrimi ile birliktebaşlamıştır. ILO 138 sayılı İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’nde en az çalıştırılma yaşı 15 olarak kabul edilmiş, ülkelere belli koşulların varlığı halinde en az çalıştırılma yaşını bu yaşın altında belirleyebilmeleri konusunda esneklik tanınmıştır. Bu dönemde çocuklar ve gençler kadınlar gibi dokuma fabrikaları ve maden ocaklarında çok kötü koşullarda, çok düşük ücretle, çok uzun süre, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu durum tepkilere neden olmuş, İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerde çocuk ve gençleri korumaya yönelik hukuki düzenlenmeler yapılmıştır. Uluslararası alanda da ilk olarak 1890 Berlin Konferansı’nda çocukların çalıştırılma yaşı, çalışma süreleri ve iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin dilek niteliğinde kararlar alınmıştır.
ILO günümüze kadar çocukların ve gençlerin korunması ile ilgili çok sayıda sözleşme ve tavsiye kabul etmiştir.
Sözleşmeler;
* en az çalıştırma yaşı,
* çalışma koşulları,
* sağlık muayeneleri,
* sağlık ve güvenlik,
* gece ve yer altı çalışması ile mesleki eğitim konularında çocukları ve gençleri koruyucu düzenlemeler getirmektedir.
Örgüt 1992 yılında da çocuk işçiliği ile mücadele etmek amacıyla “Çocuk Çalıştırılmasının Ortadan Kaldırılması Uluslararası Projesi’ni (IPEC)” başlatmıştır. Projenin uzun vadeli hedefi; çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak, kısa ve orta vadeli hedefi ise çocukların korunması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Proje; projeye katılan ülkelerde kamu ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülmektedir. Proje; vergi çalışmaları, kalkındırma, hukuki reform, farkındalık yaratma, sosyal mobilizasyon, çocukların tehlikeli işlerden korunması, bu işlerden çıkarılması, rehabilite edilmesi, çocuk işçilerin aileleri için alternatifler yaratılması faaliyetlerini içermektedir. Türkiye’de ise çocukların çalışma yaşamında korunması ile ilgili ilk düzenleme 151 sayılı Kanun’la 1921 yılında yapılmıştır.
YAŞLILAR
Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmekte, iklim, çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını engellemektedir. Ayrıca yaşlıları tanımlamak için kullanılan terimler birbirinden farklılık göstermektedir.
Terminolojide yaşlılar için
*yaşlı kişiler, *ileri yaştakiler, *üçüncü çağ, yaşlananlar, *80 yaş üstündekiler için dördüncü çağ gibi kavramlar kullanılmaktadır.
Yaşlılık; biyolojik, fizyolojik, fonksiyonel, kronolojik, sosyal ve duygusal yaşlılık olarak sınıflandırılabilmekte ancak kişinin doğumundan itibaren geçen zamana göre bir yıllık birimler esas alınarak belirlenen kronolojik yaşlılık kavramı yaşlılığın tanımlanmasında daha fazla kullanılmaktadır. Çalışma ekonomisi alanında 65 yaş yaşlılığın başlangıcı olarak genel kabul görmektedir. Geçmişi oldukça yeni olan yaşlılara yönelik sosyal politikaların oluşturulmasında; yaşlıların dünya nüfusu içinde oranının artması, geleneksel aile yapısından, çekirdek veya tek ebeveynli aile yapısına geçiş ile birlikte ortaya çıkan yaşlıların bakım sorunu, sosyal devlet anlayışı, insani nedenler, nüfusun yaşlanması ile birlikte kamunun tasarruf oranının düşmesi, sağlık ve emeklilik ödemelerinin özellikle gelişmiş ülkelerde önemli ölçüde artması sonucu sosyal güvenlik sistemlerinin içine düştüğü durum, işgücü arzının azalması riski ve yaşlı bağımlılık oranındaki artış önemli rol oynamaktadır.Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası belgeler diğer dezavantajlı gruplara göre sınırlıdır. Yaşlılarla ilgili önemli uluslararası belgeler arasında BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, Yaşlılık İlkeleri, Avrupa Konseyi’nin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 25. maddesi sayılabilir.
Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar arasında; yaşlılık sigortası, sosyal güvenlik garantisi olmayan veya gelir yetersizliği nedeniyle yoksul duruma düşen belli bir yaşın üzerindeki yaşlılara bu durumları devam ettiği sürece sürekli gelir veya aylık bağlanması, yaşlılara temel gereksinimlerini karşılamak üzere sürekli olmayan parasal yardım veya ayni yardımlar yapılması, muhtaç durumda olan yaşlılara başta sağlık hizmeti olmak üzere sosyal hizmetler sunulması sayılabilir. Yaşlılara sunulan sosyal hizmetler arasında kurumsal bakım hizmetleri büyük önem taşımaktadır.
Kurumsal bakım hizmetleri;
a) Huzurevi,
b) Yaşlı bakımevi,
c) Sokak yaşlıları
d) Yardım evi
e) Yaşlı apartmanları
f) Yaşlı köyleri gibi kurumlar aracılığıyla verilmektedir.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde kurumsal bakım hizmetlerinin yaşlılar üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bu hizmetlerin yanında evde bakım hizmetlerine ağırlık verilmeye başlanmıştır. Evde bakım hizmetleri kapsamına evde yardım, evde takip hizmetleri, ev sağlık hizmetleri, süreli bakım, evlere yemek servisi, evlere bakım onarım hizmetleri gibi hizmetler girmektedir. Gelişmiş ülkelerde yaşlılara yönelik sosyal politikalar, yaşlıların ve ailelerinin yaşam kalitelerinin arttırılması ile kişilerin sağlıklı ve başarılı yaşlanarak toplumsal yaşama daha aktif şekilde katılmalarının sağlanması amacına yöneliktir.
Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. 1982 Anayasası’nın 61.maddesinde yaşlıların korunması ile ilgili “yaşlılar, devletçe korunur. Yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir. Bu amaçla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar ve kurdurur” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Farklı dezavantajlı gruplara yönelik çeşitli kanunlarda düzenlenen sosyal hizmetler 24.05.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ile bir araya getirilmiştir. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 03.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. Yaşlı ve özürlülerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. 2828 sayılı Kanun’un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaşlılara yönelik kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde yaşlılara yönelik kurumsal bakım;
a) Huzurevi b) Yaşlı bakım c) Rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır.
ÖZÜRLÜLER
BM verilerine göre özürlüler dünya nüfusunun %10’unu oluşturmakta, özürlülerin %80’ini gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Ancak dezavantajlı gruplar içinde en büyük gruplardan biri olan özürlülere yönelik sosyal politikaların oluşturulması oldukça zaman almış, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özürlülere yönelik sosyal politikalar gelişmiş ülkelerde gündeme gelmeye başlamıştır.
İşverenlerin özürlü istihdamını sağlamak amacıyla da kanunlarla belli sayıda işçi çalıştıran işverenlere,
• Belli sayı veya oranda işçi çalıştırma zorunluluğu getirilmesi (kota sistemi),
• Bazı iş ve mesleklerin ülke çapında sadece özürlülere ayrılması (tahsis yöntemi),
• Bazı iş ve mesleklerin kanunlarla belirlenen işyerleri, çalışma kolu veya mevkileri için özürlülere tahsis edilmesi (sınırlı tahsis yöntemi),
• Özürlülere işe girmekte öncelik ve tercih olanağı verilmesi ( öncelik ve tercihlerin tahsisi yöntemi),
• İşverenlerin işçi talepleri ile boş işlerini zorunlu olarak bir kuruma bildirmeleri ve kurumun bu talep ve boş işler doğrultusunda özürlüleri işe yerleştirmesi,
• Özürlü işçi çalıştıran işverenlere tazminat ödenmesi,
• Vergi muafiyeti getirilmesi
• Evde çalışma – tele çalışma gibi çalışma yöntemlerinin teşvik edilmesi söz konusudur.
Türkiye’de özürlülere yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. Özürlü çalıştırılma zorunluluğu ilk olarak 20.04.1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile getirilmiştir.4857 sayılı İş Kanunu’nda da özürlülerin istihdamı ile ilgili olarak 30.maddede düzenleme yapılmıştır. 30. maddeye göre ‘’ 50 ‘’ veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektör işyerlerinde %3, kamu işyerlerinde %4 özürlü çalıştırılması zorunlu olup, işverenler çalıştırmak zorunda oldukları özürlüleri Türkiye İş Kurumu (İş-KUR) aracılığıyla sağlayacaklardır.
ESKİ HÜKÜMLÜLER
Eski hükümlü, genel olarak işlemiş olduğu herhangi bir suçtan dolayı hakkında mahkûmiyet kararı kesinleşerek hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olduktan sonra cezasını tamamlayarak, cezaevinden çıkan ve hükümlülük niteliği ortadan kalkan kişi olarak tanımlanabilir. Eski hükümlülerin en önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. Eski hükümlülerin iş bulmaları çoğunlukla bu kişiler yeterli vasfa sahip olmadıkları için oldukça güçtür. Eski hükümlülerin çalıştırılması zorunluluğu sadece kamu sektörü için geçerlidir. Ancak eski hükümlülerin iş piyasası için gerekli vasfa sahip olmaları hâlinde bile toplumun ve işverenlerin önyargıları nedeniyle iş bulmaları oldukça güçtür. Bu nedenle özürlüler gibi eski hükümlüler için de kanunlarla ‘’ KOTA ‘’ sistemi veya işverenleri eski hükümlü çalıştırmaya özendirici tedbirler getirilmekte, kendi işlerini kurmaları için parasal, ayni ve teknik destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de eski hükümlülere vasıf kazandırmaya yönelik eğitim programları ileonların çalışma yaşamında korunmaları ile ilgili düzenlemeler henüz yetersizdir.Hâlen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesinde sadece kamu sektörü için %2 oranında eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu (kota) getirilmekte, kamu işverenlerinin çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri İŞKUR aracılığıyla sağlamaları öngörülmektedir.
GÖÇMENLER
BM kendi vatandaşı olduğu ülkeden başka bir ülkede bir yıl veya daha fazla süre kalan kişileri göçmen olarak kabul etmektedir. Göçmen işçi kavramı konusunda da uluslararası belgelerde genel kabul görmüş bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası belgelerde kaçak göçmen işçileri ve ailelerini de içine alan göçmen işçilerle ilgili en geniş kapsamlı tanım BM’nin Tüm Göçmen İşçilerin ve Ailelerinin Haklarının Korunmasına Dair Sözleşme’de yer almaktadır. Uluslararası göçün geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihin her döneminde insanlar ekonomik, siyasi, demografik veya coğrafik nedenlerle bir ülkeden diğerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde bu göç dalgası bütün hızı ile devam etmektedir. 2050 yılında göçmen sayısının 230 milyona çıkacağı, dünya nüfusunun %2,6’sının göçmenlerden oluşacağı tahmin edilmektedir. Türk hukukunda bağımlı ve bağımsız statüde yabancıların (göçmen işçi) Türkiye’de çalışabilmeleri 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun (YÇIHK) uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu ikili veya çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe çalışma izni alma şartına bağlanmıştır.
Aöf Sosyal Politika Dersi 8.Ünite Ders Notları
KÜRESELLEŞME
Bugünlerde daha az kullanılmakla birlikte, küreselleşme terimi 1980’leri takip eden 20 yıllık dönemde uluslararası düzeyde meydana gelen bütün iktisadi, sosyal, siyasi ve kültürel gelişmeleri izah etmek için referans olarak kullanılan bir “fenomen” hâline gelmiştir.
Politikacıdan akademisyene, iş adamından sendikacıya herkesin kendi dünyası ile ilgili bütün olaylarda “sebepleri” veya “sonuçları” açıklamak için küreselleşmeyi referans olarak kullanmaya başlaması küreselleşmeyi;karmaşık, sınırları çizilmesi güç ve anlaşılması zor bir terim hâline getirmiştir.
Bir görüşe göre “bütün iyiliklerin”, bir başka görüşe göre de “bütün olumsuzlukların” kaynağı olarak gösterilmesi ve karşıt görüşler arasında keskin yaklaşım farklılıkları olması küreselleşmenin anlaşılmasını güçleştiren bir başka unsur olmuştur.
Ancak, şurası da bir gerçek ki küreselleşme;
• “lehinde veya aleyhinde”;
• “karşıt” veya “taraftar”;
• “olumlu veya olumsuz değerlendiren” herkesin göz ardı edemeyeceği, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir olgu, bir süreçtir.
Küreselleşme Nedir?
Bitirme ödevi hazırlayan öğrenciden, Doktora tezi hazırlayan akademisyene, Yerel seçimleri kazanmak isteyen politikacıdan Uluslararası ilişkilerde taraf bir devlet adamına kadar herkesin küreselleşmeyi referans terim olarak kullanılması, Herkesin kabul ettiği, ortak bir tanımının da olduğu anlamına gelmemektedir. Bu da sebepsiz değildir. Çünkü:
• Küreselleşme iktisadi alanda ortaya çıkan bir olgu olarak başlamakla birlikte zaman içinde sosyal, politik ve kültürel boyutu ile öne çıkmıştır.
• Küreselleşmenin politik ve kültürel boyutu, küreselleşme ile ilgili ideolojik görüş farklılıklarına yol açmıştır.
• Dünyanın neresinde olursa olsun, gelişme seviyesi ve siyasi rejimi ne olursa olsun, zengin-fakir, büyük-küçük bütün ülkeleri yakından ilgilendiren bir öneme sahip olmuştur.
Küreselleşmenin, ulus devlet temelli olarak kurulan “mevcut dünya sistemini”, köklü şekilde değiştirecek bir süreç olması, bu değişim ve sonuçta gerçekleşecek dönüşüm sonunda “kazanan ve kaybedenlerin” kimler (toplumlar-ülkeler) olacağı konusundaki belirsizlik de küreselleşmeye yönelik algıları ve beklentileri etkilemektedir.
!!! İngilizce global (küresel) kelimesinden türetilen küreselleşme (globalisation), “dünya çapında, herkesi ilgilendiren, evrensel, bütünle ilgili” bir değişim-dönüşüm sürecini ifade etmek için kullanılmaktadır.
Küreselleşme; iktisadi, sosyal ve siyasi hayatın bütün aktörlerinin 1980’ler sonrası dönemde yaşadıkları sorunlarıngerekçelendirilmesinden, gelecek dönem projeksiyonlarının yapılmasına kadar kendilerini ilgilendiren bütün alanlarda sebep, sonuç veya belirleyici faktör olarak dikkate aldıkları bir referans olmuştur.
İktisadi alanda ortaya çıkan gelişmeleri ifade etmek için kullanılan küreselleşmenin zaman içinde sosyal, politik ve kültürel boyut kazanması, çok farklı kişilerin çok farklı süreçleri açıklamak için küreselleşmeyi belirleyici değişken olarak kullanması herkes tarafından paylaşılan ortak bir tanım yapma imkânını ortadan kaldırmıştır.
Küreselleşmenin bütününü ve farklı yönlerini görebilmek için farklı kesim ve kişilerce yapılan ve değişik bakış açılarını yansıtan küreselleşme tanımları ayrı ayrı verilecektir. Bu tanımlardan sıklıkla rastlananları şunlardır:
• Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılarından global bütünleşmenin, entegresyon ve dayanışmanın artması anlamındadır. Sosyal bilimlerin her alanında çok yaygın olarak kullanılan bir terim olarak, bir durumu açıklamaktan ziyade bir akım veya zihniyeti ifade etmek için kullanılmaktadır.
• Küreselleşme, insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılığın artmasıdır. Ancak bu yalnızca ekonomik açıdan değil, kültürün, teknolojinin ve yönetimin global düzeyde bütünleşme sürecidir.• Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alandaki değişimi ifade etmek için kullanılan “sihirli” bir sözcük, parolaya dönüşmüş moda bir deyimdir.
• Genel anlamda küreselleşme; özellikle bilginin, haberleşmenin, kültürel etkileşimin, sermayenin ulusal sınırları aşıp uluslar üstü nitelik kazandığı; ekonomi, kültür, siyaset, yönetişim vb. birçok düzeyde ülkeler arasındaki bağımlılığın arttığı bir süreci yansıtır.• Küreselleşme, sadece ya da öncelikle ülkelerin ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılıkları anlamına gelmemekte, içinde yanılan dönemde zaman ve mekânın dönüşümü anlamına gelmekte, mekân olarak uzakta meydana gelen olayların bu olaylarla ilgisi olmayan kişileri doğrudan ve anında etkilemesidir.
• Küreselleşme; uluslararası mal ve hizmet ticaretinin artması, doğrudan yabancı yatırım ve kısa dönemli sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, çok uluslu işletmelerin oynadıkları rolün değişmesi, üretim ağlarının uluslararası çapta yeniden organizasyonu, teknolojik yeniliklerin, özellikle bilgi teknolojisinin ivme kazanması ve yaygınlaşması, kuralsızlaştırmanın benimsenmesi ile dünya ekonomisinin bütünleşmesi süreci olarak tanımlanabilir.
• Bir fenomen olarak küreselleşme; uzun süreçli ancak başlangıcı olmayan fakat teolojik de olmayan, düzen ve düzensizlik, iş birliği ve mücadele, bütünlük ve ayrılık üreten güçlerin son derece karmaşık bir etkileşimidir.
• Küreselleşme, küresel bağlılıkların genişlemesi, sosyal hayatın küresel ölçekte organizasyonu, küresel bilinç ve duyarlılıktaki artışa bağlı olarak bütün dünyanın bütünleşme sürecidir.
• Küreselleşme, bugün kimsenin yok varsayamayacağı bir gerçeklik olarak geleceğe yönelik bütün okumalara yön veren bir süreçtir. Hiç kimsenin tam olarak anlamadığı ancak herkesin etkilerini üzerinde hissettiği yeni bir düzenin adıdır. Küreselleşme, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği, çelişkili ve birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir.
• Sanayi kapitalizminin yükselişiyle yaşanan kitlesel değişimler ve bu değişimlere bağlı olarak yaşanan dönüşüm sürecidir. Batı’nın sınırsızlaşması (ulus devletin çöküşü) ve Brezilyalaşması (kayıt dışı emek piyasalarının yükselişi) gibi dönüşümleri içerir.
Küreselleşme bir uluslararasılaşma süreci olarak değerlendirildiği için özellikle küresel ölçekte ekonomik sistemi düzenlemekle görevli IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların küreselleşme sürecini yönettiği ve yönlendirdiği görüşü yaygın bir kabul görmektedir. Bu kuruluşlar, bir yandan küreselleşme sürecinin doğuşuna yol açan, diğer yandan da sürecin devamlılığını sağlamaya yönelik yeni düzenin alt yapısını oluşturan kuruluşlar olarak süreç içinde rol almışlardır.
Bu bakımdan bu kuruluşların küreselleşme ile ilgili yaklaşım ve algıları süreci anlamak için önemlidir.
• Dünya Bankasına (World Bank-WB) göre küreselleşme, insanlık tarihinin kaçınılmaz olarak yaşanacak bir safhasıdır. Dünya çapında ekonomilerin ve toplumların bütünleşme sürecini ifade eder. Küreselleşme yalnızca bir mal ve hizmet ticareti artışı değildir. Haberleşme teknolojisi ve bilgi paylaşımı ile bilgi, enformasyon ve kültürün de bütünleşmesi sürecidir.
• Uluslararası Para Fonu (‹nternational Monetary Fund-IMF), küreselleşmeyi; gelişme seviyesi ve siyasi sistemi ne olursa olsun bütün ülkelerin vatandaşlarına daha yüksek bir hayat standardı sağlamak için (refah seviyelerini artırmak için) gerçekleştirmek zorunda oldukları istikrarlı bir ekonomik büyüme hedefini birlikte gerçekleştirme sürecidir. Kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların karşılanması hedefinin gerçekleştirilmesi için en uygun yoldur.
Ancak yine IMF’ye göre geniş anlamda küreselleşme: Ekonomik göstergelerle ilgili değişimin yanı sıra küreselleşmenin kültürel, siyasal ve çevre ile ilgili boyutlarını da kapsamaktadır.
• Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü (OECD) küreselleşmeyi; mal ve hizmet piyasaları ile birlikte mali piyasaların da bütünleştiği, ulusal ekonomilerin birbirlerine bağımlılıklarının arttığı çok yönlü bir ekonomik bütünleşme sürecidir.
• Birleşmiş Milletlere (United Nations-UN) göre küreselleşme; küresel bütünleşmenin ve karşılıklı bağımlılığın artmasıdır ve iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları olan çok yönlü bir olgudur. Süreç; diğer gelişmelerin yanı sıra yeni sosyal ve politik hareketlerin doğuşu anlamına da gelmektedir.
• Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), kurum olarak sosyal alana yönelik etkilerini öne çıkararak küreselleşmenin ileri sürülen olumlu sonuçlar yanında toplumlar ve ülkeler arası eşitsizlikleri artıran,sosyal sorunlar› derinleştiren etkileri de olan bir süreç olarak tanımlamıştır.
ILO’ya göre küreselleşmeden beklenen olumlu sonuçların alınması sürece müdahale edilerek iyi yönetilmesi ile mümkün olacaktır. Küreselleşme, kendiliğinden olumlu sonuçlar doğuracak bir süreç değildir.
!!! ILO, küreselleşmenin toplumlar ve ülkeler arası eşitsizlikleri artırdığını ancak sürece karşı çıkmak yerine sürece müdahale edilerek olumsuz sonuçlarını giderecek bir yönlendirmenin yapılabileceğini savunmaktadır.
Yukarıda verilen çok sayıda tanım birlikte dikkate alındığı zaman küreselleşme terim olarak herkes için aynı anlamı ifade eden “tarafsız-nötr” bir terim değildir.Bir yaklaşıma göre herkese zenginlik ve barış içinde bir dünya vaat ederken bir diğer yaklaşıma göre çok uluslu şirketlerin bütün kaynakları kontrol altına aldıkları ürkütücü bir düzeni ifade etmektedir.
Bugün gelinen noktada küreselleşme hâlâ çok yönlü tartışmaların konusudur ve “hastalıklı-ayıplı” bir kavram olmaktan kurtulamamıştır.
Küreselleşmenin Doğuşu ve Gelişimi
Küreselleşmenin ortaya çıkışını açıklamaya yönelik görüşleri iki ana grupta toplamak mümkündür.
Daha az taraftar bulunan ilk görüş taraftarları homojen olmayıp, kendi içinde küreselleşmeyi toplumlar ve ülkeler arası ilişkilerin başladığı en eski zaman dilimlerinden başlatanlar yanında farklı dönemleri başlangıç tarihi olarak alanlar da vardır.
Küreselleşmeyi; 15. yüzyılda Colomb ve De Gama’nın keşiflerini takip eden dönemde yeni dünyaya artan mal ticaretini esas alanlar yanında Sanayi Devrimi ve bunu takip eden 19. yüzyıldaki sömürge anlayışına uygun ticaret artışının gerçekleştiği dönemi başlangıç olarak alanlar da vardır.
Bu görüş içinde daha yaygın olan görüşe göre küreselleşme 19. yüzyılın son çeyreği ile Birinci Dünya Savaşı öncesidönemler arasındaki 50 yıllık sürede ortaya çıkan hızlı üretim ve ticaret artışına bağlı gelişmelerin sonucudur.
Bütün bu görüşler, bir yandan haberleşmedeki hızlanma (kıtalararası telgraf ağı kurulması), diğer yandan özellikle buharlı gemilerin mal taşımacılığındaki kullanımının artışının etkilerini esas almışlardır. Küreselleşmenin başlangıcı konusunda bu görüşleri zayıflatan unsur, mal ticaretindeki artışın dönemsel kalması, savaş ve kriz dönemlerinde ortaya çıkan engeller ve kısıtlamalar dolayısıyla duracak noktaya gelmesidir. Yani süreklilik arzetmemesidir.
!!! 1980’ler sonrası dönemde iktisadi faktörlerin yanı sıra soğuk savaş döneminin sona ermesi, İki Bloklu dünyadan tek bloklu dünyaya geçiş ve Doğu Blok’unda yer alan ülkelerin Batı ile bütünleşme çabaları da vardır.
Daha fazla taraftar bulan ikinci görüşe göre küreselleşme 1980’li yıllarda başlamıştır. Ancak, 1980’li yıllarda başlayan küreselleşme sürecinin gerisinde;
• İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yaşanan hızlı ve sürekli ekonomik büyümenin sağladığı üretim artışı,
• 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizi takip eden dönemde başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere gibi ülkelerde iktidar olan yeni sağ ve takip ettikleri neoliberal ekonomik politikalar,
• Haberleşme teknolojisindeki hızlı gelişme, televizyon yayıncılığının artışı ve İnternet kullanımının yaygınlaşması,
• Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve Doğu Bloku ülkelerinin “geçiş ekonomileri” anlayışı ile Batı ile bütünleşme faaliyetlerini hızlandırması,
• Ulus devletlerin mal ve hizmet ticaretini engelleyen veya sınırlayan kurallarının yerine uluslar üstü kuralların hakim kılınması,
• Gelişme ve büyüme isteğinin ulus devletleri yabancı sermaye yatırımlarını ülkelerine çekmek için takip ettikleri serbestleşme politikaları,
• Haberleşme teknolojisindeki gelişmenin uluslararası bankacılık ve finans işlemlerini kolaylaştırması, piyasalar› bütünleştirmesi,
• İktisadi hayattaki serbestleşmeyi takip eden sosyal ve kültürel hayattaki serbestleşmenin toplumlar arası ve ülkeler arası bilgi-enformasyon hareketliliğini artırması,
• Avrupa Birliği gibi bölgesel bütünleşme hareketlerinin uluslar üstü ortak kurallar belirleme geleneğini güçlendirmesi,
• Güneydoğu Asya ülkelerinin hızlı kalkınma çabaları,
• Hong Kong’un Çin’e devri ve Çin’in uluslararası ekonomiye entegre olmasına yönelik ideolojik yaklaşım değişikliğigibi çok sayıda ve birbiri ile iç içe geçmiş, birbirini hızlandıran faktörlerle gerçekleşmiştir.
Bir bakıma, yukarıda sayılan faktörler küreselleşmenin alt yapısını oluşturmuştur.Bu görüş taraftarları, ilk görüşten farklı olarak küreselleşmeyi yalnızca mal ve hizmet ticareti artışına bağlı “kantitatif-sayıal” bir değişim olarak görmemekte politik, sosyal ve kültürel boyutuna da vurgu yapmaktadırlar. Bu dönem, önceki dönemlerden farklı olarak üretimin bir ülkede gerçekleştirildiği diğerlerine ticaret yolu ile transfer edildiği bir dönem değildir.Küreselleşmeyi 1980’li yıllarda başlatan görüş taraftarlarına göre, küreselleşme piyasa faktörlerinin etkisi ile kendiliğinden, doğal bir süreç sonucunda ortaya çıkmamıştır. Teknolojik alandaki gelişmelerin mal ve hizmet ticareti ile sermaye hareketlerini uluslararasılaştıran etkisi ve uluslararası rekabeti teşvik eden “açık pazar” politikaları ile küreselleşmeyi tetiklemiştir.
IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşların uluslararası yeni bir ekonomik-sosyal düzen oluşturma konusundaki çabalarının da küreselleşme sürecinin seyrine önemli katkısı olmuştur.
Farklı Yaklaşımlara Göre Küreselleşme
Literatürde, çok benimsenen kabule göre küreselleşme ile ilgili yaklaşımlar 3 ana başlıkta toplanmıştır:
• Aşırı Küreselleşmeciler,• Şüpheciler,• Dönüşümcüler.
Aşırı küreselleşmecilere göre; küreselleşme geleneksel kavramlarla açıklanamayan “yeni bir çağın” adıdır.
• Dönemin belirgin özellikleri; mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin daha önce hiçbir dönemde gerçekleşmeyen ölçüde hem hacim olarak artması hem de bütün dünya ülkelerini kapsayacak şekilde bir ağ oluşturması;
• Ulus devletin önemini kaybetmesi ve bilgi-enformasyon teknolojisindeki gelişme ile haberleşme ve ulaşımın hızlanması olarak dikkat çekmektedir.
Ulus devlet önemini kaybederken, uluslararası mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin sürekliliğini ve istikrarını sağlayacak “piyasa düzenleyici” kuralların uluslararası örgütler tarafından belirlenmesi; ekonomik hayatla ilgili piyasa kurallarına yönelik ulusal hukukun yerini uluslararası hukukun alması yönünde bir değişim yaşanmıştır.
Kısaca, ulus devlet ekonomik hayatla ilgili yetki ve otorite alanlarının önemli bir kısmını uluslararası hukuka bırakmakla kalmamış, kendi ulusal kurallarını da bu hukuka uygun olarak düzenlemeye başlamıştır.
Ancak aşırı küreselleşmeci grup içinde küreselleşme sürecine olumlu yaklaşan ve sürecin herkesin refahını artıracağını ileri sürenlerin (destekleyenler-olumlular) yanında, bu yeni düzenin “herkes için değil, elit bir azınlığın” yararına olduğunu iddia edenler de (karşıtlar) vardır.
Şüpheciler, Küreselleşme sürecine temkinli yaklaşırlar.
• Ekonomik boyutu üzerinde yoğunlaşmakta ve bu açıdan sürecin yeni değil, Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemle benzerlik gösterdiğini ileri sürmektedirler.
• Bu görüş taraftarlarına göre, 1890-1914 yılları arasındaki dönemde dünya, bugün olduğundan daha açık ve bütünleşmiş bir ekonomik yapıya sahipti.
• Şüphecilere göre küreselleşme ekonomik bakımdan bütün ülkeleri kapsayan dünya çapında bütünleştirici bir sonuç doğurmamıştır.
• Ekonomik faaliyetler belirli ülkeler ve ülke gruplarından oluşan bölgelerde yoğunlaşmıştır.
• Nitekim dünya ekonomisinin % 80’ine 33 üyesi bulunan OECD ülkeleri hakimdir.
• Küreselleşme sürecinin başta gelen aktörlerinden AB, küresel değil bölgesel bir bütünleşmeyi temsil etmektedir.
• Şüphecilerin küreselleşme sürecine yönelik eleştirel görüşlerinin kaynağını, sürecin ülkeler arasında olduğu kadar ülkelerde de toplumsal sınıflar arasında eşitsizlikleri artırmasıdır.
• Küreselleşme, olumsuz sosyal sonuçlar yaratmanın yanı sıra ulus devlet ve ulus devletin geliştirdiği sosyal devleti de zayıflatmaktadır.
• Sosyal devletin zayıflaması sürece ideolojik bir boyut kazandırmaktadır.
Dönüşümcüler, Küreselleşme sürecine daha çok taraflı ve dengeli bir bakış açısına sahiptirler.
• Küreselleşmeyi nimetleri ve külfetleri;
• Fırsatları ve tehditleri ve nihayet olumlu ve olumsuz sonuçları ile birlikte değerlendirmek gerektiğini ileri sürmektedirler.
• Küreselleşmeye, kaçınılmaz teslim olunması gereken bir süreç olarak değil,
• Ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçların giderilebilmesi için müdahale edilmesi,
• Yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken bir süreç olarak bakmaktadırlar.
• Küreselleşmeyi yalnızca mal, hizmet ve sermaye hareketlerindeki istatistiki büyüklüklerle değil, insani boyutları ile de değerlendirmek gerekir.
• Ulus devleti ve sosyal devletin ortadan kaldırılmasını değil, ulus devletin küreselleşme sürecinin dinamiklerine daha iyi cevap verecek ve sorunlarını çözebilecek yeni bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Küreselleşme yaklaşımlarını taraftarlarının dünya görüşlerinden hareketle açıklamak gerekirse;
• Aşırı küreselcilerin neoliberal ve Marksist görüş taraflarınca temsil edildiği;
• Şüpheciler tarafında piyasa mekanizmasına karşı çıkan sol görüş taraftarları ile ulus devlete önem veren milliyetçi/sağ eğilimlilerin yer aldığı;
• Üçüncü grupta yer alan dönüşümcülerin ise “reel-politik”e yakın duran uygulamacılar ve entelektüellerden oluştuğu dikkat çekmektedir.
Küreselleşmenin Göstergeleri
Ticaret ve yatırım politikalarının serbestleşmesi, teknolojik yeniliklere bağlı olarak haberleşme ve ulaşım masraflarının düşmesi, girişimcilik ve yeni küresel sosyal ağların itici gücü ile derinleşen küreselleşmenin temel göstergeleri(unsurları) konu ile ilgili yayımların çoğunda;
• Uluslararası mal ve hizmet ticaretinin artması,
• Uluslararası sermaye hareketleri ve yatırımların artışı,
• Haberleşme ve ulaşım maliyetlerinin düşmesi ve iletişimin artışı,
• Çok uluslu şirketlerin büyümesi olarak gösterilmektedir.
Bu faktörler dışında
• Ulus devletin dönüşümü,
• Yeni sosyal ağlar,
• Küresel üretim zinciri,
• Kuralsızlaştırma;
• İşgücü hareketliliği,
• İstihdamın değişen yapısı,
• Bilgi toplumu gibi unsurlar da küreselleşme sürecini açıklamak için kullanılan diğer bazı unsurları oluşturmaktadır.
Uluslararası Mal ve Hizmet Ticaretinin Artması
Küreselleşmenin en somut göstergesi, ülkeler arasındaki mal ve hizmet ticaretindeki artıştır. Artışı ölçmek için kullanılan uluslararası mal ve hizmet ticareti hacminin gayrisafi millî gelire (millî gelir) oranındaki değişmedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası ticareti engelleyen ve sınırlayan yüksek gümrük tarifeleri ve yasaklar, Savaş sonrası dönemde 1947 yılında kurulan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Antlaşması (GATT) ile başlayan süreçte OECD’nin katkıları ile büyük ölçüde kaldırılmıştır.
Küreselleşme yalnızca mal ve hizmet ticaretinin miktarını artırmakla kalmamış zaman içinde ülkeler ve bölgeler bakımından yön ve içeriğini de değiştirmiştir.
Nitekim Uluslararası mal ticareti İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde sanayileşmemiş ülkelerden sanayileşmiş Avrupa ülkelerine doğru ham madde ticareti ağırlıklı iken, Savaş sonrası dönemde ABD’ne doğru yön değiştirmiştir.
Esas küreselleşmenin başladığı 1980’ler sonrası ise Japonya başta olmak üzere Uzak Doğu ve nihayet Çin merkezli Doğu Asya ülkelerine doğru kaymıştır.
Uluslararası ticaret başlangıçta mal ticareti ağırlıklı iken özellikle 1990’lı yıllardan sonra yeni dönem küreselleşmenin de belirgin özelliği olarak hizmet ticareti daha hızlı artmıştır.
ÖNEMLİ: Küreselleşme, mal ve hizmet ticaretinin uluslararasılaşması ve artışı olarak iki ayaklı bir süreç olarak açıklanmasına rağmen, sürecin hizmet ticaretine yönelik ayağı daha zayıf kalmıştır.
Uluslararası mal ve hizmet ticareti ile ilgili bazı rakamlar vermek gerekirse; dünya mal ticaretinin GSMH’ye oranı, 1890-1990 arasındaki yüzyıllık dönemde iki kattan daha fazla artarak % 6’lardan % 13’lere çıkmıştır.
Dünya mal ticareti artışından bütün ülkeler için dengeli şekilde pay almamış yeni dünya düzeninde oluşan 3 büyük bölgesel kutup (Batı Avrupa-AB; Kuzey Amerika ve Doğu Asya Ülkeleri) etrafında yoğunlaşmıştır.
Hizmet ihracat ve ithalatı bakımından lider ülke ABD’dir Hizmet ihracatı bakımından İngiltere ikinci, ithalatı bakımından ise Almanya’dan sonra 3. sırada yer almaktadır.
ABD ve İngiltere’yi Almanya ve Japonya takip etmiştir. OECD üyesi olmayan Çin, Rusya ve Hindistan dünya hizmet ticaretinde giderek artan bir pay ve öneme sahip olmaktadırlar.
Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Yatırımların Artışı
Son 20 yıllık dönemde küreselleşme ile ilgili en dikkat çekici gelişmeler uluslararası finansal piyasalarda yaşanmıştır.Uluslararası sermaye 1980’li yıllarda yaşanan krizden sonra nitelik değiştirerek doğrudan yabancı yatırımlara doğru kaymıştır. Küreselleşme sürecinde mal ve hizmet ticareti ile sermaye hareketleri bakımından bir karşılaştırma yapıldığı zaman, Bretton Woods sistemi ile ikinci Dünya sonrası 1950-70 arasındaki 20 yıllık dönemde mal ve hizmet ticareti büyük ölçüde serbestleştirilirken ulus devletin hükümranlık haklarının korunması endişesiyle finansal piyasalar bu serbestleşme politikasının gündemi dışında kalmıştır.
1973 yılında Bretton Woods sisteminin kırılması ile başlayan finansal serbestleşme 1980’li yıllardan itibaren sanayileşmiş ülkelerin kendi içindeki sermaye hareketlerini hızlandırmış, bu ülkeleri diğer gelişmekte olan ülkeler takip etmiştir. Bu gelişme de küreselleşmenin ikinci ayağını oluşturmuştur. Hareketleri küreselleşmenin diğer ikinci önemli ayağını oluşturmuştur.
Haberleşme ve Ulaşım Maliyetlerinin Düşmesi ve İşletişimin Artışı
Küreselleşmeyi 1980’li yıllarda başlatan yaklaşımın temel gerekçelerinden biri, daha önceki dönemlerden farklı olarak teknolojik gelişmeye bağlı olarak ulaşım ve haberleşme maliyetlerindeki hızlı düşüştür. Bu maliyet düşüşü küreselleşmenin temelini oluşturan rasyonel düşünceye uygun olarak küreselleşme sürecini hızlandıran itici güç olmuştur.
Haberleşme süresinin kısalması ve maliyet düşüşü bilgi transferini hızlandırdığı ölçüde ticaretin de bütünleşmesini kolaylaştırmaktadır. Bazı örnekler vermek gerekirse; New York-Londra hattında 3 dakikalık konuşma 1920 yılında 300 dolar iken 1990 yılında 1 doların altına düşmüştür. Bir tonluk deniz taşımacılığının maliyeti 1920 yılında 90 dolar civarında iken 1990 yılında 30 doların altına düşmüştür.
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler küreselleşmeyi etkilerken, küreselleşmenin kendisi de bu iki alandaki teknolojik gelişmeyi etkilemekte, karşılıklı bir etkileşim söz konusu olmaktadır.
Çok Uluslu İşletmelerin Büyümesi
Çok uluslu işletmeler (şirketler) küreselleşmenin “alamet-i farikası”, yani en önemli göstergesi olarak kabul edilebilir. Bir başka ifade ile küreselleşmeyi açıklamanın, anlatmanın en kolay yollarından biri çok uluslu işletmeler üzerinden gitmektir.
!!! Küreselleşme sürecinin en somut ve görünen yönünü çok uluslu işletmeler oluşturur. Bu şirketlerin ekonomik büyüklükleri küreselleşme sürecini ve boyutlarını anlatmak için sıklıkla kullanılan referansalanlarından birini oluşturur.
Çok uluslu şirketlerin dikkat çeken özelliği birçoğunun ülke ekonomilerinden daha güçlü hâle gelmiş olmasıdır.
Çok uluslu şirketlerin % 90’a yakını ABD; AB ve Japonya kökenlidir. 2000 yılı itibarıyla en büyük 10 çok uluslu şirketin 5’i ABD, 2’si Japonya, 1’i İngiltere, 1’i Alman-ABD, diğeri de İngiliz-Hollanda kökenli şirkettir. 2008 yılı itibarıyla ise en büyük 500 şirketin 153’ü ABD, 64’ü Japon ve 39’u Fransa kökenli şirkettir.
Aynı yıl verilerine göre en büyük 10 çok uluslu şirketin 5 i ABD, 2’si İngiliz, 2’si Hollanda ve 1’i de Japonya kökenlidir. Bilinen ülkeler dışında ilk 20 içinde yer alan tek Rus çok uluslu şirketi “Gazprom”dur.
Çok uluslu işletmeler bankacılık, petrol, otomotiv, elektronik, perakende satış ve ilaç sanayi gibi belirli alanlarda faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır.
Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da otomotiv üretiminin % 90’dan fazlası; İrlanda ve İsveç’de ilaç sanayinin % 90’dan fazlası çok uluslu şirketlerin kontrolü altındadır. Gıda sektörünün % 40-50 si de uluslararası şirketlerin kontrolündedir.
1970’li yıllarda petrol şirketleri ön sıralarda iken sonraki yıllarda otomotiv ve elektronik öne geçmiştir. 2000’li yıllardan sonra Rus Gazprom şirketi gibi doğal gaz alanında faaliyet gösteren şirketlerin öne çıkması da bu sebeple gerçekleşmiştir.
KÜRESELLEŞME VE SOSYAL POLİTİKA
Küreselleşmenin Sosyal Boyutu
1990’lı yıllardan itibaren daha sık ve kısa aralıklarla yaşanmaya başlanan iktisadi krizler, küreselleşmenin sosyal boyutunun öne çıkmasına ve sürecin sosyal devlete ve sosyal politika uygulamalarına yönelik etkilerinin daha fazla mercek altına alınmasına neden olmuştur.
!!!! Küreselleşmenin sosyal boyutu, diğer boyutlarından daha tartışmalı bir alanı oluşturmaktadır.
Küresel ekonomik krizler, küreselleşmenin sosyal boyutunu ve olumsuz sosyal sonuçlarını daha belirgin ve görünür hâle getirmiştir. 2001 ve 2008 yıllarında yaşanan finans kaynaklı küresel krizler, küreselleşmenin gelir dağılımının bozulması ve işsizliğin artışı gibi sosyal sorunları küreselleştirdiğini ortaya koymuştur.
!!! 2008 son çeyreği ile 2009’un ilk yarısında yaşanan finansal kriz borsalarda % 43-59 daralma yaratırken etkileri yalnızca finansal piyasalarla sınırlı kalmamış birkaç ülke dışında bütün dünyada üretim daralmış ve büyüme hızı negatif olarak gerçekleşmiştir.
!!! 1929 krizinden sonra yaşanan en büyük daralma olarak yaşanan kriz, istihdamı da olumsuz etkilemiş işsizlik artmıştır.
Küreselleşmenin sosyal boyutu ile ilgili en önemli eleştiriyi eşitsizlikleri artırdığı iddiası oluşturmaktadır. Küreselleşmenin en belirgin etkilerini gösterdiği 1980-2000 arasındaki 20 yıllık dönemde küreselleşme sürecinin olumsuz sosyal sonuçlar doğurduğu BM tarafından hazırlanan İnsani Gelişme Raporları ile doğrulanmıştır.
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra BM bu raporlara göre;
• Yoksulluk hem ülkeler arasında hem de aynı ülkede kişiler arasında artmakta,
• Bireyler, kurumlar ve ülkeler arasındaki gelir farklılaşması derinleşmektedir.
Eşitsizliklerin artışı başta olmak üzere küreselleşmenin sosyal boyutuna yönelik eleştiriler küreselleşmenin yarattığı ileri sürülen pozitif getirilerden (nimetlerden-fırsatlardan) faydalanma konusunda bütün ülkelerin ve insanların aynı şansa sahip olmadığı görüşünden kaynaklanmaktadır.
Küreselleşmenin karanlık yüzü olarak da adlandırılan bu yönüne göre küreselleşme ulus devletlerin kendi içinde ve aralarındaki eşitsizlikleri artırmakta, ekonomik küreselleşme sürecinin yarattığı kazançların ve kayıpların bölgesel bloklar, devletler, toplumlar ve insanlar arasındaki paylaşımı adil olarak gerçekleşmemektedir.
Küreselleşmenin sosyal boyutunun olumsuz sonuçlar doğurduğu yalnızca küreselleşme karşıtlarının dile getirdiği “ideolojik yaklaşım farklılığına dayalı” eleştirilerle sınırlı kalmamıştır.
Küreselleşme sürecinin yarattığı sosyal sorunların çözülmesi küreselleşmenin “sürdürülebilirliğinin” gerekçesi hâline gelmiştir.1990’lı yıllar küreselleşmenin en büyük savunucuları ve kural koyucuları konumundaki Dünya Bankası ve IMF, BM önderliğindeki sosyal zirvelerin destekçisi olmuştur. Bu bakımdan dönüm noktası BM tarafından 1995 yılında Kopenhag’da düzenlenen “Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi”dir.
Küreselleşmenin sosyal hayata ve sosyal politika uygulamalarına yönelik olumsuz etkilerinin kaynağı doğrudan ve dolaylı etkiler olmak üzere iki başlıkta toplanabilir.
• Küreselleşmenin ulus devleti ve buna bağlı olarak da sosyal (refah) devleti değiştirmesi ve dönüştürmesinden sosyal politikaya yönelik dolaylı etkilerinin kaynağını oluştururken
• Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi kuruluşların belirlediği mal, hizmet ve sermaye hareketlerine yönelik “uluslararası yeni düzen ve bu düzenin işleyiş kuralları” ile çok uluslu şirketlerin yatırım yaptıkları ülkelerdeki işyerlerinde izledikleri istihdam, ücret ve örgütlenme politikaları doğrudan etkilerini oluşturmaktadır.
ÖNEMLİ: Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası ekonomik kuruluşların uluslararası mal, hizmet ve sermaye hareketlerini düzenlemek için belirlediği kurallar sosyal politika uygulamalarını doğrudan etkilemektedir.
Küreselleşmenin yol açtığı sosyal politika problemleri;
• İnsanlar, ülkeler ve bölgeler arasında ve içindeki eşitsizlikleri artırması,
• Yoksulluğun artışı ve derinleşmesi,
• Sosyal korumanın zayıflaması ve
• Artan güvencesizlik ile istihdam piyasalarında yarattığı belirsizlik olarak özetlenmektedir.
Küreselleşme bu genel etki alanları yanında genel olarak endüstri ilişkileri sisteminin aktörleri (sendikalar) ve işleyişi üzerinde de (toplu pazarlık süreci) etkilerde bulunmaktadır.Küreselleşme, Ulus Devlet ve Sosyal Devletin Değişimi
Küreselleşme süreci, paradoksal olarak ulus devletin kendine ait yetki alanlarını daraltması, kendini zayıflatacak düzenlemeleri hayata geçirmesi ile gerçekleşmektedir.
Küreselleşme mal ve hizmet ticareti ile sermayenin uluslararasılaşması olarak kabul edilirse, ulus devletin öncelikle ulusal sınırları kaldırarak veya geçirgenliğini artırarak bu serbestliğe izin vermesi gerekecektir.
Bu da ulus devletin bu alandaki hakim otorite olma rolünden vazgeçmesi, yasaklamaları ve sınırlamaları kaldırması ile söz konusu olabilecektir.
• Mal ve hizmet ticaretini engelleyen veya sınırlandıran düzenlemelerin terkedilmesi, • Ulusal üretici ile yabancı üretici arasında rekabet avantajı veya dezavantajı yaratan gümrük politikalarından vazgeçilmesi,
• Gümrük vergisi ve tarifelerinin yeniden düzenlenerek serbestleşmesi ilk değişiklik alanlarını oluşturmaktadır.
Ulus devletin terk ettiği alanlarda Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşların ve AB gibi bölgesel kuruluşların belirlediği “evrensel” kurallarla yer değiştirecektir.
!!! Ulus devletin bazı yetkilerinden vazgeçmesi küreselleşmenin gerçekleşmesi için yeterli olmamakta, ilaveten bizzatulus devlet küreselleşme sürecini hızlandıracak tedbirleri alarak aktif rol üstlenmesi gerekmektedir.
Ulus devletin küreselleşme sürecini hızlandıran bir başka rol ve politika değişikliği de yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmek için alacağı tedbirlerle ilgilidir.
Küreselleşme ulus devletle birlikte ulus devlet uygulaması olan sosyal devleti de değiştirmiş, dönüştürmüştür.
“sosyal devlet; (sosyal refah devleti, refah devleti) iktisadi ve sosyal hayatın işleyişini piyasa kurallarına bırakmayarak, genel toplum menfaatini ve özellikle iktisaden güçsüz durumda olan geniş toplum kesimlerini korumak ve temel sosyal hakları kullanmalarına imkan veren bir iktisadi ve sosyal düzen oluşturmak üzere sosyal politikalar uygulayan devlet” olarak tarif edilebilir.
Gelişmiş ülkelerde kullanılan refah devleti terimi ile gelişmekte olan ülkelerde kullanılan sosyal devlet veya sosyal refah devleti terimleri ile kastedilen büyük ölçüde aynı şeydir.
Sosyal politikanın altın çağı olarak bilinen 1945-1975 arasındaki 30 yıllık dönemde sosyal devlet yaklaşımı ile ortayaçıkan tablo ana hatları ile aşağıdadır:
• Devletin ekonomik büyümeye yönelik politikalar› tam istihdam hedefi ile birlikte yürütülmüştür.
• Devlet, özellikle kamu iktisadi kuruluşlarında yüksek ücret politikası izlemiş ve çalışanlara geniş sosyal haklar vermiştir.
• Sendikacılığın teşviki ve örgütlenmenin yaygınlaşması, toplu pazarlık mekanizması aracılığıyla birçok sektörde çalışanlar lehine gelir dağılımını iyileştiren ücret ve sosyal haklar getirmiştir.
• Devlet, başta ILO olmak üzere uluslararası sözleşmelerle sağlanan temel haklara yönelik kurumsal yapılar oluşturmuş (iş ve işçi bulma kurumları, sosyal sigorta kurumları gibi) ve koruyucu bir sosyal hukuk (iş ve sosyal güvenlik kanunları gibi) oluşturmuştur.
• Devlet, temel sosyal hakların geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırılması için doğrudan ve dolaylı gelir transferlerini artırmış, sosyal harcamaları millî gelirin % 30’ları seviyesine yükselmiştir (Özdemir, 2004: 161-163).
• Gelecek nesiller için yarın endişesi duyulmayacak, sağlık başta olmak üzere emeklilik dönemlerini kapsayan yaygın ve kapsamlı bir sosyal koruma sistemi oluşturulmuştur.
• Yalnızca gelişmiş ülkeler değil, gelişmekte olan ülkeler de ILO sözleşmeleri ile belirlenen çalışma hayatına yönelik kurumlar ve mevzuatı kendi sosyal hayatlarının düzenlenmesi konusunda referans olarak almışlardır.
Sosyal devlet (sosyal refah devleti) İkinci Dünya Savaşı sonrası 1945-1975 yılları darasındaki 30 yıllık dönemde, ulus devletlerin uyguladığı kapsamlı sosyal politika uygulamalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Küreselleşme sürecinin sosyal devlet anlayışına yönelik etkileri aşağıdaki alanlarda ortaya çıkmıştır.
• Küreselleşmenin hâkim ekonomi politikasını oluşturan liberalizm, ulus devletin sosyal devlet anlayışı ile izlediği sosyal politika alanlarını daraltmış, bir kısmından vazgeçilmesine bir kısmında da geriye gidişlere yol açmıştır.
• Özelleştirme uygulamaları başta olmak üzere kamu kesimini küçültmeye yönelik ekonomi politikaları, kamunun uyguladığı cömert ücret politikaları, güçlü sendikacılık, geniş sosyal haklar ve iş güvencesi uygulamalarından oluşan sosyal devlet uygulamalarını zayıflatmıştır.
• Kamunun sosyal harcamalarındaki artış durmuş, geldiği en yüksek olan % 30’lar seviyesinde sabitlenmiştir. Ancak, gelişmekte olan ülkeler bu seviyelere gelmeden sosyal harcamalarda kısıntılara başlamışlardır.
• Sanayi toplumu çalışma hayatını düzenlemek için oluşan sosyal hukukun çok katı olduğu, küreselleşme sürecini engellediği iddiası ile “esneklik” taleplerine cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmiş, belirsizlik ve güvencesizlikdoğuran yeni bir çalışma hukuku oluşturulmaya başlanmıştır.
• Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmek ve çok uluslu şirketleri kalıcı kılmak için sosyal hukuk yeniden düzenlenmiş, birçok gelişmekte olan ülke için ücretler ve çalışma şartlarını düzenleyen kurallar yabancı sermayeyicazip kılma araçları olarak kullanılmıştır.
• Kamu sosyal güvenlik programlarının sağladığı koruma garantisinin kapsamı daraltılmış, seviyesi düşürülmüş, ilave garanti isteyenler için özel sosyal güvenlik sistemleri önerilmiştir.
• Çalışma hayatında pazarlık gücünü emek lehine değiştiren toplu ilişkiler ve sözleşmelerin yerini bireysel ilişkiler ve sözleşmeler almaya başlamıştır.
Küreselleşme ve Sosyal Politika Sorunları
Küreselleşme sürecinin hakim olduğu 1980 sonrası dönemde belirginleşen sosyal politika sorunları küreselleşme ile ilişkilendirilecektir.Özellikle küreselleşmenin hakim felsefesi “liberalleşme-serbestleşme”yi sağlamaya yönelik düzenlemeler dolayısıyla vazgeçilen sosyal politika uygulamaları için bu ilişki daha güçlü şekilde kurulacaktır.
Küreselleşme, Eşitsizliklerin Artışı ve Yoksulluk
Dünya zaman içinde coğrafi olarak Doğu-Batı ülkeleri ve Kuzey-Güney yarım küre ülkeleri gibi ayırımlarla sınıflandırılmış, bu ayırımda Batı ve Kuzey bölgeleri (bu bölgelerdeki ülkeler ve ülke halkları) gelişmiş, katma değerden çok pay alan, Doğu ve Güney bölgeleri ise geri kalmış, katma değerden az pay alan, yoksullar sınıfında yer almıştır.
!!! Bugün çok daha yaygın olan ayırım iktisadi büyüklükleri esas alarak yapılan gelişmiş-gelişmekte olan bölgeler veya ülkeler ayırımıdır.
NOT: Küreselleşme eşitsizlikleri ilk defa ortaya çıkaran değil, var olan eşitsizlikleri artırmakta, derinleştirmektedir.
Küreselleşmenin eşitsizlikleri artırdığına yönelik çok sayıda ve farklı kriterlerle oluşturulmuş veri vardır ve bunlardan bir kısmı Dünya Bankasına aittir.
Dünya Bankasına göre dünyanın en zengin ülkeleri en fakir ülkeleri arasında kişi başına düşen gelir bakımından var olan fark 1970’lerde 30 kat iken 1990’lı yıllarda 70 katın üzerine çıkmıştır.
BM’ye göre ise insanların en zengin % 20’si ile en yoksul % 20’si arasındaki fark 140 kata ulaşmıştır.
En zengin ülkeler ile en yoksul ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlik, 1913 ile 1973 yılları arasındaki 60 yıllık dönemde 33 kat artmışken küreselleşme olgusunun başladığı 1973-2005 arasındaki 32 yıllık dönemde önceki 150 yılda meydana gelen eşitsizliğe denk bir eşitsizlik artışı olmuştur.
2005 yılı itibarıyla eşitsizlik 94 kat artmıştır. Zengin ülkelerle yoksul ülkelerin fert başına millî gelir artışı bakımından bir karşılaştırma yapılırsa; 1960-2002 yılları arasında en yoksul 20 ülkede fert başına millî gelir yalnızca % 20.6 oranında bir artışla 212 dolardan 267 dolara yükselirken, aynı dönemde en zenginlerin geliri % 284 oranında bir artışla 11.417 dolardan 32.339 dolara yükselmiştir.
Bir başka veriye göre; 1990-2004 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerdeki en düşük gelire sahip % 20’lik nüfuskesiminin toplam gelirden aldığı pay % 4,6’dan 3,9’a düşmüştür.
ÖNEMLİ: Küreselleşmenin yarattığı eşitsizlik her bölge ve ülke için aynı derecede olumsuz olmamıştır. Güney Doğu Asya ülkeleri bu süreçte küreselleşmenin nimetlerinden en çok yararlanan ve eşitsizliklerin azaldığı ülkeler olmuştur.Batı Asya ülkelerinde yoksulluk 1990-2005 döneminde 2 kat artmıştır. Benzer şekilde Eski Doğu Bloku ülkelerinden Bağımsız Devletler Topluluğuna üye ülkelerle Güney Doğu Avrupa ülkelerinde de yoksulluk bu dönemde keskin şekilde artmıştır.
Yoksulluğun önlenememesi küreselleşmenin diğer başarısız alanlarından birini oluşturmaktadır. Artan eşitsizlik ve gelir dağılımındaki bozulma yoksulluk sorununu derinleştirmiştir. Bir çok ülkede İnsani Gelişme Endeksi ile ilgili göstergeler olumsuz yönde gelişmeye başlamıştır.
Yoksulluk ve eşitsizlikle ilgili bazı temel göstergeler aşağıdadır (ILO, 2011: 20).
• 2005 yılı itibarıyla gelişmekte olan ülkelerde yaşayan toplam nüfusun ¼ üne tekabül eden yaklaşık olarak 1.4 milyar insan günlük 1.25 ABD dolarının altında bir açlık sınırında yaşamaktadır.
• 2000-2005 arasında dünya ekonomisindeki hızlı büyüme dünyadaki yoksulluğu 1990’yılındaki % 46 seviyesinden 2005 yılında % 27’ye düşürmesine rağmen son 2008 krizi ile birlikte 64 milyon kişi daha bu sınırın altına itilmiştir.
• Sahra Alt› Afrika ülkelerinde en düşük gelire sahip % 20’lik nüfus kesiminin toplam gelirden aldığı pay yalnızca % 3’dür.
• 925 milyon kişi kronik açlık tehlikesi altında yaşamaktadır.
• Dünyada 1.75 milyon insan çok yönlü bir yoksulluk tehlikesi altında olup temel sağlık hizmetleri, temel eğitim ve ekonomik fırsatlardan mahrum yaşamaktadır.
• 2,6 milyon kişi hijyenik bir ortamda yaşama, 884 milyon kişi de temiz su imkânlarından mahrumdur.
• 796 milyon kişi okuma-yazma bilmemektedir.
• Her yıl 5 yaşın altındaki 8.8 milyon çocuk koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri yetersizliğinden ölmektedir.
Küreselleşme, İşgücünün Yapısındaki Değişme, İstihdam, İşsizlik ve Enformel Sektör
Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde hizmet sektörünün büyümesi şehirlerde kadın işgücünün daha yüksek oranlarda işgücüne katılmasını beraberinde getirirken esnek çalışma şekilleri ve atipik istihdam da artmıştır.
Atipik çalışma özellikle hizmet sektöründeki işlerin özelliği gereği kısa süreli ve esnek zamanlı çalışmak isteyen kadınların, öğrencilerin ve engellilerin tercih ettiği istihdam şekli olarak gelişmiştir.
Benzer şekilde evde çalışmaya veya uzaktan çalışmaya imkân veren teknoloji kullanımlı işler de (çağrı merkezleri gibi) atipik çalışma şekillerini yaygınlaştırmıştır.
Küreselleşme, Endüstri İlişkileri Sistemi ve Sendikalaşma
Küreselleşme sürecinin diğer faktörlerin yanı sıra, onlarla birlikte ve bazen de onlardan bağımsız olarak endüstri ilişkileri sistemini etkilediği bir gerçektir.
Bu etkileri ve sonuçlarını aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:
• Başta iş hukuku olmak üzere çalışma hayatını düzenleyen sosyal hukukun küresel rekabet endişesiyle değiştirilmesi veya uluslararası sermayeyi- yatırımları ülkeye çekmek için değiştirilmesi endüstri ilişkileri sistemini doğrudan etkiler.
• Yüksek ücret, istihdam güvenceli ve sendikalı-toplu sözleşmeli kamu işyerlerinin özelleştirilmesi sendikalaşma oranlarını ve toplu sözleşme kapsamındakilerin sayısını düşürür.
• Kamu ve özel sektördeki taşeronlaşma uygulamaları doğrudan sendikalaşma ve toplu pazarlık sistemini olumsuz etkiler.
• Çok uluslu şirketlerin ulusal düzeyde örgütlenmiş sendikalara karşı toplu pazarlık masasına oturması toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde güç dengesini işverenler lehine değiştirir. Özellikle üretimi başka ülkelere kaydırma tehdidi veya diğer ülkelerdeki üretim birimleri ile grev tehdidini ortadan kaldırma sendikaları güçsüzleştirir.
• Esnek çalışma şekillerinin benimsenmesi ve a-tipik istihdam biçimlerinin yaygınlaşması önce sendikalaşmayı zayıflatır, sonra toplu iş sözleşmelerinin kapsamında olanları daraltır.
Küreselleşme ve Sosyal Güvenlik Sistemleri
Sanayi toplumu, Almanya’da Bismark tarafından 1881 yılında başlatılan sosyal sigorta sistemi ile önce çalışanlara, daha sonra bütün nüfusa kapsamlı bir sosyal güvenlik garantisi sağlamış, zaman içinde sosyal güvenlik sistemleri sosyal devletin en önemli sosyal politika pratiğini oluşturmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gelişmiş ülkeler, bütün çalışanları bütün sosyal risklere karşı koruyan sosyal sigorta rejimleri kurmuşlar, sosyal sigortaların bıraktığı kapsam boşlukları da devletin sosyal refah harcamalar› ile kapatılmıştır.
1970’li yıllarda yaşanan krizle birlikte neoliberal politikaları benimseyen siyasi görüşün eş zamanlı olarak Almanya, İngiltere, ABD ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde iktidara gelmesi sosyal güvenlik harcamalarının mercek altına alınmasına yol açtı.
Nüfusun yaşlanması, sağlık harcamalarındaki artış, yüksek oranlı ve kronik hâle gelmiş işsizlik ile birlikte toplumsal yapıdaki değişmeler sanayi toplumu sosyal güvenlik sistemlerine yönelik değişim taleplerini güçlendirdi.
ILO ve Küresel Sosyal Politikalar
Küreselleşmenin olumsuz sosyal sonuçlarının belirginleşmeye başladığı 1990’lı yılların başından itibarenILO küreselleşmenin sosyal sorunlarını gündemine almıştır.
1995 yılında Kopenhag’da toplanan Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi, bir yandan uluslararası camianın küreselleşmenin sosyal sorunlarına ilgisini artırırken diğer yandan ILO’da süreçle ilgili görev alanları ve sorumluluklarını belirlemiştir.
ILO’nun küreselleşme ile ilgili ilk ve en kapsamlı faaliyeti, Örgüt tarafından oluşturulan “Küreselleşmenin Sosyal Boyutu” komisyonunun hazırlamış olduğu 2004 tarihli “Herkes için Fırsatlar Yaratan Adil Bir Küreselleşme” raporu olmuştur.
Rapor, ILO’nun küreselleşme sürecine bakışını, tespitlerini, yaklaşımlarını ve politika önerilerini içermektedir.
ILO, küreselleşme sürecinin formel ve informal sektör arasındaki farkı büyütmesinin, informal ekonomi şartlarında yaşamak zorunda kalan geniş toplum kesimlerinin adil ve eşitlikçi bir küreselleşme sürecinin dışında bırakılarak dışlandığını, • Sürecin “kazananlar ile kaybedenler” ayrışmasını derinleştirdiğini, • Zengin ve fakir ülkeler arasındaki farkın açıldığını, global ekonomik düzenin işleyişinin ve kurallarının sosyal düzenin işleyişini ve kurallarını belirleyici etkiye sahip olduğunu ileri sürmektedir.
ILO, sosyal yönü güçlü, adil, kapsayıcı, demokratik olarak yönetilebilir, bütün ülkeler ve insanlara nimetlerinden adil şekilde faydalanmak için eşit fırsatlar sunan bir küreselleşme sürecinin gerçekleştirilebilmesi gerekli şartları şu başlıklarda toplamıştır:
• İnsan haklarına ve kültürel farklılıklara saygılı, insana yaraşır iş, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, cinsiyet eşitliğine dayalı bir sosyal hayat oluşturma önceliklerine önem veren insan merkezli bir küreselleşme anlayışının varlığı.
• Küresel ekonomi ile bütünleşirken halkının sosyal ve ekonomik fırsatlardan faydalanması imkânlarını geliştirecek demokratik ve etkin işleyen bir devletin varlığı.
• Ekonomik gelişme ile sosyal gelişmeyi bütünleştiren yerel, bölgesel ve küresel düzeyde çevrenin korunmasını sağlayan sürdürülebilir bir gelişmenin varlığı.
• Teşebbüs hürriyeti ve fırsat eşitliğine imkân veren etkin ve adil işleyen piyasaların varlığı.
• Ülkelerin gelişme seviyeleri, imkânlar› ve kapasitelerinin farklılığını dikkate alarak bütün ülkelere eşit fırsatlar sunan adil kuralların varlığı.
• Ülke içinde ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri azaltacak, karşılıklı yardımlaşma ve iş birliğine dayalı bir dayanışmacı küreselleşme anlayışının varlığı,
• Küreselleşme sürecinde yer alan aktörler arasında (uluslararası örgütler, hükümetler, parlamentolar, işçi ve işveren örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve diğerleri) diyalog ve iş birliğini sağlayacak mekanizmaların varlığı.
ILO’nun 2008 yılındaki 97. toplantısında kabul ettiği; “Adil Bir Küreselleşme için Sosyal Adalet Bildirgesi-The ILO Declaration on Social Justice For a Fair Globalisation” Örgütün küreselleşmeye yönelik sosyal politika yaklaşımının temel esaslarını yansıtmaktadır.
ILO’nun küreselleşmenin sosyal boyutuna yönelik olarak yakın zamanda gerçekleştirdiği son faaliyeti “Adil ve Kapsayıcı Bir Küreselleşme İçin Asgari Sosyal Koruma -Social Protection Floor For a fair and Inclusive Globalisation” Raporu olmuştur.Rapor’un hazırlanmasında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Kalkınma Örgütü (UNDP), BM Çocuklara Yardım Örgütünün (UNICEF), yanı sıra IMF ve G20’nin de desteği olmuştur
Sosyal Politika: Ülke insanın refah hedefine yönelik, sağlığı, eğitimi, güvenliği, beslenmesi, korunması, barınması ve istihdamının sağlanması yönünde aldığı kararlar bütünüdür.
Dar Anlamda Sosyal Politika :
• Sanayi Devriminin ortaya çıkardığı kötü çalışma koşullarına karşı işçileri ve emeği sermayeye karşı korumak ve bu yolla toplumdaki sınıf çatışmalarını önleyerek toplumun ve devletin varlığını sürdürmesini sağlamaya yönelik uygulamalardır
- İşçi statüsünde çalışanların iş ilişkileri ve çalışma yaşamında korunması amacıyla devletçe alınan karar ve sürdürülen uygulamaları inceleyen bir bilim dalıdır.
• Geniş Anlamda Sosyal Politika :
• Amacı sosyal adalet ve sosyal refahı sağlamak olan, kapsamı sosyal sorunlar ile paralellik gösteren, ekonomiye sosyal boyut katmak ve ekonominin işleyişindeki aksaklıkları düzeltici politikaların oluşmasını sağlayarak sosyal dengeyi gözetmek amacındaki hümaniter bir bilim dalıdır.
İkisi arasındaki Farklar
• Dar anlamda S.P : Sanayi devrimi ile ortaya çıkan sorunları ele alır.
• Geniş anlamda S.P : Sanayi devriminden önceki sorunlardan günümüze kadar olan sorunları ele alır
• Dar anlamda S.P : Çalışma hayatına emek – sermaye olarak bakar., Geniş anlamda S.P ile daha geniş bakar.
• Dar anlamda S.P ekonomiyi kapitalist olarak ele alır, Geniş anlamda S.P ile ekonomiyi sadece liberal ekonomi olarak ele almaz daha geniş ele alır.
• Dar anlamda S.P nın temelinde işçiler olurken, Geniş anlamda S.P nın temelinde bağımlı çalışanlarında içinde olduğu geniş bir toplum bulunur.
• Fransız ihtilali • Sanayi Devrimi
- Fİ.fikirlerin çıkışını sağlamış, siyasal yapıları değiştirmiş ve sanayi devrimini doğuşunu hızlandırmış.
• SD. Doğrudan doğruya teknolojik bir gelişim süreci ile hem ekonomik bir değişim yaratmış hemde sosyal politikaların doğuşunu ortaya çıkarmıştı.
• SD.ile bağımlı çalışanlar ve kapitalist ekonomik sistem ortaya çıkmıştır. SD. Sosyal Politikanın bir bilim dalı olarak ortaya çıkışını hazırlamıştır.
• Sosyal Politikanın Kapsamı KONU ve KİŞİ bakımından iki şekilde ele alınır
KİŞİ : Önceleri işçi sınıfıyken daha sonraları Kamu görevlileri de bu kapsamda yer aldı.
• Bağımlı Statüler altında Çalışanlar : işçiler, kamu görevlileri, sözleşmeliler, memurlar
• Ekonomik Yönden Güçsüz Kesimler : İşsizler, küçük esnaflar, topraksız köylüler, bir sanata sahip ama yeterli kaynağa sahip olmayanlar.
• Özel Olarak Korunması Gereken Kesimler : Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, tüketiciler, eski hükümlüler, gençler, kadınlar ve göçmenler
KONU : • Sanayi Devrimi sonrası, sosyal politikanın ilk konusu çalışma ilişkilerinde işçilerin korunmasıdır .
• Özel olarak ilgilendiği konular ise Eğitimli işsizlik ve Genç İşsizlik tir.
SOSYAL POLİTİKANIN ÖZELLİKLERİ
2 şekilde
• Kamusal Nitelik : Devlet eliyle yürütülmesi gereken politikalar bütünüdür. Sosyal Politika devlet eliyle yürütülür ve denetlenmesi de devlet eliyle olur.
• Evrensel Nitelik : Uluslar arası göçlerin hız kazanması ve ülkeler arasındaki işgücü hareketliliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ikili anlaşmalar bu anlamda ilk göstergelerdir.
SOSYAL POLİTİKALARIN HEDEFLERİ
• Sosyal Refah : Toplumun bir bütün olarak sahip olduğu refah düzeyi, sosyal imkanlar ve ekonomik anlamdaki zenginliklerinin bütünü olarak ifade edilmektedir.
• S.P.nın ilk ve genel hedefi refah seviyesinin yükseltilmesi ve refahın toplumsallaşmasıdır.Sosyal refahın sağlanması ve geliştirilmesidir.
• Toplumu ayrıştırmak yerine birleştirmektir. Sosyal refahın en önemli göstergesi sosyal harcamaların artış göstermesidir.
SOSYAL POLİTİKALARIN FİNANSMANI
• Sosyal politikaların yürütücü devlettir, bu sebeple devletin bütçesi sosyal politikaların ana kaynağı yani finansmanıdır.
• Sosyal harcamaların Gayri safi milli hasıla içindeki payı yüksekse, sosyal politikalarda gelişmiştir. Bu oran o ülkenin yaşam kalitesi hakkında bilgi verir.
• Türkiye de bu oran 10,4 dür. Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü ( OECD ) üyesi ülkelerin ortalaması olan 19,2 altında olan bu oran sosyal harcamaların yeterli büyüklüğe ulaşmadığını gösterir.
SOSYAL POLİTİKALARIN ÖNEMİ
3 tane
• S.P.Konu Olan Kesimlerin Sayısal Çokluğu : o Gelişmiş ülkelerde bağımlı çalışanların toplam nüfus içerisindeki oranları oldukça yüksektir. o Bağımlı çalışanların toplam nüfus içindeki oranı Türkiye de 47,53 tür. Bu oran Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü ( OECD ) nün ortalamasının oldukça altındadır.
• S.P.Konu Olan Kesimlerin Niteliği
• S.P.ların Sosyal devlet İlkesinin bir Göstergesi Olması
SOSYAL POLİTİKA İLE DİĞER SOSYAL BİLİMLER ARASINDAKİ SINIRLAR
• Diğer sosyal bilimlerden temel fark Toplumsal refahı konu edinmesidir
Sosyal Politika ve Ekonomi : • İşsizlik ve nedenleri çalışma ekonomisi alanında, işsizlik sorununa ilişkin oluşturulacak politikalar sosyal politikanın ilgi alanıdır
Sosyal Politika ve Sosyoloji : • Sosyoloji insan davranış ve ilişkilerin ele alan bilim dalıdır.
Sosyal Politika ve Hukuk : • Sosyal sorunların bugün hukuki düzen çerçevesinde bazı kanunlar içerisinde yer almış ve bazı normla bağlanmış bir konu dur Sosyal Politika ve İnsan Kaynakları : • Personelin istihdam edilmesi, işyerindeki personelin motive edilmesi gibi konuları ele alır. • Sosyal Politika daha hümanist bir yaklaşım sağlarken, insan kaynakları yönetimi ise daha teknik bir rasyonellikle yaklaşmaktadır.
SOSYAL POLİTİKANIN ARAÇLARI
• Fransız ihl.ve Sanayi devriminden sonra kötüleşen hayat şartlarına ulus devletler gelir dağılımındaki adaletin sağlanması için ekonomik ve sosyal hayata müdahale etmek zorunda kalmıştır.
• Bu müdahaleler sonucunda Uluslar arası Sosyal Politika araçları ortaya çıkmıştır.
ULUSAL ARAÇLAR : Yasal , Politik ve Hukuki bir takım düzenlemeler
Birinci Grup : Kamu Müdahalesi Araçlar : Devlet gücüyle sorunların giderilmesi demektir.en önemlisi Anayasadır . Yasal Düzenlemeler ( Mevzuat ) : En önemli araç yasal düzenlemelerdir. İlk olarak 1936 yılında düzenlenen en son şeklini 2003 de alan 4857 sayılı İş kanunu ilk sırada yer alır.Kamusal Politikalar : Kamusal Kurumlar : Aile ve Sosyal Politikalar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik , MEB, Sağlık Bakanlığı, doğrudan sosyal politikalar bakanlığıdır. MSB, ve İçişleri dolaylı dır. Ayrıca SGK, İŞKUR, SYDV.doğrudan sosyal politika kurumudur.
İkinci Grup : Kolektif Kendi Kendine Yardım Araçlar : Sendikalar : En önemlisidir .Aynı zamanda bir mesleki dayanışma örgütüdür. 1961 anayasasıyla kazanılmıştır. Diğerleri : Kar amacı gütmeden çalışan Kooperatifler, vakıflar , derneklerdir.en temel amaçları Yardımlaşma ve dayanışmadır.
ULUSLAR ARASI ARAÇLAR: • Uluslar arası Sosyal Politika arayışlarına yönelik ilk adım ; İngiltere de Robert Owen dir 1830-40 • Daha sonra ise Fransa da Daniel Le Grand 1840-50 çabalarıyla artmıştır.• U.S.P.arayışlarının İlk resmi girişimleri İsviçre de başlatılmıştır. • U.S.P aracı olarak ilk akla gelen kurum Uluslar arası Çalışma Örgütü ( ILO ) dır. • Birleşmiş Milletler ( UN ) , Avrupa Birliği ( AB ) , İktisadi İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı ( OEGD ) , Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ) , Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü ( FAO ) diğer kuruluşlardır. Uluslar arası Çalışma Örgütü ( İLO ) • I Dünya Savaşı sonrası imzalanan Versay anlaşması ile 1919 da kurulmuştur. • Çalışma hayatına ilişkin sorunlara çözüm bulunması ve ücretlilerin durumunu yakından etkileyen ekonomik sorunlarla uğraşılması benimsenmiştir. • Emeğin bir ticari bir mal olmadığı, dernek kurma, ve ifade özgürlüğünün ilerlemenin bir unsuru olduğu, yoksulluğun herkesin refahını tehdit eden bir tehlike olduğu, bu sorunları üçlü katılım ile çözülmesi gerektiğini işaret etmiştir. • 183 üyesi bulunmaktadır. 3 lü temsil anlayışı ile yönetiliyor ..• 8 tane insan haklarını ilgilendiren Sözleşmeler kabul etmiştir. o 29 Sayılı Zorla Çalıştırma Sözleşmesi o 87 Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunması o 98 Sayılı Örgütlenme Hakkı ve Toplu Pazarlık Sözleşmesi o 100 sayılı Eşit Ücret Sözleşmesi o 105 Sayılı Zorla Çalıştırmanın yasaklanması o 111 Sayılı Ayırımcılık Sözleşmesi o 138 Sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi o 182 Sayılı Çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri sözleşmesi • Türkiye 1932 yılında İLO ya üye olmuştur. Diğer Araçlar : Birleşmiş Milletler : • En önemli bildirgesi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesidir. Avrupa Birliği : • Roma anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak kuruldu daha sonra ismini değiştirdi Sivil Toplum Hareketleri : • Üçüncü Yol, Yeşiller, Feminist hareketler
Aöf Sosyal Politika Dersi 2.Ünite Ders Notları
SOSYAL POLİTİKANIN TARİHSEL GELİŞİMİ
Sanayi Devrimi Öncesinde Sosyal Politika:
• Ekonomik yapının tarıma dayandığı ilk çağlarda toplum yapısının aile ekonomisi ve kölelik düzenine dayalı bir yapıda oluşmuştur.
• Orta çağın sosyal ekonomik siyasal ve hukuki düzenini belirleyen sistem FEODALİTEDİR.
• Feodal ekonomik düzen genellikle kapalı tarım ekonomisi olarak tanımlanır
• Feodalite : Siyasal iktidar ile ekonomik iktidarın aynı kişide birleştiği ve dönemin üretim yapısı kadar yönetim yapısını da ifade eden bir kavramdır.
Köleci Toplum Düzen : İlkel topluluklardan sonra oluşan ve iktisadi faaliyetin emek unsurunun köleler tarafından yerine getirildiği toplum düzenidir
Lonca : Aynı bölgede yaşayan esnaf ve zanaatkarların örgütlendiği orta çağı üretim ve iş gücü yapısının temelini oluşturan meslek organizasyonlarıdır
• İlk çağın köle iş güzüne dayanın iktisadi düzeninin yerini Orta çağ da loncalar almıştır.
Korporasyon : Aynı meslek ve sanat dalında faaliyet gösterenlerin üretim birlikleri şeklinde oluşturdukları yapıdır.
Sanayi Devrimi ve Sosyal Politika :
• Sanayi devrimi 18 y.y da meydana geldi .Sanayi devriminin oluşmasında veya alt yapısını oluşturan sebepler ,Haçlı Seferleri, Coğrafi Keşifler, Deniz ticaret yollarının keşfedilmesi, Reform ve Rönesans hareketleri dir.
• Üretimde sürekliliği sağlayabilmek Sanayi Devrimi ile olmuştur. Kısaca , küçük zanat üretiminin yerine fabrika üretiminin geçmesi ve makinelerin insan hayvan rüzgar su kuvvet ve kudretinin yerini alması demektir.
Teknolojik Yapı :
• Sanayi Devrimine kadar insan, hayvan doğa gücüne dayalı olarak çalışılırken, devrimden sonra buhar, elektrik ve gaz ile makineleşmeye geçilmiştir.
• Sanayi devrimi ile fabrikalaşma sanayisi ilk olarak dokuma sektöründe başladı
• 1752 de Franklin Paratoneri ni,
• 1754 de Black Karbonik Asiti
• 1764 de Hagreaves otomatik mekik mekanizmasını,
• 1769 da Javes Watt Buhar makinesini buldu.
• 1770 de Robert Owenın ortağı Arkwirghe su gücü ile işleyen makine
• 1774 de Priestley oksijeni
• 1800 de volta Pili bulmuştur.
Ekonomik Yapı :
Liberal iktisadi Düşünce : Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler sloganı ile özdeşleşti. Piyasa dengelerine saygı duyulması, bunu zedeleyecek her türlü müdahalenin piyasa güçlerince cezalandırılacağı, ve rekabetçi ortamda fertlerin kendi menfaatlerini gerçekleştirirken aynı zamanda toplumunda zenginleşeceğini savunur.
• 1776 yılında Adam Smith ‘ in Milletlerin Zenginliği isimli kitabı bulunur.
Sanayi Devriminin Çalışma Koşullar :
- Sanayi Devriminin ilk döneminin kuralsız ortamı emekçi sınıfın ağır çalışma şartları altında önemli Zaralar görmelerine neden olmuştur.
• Dönemin tek yanlı özgürlük anlayışı, sermaye sınıfı için öngördüğü özgürlüğü çalışan sınıflar için buna itaat olarak ele almıştır.
• Sermaye sınıfının hiçbir sınırlama olmaksızın bol emek gücünü kullanma hakkı, kısa sürede büyük bir istismara ve sömürüye dönüştü.
• Devletin koruyucu düzenlemelerinin olmadığı, örgütlenme hakkının yasaklandığı bu ortamda işçi kendisine teklif edilen ücreti kabul etmek zorunda kalmıştır.
• Rekabetin yeni buluşlarla desteklendiği sanayi sektöründe yoğunlaşması, ücretlerin giderek düşmesine ve sefalet ücretlerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Sefalet Ücreti : Emek sahiplerinin elde ettiği ücret gelirinin temel ihtiyaçlar düzeyini karşılamakta yeterli olmadığı en düşük ücret düzeyidir.
• Diğer koşul ise çok çalışma saatleridir. Uzun çalışma sürelerinin 19.yy.başından itibaren kadın ve çocukların da muhatap olması toplumsal yapıda kısa zamanda olumsuz etkiler ortaya çıktı
• Kadın ve çocukların kullanılması yetişkin erkeklerde ciddi anlamda işsizlik meydana getirdi.
- 18 yy sonlarında başlayan örgütlenme düşüncesinin 19 yy ilk çeyreğinde kurumsal yapıya kavuştu.
• Örgütlenme önce Fransa gibi yasak olan yerlerde işsizlik ve hastalık gibi konularla ilgilenen hayır severler örgütlenmeler olarak ortaya çıktı.
• Daha sonra 1824 de İngiltere de işçilerin parlamento dan birleşme hakkını elde ettiler.
• Dağınık bir yapıda başlayan işçi hareketleri 1864 yılında Londra da yapılan Birinci Enternasyonel ile ortaya çıkmıştır. Birinci Enternasyonel : Sanayi Devriminin başlangıcından itibaren işçi kuruluşların bazı hedefler çerçevesinde toplanarak oluşturdukları bir genel konsey aracılığıyla işçi sınıfının mücadelesini yönetme işidir .
Klasik Liberal :
- Temel felsefesi Tabiatçılık ve bireysellik üzerine kuruldu
• Toplumu devletin ve diğer kuruluşların müdahalesinden kurtarmayı amaçlar yani klasik liberal düşünce dir.
• Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler sloganı bulunur
• Temelleri Adam Smith tarafında atılan daha sonra da D.Ricardo ve T. Malthus tarafından geliştirilmiştir.
• Adam Smith ; Tekelleşmeden kartelleşmeden ve hantal devlet uygulamalarından uzak bir piyasanın tüm toplumun refahını sağlayacağını savunur
• Spencer ve Malthus ise ; fakirlere yapılan yardımları reddederek toplumda yaşama uyum sağlayamayanların yok olmasını yani Doğal Ayıklanmayı savunur.
• Doğal ayıklanmanın karşısında duran isim ise J.S.Mill dir .
• Hobbes, Locke , Rousseau ise siyasi yükümlülüğün ve modern devletin varlığını sözleşme teorileriyle açıklamışlardır.S
• Birey topluma ve diğer bireylere karşı sorumludur. Daha çok insanın mutlu olacağı bir sistemi savunur
• II Dünya savaşından sonra uygulama alanı bulmuştur
Neo Liberalizm :
• İktisad teorisinin bir restorasyonu ve aslına dönüş hareketi olarak görülür.
Sosyalizm :
- Liberalizmin ekonomik ve sosyal etkilerine karşı çıkan bir fikir akımıdır
• Liberalizmde olduğu gibi bireycilik değil , toplumun bireye üstün olduğunu savunur
• Özel mülkiyet anlayışı reddedilmektedir. Bireyciliğin yerine toplumun ön plana çıktığı bir fikirdir.
- Üretim araçlarının ortak kullanımını savunur.
• İdeal toplumu şiddet ve ihtilal ile değil, ikna ve eğitim yöntemiyle gerçekleştirmeyiamaçlar
• Temsilcileri , Simon, Charles Fourier, Robert Owen dir.
• Toplumsal düzenin gerekirse devrim yoluyla değiştirilmesini, özel mülkiyet hakkının gerekirse devlete geçmesini, ve proleterlerin egemen olduğu bir devlet düzenini hedefler.
Sosyal Reformcu Sosyalistler
– Revizyoncu
• Sosyal sorunların demokratik parlamenter sistemle çözüleceğini savunurlar.
• Bilimsel reformistlerle farkı özel mülkiyetin kamulaştırılması noktasıdır.
Kamu Müdahalesinin Doğuşu ve Gelişimi
• İlk müdahale İngiltere de 1802 yılında başlamıştır.
• Keynes ; Ekonomiye dayalı bir müdahale yolunda doğrudan nitelikli maliye politikalarıyla gerçekleşecek bir müdahaleyi savunur .
• Beveridgenin 1942 yılında , diğer ülkelere ilham kaynağı olan modern refah devleti kuruluşunun temel ilkeleri hakkındaki rapor önem taşır.Bu belge günümüz Sosyal Güvenlik Sisteminin de temelini oluşturur.
• Refah devleti ilk kez 19 yy sonlarında Almanya da sosyal güvenlik alanlarında önlemleri ifade etmekte kullanılmıştır.
Türkiye de Sosyal Politikanın Tarihsel Gelişimi Cumhuriyet Öncesi :
- Vakıf : Bir hizmetin gerçekleştirilmesi amacı ile kişinin sahip olduğu malın özel mülkiyetten çıkarılarak toplumsal mülkiyete aktarılmasına ve orada tutulmasına denir
• Ahi Teşkilatı : Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu da yaşayan Müslüman halkın sanat, ticaret ve ekonomi gibi mesleki alanlarda yetişmesi sağlayan dini, ticari ve mesleki örgütlenmedir .
Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemi :
• Mecelle : Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir bilim kurlu tarafından hazırlanan ve 1877 yılında Sultan Abdulhamit tarafından uygulanmaya başlayan ilk medeni kanundur. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanuna kadar yürürlülükte kalmıştır.
Cumhuriyet Dönemi :
• 1929 yılında dünya da meydana gelen ekonomik bunalımın etkisi Türkiye de de görülmeye başlanmış ve özel teşebbüs başarısız olmuştur.
• 1932 yılında liberal ekonomi politikasından vazgeçilerek sanayileşmeden devletin rol alacağı bir sistem kabul edildi I,5 Yıllık Kalkınma Modeli .
• 1951 yılında çıkartılan bir yönetmelik ile asgari ücretin belirlenmesi ve uygulanması başlatıldı
• 1952 yılında Türk – İş adında ilk Türkiye nin ilk işçi sendikası kuruldu
• 1961 anayasasına sosyal devlet ilkesi girdi
ithal ikame Modeli :
Yurt dışından ithal edilmekte olan malların sağlanan destek ve teşviklerle yurt içinde üretiminin sağlanmasına dayalı sanayileşme modelidir
Türkiye de Sendikacılığın Tarihsel Gelişimi :
• 1871 yılında amele perver cemiyetinin kurulması ve 1872 yılında Tersane işçilerinin grevi patlak vermesi sonucu sendikacılık hareketinin başlangıcı sayılır .
• 1908 yılında Tatili Eşgal kanunu ile işçi derneklerinin kurulmasının yasaklanması, işçi eylemlerinin yasaklanmıştır.
• 1960 yılında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ( TİSK ) kuruldu.
• 1961 anayasasında ilk kez iktisadi ve sosyal hak ve ödevlere yer verildi.
• 2001 yılında Kamu Görevlileri Sendikası Kanun ile kamu görevlileri sendika hakkına sahip oldular .
• Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Cumhuriyet tarihinin ilk iş kanun özelliği taşıyan 3008 sayılı İş Kanunu çıkartılmıştır.
Aöf Sosyal Politika Dersi 3.Ünite Ders Notları
İSTİHDAM, İŞSİZLİK, ÜCRETLER VE ÇALIŞMA KOŞULLARI
İstihdam ve İşsizlik = Kavramsal Çerçeve ,
• Sosyal Politikacılar için İstihdam : Amaç olarak görmektedir
• İktisatçılar için İstihdam : Gelir hedefine ulaşmanın bir aracı şeklinde değerlendirmektedir.
• Geniş Anlamda İstihdam : Üretim faktörlerinin yani emek sermaye doğal kaynaklar, müteşebbis , üretime sevk edilmesi., gelir sağlamak amacıyla çalışması, çalıştırılması anlamıdır. Yani üretim faktörlerinin bir yıl içinde kullanılma derecesi dir.
• Geniş anlamda Tam İstihdam : Bir ekonomide üretim faktörlerinin tümünün üretime katılması , ekonominin mevcut üretim potansiyelinden tam olarak yararlanılması
• Dar Anlamda İstihdam: Üretim faktörlerinden sadece emek unsurunu dikkate alır , yani emeğin üretimde kullanılması yada gelir sağlamak amacıyla çalışması çalıştırılması demek
• Dar Anlamda Tam İstihdam : Mevcut çalışma koşulları ve cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen herkesin iş bulduğu istihdam düzeyi, genellikle 3-5 oranında doğal işsizlik kabul edilir.
• Milli Gelir : Bir ekonominin belirli bir dönemde ürettiği mal ve hizmetlerin toplamıdır.İstihdam ile milli gelir arasında yakından bir ilişki vardır. İstihdam oranı arttıkça milli gelirde artar.
• Eksik İstihdam : Bir ülkede mevcut emeğin tamamının kullanılmamasıdır
• Görülebilir Eksik İstihdam : Çalışma süreleri normal sürelerin altında, bireyler arzu etmedikleri halde kısmı süreli çalışmaktadır. Bu istihdamın nedeni talep yetersizliğidir .1929 bunalımı gibi
• Görülemeyen Eksik İstihdam : Çalışma sürelerinde bir kısıtlama yok, elde edilen gelir düşük, işin niteliği, işçinin niteliği, ve üretken kapasitenin kullanılmasına izin vermiyor , Bu istihdamın nedeni ise Talep yetersizliği ve Sermaye Donanımı yetersizliği dir.
• Aşırı İstihdam : Bir ülkede mevcut emeğin kullanılmasına rağmen, talebin karşılanamamasıdır. II dünya savaşı gibi.
• Toplum açısından İşsizlik : üretici kaynaklarının bir bölümünün kullanılmaması demek
•Birey açısından İşsizlik : Gücünde ve çalışmaya hazır bireyin, cari ücret ve mevcut çalışma koşullarında belirli sürelerle iş aramasına rağmen bulamaması demek.
Çalışma Hakkı ve Çalışma Hakkı Çerçevesinde Düzenlenen Sosyal Politika Tedbirleri
• Bireyin çalışma ve işini serbestçe seçebilme hakkının Uluslar arası alanda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesidir
Çalışma Hakkı için Düzenlenen Sosyal Politika Tedbirleri
• Yeterli istihdamın sağlanması
• Yaşam boyu öğrenme ile bireyin mesleki eğitim yoluyla niteliklerini geliştirme
• İş arayanlar ile işverenleri buluşturma
• İş hayatında iş güvencesi ve koruyucu standartların oluşturulması
• Gelir güvencesinin sağlanması ( asgari ücret )
• İş sağlığı ve güvenliği konusunun sağlanması
• Sendikalaşma imkanını verilmesi ( örgütlenme )
• Aktif ve pasif istihdam ile işsizlik karşısında koruma
• Sosyal güvenlik ile işçinin sosyal risklere karşı korunması ( mal varlığında oluşacak azalma riskler, ölüm, hastalık riskleri gibi )
İşsizliğin Sosyo-Ekonomik ve Bireysel Etkileri
• Bağımlılık Oranı : Bir ülkede belirli bir işte üretime katılanların, kendileriyle birlikte üretime katılmayanların da ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde üretimde bulunmaları gerekir.
İşsizliğin Ekonomik Etkileri :
• İşsizlik oranının yükselmesi, o ekonominin daha fazla üretme gücü olduğu halde üretemiyor demesidir.
• İşsizliğin yükselmesi tüketici nüfus üzerinde baskıyı artırır
• İşsizlik bağımlı oranla doğru orantılıdır. Arttığı zaman artar, azaldığı zaman azalır
• İşsizliğin artması, tasarruf tedbirlerinin azalması yatırımların düşmesine neden olur.
• İşsizlik gelir dağılımındaki adaletsizliği ve yoksulluğu artırır
• İşsz.arttığı zaman transfer harcamaları da artar
• İşsizlik arttıkça sigortasız insan sayısı artacağından sosyal güvenlik gelirleri ve gelir vergileri azalır
İşsizliğin Bireysel Etkileri :
• Bireyin ve ailenin hayat standardı düşer
• Birey vasıflarını ortaya koyamaz Tembelliğe alışır .
• İşsizliğin uzun sürmesinden dolayı iş ortamındaki alışkanlıkların kaybeder
• Uzun süreli işsizliklerde ruhsal bozukluklar yaşar
İşsizliğin Toplumsal Etkileri :
• Toplumda huzur ve istikrar ortamı bozulur
• İşsizlik sosyal dışlanmaya neden olur
• Madde bağımlıları çoğalır
İşsizlikle Mücadelede İzlenen Aktif ve Pasif İstihdam Politikaları
Aktif İstihdam:
- İstihdam alanlarının açılması, işsizlerin iş bulma zorluklarının giderilmesi
• Öncelikli hedef kitlesi ,işsizlik riski ile karşı karşı ya kalan uzun dönemli işsizler ile dezavantajlı kişilerdir( kadın çocuk genç, engelliler)
Aktif İstihdam Politikaları :
• Mesleki Eğitim Proğramları
• Girişimciliğin desteklenmesine yönelik proğramlar
• Ücret ve istihdam sübvansiyonları
• Doğrudan Kamu istihdamı
• Kamunun eşleştirme ve Danışmanlık Hizmeti
- İşsizlik oranları azaltmak yerine, bireyin aile ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini gidermeyi amaçlar .Daha gelişmiş ülkelerde uygulanmaktadır
Pasif İstihdam Politikaları :
• İşsizlik Sigortası ve yardımı
• Çalışma Paylaşımı ( erken emeklilik – iş paylaşımı – Çalışma Sürelerinin Kısaltılması )
Ücret ve Ücrete İlişkin Kavramlar :
• Geniş Anlamda Ücret :işletmelerin kar ve zararına bağlı olmayan işveren tarafından emek sahibine üretilen malın satışı beklenmeden ödenen, miktarı önceden belirlenmiş gelir dir.
• Ücretin Unsurları :Bir iş karşılığında ödenmesi, işveren veya üçüncü kişiler tarafından ödenmesi ve para olarak ödenmesi dir. Ücret türleri
• Ücret Haddi : Kök, ana, çıplak ücret .Üretim birimi başına elde ettiği para miktarını ifade eder .
• Nominal Ücret : Para ile ifade edilen ücret .Doğrudan maliyeti ifade ettiği için işletmelerin kasasından çıkan parayı ifade eder.İşçinin eline geçen para
• Reel Ücret : Nominal ücret karşılığı satın alınabilecek mal ve hizmeti ifade eder .Paranın satın alma gücü.Nominal Ücretin Tüketici Fiyatları endeksine bölünmesine ile bulunur ( N.Ü : TÜFE= R.Ücret )
• Nakdi Ücret : Ücretin para ile ödenmesini ifade eder
• Ayni Ücret : Ücretin mal ve eşya ile ödenmesi Sosyal yardımlar gibi.Truck Sistemi de denir.
• Brüt Ücret : Tahakkuk eden kesintiler öncesi olan ücreti ifade eder .
• Net Ücret : Kesintilerden sonra işçiye verilecek kısmı ifade eder.
• Asgari Ücret : işçi ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını sağlayacak insanlık onuruyla bağdaşacak bir ücreti ifade eder.Ücretin en alt kısmını oluşturur.
Ücret Sistemleri
• Zaman Esasına Dayalı Ücret Sistemi : Hiçbir unsurun dikkate alınmadığı, belirli bir süre çalışılması sonunda hak edilen ücret sistemi .
• Miktar Esasına Dayalı Ü.S. : Zaman dikkate alınmaksızın üretilen parça sayısına göre hesaplanan ü.s
• Verimlilik Esasına Dayalı ( performans ) Ü. S : Bir unsurun gerçekleştirilmesine bağlı olarak asıl ücrete ek olara prim ödemeleri yapılmasını ü.s.
• Büyük fabrika yaşamı ile birlikte çalışma koşullarının kötüleşmesi
• Uzun çalışma süreleri , sefalet ücretler, Çalışma olanaklarının sağlıksızlığı ,
• Çocuk ve kadınların kütle halinde fabrikalara girişi
Müdahaleler
• İlk müdahale, 1802 yılında İngiltere de Dokuma sanayisinde çalışan çocukları korumaya yöneliktir .Uluslara Arası Çalışma Örgütü ( İLO )
• Kuruluş amacı, Yaşam standardını yükseltmek
• 21 Y.Y da ki hedefi ise Herkes için düzgün iş olmuştur.
Düzgün İşler Sağlanmasında Temel Hedefler • Temel hak ve özgürlüklerin işyerlerinde hayata geçirilmesi • Uygun istihdam ve gelir elde etmek için kadın ve erkeklere daha fazla fırsat verme• Sosyal korumanın kapsamı ve etkinliği herkes için artırılması • Sosyal diyaloğun ve üçlü katılımın güçlendirilmesi
Aöf Sosyal Politika 4.Ünite Ders Notları
GELİR DAĞILIMI VE YOKSULLUKLA MÜCADELE
Gelir Dağılımı ile ilgili Temel Kavramlar
• Gelir Dağılımı : Bir ülkede belirli bir dönemde üretilen gelirin kişiler, gruplar yada üretim faktörleri arasındaki dağılımına denir
Gelir Dağılımı Türleri
Kişisel Gelir Dağılımı :
• Bir dönemde üretilen milli gelirin, kişiler aileler ya da nüfus grupları arasında dağılımı
• Önemli olan gelirin kaynağı değil miktarıdır.
• Bu gelir dağılımının ölçülmesinde iki yöntem bulunur.
Lorenz eğrisi ve Gini katsayısı Lorenz Eğrisi :
• Kutu şeklinde bir diyagram olarak gösterilir.
• Diyagramın dikey ekseninde toplam gelirin, yatay ekseninde nüfus kümülatif yüzdeleri yer alır
Gini Katsayısı :• Eşitsizliğin derecesini ölçen bir katsayıdır. 0-1 arasında bir katsayı almaktadır • Katsayı 1 e yaklaştıkça gelir eşitsizliğinin arttığını, 0 yaklaştığında gelir eşitsizliğinin azaldığını gösterir.
Fonksiyonel Gelir Dağılımı :• Bir dönemde üretilen milli gelirin, onu üreten üretim faktörleri yani emek sahipleri, sermaye sahipleri, toprak sahipleri ve girişimciler arasında dağılımıdır.
Bölgesel Gelir Dağılımı : • Bir dönemde üretilen milli gelirin coğrafi olarak dağılımıdır.
Sektörel Gelir Dağılımı : • Bir dönemde üretilen toplam gelirin üretim sektörlerine göre dağılımıdır.
Birincil Gelir Dağılımı : • Üretim faktörleri tarafından yaratılan gelirin serbest piyasa ekonomisine hiçbir müdahalede olmaksızın dağılımına denir
İkincil Gelir Dağılımı : • Devletin belirli bir dönemde serbest piyasada oluşan gelire çeşitli yollarla müdahale etmesidir .• Bir diğer ifadeyle Gelirin yeninde düzenlenmesi de denir.
Sosyal Politika açısından Gelir Dağılımının Önemi
• Herkes için en az yaşama düzeyinin güvence altına alınması
• Gelirler arasında farklılıkların azaltılması
• Kişilere tanınacak fırsat eşitliği ile yükselme olanaklarının herkese açık olması
Gelir Dağılımını Etkileyen Faktörler
• Demoğrafik : Nüfus artışı ve göç
• Piyasa Yapısı :
• Teknolojik Gelişme Düzeyi
• Üretim Faktörlerinin Niteliği
• Servet Dağılımı
• Enflasyon ve Ekonomik Kriz
• Bölgesel Gelişmişlik Farklılıkları
• Kamusal Mal ve Hizmetlerin Dağılımı
• Küreselleşme Gelir Dağılımı Politikasının Araçları
• İşgücü Piyasası ve Ücret – Fiyat – Gelir – Servet – Maliye – Eğitim – SG Politikaları
Yoksullukla İlgili Temel Kavramlar
- Mutlak Yoksulluk :kişilerin ya da hane halkının asgari geçim düzeyinin altında olma durumunu ifade eder. Sosyal ve kültürel ihtiyaçlara değil, beslenme barınma, giyinme gibi telem ihtiyaçları kapsar
• Göreli Yoksulluk : insanın toplumsal bir varlık olmasından hareket eder. Kişinin sahip olduğu mutlak gelir düzeyinden ziyade gelir ve refah dağılımındaki farklıları kapsar
• Objektif Yoksulluk : Alınması gereken günlük kalori miktarı ya da yapılan tüketim harcamaları gibi tespit edilebilir ve doğruluğu kanıtlanabilir yoksulluktur.
• Subjektif Yoksulluk : Gerekli ya da yeterli düzeyin altında olma konusunda kişilerin kendi değerlendirmelerine dayalı bir yoksulluktur.
• Gelir Yoksulluğu : Temel gereksinimlerini karşılayacak gelire sahip olmamaları durumudur . Hesaplanırken gerekli olan gelir, yoksulluk sınırı olarak kabul edilir .Bu sınırın altında olan insanlar yoksul olarak tanımlanır.
• İnsani Yoksulluk : Parasal olanakların yanı sıra temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için ekonomik sosyal ve kültürel bazı olanaklara sahip olmaktır.
• Yoksulluğun ölçülmesinde kullanılan bir çok endeks vardır ancak en çok kullanılan endeks Kafa sayısı endeksi dir .
Yoksulluğun Nedenleri -2 Yaklaşım vardır.
• Kişisel özellikleri ilgilendiren bir yaklaşımdır. Çalışmaya istekli olmamaları, yeterince çaba sarfetmemeleri, ya da sorumluluk almamaları gibi kişisel özellikleri açıklar . Kişisel etmenleri ön plana çıkarır, ikinci yaklaşıma karşı çıkar
• Ekonomi politikaları, düşük ücret, yetersiz eğitim ve istihdam gibi sosyoekonomik sistemli yaklaşımdır. Genellikle sosyal yardımlardan yanadır.
Yoksulluğun Temel Nedenleri :
• Kişisel : Doğum, ölüm, aile reisinin ölümü, boşanmalar, ciddi hastalıklar
• Demografik ve Sosyal : Hızlı nüfus artışı, göçler, kentleşme ve ayrımcılık • Coğrafi : iklim koşulları, doğal afetler,
• Siyasi Nedenler : Savaşlar,
• Yeterince üretim yapılamaması ve Üretilenin kişiler, bölgeler, sektörler arasında dengeli dağıtılmaması
• Düşük ücretler
Türkiye’de Yoksulluk :
• TR. de yoksulluk istatistikleri 2002 yılından itibaren TUİK tarafından düzenli bir şekilde tutulmaktadır.
• Eğitim seviyesi yükseldikçe yoksulluk azalmaktadır
Türkiye de Yoksulluk Üzerinde Etkili Olan Faktörler
• Gelir Dağılımı : • Göç :Kırdan kente göç, makineleşme, gibi
• İşgücü Piyasası : İşgücüne katılım ve istihdam OECD ve AB ye oranla oldukça düşüktür.
• Ekonomik Krizler : • Sosyal Güvenlik :• Eğitim : Eğitim seviyesi yükseldikçe yoksulluk oranı azalır
• Aile ve Dayanışmacı unsurlar : Yaşanan ekonomik krizlerin aile ortamıyla hafifletilmesidir .
Uluslar arası Kuruluşlarda Yoksullukla Mücadele
• Dünya Bankası : 2000/2001 yılında Yoksulluğa Saldırı adında hazırladığı Dünya Kalkınma raporunda Yoksulluğun küresel bir sorun olduğunu belirtti.
• Birleşmiş Milletler : 1997 yılında İnsani Gelişme Raporunda Yoksulluğu ; sadece gelir yoksulluğu olarak değil, yoksunluk olarak tanımlar. Hayatta kalmaktan bilgiden, yaşam koşullarından yoksunluk olarak ele almıştır.
• Uluslar arası Çalışma Örgütü İLO : 2007 yılında yayınladığı, Düzgün iş ve Yoksulluğu Azaltma Stratejisi adlı bilgi broşüründe , Çalışmanın yoksulluktan kurtulmada önemli bir yol olduğunu savunur
Mikro Kredi :
• Resmi finans kuruluşlarına erişim olanağı bulunmayan yoksul ailelerin üretici faaliyetlere girişmelerine ve tüketimlerini istikrarlı hale getirmelerine yardımcı olmak amacıyla, çok küçük meblağlarda sağlanan kredidir .
• Dünya da ilk defa Bangladeş te sivil toplum örgütü olan Grameen Bank tarafından topraksız insanlara uygulanarak başlatılmıştır.
• Türkiye de iki tane uygulamadan bahsedilir o Kadın Emeği Derneği Değerlendirme Vakfı tarafından Maya Mikro Ekonomik Destek İşletmesi adıyla Marmara deprem bölgesinde 2002 yılında özellikle yoksul kadınlara kendi işlerini kurmaları yönünde destek vermiştir. o 2003 yılında Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ile Bangledeş kökenli Grameen Bank tarafından Diyarbakır da yapılan uygulamadır.
Türkiye de Yoksullukla Mücadele :
• Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Gen.Md.lüğü kapsamında SRAP ( sosyal riski azaltma projesi) tarafından 2001 de başlatılan bir uygulamayla, Şartlı Nakil Transferi bileşeni kapsamından yoksulluk nedeniyle çocuklarını okula gönderemeyen, veya okuldan almak zorunda kalan, okul öncesi çocuklarını düzenli sağlık kontrollerine götüremeyen aileleri desteklemek amacıyla nakit sosyal yardım sistemi yerleştirilmesi sağlanmıştır
Aöf Sosyal Politika Dersi 5.Ünite Ders Notları
SOSYAL GÜVENLİK VE SOSYAL SİGORTALAR
SOSYAL GÜVENLİK KAVRAMI
Terim olarak Sosyal Güvenlik
Sosyal güvenlik ihtiyacı, ilk insanla birlikte var olmasına rağmen terim olarak sosyal güvenliğin kullanımı çok yenidir ve ilk defa 1935 tarihli, Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu’nda kullanılmıştır.Sosyal güvenlik; toplumu oluşturan bütün fertlerin uğrayacakları tehlikelerin zararlarından kurtarılma garantisi demektir.
Dar ve Geniş Anlamda Sosyal Güvenlik
Dar anlamda sosyal güvenlik, gelir transferinin toplumsal düzeyde gerçekleştirilmesine yönelik mekanizmaların ve bunları düzenleyen hukuk düzeninin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.Geniş anlamda sosyal güvenlik dar anlamdaki sosyal güvenliğin anlam ve kapsamını genişleterek, sebebi ne olursa olsun muhtaçlık ve yoksulluk yaratan her türlü duruma karşı korunma garantisi sağlanması anlamına gelmektedir.
Geniş anlamda sosyal güvenlik;
• Fertlere ve ailelerine ekonomik güvence sağlamak,
• “Önlemek, ödemekten ucuzdur” anlayışına uygun olarak sosyal güvenliğin önleyici fonksiyonunu güçlendirmek,
• Kişiliğin serbestçe geliştirilmesi ve insan mutluluğunun artırılması, amaçlarını da kapsamına almış tedbirler bütünüdür.
Hastalık, iş kazaları, meslek hastalıkları, analık, yaşlılık, malullük, ölüm, işsizlik, aile gelirinin yetmezliği ile karşılaşmaları hâlinde ortaya çıkan gelir kesilmesinin/azalmasının telafi edilmesi ve tedavi ihtiyacının karşılanması için ortaya çıkan gider artışlarının karşılanması ILO, tarafından belirlenen sosyal güvenlik risklerini oluşturmaktadır.
Tehlikelerle Mücadele ve Sosyal Güvenlik
Tehlikeler, değişik faktörlerle sınıflandırılabilir. Bunlardan en bilinenleri; meydana geliş sebeplerine göre, yol açtığı zararlar ve zararların niteliğine göre yapılan sınıflandırmalardır. Meydana getiren faktörler, sebepler, yani kaynağı bakımından tehlikeler dört ana grupta toplanır. Bunlar:
• Fizyolojik tehlikeler: İnsan fizyolojisinin doğasından kaynaklanan ve insanların beden ve ruh bütünlüğüne yönelik zararlar veren hastalık, yaşlılık, analık ve ölüm gibi tehlikelerdir.
• Tabii afetlerden kaynaklanan tehlikeler: Deprem, fırtına, su baskını, toprak kayması ve iklim değişikleri gibi insanların kontrol edemediği can ve mal kaybına yol açan tehlikelerdir.
• Sosyo-ekonomik tehlikeler: İktisadi ve sosyal hayatın işleyişinde meydana gelen dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan krizlerin yarattığı işsizlik, işini-işyerini kaybetme ile sosyal hayatın devamlılığına yönelik olumsuz gelişmelerin boşanma veya aile reisinin ölümüne bağlı olarak dul ve yetim kalma gibi sonuçları olan tehlikelerdir.
• İnsanların sebep olduğu tehlikeler: İnsan bizzat kendisi en büyük tehlikedir. Bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeden gasp, hırsızlık, öldürme, yaralama, sakat bırakma gibi sonuçlar yaratan her türlü fiziki şiddet bu gruba girer.
Yukarıda sayılan tehlikeler, ILO tarafından sosyal güvenlik sistemlerinin sağlayacağı koruma garantisinin sınırlarının belirlenmesi bakımından 102 sayılı Sözleşme ile somut hâle getirilmiş ve yeni bir sınıflandırma yapılmıştır. 102 Sayılı Sözleşme: 1952 tarih ve 102 sayılı “Sosyal Güvenliğin Asgari Normları” Sözleşmesi, ILO’nun bu alanda kabul ettiği ilk ve en kapsamlı sözleşmedir. Sözleşme, sosyal güvenlik sistemlerinin temel norm ve standartları belirlemiştir.
Tehlikeler, sosyal güvenlik ihtiyacı doğuran zararları bakımından da sınıflandırılabilir. Buna göre tehlike meydana geldiği zaman:
• Çalışma gücünün kaybedilmesi,
• Gelir kesilmesine veya azalmasına,
• Gider artışına,
• Mal varlığının kaybedilmesine yönelik zararlar verebilir.
Tehlikeler; yarattığı zararların süresi dikkate alınarak: Kısa vadeli ve uzun vadeli tehlikeler olarak da sınıflandırılır. Buna göre; hastalık, analık, işsizlik ve iş kazaları kısa vadeli sosyal güvenlik tehlikeleri; malullük, yaşlılık ve ölüm gibi tehlikeler ise uzun vadeli tehlikeler olarak tanımlanır.Sosyal güvenlik, tehlikenin zararlarına karşı yürütülen mücadelenin adıdır.
Sosyal Güvenlik Teknikleri ve Yöntemleri
En temel sosyal güvenlik tekniği bireysel tasarruflardır. Sosyal güvenlik teknikleri bireysel teknikler ve toplu (kollektif) teknikler olmak üzere ikiye ayrılır.Bireysel teknikler; fertlerin kendi irade ve istekleri ile kendi sosyal güvenliklerini sağlayacak tedbirleri almasıdır. Toplu teknikler ise toplum olarak bir arada yaşamanın ürünü olarak gelişen tekniklerdir. Toplu tekniklerin özünde birlikte hareket etme bilinci vardır.Bugün gelinen nokta itibarıyla sosyal güvenlik için geliştirilen teknikleri ve kullanılan yöntemleri sınıflandırmak gerekirse;
• Geleneksel sosyal güvenlik yöntemleri (sosyal yardımlar)
• Modern (günümüz) sosyal güvenlik yöntemleri
DİKKAT : Buradaki geleneksel ve modern (günümüz) ayrımı kesinlikle olumlu veya olumsuz değer yargısı taşıyan bir ayrım değildir. Geleneksel, geçmişte var olan ancak bugün etkinliğinikaybeden, modern ise bugün geçerli olan anlamındadır. Nitekim bir süre sonra yeni sosyal güvenlik yöntemleri geliştirilmesi hâlinde bugünün modern yöntemleri olarak kabul edilen sosyal sigortalar o dönem için geleneksel yöntemler arasında yer alabilir.
Geleneksel Sosyal Güvenlik Yöntemleri
• Bireysel tasarruflar
• Aile içi yardımlaşma
• Tanıma bilme faktörüne bağlı sosyal yardımlar : Komşu akrabalık, aidiyet
• Dinî sosyal yardımlar : Fitre,zekat, kurban
• Kurumsallaşmış (teşkilatlı) sosyal yardımlar : Sanayi devrimi öncesi dönemde esnaf ve sanatkârların kendi mensuplarından hastalanan, sakatlanan, işi bozulanların veya ölenlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere lonca teşkilatlanmasının bir parçası olarak oluşturdukları orta sandıkları (teavün), bir dönem etkin sosyal güvenlik garantisi sağlamışlardır. Orta Sandıkları: Teavün Sosyal yardım sandıkları, Muhtaç duruma düşenlere mali destek vermek üzere genellikle aynı meslek veya sanayideki kişiler tarafından meydana getirilen primli sisteme göre işleyen yardımlaşma sandıklarıdır.Çalışma ilkeleri dikkate alındığı zaman, orta sandıklarını, sosyal sigortaların ilk örnekleri, öncüsü olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır.Yine, Osmanlı kültürünün bir ürünü olarak ortaya çıkan vakıflar, zor durumda olanlara yardım amacı ile oluşturulmuş “avarız vakıfları” olarak birer toplu yardımlaşma yöntemi olarak fonksiyon görmektedir. Avarız vakıfları: Osmanlı Devleti’nde köy vemahallelerde, hâlkın ve özellikle muhtaçların bir takım temel gereksinimlerinin karşılanması için kurulan vakıflar geleneksel yöntemleri oluşturur.
Modern (Günümüz) Sosyal Güvenlik Yöntemler
Yeni toplumsal yapının ihtiyaç duyduğu sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamak üzere iki temel yöntem geliştirilmiştir: Bunlar, sosyal sigorta yöntemi ve kamu sosyal güvenlik harcamalarıdır (Devletçe korunma yöntemi).
Günümüzde Sosyal Güvenlik
Günümüz sosyal güvenlik sistemlerinin temel prensipleri ve kurumsal yapısı büyük ölçüde II. Dünya Savaşı sonrası dönemdeki siyasi, sosyal ve iktisadi gelişmelerin belirleyici şartları altında şekillenmiştir. BM, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 22. ve 25. maddelerinde temel ve vazgeçilmez insan haklarından biri olarak kabul edilen ve kapsamı ve sınırları çizilen sosyal güvenlik, ILO’nun 1952 tarih ve 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi ile somut norm ve standartları belirlenmiştir.
Sahip olduğu önemin aksine sosyal güvenlik, herkes için bir hak olamamıştır. ILO verilerine göre; dünya nüfusunun yalnızca % 20’si yeterli sosyal güvenlik garantisine sahiptir. Yarısından fazlasının hiçbir sosyal güvenlik garantisi yoktur.
Sosyal Sigortaların Tarihi Gelişimi
İlk sosyal sigortalar, 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya’da Otto Von Bismark tarafından kurulmuştur. Otto Von Bismark: Bir konfederasyon olan Almanya’nın birleşerek imparatorluğadönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölyesi (başbakan) Alman devlet adamıdır. Sanayi toplumunun çalışma hayatına yönelik sorunlarını çözmeye yönelik devletçi sosyal politika tedbirlerini kapsamlı şekilde uygulamıştır. Sosyal sigortaların kurulması da dâhil olmak üzere hayata geçirdiği sosyal reformlar politikası ile sosyal devlet kavramının gelişmesini ve yerleşmesini sağlamıştır.Sosyal sigortaların kurulması bakımından Almanya’yı Avusturya takip etmiş bu ülkede 1887 yılında iş kazaları, 1888 yılında hastalık sigortası kurulmuştur. Sanayileşmiş ülkeler içinde yalnızca İngiltere sosyal güvenlik ihtiyacını karşılamada sosyal sigorta sisteminden uzak durmuş farklı bir sistem oluşturmuştur. Nitekim II. Dünya Savaşı devam ederken 1942 yılında William Henry Beveridge tarafından geliştirilen ve Beveridge Modeli olarak bilinen bir teknik üzerine sosyal güvenlik sistemini oluşturmuştur. Beveridge Modeli: Alman Bismark modeline karşı geliştirilen İngiliz sosyal güvenlik sistemi modeli olarak bilinir.
Sosyal Sigortaların Özellikleri ve Özel Sigortalar:
• Kamu sigortası olma ilkesi.
• Devletin garantör olma ilkesi
• Zorunluluk ilkesi
• Finansmana katılım ilkesi
• Özerk yönetim ilkesi
• Karşılık olma ilkesi
SOSYAL SİGORTALARIN KAPSAMI
Kişi Bakımından Kapsamı
ILO, 102 sayılı Sözleşme’de, bir ülkede sosyal güvenlik sisteminin varlığından bahsedebilmek için oluşturulan sosyal güvenlik sisteminin toplam nüfusun en az % 20’sini, bağımlı (işçi) olarak çalışanların da % 50’sini kapsama almasını asgari norm olarak belirlemiştir.
Aktif Sigortalı: Teknik bir sosyal sigorta terimidir. Hâlen çalışan ve/veya gelir sahibi olan kişilerin sosyal sigortalara prim ödedikleri dönemi ifade eder. Mesela, yaşlılık sigortası için eğer emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş ise bu yaşa gelinceye kadar kişiler aktif sigortalı kabul edilirler.Pasif sigortalı: Aktif sigortalı gibi teknik bir sosyal sigorta terimidir. Sosyal sigortaların gerektirdiği sigortalılık süresi ve prim ödeme şartlarını yerine getirdikten sonra çalışma hayatından ayrılan ve gelir veya aylık alma hakkı kazanan kişilerdir.
Sosyal sigortaların hangi nüfus kesimi ve çalışan grubundan başlayarak kimleri öncelikle kapsama alacaklarını ihtiyaç, mali imkânlar, idari imkânlar ve baskı grubu faktörleri belirler.
• İhtiyaç faktörü: Kendini tehlikelerin zararlarından koruma da en zayıf ve güçsüz durumda olan grubun öncelikle kapsama alınmasını gerektirir. Buna göre sanayi sektöründe küçük işyerlerinde ve düşük ücretle çalışanlar öncelikle kapsama alınmalıdır.
• Mali imkânlar (ödeme gücü) faktörü: Sosyal sigortalar kendi gelirlerini kendileri sağlayan kurumlar olduğu için sistemin gelir ayağını güçlendirmek için ödeme gücü yüksek olanlar öncelikle kapsama alınır.
• İdari imkânlar faktörü: Sosyal sigortaların sağlıklı işlemesi için özellikle uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalıların çalışma gün sayıları ve ödedikleri primlerle ilgili olarak uzun dönemli, düzenli ve güvenilir kayıtlar tutulması gerektiğinden şehirlerde, büyük işyerlerinde ve sürekli statüde çalışanlar öncelikle kapsama alınır.
• Baskı grubu (politik) faktör: Bu faktöre göre sendikalı işçiler sendikasızlara göre daha önce kapsama alınırlar.
Sosyal sigortaların kuruluşundan bugüne kadar geçen sürede yaşanan ortak tecrübe; öncelikle sanayi sektöründe ve büyük işyerlerinde çalışanlar kapsama alınmıştır. Tarım sektörü ve kırsal kesimde çalışanlar hemen hemen her ülkede en son sosyal sigorta kapsamına alınan kesimleri oluşturmuştur. Bugün sosyal sigortaların kişi olarak kapsam bakımından yaşadıkları en ciddi problem kayıt dışı çalışma ve bu çalışmanın yaygın olduğu enformel sektördür.
Enformel sektör: ILO’nun 1970’li yıllarda geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde kayıt dışı istihdamın yoğun olduğu sektörleri ifade etmek için geliştirdiği bir kavramdır. Ülkenin başta vergi ve çalışma hayatı ile ilgili mevzuatı olmak üzere kayıt altına alınamayan, kayıt dışı faaliyet gösteren işyerleri ile bu işyerlerinde çalışanları ifade için kullanılır.
Sigorta kolları itibariyle Kapsam
Genel OlarakGelişme seviyesi ne olursa olsun hemen hemen her ülkede uzun vadeli sigorta kolları olarak bilinen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının kurulduğu görülmektedir.
Sosyal Sigorta Kolları ve Sosyal Güvenlik Garantisi
• HASTALIK:Hastalanan kişinin ihtiyaç duyduğu tedavi ihtiyacıyla ilgili olarak; klinik teşhis ve tespitlerinin yapılması, gerekiyorsa yataklı tedavi ve sağlık durumunun gerektirdiği tıbbi müdahalelerin yapılması, her türlü ilaç ve iyileştirme araçlarının temini, gerekiyorsa protez araç ve gereçlerinin temini; yukarıda sayılan hizmetlerden faydalanmak için yurt içinde veya yurt dışına seyahat gerekiyorsa hastanın ve refakatçisinin yol parası ve zorunlu masraflarının karşılanması ve nihayet rehabilitasyon hizmetlerinin sağlanması bu sigorta kolundan sağlanan yardımları oluşturur. Hastalığa bağlı olarak çalışamama ve gelir kesilmesi hâlinde kaybedilen gelirin belirli bir oran› (%40-70 arasında değişebilir) sosyal sigortalarca karşılanır. Süresi hastalıkla sınırlıdır.
• İŞ KAZALARI MESLEK HASTALIKLARI: Çalışan kişinin işyerinde, işini yaparken veya işyerindeki çalışma şartlarından dolayı ortaya çıkan hastalık sebebiyle beden ve ruh bütünlüğünün zarar görmesi hâlidir. Çalışan öncelikle koruma düşüncesinin hâkim olduğu bu sigorta kolunda, sigortalının iyileşmesine yönelik bütün sağlık hizmetlerinin temini yanında çalışamadığı süre için geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi, iş göremezliğinin kalıcı olması hâlinde sürekli kısmi veya tam aylık ödenmesi bu sigorta kolundan sağlanan parasal yardımları oluşturur.
• ANALIK: Gebelik döneminde, doğum sırasında ve doğum sonrası dönemde anne-çocuk sağlığı ile ilgili koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin temin edilmesi de analık sigortası kapsamındadır.
• MALULLÜK:Sigortalının çalışma gücünü, bedenen ve/veya ruhen bir daha iyileşemeyecek şekilde sürekli olarak ve belirli oranın üzerinde kaybetmesi, bir daha çalışamaması hâli olarak tarif edilir. Genellikle çalışma gücünü % 60 ve daha fazla oranda kaybedenlerin malul sayılması söz konusudur. Kişinin malullük hâlinin sigortaya tabi olarak çalışmaya başladıktan sonra ortaya çıkması; iş kazası, meslek hastalığı veya bunların dışında sebeplerle çalışma gücünü kaybetmesi gibi şartlar yanında uzun vadeli sigorta kolu olarak belirli süre sigortalı olması ve prim ödemesi (genellikle 3-10 yıl arasında değişir) şartları aranır.
• YAŞLILIK:Yaşlılık sigortası, en fazla sayıda sigortalının faydalandığı sigorta kolu olmasının yanı sıra en fazla harcama yapılan sigorta kolu olma özelliği de taşır Bu sebeple sosyal güvenlik sistemlerinin mali kriz içine düşmesi hâlinde emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi düzenlemelerleilk müdahale edilen sigorta kolu olarak da dikkati çeker.
• ÖLÜM:Sosyal güvenlikte temel koruma birimi aile olduğu için bu sigorta kolu kişinin kendisine değil, ölmeden önce geçimini sağlamakla yükümlü olduğu kişilere sosyal güvenlik garantisi sağlar: Ölen kişinin sağlığında bakmakla yükümlü olduğu kişiler öldüğü zaman aylık bağlanmasına “hak kazanan kişiler-hak sahipleri” olarak tarif edilirler ve sigortalının eşi, çocukları ve ana-babası bu kapsamda değerlendirilirler.
• İŞSİZLİK:En geç kurulan ve diğer sigorta kollarına göre daha az sayıda ülkede oluşturulan sosyal sigorta koludur. Bir sosyal risk olarak işsizlik; çalışma arzu ve iradesine sahip olup, ücret seviyesi, çalışma süresi ve diğer çalışma şartları bakımından yaşadığı ülkede geçerli şartlarla iş bulamama hâli olarak tarif edilir. Bir süre çalıştıktan sonra kendi arzu ve iradesi dışında işini kaybeden kişilerin (açık işsizler) işsizlik sebebiyle karşılaştıkları gelir kesilmesini telafi etme amacıyla belirli süreler işsizlik ödeneği verilmesi ile ilgili sigorta koludur.
İşsizlik ödeneğinden faydalanmak için aranan şartlar genel olarak şunlardır:
• İşsizlik sigortaları fon esasına göre kuruldukları için işsiz kalmadan önce belirli bir süre prim ödemiş olması şartı aranır.
• İşsizlik ödeneğinden faydalanabilmek için mutlaka kendi istek ve iradesi dışında işten çıkmış olması gerekir.
• İşsizlik ödeneği, sigortalının prim ödediği süre dikkate alınarak 6 ay ile 2 yıl arasında değişebilir.
• İşsizlik sigortasının insanları tembelliğe sevk etmemesi için ödenek oranları düşük tutulur. İşsizlik ödeneği alma süresi uzadıkça ödeneğin miktarı da azaltılır.
- AİLE ÖDENEKLERİiğer sosyal risklerden farklı olarak aile ödenekleri (aile yardımları, çocuk parası), çocuk sahibi olanların, çocukların bakım ve eğitim giderlerini dolayısıyla aile gelirinin yetersiz kalması ve yoksulluk riskinin ortaya çıkışı ile ilgilidir. Sosyal güvenlik sistemleri, çocuk parası olarak bilinen ödeme ile ailenin gelir yetersizliğini gidermeye çalışır.
• BAKIM SİGORTASI:ILO’nun 102 sayılı Sözleşmesinde yer almayan, ilk defa 1995 yılında Almanya’da uygulanmaya başlayan bir sosyal sigorta koludur. Bu sigorta kolundan sağlanan haklar;
• Bakıma muhtaç kişilerin ihtiyaç duyduğu periyodik bakım hizmetlerinin uzman kişilerce sağlanması,
• Bakım ihtiyacının satın alınarak temini için bakım ihtiyacının derecesine göre bakım parası altında ödeme yapılması,
• Bakım ihtiyacının diğer aile fertlerince sağlanması hâlinde bakımı gerçekleştirenlere bakım parası ödenmesi,
• Bakıma muhtaç kişinin sürekli bakımını gerçekleştiren kişinin geçici sürelerle ayrılması hâlinde (izne çıkma, hastalanma vb.) geçici süre ile bakım hizmeti sunulması,
• Bakım ihtiyacının evde gerçekleştirilememesi hâlinde sağlık kurumlarında gerekirse yatılı olarak gündüz-gece bakım hizmetlerinin sunulması,
• Bakım ihtiyacı duyan kişinin bakımını kolaylaştıracak araç ve gereç yardım yapılması olarak sıralanabilir.
Aöf Sosyal Politika Dersi 6.Ünite Ders Notları
SOSYAL DIŞLANMA AYRIMCILIK
“Sosyal dışlanma toplumun bir parçası olma anlamına gelen sosyal bütünleşmenin karşıtı olarak ele alındığında; sivil, siyasi, ekonomik ve sosyal vatandaşlık haklarından mahrum olma ve edilme durumu olarak tanımlanmaktadır.
Toplumdaki yurttaşlığa ilişkin üretim, tüketim, tasarruf, siyasi, sosyal nitelikteki normal eylemlere katılamamalarıdır. Kişilerin temel gereksinimlerini karşılayamamalarından başlayarak toplumla olan bağlarının kopmasına kadar uzanan dinamik bir süreci ifade etmektedir.
Sosyal dışlanma kavramı ilk olarak Fransa’da kullanılmıştır. Fransa’da sorun olarak kabul edilmesinde 1970’li yıllarda ekonomik büyümenin yavaşlaması önemli rol oynamıştır. Bu ülkede 1960’lı yıllarda yoksullardan ideolojik biçimde dışlanmış olarak söz edilmiştir. 1974 yılında Rene Lenoir tarafından yazılan bir kitapta dışlanmışlar ekonomik büyümenin sonuçlarından yararlanamayan kişiler olarak belirtilmiştir. Sadece yoksul kişilerden oluşmadığını Fransız nüfusunun %10’unun toplumdan dışlanmış olduğunu belirtmiştir. Lenoir’e göre;
* zihinsel ve fiziksel özürlüler,
*intihar eğilimliler,
*hasta-bakıma muhtaç yaşlılar,
*istismar edilen çocuklar,
*ilaç bağımlıları,
*suçlular,
*tek ebeveynli aileler,
*sorunlu aileler,
*marjinal kişiler,
*asosyal kişiler ve
*diğer sosyal uyumsuz kişiler sosyal dışlanmışları oluşturmaktadır.
Anglo-Sakson geleneğe sahip olan İngiltere’de sosyal dışlanma konusunda çalışmalar ancak 1990’ların başında başlamıştır. Anglo-Sakson geleneği sosyal dışlanmaya birey, Kara Avrupası sosyal grup açısından yaklaşmakta, ortak bir tanım yapmak güçleşmektedir.
ABD’de ise dışlanmış gruplar; sınıfaltı kavramı ile ifade edilmektedir. Asya, Afrika ve Latin ülkelerinde dışlanma genellikle yoksullukla eş anlamda kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise sosyal dışlanma marjinalite olarak görülmektedir. Bu ülkelerde dışlanma kalkınma ile birlikte değerlendirilmekte, dışlanmanın kişinin kendi kusurundan kaynaklandığı kabul edilmektedir.
Sosyal Dışlanmanın Nedenleri
Sosyal dışlanmaya ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, davranışsal, coğrafi, kişisel birçok faktör veya sorun yol açabilmektedir. Kişilerin konuya bakış açısına, sosyal dışlanmanın ülkelere göre algılanış biçimine bağlı olarak nedenler değişebilmektedir.
İngiltere’de 1997 yılında kurulan Sosyal Dışlanma Birimi, sosyal dışlanmanın yapısal nedenlerini iki grupta toplamıştır.
İlk grup ekonomik ve sosyal özelliğe sahip olup üç farklı alt neden grubundan oluşmaktadır. Bunlar;
a) Endüstriyel yeni yapılanma,
b) Aile yapısında değişim,
c) Toplumsal parçalanma ve değişimdir.
İkincisi grup
a)hükümet politikalarının,
b) çalışma yöntemlerinin ve
c) koordinasyonun sağlıklı işlememesi sonucu ortaya çıkan başarısızlıktan kaynaklanmaktadır.
AB Komisyonu sosyal dışlanmanın kurumsal/yapısal nedenlerini dört grupta toplamaktadır. Bunlardan
1 – İşgücü piyasasındaki değişmdir.
2 – Bilgi teknolojisindeki gelişmeler ve bilgi toplumunun genişlemesidir.
3 – Nüfusun yaşlanması, doğum oranının düşmesi, aile ve toplum yapısında ortaya çıkan değişim, iç ve dış göçler, etnik, dinî ve kültürel farklılıklarda görülen artış gibi sosyo-demografik değişikliklerdir.
4 – Dördüncü neden ise ekonomik ve sosyal gelişmelerin, bölgesel ve coğrafi ön yargılar ile kutuplaşmalar oluşturmasıdır.
Sosyal Dışlanma Biçimleri
- A) ekonomik dışlanma, B) mekânsal dışlanma, C) kültürel dışlanma ve D) siyasi dışlanma
Maastricht Anlaşması’nda sosyal dışlanma sorununa ilk defa resmî bir belgede açık bir biçimde yer verilmştir.Sosyal içerme politikaları, ülkelere göre farklılık göstermekte, ülkelerin sosyal modeline göre değişebilmektedir. Örneğin Anglo-Sakson ülkelerde sosyal içerme politikalarında özel sektör, İskandinav ülkelerinde devlet, gelenekçi güney Avrupa ülkelerinde aile ön plana çıkabilmekte farklılıklar bulunabilmektedir. Ancak genelde Sosyal dışlanmanın önlenmesine yönelik politikalar arasında en dikkat çeken güvenceli asgari gelir veya asgari gelir güvencesidir. Güvenceli asgari gelir kavramının Fransız hukukunda somutlanmış şekli asgari tutunma geliridir. Asgari tutunma gelirinden kanuna göre 25 yaşın üzerinde olan, kanunda öngörülen süre boyunca Fransa’da yaşayan ve belirli bir yoksulluk sınırının altında geliri bulunan kişiler yararlanabilmektedir.
AYRIMCILIK ;
Ayrımcılık Kavramı
İlk olarak 1878 yılında Anglo-Sakson hukukunda ve bir mahkeme kararında kullanılan ayrımcılık ; toplumsal yaşamda dil, din, ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, özgürlük ve yaş gibi nesnel olmayan faktörler temel alınarak birey ya da gruplara yöneltilen eşitsiz davranış ve uygulamalardır.
Birleşmiş Milletlerin (BM) Her Türlü Irk Ayrımcılığı’nın Ortadan Kaldırılmasına ilişkin Uluslararası Sözleşmesi, sözleşmede geçen ırk ayrımcılığı kavramını “ ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ya da kamusal yaşamın başka her alanında, insan haklarının ve temel özgürlüklerin eşitlik koşullarında tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını bastırma ya da tehlikeye koyma amacı taşıyan ya da sonucu doğuran ırk, renk, soy, ulusal ya da etnik köken üzerine dayalı her tür ayırt etme, dışlama, kısıtlama ya da yeğleme” şeklinde belirtmektedir. BM’ye ait Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ise yine sözleşme konusu ile sınırlı olarak kadınlar hakkında ayrımcılık kavramını, “erkek ve kadının eşitlik temeline dayanarak, evlilik durumları ne olursa olsun, kadınların siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel alanlarda ya da başka her alanda insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını ya da bu hak ve özgürlüklerin tanınmasını ve kullanılmasını tehlikeye koyma ya da kaldırma sonucu doğuran ya da amacı taşıyan, cinsiyete dayalı her türlü ayırt etme, dışlama ve kısıtlama” şeklinde tanımlamaktadır.
Ortaya Çıkış Biçimine Göre Ayrımcılık Türleri
Doğrudan Ayrımıcılık (Açık Ayrımcılık) / Dolaylı Ayrımcılık (Örtülü Ayrımcılık) : Doğrudan ayrımcılık kişiye onunla aynı veya benzer durumda olan başka bir kişiye göre daha az olumlu davranılmasıdır. İş başvurusunda cinsiyeti, yaşı, cinsel yönelimi, ten rengi veya dinî inancı nedeniyle işe almamak, zencilerin veya Roman çocukların bir okula veya restauranta girmesine izin vermemek doğrudan ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Dolaylı ayrımcılık ise bir kanun veya işlemin herkese eşit şekilde uygulanması ancak toplumun bir bölümü üzerinde orantısız etkiye sahip olması ile ortaya çıkan ayrımcılık türüdür. Kadınların işte yükselmesine engel olmak amacıyla işin niteliği gerektirmediği hâlde B sınıfı ehliyet şartı getirilmesi, coğrafi mobilitelerinin düşük olduğu bilinmesine rağmen işin niteliği gerektirmese bile işe girebilmek için uzun süreli seyahat edebilme koşulunun aranması dolaylı ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Dolayısıyla Ayrımcılık, bir kişinin kendisiyle bağlantılı bir başka kişinin nitelikleri nedeniyle ayrımcılığa uğramasıdır. Beyaz bir kişinin siyah bir kişi ile evli olması veya Müslüman bir kişinin Hristiyan bir kişi ile evli olması nedeniyle ayrımcılığa uğraması dolayısıyla ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Taciz-Cinsel TacizTaciz “Irk veya etnik köken, din veya inanç, engellilik veya cinsel yönelim gibi nedenlerden herhangi biriyle ilgili olarak bir kişinin onurunu zedelemek ve gözdağı veren, düşmanca, aşağılayıcı, küçük düşürücü ya da saldırgan bir ortam yaratmak amacı veya etkisiyle o kişi için istenmeyen bir fiil gerçekleştirilmesidir”Cinsel taciz ise kendi isteği ve rızası olmadan kişiye karşı sözlü veya fiziksel olarak yapılan sarkıntılık ve genel ahlaka uymayan davranışlardır. Araştırmalara göre kadınlar özel ve çalışma yaşamlarında erkeklere göre daha fazla cinsel tacize uğramaktadırlar.
Olumlu (Pozitif Ayrımcılık)Kimi zaman eşit davranabilmek için kişinin din, dil, renk, ırk, cinsiyet, özürlülük gibi dezavantaj yaratan durumunu göz ardı ederek kişi lehine yapılan davranış ve uygulamalar pozitif ayrımcılığı oluşturmaktadır.
Sistematik AyrımcılıkBelirli gruplara karşı kurumsallaşmış yapılar, politikalar, uygulamalar ve geleneklerdir. Güney Afrika’da hükümet tarafından 1990’ların ortalarına kadar zencilere karşı uygulanan ırk ayrımcılığı (apartheid) bu ayrımcılığa en önemli örnektir.
Çoklu / Kesişen AyrımcılıkBirden fazla ayrımcılık türünün aynı anda ihlal edilmesi ve birden fazla konuda yapılan ayrımcılıktır. Özürlü ve Müslüman bir erkeğin hem özürlü hem dinî nedenle ayrımcılığa tabi olması çoklu ayrımcılığa örnek olarak verilebilir.
Ters Yönlü AyrımcılıkToplumda genel olan grubun karşı karşıya kaldığı ayrımcılık türüdür. Dezavantajlı gruplara uzun süre uygulanan olumlu ayrımcılık uygulamaları sonucu bu defa genel grup üyelerinin ayrımcılığa uğramasını ifade etmektedir.
Çalışma Yaşamında Ayrımcılık
Ayrımcılığın en yaygın şekilde görüldüğü yer çalışma yaşamıdır. Çalışma yaşamında ayrımcılık genel olarak verimliliği eşit olan kişilere sadece belli bir gruba ait olduklarından veya özelliklerinden dolayı istihdam ve iş olanaklarının kalitesi bakımından eşit davranılmamasını ifade etmektedir.Çalışma yaşamında ayrımcılık; çalışma yaşamının tüm aşamalarında işe alınırken, iş sırasında (ücretleme, çalışma ve dinlenme süreleri, yıllık izinler, performans değerlendirme, terfi, eğitim) ve işten ayrılırken ortaya çıkmaktadır.
Çalışma yaşamında ayrımcılık türleri :
Irk, Renk, Soy, Ulusal veya Etnik Köken, Din ve Siyasal Görüşe Dayalı Ayrımcılık : BM’ye ait Din ya da inanca Dayanan Tüm Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılık Biçimlerinin Kaldırılmasına ilişkin Bildirge’de de din ve inanç temeline dayanan her türlü hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık yasaklanmıştır. Ancak konu ile ilgili tüm uluslararası sözleşmelerde ve ulusal düzenlemelerde ayrımcılık yasağı getirilmesine rağmen uygulamada her alanda özellikle çalışma yaşamında bu nedenlere dayalı olarak ayrımcılık devam etmektedir.
Cinsiyet Ayrımcılığı;Cinsiyet ayrımcılığı bir kişinin bir kadına/erkeğe cinsiyetine dayalı olarak bir kadına/erkeğe davrandığı veya davranacağından daha olumsuz veya daha az olumlu davranması olarak tanımlanmaktadır. Kadınlar, erkekler ve farklı cinsel yönelime sahip kişilere yapılan ayrımcılık cinsel yönelim ayrımcılığı olarak sınıflandırılmaktadır.
Özürlü (Engelli) Ayrımcılığı;Çalışma yaşamında özürlü ayrımcılığı dolaylı ve doğrudan ayrımcılık olarak iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Doğrudan ayrımcılık ile özürlünün özürlü olmayan kişiden daha az ilgi görmesi; dolaylı ayrımcılık ile özürlü kişilerin başa çıkamayacakları durumlarda ortaya çıkan ve onların sosyal eşitlikten dışlanarak haksızlığa uğraması ifade edilmektedir.
Yaş Ayrımcılığı;Yaş ayrımcılığı, Eurolink tarafından “ayrımcılık için yaşın kullanımının haksız olduğu ve yaşlı işçilere haksız muamele durumunda uygulanır” şeklinde tanımlanmaktadır. İşe alma sırasında işverenlerin iş gerekleri ile bağlantılı olmaksızın iş ilanlarına alt veya üst yaş sınırı koymaları, kriz sırasında yaşlı işçilerin öncelikle işten çıkarılması veya onların erken emekliliğe zorlanması, işte yükselme sırasında kıdem yerine performans kriterinin dikkate alınması, kişilerin yaşları ile alay edilmesi yaş ayrımcılığı uygulamalarına örnek oluşturmaktadır. Yaş ayrımcılığı yasağı ile ilgili ilk düzenleme 1967 yılında ABD’de İstihdamda Yaş Ayrımcılığı Kanunu ile yapılmış, kanun ile 40 yaş ve üstü kişilerin çalışma yaşamında yaş ayrımcılığına karşı korunması öngörülmüştür.
Ayrımcılık Yasağı İle İlgili Uluslararası Düzenlemeler
Ayrımcılık yasağı uluslararası düzeyde kurulmuş başta BM olmak üzere ILO, Avrupa Konseyi ve AB gibi örgütlerin belgelerinde düzenlenmektedir. Ayrıca bu örgütlerin bünyesinde oluşturulan çeşitli denetim organlarının kararları ayrımcılık konusunda ulusal düzenlemelere ışık tutmaktadır.
Çalışma yaşamı ile ilgili olarak oluşturulan çok sayıda sözleşmede eşitlik ve ayrımcılık yasağına yer verilmektedir. Avrupa Birliği’nde ayrımcılık yasağı ile ilgili ilk düzenleme 25.3.1957 tarihli Roma Anlaşması’nda yapılmıştır. Anlaşma’nın 119. maddesinde kadın erkek ücret eşitliği, 7. maddesinde vatandaşlık temelinde ayrımcılık yer almıştır. 119. maddenin Roma Anlaşması’nda yer almasında; kendi iç düzenlemelerinde kadın ve erkek çalışanlara eşit ücret ödenmesi ilkesine yer vermiş olan Fransa’nın işgücü maliyetleri açısından rekabet eşitsizliği yaratacak bir durumun ortaya çıkmasını engelleme düşüncesi etkili olmuştur.
Türkiye’de Ayrımcılık Yasağı İle İlgili Düzenlemeler
Türk hukukunda eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı ile ilgili düzenlemeler 1924 Anayasası’ndan bu yana tüm anayasalarda ve birçok yasada yer almıştır. 1982 Anayasa’sının 10. maddesi kanun önünde eşitliği düzenlemektedir.Anayasa dışında Türk mevzuatında çok sayıda kanunda eşitlik ve ayrımcılık yasağı düzenlenmektedir.Çalışma yaşamında eşitlik ve ayrımcılık yasağı 4857 sayılı iş Kanunu’nun 5.maddesinde eşit davranma ilkesi başlığı altında düzenlenmektedir. Bu madde ile doğrudan ve dolaylı ayrımcılık kavramları ilk defa mevzuata girmiştir
Aöf Sosyal Politika Dersi 7.Ünite Ders Notları
ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN GRUPLAR ( DEZAVANTAJLI GRUPLAR )
Özel olarak korunması gereken gruplar kavramı yerine (sosyal) risk grupları,dezavantajlı gruplar, handikaplı gruplar gibi farklı kavramlar da kullanılabilmektedir.
Özel olarak korunması gereken gruplar; toplumda yetersiz yaşam koşulları içinde yaşayan; demografik değişkenlere bağlı olarak, farklı nicelik ve nitelik gösteren; fizyolojik, psikolojik, sosyal, sağlık, ekonomik, siyasal ve kültürel açılardan çağdaş yaşam koşullarına ulaşmak için devletin sorumluluğunda ve organizasyonunda, toplumsal güvenlik içinde, toplumsal koruma ve hizmete gereksinim duyan sosyal gruplardır”. Özel olarak korunması gereken gruplar arasında çocuklar, gençler, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, azınlıklar, eski hükümlüler, kadınlar, tek ebeveynli aileler ve yoksullar yer almakta ancak literatürde bunlara farklı dezavantaja sahip diğer gruplar da eklenmektedir.
ÇALIŞMA YAŞAMINDA ÖZEL OLARAK KORUNMASI GEREKEN BELLİ BAŞLI GRUPLAR
KADINLAR
Kadınlar tarihin her döneminde çalışma yaşamında sürekli olarak yer almış ancak ücretli işçi olarak çalışma yaşamına Sanayi Devrimi ile birlikte girmişlerdir. İngiltere’den başlamak üzere diğer Avrupa ülkelerinde kadınların çalışma yaşamında özel olarak korunmaları ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Kadın işgücü kullanımı 19. yüzyılın sonunda metalürji, araba, kimya gibi ağır sanayilerdeki gelişmelere bağlı olarak geçici bir süre sınırlanmış, buna karşılık I. Dünya Savaşı sırasında savaş koşulları nedeniyle kadınlar tüm iş kollarında çalışmak zorunda kalmışlardır. I. ve II. Dünya Savaşları kadınların statüsünü etkilemiş, kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başlamıştır. Dünya Savaşları sonrasında kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başladığı görülmektedir.
Hâlen gelişmekte olan ülkelerde çok uluslu şirketler kadını ucuz emek olarak kullanmakta, kaçak göçmen kadınlar vasıf düzeylerine bağlı olmaksızın göç ettikleri ülkelerde sanayi ve hizmet sektöründe kayıt dışı çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Tüm dünyada işgücüne katılım açısından kadın ile erkek arasındaki büyük farklılık bulunmakta, gelişmekte olan ülkelerde kadınların büyük bölümü tarım sektöründe yer alırken gelişmiş ülkelerde hizmet sektörü ağırlık kazanmaktadır. Kadının çalışma yaşamındaki durumuna Türkiye açısından bakıldığında ise 1840’lardan itibaren önce Müslüman olmayan kadınlar, 1860’lardan sonra Müslüman kadınlar dokuma fabrikalarında ücretli işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Geçmişten günümüze tüm dünyada kadınlar çalışma yaşamına katılma ve çalışma yaşamında başarılı olma konusunda çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorunlardan bir bölümü cinsiyet ayrımcılığından bir bölümü iş- aile sorumluluklarının dengelenmesindeki zorluklardan kaynaklanmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları cinsiyet ayrımcılığı uygulamaları eğitim ve meslek seçiminde, işe alınma, iş sırasında ve iş ilişkisinin sona ermesi aşamalarında ortaya çıkmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunlar nedeniyle fizyolojik (biyolojik) farklılıkları açısından ve cinsiyet ayrımcılığına karşı korunmaları önem kazanmakta, bu amaçla çeşitli politikalar oluşturulmaktadır. Kadınların fizyolojik farklılıkları nedeniyle korunması amacıyla tüm ülkelerde kanunlarla kadınların yer altı ve su altında yapılan işlerde çalıştırılmaları yasaklanmakta, sanayiye ait işlerde gece çalıştırılmaları kurallara bağlanmakta, çalışabilecekleri ağır ve tehlikeli işlerle ilgili sınırlandırmalar getirilmektedir.
Cinsiyet temelli ayrımcılığın önlenmesi amacıyla uluslararası örgütler pek çok düzenleme yapmıştır. Türkiye’de kadın işçileri korumaya yönelik ilk düzenleme ise 24.04.1930 tarih 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapılmıştır. Daha sonra 03.06.1936 tarihve 3008 sayılı İş Kanunu’ndan itibaren tüm iş kanunlarında kadın işçileri korumaya yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Türkiye’de hâlen çalışma yaşamında kadınların korumasına yönelik çok sayıda kanun ve yönetmelikte düzenleme bulunmaktadır. Ancak kadın işçilerin çalışma yaşamında korunması ile ilgili en ayrıntılı düzenleme 22.05.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer almaktadır. Türkiye’de kadınların çalışma yaşamında korunmasına yönelik mevzuat açısından önemli ilerlemeler sağlanmasına karşılık, kadınların işgücüne katılım oranının düşük olmasında; din, gelenekler, kadının eğitim düzeyi, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, ailenin ekonomik durumu ve işyerlerindeki ayrımcılık önemli rol oynamaktadır.
ÇOCUKLAR – GENÇLER
Çocuk ve gençlerin işçi statüsünde çalışma yaşamına girişleri Sanayi Devrimi ile birliktebaşlamıştır. ILO 138 sayılı İstihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’nde en az çalıştırılma yaşı 15 olarak kabul edilmiş, ülkelere belli koşulların varlığı halinde en az çalıştırılma yaşını bu yaşın altında belirleyebilmeleri konusunda esneklik tanınmıştır. Bu dönemde çocuklar ve gençler kadınlar gibi dokuma fabrikaları ve maden ocaklarında çok kötü koşullarda, çok düşük ücretle, çok uzun süre, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Ancak bu durum tepkilere neden olmuş, İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerde çocuk ve gençleri korumaya yönelik hukuki düzenlenmeler yapılmıştır. Uluslararası alanda da ilk olarak 1890 Berlin Konferansı’nda çocukların çalıştırılma yaşı, çalışma süreleri ve iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin dilek niteliğinde kararlar alınmıştır.
ILO günümüze kadar çocukların ve gençlerin korunması ile ilgili çok sayıda sözleşme ve tavsiye kabul etmiştir.
Sözleşmeler;
* en az çalıştırma yaşı,
* çalışma koşulları,
* sağlık muayeneleri,
* sağlık ve güvenlik,
* gece ve yer altı çalışması ile mesleki eğitim konularında çocukları ve gençleri koruyucu düzenlemeler getirmektedir.
Örgüt 1992 yılında da çocuk işçiliği ile mücadele etmek amacıyla “Çocuk Çalıştırılmasının Ortadan Kaldırılması Uluslararası Projesi’ni (IPEC)” başlatmıştır. Projenin uzun vadeli hedefi; çocuk işçiliğini ortadan kaldırmak, kısa ve orta vadeli hedefi ise çocukların korunması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Proje; projeye katılan ülkelerde kamu ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülmektedir. Proje; vergi çalışmaları, kalkındırma, hukuki reform, farkındalık yaratma, sosyal mobilizasyon, çocukların tehlikeli işlerden korunması, bu işlerden çıkarılması, rehabilite edilmesi, çocuk işçilerin aileleri için alternatifler yaratılması faaliyetlerini içermektedir. Türkiye’de ise çocukların çalışma yaşamında korunması ile ilgili ilk düzenleme 151 sayılı Kanun’la 1921 yılında yapılmıştır.
YAŞLILAR
Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmekte, iklim, çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını engellemektedir. Ayrıca yaşlıları tanımlamak için kullanılan terimler birbirinden farklılık göstermektedir.
Terminolojide yaşlılar için
*yaşlı kişiler, *ileri yaştakiler, *üçüncü çağ, yaşlananlar, *80 yaş üstündekiler için dördüncü çağ gibi kavramlar kullanılmaktadır.
Yaşlılık; biyolojik, fizyolojik, fonksiyonel, kronolojik, sosyal ve duygusal yaşlılık olarak sınıflandırılabilmekte ancak kişinin doğumundan itibaren geçen zamana göre bir yıllık birimler esas alınarak belirlenen kronolojik yaşlılık kavramı yaşlılığın tanımlanmasında daha fazla kullanılmaktadır. Çalışma ekonomisi alanında 65 yaş yaşlılığın başlangıcı olarak genel kabul görmektedir. Geçmişi oldukça yeni olan yaşlılara yönelik sosyal politikaların oluşturulmasında; yaşlıların dünya nüfusu içinde oranının artması, geleneksel aile yapısından, çekirdek veya tek ebeveynli aile yapısına geçiş ile birlikte ortaya çıkan yaşlıların bakım sorunu, sosyal devlet anlayışı, insani nedenler, nüfusun yaşlanması ile birlikte kamunun tasarruf oranının düşmesi, sağlık ve emeklilik ödemelerinin özellikle gelişmiş ülkelerde önemli ölçüde artması sonucu sosyal güvenlik sistemlerinin içine düştüğü durum, işgücü arzının azalması riski ve yaşlı bağımlılık oranındaki artış önemli rol oynamaktadır.Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası belgeler diğer dezavantajlı gruplara göre sınırlıdır. Yaşlılarla ilgili önemli uluslararası belgeler arasında BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, Yaşlılık İlkeleri, Avrupa Konseyi’nin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 25. maddesi sayılabilir.
Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar arasında; yaşlılık sigortası, sosyal güvenlik garantisi olmayan veya gelir yetersizliği nedeniyle yoksul duruma düşen belli bir yaşın üzerindeki yaşlılara bu durumları devam ettiği sürece sürekli gelir veya aylık bağlanması, yaşlılara temel gereksinimlerini karşılamak üzere sürekli olmayan parasal yardım veya ayni yardımlar yapılması, muhtaç durumda olan yaşlılara başta sağlık hizmeti olmak üzere sosyal hizmetler sunulması sayılabilir. Yaşlılara sunulan sosyal hizmetler arasında kurumsal bakım hizmetleri büyük önem taşımaktadır.
Kurumsal bakım hizmetleri;
a) Huzurevi,
b) Yaşlı bakımevi,
c) Sokak yaşlıları
d) Yardım evi
e) Yaşlı apartmanları
f) Yaşlı köyleri gibi kurumlar aracılığıyla verilmektedir.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde kurumsal bakım hizmetlerinin yaşlılar üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bu hizmetlerin yanında evde bakım hizmetlerine ağırlık verilmeye başlanmıştır. Evde bakım hizmetleri kapsamına evde yardım, evde takip hizmetleri, ev sağlık hizmetleri, süreli bakım, evlere yemek servisi, evlere bakım onarım hizmetleri gibi hizmetler girmektedir. Gelişmiş ülkelerde yaşlılara yönelik sosyal politikalar, yaşlıların ve ailelerinin yaşam kalitelerinin arttırılması ile kişilerin sağlıklı ve başarılı yaşlanarak toplumsal yaşama daha aktif şekilde katılmalarının sağlanması amacına yöneliktir.
Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. 1982 Anayasası’nın 61.maddesinde yaşlıların korunması ile ilgili “yaşlılar, devletçe korunur. Yaşlılara devlet yardımı ve sağlanacak diğer haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir. Bu amaçla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar ve kurdurur” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Farklı dezavantajlı gruplara yönelik çeşitli kanunlarda düzenlenen sosyal hizmetler 24.05.1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ile bir araya getirilmiştir. Bu kanunla kurulan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) 03.06.2011 tarih ve 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kaldırılarak bu tarihten sonra yeni kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak faaliyetini sürdürmeye başlamıştır. Yaşlı ve özürlülerle ilgili olarak aynı bakanlık bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. 2828 sayılı Kanun’un öngördüğü esaslar doğrultusunda yaşlılara yönelik kurumsal bakımla ilgili üç yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikler çerçevesinde yaşlılara yönelik kurumsal bakım;
a) Huzurevi b) Yaşlı bakım c) Rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla yatılı olarak sağlanmaktadır.
ÖZÜRLÜLER
BM verilerine göre özürlüler dünya nüfusunun %10’unu oluşturmakta, özürlülerin %80’ini gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Ancak dezavantajlı gruplar içinde en büyük gruplardan biri olan özürlülere yönelik sosyal politikaların oluşturulması oldukça zaman almış, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özürlülere yönelik sosyal politikalar gelişmiş ülkelerde gündeme gelmeye başlamıştır.
İşverenlerin özürlü istihdamını sağlamak amacıyla da kanunlarla belli sayıda işçi çalıştıran işverenlere,
• Belli sayı veya oranda işçi çalıştırma zorunluluğu getirilmesi (kota sistemi),
• Bazı iş ve mesleklerin ülke çapında sadece özürlülere ayrılması (tahsis yöntemi),
• Bazı iş ve mesleklerin kanunlarla belirlenen işyerleri, çalışma kolu veya mevkileri için özürlülere tahsis edilmesi (sınırlı tahsis yöntemi),
• Özürlülere işe girmekte öncelik ve tercih olanağı verilmesi ( öncelik ve tercihlerin tahsisi yöntemi),
• İşverenlerin işçi talepleri ile boş işlerini zorunlu olarak bir kuruma bildirmeleri ve kurumun bu talep ve boş işler doğrultusunda özürlüleri işe yerleştirmesi,
• Özürlü işçi çalıştıran işverenlere tazminat ödenmesi,
• Vergi muafiyeti getirilmesi
• Evde çalışma – tele çalışma gibi çalışma yöntemlerinin teşvik edilmesi söz konusudur.
Türkiye’de özürlülere yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. Özürlü çalıştırılma zorunluluğu ilk olarak 20.04.1967 tarih ve 854 sayılı Deniz İş Kanunu ile getirilmiştir.4857 sayılı İş Kanunu’nda da özürlülerin istihdamı ile ilgili olarak 30.maddede düzenleme yapılmıştır. 30. maddeye göre ‘’ 50 ‘’ veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektör işyerlerinde %3, kamu işyerlerinde %4 özürlü çalıştırılması zorunlu olup, işverenler çalıştırmak zorunda oldukları özürlüleri Türkiye İş Kurumu (İş-KUR) aracılığıyla sağlayacaklardır.
ESKİ HÜKÜMLÜLER
Eski hükümlü, genel olarak işlemiş olduğu herhangi bir suçtan dolayı hakkında mahkûmiyet kararı kesinleşerek hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olduktan sonra cezasını tamamlayarak, cezaevinden çıkan ve hükümlülük niteliği ortadan kalkan kişi olarak tanımlanabilir. Eski hükümlülerin en önemli sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. Eski hükümlülerin iş bulmaları çoğunlukla bu kişiler yeterli vasfa sahip olmadıkları için oldukça güçtür. Eski hükümlülerin çalıştırılması zorunluluğu sadece kamu sektörü için geçerlidir. Ancak eski hükümlülerin iş piyasası için gerekli vasfa sahip olmaları hâlinde bile toplumun ve işverenlerin önyargıları nedeniyle iş bulmaları oldukça güçtür. Bu nedenle özürlüler gibi eski hükümlüler için de kanunlarla ‘’ KOTA ‘’ sistemi veya işverenleri eski hükümlü çalıştırmaya özendirici tedbirler getirilmekte, kendi işlerini kurmaları için parasal, ayni ve teknik destek sağlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de eski hükümlülere vasıf kazandırmaya yönelik eğitim programları ileonların çalışma yaşamında korunmaları ile ilgili düzenlemeler henüz yetersizdir.Hâlen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesinde sadece kamu sektörü için %2 oranında eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu (kota) getirilmekte, kamu işverenlerinin çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri İŞKUR aracılığıyla sağlamaları öngörülmektedir.
GÖÇMENLER
BM kendi vatandaşı olduğu ülkeden başka bir ülkede bir yıl veya daha fazla süre kalan kişileri göçmen olarak kabul etmektedir. Göçmen işçi kavramı konusunda da uluslararası belgelerde genel kabul görmüş bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası belgelerde kaçak göçmen işçileri ve ailelerini de içine alan göçmen işçilerle ilgili en geniş kapsamlı tanım BM’nin Tüm Göçmen İşçilerin ve Ailelerinin Haklarının Korunmasına Dair Sözleşme’de yer almaktadır. Uluslararası göçün geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihin her döneminde insanlar ekonomik, siyasi, demografik veya coğrafik nedenlerle bir ülkeden diğerine göç etmek zorunda kalmışlardır. Günümüzde bu göç dalgası bütün hızı ile devam etmektedir. 2050 yılında göçmen sayısının 230 milyona çıkacağı, dünya nüfusunun %2,6’sının göçmenlerden oluşacağı tahmin edilmektedir. Türk hukukunda bağımlı ve bağımsız statüde yabancıların (göçmen işçi) Türkiye’de çalışabilmeleri 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun (YÇIHK) uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu ikili veya çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe çalışma izni alma şartına bağlanmıştır.
Aöf Sosyal Politika Dersi 8.Ünite Ders Notları
KÜRESELLEŞME
Bugünlerde daha az kullanılmakla birlikte, küreselleşme terimi 1980’leri takip eden 20 yıllık dönemde uluslararası düzeyde meydana gelen bütün iktisadi, sosyal, siyasi ve kültürel gelişmeleri izah etmek için referans olarak kullanılan bir “fenomen” hâline gelmiştir.
Politikacıdan akademisyene, iş adamından sendikacıya herkesin kendi dünyası ile ilgili bütün olaylarda “sebepleri” veya “sonuçları” açıklamak için küreselleşmeyi referans olarak kullanmaya başlaması küreselleşmeyi;karmaşık, sınırları çizilmesi güç ve anlaşılması zor bir terim hâline getirmiştir.
Bir görüşe göre “bütün iyiliklerin”, bir başka görüşe göre de “bütün olumsuzlukların” kaynağı olarak gösterilmesi ve karşıt görüşler arasında keskin yaklaşım farklılıkları olması küreselleşmenin anlaşılmasını güçleştiren bir başka unsur olmuştur.
Ancak, şurası da bir gerçek ki küreselleşme;
• “lehinde veya aleyhinde”;
• “karşıt” veya “taraftar”;
• “olumlu veya olumsuz değerlendiren” herkesin göz ardı edemeyeceği, hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir olgu, bir süreçtir.
Küreselleşme Nedir?
Bitirme ödevi hazırlayan öğrenciden, Doktora tezi hazırlayan akademisyene, Yerel seçimleri kazanmak isteyen politikacıdan Uluslararası ilişkilerde taraf bir devlet adamına kadar herkesin küreselleşmeyi referans terim olarak kullanılması, Herkesin kabul ettiği, ortak bir tanımının da olduğu anlamına gelmemektedir. Bu da sebepsiz değildir. Çünkü:
• Küreselleşme iktisadi alanda ortaya çıkan bir olgu olarak başlamakla birlikte zaman içinde sosyal, politik ve kültürel boyutu ile öne çıkmıştır.
• Küreselleşmenin politik ve kültürel boyutu, küreselleşme ile ilgili ideolojik görüş farklılıklarına yol açmıştır.
• Dünyanın neresinde olursa olsun, gelişme seviyesi ve siyasi rejimi ne olursa olsun, zengin-fakir, büyük-küçük bütün ülkeleri yakından ilgilendiren bir öneme sahip olmuştur.
Küreselleşmenin, ulus devlet temelli olarak kurulan “mevcut dünya sistemini”, köklü şekilde değiştirecek bir süreç olması, bu değişim ve sonuçta gerçekleşecek dönüşüm sonunda “kazanan ve kaybedenlerin” kimler (toplumlar-ülkeler) olacağı konusundaki belirsizlik de küreselleşmeye yönelik algıları ve beklentileri etkilemektedir.
!!! İngilizce global (küresel) kelimesinden türetilen küreselleşme (globalisation), “dünya çapında, herkesi ilgilendiren, evrensel, bütünle ilgili” bir değişim-dönüşüm sürecini ifade etmek için kullanılmaktadır.
Küreselleşme; iktisadi, sosyal ve siyasi hayatın bütün aktörlerinin 1980’ler sonrası dönemde yaşadıkları sorunlarıngerekçelendirilmesinden, gelecek dönem projeksiyonlarının yapılmasına kadar kendilerini ilgilendiren bütün alanlarda sebep, sonuç veya belirleyici faktör olarak dikkate aldıkları bir referans olmuştur.
İktisadi alanda ortaya çıkan gelişmeleri ifade etmek için kullanılan küreselleşmenin zaman içinde sosyal, politik ve kültürel boyut kazanması, çok farklı kişilerin çok farklı süreçleri açıklamak için küreselleşmeyi belirleyici değişken olarak kullanması herkes tarafından paylaşılan ortak bir tanım yapma imkânını ortadan kaldırmıştır.
Küreselleşmenin bütününü ve farklı yönlerini görebilmek için farklı kesim ve kişilerce yapılan ve değişik bakış açılarını yansıtan küreselleşme tanımları ayrı ayrı verilecektir. Bu tanımlardan sıklıkla rastlananları şunlardır:
• Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılarından global bütünleşmenin, entegresyon ve dayanışmanın artması anlamındadır. Sosyal bilimlerin her alanında çok yaygın olarak kullanılan bir terim olarak, bir durumu açıklamaktan ziyade bir akım veya zihniyeti ifade etmek için kullanılmaktadır.
• Küreselleşme, insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılığın artmasıdır. Ancak bu yalnızca ekonomik açıdan değil, kültürün, teknolojinin ve yönetimin global düzeyde bütünleşme sürecidir.• Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alandaki değişimi ifade etmek için kullanılan “sihirli” bir sözcük, parolaya dönüşmüş moda bir deyimdir.
• Genel anlamda küreselleşme; özellikle bilginin, haberleşmenin, kültürel etkileşimin, sermayenin ulusal sınırları aşıp uluslar üstü nitelik kazandığı; ekonomi, kültür, siyaset, yönetişim vb. birçok düzeyde ülkeler arasındaki bağımlılığın arttığı bir süreci yansıtır.• Küreselleşme, sadece ya da öncelikle ülkelerin ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılıkları anlamına gelmemekte, içinde yanılan dönemde zaman ve mekânın dönüşümü anlamına gelmekte, mekân olarak uzakta meydana gelen olayların bu olaylarla ilgisi olmayan kişileri doğrudan ve anında etkilemesidir.
• Küreselleşme; uluslararası mal ve hizmet ticaretinin artması, doğrudan yabancı yatırım ve kısa dönemli sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, çok uluslu işletmelerin oynadıkları rolün değişmesi, üretim ağlarının uluslararası çapta yeniden organizasyonu, teknolojik yeniliklerin, özellikle bilgi teknolojisinin ivme kazanması ve yaygınlaşması, kuralsızlaştırmanın benimsenmesi ile dünya ekonomisinin bütünleşmesi süreci olarak tanımlanabilir.
• Bir fenomen olarak küreselleşme; uzun süreçli ancak başlangıcı olmayan fakat teolojik de olmayan, düzen ve düzensizlik, iş birliği ve mücadele, bütünlük ve ayrılık üreten güçlerin son derece karmaşık bir etkileşimidir.
• Küreselleşme, küresel bağlılıkların genişlemesi, sosyal hayatın küresel ölçekte organizasyonu, küresel bilinç ve duyarlılıktaki artışa bağlı olarak bütün dünyanın bütünleşme sürecidir.
• Küreselleşme, bugün kimsenin yok varsayamayacağı bir gerçeklik olarak geleceğe yönelik bütün okumalara yön veren bir süreçtir. Hiç kimsenin tam olarak anlamadığı ancak herkesin etkilerini üzerinde hissettiği yeni bir düzenin adıdır. Küreselleşme, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği, çelişkili ve birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir.
• Sanayi kapitalizminin yükselişiyle yaşanan kitlesel değişimler ve bu değişimlere bağlı olarak yaşanan dönüşüm sürecidir. Batı’nın sınırsızlaşması (ulus devletin çöküşü) ve Brezilyalaşması (kayıt dışı emek piyasalarının yükselişi) gibi dönüşümleri içerir.
Küreselleşme bir uluslararasılaşma süreci olarak değerlendirildiği için özellikle küresel ölçekte ekonomik sistemi düzenlemekle görevli IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların küreselleşme sürecini yönettiği ve yönlendirdiği görüşü yaygın bir kabul görmektedir. Bu kuruluşlar, bir yandan küreselleşme sürecinin doğuşuna yol açan, diğer yandan da sürecin devamlılığını sağlamaya yönelik yeni düzenin alt yapısını oluşturan kuruluşlar olarak süreç içinde rol almışlardır.
Bu bakımdan bu kuruluşların küreselleşme ile ilgili yaklaşım ve algıları süreci anlamak için önemlidir.
• Dünya Bankasına (World Bank-WB) göre küreselleşme, insanlık tarihinin kaçınılmaz olarak yaşanacak bir safhasıdır. Dünya çapında ekonomilerin ve toplumların bütünleşme sürecini ifade eder. Küreselleşme yalnızca bir mal ve hizmet ticareti artışı değildir. Haberleşme teknolojisi ve bilgi paylaşımı ile bilgi, enformasyon ve kültürün de bütünleşmesi sürecidir.
• Uluslararası Para Fonu (‹nternational Monetary Fund-IMF), küreselleşmeyi; gelişme seviyesi ve siyasi sistemi ne olursa olsun bütün ülkelerin vatandaşlarına daha yüksek bir hayat standardı sağlamak için (refah seviyelerini artırmak için) gerçekleştirmek zorunda oldukları istikrarlı bir ekonomik büyüme hedefini birlikte gerçekleştirme sürecidir. Kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların karşılanması hedefinin gerçekleştirilmesi için en uygun yoldur.
Ancak yine IMF’ye göre geniş anlamda küreselleşme: Ekonomik göstergelerle ilgili değişimin yanı sıra küreselleşmenin kültürel, siyasal ve çevre ile ilgili boyutlarını da kapsamaktadır.
• Ekonomik Kalkınma ve İş birliği Örgütü (OECD) küreselleşmeyi; mal ve hizmet piyasaları ile birlikte mali piyasaların da bütünleştiği, ulusal ekonomilerin birbirlerine bağımlılıklarının arttığı çok yönlü bir ekonomik bütünleşme sürecidir.
• Birleşmiş Milletlere (United Nations-UN) göre küreselleşme; küresel bütünleşmenin ve karşılıklı bağımlılığın artmasıdır ve iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları olan çok yönlü bir olgudur. Süreç; diğer gelişmelerin yanı sıra yeni sosyal ve politik hareketlerin doğuşu anlamına da gelmektedir.
• Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), kurum olarak sosyal alana yönelik etkilerini öne çıkararak küreselleşmenin ileri sürülen olumlu sonuçlar yanında toplumlar ve ülkeler arası eşitsizlikleri artıran,sosyal sorunlar› derinleştiren etkileri de olan bir süreç olarak tanımlamıştır.
ILO’ya göre küreselleşmeden beklenen olumlu sonuçların alınması sürece müdahale edilerek iyi yönetilmesi ile mümkün olacaktır. Küreselleşme, kendiliğinden olumlu sonuçlar doğuracak bir süreç değildir.
!!! ILO, küreselleşmenin toplumlar ve ülkeler arası eşitsizlikleri artırdığını ancak sürece karşı çıkmak yerine sürece müdahale edilerek olumsuz sonuçlarını giderecek bir yönlendirmenin yapılabileceğini savunmaktadır.
Yukarıda verilen çok sayıda tanım birlikte dikkate alındığı zaman küreselleşme terim olarak herkes için aynı anlamı ifade eden “tarafsız-nötr” bir terim değildir.Bir yaklaşıma göre herkese zenginlik ve barış içinde bir dünya vaat ederken bir diğer yaklaşıma göre çok uluslu şirketlerin bütün kaynakları kontrol altına aldıkları ürkütücü bir düzeni ifade etmektedir.
Bugün gelinen noktada küreselleşme hâlâ çok yönlü tartışmaların konusudur ve “hastalıklı-ayıplı” bir kavram olmaktan kurtulamamıştır.
Küreselleşmenin Doğuşu ve Gelişimi
Küreselleşmenin ortaya çıkışını açıklamaya yönelik görüşleri iki ana grupta toplamak mümkündür.
Daha az taraftar bulunan ilk görüş taraftarları homojen olmayıp, kendi içinde küreselleşmeyi toplumlar ve ülkeler arası ilişkilerin başladığı en eski zaman dilimlerinden başlatanlar yanında farklı dönemleri başlangıç tarihi olarak alanlar da vardır.
Küreselleşmeyi; 15. yüzyılda Colomb ve De Gama’nın keşiflerini takip eden dönemde yeni dünyaya artan mal ticaretini esas alanlar yanında Sanayi Devrimi ve bunu takip eden 19. yüzyıldaki sömürge anlayışına uygun ticaret artışının gerçekleştiği dönemi başlangıç olarak alanlar da vardır.
Bu görüş içinde daha yaygın olan görüşe göre küreselleşme 19. yüzyılın son çeyreği ile Birinci Dünya Savaşı öncesidönemler arasındaki 50 yıllık sürede ortaya çıkan hızlı üretim ve ticaret artışına bağlı gelişmelerin sonucudur.
Bütün bu görüşler, bir yandan haberleşmedeki hızlanma (kıtalararası telgraf ağı kurulması), diğer yandan özellikle buharlı gemilerin mal taşımacılığındaki kullanımının artışının etkilerini esas almışlardır. Küreselleşmenin başlangıcı konusunda bu görüşleri zayıflatan unsur, mal ticaretindeki artışın dönemsel kalması, savaş ve kriz dönemlerinde ortaya çıkan engeller ve kısıtlamalar dolayısıyla duracak noktaya gelmesidir. Yani süreklilik arzetmemesidir.
!!! 1980’ler sonrası dönemde iktisadi faktörlerin yanı sıra soğuk savaş döneminin sona ermesi, İki Bloklu dünyadan tek bloklu dünyaya geçiş ve Doğu Blok’unda yer alan ülkelerin Batı ile bütünleşme çabaları da vardır.
Daha fazla taraftar bulan ikinci görüşe göre küreselleşme 1980’li yıllarda başlamıştır. Ancak, 1980’li yıllarda başlayan küreselleşme sürecinin gerisinde;
• İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yaşanan hızlı ve sürekli ekonomik büyümenin sağladığı üretim artışı,
• 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizi takip eden dönemde başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere gibi ülkelerde iktidar olan yeni sağ ve takip ettikleri neoliberal ekonomik politikalar,
• Haberleşme teknolojisindeki hızlı gelişme, televizyon yayıncılığının artışı ve İnternet kullanımının yaygınlaşması,
• Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve Doğu Bloku ülkelerinin “geçiş ekonomileri” anlayışı ile Batı ile bütünleşme faaliyetlerini hızlandırması,
• Ulus devletlerin mal ve hizmet ticaretini engelleyen veya sınırlayan kurallarının yerine uluslar üstü kuralların hakim kılınması,
• Gelişme ve büyüme isteğinin ulus devletleri yabancı sermaye yatırımlarını ülkelerine çekmek için takip ettikleri serbestleşme politikaları,
• Haberleşme teknolojisindeki gelişmenin uluslararası bankacılık ve finans işlemlerini kolaylaştırması, piyasalar› bütünleştirmesi,
• İktisadi hayattaki serbestleşmeyi takip eden sosyal ve kültürel hayattaki serbestleşmenin toplumlar arası ve ülkeler arası bilgi-enformasyon hareketliliğini artırması,
• Avrupa Birliği gibi bölgesel bütünleşme hareketlerinin uluslar üstü ortak kurallar belirleme geleneğini güçlendirmesi,
• Güneydoğu Asya ülkelerinin hızlı kalkınma çabaları,
• Hong Kong’un Çin’e devri ve Çin’in uluslararası ekonomiye entegre olmasına yönelik ideolojik yaklaşım değişikliğigibi çok sayıda ve birbiri ile iç içe geçmiş, birbirini hızlandıran faktörlerle gerçekleşmiştir.
Bir bakıma, yukarıda sayılan faktörler küreselleşmenin alt yapısını oluşturmuştur.Bu görüş taraftarları, ilk görüşten farklı olarak küreselleşmeyi yalnızca mal ve hizmet ticareti artışına bağlı “kantitatif-sayıal” bir değişim olarak görmemekte politik, sosyal ve kültürel boyutuna da vurgu yapmaktadırlar. Bu dönem, önceki dönemlerden farklı olarak üretimin bir ülkede gerçekleştirildiği diğerlerine ticaret yolu ile transfer edildiği bir dönem değildir.Küreselleşmeyi 1980’li yıllarda başlatan görüş taraftarlarına göre, küreselleşme piyasa faktörlerinin etkisi ile kendiliğinden, doğal bir süreç sonucunda ortaya çıkmamıştır. Teknolojik alandaki gelişmelerin mal ve hizmet ticareti ile sermaye hareketlerini uluslararasılaştıran etkisi ve uluslararası rekabeti teşvik eden “açık pazar” politikaları ile küreselleşmeyi tetiklemiştir.
IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşların uluslararası yeni bir ekonomik-sosyal düzen oluşturma konusundaki çabalarının da küreselleşme sürecinin seyrine önemli katkısı olmuştur.
Farklı Yaklaşımlara Göre Küreselleşme
Literatürde, çok benimsenen kabule göre küreselleşme ile ilgili yaklaşımlar 3 ana başlıkta toplanmıştır:
• Aşırı Küreselleşmeciler,• Şüpheciler,• Dönüşümcüler.
Aşırı küreselleşmecilere göre; küreselleşme geleneksel kavramlarla açıklanamayan “yeni bir çağın” adıdır.
• Dönemin belirgin özellikleri; mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin daha önce hiçbir dönemde gerçekleşmeyen ölçüde hem hacim olarak artması hem de bütün dünya ülkelerini kapsayacak şekilde bir ağ oluşturması;
• Ulus devletin önemini kaybetmesi ve bilgi-enformasyon teknolojisindeki gelişme ile haberleşme ve ulaşımın hızlanması olarak dikkat çekmektedir.
Ulus devlet önemini kaybederken, uluslararası mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin sürekliliğini ve istikrarını sağlayacak “piyasa düzenleyici” kuralların uluslararası örgütler tarafından belirlenmesi; ekonomik hayatla ilgili piyasa kurallarına yönelik ulusal hukukun yerini uluslararası hukukun alması yönünde bir değişim yaşanmıştır.
Kısaca, ulus devlet ekonomik hayatla ilgili yetki ve otorite alanlarının önemli bir kısmını uluslararası hukuka bırakmakla kalmamış, kendi ulusal kurallarını da bu hukuka uygun olarak düzenlemeye başlamıştır.
Ancak aşırı küreselleşmeci grup içinde küreselleşme sürecine olumlu yaklaşan ve sürecin herkesin refahını artıracağını ileri sürenlerin (destekleyenler-olumlular) yanında, bu yeni düzenin “herkes için değil, elit bir azınlığın” yararına olduğunu iddia edenler de (karşıtlar) vardır.
Şüpheciler, Küreselleşme sürecine temkinli yaklaşırlar.
• Ekonomik boyutu üzerinde yoğunlaşmakta ve bu açıdan sürecin yeni değil, Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemle benzerlik gösterdiğini ileri sürmektedirler.
• Bu görüş taraftarlarına göre, 1890-1914 yılları arasındaki dönemde dünya, bugün olduğundan daha açık ve bütünleşmiş bir ekonomik yapıya sahipti.
• Şüphecilere göre küreselleşme ekonomik bakımdan bütün ülkeleri kapsayan dünya çapında bütünleştirici bir sonuç doğurmamıştır.
• Ekonomik faaliyetler belirli ülkeler ve ülke gruplarından oluşan bölgelerde yoğunlaşmıştır.
• Nitekim dünya ekonomisinin % 80’ine 33 üyesi bulunan OECD ülkeleri hakimdir.
• Küreselleşme sürecinin başta gelen aktörlerinden AB, küresel değil bölgesel bir bütünleşmeyi temsil etmektedir.
• Şüphecilerin küreselleşme sürecine yönelik eleştirel görüşlerinin kaynağını, sürecin ülkeler arasında olduğu kadar ülkelerde de toplumsal sınıflar arasında eşitsizlikleri artırmasıdır.
• Küreselleşme, olumsuz sosyal sonuçlar yaratmanın yanı sıra ulus devlet ve ulus devletin geliştirdiği sosyal devleti de zayıflatmaktadır.
• Sosyal devletin zayıflaması sürece ideolojik bir boyut kazandırmaktadır.
Dönüşümcüler, Küreselleşme sürecine daha çok taraflı ve dengeli bir bakış açısına sahiptirler.
• Küreselleşmeyi nimetleri ve külfetleri;
• Fırsatları ve tehditleri ve nihayet olumlu ve olumsuz sonuçları ile birlikte değerlendirmek gerektiğini ileri sürmektedirler.
• Küreselleşmeye, kaçınılmaz teslim olunması gereken bir süreç olarak değil,
• Ortaya çıkaracağı olumsuz sonuçların giderilebilmesi için müdahale edilmesi,
• Yönlendirilmesi ve yönetilmesi gereken bir süreç olarak bakmaktadırlar.
• Küreselleşmeyi yalnızca mal, hizmet ve sermaye hareketlerindeki istatistiki büyüklüklerle değil, insani boyutları ile de değerlendirmek gerekir.
• Ulus devleti ve sosyal devletin ortadan kaldırılmasını değil, ulus devletin küreselleşme sürecinin dinamiklerine daha iyi cevap verecek ve sorunlarını çözebilecek yeni bir yapıya kavuşturulması gerektiğini ileri sürmektedirler.
Küreselleşme yaklaşımlarını taraftarlarının dünya görüşlerinden hareketle açıklamak gerekirse;
• Aşırı küreselcilerin neoliberal ve Marksist görüş taraflarınca temsil edildiği;
• Şüpheciler tarafında piyasa mekanizmasına karşı çıkan sol görüş taraftarları ile ulus devlete önem veren milliyetçi/sağ eğilimlilerin yer aldığı;
• Üçüncü grupta yer alan dönüşümcülerin ise “reel-politik”e yakın duran uygulamacılar ve entelektüellerden oluştuğu dikkat çekmektedir.
Küreselleşmenin Göstergeleri
Ticaret ve yatırım politikalarının serbestleşmesi, teknolojik yeniliklere bağlı olarak haberleşme ve ulaşım masraflarının düşmesi, girişimcilik ve yeni küresel sosyal ağların itici gücü ile derinleşen küreselleşmenin temel göstergeleri(unsurları) konu ile ilgili yayımların çoğunda;
• Uluslararası mal ve hizmet ticaretinin artması,
• Uluslararası sermaye hareketleri ve yatırımların artışı,
• Haberleşme ve ulaşım maliyetlerinin düşmesi ve iletişimin artışı,
• Çok uluslu şirketlerin büyümesi olarak gösterilmektedir.
Bu faktörler dışında
• Ulus devletin dönüşümü,
• Yeni sosyal ağlar,
• Küresel üretim zinciri,
• Kuralsızlaştırma;
• İşgücü hareketliliği,
• İstihdamın değişen yapısı,
• Bilgi toplumu gibi unsurlar da küreselleşme sürecini açıklamak için kullanılan diğer bazı unsurları oluşturmaktadır.
Uluslararası Mal ve Hizmet Ticaretinin Artması
Küreselleşmenin en somut göstergesi, ülkeler arasındaki mal ve hizmet ticaretindeki artıştır. Artışı ölçmek için kullanılan uluslararası mal ve hizmet ticareti hacminin gayrisafi millî gelire (millî gelir) oranındaki değişmedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası ticareti engelleyen ve sınırlayan yüksek gümrük tarifeleri ve yasaklar, Savaş sonrası dönemde 1947 yılında kurulan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Antlaşması (GATT) ile başlayan süreçte OECD’nin katkıları ile büyük ölçüde kaldırılmıştır.
Küreselleşme yalnızca mal ve hizmet ticaretinin miktarını artırmakla kalmamış zaman içinde ülkeler ve bölgeler bakımından yön ve içeriğini de değiştirmiştir.
Nitekim Uluslararası mal ticareti İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde sanayileşmemiş ülkelerden sanayileşmiş Avrupa ülkelerine doğru ham madde ticareti ağırlıklı iken, Savaş sonrası dönemde ABD’ne doğru yön değiştirmiştir.
Esas küreselleşmenin başladığı 1980’ler sonrası ise Japonya başta olmak üzere Uzak Doğu ve nihayet Çin merkezli Doğu Asya ülkelerine doğru kaymıştır.
Uluslararası ticaret başlangıçta mal ticareti ağırlıklı iken özellikle 1990’lı yıllardan sonra yeni dönem küreselleşmenin de belirgin özelliği olarak hizmet ticareti daha hızlı artmıştır.
ÖNEMLİ: Küreselleşme, mal ve hizmet ticaretinin uluslararasılaşması ve artışı olarak iki ayaklı bir süreç olarak açıklanmasına rağmen, sürecin hizmet ticaretine yönelik ayağı daha zayıf kalmıştır.
Uluslararası mal ve hizmet ticareti ile ilgili bazı rakamlar vermek gerekirse; dünya mal ticaretinin GSMH’ye oranı, 1890-1990 arasındaki yüzyıllık dönemde iki kattan daha fazla artarak % 6’lardan % 13’lere çıkmıştır.
Dünya mal ticareti artışından bütün ülkeler için dengeli şekilde pay almamış yeni dünya düzeninde oluşan 3 büyük bölgesel kutup (Batı Avrupa-AB; Kuzey Amerika ve Doğu Asya Ülkeleri) etrafında yoğunlaşmıştır.
Hizmet ihracat ve ithalatı bakımından lider ülke ABD’dir Hizmet ihracatı bakımından İngiltere ikinci, ithalatı bakımından ise Almanya’dan sonra 3. sırada yer almaktadır.
ABD ve İngiltere’yi Almanya ve Japonya takip etmiştir. OECD üyesi olmayan Çin, Rusya ve Hindistan dünya hizmet ticaretinde giderek artan bir pay ve öneme sahip olmaktadırlar.
Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Yatırımların Artışı
Son 20 yıllık dönemde küreselleşme ile ilgili en dikkat çekici gelişmeler uluslararası finansal piyasalarda yaşanmıştır.Uluslararası sermaye 1980’li yıllarda yaşanan krizden sonra nitelik değiştirerek doğrudan yabancı yatırımlara doğru kaymıştır. Küreselleşme sürecinde mal ve hizmet ticareti ile sermaye hareketleri bakımından bir karşılaştırma yapıldığı zaman, Bretton Woods sistemi ile ikinci Dünya sonrası 1950-70 arasındaki 20 yıllık dönemde mal ve hizmet ticareti büyük ölçüde serbestleştirilirken ulus devletin hükümranlık haklarının korunması endişesiyle finansal piyasalar bu serbestleşme politikasının gündemi dışında kalmıştır.
1973 yılında Bretton Woods sisteminin kırılması ile başlayan finansal serbestleşme 1980’li yıllardan itibaren sanayileşmiş ülkelerin kendi içindeki sermaye hareketlerini hızlandırmış, bu ülkeleri diğer gelişmekte olan ülkeler takip etmiştir. Bu gelişme de küreselleşmenin ikinci ayağını oluşturmuştur. Hareketleri küreselleşmenin diğer ikinci önemli ayağını oluşturmuştur.
Haberleşme ve Ulaşım Maliyetlerinin Düşmesi ve İşletişimin Artışı
Küreselleşmeyi 1980’li yıllarda başlatan yaklaşımın temel gerekçelerinden biri, daha önceki dönemlerden farklı olarak teknolojik gelişmeye bağlı olarak ulaşım ve haberleşme maliyetlerindeki hızlı düşüştür. Bu maliyet düşüşü küreselleşmenin temelini oluşturan rasyonel düşünceye uygun olarak küreselleşme sürecini hızlandıran itici güç olmuştur.
Haberleşme süresinin kısalması ve maliyet düşüşü bilgi transferini hızlandırdığı ölçüde ticaretin de bütünleşmesini kolaylaştırmaktadır. Bazı örnekler vermek gerekirse; New York-Londra hattında 3 dakikalık konuşma 1920 yılında 300 dolar iken 1990 yılında 1 doların altına düşmüştür. Bir tonluk deniz taşımacılığının maliyeti 1920 yılında 90 dolar civarında iken 1990 yılında 30 doların altına düşmüştür.
Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler küreselleşmeyi etkilerken, küreselleşmenin kendisi de bu iki alandaki teknolojik gelişmeyi etkilemekte, karşılıklı bir etkileşim söz konusu olmaktadır.
Çok Uluslu İşletmelerin Büyümesi
Çok uluslu işletmeler (şirketler) küreselleşmenin “alamet-i farikası”, yani en önemli göstergesi olarak kabul edilebilir. Bir başka ifade ile küreselleşmeyi açıklamanın, anlatmanın en kolay yollarından biri çok uluslu işletmeler üzerinden gitmektir.
!!! Küreselleşme sürecinin en somut ve görünen yönünü çok uluslu işletmeler oluşturur. Bu şirketlerin ekonomik büyüklükleri küreselleşme sürecini ve boyutlarını anlatmak için sıklıkla kullanılan referansalanlarından birini oluşturur.
Çok uluslu şirketlerin dikkat çeken özelliği birçoğunun ülke ekonomilerinden daha güçlü hâle gelmiş olmasıdır.
Çok uluslu şirketlerin % 90’a yakını ABD; AB ve Japonya kökenlidir. 2000 yılı itibarıyla en büyük 10 çok uluslu şirketin 5’i ABD, 2’si Japonya, 1’i İngiltere, 1’i Alman-ABD, diğeri de İngiliz-Hollanda kökenli şirkettir. 2008 yılı itibarıyla ise en büyük 500 şirketin 153’ü ABD, 64’ü Japon ve 39’u Fransa kökenli şirkettir.
Aynı yıl verilerine göre en büyük 10 çok uluslu şirketin 5 i ABD, 2’si İngiliz, 2’si Hollanda ve 1’i de Japonya kökenlidir. Bilinen ülkeler dışında ilk 20 içinde yer alan tek Rus çok uluslu şirketi “Gazprom”dur.
Çok uluslu işletmeler bankacılık, petrol, otomotiv, elektronik, perakende satış ve ilaç sanayi gibi belirli alanlarda faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır.
Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da otomotiv üretiminin % 90’dan fazlası; İrlanda ve İsveç’de ilaç sanayinin % 90’dan fazlası çok uluslu şirketlerin kontrolü altındadır. Gıda sektörünün % 40-50 si de uluslararası şirketlerin kontrolündedir.
1970’li yıllarda petrol şirketleri ön sıralarda iken sonraki yıllarda otomotiv ve elektronik öne geçmiştir. 2000’li yıllardan sonra Rus Gazprom şirketi gibi doğal gaz alanında faaliyet gösteren şirketlerin öne çıkması da bu sebeple gerçekleşmiştir.
KÜRESELLEŞME VE SOSYAL POLİTİKA
Küreselleşmenin Sosyal Boyutu
1990’lı yıllardan itibaren daha sık ve kısa aralıklarla yaşanmaya başlanan iktisadi krizler, küreselleşmenin sosyal boyutunun öne çıkmasına ve sürecin sosyal devlete ve sosyal politika uygulamalarına yönelik etkilerinin daha fazla mercek altına alınmasına neden olmuştur.
!!!! Küreselleşmenin sosyal boyutu, diğer boyutlarından daha tartışmalı bir alanı oluşturmaktadır.
Küresel ekonomik krizler, küreselleşmenin sosyal boyutunu ve olumsuz sosyal sonuçlarını daha belirgin ve görünür hâle getirmiştir. 2001 ve 2008 yıllarında yaşanan finans kaynaklı küresel krizler, küreselleşmenin gelir dağılımının bozulması ve işsizliğin artışı gibi sosyal sorunları küreselleştirdiğini ortaya koymuştur.
!!! 2008 son çeyreği ile 2009’un ilk yarısında yaşanan finansal kriz borsalarda % 43-59 daralma yaratırken etkileri yalnızca finansal piyasalarla sınırlı kalmamış birkaç ülke dışında bütün dünyada üretim daralmış ve büyüme hızı negatif olarak gerçekleşmiştir.
!!! 1929 krizinden sonra yaşanan en büyük daralma olarak yaşanan kriz, istihdamı da olumsuz etkilemiş işsizlik artmıştır.
Küreselleşmenin sosyal boyutu ile ilgili en önemli eleştiriyi eşitsizlikleri artırdığı iddiası oluşturmaktadır. Küreselleşmenin en belirgin etkilerini gösterdiği 1980-2000 arasındaki 20 yıllık dönemde küreselleşme sürecinin olumsuz sosyal sonuçlar doğurduğu BM tarafından hazırlanan İnsani Gelişme Raporları ile doğrulanmıştır.
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra BM bu raporlara göre;
• Yoksulluk hem ülkeler arasında hem de aynı ülkede kişiler arasında artmakta,
• Bireyler, kurumlar ve ülkeler arasındaki gelir farklılaşması derinleşmektedir.
Eşitsizliklerin artışı başta olmak üzere küreselleşmenin sosyal boyutuna yönelik eleştiriler küreselleşmenin yarattığı ileri sürülen pozitif getirilerden (nimetlerden-fırsatlardan) faydalanma konusunda bütün ülkelerin ve insanların aynı şansa sahip olmadığı görüşünden kaynaklanmaktadır.
Küreselleşmenin karanlık yüzü olarak da adlandırılan bu yönüne göre küreselleşme ulus devletlerin kendi içinde ve aralarındaki eşitsizlikleri artırmakta, ekonomik küreselleşme sürecinin yarattığı kazançların ve kayıpların bölgesel bloklar, devletler, toplumlar ve insanlar arasındaki paylaşımı adil olarak gerçekleşmemektedir.
Küreselleşmenin sosyal boyutunun olumsuz sonuçlar doğurduğu yalnızca küreselleşme karşıtlarının dile getirdiği “ideolojik yaklaşım farklılığına dayalı” eleştirilerle sınırlı kalmamıştır.
Küreselleşme sürecinin yarattığı sosyal sorunların çözülmesi küreselleşmenin “sürdürülebilirliğinin” gerekçesi hâline gelmiştir.1990’lı yıllar küreselleşmenin en büyük savunucuları ve kural koyucuları konumundaki Dünya Bankası ve IMF, BM önderliğindeki sosyal zirvelerin destekçisi olmuştur. Bu bakımdan dönüm noktası BM tarafından 1995 yılında Kopenhag’da düzenlenen “Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi”dir.
Küreselleşmenin sosyal hayata ve sosyal politika uygulamalarına yönelik olumsuz etkilerinin kaynağı doğrudan ve dolaylı etkiler olmak üzere iki başlıkta toplanabilir.
• Küreselleşmenin ulus devleti ve buna bağlı olarak da sosyal (refah) devleti değiştirmesi ve dönüştürmesinden sosyal politikaya yönelik dolaylı etkilerinin kaynağını oluştururken
• Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi kuruluşların belirlediği mal, hizmet ve sermaye hareketlerine yönelik “uluslararası yeni düzen ve bu düzenin işleyiş kuralları” ile çok uluslu şirketlerin yatırım yaptıkları ülkelerdeki işyerlerinde izledikleri istihdam, ücret ve örgütlenme politikaları doğrudan etkilerini oluşturmaktadır.
ÖNEMLİ: Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası ekonomik kuruluşların uluslararası mal, hizmet ve sermaye hareketlerini düzenlemek için belirlediği kurallar sosyal politika uygulamalarını doğrudan etkilemektedir.
Küreselleşmenin yol açtığı sosyal politika problemleri;
• İnsanlar, ülkeler ve bölgeler arasında ve içindeki eşitsizlikleri artırması,
• Yoksulluğun artışı ve derinleşmesi,
• Sosyal korumanın zayıflaması ve
• Artan güvencesizlik ile istihdam piyasalarında yarattığı belirsizlik olarak özetlenmektedir.
Küreselleşme bu genel etki alanları yanında genel olarak endüstri ilişkileri sisteminin aktörleri (sendikalar) ve işleyişi üzerinde de (toplu pazarlık süreci) etkilerde bulunmaktadır.Küreselleşme, Ulus Devlet ve Sosyal Devletin Değişimi
Küreselleşme süreci, paradoksal olarak ulus devletin kendine ait yetki alanlarını daraltması, kendini zayıflatacak düzenlemeleri hayata geçirmesi ile gerçekleşmektedir.
Küreselleşme mal ve hizmet ticareti ile sermayenin uluslararasılaşması olarak kabul edilirse, ulus devletin öncelikle ulusal sınırları kaldırarak veya geçirgenliğini artırarak bu serbestliğe izin vermesi gerekecektir.
Bu da ulus devletin bu alandaki hakim otorite olma rolünden vazgeçmesi, yasaklamaları ve sınırlamaları kaldırması ile söz konusu olabilecektir.
• Mal ve hizmet ticaretini engelleyen veya sınırlandıran düzenlemelerin terkedilmesi, • Ulusal üretici ile yabancı üretici arasında rekabet avantajı veya dezavantajı yaratan gümrük politikalarından vazgeçilmesi,
• Gümrük vergisi ve tarifelerinin yeniden düzenlenerek serbestleşmesi ilk değişiklik alanlarını oluşturmaktadır.
Ulus devletin terk ettiği alanlarda Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşların ve AB gibi bölgesel kuruluşların belirlediği “evrensel” kurallarla yer değiştirecektir.
!!! Ulus devletin bazı yetkilerinden vazgeçmesi küreselleşmenin gerçekleşmesi için yeterli olmamakta, ilaveten bizzatulus devlet küreselleşme sürecini hızlandıracak tedbirleri alarak aktif rol üstlenmesi gerekmektedir.
Ulus devletin küreselleşme sürecini hızlandıran bir başka rol ve politika değişikliği de yabancı sermaye yatırımlarını teşvik etmek için alacağı tedbirlerle ilgilidir.
Küreselleşme ulus devletle birlikte ulus devlet uygulaması olan sosyal devleti de değiştirmiş, dönüştürmüştür.
“sosyal devlet; (sosyal refah devleti, refah devleti) iktisadi ve sosyal hayatın işleyişini piyasa kurallarına bırakmayarak, genel toplum menfaatini ve özellikle iktisaden güçsüz durumda olan geniş toplum kesimlerini korumak ve temel sosyal hakları kullanmalarına imkan veren bir iktisadi ve sosyal düzen oluşturmak üzere sosyal politikalar uygulayan devlet” olarak tarif edilebilir.
Gelişmiş ülkelerde kullanılan refah devleti terimi ile gelişmekte olan ülkelerde kullanılan sosyal devlet veya sosyal refah devleti terimleri ile kastedilen büyük ölçüde aynı şeydir.
Sosyal politikanın altın çağı olarak bilinen 1945-1975 arasındaki 30 yıllık dönemde sosyal devlet yaklaşımı ile ortayaçıkan tablo ana hatları ile aşağıdadır:
• Devletin ekonomik büyümeye yönelik politikalar› tam istihdam hedefi ile birlikte yürütülmüştür.
• Devlet, özellikle kamu iktisadi kuruluşlarında yüksek ücret politikası izlemiş ve çalışanlara geniş sosyal haklar vermiştir.
• Sendikacılığın teşviki ve örgütlenmenin yaygınlaşması, toplu pazarlık mekanizması aracılığıyla birçok sektörde çalışanlar lehine gelir dağılımını iyileştiren ücret ve sosyal haklar getirmiştir.
• Devlet, başta ILO olmak üzere uluslararası sözleşmelerle sağlanan temel haklara yönelik kurumsal yapılar oluşturmuş (iş ve işçi bulma kurumları, sosyal sigorta kurumları gibi) ve koruyucu bir sosyal hukuk (iş ve sosyal güvenlik kanunları gibi) oluşturmuştur.
• Devlet, temel sosyal hakların geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırılması için doğrudan ve dolaylı gelir transferlerini artırmış, sosyal harcamaları millî gelirin % 30’ları seviyesine yükselmiştir (Özdemir, 2004: 161-163).
• Gelecek nesiller için yarın endişesi duyulmayacak, sağlık başta olmak üzere emeklilik dönemlerini kapsayan yaygın ve kapsamlı bir sosyal koruma sistemi oluşturulmuştur.
• Yalnızca gelişmiş ülkeler değil, gelişmekte olan ülkeler de ILO sözleşmeleri ile belirlenen çalışma hayatına yönelik kurumlar ve mevzuatı kendi sosyal hayatlarının düzenlenmesi konusunda referans olarak almışlardır.
Sosyal devlet (sosyal refah devleti) İkinci Dünya Savaşı sonrası 1945-1975 yılları darasındaki 30 yıllık dönemde, ulus devletlerin uyguladığı kapsamlı sosyal politika uygulamalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Küreselleşme sürecinin sosyal devlet anlayışına yönelik etkileri aşağıdaki alanlarda ortaya çıkmıştır.
• Küreselleşmenin hâkim ekonomi politikasını oluşturan liberalizm, ulus devletin sosyal devlet anlayışı ile izlediği sosyal politika alanlarını daraltmış, bir kısmından vazgeçilmesine bir kısmında da geriye gidişlere yol açmıştır.
• Özelleştirme uygulamaları başta olmak üzere kamu kesimini küçültmeye yönelik ekonomi politikaları, kamunun uyguladığı cömert ücret politikaları, güçlü sendikacılık, geniş sosyal haklar ve iş güvencesi uygulamalarından oluşan sosyal devlet uygulamalarını zayıflatmıştır.
• Kamunun sosyal harcamalarındaki artış durmuş, geldiği en yüksek olan % 30’lar seviyesinde sabitlenmiştir. Ancak, gelişmekte olan ülkeler bu seviyelere gelmeden sosyal harcamalarda kısıntılara başlamışlardır.
• Sanayi toplumu çalışma hayatını düzenlemek için oluşan sosyal hukukun çok katı olduğu, küreselleşme sürecini engellediği iddiası ile “esneklik” taleplerine cevap verecek şekilde yeniden düzenlenmiş, belirsizlik ve güvencesizlikdoğuran yeni bir çalışma hukuku oluşturulmaya başlanmıştır.
• Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını çekmek ve çok uluslu şirketleri kalıcı kılmak için sosyal hukuk yeniden düzenlenmiş, birçok gelişmekte olan ülke için ücretler ve çalışma şartlarını düzenleyen kurallar yabancı sermayeyicazip kılma araçları olarak kullanılmıştır.
• Kamu sosyal güvenlik programlarının sağladığı koruma garantisinin kapsamı daraltılmış, seviyesi düşürülmüş, ilave garanti isteyenler için özel sosyal güvenlik sistemleri önerilmiştir.
• Çalışma hayatında pazarlık gücünü emek lehine değiştiren toplu ilişkiler ve sözleşmelerin yerini bireysel ilişkiler ve sözleşmeler almaya başlamıştır.
Küreselleşme ve Sosyal Politika Sorunları
Küreselleşme sürecinin hakim olduğu 1980 sonrası dönemde belirginleşen sosyal politika sorunları küreselleşme ile ilişkilendirilecektir.Özellikle küreselleşmenin hakim felsefesi “liberalleşme-serbestleşme”yi sağlamaya yönelik düzenlemeler dolayısıyla vazgeçilen sosyal politika uygulamaları için bu ilişki daha güçlü şekilde kurulacaktır.
Küreselleşme, Eşitsizliklerin Artışı ve Yoksulluk
Dünya zaman içinde coğrafi olarak Doğu-Batı ülkeleri ve Kuzey-Güney yarım küre ülkeleri gibi ayırımlarla sınıflandırılmış, bu ayırımda Batı ve Kuzey bölgeleri (bu bölgelerdeki ülkeler ve ülke halkları) gelişmiş, katma değerden çok pay alan, Doğu ve Güney bölgeleri ise geri kalmış, katma değerden az pay alan, yoksullar sınıfında yer almıştır.
!!! Bugün çok daha yaygın olan ayırım iktisadi büyüklükleri esas alarak yapılan gelişmiş-gelişmekte olan bölgeler veya ülkeler ayırımıdır.
NOT: Küreselleşme eşitsizlikleri ilk defa ortaya çıkaran değil, var olan eşitsizlikleri artırmakta, derinleştirmektedir.
Küreselleşmenin eşitsizlikleri artırdığına yönelik çok sayıda ve farklı kriterlerle oluşturulmuş veri vardır ve bunlardan bir kısmı Dünya Bankasına aittir.
Dünya Bankasına göre dünyanın en zengin ülkeleri en fakir ülkeleri arasında kişi başına düşen gelir bakımından var olan fark 1970’lerde 30 kat iken 1990’lı yıllarda 70 katın üzerine çıkmıştır.
BM’ye göre ise insanların en zengin % 20’si ile en yoksul % 20’si arasındaki fark 140 kata ulaşmıştır.
En zengin ülkeler ile en yoksul ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlik, 1913 ile 1973 yılları arasındaki 60 yıllık dönemde 33 kat artmışken küreselleşme olgusunun başladığı 1973-2005 arasındaki 32 yıllık dönemde önceki 150 yılda meydana gelen eşitsizliğe denk bir eşitsizlik artışı olmuştur.
2005 yılı itibarıyla eşitsizlik 94 kat artmıştır. Zengin ülkelerle yoksul ülkelerin fert başına millî gelir artışı bakımından bir karşılaştırma yapılırsa; 1960-2002 yılları arasında en yoksul 20 ülkede fert başına millî gelir yalnızca % 20.6 oranında bir artışla 212 dolardan 267 dolara yükselirken, aynı dönemde en zenginlerin geliri % 284 oranında bir artışla 11.417 dolardan 32.339 dolara yükselmiştir.
Bir başka veriye göre; 1990-2004 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerdeki en düşük gelire sahip % 20’lik nüfuskesiminin toplam gelirden aldığı pay % 4,6’dan 3,9’a düşmüştür.
ÖNEMLİ: Küreselleşmenin yarattığı eşitsizlik her bölge ve ülke için aynı derecede olumsuz olmamıştır. Güney Doğu Asya ülkeleri bu süreçte küreselleşmenin nimetlerinden en çok yararlanan ve eşitsizliklerin azaldığı ülkeler olmuştur.Batı Asya ülkelerinde yoksulluk 1990-2005 döneminde 2 kat artmıştır. Benzer şekilde Eski Doğu Bloku ülkelerinden Bağımsız Devletler Topluluğuna üye ülkelerle Güney Doğu Avrupa ülkelerinde de yoksulluk bu dönemde keskin şekilde artmıştır.
Yoksulluğun önlenememesi küreselleşmenin diğer başarısız alanlarından birini oluşturmaktadır. Artan eşitsizlik ve gelir dağılımındaki bozulma yoksulluk sorununu derinleştirmiştir. Bir çok ülkede İnsani Gelişme Endeksi ile ilgili göstergeler olumsuz yönde gelişmeye başlamıştır.
Yoksulluk ve eşitsizlikle ilgili bazı temel göstergeler aşağıdadır (ILO, 2011: 20).
• 2005 yılı itibarıyla gelişmekte olan ülkelerde yaşayan toplam nüfusun ¼ üne tekabül eden yaklaşık olarak 1.4 milyar insan günlük 1.25 ABD dolarının altında bir açlık sınırında yaşamaktadır.
• 2000-2005 arasında dünya ekonomisindeki hızlı büyüme dünyadaki yoksulluğu 1990’yılındaki % 46 seviyesinden 2005 yılında % 27’ye düşürmesine rağmen son 2008 krizi ile birlikte 64 milyon kişi daha bu sınırın altına itilmiştir.
• Sahra Alt› Afrika ülkelerinde en düşük gelire sahip % 20’lik nüfus kesiminin toplam gelirden aldığı pay yalnızca % 3’dür.
• 925 milyon kişi kronik açlık tehlikesi altında yaşamaktadır.
• Dünyada 1.75 milyon insan çok yönlü bir yoksulluk tehlikesi altında olup temel sağlık hizmetleri, temel eğitim ve ekonomik fırsatlardan mahrum yaşamaktadır.
• 2,6 milyon kişi hijyenik bir ortamda yaşama, 884 milyon kişi de temiz su imkânlarından mahrumdur.
• 796 milyon kişi okuma-yazma bilmemektedir.
• Her yıl 5 yaşın altındaki 8.8 milyon çocuk koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri yetersizliğinden ölmektedir.
Küreselleşme, İşgücünün Yapısındaki Değişme, İstihdam, İşsizlik ve Enformel Sektör
Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde hizmet sektörünün büyümesi şehirlerde kadın işgücünün daha yüksek oranlarda işgücüne katılmasını beraberinde getirirken esnek çalışma şekilleri ve atipik istihdam da artmıştır.
Atipik çalışma özellikle hizmet sektöründeki işlerin özelliği gereği kısa süreli ve esnek zamanlı çalışmak isteyen kadınların, öğrencilerin ve engellilerin tercih ettiği istihdam şekli olarak gelişmiştir.
Benzer şekilde evde çalışmaya veya uzaktan çalışmaya imkân veren teknoloji kullanımlı işler de (çağrı merkezleri gibi) atipik çalışma şekillerini yaygınlaştırmıştır.
Küreselleşme, Endüstri İlişkileri Sistemi ve Sendikalaşma
Küreselleşme sürecinin diğer faktörlerin yanı sıra, onlarla birlikte ve bazen de onlardan bağımsız olarak endüstri ilişkileri sistemini etkilediği bir gerçektir.
Bu etkileri ve sonuçlarını aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:
• Başta iş hukuku olmak üzere çalışma hayatını düzenleyen sosyal hukukun küresel rekabet endişesiyle değiştirilmesi veya uluslararası sermayeyi- yatırımları ülkeye çekmek için değiştirilmesi endüstri ilişkileri sistemini doğrudan etkiler.
• Yüksek ücret, istihdam güvenceli ve sendikalı-toplu sözleşmeli kamu işyerlerinin özelleştirilmesi sendikalaşma oranlarını ve toplu sözleşme kapsamındakilerin sayısını düşürür.
• Kamu ve özel sektördeki taşeronlaşma uygulamaları doğrudan sendikalaşma ve toplu pazarlık sistemini olumsuz etkiler.
• Çok uluslu şirketlerin ulusal düzeyde örgütlenmiş sendikalara karşı toplu pazarlık masasına oturması toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde güç dengesini işverenler lehine değiştirir. Özellikle üretimi başka ülkelere kaydırma tehdidi veya diğer ülkelerdeki üretim birimleri ile grev tehdidini ortadan kaldırma sendikaları güçsüzleştirir.
• Esnek çalışma şekillerinin benimsenmesi ve a-tipik istihdam biçimlerinin yaygınlaşması önce sendikalaşmayı zayıflatır, sonra toplu iş sözleşmelerinin kapsamında olanları daraltır.
Küreselleşme ve Sosyal Güvenlik Sistemleri
Sanayi toplumu, Almanya’da Bismark tarafından 1881 yılında başlatılan sosyal sigorta sistemi ile önce çalışanlara, daha sonra bütün nüfusa kapsamlı bir sosyal güvenlik garantisi sağlamış, zaman içinde sosyal güvenlik sistemleri sosyal devletin en önemli sosyal politika pratiğini oluşturmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gelişmiş ülkeler, bütün çalışanları bütün sosyal risklere karşı koruyan sosyal sigorta rejimleri kurmuşlar, sosyal sigortaların bıraktığı kapsam boşlukları da devletin sosyal refah harcamalar› ile kapatılmıştır.
1970’li yıllarda yaşanan krizle birlikte neoliberal politikaları benimseyen siyasi görüşün eş zamanlı olarak Almanya, İngiltere, ABD ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde iktidara gelmesi sosyal güvenlik harcamalarının mercek altına alınmasına yol açtı.
Nüfusun yaşlanması, sağlık harcamalarındaki artış, yüksek oranlı ve kronik hâle gelmiş işsizlik ile birlikte toplumsal yapıdaki değişmeler sanayi toplumu sosyal güvenlik sistemlerine yönelik değişim taleplerini güçlendirdi.
ILO ve Küresel Sosyal Politikalar
Küreselleşmenin olumsuz sosyal sonuçlarının belirginleşmeye başladığı 1990’lı yılların başından itibarenILO küreselleşmenin sosyal sorunlarını gündemine almıştır.
1995 yılında Kopenhag’da toplanan Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi, bir yandan uluslararası camianın küreselleşmenin sosyal sorunlarına ilgisini artırırken diğer yandan ILO’da süreçle ilgili görev alanları ve sorumluluklarını belirlemiştir.
ILO’nun küreselleşme ile ilgili ilk ve en kapsamlı faaliyeti, Örgüt tarafından oluşturulan “Küreselleşmenin Sosyal Boyutu” komisyonunun hazırlamış olduğu 2004 tarihli “Herkes için Fırsatlar Yaratan Adil Bir Küreselleşme” raporu olmuştur.
Rapor, ILO’nun küreselleşme sürecine bakışını, tespitlerini, yaklaşımlarını ve politika önerilerini içermektedir.
ILO, küreselleşme sürecinin formel ve informal sektör arasındaki farkı büyütmesinin, informal ekonomi şartlarında yaşamak zorunda kalan geniş toplum kesimlerinin adil ve eşitlikçi bir küreselleşme sürecinin dışında bırakılarak dışlandığını, • Sürecin “kazananlar ile kaybedenler” ayrışmasını derinleştirdiğini, • Zengin ve fakir ülkeler arasındaki farkın açıldığını, global ekonomik düzenin işleyişinin ve kurallarının sosyal düzenin işleyişini ve kurallarını belirleyici etkiye sahip olduğunu ileri sürmektedir.
ILO, sosyal yönü güçlü, adil, kapsayıcı, demokratik olarak yönetilebilir, bütün ülkeler ve insanlara nimetlerinden adil şekilde faydalanmak için eşit fırsatlar sunan bir küreselleşme sürecinin gerçekleştirilebilmesi gerekli şartları şu başlıklarda toplamıştır:
• İnsan haklarına ve kültürel farklılıklara saygılı, insana yaraşır iş, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, cinsiyet eşitliğine dayalı bir sosyal hayat oluşturma önceliklerine önem veren insan merkezli bir küreselleşme anlayışının varlığı.
• Küresel ekonomi ile bütünleşirken halkının sosyal ve ekonomik fırsatlardan faydalanması imkânlarını geliştirecek demokratik ve etkin işleyen bir devletin varlığı.
• Ekonomik gelişme ile sosyal gelişmeyi bütünleştiren yerel, bölgesel ve küresel düzeyde çevrenin korunmasını sağlayan sürdürülebilir bir gelişmenin varlığı.
• Teşebbüs hürriyeti ve fırsat eşitliğine imkân veren etkin ve adil işleyen piyasaların varlığı.
• Ülkelerin gelişme seviyeleri, imkânlar› ve kapasitelerinin farklılığını dikkate alarak bütün ülkelere eşit fırsatlar sunan adil kuralların varlığı.
• Ülke içinde ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri azaltacak, karşılıklı yardımlaşma ve iş birliğine dayalı bir dayanışmacı küreselleşme anlayışının varlığı,
• Küreselleşme sürecinde yer alan aktörler arasında (uluslararası örgütler, hükümetler, parlamentolar, işçi ve işveren örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve diğerleri) diyalog ve iş birliğini sağlayacak mekanizmaların varlığı.
ILO’nun 2008 yılındaki 97. toplantısında kabul ettiği; “Adil Bir Küreselleşme için Sosyal Adalet Bildirgesi-The ILO Declaration on Social Justice For a Fair Globalisation” Örgütün küreselleşmeye yönelik sosyal politika yaklaşımının temel esaslarını yansıtmaktadır.
ILO’nun küreselleşmenin sosyal boyutuna yönelik olarak yakın zamanda gerçekleştirdiği son faaliyeti “Adil ve Kapsayıcı Bir Küreselleşme İçin Asgari Sosyal Koruma -Social Protection Floor For a fair and Inclusive Globalisation” Raporu olmuştur.Rapor’un hazırlanmasında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Kalkınma Örgütü (UNDP), BM Çocuklara Yardım Örgütünün (UNICEF), yanı sıra IMF ve G20’nin de desteği olmuştur