Moderator
- Mesajlar
- 419
- Tepkime puanı
- 28
- Puanları
- 18
1_Arz ve Talep Yönünden Dış Ticaret Teorisi ve Genel Denge Konu Özeti
Dış Ticaret Teorisi analizlerinde kullanılan önemli bir araç “üretim olanakları eğrisi” veya “dönüşüm eğrisi”dir. Bu eğri ülkenin üretim koşullarını yansıtır. Sabit maliyet koşulları altında üretim olanakları eğrisi düz bir doğru, artan maliyet koşulları altında orijine göre iç bükey, azalan maliyetlerde de orijine göre dış bükey durumdadır. Bu üç durumda üretimde sırasıyla sabit, azalan ve artan verimler söz konusudur.
Dış ticareti arzı etkileyen faktörler açısından açıklayan bu görüşlerin yanısıra talep cephesinden etkileyen etkenler açısından açıklayan görüşler de vardır. Yalnız iki ülkenin iç maliyet sınırları arasında kalan kârlı dış ticaret alanının gösterilmesi yetmez. Dış ticarette talep koşullarına ilk kez yer veren iktisatçı Karşılıklı Talep Yasası ile J.S. Mill olmuştur. Bir ülkede ithal malı miktarları birer birim artırılırken, ülkenin kendi malından önereceği miktarları gösteren eğriye teklif eğrisi adı verilir. Teklif eğrisi, ülkenin hem talep, hem de arz koşullarını yansıtır. İki ülkeli modelde ülkelerin teklif eğrilerinin kesiştiği noktadan geçen ticaret haddi (ululararası nisbi fiyat oranı) denge ticaret haddini gösterir. Bu bir denge fiyatıdır. Çünkü bir tarafın satmak istediği mal miktarını (ihracat), diğer tarafın satın almak istediği miktara (ithalat) eşitler. Küçük bir ülke, büyük bir ülke ile dış ticaret ilişkisine giriştiğinde, büyük ülkenin iç maliyet oranından veya ona yakın bir fiyattan malını ihraç eder. İthalatını ise büyük ülkenin düşük fiyatlarından gerçekleştirir. Bu durumda dış ticaret kazançlarının büyük bölümü küçük ülkeye gider. Bu duruma küçük ülke avantajı veya “önemsiz olmanın önemi” adı verilir. Talep koşullarını incelemede kullanılan ikinci bir araç da toplumsal kayıtsızlık eğrileridir. Belirli varsayımlar altında, bu eğrilerin şekli toplumun zevk ve tercihlerini yansıtır. Üretim olanakları eğrisinin bir toplumsal kayıtsızlık eğrisine teğet olduğu noktada kapalı ekonomi dengesi sağlanır. Açık ekonomilerde üretici dengesi üretim olanakları eğrisinin uluslar arası fiyat oranına, tüketici dengesi de bir kayıtsızlık eğrisinin veri uluslar arası fiyat oranına teğet olduğu noktada gerçekleşir. Tüketim denge noktasından geçen kayıtsızlık eğrisi, kapalı ekonomideki denge noktasından geçen kayıtsızlık eğrisine göre daha yüksek bir refah düzeyini yansıtır. Bu, uluslararası ticaretin ülke refahını artırmasının bir sonucudur.Açık bir ekonomide üretim ve tüketim noktalarından eksenlere çizilen dikmeler bir üçgen alanı oluşturur. Önemli özellikleri olan bu üçgene “dış ticaret üçgeni” adı verilir. Bu üçgenin hipotenüsü uluslararası fiyat oranını, bir dik kenarı ihracat miktarını, diğer dik kenarı da ithalatı gösterir. Dönüşüm eğrileri farklı, fakat talep koşulları benzer olan toplumlarda iç fiyat oranları da farklı olacağından kârlı dış ticaret yapma olanağı vardır. Benzer şekilde, dönüşüm eğrileri aynı, talep koşulları farklı ülkeler de kârlı dış ticaret yapabilir.
2 – Avrupa Birliği Konu Özeti
Dünyadaki ekonomik birleşme hareketlerinin başında Avrupa Topluluğu (AT) veya yeni adıyla Avrupa Birliği (AB) gelir. AT’nun kuruluşuna varan gelişmelerin uzun bir geçmişi vardır. Böyle bir kuruluşun fikir babalığını R. Schuman ve J. Monnet gibi hükümet adamları ve düşünürler yapmıştır. AT’ye öncülük eden kuruluş 1951 tarihinde altı ülke arasında (Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’dur. Buna Schuman Planı da denir. Bu yolda ilerlenmesi sonucunda, yine aynı ülkeler arasında 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Anlaşması imzalanmıştır. Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) kurulmuştur. Avrupa Topluluğu, ekonomik birleşme amaçlarının yanında Avrupa’da barışın korunması ve siyasal birleşme gibi politik amaçlar da gütmektedir.AB’nin organları, Avrupa Zirvesi, Avrupa Parlamentosu, Adalet Divanı, Avrupa Komisyonu ve Bakanlar Konseyi’dir. Komisyon ve Konsey Topluluğun yürütme organlarıdır. Parlamento ise denetleme görevi yapar. Üyelerin devlet ve hükümet başkanlarından oluşan Konsey toplantılarına ise Avrupa Zirvesi adı verilir. Zirve toplantılarında Birliğin temel politik ve stratejik eğilimleri belirlenir. Topluluk, ekonomik ve sosyal politikalarını yürütmek için bazı finansman kuruluşlarına sahiptir. Topluluğun temel mali kuruluşu Avrupa Yatırım Bankası (EIB) dır. Roma Antlaşması’na göre kurulmuştur. Bundan ayrı olarak oluşturulan fonlar ise şunlardır: Avrupa Sosyal Fonu, Avrupa Parasal İşbirliği Fonu, Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Garanti ve Yönlendirme Fonu. Topluluğun kuruluşu sırasında İngiltere kurucu Altılar arasında yer almadı. 1 Ocak 1973’de İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın (Üçler) katılmalarıyla AT’nin üye sayısı dokuza (Dokuzlar) çıktı. 1 Ocak 1981 de Yunanistan’ın katılmasıyla üye sayısı on’a, 1 Ocak 1986’da İspanya ve Portekiz’in katılmasıyla da on ikiye ulaşmıştır. 1994’te Finlandiya, Avusturya ve İsveç’in katılımıyla bu sayı onbeş olmuştur. 1968 yılına gelindiğinde AET’de gümrük tarifeleri ve kotalar kaldırılmış ve gümrük birliği gerçekleştirilmiş oluyordu. Ayrıca geçen zaman içinde işgücünün serbest dolaşımı, işyeri açma, sermayenin serbest hareketliliği konularında önemli ilerlemeler sağlandı. 1 Ocak 1993 de ise “tek pazar”a geçilmiştir. AB’nin bazı ortak politikaları vardır. Bunlar içinde en önemlileri ortak tarım, rekabet, ulaştırma, ticaret ve sosyal politikalardır. Tek pazara geçişle birlikte Maastricht Antlaşması sonucu AB’nin gerçek bir ekonomik ve siyasal birliğe götürülmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Antlaşma 7 Şubat 1992 de imzalandı. Maastricht Anlaşması’nda öngörülen bazı hedefler şunlardır: Ekonomik ve parasal birlik, Avrupa yurttaşlığı, ortak güvenlik ve ortak dış politika, çeşitli alanlarda ortak programlar uygulanması. AB’nin üçüncü ülkelerle ilişkileri Avrupa’dan, Amerika’ya ve Uzak Doğu’ya kadar yayılmaktadır. Türkiye AET’yle 1 Aralık 1964’ten itibaren ortak üye statüsü ile bağlantı kurmuştur. 1973’e kadar Hazırlık, 1996’ya kadar Geçiş Dönemi sürmüş 1996’dan itibaren Gümrük Birliği kurularak son döneme geçilmiştir. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu 1990’da reddedilmiştir. Günümüzde ise Türkiye tam üyeliğe aday ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği sonrası AB’den ithalatında artış olmuştur. Sınai ürün ithalatında tarifeler sıfırlanmış, kotalar kaldırılmıştır. AB üyeleriyle EFTA üyeleri arasında özellikle sanayi malları üzerinde imzalanan ikili serbest ticaret anlaşmaları vardı. Bunları çok yanlı bir çerçeveye oturtmak ve kapsamını genişletmek üzere 1991 Ekiminde AT ile EFTA arasında Avrupa Ekonomik Alanı kurulmuştur. Topluluğun Afrika’daki eski sömürgeleriyle imzaladığı Lomé Konvansiyonu vardır. Akdeniz ülkeleriyle tercihli ticaret ilişkileri de Akdeniz Politikası çerçevesinde yürütülmektedir. AB, Doğu Avrupa ve eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki piyasa ekonomisine geçiş sürecini desteklemek üzere maddi ve teknik yardımlarda bulunmaktadır. AB birçok ülke ile tercihli ticaret anlaşmaları yapmıştır.
3 – Dış Ekonomi Politikası ve Gümrük Tarifeleri Konu Özeti
Dış ekonomi politikası, hükümetlerin ticaret ve üretim faktörleri akışlarının yönüne, bileşim ve hacmine müdahaleye yönelik tüm faaliyetleridir. Dış ekonomi politikasının amaçları şunlardır: Kendi kendine yeterlik, ekonomik refah, ekonomik korunma, ödemeler bilançosunda denge ve ekonomik kalkınma. Dış ekonomi politikasında hükümetler, değişik araçlar kullanarak uluslararası ticaret ve faktör hareketlerinin yönüne, bileşimine ve içeriğine müdahale ederler. Bu araçlar, tarifeler, tarife dışı kısıtlamalar ve ihracatı teşvik yardımlarıdır. Gümrük tarifesi, dış ekonomi politikasının en eski ve en çok kullanılan araçlarından biridir. Tanımda gümrük, belli bir malın gümrük sınırını geçişinde ödenen vergi ve harçlardır. Tarife ise, uluslararası ticarete konu olan bütün mallara uygulanan vergileri belirleyen listelerdir. Gümrük tarifeleri advalorem ve spesifik olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca bunların bileşiminden oluşan karma tarifeler de vardır. Advalorem vergiler,ithal edilen malın değeri üzerinden yüzde olarak alınır. Spesifik vergiler ise, ithal edilen malın fiziki birimleri başına sabit miktarlarda tahsil edilir. Bir ülkede gümrük tarifelerinin yaratmış olduğu ekonomik etkiler, sadece bir tek mal veya belli bir piyasa için analiz edildiğinde (kısmi denge analizi) dört çeşit ekonomik etki ortaya çıkar. Bunlar; koruma, tüketim, gelir ve yeniden dağıtım etkileridir. Gümrük tarifelerinin kısmi denge analizi ile ekonomik etkilerinin incelenmesinde, koruma ve tüketim etkileri, tarife uygulayan ekonomiye yüklenen net kayıptır. Eğer ekonomide tarifeler, tüm ithalatı kısıtlayacak kadar yükseltilirse, bir dönemde dışarıdan hiç ithalat yapılmaz ve yerli üretim, yurt içi tüketimi karşılar. Bu tip tarifelere yasaklayıcı tarife denir. Tarihi gelişim içinde, yeni kurulan sanayi dallarının veya ekonominin bir bölümünün tarife ile korunmasını ilk ortaya atan iktisatçı, F. List’tir. List, uluslararası rekabette ülkelerin belli bir seviyeye gelinceye kadar sanayilerini korumaları gerektiğini belirtmiştir. Ülke, rekabet imkanını sağladıktan sonra, koruma kaldırılmalıdır. Buna, terbiyevi korumacılık denir. Gelişme yolunda olan ülkelerde, gümrük tarifelerinin koruyuculuğunda kurulan bir sanayi dalının, Mill-Bastable Testi’nden başarı ile geçmesi gerekir. Günümüzde gümrük tarife listelerinde yer alan vergi oranları, nominal tarifelerdir ve yurt içi sanayi dallarına aynı oranda koruma sağlamamaktadır. Bu sebeple, nominal tarifelerden farklı olarak etken tarife oranı kavramı geliştirilmiştir. Bu oran, sadece tamamlanmış mal üzerindeki tarife oranına değil, fakat o malın üretiminde kullanılan ara malların üretimindeki tarife oranlarına da bağlıdır. Uluslararası ticaret son yıllarda hızla gelişirken, ticarete konu olan mallar da süratle artmaktadır. Mal artışına paralel olarak bunların nitelikleri de değişmektedir. Karmaşık mal çeşitlerinin, belli bir sistem içinde sınıflandırılarak tasnif edilmelerine diğer bir deyişle gümrük nomenklatürlerine ihtiyaç vardır. Günümüzde Armonize Mal Tanımı ve Kodlama Sistemi Hakkında Uluslararası Sözleşme uygulanmaktadır. Türkiye ile AB arasında 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği gerçekleştiği için, bu tarihten sonra AB ve EFTA dışındaki ülkelere AB tarafından belirlenen ortak gümrük tarifesi uygulanmaktadır.
4 – Döviz Kuru Sistemler1 Konu Özeti
Serbest piyasa ilkelerinin geçerli olduğu, dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomilerde denge döviz kuru, piyasada serbest bir şekilde arz ve talep şartlarına göre belirlenir. Teoride başlıca iki temel döviz kuru sistemi vardır. Bunlar, sabit kur sistemi ile serbest (veya esnek) kur sistemidir. Bu iki temel kur sisteminin arasında çok sayıda sistem vardır. Bunlar içinde en önemlisi, esneklik kazandırılmış sabit döviz kuru sistemidir. Sabit kur sisteminde döviz kurları sabit tutulur iken, serbest kur sisteminde döviz kuru serbest bir şekilde piyasadaki arz ve talebe göre belirlenir. Sabit döviz kuru sistemi en iyi şekilde altın para standardının geçerli olduğu sistemlerde işlemiştir. İki ülkenin paraları altına belirli bir oranda bağlanmış ise, bu ülkelerin paralarının birbirlerine oranı sabit olur. Sabit döviz kuru, kağıt para rejimlerinde de altın standardında olduğu şekilde işler. Altın standardı, döviz kurlarını sabit tutmak için ideal bir sistemdir. Sabit kur sisteminin tam aksi, serbest döviz kuru sistemidir. Serbest kur sistemine, esnek, dalgalanan, yüzen kur sistemi de denir. Bu sistemde ülke parasının değeri, tamamen serbest bir şekilde işleyen arz ve talep mekanizmasına terkedilmiştir. Döviz kuru, döviz piyasalarında arz ve talep şartlarına göre günlük olarak belirlenir. Döviz kurunun belirlenmesine kamunun müdahalesi yoktur. Döviz piyasasında denge ve ödemeler bilançosunu düzeltme işlemleri doğrudan doğruya döviz kurundaki değişme ile sağlanır. Esnek kur sisteminde dalgalanma derecesine göre serbest ve gözetimli dalgalanma olarak iki temel grup vardır. Esnek kur sisteminde döviz arz ve talebine göre kurun oluşması, dış ödemeler dengesini sağlamanın en etkin yoludur. Fakat bir sistem teorideki şekliyle günümüzde pek uygulama alanı bulamamıştır. Esneklik kazandırılmış sabit kur sisteminde pariteler zaman içinde ayarlanabilir. Ayarlanabilir pariteler sistemi, bir bağlantı sistemi olup ülke parasının değeri, diğer para birimine göre belirlenir ve zaman içinde değiştirilebilir. Ayarlama, tekli veya sepet bağlantısı şeklinde iki temel baza göre yapılır. Tekli bağlantıda ülke parası, en fazla ticaret yapılan ülke parasına bağlanır. Sepet bağlantısında ise, ülkelerin dünya ticaretindeki paylarını ağırlık olarak alınıp, para birimi bu ülkelerin paralarından oluşan sepete bağlanır. Günümüzde sepet bağlantısına verilecek en güzel örnek, Özel Çekme Hakları’dır (SDR). Hükümetlerin uluslararası ödemelerini belli bir düzen içinde gerçekleştirmek amacıyla dış ödeme dengesini etkilemek için döviz kuru ile ilgili olarak aldıkları tüm önlemler, döviz kuru politikası kapsamına girer. Esneklik kazandırılmış sabit kur sisteminde dış dengenin sağlanmasında
asıl önemli olan, döviz kuru ayarlamaladır. Kur ayarlamaları iki şekilde yapılır. Hükümetler, aldıkları bir kararla kendi milli paralarının dış değerini düşürür. Buna devalüasyon denir. Veya, milli paraların dış değerini yükseltir. Buna da, revalüasyon adı verilir. Devalüasyon, bir anlamda fazla değerlenmiş kur düzeninin, revalüasyon ise tersine az değerlenmiş kur düzeninin bir sonucudur. Devalüasyon, başlıca iki sebeple yapılır. Bunlar, ihracatı teşvik ve ithalatı kısmak suretiyle dış ticaret açıklarının kapanmasını sağlamak ve iç fiyatlar ile dış fiyatlar arasında bulunan dengesizliği ortadan kaldırmaktır. Devalüasyon, ülkenin ödemeler dengesi üzerinde önemli etkiler yaratır. Bu etkiler, devalüasyon yapan ülke ile diğer ülkelerdeki arz ve talep şartlarına bağlıdır. Revalüasyon, teorik olarak devalüasyonun tam tamına tersi olarak değerlendirilemez. Çünkü, arz ve talebin fiyat artışlarına karşı gösterdiği duyarlılık, fiyat düşüşlerine karşı gösterdiği duyarlılığa eşit değildir. Revalüasyon, ihracat hacmini ve ülkeye sermaye girişini dolayısıyla likidite ve iç talep seviyesini azaltır. Satın alma gücü paritesi teorisi, özellikle sabit döviz kuru sistemlerinde denge döviz kurunun ülkelerin iç fiyat seviyelerine diğer bir deyişle yurt içi satınalma güçlerine bağlı olduğunu öne sürer. Basit olarak, belli bir miktardaki milli paranın her ülkede aynı sepete giren malları satın alabilmesine dayanır. Bu sebeple teoriye satın alma gücü paritesi denmiştir. Türkiye’de, Bretton Woods Sisteminin yıkılışına kadar sabit döviz kuru politikası izlenmiş ve üç büyük devalüasyon dışında kur yıllarca sabit kalmıştır. 1973den sonra esneklik kazandırılmış sabit döviz kuru sistemi benimsenmiştir. 1 Mayıs 1981 tarihinde Merkez Bankası TL ile yabancı paralar arasındaki pariteyi, uluslararası piyasalar ve ekonomideki gelişmeler esas alınarak belirlemeye yetkili kılınmıştır. Bu tarihten önce yabancı paralar arasındaki pariteyi belirlemeye, Bakanlar Kurulu yetkili idi. Günümüzde döviz kurlarının serbest piyasa şartları altında belirlendiği söylenebilir. Merkez Bankası’nın zaman zaman döviz piyasasına yaptığı müdahaleler, her ülkede karşılaşılan ve serbest kur sistemine engel oluşturmayan bir uygulamadır. Döviz kontrolü, bir ülkede döviz üzerine yapılan banka ve borsa arbitrajları ile bunların denetlenmesidir. Dar anlamdaki bu tip kontrol, günümüzde sanayileşmesini tamamlamış olan gelişmiş ülkelerde uygulanır. Geniş anlamda döviz kontrolü, iç ekonomi politikaları ile döviz fiyatlarının ayarlanması, döviz alış ve satış primleri, görünmeyen işlemlere getirilen miktar kısıtlamaları, dövize sahip olma hakkının devlete bırakılması ile birlikte blokaj ve ödeme anlaşmalarını da içine alan oldukça kapsamlı bir denetleme şeklidir. Döviz kontrol sisteminde dövizler, lisansa bağlı olarak tahsis edildiği için, uluslararası ticarette karşılaştırmalı üstünlüklerden tamamen uzaklaşılır. Döviz kontrolü, bilanço açıklarını giderme, sermaye ihracını kontrol altına alma, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirme, ülke sanayiini koruma ve devlete gelir sağlama gibi amaçlarla yapılır. Bir ülkede döviz kontrolü uygulanıyorsa, ülke konvertibiliteden uzaklaşır, ülkede parasal gelirlerde yeniden dağılım olur, yasal olmayan işlemler artar ve uluslar arası ihtisaslaşmadan uzaklaşılır. Türkiye’de 1930 yılında çıkarılan 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, Türk döviz kontrol rejiminin esaslarını belirlemiştir.
5 – Dünya Ticaretinin Serbestleştirilmes1 Konu Özeti
Dünya ekonomisinde uluslararası ticareti serbestleştirmek konusundaki iki temel yaklaşımdan biri olan bölgesel yaklaşım, belli sayıda ülkenin oluşturduğu ekonomik birleşmeler aracılığıyla bu ülkelerin kendi aralarında serbest dış ticaret sağlarken, dış dünyaya ticari kısıtlama uygulaması olgusudur. Uluslararası ekonomik birleşmeler, bölgesel yaklaşıma örnektirler. Genel tanımıyla birleşmeler, birleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet akımlarına serbesti sağlayıp ticarete engel olan kısıtlamaları ortadan kaldırarak bir ortak pazar yaratmaktadır. Başlıca dört birleşme türü vardır. Bunlar, serbest ticaret bölgesi, gümrük birliği, ortak pazar ve ekonomik birliktir. Ülkelerin gümrük birliğine gitmekle, parametreler sabit kalmak şartıyla optimum şartları değiştererek gerek birlik ve gerekse birlik dışında kalan ülkelerin refah seviyelerini etkilemelerine ekonomik birleşmelerin statik refah etkileri denir. Bu etkiler üretim tüketim ve gelirin yeniden dağılımı etkilerinden oluşur. konomik birleşmeler teorisine statik bir yaklaşım yapan geleneksel ümrük birlikleri teorisi, birleşmelerin sağlamış oldukları yararları tam larak açıklığa kavuşturamamıştır. Klasik geleneksel teori, birliğin üye ülkelerdeki stihdam seviyesi, prodüktivite ve büyüme hızlarındaki değişme ve talep yapısı üzerindeki etkilerinin belirlenmesinde yararlı olmamaktadır. Ekonomik birleşmeler, piyasaları genişleterek ölçek ekonomilerinden yararlanmalarına yol açar. Ölçek ekonomileri, bir firma veya sanayi dalında tesisleri genişleterek, üretim hacmini veya üretim fonksiyonunu değiştererek, teknoljik yenilikler getirerek veya dış çevrede meydana gelen maliyet düşürücü faktörlerden yararlanılarak prodüktiviteyi arttırmaktadır. İçsel ve dışsal ekonomiler olarak ikiye ayrılır. Ekonomik birleşmelerin, birleşmeye giren ve birleşme dışında kalan ülkelere çeşitli etkileri vardır. Bir bölgesel ekonomik birleşmede başarıya ulaşmak için bazı şartlar vardır. Bunlar; ekonomik gelişme farklılıkların az olması, coğrafi yakınlık, ekonomi yapı benzerliği, sosyal, kültürel, tarihsel ve dinsel ortaklık, askeri ve politik ortaklıktır.
6 – Dünyadaki Diğer Ekonomik Gruplaşmalar Konu Özeti
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın çeşitli yörelerinde çok sayıda ekonomik birleşme hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunların yaygınlaşmasında AB’nin gösterdiği başarının, kuşkusuz önemli bir katkısı olmuştur. Az gelişmiş, ülkeler iktisadi birleşmelere, geniş bir piyasa yaratarak sanayileşmeyi hızlandırıcı etkiler doğurması bakımından ilgi duymuşlardır. İktisadi birleşme hareketinin beşiği Avrupa kıtasıdır. AB’den başka bu kıtada ortaya çıkan birleşmelerden biri olan EFTA, 1960 yılı başında İngiltere’nin öncülüğünde kurulmuş bir serbest ticaret bölgesidir. Halen üyeleri arasında yalnız Norveç, İzlanda ve İsviçre bulunmaktadır. EFTA üyeleri ile AB arasında serbest ticareti öngören bir Avrupa Ekonomik Alanı anlaşması imzalanmıştır. Nordik Topluluğu, Kuzey Avrupa ülkelerinin hükümetleri arasında bir işbirliği kuruluşudur. COMECON 1991’de dağılmadan önce Sosyalist Blok ülkeleri arasında ekonomik ve ticari işbirliği sağlamayı amaçlayan bir kuruluştu. Bu arada Türkiye, Karadeniz bölgesi ülkeleriyle birlikte Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEI) ni oluşturmuştur (1992). Kuruluşun amacı coğrafi yakınlıktan yararlanıp bölgenin ekonomik ve ticari potansiyelinin canlandırılmasıdır. Baltık Gümrük Birliği ise 1990 yılında yeni bağımsızlığına kavuşan Litvanya, Letonya ve Estonya arasında kurulmuştur. Amerika kıtasındaki belli başlı ekonomik birleşmeler şunlardır: Latin Amerikan Entegrasyon Bölgesi (LAIA), Orta Amerika Ortak Pazarı (CACM), And Ülkeleri Grubu, Karaib Ülkeleri Topluluğu (CARICOM) ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA)’dır. Bunlardan NAFTA ve LAIA önemlidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika’da çok sayıda ekonomik birlik kurma girişimi ortaya çıkmıştır. Asya kıtasında ekonomik birleşmeler daha sınırlı sayıdadır. Kayda değer birleşme hareketleri içinde, Güney Doğu Asya Ulusları Birliği (ASEAN), Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) belirtilebilir. Bu bölgedeki kuruluşlardan biri de Türkiye, İran ve Pakistan’ın oluşturdukları, daha sonra Türk Cumhuriyetlerinin de katıldığı Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
(ECO)’dır. Ayrıca, Körfez İşbirliği Konseyi (GCC), Orta Doğu’daki öteki ekonomik birleşme hareketleri arasında yer alır. Dünyadaki ekonomik işbirliği hareketlerinin bir kısmı coğrafi bölge temeline dayalı değildir. Bu tip örgütler arasında, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Arap Birliği, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve İslam Konferansı Teşkilatı gibi kuruluşlar belirtilebilir.
7 – Ekonomik Kalkınma ve Dış Ticaret Konu Özeti
Dış ticaretin kalkınmanın motoru olduğu görüşünü geçmişe göre daha az da olsa günümüzde de destekleyen bazı gelişmeler vardır. Dış ticaretle olan ilişkilerine göre sanayileşme stratejileri, ithalat ikameci ve ihracata dönük sanayileşme diye ikiye ayrılır. İthalat ikamesi, önceleri yurt dışından ithal edilen malların, koruyucu ve özendirici önlemlerle, yurt içinde üretilmesini öngören bir sanayileşme stratejisidir. İhracata dönük sanayileşme ise dış piyasa için üretimi öngörür. İthal ikamesi; kaynak israfına, ihracat azalmasına, dış borç artışına, ülkeye yabancı bir sanayi yapısına yol açabilir. Geçmişte ithal ikamesine yönelik sanayileşme stratejisi izleyen birçok ülke günümüzde ihracatın özendirilmesine ağırlık vermeye başlamıştır. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardır. Dünya sınai ürün ticaretinde gelişmiş ülkeler ön sıradadır. Bununla birlikte, son yıllarda az gelişmiş ülkelerin bu alandaki paylarında bir miktar artış olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
8 – Faktör Donatımı Teorisi ve Yeni Dış Ticaret Teorileri Konu Özeti
Faktör Donatımı Teorisi, 1919’da İsveçli Eli Heckscher tarafından ortaya atılmıştır. Yine aynı ülkeden Bertil Ohlin teoriye önemli katkılarda bulunmuştur. Bu iki iktisatçının isminden dolayı teoriye Heckscher Ohlin Teorisi de denir. Faktör Donatımı Teorisi’ne göre her ülke emek ve sermaye faktörlerinden hangisine daha zengin olarak sahip bulunuyorsa, üretimi o faktörü daha yoğun şekilde kullanmayı gerektiren mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder. Diğer bir deyişle, bu malların üretiminde uzmanlaşır, bunları ihraç ederek pahalı malları yurt dışından ithal eder. Teorinin temel varsayımlarından birisi ülkelerin faktör donatımı bakımından farklı olduklarıdır. Diğer bir varsayım, malların faktör yoğunluklarındaki farklılıklardır. Teoride ayrıca malların faktör yoğunluğu özelliğinin değişmediği varsayılır. Teorinin geçerliliği için talep koşulları iki ülkede aynı olmalıdır. Talep farklılıklarını dikkate almaması dolayısıyla teori bir arz teorisi sayılabilir. Teoride ayrıca teknolojinin ülkeler arasında benzer olduğu varsayımı yapılmıştır. Heckscher-Ohlin modelinden dört önemli teorem çıkartılmaktadır. Bunlar, faktör donatımı, uluslararası faktör fiyatları eşitliği, Stolper-Samuelson gelir dağılımı ve Rybczynski teoremleridir. Faktör Donatımı Teorisi ilk kez 1953 yılında Leontief tarafından ABD’nin dış dünya ile olan ticareti üzerinde test edilmiştir. Varılan sonuçlara göre ABD’nin, teoriden beklenenin tersine, emek-yoğun mallar ihraç edip sermaye-yoğun mallar ithal ettiği görülmüştür. Bu sonuca “Leontief Paradoksu” adı verilmektedir. Diğer ülkeler üzerinde yapılan benzer testler de teoriyi tam olarak desteklememiştir. Tartışmalar halâ devam etmekle birlikte, bugüne kadar çelişkiyi tam olarak giderecek bir açıklama yapılamamıştır. Leontief paradoksunun yarattığı tartışmalar sonucunda özellikle
1960’lardan sonra dış ticareti açıklamak amacıyla çeşitli yeni görüş ve teoriler ortaya atılmıştır. Nitelikli işgücü, ölçek ekonomileri, teknoloji açığı, ürün devreleri, tercihlerde benzerlik ve monopolcü rekabet teorileri bu yeni modellerden başlıcalarıdır. Genel olarak dış ticaret teorilerinin hiçbirinin tek başına dünya ticaretini açıklayamadığını ancak birinin eksini diğeri tamamladığı için hepsi birlikte düşünüldüğünde dünya ticaretinin çoğunu açıklayabilmekte olduklarını söyleyebiliriz.
9 – Ödemeler Bilançosu ve Denge Mekanizmaları Konu Özeti
Ödemeler bilançosu, belirli bir süre içinde bir ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak kaydedildiği istatistiki bir tablodur. Ödemeler bilançosu, muhasebe anlamındaki bilanço kavramından farklıdır. Ödemeler bilançosu ülkenin belirli andaki toplam borç ve alacaklarını değil, ülkenin bir yıl içerisindeki diğer ülkelerle yapmış olduğu ekonomik işlemlerin ne yönde değiştiğini gösterir. Bu açıdan işletmelerdeki
Tablo 12.3. Ödemeler Bilançosu Dengesizliklerini Giderici Politikalar.
İzlenecek Politika Bilançosu Açık Veren Ülke Bilançosu Fazla Veren Ülke
Para Politikası
Politikası yükselmesini önlememek,
Politikası 2. İhracata prim vermek, 2. Primleri kaldırmak,
Bütçe 1. Gelir vergilerini yükseltmek, 1. Gelir vergisi oranlarını indirmek,
Politikası 2. Kurumlar vergisini düşürmek, 2. Kurumlar vergisi oranlarını
yükseltmek,
Devletin Dış 1. Dış yatırımları düşürmek, 1. Dış yatırımları arttırmak,
Harcama, 2. Dışarıya verilen hibeleri azaltmak, 2. Dışarıya verilen hibeleri
Yabancı yükseltmek,
Sermaye ve 3. Dışarıya borç vermeleri kısıtlamak, 3. Dışarıya borç vermeleri arttırmak,
Dış Borç 4. Sermaye çıkışını kontrol etmek, 4. Sermaye çıkışını teşvik etmek,
Politikası 5. Sermaye girişini teşvik etmek, 5. Sermaye girişini kontrol etmek,
Döviz Politikası 1. Döviz kontrolu uygulamak, 1. Döviz kontrolunu kaldırmak,
2 Devalüasyon yapmak 2 Revalüasyon yapmak bilanço yerine, daha çok kâr-zarar tablosuna benzer. Bilanço daima dengede bulunacağı için ödemeler dengesi olarak da adlandırılabilir. Ödemeler bilançosunda üç ana hesap vardır. Bunlar; câri işlemler hesabı, sermaye hesabı ve resmi rezervler hesabıdır. Bu üç temel hesabın dışında bir de istatistik fark olarak isimlendirilen, hata ve unutmalardan kaynaklanan bir kalem vardır. Ödemeler bilançosuna işlemler iki temel grup altında kaydedilir. Bunlar, otonom ve denkleştirici nitelik taşır. Otonom kalemler, ödemeler bilançosunu denkleştirme amacı taşımayan ve bir milli ekonominin yerlileri ile yabancıları arasında oluşan ekonomik akımlara bağlı değerlerin bir araya getirdiği kalemlerdir. Denkleştirici kalemler ise, bir ülkenin ödemeler
bilançosunu diğer ülkelerin ödemeler bilançolarına karşı fazla veya açık verdiren diğer bütün kalemler toplamıdır. Ödemeler bilançosunda dış ticaret dengesi, mal ihracatı ile mal ithalatı arasındaki eşitliktir. Câri işlemler dengesi ise, ihracat ve ithalat dışında kalan döviz gelir ve giderlerini de kapsar. Bu kapsama, navlun ve sigorta gelir ve giderleri, turistik gelir ve giderler, hizmet gelir ve giderleri, dış yatırımlardan sağlanan gelir ve giderler, dış borç faiz ödemeleri girer. Uygulama açısından ise, üç tip bilanço dengesi vardır. Bunlar; temel denge, net likidite dengesi ve resmi rezervler dengesidir. Türkiye’de ödemeler bilançosu verileri büyük ölçüde döviz kayıtlarına dayanır. Bu kayıtların kaynağı ise, bankalar sistemine kayıtlı bankalar ile T.C.Merkez Bankası’dır. Bilançoda ABD doları para birimi olarak kullanılmakta, diğer döviz cinslerinden oluşan işlemler de dolara çevrilerek gösterilmektedir. Türkiye’nin ödemeler bilançosunda en önemli denge olan dış ticaret, özellikle son yıllarda büyük miktarda açık vermeye başlamıştır. Bunda, Ocak 1996’da AB ülkeleri ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği’nin de etkisi vardır. Ödemeler bilançosunun dengeye gelmesini klasik iktisatçılar fiyat ve döviz kuru mekanizması ile açıklamışlardır. Fakat klasiklerin savundukları gibi, fiyat ve döviz kurunda meydana gelen değişmeler, mutlaka ödemeler bilançosunda otomatik bir denge sağlamayabilir. Dış dengenin sağlanması, döviz kuru kadar, ihraç mallarına yönelik dış talep ile ithal mallarına olan ülke talebinin esnekliklerine de bağlıdır. Esneklikler yaklaşımı, döviz kurlarındaki değişikliğin bilanço dengesini sağlayabilecek ortamı yaratan şartları belirlemektedir. Bu şartlar ise, ilk defa Marshall ve Lerner tarafından formüle edilmiştir. Ödemeler bilançosunun Keynesien gelir mekanizması ile dengeye gelmesi olayını ilk defa Richard Cantillon öne sürmüş fakat kapsamlı açıklamaları J.M.Keynes yapmıştır. Keynesgil analizin orjinalliği, hiç şüphesiz reel gelir ve istihdamda meydana gelen değişmeleri açık ve net bir şekilde ortaya koymasıdır. Sidney Alexandr ise, döviz kuru değişmelerinin ödemeler bilançosu üzerindeki etkilerini “gelir-massetme” yaklaşımı ile açıklamıştır. Bu yaklaşımı eleştirenlerden Machlup, ödemeler bilançosunda dengesizlik olan ülkelerin izleyecekleri ekonomi politikalarını bir tablo ile sunmuştur.
10 – Tarife Dışı Kısıtlamalar ve İhracatı Teşvik Önlemleri Konu Özeti
Tarife dışı kısıtlamalar, gümrük tarifelerinden ayrı olarak dış ticarete müdahale için kullanılan araçların tümünü kapsar. Büyük çoğunluğu ithalat kısıtlamalarına yönelik olmakla beraber, ihracatın ve diğer döviz kazandırıcı işlemlerin teşvik edilmesi amacıyla da kullanılmaktadır. Kotalar, tarife dışı kısıtlamalar içinde önemli bir yere sahiptir. İthalat
kotası, gümrük tarifesinden farklı olarak, ithalat miktar veya değeri üzerinde mutlak bir sınırlama getirir. Kotalar, gümrük tarifelerinden farklı olarak gelir sağlayıcı bir etkiye sahip değildir. Kotalar, tarifelerden farklı olarak ithalatı kesin olarak kısıtlar ve tarifelere göre daha fazla esnekliğe sahiptir. Buna karşılık, ekonomide serbest piyasa düzeninin işleyişini aksatır. Kota uygulamasında fiyat mekanizmasının işleyişi bozulur ve ekonomide yanlış kararlar alınabilir. İhracat kotaları, ihracat yapılan ülkenin isteği üzerine uygulanır. Bir diğer ihracat kısıtlama türü ise ihracatçı ülkenin kendi isteği ile olandır. Tarife benzeri önlemler, gümrük tarifeleri gibi ithal mallarının fiyatlarını arttırarak ithalat hacmini daraltan bütün diğer kısıtlamalardır. Bu önlemle arasında dolaylı vergiler en önemlisidir. Ayrıca, ithal teminatları da diğer bir tarife benzeri önlemdir. Gümrük vergisine benzer ithalat vergisi ve fonlar da, bir tür tarife dışı kısıtlamadır. İthal hacmini doğrudan etkileyen bütün iradi ve teknik düzenlemeler, görünmeyen engellerdir. Günümüzde özellikle gelişme yolunda olan ülkelerin hızla sanayileşme arzuları, bir ülkelerin dış ticaret üzerindeki denetimlerinin artmasına yol açmıştır. Dampinge karşı uygulanan anti-damping vergisi, günümüzde önemli bir tarife dışı engeldir. Benzer şekilde, sübvansiyonlara karşı uygulanan telafi edilen vergiler ve döviz kontrolü de tarife dışı engeller içinde yer alır. Gelişme yolunda olan her ülke, kalkınma sürecinde karşılaşabileceği döviz darboğazını genişletmek için ihracatını arttırmak iste. İhracatı teşvik önlemleri arasında, ihracatta prim sistemi, vergi iadesi ve indirimi, girdi teşvikleri ve devlet pazarlama yardımı yer alır. Türkiye’de ihracatı teşvik politikası kapsamında birçok teşvik uygulanmaktadır. Bir ülkede ihracatın geliştirilmesi için bazı teşvik önlemleri uygulanıyorsa, bu politikanın sonucunda ihracat artmalı, ekonomide uygun bir kaynak tahsisi sağlanmalı ve sosyal karlılığın gerekleri yerine getirilmelidir. İhracatı teşvik önlemleri, özel üretim yardımı olmamalı, yeni ihracat ürünleri ile sınırlı olmalı ve mümkün olduğu kadar uluslararası alanda tarife korumalarına ve misillemelere yol açmayacak nitelikte olmalıdır. İhracatı teşvik politikası, ekonomik etkileri yönünden ithal ikamesi politikasının simetriğidir. Çünkü her iki durumda da dahili üreticiler daha ucuz üretim yapan yabancı üreticilere karşı korunmakta, onların üretim ve ihracatlarını olumsuz yönde etkilemektedirler.
11 – Uluslararası İktisada Giriş ve Klasik Dış Ticaret Teorisi Konu Özeti
Uluslararası ekonomik olaylar ülkeler arasındaki mal, hizmet, faktör hareketlerini konu alır. Uluslararası iktisat biliminin yaklaşık iki asırlık bir geçmişi vardır ve Uluslararası Ticaret ve Uluslararası Parasal İlişkiler olarak iki bölüme ayrılır. Ülkelerarası ticaret ile ülke içi ticaret arasında bazı farklılıklar vardır. Dış ticaretin nedenleri; yurt içi talebe göre yurt içi üretimdeki farklar, fiyat farklılıkları ve mal farklılıkları şeklinde üç başlık altında toplanabilir. Ülkelerin neden dış ticaret yaptıklarını, dış ticaretin bileşimi ve dış ticaret fiyatları gibi konuları kapsayan ana bölüme Uluslararası Ticaret Teorisi adı verilir. Uluslararası İktisat’ın modern bir bilim durumuna gelmesi Adam Smith ile başlar. Merkantilistlerin müdahaleci yaklaşımlarına karşın Smith, serbest ticareti ve uluslararası işbölümünü savunmuştur. A. Smith’in uluslararası ticaretin nedenine ilişkin açıklamaları Mutlak Üstünlük Teorisi’ne dayanır. Bu teoriye göre bir ülke hangi malları mutlak maliyetlere göre diğerlerinden daha ucuza üretiyorsa o malların üretiminde uzmanlaşmalıdır. David Ricardo ise dış ticaretin temelini Karşılaştırmalı Üstünlüklere bağlamakla daha kapsamlı bir açıklama getirmiştir. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi’ne göre bir ülke üretiminde nisbi üstünlüğe sahip olduğu malları ihraç, nisbeten üstün olmadığı malları da ithal etmelidir. Böylece kıt ekonomik kaynaklar optimum biçimde kullanılmış olur. Uluslararası Ticaret Teorisi’nde standart iki-mallı, iki-ülkeli modeller kullanılır. Tam rekabet, devlet müdahalesinin yokluğu ve taşıma giderlerinin sıfır olması teorinin öteki varsayımları arasındadır. Smith ve Ricardo, analizlerini arz faktörleri ile yapmış, talep faktörünü dikkate almamışlardır. O nedenle Klasik modelde üretim maliyetlerinin fiyatlarla özdeş olduğu kabul edilir. Klasikler ayrıca, maliyeti tek bir faktörün yani emeğin belirlediğini varsaymışlar, sermaye ve doğal kaynak faktörlerini maliyet unsuru saymamışlardır. Ricardo modelinin, bunların dışında da bir takım eksikleri vardır. Bunlar arasında modelin sabit maliyetlere dayanması, işgücünün ülke içinde tam hareketli ülkeler arasında tam hareketsiz olması, teorinin statik özellik taşıması sayılabilir
12 – Uluslararası Özel Mali Sermaye Akımları Konu Özeti
Mali kaynakların fon sahiplerinden fon talep edenlere aktarılmasıyla ilgili işlemler mali işlemlerdir. Bu tür işlemler aynı zamanda para veya sermaye piyasası işlemi niteliğindedir. Birincisinde yabancı ülkedeki bir bankada mevduat veya kredi işlemi, ikincisinde ise yabancı ülke sermaye piyasalarından tahvil veya hisse senedi gibi değerli kağıtların alım satımı söz konusudur. Farklı ülkelerde yerleşik taraflar arasındaki mâli işlemler uluslar arası niteliktedir. Uluslararası sermaye akımına yol açan çeşitli nedenler vardır. New York, Londra, Paris, Frankfurt, Tokyo ve Hong Kong gibi merkezler dünyadaki başlıca mâli piyasaları oluşturmaktadır. Bu piyasalar arasında döviz piyasaları, Europara ve Eurotahvil piyasaları sayılabilir. Son yıllarda ulaştırma ve haberleşme alanındaki hızlı teknolojik ilerlemeler uluslararası sermaye piyasalarını daha sıkı biçimde birbirine bağlamıştır. Uluslararası sermaye işlemlerini ev halkı, ticari ve sınaî işletmeler özel mali kurumlar, hükümetler ve resmî kuruluşlar yapar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Eurodolar piyasası daha sonra bütün Batı Avrupa’ya, oradan da Avrupa-dışına yayılmıştır. Ayrıca giderek Eurodolar işlemleri dolardan başka sağlam paralarla da yapılmaya başlanmıştır. Bir paranın, onu çıkartan ulusal ülke dışında oluşan piyasasına Eurodolar piyasası denir. Eurodolar piyasasında mevduat faizleri ana ülkeden daha yüksek, kredi faizleri ise daha düşüktür. Bu durum söz konusu piyasaları, hem tasarrufçu hem de fon talep edenler açısından daha cazip bir duruma getirir. Dış piyasadan borçlanmak isteyen şirket veya hükümetler ilgili yabancı ülkenin ulusal parası cinsinden çıkarttıkları tahvilleri o ülkenin menkul değer borsasında satarlar. Klasik borçlanma yöntemi budur. Bazen de bir yabancı para cinsinden çıkartılan tahviller farklı ülkelerin sermaye piyasalarında pazarlanabilir. Bu tür piyasalara Eurotahvil piyasaları adı verilir. Eurotahvil kredileri genellikle bir bankalar konsorsiyumu tarafından sağlanır. Türkiye de bu piyasadan zaman zaman yararlanmaktadır.
13 – Uluslararası Para Fonu Konu Özeti
Uluslararası Para Fonu, II nci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş uluslararası bir ekonomik kuruluştur. Temel amacı, üye ülkelerin ödemeler bilançosu açıklarını azaltmada onlara yardımcı olmaktır. IMF’de sermaye çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Ülkelerin sermayeye katılım payları olan kotalar, üyelerin oy güçlerini belirler, Fon’a katkılarına ve Fon’dan borçlanmalarına etki eder. Ülkelerin oy gücü, ülkelerin yönetimde etkinliklerin belirlenmesi açısından çok önemlidir. IMF’den kaynak isteyen üye ülkeler bazı şartları yerine getirmek durumundadırlar. Bunlardan en önemlileri, üye ülkenin uygulayacağı ekonomik programa ilişkin olarak IMF’ye bir niyet mektubu vermesi, IMF ile bir stand-by düzenlemesi yapması, kullanılacak imkanın taksitlendirilmesi, üye ülkenin uygulamalarının zaman içinde gözden geçirilmesidir. IMF elindeki mali kaynakları, Fon’un politikalarına uygun olarak talepte bulunan üyelerine tahsis ederek, onların karşılaştıkları ödemeler dengesi açıklarını finanse eder. Fon’dan borçlanma, bir ülkenin parasının diğer ülke parasıyla değiştirilmesi veya parası karşılığında diğer bir üye ülkenin parasının satın alınması şeklinde olur. IMF’den kaynak kullanımı, bir çeşit kredi kullanımı olmadığından, kredi yerine “imkan” veya “kolaylık” kelimeleri kullanılır. Bir üye ülke IMF kaynaklarını kullanmak istediğinde, bu imkan kadar kendi milli parasını ve bu miktarı içeren bir taahhütnameyi IMF’ye verir. Fon da, bu taahhüde karşılık üye ülkenin ihtiyaç duyduğu döviz cinsinden gerekli miktarı tahsis eder. IMF’ye üye ülkelerin IMF’den sağladıkları fonlar temelde üç ana hesaptan karşılanır. Bunlar, Genel Kaynaklar Hesabı, Özel Tahsisler Hesabı ve Özel Çekme Hakları Hesabı’dır. IMF’nin kredi dilim imkanları, Fon’un klasik kaynak kullanım mekanizmalarından en önemlisidir. Üyelerin kotaları ile sınırlı kalarak kullandıkları Fon kaynaklarına “normal çekme hakları” denir ve beş dilime ayrılır. Kredi dilimlerinden yararlanmak için IMF ile bir stand-by düzenlemesi (destekleme düzenlemesi) yapmak gerekir. Bu düzenleme, üye ülkelerin IMF ile anlaştığı konuları içeren karşılıklı bir taahhüttür. Üye ülkenin kotasının ilk dilimi dışında kalan ve bölüm içinde Fon’dan sağlanan imkanlara üst kredi dilimi politikası denir. Bu politika içinde kullanılan her üst kredi dilimi için IMF’nin ileri sürmüş olduğu şartlar giderek ağırlaşır. IMF’den üye ülkeler ayrıca, Petrol Kolaylığı, Genişletilmiş Fon Kolaylığı, Ek Finansman Kolaylığı, Genişletilmiş Kullanım Politikası, Gelişme Yolunda Ülkeler İçin Özel Kolaylıklar (Telafi Edici Olağanüstü Finansman Kolaylığı ve Tampon Stok Finansman Kolaylığı), Yapısal Uyum Kolaylığı, Güçlendirilmiş Yapısal Uyum Kolaylığı ve Sistemi Yapılandırma Kolaylık’larından imkan sağlayabilirler. Özel Çekme Hakları (SDR), IMF’nin yaratmış olduğu özel bir likiditedir. Fon’un normal çekme haklarından aynı olarak üyelere uluslararası rezerv sağlamak amacıyla 1970 yılında yaratılmıştır. SDR, hem bir “hesap birimi” ve hem de bir “uluslararası rezerv para”dır. SDR, ABD doları, Alman markı, Japon yeni, Fransız frangı ve İngiliz sterlini’nden oluşan bir sepete dayanır. IMF, her işgünü SDR’nin sepet içindeki paralara göre durumunu hesaplar. SDR, döviz satın alınması, mali yükümlülüklerin yerine getirilmesi, kredi açılması, kredi borçlarının ödenmesi, bağış, faiz ve diğer ödemelerin yapılması ve borç verilmesinde kullanılmaktadır. Türkiye, IMF’ye 1947 yılında katılmıştır. Günümüzde Fon’daki kotası 956 milyon SDR’dir. Türkiye Fon imkanlarından, rezerv dilimi pozisyonu, stand-by düzenlemesine bağlı olarak kredi dilimi imkanı, süresi uzatılmış düzenlemeye bağlı olarak genişletilmiş Fon Kolaylığı, Telafi Edici ve Olağanüstü Finansman Kolaylığı ile Petrol Kolaylığı’ndan yararlanabilir. Türkiye, 1961 yılında ilk IMF imkanını kullandığından sonra geçen sürede, Fon ile 16 adet stand-by düzenlemesi yapmıştır. Son stand-by düzenlemesi, Mart 1996’da fesh edilmiştir. 26 Haziran 1998’de IMF ile Yakın İzleme Programı uygulamasına gidilmiştir. Ancak IMF ile mali kaynak sağlamak için herhangi bir düzenleme yapılmadığı için kaynak sağlama konusunda başarıya ulaşılamamıştır. 22 Aralık 1999’da ise IMF ile Türkiye arasında 18. Anlaşma imzalanmıştır. IMF ile aynı tarihte kurulan Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerin özellikle orta ve uzun vadeli kredi ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışır.
14 – Uluslararası Para Sistemi Konu Özeti
Uluslararası para sistemi, dünya üzerinde mevcut olan bağımsız ülkeler ile ekonomik birimlerin kendi aralarında her türlü ödemenin yapılabilmesine imkan tanıyan uluslararası kurumsal yapı, mekanizma ve uygulamalar bütünüdür. Bu anlamda uluslararası para sistemine uluslar arası para düzeni de denir. 1944 yılında kurulan Bretton Woods Sisteminden (IMF Sistemi) önceki uluslararası ödeme sistemi, altın standardıdır. 1870’li yıllardan 1929 dünya ekonomik krizine kadar altın standardı, uluslararası para sisteminin
esasını oluşturmuştur. 1930’lardan Bretton Woods Sisteminin kurulduğu 1944 yılına kadar geçen süre ise buhran dönemidir. 2 nci Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods’ta toplanan Konferans’ta alınan kararlar ile kurulan ve 15 Ağustos 1971 tarihinde kadar süren uluslararası para sistemi, altın döviz standardına dayanmıştır. 2 nci Dünya Savaşından sonra uluslararası para konularını düzenleme görevi Fon’a verildiği için, Bretton Woods Sistemine IMF Sistemi de denir. Bretton Woods Sistemi’nde, likidite ve anahtar paraya güven sorunu, dış denge sorunu, emisyon kazançları sorunu, kaynak israfı sorunu ve spekülasyon sorunu ortaya çıkmıştır. Altın döviz standardı, 15 Ağustos 1971 tarihinde alınan Camp David Kararları Sonucunda ortadan kalkmış ve doların altına konvertibilitesi böylece sona ermiştir. 18 Aralık 1971’de dolar devalüe edilmiştir. Bu tarihten yaklaşık iki yıl sonra 12 Şubat 1973’te dolar ikinci defa devalüasyona uğramıştır.
IMF, 7-8 Ocak 1976 tarihinde Jamaika’da almış olduğu kararları 1 Nisan 1978’de yürürlüğe koymuştur. Jamaika Anlaşması sonucunda Fon, mevcut dalgalı kurları yasallaştırmış, gözetimli dalgalanma meşrulaştırılarak fiilen ayarlanabilir sabit kur sistemine son verilmiştir. Yeni düzenlemeye göre IMF üyeleri, döviz kuru seçimlerini kendi özel durumlarına göre yapabileceklerdir. Sabit kurlu Bretton Woods Sisteminin 1973 Mart ayında yıkılmasından ve 1978 yılında IMF Anasözleşmesinin ikinci defa değiştirilmesinden sonra dünya ekonomisinde, devlet müdahalesinin asgari seviyede olduğu dalgalı kurlar ile milli parayı yabancı bir para veya paralar sepetine bağlayan sabit kurlar arasında kalan kur sistemleri geçerlilik kazanmıştır. Günümüzde dünya ekonomisinde ağırlığı olan ve sanayileşmiş ülkeler, dalgalı kur sisistemini kabul etmişlerdir. Sabit kur sistemini ise genelde ana ülke ile çok yakın ekonomik ilişkileri olan ülkeler benimsemişlerdir. Uluslararası likidite, bir ülkenin para otoriteleri ile mali kurumları elinde bulunan altın, konvertibl döviz, SDR, IMF’deki çekme hakları ile diğer kredi kolaylıklarını kapsar. Bir ülkenin sahip olduğu likidite, o ülkenin kendisine ait rezervleri ile diğer ülkelerden borçlanma sonucu sağladığı rezervlerden meydana gelir. Dünya rezerv arzı içinde döviz en büyük paya sahiptir. İkinci sırayı altın almaktadır. Dövizler içinde payı yüksek olanlar arasında ABD doları, Alman markı, ECU ve Japon yeni ön sırada gelmektedir.
Dış Ticaret Teorisi analizlerinde kullanılan önemli bir araç “üretim olanakları eğrisi” veya “dönüşüm eğrisi”dir. Bu eğri ülkenin üretim koşullarını yansıtır. Sabit maliyet koşulları altında üretim olanakları eğrisi düz bir doğru, artan maliyet koşulları altında orijine göre iç bükey, azalan maliyetlerde de orijine göre dış bükey durumdadır. Bu üç durumda üretimde sırasıyla sabit, azalan ve artan verimler söz konusudur.
Dış ticareti arzı etkileyen faktörler açısından açıklayan bu görüşlerin yanısıra talep cephesinden etkileyen etkenler açısından açıklayan görüşler de vardır. Yalnız iki ülkenin iç maliyet sınırları arasında kalan kârlı dış ticaret alanının gösterilmesi yetmez. Dış ticarette talep koşullarına ilk kez yer veren iktisatçı Karşılıklı Talep Yasası ile J.S. Mill olmuştur. Bir ülkede ithal malı miktarları birer birim artırılırken, ülkenin kendi malından önereceği miktarları gösteren eğriye teklif eğrisi adı verilir. Teklif eğrisi, ülkenin hem talep, hem de arz koşullarını yansıtır. İki ülkeli modelde ülkelerin teklif eğrilerinin kesiştiği noktadan geçen ticaret haddi (ululararası nisbi fiyat oranı) denge ticaret haddini gösterir. Bu bir denge fiyatıdır. Çünkü bir tarafın satmak istediği mal miktarını (ihracat), diğer tarafın satın almak istediği miktara (ithalat) eşitler. Küçük bir ülke, büyük bir ülke ile dış ticaret ilişkisine giriştiğinde, büyük ülkenin iç maliyet oranından veya ona yakın bir fiyattan malını ihraç eder. İthalatını ise büyük ülkenin düşük fiyatlarından gerçekleştirir. Bu durumda dış ticaret kazançlarının büyük bölümü küçük ülkeye gider. Bu duruma küçük ülke avantajı veya “önemsiz olmanın önemi” adı verilir. Talep koşullarını incelemede kullanılan ikinci bir araç da toplumsal kayıtsızlık eğrileridir. Belirli varsayımlar altında, bu eğrilerin şekli toplumun zevk ve tercihlerini yansıtır. Üretim olanakları eğrisinin bir toplumsal kayıtsızlık eğrisine teğet olduğu noktada kapalı ekonomi dengesi sağlanır. Açık ekonomilerde üretici dengesi üretim olanakları eğrisinin uluslar arası fiyat oranına, tüketici dengesi de bir kayıtsızlık eğrisinin veri uluslar arası fiyat oranına teğet olduğu noktada gerçekleşir. Tüketim denge noktasından geçen kayıtsızlık eğrisi, kapalı ekonomideki denge noktasından geçen kayıtsızlık eğrisine göre daha yüksek bir refah düzeyini yansıtır. Bu, uluslararası ticaretin ülke refahını artırmasının bir sonucudur.Açık bir ekonomide üretim ve tüketim noktalarından eksenlere çizilen dikmeler bir üçgen alanı oluşturur. Önemli özellikleri olan bu üçgene “dış ticaret üçgeni” adı verilir. Bu üçgenin hipotenüsü uluslararası fiyat oranını, bir dik kenarı ihracat miktarını, diğer dik kenarı da ithalatı gösterir. Dönüşüm eğrileri farklı, fakat talep koşulları benzer olan toplumlarda iç fiyat oranları da farklı olacağından kârlı dış ticaret yapma olanağı vardır. Benzer şekilde, dönüşüm eğrileri aynı, talep koşulları farklı ülkeler de kârlı dış ticaret yapabilir.
2 – Avrupa Birliği Konu Özeti
Dünyadaki ekonomik birleşme hareketlerinin başında Avrupa Topluluğu (AT) veya yeni adıyla Avrupa Birliği (AB) gelir. AT’nun kuruluşuna varan gelişmelerin uzun bir geçmişi vardır. Böyle bir kuruluşun fikir babalığını R. Schuman ve J. Monnet gibi hükümet adamları ve düşünürler yapmıştır. AT’ye öncülük eden kuruluş 1951 tarihinde altı ülke arasında (Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’dur. Buna Schuman Planı da denir. Bu yolda ilerlenmesi sonucunda, yine aynı ülkeler arasında 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Anlaşması imzalanmıştır. Roma Anlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (Euratom) kurulmuştur. Avrupa Topluluğu, ekonomik birleşme amaçlarının yanında Avrupa’da barışın korunması ve siyasal birleşme gibi politik amaçlar da gütmektedir.AB’nin organları, Avrupa Zirvesi, Avrupa Parlamentosu, Adalet Divanı, Avrupa Komisyonu ve Bakanlar Konseyi’dir. Komisyon ve Konsey Topluluğun yürütme organlarıdır. Parlamento ise denetleme görevi yapar. Üyelerin devlet ve hükümet başkanlarından oluşan Konsey toplantılarına ise Avrupa Zirvesi adı verilir. Zirve toplantılarında Birliğin temel politik ve stratejik eğilimleri belirlenir. Topluluk, ekonomik ve sosyal politikalarını yürütmek için bazı finansman kuruluşlarına sahiptir. Topluluğun temel mali kuruluşu Avrupa Yatırım Bankası (EIB) dır. Roma Antlaşması’na göre kurulmuştur. Bundan ayrı olarak oluşturulan fonlar ise şunlardır: Avrupa Sosyal Fonu, Avrupa Parasal İşbirliği Fonu, Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu, Avrupa Garanti ve Yönlendirme Fonu. Topluluğun kuruluşu sırasında İngiltere kurucu Altılar arasında yer almadı. 1 Ocak 1973’de İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın (Üçler) katılmalarıyla AT’nin üye sayısı dokuza (Dokuzlar) çıktı. 1 Ocak 1981 de Yunanistan’ın katılmasıyla üye sayısı on’a, 1 Ocak 1986’da İspanya ve Portekiz’in katılmasıyla da on ikiye ulaşmıştır. 1994’te Finlandiya, Avusturya ve İsveç’in katılımıyla bu sayı onbeş olmuştur. 1968 yılına gelindiğinde AET’de gümrük tarifeleri ve kotalar kaldırılmış ve gümrük birliği gerçekleştirilmiş oluyordu. Ayrıca geçen zaman içinde işgücünün serbest dolaşımı, işyeri açma, sermayenin serbest hareketliliği konularında önemli ilerlemeler sağlandı. 1 Ocak 1993 de ise “tek pazar”a geçilmiştir. AB’nin bazı ortak politikaları vardır. Bunlar içinde en önemlileri ortak tarım, rekabet, ulaştırma, ticaret ve sosyal politikalardır. Tek pazara geçişle birlikte Maastricht Antlaşması sonucu AB’nin gerçek bir ekonomik ve siyasal birliğe götürülmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Antlaşma 7 Şubat 1992 de imzalandı. Maastricht Anlaşması’nda öngörülen bazı hedefler şunlardır: Ekonomik ve parasal birlik, Avrupa yurttaşlığı, ortak güvenlik ve ortak dış politika, çeşitli alanlarda ortak programlar uygulanması. AB’nin üçüncü ülkelerle ilişkileri Avrupa’dan, Amerika’ya ve Uzak Doğu’ya kadar yayılmaktadır. Türkiye AET’yle 1 Aralık 1964’ten itibaren ortak üye statüsü ile bağlantı kurmuştur. 1973’e kadar Hazırlık, 1996’ya kadar Geçiş Dönemi sürmüş 1996’dan itibaren Gümrük Birliği kurularak son döneme geçilmiştir. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu 1990’da reddedilmiştir. Günümüzde ise Türkiye tam üyeliğe aday ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin Gümrük Birliği sonrası AB’den ithalatında artış olmuştur. Sınai ürün ithalatında tarifeler sıfırlanmış, kotalar kaldırılmıştır. AB üyeleriyle EFTA üyeleri arasında özellikle sanayi malları üzerinde imzalanan ikili serbest ticaret anlaşmaları vardı. Bunları çok yanlı bir çerçeveye oturtmak ve kapsamını genişletmek üzere 1991 Ekiminde AT ile EFTA arasında Avrupa Ekonomik Alanı kurulmuştur. Topluluğun Afrika’daki eski sömürgeleriyle imzaladığı Lomé Konvansiyonu vardır. Akdeniz ülkeleriyle tercihli ticaret ilişkileri de Akdeniz Politikası çerçevesinde yürütülmektedir. AB, Doğu Avrupa ve eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki piyasa ekonomisine geçiş sürecini desteklemek üzere maddi ve teknik yardımlarda bulunmaktadır. AB birçok ülke ile tercihli ticaret anlaşmaları yapmıştır.
3 – Dış Ekonomi Politikası ve Gümrük Tarifeleri Konu Özeti
Dış ekonomi politikası, hükümetlerin ticaret ve üretim faktörleri akışlarının yönüne, bileşim ve hacmine müdahaleye yönelik tüm faaliyetleridir. Dış ekonomi politikasının amaçları şunlardır: Kendi kendine yeterlik, ekonomik refah, ekonomik korunma, ödemeler bilançosunda denge ve ekonomik kalkınma. Dış ekonomi politikasında hükümetler, değişik araçlar kullanarak uluslararası ticaret ve faktör hareketlerinin yönüne, bileşimine ve içeriğine müdahale ederler. Bu araçlar, tarifeler, tarife dışı kısıtlamalar ve ihracatı teşvik yardımlarıdır. Gümrük tarifesi, dış ekonomi politikasının en eski ve en çok kullanılan araçlarından biridir. Tanımda gümrük, belli bir malın gümrük sınırını geçişinde ödenen vergi ve harçlardır. Tarife ise, uluslararası ticarete konu olan bütün mallara uygulanan vergileri belirleyen listelerdir. Gümrük tarifeleri advalorem ve spesifik olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca bunların bileşiminden oluşan karma tarifeler de vardır. Advalorem vergiler,ithal edilen malın değeri üzerinden yüzde olarak alınır. Spesifik vergiler ise, ithal edilen malın fiziki birimleri başına sabit miktarlarda tahsil edilir. Bir ülkede gümrük tarifelerinin yaratmış olduğu ekonomik etkiler, sadece bir tek mal veya belli bir piyasa için analiz edildiğinde (kısmi denge analizi) dört çeşit ekonomik etki ortaya çıkar. Bunlar; koruma, tüketim, gelir ve yeniden dağıtım etkileridir. Gümrük tarifelerinin kısmi denge analizi ile ekonomik etkilerinin incelenmesinde, koruma ve tüketim etkileri, tarife uygulayan ekonomiye yüklenen net kayıptır. Eğer ekonomide tarifeler, tüm ithalatı kısıtlayacak kadar yükseltilirse, bir dönemde dışarıdan hiç ithalat yapılmaz ve yerli üretim, yurt içi tüketimi karşılar. Bu tip tarifelere yasaklayıcı tarife denir. Tarihi gelişim içinde, yeni kurulan sanayi dallarının veya ekonominin bir bölümünün tarife ile korunmasını ilk ortaya atan iktisatçı, F. List’tir. List, uluslararası rekabette ülkelerin belli bir seviyeye gelinceye kadar sanayilerini korumaları gerektiğini belirtmiştir. Ülke, rekabet imkanını sağladıktan sonra, koruma kaldırılmalıdır. Buna, terbiyevi korumacılık denir. Gelişme yolunda olan ülkelerde, gümrük tarifelerinin koruyuculuğunda kurulan bir sanayi dalının, Mill-Bastable Testi’nden başarı ile geçmesi gerekir. Günümüzde gümrük tarife listelerinde yer alan vergi oranları, nominal tarifelerdir ve yurt içi sanayi dallarına aynı oranda koruma sağlamamaktadır. Bu sebeple, nominal tarifelerden farklı olarak etken tarife oranı kavramı geliştirilmiştir. Bu oran, sadece tamamlanmış mal üzerindeki tarife oranına değil, fakat o malın üretiminde kullanılan ara malların üretimindeki tarife oranlarına da bağlıdır. Uluslararası ticaret son yıllarda hızla gelişirken, ticarete konu olan mallar da süratle artmaktadır. Mal artışına paralel olarak bunların nitelikleri de değişmektedir. Karmaşık mal çeşitlerinin, belli bir sistem içinde sınıflandırılarak tasnif edilmelerine diğer bir deyişle gümrük nomenklatürlerine ihtiyaç vardır. Günümüzde Armonize Mal Tanımı ve Kodlama Sistemi Hakkında Uluslararası Sözleşme uygulanmaktadır. Türkiye ile AB arasında 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği gerçekleştiği için, bu tarihten sonra AB ve EFTA dışındaki ülkelere AB tarafından belirlenen ortak gümrük tarifesi uygulanmaktadır.
4 – Döviz Kuru Sistemler1 Konu Özeti
Serbest piyasa ilkelerinin geçerli olduğu, dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomilerde denge döviz kuru, piyasada serbest bir şekilde arz ve talep şartlarına göre belirlenir. Teoride başlıca iki temel döviz kuru sistemi vardır. Bunlar, sabit kur sistemi ile serbest (veya esnek) kur sistemidir. Bu iki temel kur sisteminin arasında çok sayıda sistem vardır. Bunlar içinde en önemlisi, esneklik kazandırılmış sabit döviz kuru sistemidir. Sabit kur sisteminde döviz kurları sabit tutulur iken, serbest kur sisteminde döviz kuru serbest bir şekilde piyasadaki arz ve talebe göre belirlenir. Sabit döviz kuru sistemi en iyi şekilde altın para standardının geçerli olduğu sistemlerde işlemiştir. İki ülkenin paraları altına belirli bir oranda bağlanmış ise, bu ülkelerin paralarının birbirlerine oranı sabit olur. Sabit döviz kuru, kağıt para rejimlerinde de altın standardında olduğu şekilde işler. Altın standardı, döviz kurlarını sabit tutmak için ideal bir sistemdir. Sabit kur sisteminin tam aksi, serbest döviz kuru sistemidir. Serbest kur sistemine, esnek, dalgalanan, yüzen kur sistemi de denir. Bu sistemde ülke parasının değeri, tamamen serbest bir şekilde işleyen arz ve talep mekanizmasına terkedilmiştir. Döviz kuru, döviz piyasalarında arz ve talep şartlarına göre günlük olarak belirlenir. Döviz kurunun belirlenmesine kamunun müdahalesi yoktur. Döviz piyasasında denge ve ödemeler bilançosunu düzeltme işlemleri doğrudan doğruya döviz kurundaki değişme ile sağlanır. Esnek kur sisteminde dalgalanma derecesine göre serbest ve gözetimli dalgalanma olarak iki temel grup vardır. Esnek kur sisteminde döviz arz ve talebine göre kurun oluşması, dış ödemeler dengesini sağlamanın en etkin yoludur. Fakat bir sistem teorideki şekliyle günümüzde pek uygulama alanı bulamamıştır. Esneklik kazandırılmış sabit kur sisteminde pariteler zaman içinde ayarlanabilir. Ayarlanabilir pariteler sistemi, bir bağlantı sistemi olup ülke parasının değeri, diğer para birimine göre belirlenir ve zaman içinde değiştirilebilir. Ayarlama, tekli veya sepet bağlantısı şeklinde iki temel baza göre yapılır. Tekli bağlantıda ülke parası, en fazla ticaret yapılan ülke parasına bağlanır. Sepet bağlantısında ise, ülkelerin dünya ticaretindeki paylarını ağırlık olarak alınıp, para birimi bu ülkelerin paralarından oluşan sepete bağlanır. Günümüzde sepet bağlantısına verilecek en güzel örnek, Özel Çekme Hakları’dır (SDR). Hükümetlerin uluslararası ödemelerini belli bir düzen içinde gerçekleştirmek amacıyla dış ödeme dengesini etkilemek için döviz kuru ile ilgili olarak aldıkları tüm önlemler, döviz kuru politikası kapsamına girer. Esneklik kazandırılmış sabit kur sisteminde dış dengenin sağlanmasında
asıl önemli olan, döviz kuru ayarlamaladır. Kur ayarlamaları iki şekilde yapılır. Hükümetler, aldıkları bir kararla kendi milli paralarının dış değerini düşürür. Buna devalüasyon denir. Veya, milli paraların dış değerini yükseltir. Buna da, revalüasyon adı verilir. Devalüasyon, bir anlamda fazla değerlenmiş kur düzeninin, revalüasyon ise tersine az değerlenmiş kur düzeninin bir sonucudur. Devalüasyon, başlıca iki sebeple yapılır. Bunlar, ihracatı teşvik ve ithalatı kısmak suretiyle dış ticaret açıklarının kapanmasını sağlamak ve iç fiyatlar ile dış fiyatlar arasında bulunan dengesizliği ortadan kaldırmaktır. Devalüasyon, ülkenin ödemeler dengesi üzerinde önemli etkiler yaratır. Bu etkiler, devalüasyon yapan ülke ile diğer ülkelerdeki arz ve talep şartlarına bağlıdır. Revalüasyon, teorik olarak devalüasyonun tam tamına tersi olarak değerlendirilemez. Çünkü, arz ve talebin fiyat artışlarına karşı gösterdiği duyarlılık, fiyat düşüşlerine karşı gösterdiği duyarlılığa eşit değildir. Revalüasyon, ihracat hacmini ve ülkeye sermaye girişini dolayısıyla likidite ve iç talep seviyesini azaltır. Satın alma gücü paritesi teorisi, özellikle sabit döviz kuru sistemlerinde denge döviz kurunun ülkelerin iç fiyat seviyelerine diğer bir deyişle yurt içi satınalma güçlerine bağlı olduğunu öne sürer. Basit olarak, belli bir miktardaki milli paranın her ülkede aynı sepete giren malları satın alabilmesine dayanır. Bu sebeple teoriye satın alma gücü paritesi denmiştir. Türkiye’de, Bretton Woods Sisteminin yıkılışına kadar sabit döviz kuru politikası izlenmiş ve üç büyük devalüasyon dışında kur yıllarca sabit kalmıştır. 1973den sonra esneklik kazandırılmış sabit döviz kuru sistemi benimsenmiştir. 1 Mayıs 1981 tarihinde Merkez Bankası TL ile yabancı paralar arasındaki pariteyi, uluslararası piyasalar ve ekonomideki gelişmeler esas alınarak belirlemeye yetkili kılınmıştır. Bu tarihten önce yabancı paralar arasındaki pariteyi belirlemeye, Bakanlar Kurulu yetkili idi. Günümüzde döviz kurlarının serbest piyasa şartları altında belirlendiği söylenebilir. Merkez Bankası’nın zaman zaman döviz piyasasına yaptığı müdahaleler, her ülkede karşılaşılan ve serbest kur sistemine engel oluşturmayan bir uygulamadır. Döviz kontrolü, bir ülkede döviz üzerine yapılan banka ve borsa arbitrajları ile bunların denetlenmesidir. Dar anlamdaki bu tip kontrol, günümüzde sanayileşmesini tamamlamış olan gelişmiş ülkelerde uygulanır. Geniş anlamda döviz kontrolü, iç ekonomi politikaları ile döviz fiyatlarının ayarlanması, döviz alış ve satış primleri, görünmeyen işlemlere getirilen miktar kısıtlamaları, dövize sahip olma hakkının devlete bırakılması ile birlikte blokaj ve ödeme anlaşmalarını da içine alan oldukça kapsamlı bir denetleme şeklidir. Döviz kontrol sisteminde dövizler, lisansa bağlı olarak tahsis edildiği için, uluslararası ticarette karşılaştırmalı üstünlüklerden tamamen uzaklaşılır. Döviz kontrolü, bilanço açıklarını giderme, sermaye ihracını kontrol altına alma, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirme, ülke sanayiini koruma ve devlete gelir sağlama gibi amaçlarla yapılır. Bir ülkede döviz kontrolü uygulanıyorsa, ülke konvertibiliteden uzaklaşır, ülkede parasal gelirlerde yeniden dağılım olur, yasal olmayan işlemler artar ve uluslar arası ihtisaslaşmadan uzaklaşılır. Türkiye’de 1930 yılında çıkarılan 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, Türk döviz kontrol rejiminin esaslarını belirlemiştir.
5 – Dünya Ticaretinin Serbestleştirilmes1 Konu Özeti
Dünya ekonomisinde uluslararası ticareti serbestleştirmek konusundaki iki temel yaklaşımdan biri olan bölgesel yaklaşım, belli sayıda ülkenin oluşturduğu ekonomik birleşmeler aracılığıyla bu ülkelerin kendi aralarında serbest dış ticaret sağlarken, dış dünyaya ticari kısıtlama uygulaması olgusudur. Uluslararası ekonomik birleşmeler, bölgesel yaklaşıma örnektirler. Genel tanımıyla birleşmeler, birleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet akımlarına serbesti sağlayıp ticarete engel olan kısıtlamaları ortadan kaldırarak bir ortak pazar yaratmaktadır. Başlıca dört birleşme türü vardır. Bunlar, serbest ticaret bölgesi, gümrük birliği, ortak pazar ve ekonomik birliktir. Ülkelerin gümrük birliğine gitmekle, parametreler sabit kalmak şartıyla optimum şartları değiştererek gerek birlik ve gerekse birlik dışında kalan ülkelerin refah seviyelerini etkilemelerine ekonomik birleşmelerin statik refah etkileri denir. Bu etkiler üretim tüketim ve gelirin yeniden dağılımı etkilerinden oluşur. konomik birleşmeler teorisine statik bir yaklaşım yapan geleneksel ümrük birlikleri teorisi, birleşmelerin sağlamış oldukları yararları tam larak açıklığa kavuşturamamıştır. Klasik geleneksel teori, birliğin üye ülkelerdeki stihdam seviyesi, prodüktivite ve büyüme hızlarındaki değişme ve talep yapısı üzerindeki etkilerinin belirlenmesinde yararlı olmamaktadır. Ekonomik birleşmeler, piyasaları genişleterek ölçek ekonomilerinden yararlanmalarına yol açar. Ölçek ekonomileri, bir firma veya sanayi dalında tesisleri genişleterek, üretim hacmini veya üretim fonksiyonunu değiştererek, teknoljik yenilikler getirerek veya dış çevrede meydana gelen maliyet düşürücü faktörlerden yararlanılarak prodüktiviteyi arttırmaktadır. İçsel ve dışsal ekonomiler olarak ikiye ayrılır. Ekonomik birleşmelerin, birleşmeye giren ve birleşme dışında kalan ülkelere çeşitli etkileri vardır. Bir bölgesel ekonomik birleşmede başarıya ulaşmak için bazı şartlar vardır. Bunlar; ekonomik gelişme farklılıkların az olması, coğrafi yakınlık, ekonomi yapı benzerliği, sosyal, kültürel, tarihsel ve dinsel ortaklık, askeri ve politik ortaklıktır.
6 – Dünyadaki Diğer Ekonomik Gruplaşmalar Konu Özeti
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın çeşitli yörelerinde çok sayıda ekonomik birleşme hareketleri ortaya çıkmıştır. Bunların yaygınlaşmasında AB’nin gösterdiği başarının, kuşkusuz önemli bir katkısı olmuştur. Az gelişmiş, ülkeler iktisadi birleşmelere, geniş bir piyasa yaratarak sanayileşmeyi hızlandırıcı etkiler doğurması bakımından ilgi duymuşlardır. İktisadi birleşme hareketinin beşiği Avrupa kıtasıdır. AB’den başka bu kıtada ortaya çıkan birleşmelerden biri olan EFTA, 1960 yılı başında İngiltere’nin öncülüğünde kurulmuş bir serbest ticaret bölgesidir. Halen üyeleri arasında yalnız Norveç, İzlanda ve İsviçre bulunmaktadır. EFTA üyeleri ile AB arasında serbest ticareti öngören bir Avrupa Ekonomik Alanı anlaşması imzalanmıştır. Nordik Topluluğu, Kuzey Avrupa ülkelerinin hükümetleri arasında bir işbirliği kuruluşudur. COMECON 1991’de dağılmadan önce Sosyalist Blok ülkeleri arasında ekonomik ve ticari işbirliği sağlamayı amaçlayan bir kuruluştu. Bu arada Türkiye, Karadeniz bölgesi ülkeleriyle birlikte Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEI) ni oluşturmuştur (1992). Kuruluşun amacı coğrafi yakınlıktan yararlanıp bölgenin ekonomik ve ticari potansiyelinin canlandırılmasıdır. Baltık Gümrük Birliği ise 1990 yılında yeni bağımsızlığına kavuşan Litvanya, Letonya ve Estonya arasında kurulmuştur. Amerika kıtasındaki belli başlı ekonomik birleşmeler şunlardır: Latin Amerikan Entegrasyon Bölgesi (LAIA), Orta Amerika Ortak Pazarı (CACM), And Ülkeleri Grubu, Karaib Ülkeleri Topluluğu (CARICOM) ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA)’dır. Bunlardan NAFTA ve LAIA önemlidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika’da çok sayıda ekonomik birlik kurma girişimi ortaya çıkmıştır. Asya kıtasında ekonomik birleşmeler daha sınırlı sayıdadır. Kayda değer birleşme hareketleri içinde, Güney Doğu Asya Ulusları Birliği (ASEAN), Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) belirtilebilir. Bu bölgedeki kuruluşlardan biri de Türkiye, İran ve Pakistan’ın oluşturdukları, daha sonra Türk Cumhuriyetlerinin de katıldığı Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
(ECO)’dır. Ayrıca, Körfez İşbirliği Konseyi (GCC), Orta Doğu’daki öteki ekonomik birleşme hareketleri arasında yer alır. Dünyadaki ekonomik işbirliği hareketlerinin bir kısmı coğrafi bölge temeline dayalı değildir. Bu tip örgütler arasında, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Arap Birliği, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve İslam Konferansı Teşkilatı gibi kuruluşlar belirtilebilir.
7 – Ekonomik Kalkınma ve Dış Ticaret Konu Özeti
Dış ticaretin kalkınmanın motoru olduğu görüşünü geçmişe göre daha az da olsa günümüzde de destekleyen bazı gelişmeler vardır. Dış ticaretle olan ilişkilerine göre sanayileşme stratejileri, ithalat ikameci ve ihracata dönük sanayileşme diye ikiye ayrılır. İthalat ikamesi, önceleri yurt dışından ithal edilen malların, koruyucu ve özendirici önlemlerle, yurt içinde üretilmesini öngören bir sanayileşme stratejisidir. İhracata dönük sanayileşme ise dış piyasa için üretimi öngörür. İthal ikamesi; kaynak israfına, ihracat azalmasına, dış borç artışına, ülkeye yabancı bir sanayi yapısına yol açabilir. Geçmişte ithal ikamesine yönelik sanayileşme stratejisi izleyen birçok ülke günümüzde ihracatın özendirilmesine ağırlık vermeye başlamıştır. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardır. Dünya sınai ürün ticaretinde gelişmiş ülkeler ön sıradadır. Bununla birlikte, son yıllarda az gelişmiş ülkelerin bu alandaki paylarında bir miktar artış olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
8 – Faktör Donatımı Teorisi ve Yeni Dış Ticaret Teorileri Konu Özeti
Faktör Donatımı Teorisi, 1919’da İsveçli Eli Heckscher tarafından ortaya atılmıştır. Yine aynı ülkeden Bertil Ohlin teoriye önemli katkılarda bulunmuştur. Bu iki iktisatçının isminden dolayı teoriye Heckscher Ohlin Teorisi de denir. Faktör Donatımı Teorisi’ne göre her ülke emek ve sermaye faktörlerinden hangisine daha zengin olarak sahip bulunuyorsa, üretimi o faktörü daha yoğun şekilde kullanmayı gerektiren mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder. Diğer bir deyişle, bu malların üretiminde uzmanlaşır, bunları ihraç ederek pahalı malları yurt dışından ithal eder. Teorinin temel varsayımlarından birisi ülkelerin faktör donatımı bakımından farklı olduklarıdır. Diğer bir varsayım, malların faktör yoğunluklarındaki farklılıklardır. Teoride ayrıca malların faktör yoğunluğu özelliğinin değişmediği varsayılır. Teorinin geçerliliği için talep koşulları iki ülkede aynı olmalıdır. Talep farklılıklarını dikkate almaması dolayısıyla teori bir arz teorisi sayılabilir. Teoride ayrıca teknolojinin ülkeler arasında benzer olduğu varsayımı yapılmıştır. Heckscher-Ohlin modelinden dört önemli teorem çıkartılmaktadır. Bunlar, faktör donatımı, uluslararası faktör fiyatları eşitliği, Stolper-Samuelson gelir dağılımı ve Rybczynski teoremleridir. Faktör Donatımı Teorisi ilk kez 1953 yılında Leontief tarafından ABD’nin dış dünya ile olan ticareti üzerinde test edilmiştir. Varılan sonuçlara göre ABD’nin, teoriden beklenenin tersine, emek-yoğun mallar ihraç edip sermaye-yoğun mallar ithal ettiği görülmüştür. Bu sonuca “Leontief Paradoksu” adı verilmektedir. Diğer ülkeler üzerinde yapılan benzer testler de teoriyi tam olarak desteklememiştir. Tartışmalar halâ devam etmekle birlikte, bugüne kadar çelişkiyi tam olarak giderecek bir açıklama yapılamamıştır. Leontief paradoksunun yarattığı tartışmalar sonucunda özellikle
1960’lardan sonra dış ticareti açıklamak amacıyla çeşitli yeni görüş ve teoriler ortaya atılmıştır. Nitelikli işgücü, ölçek ekonomileri, teknoloji açığı, ürün devreleri, tercihlerde benzerlik ve monopolcü rekabet teorileri bu yeni modellerden başlıcalarıdır. Genel olarak dış ticaret teorilerinin hiçbirinin tek başına dünya ticaretini açıklayamadığını ancak birinin eksini diğeri tamamladığı için hepsi birlikte düşünüldüğünde dünya ticaretinin çoğunu açıklayabilmekte olduklarını söyleyebiliriz.
9 – Ödemeler Bilançosu ve Denge Mekanizmaları Konu Özeti
Ödemeler bilançosu, belirli bir süre içinde bir ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişikliklerin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak kaydedildiği istatistiki bir tablodur. Ödemeler bilançosu, muhasebe anlamındaki bilanço kavramından farklıdır. Ödemeler bilançosu ülkenin belirli andaki toplam borç ve alacaklarını değil, ülkenin bir yıl içerisindeki diğer ülkelerle yapmış olduğu ekonomik işlemlerin ne yönde değiştiğini gösterir. Bu açıdan işletmelerdeki
Tablo 12.3. Ödemeler Bilançosu Dengesizliklerini Giderici Politikalar.
İzlenecek Politika Bilançosu Açık Veren Ülke Bilançosu Fazla Veren Ülke
Para Politikası
- Banka aktiflerinin artmasını 1. Banka aktiflerinin artmasını teşvik önlemek, etmek,
- Banka aktif değerlerini azaltmak, 2. Banka aktif değerlerini arttırmak,
- Kısa vadeli faiz oranlarını 3. Kısa vadeli faiz oranlarını yükseltmek, düşürmek,
- Uzun vadeli faiz oranlarını 4. Uzun vadeli faiz oranlarını yükseltmek, düşürmek,
Politikası yükselmesini önlememek,
- Fiyatlar genel seviyesini korumak, 2. Fiyatlar genel seviyesinin
- Ücretlerin düşmesini sağlamak. 3. Ücretlerin yükselmesini sağlamak.
Politikası 2. İhracata prim vermek, 2. Primleri kaldırmak,
- Dış kredileri ihracatı teşvikte 3. Dış kredileri ihracata tahsis
Bütçe 1. Gelir vergilerini yükseltmek, 1. Gelir vergisi oranlarını indirmek,
Politikası 2. Kurumlar vergisini düşürmek, 2. Kurumlar vergisi oranlarını
yükseltmek,
- Devletin câri harcamalarını 3. Devletin câri harcamalarını
Devletin Dış 1. Dış yatırımları düşürmek, 1. Dış yatırımları arttırmak,
Harcama, 2. Dışarıya verilen hibeleri azaltmak, 2. Dışarıya verilen hibeleri
Yabancı yükseltmek,
Sermaye ve 3. Dışarıya borç vermeleri kısıtlamak, 3. Dışarıya borç vermeleri arttırmak,
Dış Borç 4. Sermaye çıkışını kontrol etmek, 4. Sermaye çıkışını teşvik etmek,
Politikası 5. Sermaye girişini teşvik etmek, 5. Sermaye girişini kontrol etmek,
Döviz Politikası 1. Döviz kontrolu uygulamak, 1. Döviz kontrolunu kaldırmak,
2 Devalüasyon yapmak 2 Revalüasyon yapmak bilanço yerine, daha çok kâr-zarar tablosuna benzer. Bilanço daima dengede bulunacağı için ödemeler dengesi olarak da adlandırılabilir. Ödemeler bilançosunda üç ana hesap vardır. Bunlar; câri işlemler hesabı, sermaye hesabı ve resmi rezervler hesabıdır. Bu üç temel hesabın dışında bir de istatistik fark olarak isimlendirilen, hata ve unutmalardan kaynaklanan bir kalem vardır. Ödemeler bilançosuna işlemler iki temel grup altında kaydedilir. Bunlar, otonom ve denkleştirici nitelik taşır. Otonom kalemler, ödemeler bilançosunu denkleştirme amacı taşımayan ve bir milli ekonominin yerlileri ile yabancıları arasında oluşan ekonomik akımlara bağlı değerlerin bir araya getirdiği kalemlerdir. Denkleştirici kalemler ise, bir ülkenin ödemeler
bilançosunu diğer ülkelerin ödemeler bilançolarına karşı fazla veya açık verdiren diğer bütün kalemler toplamıdır. Ödemeler bilançosunda dış ticaret dengesi, mal ihracatı ile mal ithalatı arasındaki eşitliktir. Câri işlemler dengesi ise, ihracat ve ithalat dışında kalan döviz gelir ve giderlerini de kapsar. Bu kapsama, navlun ve sigorta gelir ve giderleri, turistik gelir ve giderler, hizmet gelir ve giderleri, dış yatırımlardan sağlanan gelir ve giderler, dış borç faiz ödemeleri girer. Uygulama açısından ise, üç tip bilanço dengesi vardır. Bunlar; temel denge, net likidite dengesi ve resmi rezervler dengesidir. Türkiye’de ödemeler bilançosu verileri büyük ölçüde döviz kayıtlarına dayanır. Bu kayıtların kaynağı ise, bankalar sistemine kayıtlı bankalar ile T.C.Merkez Bankası’dır. Bilançoda ABD doları para birimi olarak kullanılmakta, diğer döviz cinslerinden oluşan işlemler de dolara çevrilerek gösterilmektedir. Türkiye’nin ödemeler bilançosunda en önemli denge olan dış ticaret, özellikle son yıllarda büyük miktarda açık vermeye başlamıştır. Bunda, Ocak 1996’da AB ülkeleri ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği’nin de etkisi vardır. Ödemeler bilançosunun dengeye gelmesini klasik iktisatçılar fiyat ve döviz kuru mekanizması ile açıklamışlardır. Fakat klasiklerin savundukları gibi, fiyat ve döviz kurunda meydana gelen değişmeler, mutlaka ödemeler bilançosunda otomatik bir denge sağlamayabilir. Dış dengenin sağlanması, döviz kuru kadar, ihraç mallarına yönelik dış talep ile ithal mallarına olan ülke talebinin esnekliklerine de bağlıdır. Esneklikler yaklaşımı, döviz kurlarındaki değişikliğin bilanço dengesini sağlayabilecek ortamı yaratan şartları belirlemektedir. Bu şartlar ise, ilk defa Marshall ve Lerner tarafından formüle edilmiştir. Ödemeler bilançosunun Keynesien gelir mekanizması ile dengeye gelmesi olayını ilk defa Richard Cantillon öne sürmüş fakat kapsamlı açıklamaları J.M.Keynes yapmıştır. Keynesgil analizin orjinalliği, hiç şüphesiz reel gelir ve istihdamda meydana gelen değişmeleri açık ve net bir şekilde ortaya koymasıdır. Sidney Alexandr ise, döviz kuru değişmelerinin ödemeler bilançosu üzerindeki etkilerini “gelir-massetme” yaklaşımı ile açıklamıştır. Bu yaklaşımı eleştirenlerden Machlup, ödemeler bilançosunda dengesizlik olan ülkelerin izleyecekleri ekonomi politikalarını bir tablo ile sunmuştur.
10 – Tarife Dışı Kısıtlamalar ve İhracatı Teşvik Önlemleri Konu Özeti
Tarife dışı kısıtlamalar, gümrük tarifelerinden ayrı olarak dış ticarete müdahale için kullanılan araçların tümünü kapsar. Büyük çoğunluğu ithalat kısıtlamalarına yönelik olmakla beraber, ihracatın ve diğer döviz kazandırıcı işlemlerin teşvik edilmesi amacıyla da kullanılmaktadır. Kotalar, tarife dışı kısıtlamalar içinde önemli bir yere sahiptir. İthalat
kotası, gümrük tarifesinden farklı olarak, ithalat miktar veya değeri üzerinde mutlak bir sınırlama getirir. Kotalar, gümrük tarifelerinden farklı olarak gelir sağlayıcı bir etkiye sahip değildir. Kotalar, tarifelerden farklı olarak ithalatı kesin olarak kısıtlar ve tarifelere göre daha fazla esnekliğe sahiptir. Buna karşılık, ekonomide serbest piyasa düzeninin işleyişini aksatır. Kota uygulamasında fiyat mekanizmasının işleyişi bozulur ve ekonomide yanlış kararlar alınabilir. İhracat kotaları, ihracat yapılan ülkenin isteği üzerine uygulanır. Bir diğer ihracat kısıtlama türü ise ihracatçı ülkenin kendi isteği ile olandır. Tarife benzeri önlemler, gümrük tarifeleri gibi ithal mallarının fiyatlarını arttırarak ithalat hacmini daraltan bütün diğer kısıtlamalardır. Bu önlemle arasında dolaylı vergiler en önemlisidir. Ayrıca, ithal teminatları da diğer bir tarife benzeri önlemdir. Gümrük vergisine benzer ithalat vergisi ve fonlar da, bir tür tarife dışı kısıtlamadır. İthal hacmini doğrudan etkileyen bütün iradi ve teknik düzenlemeler, görünmeyen engellerdir. Günümüzde özellikle gelişme yolunda olan ülkelerin hızla sanayileşme arzuları, bir ülkelerin dış ticaret üzerindeki denetimlerinin artmasına yol açmıştır. Dampinge karşı uygulanan anti-damping vergisi, günümüzde önemli bir tarife dışı engeldir. Benzer şekilde, sübvansiyonlara karşı uygulanan telafi edilen vergiler ve döviz kontrolü de tarife dışı engeller içinde yer alır. Gelişme yolunda olan her ülke, kalkınma sürecinde karşılaşabileceği döviz darboğazını genişletmek için ihracatını arttırmak iste. İhracatı teşvik önlemleri arasında, ihracatta prim sistemi, vergi iadesi ve indirimi, girdi teşvikleri ve devlet pazarlama yardımı yer alır. Türkiye’de ihracatı teşvik politikası kapsamında birçok teşvik uygulanmaktadır. Bir ülkede ihracatın geliştirilmesi için bazı teşvik önlemleri uygulanıyorsa, bu politikanın sonucunda ihracat artmalı, ekonomide uygun bir kaynak tahsisi sağlanmalı ve sosyal karlılığın gerekleri yerine getirilmelidir. İhracatı teşvik önlemleri, özel üretim yardımı olmamalı, yeni ihracat ürünleri ile sınırlı olmalı ve mümkün olduğu kadar uluslararası alanda tarife korumalarına ve misillemelere yol açmayacak nitelikte olmalıdır. İhracatı teşvik politikası, ekonomik etkileri yönünden ithal ikamesi politikasının simetriğidir. Çünkü her iki durumda da dahili üreticiler daha ucuz üretim yapan yabancı üreticilere karşı korunmakta, onların üretim ve ihracatlarını olumsuz yönde etkilemektedirler.
11 – Uluslararası İktisada Giriş ve Klasik Dış Ticaret Teorisi Konu Özeti
Uluslararası ekonomik olaylar ülkeler arasındaki mal, hizmet, faktör hareketlerini konu alır. Uluslararası iktisat biliminin yaklaşık iki asırlık bir geçmişi vardır ve Uluslararası Ticaret ve Uluslararası Parasal İlişkiler olarak iki bölüme ayrılır. Ülkelerarası ticaret ile ülke içi ticaret arasında bazı farklılıklar vardır. Dış ticaretin nedenleri; yurt içi talebe göre yurt içi üretimdeki farklar, fiyat farklılıkları ve mal farklılıkları şeklinde üç başlık altında toplanabilir. Ülkelerin neden dış ticaret yaptıklarını, dış ticaretin bileşimi ve dış ticaret fiyatları gibi konuları kapsayan ana bölüme Uluslararası Ticaret Teorisi adı verilir. Uluslararası İktisat’ın modern bir bilim durumuna gelmesi Adam Smith ile başlar. Merkantilistlerin müdahaleci yaklaşımlarına karşın Smith, serbest ticareti ve uluslararası işbölümünü savunmuştur. A. Smith’in uluslararası ticaretin nedenine ilişkin açıklamaları Mutlak Üstünlük Teorisi’ne dayanır. Bu teoriye göre bir ülke hangi malları mutlak maliyetlere göre diğerlerinden daha ucuza üretiyorsa o malların üretiminde uzmanlaşmalıdır. David Ricardo ise dış ticaretin temelini Karşılaştırmalı Üstünlüklere bağlamakla daha kapsamlı bir açıklama getirmiştir. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi’ne göre bir ülke üretiminde nisbi üstünlüğe sahip olduğu malları ihraç, nisbeten üstün olmadığı malları da ithal etmelidir. Böylece kıt ekonomik kaynaklar optimum biçimde kullanılmış olur. Uluslararası Ticaret Teorisi’nde standart iki-mallı, iki-ülkeli modeller kullanılır. Tam rekabet, devlet müdahalesinin yokluğu ve taşıma giderlerinin sıfır olması teorinin öteki varsayımları arasındadır. Smith ve Ricardo, analizlerini arz faktörleri ile yapmış, talep faktörünü dikkate almamışlardır. O nedenle Klasik modelde üretim maliyetlerinin fiyatlarla özdeş olduğu kabul edilir. Klasikler ayrıca, maliyeti tek bir faktörün yani emeğin belirlediğini varsaymışlar, sermaye ve doğal kaynak faktörlerini maliyet unsuru saymamışlardır. Ricardo modelinin, bunların dışında da bir takım eksikleri vardır. Bunlar arasında modelin sabit maliyetlere dayanması, işgücünün ülke içinde tam hareketli ülkeler arasında tam hareketsiz olması, teorinin statik özellik taşıması sayılabilir
12 – Uluslararası Özel Mali Sermaye Akımları Konu Özeti
Mali kaynakların fon sahiplerinden fon talep edenlere aktarılmasıyla ilgili işlemler mali işlemlerdir. Bu tür işlemler aynı zamanda para veya sermaye piyasası işlemi niteliğindedir. Birincisinde yabancı ülkedeki bir bankada mevduat veya kredi işlemi, ikincisinde ise yabancı ülke sermaye piyasalarından tahvil veya hisse senedi gibi değerli kağıtların alım satımı söz konusudur. Farklı ülkelerde yerleşik taraflar arasındaki mâli işlemler uluslar arası niteliktedir. Uluslararası sermaye akımına yol açan çeşitli nedenler vardır. New York, Londra, Paris, Frankfurt, Tokyo ve Hong Kong gibi merkezler dünyadaki başlıca mâli piyasaları oluşturmaktadır. Bu piyasalar arasında döviz piyasaları, Europara ve Eurotahvil piyasaları sayılabilir. Son yıllarda ulaştırma ve haberleşme alanındaki hızlı teknolojik ilerlemeler uluslararası sermaye piyasalarını daha sıkı biçimde birbirine bağlamıştır. Uluslararası sermaye işlemlerini ev halkı, ticari ve sınaî işletmeler özel mali kurumlar, hükümetler ve resmî kuruluşlar yapar. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Eurodolar piyasası daha sonra bütün Batı Avrupa’ya, oradan da Avrupa-dışına yayılmıştır. Ayrıca giderek Eurodolar işlemleri dolardan başka sağlam paralarla da yapılmaya başlanmıştır. Bir paranın, onu çıkartan ulusal ülke dışında oluşan piyasasına Eurodolar piyasası denir. Eurodolar piyasasında mevduat faizleri ana ülkeden daha yüksek, kredi faizleri ise daha düşüktür. Bu durum söz konusu piyasaları, hem tasarrufçu hem de fon talep edenler açısından daha cazip bir duruma getirir. Dış piyasadan borçlanmak isteyen şirket veya hükümetler ilgili yabancı ülkenin ulusal parası cinsinden çıkarttıkları tahvilleri o ülkenin menkul değer borsasında satarlar. Klasik borçlanma yöntemi budur. Bazen de bir yabancı para cinsinden çıkartılan tahviller farklı ülkelerin sermaye piyasalarında pazarlanabilir. Bu tür piyasalara Eurotahvil piyasaları adı verilir. Eurotahvil kredileri genellikle bir bankalar konsorsiyumu tarafından sağlanır. Türkiye de bu piyasadan zaman zaman yararlanmaktadır.
13 – Uluslararası Para Fonu Konu Özeti
Uluslararası Para Fonu, II nci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş uluslararası bir ekonomik kuruluştur. Temel amacı, üye ülkelerin ödemeler bilançosu açıklarını azaltmada onlara yardımcı olmaktır. IMF’de sermaye çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Ülkelerin sermayeye katılım payları olan kotalar, üyelerin oy güçlerini belirler, Fon’a katkılarına ve Fon’dan borçlanmalarına etki eder. Ülkelerin oy gücü, ülkelerin yönetimde etkinliklerin belirlenmesi açısından çok önemlidir. IMF’den kaynak isteyen üye ülkeler bazı şartları yerine getirmek durumundadırlar. Bunlardan en önemlileri, üye ülkenin uygulayacağı ekonomik programa ilişkin olarak IMF’ye bir niyet mektubu vermesi, IMF ile bir stand-by düzenlemesi yapması, kullanılacak imkanın taksitlendirilmesi, üye ülkenin uygulamalarının zaman içinde gözden geçirilmesidir. IMF elindeki mali kaynakları, Fon’un politikalarına uygun olarak talepte bulunan üyelerine tahsis ederek, onların karşılaştıkları ödemeler dengesi açıklarını finanse eder. Fon’dan borçlanma, bir ülkenin parasının diğer ülke parasıyla değiştirilmesi veya parası karşılığında diğer bir üye ülkenin parasının satın alınması şeklinde olur. IMF’den kaynak kullanımı, bir çeşit kredi kullanımı olmadığından, kredi yerine “imkan” veya “kolaylık” kelimeleri kullanılır. Bir üye ülke IMF kaynaklarını kullanmak istediğinde, bu imkan kadar kendi milli parasını ve bu miktarı içeren bir taahhütnameyi IMF’ye verir. Fon da, bu taahhüde karşılık üye ülkenin ihtiyaç duyduğu döviz cinsinden gerekli miktarı tahsis eder. IMF’ye üye ülkelerin IMF’den sağladıkları fonlar temelde üç ana hesaptan karşılanır. Bunlar, Genel Kaynaklar Hesabı, Özel Tahsisler Hesabı ve Özel Çekme Hakları Hesabı’dır. IMF’nin kredi dilim imkanları, Fon’un klasik kaynak kullanım mekanizmalarından en önemlisidir. Üyelerin kotaları ile sınırlı kalarak kullandıkları Fon kaynaklarına “normal çekme hakları” denir ve beş dilime ayrılır. Kredi dilimlerinden yararlanmak için IMF ile bir stand-by düzenlemesi (destekleme düzenlemesi) yapmak gerekir. Bu düzenleme, üye ülkelerin IMF ile anlaştığı konuları içeren karşılıklı bir taahhüttür. Üye ülkenin kotasının ilk dilimi dışında kalan ve bölüm içinde Fon’dan sağlanan imkanlara üst kredi dilimi politikası denir. Bu politika içinde kullanılan her üst kredi dilimi için IMF’nin ileri sürmüş olduğu şartlar giderek ağırlaşır. IMF’den üye ülkeler ayrıca, Petrol Kolaylığı, Genişletilmiş Fon Kolaylığı, Ek Finansman Kolaylığı, Genişletilmiş Kullanım Politikası, Gelişme Yolunda Ülkeler İçin Özel Kolaylıklar (Telafi Edici Olağanüstü Finansman Kolaylığı ve Tampon Stok Finansman Kolaylığı), Yapısal Uyum Kolaylığı, Güçlendirilmiş Yapısal Uyum Kolaylığı ve Sistemi Yapılandırma Kolaylık’larından imkan sağlayabilirler. Özel Çekme Hakları (SDR), IMF’nin yaratmış olduğu özel bir likiditedir. Fon’un normal çekme haklarından aynı olarak üyelere uluslararası rezerv sağlamak amacıyla 1970 yılında yaratılmıştır. SDR, hem bir “hesap birimi” ve hem de bir “uluslararası rezerv para”dır. SDR, ABD doları, Alman markı, Japon yeni, Fransız frangı ve İngiliz sterlini’nden oluşan bir sepete dayanır. IMF, her işgünü SDR’nin sepet içindeki paralara göre durumunu hesaplar. SDR, döviz satın alınması, mali yükümlülüklerin yerine getirilmesi, kredi açılması, kredi borçlarının ödenmesi, bağış, faiz ve diğer ödemelerin yapılması ve borç verilmesinde kullanılmaktadır. Türkiye, IMF’ye 1947 yılında katılmıştır. Günümüzde Fon’daki kotası 956 milyon SDR’dir. Türkiye Fon imkanlarından, rezerv dilimi pozisyonu, stand-by düzenlemesine bağlı olarak kredi dilimi imkanı, süresi uzatılmış düzenlemeye bağlı olarak genişletilmiş Fon Kolaylığı, Telafi Edici ve Olağanüstü Finansman Kolaylığı ile Petrol Kolaylığı’ndan yararlanabilir. Türkiye, 1961 yılında ilk IMF imkanını kullandığından sonra geçen sürede, Fon ile 16 adet stand-by düzenlemesi yapmıştır. Son stand-by düzenlemesi, Mart 1996’da fesh edilmiştir. 26 Haziran 1998’de IMF ile Yakın İzleme Programı uygulamasına gidilmiştir. Ancak IMF ile mali kaynak sağlamak için herhangi bir düzenleme yapılmadığı için kaynak sağlama konusunda başarıya ulaşılamamıştır. 22 Aralık 1999’da ise IMF ile Türkiye arasında 18. Anlaşma imzalanmıştır. IMF ile aynı tarihte kurulan Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerin özellikle orta ve uzun vadeli kredi ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışır.
14 – Uluslararası Para Sistemi Konu Özeti
Uluslararası para sistemi, dünya üzerinde mevcut olan bağımsız ülkeler ile ekonomik birimlerin kendi aralarında her türlü ödemenin yapılabilmesine imkan tanıyan uluslararası kurumsal yapı, mekanizma ve uygulamalar bütünüdür. Bu anlamda uluslararası para sistemine uluslar arası para düzeni de denir. 1944 yılında kurulan Bretton Woods Sisteminden (IMF Sistemi) önceki uluslararası ödeme sistemi, altın standardıdır. 1870’li yıllardan 1929 dünya ekonomik krizine kadar altın standardı, uluslararası para sisteminin
esasını oluşturmuştur. 1930’lardan Bretton Woods Sisteminin kurulduğu 1944 yılına kadar geçen süre ise buhran dönemidir. 2 nci Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods’ta toplanan Konferans’ta alınan kararlar ile kurulan ve 15 Ağustos 1971 tarihinde kadar süren uluslararası para sistemi, altın döviz standardına dayanmıştır. 2 nci Dünya Savaşından sonra uluslararası para konularını düzenleme görevi Fon’a verildiği için, Bretton Woods Sistemine IMF Sistemi de denir. Bretton Woods Sistemi’nde, likidite ve anahtar paraya güven sorunu, dış denge sorunu, emisyon kazançları sorunu, kaynak israfı sorunu ve spekülasyon sorunu ortaya çıkmıştır. Altın döviz standardı, 15 Ağustos 1971 tarihinde alınan Camp David Kararları Sonucunda ortadan kalkmış ve doların altına konvertibilitesi böylece sona ermiştir. 18 Aralık 1971’de dolar devalüe edilmiştir. Bu tarihten yaklaşık iki yıl sonra 12 Şubat 1973’te dolar ikinci defa devalüasyona uğramıştır.
IMF, 7-8 Ocak 1976 tarihinde Jamaika’da almış olduğu kararları 1 Nisan 1978’de yürürlüğe koymuştur. Jamaika Anlaşması sonucunda Fon, mevcut dalgalı kurları yasallaştırmış, gözetimli dalgalanma meşrulaştırılarak fiilen ayarlanabilir sabit kur sistemine son verilmiştir. Yeni düzenlemeye göre IMF üyeleri, döviz kuru seçimlerini kendi özel durumlarına göre yapabileceklerdir. Sabit kurlu Bretton Woods Sisteminin 1973 Mart ayında yıkılmasından ve 1978 yılında IMF Anasözleşmesinin ikinci defa değiştirilmesinden sonra dünya ekonomisinde, devlet müdahalesinin asgari seviyede olduğu dalgalı kurlar ile milli parayı yabancı bir para veya paralar sepetine bağlayan sabit kurlar arasında kalan kur sistemleri geçerlilik kazanmıştır. Günümüzde dünya ekonomisinde ağırlığı olan ve sanayileşmiş ülkeler, dalgalı kur sisistemini kabul etmişlerdir. Sabit kur sistemini ise genelde ana ülke ile çok yakın ekonomik ilişkileri olan ülkeler benimsemişlerdir. Uluslararası likidite, bir ülkenin para otoriteleri ile mali kurumları elinde bulunan altın, konvertibl döviz, SDR, IMF’deki çekme hakları ile diğer kredi kolaylıklarını kapsar. Bir ülkenin sahip olduğu likidite, o ülkenin kendisine ait rezervleri ile diğer ülkelerden borçlanma sonucu sağladığı rezervlerden meydana gelir. Dünya rezerv arzı içinde döviz en büyük paya sahiptir. İkinci sırayı altın almaktadır. Dövizler içinde payı yüksek olanlar arasında ABD doları, Alman markı, ECU ve Japon yeni ön sırada gelmektedir.