- Mesajlar
- 255
- Tepkime puanı
- 24
- Puanları
- 18
TARİH 2
KURTULUŞ SAVAŞI’NA HAZIRLIK DÖNEMİ
Kuvay-ı Milliye Hareketinin Başlaması ve Batı Cephesi’nin Kurulması Kuvay-ı Milliye birliklerinin kurulmasında;
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmesi
Osmanlı hükümetlerinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması
İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Anlaşması’nın hükümlerini tek taraflı uygulayarak Anadolu’yu yer yer işgal etmeleri gibi nedenler etkili olmuştur.İşgallere karşı ilk silahlı direniş hareketi Güney Cephesi’nde (Dörtyol’da) Fransızlara karşı başladı.
Kuvay-ı Milliye birliklerinin kaldırılmasında;
İşgalleri kesin olarak durduramamaları
Hukuk devleti anlayışına ters davranarak suçlu gördükleri üyelerini kendileri cezalandırmaları
İhtiyaçlarının karşılanmasında zaman zaman halka baskı yapmaları
Anadolu’nun kesin olarak işgallerden kurtarılmak istenmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Kuvay-ı Milliye’nin Milli Mücadeleye Sağladığı Yararlar ve Özellikleri -Yunan ordularının Anadolu’da rahatça ilerlemelerini engellemişlerdir.
-Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumuşlardır.
-İç ayaklanmaları bastırmışlardır.
-Düzenli ordunun kurulması ve teşkilatlanması için zaman kazandırmışlardır.
-Kuvay-ı Milliye birlikleri arasında ilişki az olup, kendi bölgelerini kurtarmaya çalışmışlardır.
-Ayrıca, Milli Mücadele’nin ilk silahlı direniş gücü olmuşlardır.
-Ulusal bilincin uyanmasını sağlamışlardır.
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI
Doğu Cephesi:22 Haziran 1920′de Yunan saldırısının başladığı sırada, Doğuda da Ermeni saldırıları sürekli artıyordu. Bu sırada Kızılordu’nun önünde Kafkasya yolu açılmıştı. Rusların Kars ve çevresini işgali an meselesiydi. Kızılordu’nun Kafkasya’ya girmesi üzerine TBMM Hükümeti taarruza karar verdi. 24 Eylül 1920′de Ermenilerin saldırıya geçmesi üzerine Türk ordusu da karşı taarruza başladı. Türk ordusu Misâk-ı Milli sınırlarına ulaşınca ilerleyişini durdurdu. Böylece Kâzım Karabekir komutasındaki Türk ordusu amacına ulaştı. Türk ordusunun kazandığı başarılar Ermenilerin barış istemelerine neden oldu. Görüşmeler sonunda Gümrü Antlaşması imzalandı.Gümrü Antlaşması’yla,
Yeni Türk Devleti’nin uluslararası ilk siyasi başarısı Gümrü Antlaşması’dır.
Misak-ı Milli’nin bir kısmı gerçekleşmiştir.
Ermenistan, TBMM’nin siyasal varlığını kabul ederek antlaşma yapan ilk devlet olmuştur.
Ermeniler, Sevr’i tanımadıklarını belirterek, Türk topraklarındaki iddialarından vazgeçmişlerdir.
Gümrü Antlaşması, dış ilişkilerimizi canlandırmıştır. Gürcistan ve Rusya ile ilişkilerin kurulmasında etkili olmuştur.
Güney Cephesi:İskenderun, Kilis, Antep, Maraş ve Urfa İngiliz, Mersin, Osmaniye ve Adana Fransız işgaline uğradı (Ocak 1919).İngilizlerin çekilmesinden sonra Antep, Urfa ve Maraş
Fransızlar tarafından işgal edildi. Fransızlar, Mısır ve Suriye’den getirdikleri Ermenileri örgütleyip Türkler üzerine saldırılar düzenlettirdiler. Bu durum Fransızlara karşı büyük bir tepkinin doğmasına neden oldu. Halk yaşadığı yerleri korumak amacıyla örgütlenmeye başladı. Sivas Kongresi’nde Güneydoğu illerinde de “Kuvay-ı Milliye” kurulmasına karar verildi.
***Fransızlar, halkın direnişi karşısında Urfa, Antep ve Maraş’ı elde tutmanın mümkün olmadığını anladılar. Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Anadolu’da işgal ettikleri yerleri geri verdiler (20 Ekim 1921).
***İtalyanlara karşı bir direniş olmamış ve cephe açılmamıştır. Bunun nedeni İtalyanların Ege bölgesinin Yunanlılara verilmesinden dolayı kırgınlık içinde bulunmaları ve Kuvay-ı Milliye hareketini desteklemeleridir. İtalyanlar ileride ekonomik açıdan sömürebilmek için halkla iyi geçinmeye çalıştılar. II. İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra işgal ettikleri yerleri terkettiler (5 Temmuz 1921).
Batı Cephesi
Birinci İnönü Savaşı (6 – 10 Ocak 1921)
Savaşın Nedenleri;
Türk ordusunun güçlenmesini engellemek
Çerkez Ethem Ayaklanması’ndan yararlanmak
TBMM Hükümeti’ne Sevr Barış Antlaşması’nı kabul ettirmek istemişlerdir.
Yunanistan ile yeni Türk devleti arasında yapılan savaşı, yeni kurulan Türk düzenli ordusu kazanmıştır.
Savaşın Sonuçları:
-Türk milletinin düzenli orduya olan güveni artmıştır.
-TBMM, bu zaferden sonra Londra Konferansı’na davet edilmiştir.
-Zaferden sonra Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşması, Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır.
Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921)
I. İnönü Savaşı’nın kazanılması üzerine İngilizler de TBMM gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar.İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümeti’ni Londra Konferansı’na davet ettiler. İstanbul Hükümeti’nin göndereceği delegeler arasında Mustafa Kemal’in ya da Mustafa Kemal’in yetki verdiği birisinin de yer almasını istediler. Bu davranışlarıyla TBMM Hükümeti’ni tanımadıklarını göstermek istemişlerdir.
Londra Konferansı’nın Sonuçları:
İtilaf Devletleri, TBMM Hükümeti’ni konferansa çağırmakla onun varlığını hukuken tanımışlardır.
Sevr Barış Antlaşması’nın çeşitli hükümleri tartışma konusu yapılmaya başlamıştır.
TBMM Hükümeti, bu konferanstan önemli sonuçlar beklemiyordu. Fakat konferansa katılmakla “Türkler barış görüşmelerine yanaşmıyorlar, savaşı uzatıyorlar” şeklindeki propagandanın önlenmesi sağlanmıştır.
Londra Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Anadolu’da Yunan saldırısı yeniden başladı. Bu durum II. İnönü Savaşı’na neden olmuştur.
Londra Konferansı sonrasında TBMM temsilcisi Fransa, İngiltere ve İtalya ile ikili antlaşmalar yaptı. Fakat bu antlaşmalarda “devletlerin eşitliği” ilkesine uyulmamıştır. Yapılan antlaşmalar TBMM tarafından onaylanmadığından yürürlüğe girmemiştir.
Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
İnönü Savaşı’nda Yunanlılara karşı kazanılan başarı, TBMM temsilcisinin Londra Konferansı’na çağrılması ve Rusya’nın TBMM ile Anlaşma Devletleri’nin yakınlaşmasından endişe etmesi Moskova Antlaşması’nın imzalanmasına ortam hazırlamıştır (16 Mart 1921). Moskova Antlaşması’yla;
İlk defa büyük bir devlet TBMM’yi tanımıştır.
Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur.
Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmiştir.
Her iki devlet de kendilerinden önceki döneme ait antlaşmaların geçersiz olduğunu bildirmiştir.
Batum Gürcistan’a, dolayısıyla Sovyet Rusya’ya bırakıldı. Buna karşılık Sovyetler, Kars ve çevresinin yeni Türk Devleti’ne ait olduğunu kabul ettiler. Dönemin olağanüstü şartlarından dolayı Batum Gürcistan’a bırakılmıştır. Bu durum Misak-ı Milli sınırlarından verilmiş ilk tavizdir.
İnönü Savaşı (23 – 1 Nisan 1921)
I. İnönü Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Yunanlılar yeniden saldırıya geçtiler. Yunan saldırısının başlamasında:
Londra Konferansı’ndaki barış tekliflerinin TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmemesi
İngilizlerin yeni bir saldırı konusunda Yunanlıları teşvik etmeleri
Yunanlıların Türk ordusunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Eskişehir ve Afyon’u almak, Ankara üzerine yürüyerek TBMM’yi dağıtmak istemeleri
Sevr Antlaşması’nın TBMM’ye kabul ettirilmek istenmesi etkili olmuştur.
II. İnönü Savaşı’nın kazanılmasıyla:
Halkın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne olan güveni artmıştır.
İtalyanlar, Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmaya başlamışlardır (5 Temmuz 1921).
M. Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek tebrik etmiş ve; Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters alınyazısını da (makus talihini de) yendiniz.” demiştir.
Eskişehir – Kütahya Savaşları (10 – 24 Temmuz 1921)
Yunan saldırısının amacı; TBMM Hükümeti’ni dağıtarak kesin sonucu elde etmekti. Bütün güçleriyle hazırlanan Yunan ordusu geniş bir cephe üzerinde saldırıya geçti.
Bu cephe İnönü’den Afyon’a kadar uzanıyordu. Türk ordusu henüz II. İnönü Savaşı’nın yorgunluğunu üzerinden atamadığından Yunan kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Üstün kuvvetlerle yapılan Yunan saldırısı karşısında Türk kuvvetleri yenilgiye uğradı. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya “Sakarya’nın doğusuna çekilmesi” tavsiyesinde bulundu. Bunun üzerine Türk ordusu Sakarya nehrinin doğusuna çekildi. Başkomutanlık Kanunu’nun Çıkarılması TBMM, Meclisin sahip olduğu yetkileri şahsında toplamak ve Meclis adına uygulamak üzere Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süreyle
Başkomutanlık yetkisi veren kanunu kabul etti (5 Ağustos 1921). Başkomutanlık Kanunu’nun çıkarılmasıyla Mustafa Kemal Paşa;
TBMM’ye ait olan “yasama ve yürütme” yetkilerini doğrudan kullanmaya başladı.
İstiklâl Mahkemelerinin de kendisine bağlanmasıyla “yargı” yetkisine de sahip oldu.
Erzurum Kongresi’nde askerlik mesleğinden ayrılan Mustafa Kemal Paşa, milli irade ile başkomutan oldu.
TEKALİFİ MİLLİYE EMİRLERİ
Mustafa Kemal Paşa başkomutan olduktan sonra Türk ordusunu yapılacak yeni savaşa hazırlamak amacı ile çalışmalara başladı. Ordu asker sayısı olarak yetersiz olduğu gibi silah ve teçhizat bakımından da çok zor durumda idi. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa, Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınladı. Çıkartılan kanun ile Türk ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması ve savaş gücünün artırılması amaçlanmıştır.
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos – 12 Eylül 1921)
Yunan kuvvetleri 22 Ağustos 1921′de Sakarya nehrini geçerek Türk kuvvetleriyle karşılaştılar.22 gün gece ve gündüz devam eden savaş 13 Eylül 1921′de Türk ordusunun zaferiyle sona ermiştir.
Sakarya Savaşı’nın Sonuçları
1683 Viyana bozgunu ile başlayan Türk gerileyişi Sakarya’da sona ermiştir.
Türk ordusu ilk defa savunma durumundan taarruz durumuna geçmiştir.
TBMM ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması yapılmıştır (13 Ekim 1921).
Kars Antlaşması ile Türkiye’nin Doğu sınırı kesinlik kazandı.
Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalanmıştır (20 Ekim 1921).
Yunanlılar taarruz gücünü kaybettikleri gibi, İngiltere desteğinden de mahrum kalmışlardır.
İtilaf Devletleri TBMM’ye ateşkes ve barış teklifinde bulunmuşlardır.
İtilâf Devletleri’nin Barış Teklifleri
22 Mart 1922 tarihinde İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları Türk ve Yunan taraflarına ateşkes teklifinde bulundular. Yapılan teklifte, “iki taraf arasında askersiz bölge bırakılması, her iki tarafın asker ve silah bakımından güçlenmemeleri, askeri açıdan Türk tarafının İtilâf Devletleri’nin denetimi altında bulunması ve çarpışmaların üç ay süreyle durdurulması” yer alıyordu. Böylece Türk ordusunun taarruz hazırlıkları durdurulacaktı. Bu teklifler Yunanlılar tarafından hemen kabul edildi. Türk tarafı ise bağımsızlık anlayışına ters düşen askeri denetim teklifini kabul etmediğini bildirdi. Ateşkesin ancak memleketimizdeki yabancı kuvvetlerin çıkmasıyla yapılabileceği belirtildi.
Büyük Taarruz
26 Ağustos 1922′de taarruz başladı. 27 Ağustos’tan itibaren Türk ordusunun üstünlüğü eline geçirmesi üzerine Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başladı.Aslıhanlar bölgesinde yapılan bu savaşa Dumlupınar Meydan Savaşı denilmiştir. 30 Ağustos 1922 tarihinde de Yunan kuvvetlerinin tamamen yok edildiği ve Başkomutan Mustafa Kemal’in doğrudan yönettiği savaşa Başkomutanlık Savaşı denilmiştir. Yunan kuvvetlerinin yeni bir savaş hattı oluşturmalarına engel olmak amacıyla Mustafa Kemal Paşa, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verdi. Yunan kuvvetleri İzmir’e doğru kaçarken Türk ordusu 6 Eylül’de Balıkesir, 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir’e girdi. 17 Eylül’de ise Bandırma’ya ulaştı. 18 Eylül 1922 tarihinden itibaren Anadolu’da artık hiçbir Yunan kuvveti kalmamıştır.
Büyük Taarruz’un Sonuçları
Milli mücadele başarıya ulaşmıştır.
Anadolu’da İtalyan ve Fransız işgalinden sonra Yunan işgali de sona ermiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası başarıyla tamamlanmıştır.
Türk ordusu Çanakkale ve İzmit civarında İngiliz kuvvetleri ile karşı karşıya gelmiştir.
İçte milli birlik ve bütünlük sağlanmıştır.
Mudanya Ateşkes Anlaşması (11 Ekim 1922) Mudanya Ateşkes Anlaşması’na göre:
-Türk – Yunan kuvvetleri arasındaki savaş sona erecektir.
-Yunan kuvvetleri Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardır. -Doğu Trakya TBMM’nin jandarma kuvvetlerine bırakılacaktır. Ancak bu kuvvetler 8.000′i geçmeyecektir.
-İstanbul, Boğazlar ve çevresinin yönetimi TBMM Hükümeti’ne bırakılacaktır. İtilaf Devletleri barış yapılıncaya kadar İstanbul’da kuvvet bulunduracaklardır.
-Barış antlaşması yapılıncaya kadar Türk silahlı kuvvetleri Çanakkale ve İzmit yarımadasında belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdir.
Mudanya Ateşkes Anlaşması’yla:
Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona erdi.
Yeniden silahlı çatışmaya girilmeden diplomatik başarılarla Doğu Trakya ve İstanbul kurtarıldı.
İstanbul, Boğazlar ve çevresinin TBMM Hükümeti’ne bırakılması ile Osmanlı Devleti hukuken sona erdi.
Lozan Antlaşması
Lozan Konferansı’nda Alınan Önemli Kararlar Sınırlar
Suriye Sınırı : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edilmiştir.
Irak Sınırı: Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenememiştir. Sınırın daha sonra TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesine karar verilmiştir.
Boğazlar
Boğazların idaresi, başkanlığını bir Türk’ün yapacağı uluslararası komisyona bırakılmıştır.
Boğazların her iki yakasında 20′şer km’lik askerden arındırılmış bölge oluşturulmuştur.
Oluşturulan askersiz bölgeye olağanüstü bir durum yaşandığında Türkiye’nin asker sokabileceği kararlaştırılmıştır.
Boğazlardan ticaret gemilerinin serbestçe geçmesine karar verilmiştir. Savaş gemilerine ise tonaj sınırlaması getirilmiştir.
İstanbul’daki işgal güçlerinin şehri bir buçuk ay içerisinde boşaltmaları kararlaştırılmıştır.
Kapitülasyonlar:Lozan’ın en çok tartışılan konusu, hiç taviz verilmeden çözülmüş ve kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmıştır.
Ermenistan Sorunu:Sevr Antlaşması ile Doğu Anadolu’da kurulmasına karar verilen Ermeni Devleti’nin kuruluşundan vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmiştir.
Adalar:Oniki Ada İtalyanlara, Bozcaada ve Gökçeada Çanakkale Boğazı’nı kontrol ettiği için TBMM’ye, diğer Ege adaları ise Yunanistan’a verilmiştir. Yunanistan’ın Anadolu kıyılarına yakın olan adaları askeri amaçları için kullanması yasaklanmıştır.
Borçlar:
Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır.
Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlere Osmanlı borçlarından hisse verilecektir.
Osmanlı borçlarının büyük bölümünü TBMM ödeyecektir.
Borçlar Türk lirası olarak ve taksitler halinde ödenecektir.
Azınlıklar:XIX. yüzyıl başlarından beri Türkiye’nin başını ağrıtan azınlıklar sorunu Türkiye’deki bütün azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilmesi ile çözümlenmiştir. Azınlıklara, Türk vatandaşlarına tanınan tüm haklar tanınmış, ayrıcalıkları ise kaldırılmıştır. Türkiye’deki en kalabalık azınlık durumunda bulunan Rumların İstanbul’dakiler hariç Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Buna karşılık Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Türklerin Türkiye’ye gönderilmesine karar verilmiştir.
Yabancı Okullar:Türkiye’deki yabancı okulların bağlı bulunacakları rejim Lozan’da bir esasa bağlanmıştır. Buna göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır. Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir.
Savaş Tazminatı:Kurtuluş Savaşı’nın en büyük sorumlusu durumunda bulunan, Anadolu’nun büyük bir bölümünü tahrip eden ve Türk milletini iki yıl boyunca savaş felaketi ile karşı karşıya bırakan Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmıştır.
Patrikhane:I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı boyunca azınlıklar ve dış güçlerle birlikte hareket eden Fener Patrikhanesi’nin, yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartı ile Türkiye’de kalması kabul edilmiştir.
==SONRADAN GÜNDEME GELEN KONULAR
==SURİYE SINIRI,BOĞAZLAR,AZINLIK,YABANCI OKULLAR,IRAK SINIRI,BORÇLAR
==GELMEYEN KONULAR
==BATI SINIRI,SAVAŞ TAZMİNATI,KAPİTÜLASYONLAR,ERMENİ YURDU,PATRİKHANE ==OLUMLU ÇÖZÜLEN KONULAR
==BATI SINIRI,SAVAŞ TAZMİNATI,KAPİTÜLASYONLAR,BORÇLAR,AZINLIK,YABANCI ==OKULLAR,ERMENİ YURDU
==OLUMSUZ ÇÖZÜLENLER BUNLAR DIŞINDAKİLERDİR. TARİH 3
SALTANATIN KALDIRILMASININ NEDENLERİ
1-20 Ocak 1921 'de kabul edilen anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi benimsenmişti Buna göre, saltanatın milli egemenlik İlkesine ters düşmesi,
2- İtilaf Devletlerinin Lozan Barış Konferansı'na TBMM ile birlikte Osmanlı Hükümetini de davet etmişlerdi TBMM'nin Anadolu halkının tek temsilcisi olmasından dolayı iki başlılığın ortadan kaldırılmak istenmesi
3- Padişah ve İstanbul Hükümetinin Milli Mücadelenin aleyhinde çalışmalar,
Bu nedenlerle 1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla Saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin bu kararın ardından İstanbul'dan ayrıldı.Halkın henüz büyük değişikliklere hazır olmaması ve İngilizlerin
kendilerine sığınan Vahdettin'in halifelik gücünü kullanmaması için saltanatın kaldırılmasına rağmen halifelik kaldırılmamıştır.
SALTANATIN KALDIRILMASININ SONUÇLARI
1- Osmanlı Hükümeti ortadan kaldırılarak ülkede iki Hükümetin bulunmasından doğan çift başlılık sorunu sona erdirildi TBMM ülkede yönetimi eline aldı
2- Milli egemenliğin gerçekleşmesi için büyük bir adım daha atılmış oldu
3 -Laikliğe geçiş için önemli bir adım atıldı
4- Cumhuriyetin ilanı kolaylaştı
2 Kasım’ın “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” ilan edilmesini istedi
4 Kasım 1922’de de Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmiş, TBMM İstanbul’un idaresine el koymuştu.
Cumhuriyete giden yol:20 Ocak 1921’de Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun kabul edilmesi, millî egemenlik kavramının öne çıkması ve saltanatın kaldırılması Cumhuriyet düzenine gidişin ilk önemli işareti olarak görülmüştür.Son Osmanlı Mebus an Meclisi'nin İtilaf Devletleri tarafından dağıtılması ile Türk ulusal iradesi yok edilmiş oluyordu. Ulus adına karar alıp uygulayacak bir kurula gereksinim vardı. Bu boşluğu yeni bir meclis dolduracaktı. Bu amaçla Mustafa Kemal in yayınladığı bildiri sonucu seçimlerin yapılabildiği yerlerde kazanan delegeler Ankara'da toplanmaya başladı. Meclis-i Mebusan'ın dağıtılmasıyla Anadolu'ya geçen eski milletvekilleri de yeni meclise katıldı. 23 Nisan 1920'de Meclis açıldı. TBMM’nin Açılmasının Önemi:
-Egemenliğin kaynağı değişmiş oldu, Padişahtan halka geçti.
-Yönetim merkezi İstanbul’dan Ankara'ya geçti.
-Temsil Heyeti'nin hukuksal varlığı sona ererken ulusal egemenliği savunan yeni bir devlet kurulmuş oluyordu.
-TBMM’nin ilk hedefi ulusal bağımsızlık savaşını kazanmaktı.
-Ulus egemenliğine dayanan yeni devletin çalışma yöntemlerini belirlemek için Mustafa Kemal 24 Nisan'da TBMM'ye bir önerge verdi.
ÖZELLİKLERİ
İşgallere karşı oluşan direnişi tek bir çatı altında toplamıştır.
Ulusal egemenliği gerçekleştirmiştir.
TBMM “Güçlerbirliği İlkesini” benimsemiştir. Bu sebeple Olağanüstü Meclis yada İhtilalci
Mecliste denilir.
Kurtuluş Savaşı’nı yönettiği için bu meclise, “ Savaş Meclisi”, yeni yasalar çıkardığı için de “ Kurucu Meclis” olarak ta adlandırılır.
TBMM’nin açılmasıyla “ Temsil Heyeti” nin görevi sona ermiştir.
Yaptığı ilk ve tek inkılap hareketi saltanatın kaldırılmasıdır.
İlk mecliste azınlık milletvekilleri yoktur.
İtilâf Devletleri’ne çekilen telgraflarla İst. Hük. ile yapılacak hiçbir antlaşmanın tanınmayacağı bel.
Türk adını taşıyan ilk meclistir.
İlk mecliste iki grup vardır. M. Kemal yanlıları ve padişah yanlıları.
En çok askeri alanda harcamalar yapmıştır.
İlk siyasî başarısı Gümrü Antlaşması’dır.
***Halk Partisi, Dernekler Yasası (Cemiyetler Kanunu) uyarınca kurulmuş siyasal bir dernektir. Amacı ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasında rehberlik etmek, Türkiye’yi tam anlamıyla çağdaş devlet haline yükseltmektir.
&-Halk Partisi, bir ihtilâl partisi değil, bir devrim partisidir. Bütün siyasal mücadelelerini yasalar çerçevesinde yapacak ve Türkiye’de yasaların üstünde yasa otoritesini egemen kılmaya çalışacaktır.
&-Halk Partisi’ne katılanların gerçekten Halkçı olması zorunludur. Halkçılara göre halk sanı herhangi bir sınıfa özgü değildir.
&-Bir kişinin Halk Partisi’ne girebilmesi için Türkiyeli olması ve aslen ulusal, yurtdışında bulunan Müslüman uluslardan birine mensup ise Türk uyruğunu kabul etmesi gerekir.”
***Gazi Mustafa Kemal Paşa Genel Başkanlığa, Recep (Peker) Bey; Genel Sekreterliğe; İsmet Paşa, Genel Başkanvekilliğine; üyeliklere ise: Sabit Bey, Celal Bey, Cemil Bey, Refik Bey, Saffet Bey, Münir Hüsrev Bey, Kâzım Hüsnü Bey, Zülfü Bey seçilmiştir. Cumhuriyet henüz ilan edilmediğinden gelebilecek tepkilerde dikkate alınmış olmalı ki “Cumhuriyet” kelimesi Halk Fırkası’na eklenmemiştir. Bu durum 10 Kasım 1924’te giderilecek ve partinin yeni adının “Cumhuriyet Halk Fırkası” olarak değiştirildiği kamuoyuna duyurulmuştur.
13 Ekim 1923’te Ankara’nın Türkiye’nin yeni başkenti olduğu kabul edilmiştir.
Ankara’nın başkent olmasında şu özellikleri etkili olmuştur: &-Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesiyle bütün işlerin burada yürütülmüş olması,
&-Coğrafi konumu nedeniyle işgal edilmesi zor ve güvenli bir yer olması,
&-İstanbul’un jeopolitik konumunun bir sonucu olarak tarih boyunca işgallere açık bir
durumda olması,
&-Ulaşım imkânlarının iyi olması,
&-Osmanlı Devleti’nin başkenti olmasından dolayı siyaseten İstanbul’a olan mesafeli duruş,
&-Konumu sebebiyle inkılapların ve ülke yönetiminin daha kolay yürütüleceğine olan inanç.
***1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu, 1923 seçimleri, Halk Fırkası’nın kurulması, Ankara’nın başkent olması gibi çalışmalar Cumhuriyete gidişin ilk işaretleriydi.,
28 Ekim gecesi Çankaya’da Mustafa Kemal ve İsmet Paşa, 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun devletin şeklini belirleyen maddeleriyle ilgili olarak yapılacak değişikliği öngören bir kanun tasarısı hazırlanmış ve bu tasarı 29 Ekim’de önce Halk Fırkası Grubu’nda tartışılarak kabul edilmiş, ardından da Meclis gündemine getirilmişti. Meclis’te tasarının görüşülmesinden sonra oylamaya geçilmiş ve saatler 20.30’u gösterirken oylama sonuçları açıklanmış “Yaşasın Cumhuriyet” sözleri ve alkışlarla Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında Cumhuriyetin ilanını hızlandıran sebepler şunlardır: •Meclis’in açılmasından itibaren vurgulanan millî egemenlik kavramının hayata geçirilmek istenmesi,
•Saltanatın kaldırılmasıyla ortaya çıkan devlet başkanlığı ve rejim gibi önemli belirsizliklerin yarattığı tartışmalar,
•Meclis Hükümeti sisteminin yarattığı sorunlar, •Yaşanan hükümet bunalımları,
•Muhaliflerin eski sistemin yaşaması için gösterdiği çabalar, •Demokratik ve çağdaş bir devlet olma isteği.
Mustafa Kemal =Halk Fırkası’nın Genel Başkan Vekilliği’ne de İsmet Paşa’yı atadı. Ali Fethi Bey de TBMM Başkanlığı’na seçildi.
Şu hâlde Cumhuriyetin ilanıyla şu kazanımlar elde edilmiştir: &-Cumhuriyetin ilanıyla devletin rejim belirsizliği ortadan kalkmıştır. &-Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.
&-Hükümet krizlerine sebep olan Meclis Hükümeti sistemi değiştirilmiş ve kabine sistemine geçilmiştir.
&-Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesiyle devlet başkanlığı belirsizliği
ortadan kalkmıştır.
&-Devlet organları yeniden düzenlenmiştir.
&-Millî egemenlik düşüncesi hayata geçirilmiştir.
&-Uluslararası ilişkilerde yeni devletin itibarı kuvvetlenmiştir.
Halifelik= bu kavramın ortaya çıkması ise Hazreti Peygamberin vefatından hemen sonradır. Hz. Peygamber’in 632’de vefatı üzerine İslam Devleti’nin başında kim olacak sorunu ortaya çıktı. Bu tartışmaların sonunda Hz. Ebubekir halife seçildi. Bunu Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği takip etti. Dört halifeden sonra da Halifelik müessesesi Emevilerin eline geçti. Emeviler Dönemi’nde babadan oğula geçen bir müesseseye dönüşen Halifelik, sırasıyla Abbasiler, Memluklular ve Osmanlılara geçmiştir.
OSMANLIDA ;
Bu ünvanı ilk kullanan da I. Murat’tır.1774 Küçük Kaynarca Antlaşması bir dönüm noktasıdır. Bu dönemden sonra Osmanlı padişahlarının “Yeryüzünde Allah’ın gölgesi, halifesi” gibi sıfatları kullanmaya özen gösterdikleri bilinmektedir.olsa tarihî bir hatıra olmaktan öteye bir anlam taşıyamaz.”
Şu hâlde yukarıda verilen bilgiler çerçevesinde Halifeliğin kaldırılması ile ilgili sebepleri de şöyle sıralamak mümkündür:
&-Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı gibi siyasal inkılapların ardından Halifelik makamının değerini yitirmesi,
&-Cumhurbaşkanlığı makamı yanında Hilafet makamının varlığını sürdürmesi gibi çelişkilerin ortadan kaldırılmak istenmesi,
&-Son Halife Abdülmecit Efendi’nin padişah gibi tavırlar içine girmesi, &-Halifelik makamının laik devlet düzenine geçişte önemli bir engel görülmesi, Halifelik makamının asıl işlevi olan Müslümanlar arasında birlik kurabilme özelliğini kaybetmesi,
&-Rejim karşıtlarının Halifelik makamına sığınmaları ve siyasi haklar elde etme çabaları, &-Özellikle Hintli Müslümanların Hilafet makamını destekler mahiyetteki mektuplarının devletin içişlerine müdahale olarak görülmesi, &-Düşünülen inkılaplar önünde engel olarak görülmesi.
Halifelik 3 Mart 1924’te kaldırılmıştır.
•Bu inkılabın sonuçlarını ise söyle ifade etmek mümkündür:
•Laiklik yolunda önemli bir adım atıldı.
•Yapılacak inkılapların önündeki önemli bir engel ortadan kaldırıldı.
•Ümmetçilik arayışları önemli bir dayanağını kaybetti.
•Millî egemenlik pekiştirilmiş oldu.
•Dış politikada daha bağımsız hareket edilmesi sağlandı.
•Milliyetçilik vurgusu önem kazandı.
TARİH 4
Ülkenin her yöresinden gelen vekiller ortak amacı temelde ülkenin düşman işgalinden kurtuluşunu sağlamak ve Misak-ı Millî’yi gerçekleştirmekti.I. Meclis’te parti yoktu. Ancak bu farklılıkları ifade edebilecek olan gruplar vardı. Bunlar; Tesanüd (Dayanışma) Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-i Hukuk Grubu, Islahat Grubu vb.
**Mustafa Kemal Paşa, 10 Mayıs 1921’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu (I. Gurp) kurdu. Böylece Meclis’te en etkili grup ortaya çıkmış oldu.Yeni grubun dışında
kalanlar ise II. Grup olarak ifade edilmektedir. Bu grup, I. Meclis’in ortak amacına halel getirmemek için resmî bir örgütlenmeye gitmedi.1922 başlarında ise resmî olarak II. Grubu kurmuşlardı. Bu gruba; Canik Mebusu Emin, Erzurum Mebusları Hüseyin Avni, Celaleddin Arif, Necati, Kayseri Mebusu Rıfat, Mersin Mebusu Selahattin, Sivas Mebusu Vasıf ve Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey gibi isimler dâhildi. Grup, Nisan 1923’te II. Meclis için yapılan seçimleri kaybetmesiyle etkinliğini kaybetti ve meclis dışında kaldı.
Meclis Dönemi:Muhalefet artık örgütlüydü. Osmanlı Devleti’ni tasfiye edici inkılaplar lider kadroda ayrılıkların önünü açtı. İnkılâpların şekli ve zamanı konularında Mustafa Kemal Paşa ile bazı arkadaşları arasında görüş ayrılıkları ortaya çıktı. 1924 Anayasası’nın görüşülmesi sırasında daha da derinleşmiş, sonunda da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Böylece Cumhuriyet Döneminde Türk demokrasisi ilk kez örgütlü muhalefetle tanışmış oldu.
**26 Ekim 1924’te Kâzım Karabekir, 30 Ekim 1924’te de Ali Fuat Paşa ordu komutanlığı görevlerinden istifa ederek siyasete döndüler.
**3 Mart 1924 tarihinden önce hükümette bakanlık düzeyinde temsil edilen Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti kaldırılarak politika dışına bırakılmış, ikinci adım olarak da komutanların aynı zamanda milletvekili olmalarını önleyen düzenleme yapılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924-3 Haziran 1925) Cumhuriyet tarihimizin ilk muhalefet partisi ve bir demokrasi deneyimi olarak kabul edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuran kadroların tamamı, Millî Mücadele ve I. Meclis Dönemi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çalışma arkadaşlarıdır.Halk Fırkası’nın icraatlarını beğenmeyen bu muhalif grup, 17 Kasım 1924 tarihinde Halk Fırkası’ndan istifa ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdu. Fırkanın kurucuları arasında Rauf (Orbay) Bey, İsmail (Canbolat) Bey, Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Refet (Bele) Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Bekir Sami Bey gibi Millî Mücadele’nin ünlü sivil ve asker kadroları bulunmaktaydı.
**8 Aralık 1924 tarihinde yapılan seçimler sonucunda, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa, Başkan vekilliklerine Rauf (Orbay) Bey ve Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Genel Sekreterliği’ne ise Ali Fuat (Cebesoy) Paşa seçilmişlerdir.
Halk Fırkası’ndan istifa ederek yeni kurulan partiye geçen milletvekillerinin sayısı da yirmi sekize ulaşmıştı. Amaçları iktidara gelmek değil, Halk Fırkası’na muhalefet etmektir. **Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın siyasi varlığı altı buçuk ay kadar sürmüştür. Yeni partinin etkisi ile İsmet Paşa Başvekillik’ten ayrılınca, yerine yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Fethi (Okyar) Bey Hükümeti’ne güvenoyu vermişler ve yeni hükümeti memnuniyetle karşılamışlardı.
**Kurulduktan bir müddet sonra bu partinin kapatılmasına yol açan olaylar, 13 Şubat 1925‘te Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanmasıyla başlamıştır.İsmet Paşa, güvenoyu aldıktan sonra asayişle ilgili bir dizi önlemler de gündeme gelmişti. Bu önlemlerin başında hükümete olağan üstü yetkiler veren “Takrir-i Sükûn Kanunu (4 Mart 1925)” çıkarılmış, biri Ankara’da, diğeri isyan bölgesinde faaliyet gösterecek iki tane de “İstiklal Mahkemesi” kurulmuştur.
**Hükümet takrir-i Sükûn Kanunu kapsamında 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmıştır.
ŞEYH SAİT İSYANININ NEDENLERİ=
1. Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasına ,yapılamaya başlayan inkılaplara duyulan tepki.
2. İngilizlerin Musul Meselesini kendi lehlerine çözmek ve Doğu Anadolu’da bir Kürt devleti kurmak için halkı kışkırtması
Terakkiperver cumhuriyet fırkasının halk üzerindeki etkisi
Dini çıkarlarına alet edenlerin cahil halkı kolayca kandırmaları .
Ergani’nin Piran şehrinde başlayan (13 Şubat 1925),Şeyh Sait tarafından başlatılan isyan kısa sürede Diyarbakır ve Elazığ’a da yayıldı.İsyanı bastırmakta yumuşak davranan Fethi Okyar hükümeti istifa etti ve yerine İsmet Paşa hükümet kurdu.İlk iş olarak da,Takrir-i Sükun (Düzenin sağlanması) kanunu çıkarıldı (4 Mart 1925).
**Şeyh Sait dâhil olmak üzere seksen kişiden kırk dokuzu idam, diğerleri de çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın önce Doğu Anadolu’daki şubeleri kapatılmış, daha sonrada partinin tamamen kapatılmasına karar verilmiştir.
Bu isyanının sonuçlarına gelince; &-Ülkede huzur ve güven bir müddet için sarsılmıştır.
&-Savaştan yeni çıkan ordumuz bu isyanla uğraştığı için, Musul ve Kerkük’ü askerî
yollardan alma imkânı kalmamıştır.
&-Musul davası İngiltere’nin istediği gibi çözümlenmiştir.
&-Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçiş kesintiye uğramıştır.
**Takrir-i Sükun Kanunu (Huzurun Sağlanması Kanunu) 3 Mart 1925'te TBMM'de kabul edilen ve Hükümete olağanüstü yetkiler veren kanun. 13 Şubat 1925′te başlayan Şeyh Sait Ayaklanması’nın bastırılması ve suçluların cezalandırılması amacıyla TBMM tarafından çıkarılan kanun.4 MART 1925 de kabul edildi.Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilir edilmez İstanbul’da ki bazı gazete ve dergiler (Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Telgraf, Tanin, Vatan, Aydınlık, Orak-Çekiç ve Sebilürreşat) kapatılmıştır. Çok sayıdaki gazeteci de Doğuda Anadolu’daki İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmışlardır.
İzmir Suikastı ve Sonuçları
Suikastın planlayıcıları; I. Dönem TBMM Rize Milletvekillerinden Ziya Hurşit, İzmit Milletvekili Şükrü Bey, Eskişehir Milletvekili Miralay (Ayıcı) Arif Bey, eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey, eski bir İttihatçı olan Kara Kemal gibi isimlerdi.Bu olayda en önemli gelişme ise mahkemenin kararıyla Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa gibi Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinin tutuklanmasıydı. Ayrıca yurt dışında bulunan eski Başbakanlardan Rauf Orbay ile Dr. Adnan Bey hakkında da gıyabi tutuklama kararı verilmişti.
**İzmir suikastı davası, İzmir ve Ankara da olmak üzere iki safhada gerçekleşmiştir. İzmir’deki duruşmalar üç haftada tamamlanmış, yargılamalar sonucunda suikastçılardan on üçüne idam cezası, bazılarına da çeşitli hapis cezaları verilmiştir. İzmir’de yargılananlar arasında olan başta Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Cafer Tayyar Paşa gibi tarihî şahsiyetler suçsuz bulunarak beraat etmişlerdir.
Ağustos ayında davanın ikinci safhasına Ankara’da ki yargılamalarla devam edildi. Yargılananların çoğu önemli eski ittihatçı olduğu için, bu davaya ”İttihatçılar” davası da denilmiştir. Mahkeme yargılamalar sonucunda bazı kişilere çeşitli hapis cezaları verirken, dört kişiyi de idama mahkûm etmiştir. Eski Başbakanlardan Rauf Bey ise gıyabında on yıl kalebentliğe mahkûm edilmiştir.Fethi Bey, 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı resmen kurar. Partinin kurucuları arasında; Fethi Bey, Nuri (Conker), Mehmet Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet, Tahsin (Uzer) Bey gibi isimlerin yanı sıra Mustafa Kemal Paşa’nın bazı yakın arkadaşları ve kız kardeşi Makbule Hanım da vardır. Diğer taraftan Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa eden bazı milletvekillerinin Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katılmalarıyla da fırka; Meclis’te temsil edilme hakkı kazanmıştır. Parti programında; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik esaslarına bağlı kalınacağı, seçimlerin tek dereceli yapılmasının ve kadınlarında siyasi haklara sahip olmasının
gerektiği, ekonomide liberal politikaların uygulanacağı, yabancı sermayenin teşvik edileceği, adil bir vergi sisteminin getirileceği, köylüye ucuz kredi verileceği gibi hususlar savunuluyordu.Yeni kurulan bu parti 1930 yılının Ekim ayında yapılan yerel seçimlere katılmış ve yirmi iki Belediye Başkanlığı kazanmıştı.1945 yılının sonlarına kadar Cumhuriyet Halk Fırkası ülkeyi tek başına yönetmiştir.
Menemen (Kubilay) Olayı (23 Aralık 1930) ini gerici niteliktedir.
TARİH 5
Romalılardan itibaren hukuk sistemi; kamu hukuku ve özel hukuk olarak ikiye ayrılarak sistemleşmiştir.Kamu hukuku, bireyin devletle olan ilişkilerini; özel hukuk ise bireyler arasındaki ilişkileri düzenler.
OSMANLI’DA HUKUK
Osmanlı Devleti’nde hukukun iki önemli kaynağı vardı. Bunlar; şeriat ve örftü. Bilindiği gibi şeri hukuk veya İslam hukuku (fıkıh), Kur’an, sünnet, icma ve kıyas gibi kaynaklarla şekillenmiştir. Örfi hukuk; kanunname adıyla toplanmış, zamanla da bazı değişikliklere uğramıştır. Daha çok mali, askerî, idari hukuk ve toprak hukuku hükümlerini içermiştir.
Sened-i İttifak’la ilk defa bir padişah; Anadolu ve Rumeli Ayanlarını muhatap alarak onların varlığını kabul ettiği gibi karşılıklı olarak tarafların hak ve özgürlüklerini tanımış ve ilk kez padişah egemenlik haklarının sınırlanmasını kabul etmiştir. İşte bu gelişme Türk demokrasi ve anayasa hukukunun gelişmesi yolunda atılmış ilk önemli adım olarakdeğerlendirilmiştir. Londra ve Paris elçiliklerini yapmış olan Mustafa Reşit Paşa’yı getirdi. Mustafa Reşit Paşa, Padişah adına 3 Kasım 1939’da Gülhane Parkı’nda okuduğu ferman ile Tanzimat Dönemi’ni başlatmış oldu. Tanzimat Fermanıyla müslim ve gayrimüslimlerin kanun nezdinde eşit olduğu, bütün vatandaşların can, mal ve namuslarının devletin sorumluluğu altında olduğu, vergilerin herkesin gelirine göre kanunlar çerçevesinde düzenleneceği, askere alınma usulünün eşitlik prensipleri doğrultusunda yeniden gözden geçirileceği, yargılamaların şeffaf olacağı ilan edilmiştir.
O hâlde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan bu çizgide hukuki gelişmelerin sebeplerini ise şöyle izah etmek mümkündür:
&-Avrupa’da bürokraside ve bilgi düzeyindeki gelişmeler, &-Sosyo-kültürel hayatta ortaya çıkan gelişmeler, &-Ticari ve iktisadi usullerdeki değişiklikler, &-Batılı devletlerin Osmanlı Devleti nezdindeki baskıları,
&-Toplumsal ve siyasal gelişmelerin bir yansıması olarak hukuk kavramı ve hukukun üstünlüğü anlayışının kavranmaya başlanması.
***Tanzimat Fermanı ile başlayan reformlar arasında en dikkat çekeni hukuk alanında yapılanlardır.
Adli Teşkilatlanma Çabaları
Batı tarzi mahkemeler, 1838’de kurulan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye gelir. 1854’te Meclis-i Tanzimat, 1868’de de Şura-yı Devlet ve Ahkam-ı Adliye’nin kuruluşu gerçekleşmiştir, 1840’da Ticaret Nezareti’nin kontrolünde teşekkül ettirilen Ticaret Meclisleri, Maliye Nezareti’ne bağlı çalışan Meclis-i Muhasebe ile Ticaret Meclisleri 1848’de birleştirilerek Ticaret Mahkemeleri kurulmuş oldu. 854’te kurulan Meclis-i Tahkik ile Ceza Kanunlarının uygulanmasına çalışılmıştır.
Kanunlaştırma Çabaları
Ülkede hukuk birliği bozulmuş ve bürokraside, sosyo-kültürel hayatta, eğitimde olduğu gibi hukukta da dualist (ikili) bir hukuki yapı meydana gelmiştir.
Ceza Hukuku Alanında
Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra çıkarılan ilk kanun 3 Kasım 1840 tarihli Ceza Kanunu’dur.Zamanla sorunlar karşısında yetersiz kalınca 1851’de Kanûn-ı Cedid adıyla yeni bir Ceza Kanunu hazırlanmıştır. Ancak bu kanun da yetersiz kalınca 1858’de Fransız Ceza Kanunu esas alınarak 1926 yılına kadar uygulanacak olan Ceza Kanunu hazırlanmıştır. 1879’da da Ceza Usulü Kanunu Fransız örnekleri tercüme edilerek uygulamaya konulmuştur.
Ticaret Hukuku Alanında
Özel hukuk alanındaki ilk kanun 1850 tarihli Ticaret Kanunu’dur. Kanun hazırlanırken Fransız Ticaret Kanunu esas alınmıştır. Buna paralel olarak 1855’te İflas Kanunnamesi, 1856’da Kanunname-i Ticari, 1861’de Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi, 1863’te Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi, özellikle Fransız kanunları esas alınarak hazırlanmıştır. Toprak Hukuku Alanında II. Mahmut döneminde tımar sistemi kaldırıldı. 1858’de Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştı. Bu kanun; Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki heyetçe hazırlanmış ilk millî kanundur.
Medeni Hukuk Alanında
En önemlisi Mecelle diye bilinen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’dir.
Mecelle Cemiyeti, çalışmaları 1869’da başlayan çalışmalar 1876’da tam anlamıyla tamamlanmıştır.
Anayasa Hukuku Alanında
Türk demokrasi tarihinin ilk anayasası 23 Aralık 1876 tarihli Kanûn-ı Esasî, II. Abdülhamit’in denetimi altında 28 kişiden oluşan Cemiyet-i Mahsusa heyetince hazırlandı. Heyet, bu çalışmasında 1831 tarihli Belçika, 1851 tarihli Prusya ve 1875 tarihli Fransız Anayasalarından yararlanmıştır. Anayasa 119 madde ve 12 bölümden teşekkül etmiştir. 1876’da II. Abdülhamit’in bir fermanıyla ilan edilen Kanûn-ı Esasî, gücünü padişah iradesinden almıştır. demokrasi tarihimizde ilk kez anayasalı monarşi veya meşrutî monarşi sistemine geçilmiş oldu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanına kadar uygulamada kalmıştır ve 1924 Anayasası ile de kesin bir şekilde yürürlükten kaldırılmıştır.
Şu hâlde Türk Hukuk inkılabı alanında yapılan düzenlemelerin sebeplerini şöyle izah etmek
mümkündür;
&-Hukuk alanında birlikteliğin olmaması.
&-Mevcut kanunların ihtiyaçları karşılamaktan uzak olması. &-Laik bir devlet modelinin geliştirilmesi için hukuk alanında da düzenlemeyi mecbur kılması,
&-Ekonomik hayata dair düzenlemelerin batılı normlara göre yeniden düzenlenme
mecburiyeti.
&-Kadın hakları konusunda var olan eşitsizliklerin giderilmesi.
&-Mahkeme düzeninin modern usullerden uzak olması. &-Her alanda olduğu gibi hukuk sisteminde de akla ve bilime önem verilmesi. &-Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Batı medeniyetini örnek alması münasebetiyle de bu hedefin en önemli ayağı olan Batılı hukuk sistemine geçmesinin elzem görülmesi. Zafer Gören’e göre anayasanın fonksiyonları ve içeriği ise şunlardan ibarettir:
&-“Devletin bütünlüğünü sağlamak, &-Devlet için devamlı bir temel düzen oluşturmak, &-Devlet erkinin (egemenliğin) kullanılmasını meşru kılmak,
&-Devlet erkini hukuksal bakımdan sınırlamak, denetlenebilir kılmak, &-Vatandaşların özgürlük ve eşitliğini güvence altına almak.”
**Türk demokrasi tarihinde 1921 tarihli anayasa en yumuşak, 1982 tarihli anayasa ise en sert olanıdır. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde dört anayasa vardır. Bunlar; 1921,1924, 1961, 1982 anayasalarıdır.
1921 ANAYASASI 20 OCAK:Bu anayasanın getirdiği yenilikler ve genel özellikleri ise şöyledir:
&-“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi getirilmiş ve bu ilkenin paylaşılamayacağı
açıkça ifade edilmiştir.
&-Yumuşak bir anayasadır.
&-TBMM’nin tartışmaya yer vermeyecek kadar meşruiyet sorununu ortadan kaldırmıştır.
&-Olağanüstü şartların etkisiyle Kuvvetler Birliği ilkesi kabul edilmiştir.
&-Meclis Hükümeti Sistemi esas alınmıştır.
&-İlk kez Türkiye Devleti tabiri kullanılmış ve devletin TBMM tarafından idare edileceği ilan
edilmiştir.
&-Kısa bir anayasa olmasına rağmen yarısından fazlasını yerinden yönetim ve yerel yönetim ilkeleri esasları almıştır. Türk demokrasi tarihinin metin olarak en kısa ve kısa süreli anayasası,
------Değişikliklere uğradı bunlardan bazıları;
&-Cumhuriyetin ilan edilmesiyle devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir.
&-Cumhurbaşkanlığı müessesesi kurulmuş ve seçim ile ilgili esaslar getirilmiştir.
&-Devletin resmi dini İslam, resmi dili ise Türkçedir ifadeleri eklenmiştir.
&-Kabine sistemi getirilmiştir.
&-Bu anayasa, 20 Nisan 1924’te kabul edilen yeni Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu ile yürürlükten
kalkmıştır.
1924 ANAYASASI 20 NİSAN:Hükümet Sistemi’ne ve Kuvvetler Birliği ilkesine dayanıyordu. 1924’te kabul edilen anayasa 105 madde ve 6 bölümden mürekkeptir. Sert anayasa olarak kabul edilir. Bu anayasa 1961’e kadar uygulanmıştır.
20 Nisan 1924 tarihli anayasanın belli başlı özellikleri ise şunlardır:
&-“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi aynı şekilde devam ettirilmiştir.
&-Kuvvetler birliği esastır, yani yasama yürütme ve yargı meclisin kontrolüne alınmıştır.
&-Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’na verilmiştir.
&-Bu anayasa Türk demokrasi tarihinin en uzun süreli yaşayan anayasası olmuştur.
&-Seçme yaşı 18, seçilme yaşı ise 30 ve seçimler dört yılda bir yapılacağı belirlenmiştir.
&-Meclis’in; soru, gensoru ve meclis soruşturması yoluyla denetleneceği usulü getirilmiştir.
&-“Devletin biçimi Cumhuriyettir” esası bir kez daha teyid edilmiştir. &-Meclis Başkanı ve Başbakanın Meclis’ten Cumhurbaşkanınca seçilmesi esası kabul edilmiştir.
1924 ANAYASASI DEĞİŞİKLİKLERİ
10 Nisan 1928’de laikliğe aykırı kabul edilen Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır esası çıkarılmıştır.
&-5 Aralık 1934’te kadınlara seçme seçilme hakkı ve otuz yaş esası kabul edilmiştir.
&-5 Şubat 1937’de CHP ilkeleri olarak bilinen esaslar anayasaya alınmıştır. Böylece
anayasanın ideolojisi olmuştur.
&-10 Ocak 1937’de anayasasının dilinde sadeleştirmeler yapılmıştır vs.
1961 ANAYASASI 9 TEMMUZ:Bu anayasanın önemli özellikleri ise şöyle ifade edilebilir: &-Bu anayasayla çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir.
&-Bu anayasa ile yumuşak bir kuvvetler ayrılığı getirilmiş ve Türkiye parlamenter sisteme geçmiştir.
&-Sert bir anayasa niteliğindedir. &-Tek devlet ilkesi kabul edilmiştir.
&-Anayasanın üstünlüğü ilkesi kabul edilmiştir. &-Sosyal, siyasal hak ve özgürlüklerle ilgili önemli oranda düzenlemeler yapılmıştır. &-Yasama, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olarak iki meclisli olarak, yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna, yargı ise bağımsız mahkemelere bırakılmıştır. &-Ayrıca bu anayasayla Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, TRT ve üniversiteler özerk kurumlar olarak kabul edilmiş, sendikal haklar verilmiştir.
**1961 Anayasası bu özellikleriyle yeni bir sistem getirdiği gibi aynı zamanda da Türk demokrasi tarihinin de en özgürlükçü anayasası olarak kabul edilmiştir. Anayasa 1971-1973 ara rejimi döneminde iki defa değişikliğe uğramış ve 1982 Anayasasına kadar yürürlükte kalmıştır.
1982 ANAYASASI 7 KASIM
12 Eylül 1980’de EMİR VE KOMUTANIN ASKERİN ELİNE GEÇMESİ
AMAÇ=“Ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devletin otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak.”
29 Haziran 1981’de 2485 sayılı “Kurucu Meclis Hakkında Kanun” ile yeni bir anayasa çalışmalarına başlanmış oldu. Bu kanuna göre Kurucu Meclis; Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nden oluşacaktır.
Sivil idareyi temsil eden Danışma Meclisi, yeni bir anayasa hazırlamak üzere kendi aralarında on beş üyeden müteşekkil “Anayasa Komisyonu” belirledi. Komisyonun hazırladığı anayasa taslağı TBMM’de 18 Ekim 1982’de kabul edildi ve tasarının Resmî Gazete’de yayınlanarak halkoyuna sunulacağı ilan edildi. Bu anayasanın özellikleri ise şunlardır:
&-1982 Anayasası kendinden önceki anayasalardan hem çok uzun hem de teferruatlıdır.
&-Türk demokrasi tarihinin en sert anayasasıdır.
&-Bu anayasa, çerçeve bir anayasa değildir, düzenleyici yani kazuistik bir anayasadır.
&-Yürütme organı güçlendirilmiştir.
&-İlk maddeleri değiştirilemez ilkeler olarak belirlenmiştir.
&-Sendikalar, partiler, dernekler kapatılmıştır, kişi hakları kısıtlanmıştır, bu haliyle de en
yasakçı anayasadır.
&-Daha az katılımcı bir demokrasi esası kabul edilmiştir.
TÜRK MEDENİ HUKUKU (17 ŞUBAT 1926)
Mustafa Kemal, 11 Eylül 1924’te 26 hukukçudan oluşan bir çalışma grubu oluşturdu. ön çalışmalar neticesinde İsviçre Medeni Kanunu aranan kriterlere uygun bulundu. Söz konusu kanun Türk toplumuna uyarlanmış, 22 Nisan 1926’da TBMM’de kabul edilmiş ve kanun 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Bu kanun yeni Türk Medeni Kanunu’nun 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girmesine kadar 75 yıl yürürlükte kalmıştır.
Bu kanunun diğer kanunlar arasında seçilerek tercih edilmesinin sebeplerini ise şöyle
sıralamak mümkündür:
&-Türk toplumu ve aile yapısına uygun olması,
&-Avrupa’daki laiklik ve demokratik anlayışa göre hazırlanmış olması, &-Anlatımının ve dilinin anlaşılır ve sade olması,
&-Hâkimlere geniş takdir hakkı vermesi, &-Pratik çözümler önermesi ve uygulamada kolaylıklar sağlaması, &-Avrupa’da hazırlanmış en yeni ve kavramlarının anlaşılır olması.
&-İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulüyle elde edilen kazanımlar ise şunlar olmuştur:
&-Medeni kanun konusunda da birliktelik sağlandı.
&-Ailede erkek egemenliğine son verildi.
&-Miras konusuna kadın-erkek eşitliği kabul edildi.
&-Tek eşlilik prensibi getirildi.
&-Kadınlara boşanma hakkı verildi.
&-Mahkemelerde şahitlik konusunda kadın-erkek eşitliği getirildi.
&-Resmi nikâh evlilikte mecburi hale getirildi.
&-Azınlıkların ve yabancıların yargı yetkileri kaldırıldı.
&-Büyük devletlerin Türkiye’nin içişlerine karışma bahaneleri ortadan kaldırıldı.
Medenî Kanun; Laiklik ve Halkçılık ilkeleriyle ilgilidir.
ÜNİTE 6 - ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ EGİTİM VE KÜLTÜR HAYATINDAKİ DÜZENLEMELER-
Mustafa Kemal Atatürk’ün Egitim ve Kültür Anlayışı : Atatürk büyük bir asker , büyük bir
devlet adamı olmasının yanı sıra ; aynı zamanda büyük bir egitimci ve kültür adamıdır.
Türkiyenin çagdaşlaşması için muhakak cehaletin ortadan kaldırılması ve egitimin geniş
halk kitleleri arasında yaygınlaştırılması geregini dile getirmiştir. Savaş sırasında bile savaş
sonrasının sorunlarına hazırlanmış, özellikle de egitim ve kültür konularına büyükönem
vermiştir. Yeni türk devletinin kuruluşunda egitimi temel kabul ederek , temelin saglam
olabilmesi için de egitim anlayışı milli esaslar üzerine düzenlenmeliydi. Bunları
gerçekleştirmek için de Türk milli egitim sistemini şu temel ilkeler çerçevesinde
oluşturmaya çalışmıştır ;
>Egitim milli olmalıdır.
>Egitimde birlik ve bütünlük esası güdülmelidir.
>Egitim laik olmalıdır
>Egitimin bilime dayalı olması gerekir.
>cehaletin ortadan kaldırılması esas amaç olmalıdır.
>Egitimin hayata dayalı olması gerekir.
>Egitim karma olmalıdır.
>Egitim çagdaş bir disiplin anlayışla yürütülmelidir.
Atatürk milli egitimde hedeflere ulaşabilmek için en önemli unsurunda ögretmenler oldugunu her vesileyle dile getirmiştir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E EGİTİM ALANINDAKİ GELİŞMELER
Osmanlı devleti’nde egitim, Selçuklulardan devralınan geleneksel egitim kurumlarıyla sürdürülmeye çalışılmıştır.Osmanlı devletinde vakıflar tarafından kurulmuş çeşitli kademelerde yüzlerce medrese vardı. Bu kurumlar devrin ihtiyaçlarına cevap verememiştir. Ayrıca devletin üst kademeline yüksek derecede idareci yetiştiren ‘’Enderun’’ denilen saray okulu da vardı. Devletin bu kötü gidişatından kurtulacak en gerçekçi adımlar III.selim ve II.mahmut dönemlerinde atılmıştır. II.mahmut döneminde ilk kez Avrupai tarz Maarif-i Umumiye Nezareti (egitim bakanlıgı) ve buna baglı merkez-taşra
teşkilatı kurulmuştur.ilkögretim mecburi olmuştur.Egitim ögretimle en genel düzenleme Maarif-i Umumiye Nizamnamesi (genel egitim tüzügü ) ile yapılmıştır. Bütün egitim kurumları ilk,orta ve yüksekögretim olmak üzere 3 kademede toplanmıştır.İlkögretim 3 yıl süreli Mekteb-i İptidal , ilkögretimin birinci kademesini , Mekteb-i Rüştiye ise ikinci kademesini oluşturuyordu.Orta ögretim için idadi ve sultani adı verilen, Fransız liseleri örnek alınarak açılan egitim kurumları vardı.Yüksekögretim ise bugunkü üniversite karşılıgı olan Dar’ül fünün ‘ dan oluşuyordu.Bunların yanı sıra çeşitli alanlarda ve seviyelerde batı tipi modern okulların açılmasına karar vermişlerdir. Bunlar: Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Dâr’ül Fünûn gibi fakülte ve üniversitelerdir. Kendisini yenileyememiş ve çağın eğitim anlayışının gerisinde kalmış medreseler de eğitimin bir parçası olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Mektepli ve medreseli ikiliği ortaya çıkmış, birbirlerine zıt dünya görüşlerine sahip insanların yetişmesine sebep olmuştur.
**XX. yüzyıl başlarında ise Osmanlı Eğitim Teşkilatı şu şekilde oluşmuştu : Batı tipi okullar Maarif Nezareti’ne (Eğitim Bakanlığı’na), Medreseler; Meşihat Makamı’na (Şeyhülislam’a), Sıbyan Okulları Evkaf Nezareti’ne (Vakıflar Bakanlığına), yabancı devlet okulları ve azınlık okulları ise kendi dernek ve kuruluşlarına bağlı olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Eğitimde çok merkezli bu yapıdan dolayı birlik ve beraberlik de tesis edilememişti.
Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılapların nedenlerini şöyle ifade edebiliriz :
&-Kadınların eğitim haklarından yoksun bırakılması &-Osmanlı Devleti’nde mevcut olan eğitim anlayışı ve uygulamaların çağdaş olmaması &-Eğitim ve öğretimde birlik olmadığı için kargaşanın var olması
&-Farklı okullar ve uygulamalar sonucunda toplum katmanları arasında sosyo-kültürel farklılaşmanın öne çıkması
&-Yabancı devletlerin, azınlıkların ve misyoner okullarının zararlı faaliyetlerde bulunmaları
CUMHURİYET DÖNEMİNDE EGİTİM ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR
Tevhid-i Tedrisat Kanununun Kabulü : Eğitimin yanlış ve eksik yönlerini iyi bilen Atatürk, Yeni Türk Devleti’nde eğitim sistemini de çağdaş esaslara göre, toplumun bütün kesimlerini kapsayacak köklü değişikliklerin yapılması gereğine inanıyordu. Dolayısıyla eğitim-öğretimdeki düzensizliği ortadan kaldırmak için Cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşacak yeni ve millî bir eğitim politikasına ihtiyaç vardı. Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi) hakkında bir önerge hazırlanarak TBMM’ye sunuldu. Önerge, 3 Mart 1924’te 430 sayılı kararla Meclis Genel Kurulunda kabul edilerek kanunlaştı.
Bu kanunun kazanımları ve özelliklerini: ülkedeki bütün eğitim ve öğretim kurumları tek çatı altında toplanmış, hepsi Maarif Vekâletine (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanmıştır. Bu kanunla Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’ne veya özel vakıflara bağlı medrese ve okullar, bütçeleriyle birlikte Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiştir. Yabancı ve azınlık okullarının dinî ve siyasî faaliyetleri engellenmiştir. İkili eğitim sistemi kaldırılarak, çağdaş bir toplum yetiştirecek millî eğitim sistemi kurulmuştur. eğitimde laiklik ve millilik ilkesine doğru önemli bir adımın atılmış oldu. Maarif Teşkilatı kanunuyla laik eğitime uygun bir anlayışla, ilk ve orta öğretimin esasları belirlenirken, eğitim hizmetleri modern hâle getirilmiş, devletin izni olmadan hiçbir okulun açılamayacağı karara bağlanmıştır. İlköğretim zorunlu
olmuştur. Orta öğretimde karma eğitime geçilmiştir.
Medreselerin Kaldırılması ve Sonuçları
Osmanlı Devleti’nde medreseler, eğitim-öğretim işlerini yürüten en önemli kurumlardı ve devletin dışında kendiliğinden oluşan bir yapıya sahipti. Batı dünyasındaki bilimsel gelişmeleri takip edemeyen ve çağın gereklerine göre kendisini yenileyemeyen bu kurumlar, zamanla devletin ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmişti. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bu müesseselerin de kaldırılmasının yolu açılmıştır. Şer’iyye ve Evkaf (Şeriat ve Vakıflar) ve Erkânı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) Nezaretlerinin kaldırılmasına dair kanun da kabul edilmişti. Maarif Vekâleti, yapmış olduğu inceleme ve çalışmalar neticesinde medreselerin kapatılmasına karar vermiştir. O dönemde mevcut medrese öğrencileri ilkokullara, liselere, öğretmen okullarına ve Maarif Vekâleti tarafından yeni kurulan İmam-Hatip Okullarına aktarılmıştır. Medreselerin kapatılması ile dinî eğitim sisteminden, millî eğitim sistemine geçilmiş hem amaç ve hedefler bakımından doğan farklılıklar, hem de teşkilat yönünden oluşan ayrılıklar ortadan kaldırılmış oldu.
Harf İnkılabı (1Kasım 1928)
Türkler, Göktürk veya Orhun yazısı denilen 38 harfli alfabeye sahip kendi dillerine uyan bir yazı ile kültür tarihi sahnesine çıkmışlardır. Türkler İslamiyet’e girdikten sonra ise, bütün Müslüman dünyasının alfabesi durumuna gelen Arap harflerini kullanmayı tercih etmişlerdir. Halk günlük hayatında Türkçe konuşup yazarken, bilim dili Arapça olmuştu. Yüksek çevrelerde ise edebiyat dili olarak Farsça daha çok rağbet görüyordu. II. Meşrutiyet’ten sonra ise Arap harflerinin terk edilerek Latin harflerine geçiş fikri yavaş yavaş dile getirilmiştir. Bu dönemde Türkçülük fikrinin etkisiyle millî edebiyat gibi akımların ortaya çıkması alfabenin ıslahını daima tartışma konusu olarak gündemde tutmuştur. 1925 yılında yapılan takvim ve uluslararası saat ile ilgili düzenlemeler, alfabenin de değiştirilebileceği konusundaki kanaatleri daha da artırmış, 1926 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Dil Heyeti” veya “Dil Encümeni” adıyla dil konusunda uzman kişilerden oluşan bir çalışma grubu kurulmuştur. Bu heyet Özellikle Latin harflerinin Türkçenin yapısına uygun olup olmadığını araştırmak amacı ile birçok alfabeyi inceleyecekti. 1 Kasım 1928 tarihinde yeni Türk harflerinin kabulü ile ilgili bir önerge sunulmuş, yapılan görüşmelerden sonra Latin esasına dayalı yeni Türk alfabesi “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla TBMM’de 1353 sayılı yasa olarak kabul edilmiştir. Devlet dairelerinde yazışmaların ve basılı evrakların tamamen yeni harflerle yapılması zorunluluğu getirilmiş, gazeteler bu harflerle basılmaya başlanmıştır. Yeni harflerin öğretilmesi için 1 Ocak 1929 tarihinde Millet Mektepleri açılarak halkın okuma-yazma öğrenmesi sağlanmıştır. Harf inkılabının sonucunda şu kazanımlar elde edilmiştir: &-Bütün ülkede okuma-yazma oranları artmıştır. &-Çağdaşlık yolunda önemli bir adım atılmıştır.
&-Toplumda kültürleşme ve sosyalleşme hızla genişlemiştir.
&-Batılı ülkeler ile olan ilişkilerin daha da gelişmesi sağlanmıştır.
&-Ülkede basım-yayım oranları artmıştır.
Türk Tarih Kurumunun Kurulması (12 Nisan 1931)
Tarih, devlet ve millet hayatının temel unsurlarından biridir. Ülkede iki türlü tarih anlayışı hâkimdi. Medreseler genellikle İslam tarihi ile ilgilenirken, okullarda hanedan tarihi öğretiliyordu. Geçmişi çok eskilere dayanan Türk tarihi yalnız İslam ve Osmanlı tarihi olarak okutuluyordu. Sanki Türk tarihi bunlarla başlamıştı. Türklerin İslamiyet’ten önceki varlığı ve uygarlığı, insanlık tarihine sunduğu katkıları yok sayılmıştı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin çok uluslu bir yapıda olması, millî bir tarih anlayışının doğmasını da engellemiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde millî bir tarih anlayışı gündeme gelmişse de bu çabalar yeterince etkili olamamış, millî tarih anlayışı yine Cumhuriyet Dönemi ile birlikte hayata geçirilmiştir. Atatürk Tarihi olayların muhakkak ilmî esaslara ve belgelere dayalı olarak incelenmesini arzu etmiş ve bilim adamlarını bu konuya özendirmiştir. Atatürk, millî tarih anlayışını oluşturup geliştirmek ve Türk tarihinin bilimsel metotlarla yeniden araştırılmasını sağlamak amacı ile 12 Nisan 1931 tarihinde “ Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini” kurdu. Daha sonra bu kuruluş 1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Bu kurumun çalışmaları Türk milletinin ve onun öz yurdu Anadolu’nun binlerce yıllık tarihini aydınlatırken, millî bir tarih anlayışının da oluşmasına yol açmıştır.
Türk Dil Kurumunun Kurulması (12 Temmuz 1932)
Osmanlı Devleti’nde Türkçe’ye Arapça ve Farsça’dan birçok kelimenin girdiği görülmektedir.Bu durum, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı kelimelerden oluşan Osmanlıca denilen bir dilin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.Bilim adamları Arapça ve Farsça kalıpların kullanıldığı Osmanlıca’yı kullanıyordu. Günlük hayatta ise halk daha saf bir Türkçe ile konuşuyordu. Böylece toplumda iki ayrı dil ortaya çıkmış, aydınlarla halk arasında da büyük bir uçurum oluşmuştu.Atatürk bu konuda hem kendisi bizzat çalışmış hem de çevresindekileri bu konuya yönlendirmiştir.Bu konuda yapılacak çalışmalar için de hedefler belirlemişti. Bu hedefleri :
&-Dilimizi, karma ve yapma bir dil olan Osmanlıca’dan kalan pürüzlerden ayıklamak. &-Bu yolla, aydınların dili ile halkın dili, yazı dili ile konuşma dili arasındaki açıklığı kapatmak.
&-Türk dilini yabancı dillerin etkisinden kurtarmak ve millî gelişmeyi sağlamak. &-Türkçe’yi uzun vadede çağdaş uygarlığın gerektirdiği her türlü ihtiyacı karşılayabilecek kelime ve kavramlara sahip, akıcı ve zengin bir kültür dili hâline getirebilmek. &-Dilde millileşmeyi tesis edebilmek.
Türkçenin dünya ve bilim dili olabilmesi gerekli çalışmaları yapmak şeklinde özetlenebilir. ***1928-1932 yılları arasında Türk dili ile ilgili çalışmalar yapmak amacıyla önce “Dil Heyeti” adıyla bir komisyon kurulmuş, 12 Temmuz 1932 tarihinde de “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.Bu kurumun çalışmaları neticesinde Türk dilinde sadeleştirmeye gidilmiştir.
Üniversite Reformu
Hem öğrenci bulamaması hem de medreselerin baskısı sebebiyle kapatılan Dâr’ül Fünûn 1900 yılında II. Abdülhamit Dönemi’nde “Dâr’ül Fünûn-ı Şahane” adıyla yeniden
açıldı.Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere genç Cumhuriyetin yöneticileri Dâr’ül Fünûn’un çalışmalarını yeterli görmüyorlardı.. Öneriler doğrultusunda reformun bir an önce yapılması için harekete geçildi ve İstanbul Dâr’ül Fünûn kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yeni bir üniversitenin kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933’te yürürlüğe girdi. İstanbul’da “İstanbul Üniversitesi” adıyla yeni bir üniversite kuruldu. Bu kanuna bağlı olarak Dâr’ül Fünûn’da görevli 240 bilim adamından 157’si görevden alınarak yeni kadrolarla eğitime devam edildi.İstanbul Üniversitesinden ayrı olarak 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü ve 1936’da da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi açılmıştır.
Güzel Sanatlar Alanındaki Gelişmeler
Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan inkılaplar arasında güzel sanatlarla ilgili düzenlemeler yapılırken, sanata ve sanatçıya ayrı bir yer verilmiştir.Güzel sanatlarla ilgili okullar, konservatuarlar, müzeler ve tiyatrolar açılmış; buralarda müzik, resim, heykel ve mimari dallarında sanatkârlar yetiştirilmiştir.Topkapı Sarayı, müze hâline getirilmiştir. Aynı yıl Konya Asâr-i Atika Müzesi açılarak millî sanat eserlerimiz sergilenmiştir.Etnografya Müzesi, müzecilik alanında önemli bir kuruluş olmanın yanı sıra inkılapların toplumsal yönüne verilen öneminde bir göstergesidir.1937 yılında bizzat Atatürk’ün emri ile bir de Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
UNITE 7 :
ŞAPKA KANUNU VE KILIK KIYAFET ALANINDA YAPILAN DÜZENLEMELER
**Osmanlı Devleti çok uluslu, çok kültürlü ve değişik inançlara sahip bir toplum yapısına sahip olduğundan, Osmanlı’da kılık-kıyafet birliğinden söz etmek mümkün değildi. Farklı dinlere mensup insanların kendi inanç ve geleneklerine uygun kıyafetleri giymeleri normal karşılanıyordu.
**II. Mahmut Dönemi’ne gelinceye kadar devlet, kılık kıyafet birliği konusunda ciddi bir düzenlemeye gitmemiştir. Islahatçı Padişah II. Mahmut, devlet örgütünü modern esaslara göre yeniden düzenlemeye karar verdiğinde, asker ve memurların kıyafetlerindeki karışıklığa son vermek ve onları belli bir saygınlığa kavuşturmak amacıyla o zamana kadar giydikleri cübbe, kürk, sarık gibi kıyafetleri yasaklamış, setre-pantolon ve potin giyme mecburiyeti getirmiştir.
**II. Meşrutiyet Dönemi’nde kadınların kıyafetleri üzerinde tartışmalar yapılmış, peçe ve çarşaf gibi giyecekler eleştirilmiş, peçe yüzü örten bir perde olmaktan çıkarılıp, süs aracı biçimine dönüştürülmüştür.
**Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması Türkiye’de medeni kıyafetlerin de benimsenmesini gerekli kılıyordu. Mustafa Kemal’e göre medeni bir toplum her yönüyle, şekliyle, tutum, düşünce ve zihniyeti ile medeni olmalıydı.
**Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos 1925 tarihinde Ankara’dan Kastamonu istikametine anlamlı bir seyahate çıktı. Bu seferki seyahatin sebebini kimse bilmiyordu. Gazi Mustafa
Kemal, 24 Ağustos 1925’de Kastamonu’ya ulaştığında şehrin girişinde büyük bir kalabalık tarafından karşılanmış. Gazi’nin ilk defa Panama Şapkasıyla görülmesi bundan sonra özellikle sosyal alanda yapılacak inkılapların ve değişimin habercisi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, yapacağı yenilikleri halka açıklar, onların görüş ve düşüncelerini alır.
**25 Kasım 1925’te çıkarılan kanun ile bütün memurlara şapka giyme zorunluluğu getirilmiş, 3 Aralık 1934’te çıkarılan bir kanun ile de din adamlarının ibadet yerlerinin dışında dinî kıyafetlerle gezmeleri yasaklanmıştır.
**Şapka bir başlık taklidi değil; hür fikir ve düşüncenin sembolü olarak kabul edilmiştir. Bu durum hem laiklik ve modernleşme açısından, hem de millî devletin güç kazanması açısından önemli bir inkılap hareketidir.
Tekke ve Zaviyelerin ortaya çıkış tarihi VIII. yüzyıla dayanmaktadır. Bunların kurumsallaşması ise X. ve XI. yüzyılda daha belirgin hâle gelmiştir.
**Tarikat aynı dine mensup kişiler tarafından benimsenen, tasavvufa dayalı, bazı ilke ve ayinleriyle birbirinden ayrılan, Allah’a ulaşma amacıyla takip edilen yollardan her birine verilen isimdir. Tekkeler ise tarikat mensuplarının oturdukları, tarikat ilke ve geleneklerinin öğretildiği dinî ve kültürel merkezlerdir. Tekkelerin küçüklerine “zaviye” denilirdi. Tekke ve zaviyelerin başındaki kişilere “şeyh”, tarikat şeyhlerine bağlı müritlere de “derviş” denirdi. Ölen din bilgini, devlet büyüğü ya da halktan bazı kişilere zamanla bazı üstün vasıfların yüklenmesi sonucunda ise bu kişilerin mezarları “türbe” adıyla kutsal mekânlar haline dönüştürülürdü.
**30 Kasım 1925’te çıkarılan bir kanunla “Tekke, Zaviye ve Türbelerin” kapatılması ile bir takım unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Aynı kanunla bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, seyitlik üfürükçülük ve gaipten haber vermek amacıyla muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması yasaklanmıştır.
SOYADI KANUNU’NUN KABULÜ
Genellikle insanlar isimlerinin sonuna baba isimlerini eklerler veya doğum yerleriyle isimlerini birlikte kullanırlardı. Bazen de doğum tarihlerini de ekledikleri olurdu. Örneğin; Yunus İbrahim, Celal Nuri.. Ancak bütün bunların hiç birisi soyadı yerini tutmuyordu.
**Çağdaş bir toplum olmayı amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çeşitli problemlere yol açan bu konudaki eski uygulamaları devam ettiremezdi. Bu amaçla 21 Haziran 1934’de çıkarılan “Soyadı Kanunu” ile her Türk vatandaşının öz adından başka bir soyadı taşıması mecburi hâle getirilmiştir.Nasıl kullanılacağı ıse kanunun ikinci maddesinde belirtilmiş, buna göre söyleyişte yazışta, imzada öz ad önde, soyadı sonda kullanılacaktır. Kanuna göre iki yıl içinde herkes mutlaka bir soyadı alacak, almayanlara ise devlet mecburen bir soyadı verecekti.
**1934 tarihinde çıkarılan diğer bir kanunla; “ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi” gibi toplumsal ayrıcalık ifade eden unvanların kullanılması yasaklandı.Bu durum halkçılık ilkesinin de gerçekleşmesinde önemli bir adım atılmış oluyordu.
**Konya Milletvekili Naim Hazım’ın (Onat) teklif ettiği Atatürk soyadı çoğunluk tarafından beğenilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın da onayıyla 24 Kasım 1934’de 2258 sayılı kanunla TBMM Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadını vermiş ve bu soyadının başkaları tarafından alınmasını ve kullanılmasını da yasaklamıştır.
MİLLETLERARASI TAKVİM, SAAT VE ÖLÇÜ SİSTEMLERİNDEKİ YENİ DÜZENLEMELER
Türk toplumundaki farklı uygulamaları ortadan kaldırmak ve uluslararası toplumla daha iyi
ilişkiler kurmaya yönelik yeniliklerle toplumsal yapı kökten değiştirilmiştir. Yasal
düzenlemeler şeklinde yapılan bu yeniliklerin arasında uluslararası takvim, saat, rakam,
ölçü, tartı ve hafta sonu tatilinin kabulü ile Türk toplum yapısındaki ikiliğe son verilirken,
medeni dünya ile de bütünleşmeye çalışılmıştır. Bu alanda yapılan ilk değişiklik Osmanlı
Devleti’nde de kullanılmakta olan Hicri ve Rumi takvimlerin yerine 26 Aralık 1925’te
milletler arası takvim olan Miladi Takvimin kabul edilmesiydi. Miladi Takvim, 1 Ocak
1926’dan itibaren de kullanılmaya başlandı. Ayrıca güneşin batışını saat 12 olarak kabul
eden saat sistemi yerine (alaturka) günün 24 saate taksimini esas alan düzenlemeye
gidilmiştir.
•Hicri Takvim: Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği 622 yılı başlangıç olarak kabul edilmiş ve yıl olarak da ay yılı kullanılmıştır. Hz. Ömer devrinden itibaren İslam dünyasında kullanılmaya başlanmıştır.
•Rumi Takvim: Seneyi maliye adıyla resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere güneş yılı esasına dayanan Rumi Takvim adıyla yeni bir takvim kullanılmıştır. Yılbaşı da mart ayı kabul edilmişti. Bu durum yılbaşını ocak ayı olarak kabul eden Batı ülkeleriyle problemlere yol açtığından, Osmanlı Hükümeti bir genelge ile ocak başlangıcını yılbaşı olarak kabul etmiştir.Daha ziyade resmî işlerde kullanılırdı.
**20 Mayıs 1928’de ise Arap rakamları terk edilerek, bugün kullandığımız milletlerarası rakamlar kabul edilmiştir. Hem belirli olmayan hem de bölgelere göre değişen eski ağırlık ve uzunluk ölçü birimleri kaldırılarak yerine metre ve kilogram gibi uluslararası ölçü ve tartılar getirilmiştir. Ekonomik ve ticari ilişkilerimizdeki kopukluğu gidermek amacıyla 1 Haziran 1935’te Hafta tatili Cuma gününden pazar gününe alınmıştır.
MİLLÎ BAYRAM OLGUSU VE TATİL GÜNLERİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ
Bayram günleri o toplumu millet yapan, onları birbirleriyle kaynaştıran önemli günlerdir. Bu amaçla TBMM hafta sonu tatilinin cuma gününden, pazar gününe alınması konusu da dâhil olmak üzere aynı kanun çerçevesi içerisinde millî ve dinî bayram günü tatilleri belirlenmiştir.
•23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı: Hakimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu
gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim kalan yoksul çocuklarını bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır.
SAĞLIK HİZMETLERİ ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER
yüzyılda Osmanlı Dönemi’nde nüfusun hızla artması, uzun süren savaşlar, göçler, insanların yeterince beslenememesi ve bulaşıcı hastalıkların artması saglık hizmetlerinin yeterince yerine getirilemediğini göstermekteydi.Ülkede tedavi imkânları kısıtlı, hekim sayısı az, hastaneler ve hastanelerdeki yatak sayısı yetersizdi ve yeterince ilaç yoktu.
**Sağlık hizmetleri ilk defa bağımsız bir bakanlık bünyesinde toplandı ve 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu. Yeni Türk Devleti, bu kapsamda acil olarak Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunu (Himaye-i Etfal) kurdu. Hekimlere mecburi hizmet getirildi ve sağlık hizmetleri devlet eliyle yürütülmeye çalışıldı. Sağlık teşkilatı genişletilerek, sağlık elamanları yetiştirmek, yeni hastaneler, doğum ve çocuk bakım evleri açmak, önemli bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek gibi önemli hayati konular ele alınmıştır.
**1930 yılında çıkarılan Belediye ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunları ile koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili önemli düzenlemeler yapıldı. Bulaşıcı hastalıkların devlete bildirilmesi mecburiyeti getirildi ve bu gibi hastalıkların tedavisinin bedava yapılması için karar alındı. Doktor, eczacı, sağlık memuru yetişmesi için Cumhuriyetin ilanından sonra okullar açılmış, hastanelerin ve yatak sayılarının artırılmasına önem verilmiştir.
KADIN HAKLARI KONUSUNDAKİ GELİŞMELER
Atatürk, Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ve ülkeyi kalkındırmak isterken kadınların bunun dışında tutulmasının mümkün olamayacağını belirtmiştir. Türk kadını 17 Şubat **1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu’nun uygulamaya konulmasından sonra kademeli olarak hak ettiği medeni, siyasi ve sosyal haklarına kavuşmaya başlamıştır. **Belediye Kanunu ile Belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ederken ,Muhtarlık seçimleri için aynı hakları elde etmişlerdir.
**5 Aralık 1934’te yapılan anayasa değişikliği ile de milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. En son 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu ile kadın erkek eşitliğini zedeleyen hükümler uluslararası anlaşmalar da göz önüne alınarak yeniden düzenlenmiştir.
ÜNİTE 8=EKONOMİK ALANDA YAPILAN İNKILAPLAR
-OSMANLI DEVLETİ’NDE İKTİSADİ YAPI VE SON DÖNEMLERDE ORTAYA ÇIKAN GELİŞMELER
Klasik denilen dönemlerde devletler ve halklar için yegâne zenginlik kaynağı toprak ve ticaretti. Bu durum Osmanlı Devleti için de geçerliydi. Bu sistemde toprak devletindi. Devlet ürün üzerinden daha çok vergi almaya çalışmaktaydı. Toprak gelirine göre has, zeamet ve timar olarak yöneticilere bırakılırdı.. Toprak sistemiyle halkın daha az hareketli bir şekilde yaşaması sağlanarak devlet otoritesinin kurulması sağlanıyordu. Osmanlı Devleti, lonca sistemiyle esnafın ve tüccarların da faaliyetlerine destek olmaktaydı. Özellikle yerli ve yabancı tüccarın güven içinde ticaret yapabilmeleri için yollar, kervansaraylar yapıldığı gibi buralarda emniyetin sağlanarak ülkede ticaretin canlı tutulmasına büyük önem verilirdi. Yine uluslararası ticareti destekleyip kazanç elde etmek için yabancı tüccarlara ayrıcalıklar vermişti. Bu durum başlarda sorun olmadı. Ancak 1600’lerden itibaren bazı sorunların ortaya çıkardı. “Coğrafî Keşiflerin” başlaması dünyada dengelerin Avrupalı devletlerin lehine gelişmesine sebebiyet verdi. Ticaret yollarının değişmesiyle gümrük gelirlerinin önemli kısmını kaybeden Osmanlı Devleti, bir taraftan enflasyonist hareketlerle uğraşmak zorunda kalırken diğer taraftan da paranın değerinin düşmesi hem ülkede isyanların çıkmasına hem de bütçe açıklarının artmasına sebebiyet verdi. Bu süreçte devlet para ihtiyacını karşılamak için toprak sistemiyle oynadı. XVII. yüzyıldan itibaren devlet zenginlerden sıcak para alarak, toprak gelirlerinin önemli bir kısmını “İltizam” denilen sisteme bıraktı. Bu yeni sistem devletin kısa vadede ihtiyaçlarını karşılamasına yaradı ama halkın ödemek durumunda kaldığı vergi yükünü de artırdı. Bu değişim halk devlet bütünleşmesini olumsuz etkiledi ve asayişsizliğin artmasına zemin hazırladı. XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da üretim imkânlarının artmaya başlaması Osmanlı Devleti’nde yerli ve geleneksel üretimi ve esnaf-tüccar kesimini derinden etkiledi.İsyanlar karşısında toprak bütünlüğünü korumak isteyen Osmanlı Devleti, bu dönemde İngiltere’nin desteğini alabilmek için 1838’de Balta Limanı Antlaşması’nı imzalayarak İngiliz tüccarlara yeni ayrıcalıklar tanımak zorunda kaldı. Paranın değeri gittikçe düştü. 1840’da ilk defa “Kaime” denilen kağıt para piyasaya çıkarıldı.. Osmanlı yöneticileri tek çıkış yolunun borçlanmak olduğunu düşündü. 1854’te Fransa’dan ilk borç para alındı. Avrupalı devletlerin müdahalesiyle de Duyûn-ı Umumiye İdaresi(Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. Osmanlı Devleti yarı sömürge bir devlet hâline geldi. II. Abdülhamit Dönemi’nde de devam etti. II. Meşrutiyet yıllarından itibaren savaşların maliyeti bozuk ekonomik dengeleri iyice sarstı.Bütün bu olumsuzlara rağmen İttihat ve Terakki’nin 1913’te “Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkatı” ülkede sanayileşme adına çok önemli adımlar oldu. Şevket Pamuk’a göre; ‘’ Almanya'nın ve diğer Avrupa ülkelerinin itirazlarına karşın, Eylül 1914’ten itibaren kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı. 1916 yılından itibaren de yerli üretimi korumayı amaçlayan yeni gümrük rejimi uygulanmaya başlandı. Böylece korumacı politikalara geçiş, ancak dış iktisadı ve siyasal ilişkilerin kesintiye uğraması sayesinde mümkün olabiliyordu.” Osmanlı Devleti fiilen işgal edilerek yok edilmek istendi. Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı’nın başlaması da bu fiili durumun bir sonucu olarak vuku buldu.
ATATÜRK VE EKONOMi
Atatürk’ün ekonomi hakkındaki görüşleri iki esas üzerine oturmuştur. Bunlar, “tam bağımsızlık ve
milliliktir.” Bu ilkelerden hareketle gösterilen hedef ise ekonomik kalkınmadır. Atatürk, özellikle
para değerinin istikrarına büyük önem vermiştir. Atatürk Dönemi’nde ekonomik alanda yapılan
çalışmaların amaçlarını şöyle ifade edebiliriz:
&-Ülkenin tam bağımsızlığını bu alanda da gerçekleştirmek.
&-Ekonomide millî ve millileştirme çabalarını sürdürmek.
&-Özel teşebbüsü harekete geçirmek.
&-Büyük yatırımları devlet eliyle yapmak.
&-Dünya ticaretinde yer edinmek.
&-Ekonomide modern teknikleri kullanarak üretim yapmak.
&-İstiklâl Savaşı’nın Mali Kaynakları
Yeni Türk Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşanan ekonomik sıkıntılar bağışlar ve Anadolu insanının fedakârlıklarıyla aşılmaya çalışılmıştı. Mali kaynakları iç ve dış kaynaklar olarak değerlendirmek mümkündür. İç kaynaklar arasında ferdî ve halktan toplanan bağışlar önemli yer tutar. Bu
kaynaklar arasında en dikkat çekici olanlarından birisi de özel vergilerdi. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında en önemli kaynaklar arasında “Tekâlif-i Milliye Emirleri” de vardı. İç kaynaklar arasında İstanbul’da bulunan vatanperver devlet adamlarının desteği ile de önemli gelirler elde edilmiştir. Özellikle Kuva-yı Milliye birliklerinin ihtiyaçları için destek sağlanmıştır.Dış kaynakların da büyük katkıları olmuştur. Bu yardımlar arasında Hintli Müslümanların yıllarında gönderdikleri İngiliz Lirası ve Hint Hilafet Komitesi’nin organizasyonu ile toplanan yardımlar büyük bir anlam taşımaktadır. Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı’nda bir diğer önemli dış yardım da Azerbaycan ve Kıbrıslı Türklerden gelmiştir.
I. Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923)
Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de I. Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanmasını sağladı.Kongre Batılı devletlere bir mesaj ve Yeni Türk Devleti’nin sosyo-ekonomik yapısına yeni bir vizyon katmayı hedeflemiştir. Türkiye İktisat Kongresinin toplanma amacı şöyle ifade edilebilir:
&-Ülkenin sosyo-ekonomik kalkınması yolunda yeni bir vizyon geliştirmek, &-Kalkınmanın plan, program, yöntem ve kaynaklarını belirlemek, &-Tam bağımsızlık yolunda ekonomi alanında atılacak adımları belirlemek, &-Batıda var olan gelişmeleri ülkeye taşımak,
&-Özel ve kamu gücünün oluşturulması için gerekli adımları atmak, &-Sanayi alanında devlet gücünün kullanımı için gerekli çalışmaları başlatmak
Kongrede; Türkiye’de gümrük sorunları, vergiler, ulaşım imkânları, üretimin yeniden düzenlenmesi ve kredi sorunları, konuşulacak konular olarak belirtilmiştir. Kongreye katılan gruplar kendi görüşlerini rapor hâlinde kongreye sunmuş ve görüşleri büyük oranda kabul edilmiştir:
TÜCCAR GRUBU:Yeni bir ticaret bankasının kurulması, Kambiyo ve borsa işlerinin millileştirilmesi, Yeni ticaret merkezlerinin açılması, Cuma gününün bütün Türkiye’de resmî tatil olması, Madenlerimizin verimli işletilmesi, Ormanların korunması ve iyileştirilmesi, Gümrük işlerinin yeniden düzenlenmesi, Deniz ticaretinin sorunlarının çözümlenmesi
SANAYİ GRUBU: Yerli sanayinin korunması için ithalat üzerinde ağır vergi uygulanması,Sanayi için lazım olan makine ve parçalarının gümrüklerden muaf tutulması, Teşvik-i Sanayi Kanunu çerçevesinde sanayicinin desteklenmesi, Sanayi için ulaşım imkânlarının artırılması, Sanayi bankalarının kurulması, Sanayi mekteplerinin kurularak, teknik eleman yetiştirilmesi, Sanayicinin örgütlenebilmesi için sanayi odalarının kuruluşunun sağlanması.
***Kalkınmanın özel ve devlet teşebbüsleriyle olacağı anlayışını karşılayan “Karma Ekonomik Model” esas alınmıştır. İzmirde toplanan Kongre; yaptığı çalışmalar sonucunda “Misak-ı İktisadi/Ekonomi Yemini” denilen bir programı kabul etmiştir. Kongre, geniş katılımlı ve demokratik esaslar doğrultusunda çalışmalarını sürdürmüştür.
Tarım Alanında Yapılan Çalışmalar
Osmanlı Devletinde Nüfusun % 80’i kırsal kesimde yaşıyor, millî gelirin önemli oranı ise tarım gelirlerinden sağlanıyordu. I. Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan prensip kararları çerçevesinde ekonomik programların tarım alanından başlatılması gerçekçi bir adımdı.Üretilen üründen % 10’unun devlete vergi olarak verilmesi anlamına gelen “Aşar Vergisi” kaldırılmıştır. Aşar Vergisnin kaldırılması Halkçılık İlkesiyle ilgilidir.Böylece çiftçinin yükü hafifletilmiş ve kendi kendine yeter bir duruma getirilmek istenmiştir. Ziraat Bankası’nın desteği sağlanarak, makine ithalatı kolaylaştırılmıştır. Tohum Islah İstasyonları açılmıştır. Zirai Kredi Kooperatifleri hayata geçirilerek çiftçinin parasal sorunu çözülmeye çalışılmıştır. Ağacın olmadığı yerde ; “Orman Çiftliği” dediği örnek tesisi hayata geçirdi. Ve çiftçinin ürününü değerlendirmek için “Toprak Mahsulleri Ofisi” kuruldu.
Sanayi Alanında Yapılan Çalışmalar
Sanayileşmeyi; “millî bir dava” gibi, ürünleri bizzat üreterek tam bağımsızlığı sağlamak ve halkın refahını yükseltmek, devleti kuran iradenin en temel arzusuydu. Türkiye İktisat Kongresi’nde millî sanayi için;Sanayinin teşviki, Sanayiciye kredi temini, Sanayi için mühendis ve teknik eleman eğitimi, Yerli malının teşviki, Gümrük tarifelerinin yeniden düzenlenmesi gibi özetlenebilecek prensip kararlar alınmıştı. Bu doğrultuda yapılan çalışmaların başında Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun,
1927’de yukarıda ifade edilen prensipler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gelmektedir. Böylece bununla devlet, sanayi alanında yatırım yapacaklar için; Arazi, Gümrük muafiyeti, Taşıma indirimleri, Bazı vergilerden muafiyet, Ürünlerin alım garantisi gibi kolaylıklar sağlayacaktı.
***Ülkenin ihtiyacı olan şeker üretimi ve bundan katma değer yaratılması için Uşak Şeker Fabrikası kuruldu. Ülkede özel teşebbüsün sanayi yatırımlarını desteklemek ve madenlerin işletilmesini kolaylaştırmak için Türkiye İş Bankası kuruldu.Madenlerin işletilmesi yolunda sanayiciyi teşvik maksadıyla; “Türkiye Sanayi ve Maadin (Madenler) Bankası” , yoksul ve sahipsiz insanlarımıza destek olunması için Emlak ve Eytam Bankası (Mülkler ve Yetimler Bankası)’’ Bankanın adı 1946’da Türkiye Emlak ve Kredi Bankası olarak değiştirilmiştir.). Para politikalarını yürütmek üzere “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” kurulmuştur. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin sonucu olarak ekonomide ve sanayileşmede istenilen seviye yakalanamamıştır. Bu durum ekonomide devletçilik döneminin başlangıcı olmuştur.Bu anlayış değişikliği doğrultusunda yapılan yenilikleri ise şöyledir: &-Sanayi ve Maadin (Madenler) Bankası yerine Sümerbank’ın kurulması. &-1935’te Etibank’ın kurulması
&-1938-1944’te de II. Beş Yıllık Kalkınma Planı,
&-1935’te Maden, Teknik ve Arama Enstitüsünün kurulması,
&-1930’da Türk parasının kıymetini koruma kanunun çıkarılması gibi yeniliklere imza atılmıştır. Ticari Alanda Yapılan Yeni Düzenlemeler
Osmanlı Devleti’nde ticaret büyük oranda gayrimüslimlerin kontrolündeydi. Duraklama ve
Gerileme Dönemleri’nde kapitülasyonları iyi değerlendiren gayrimüslim tüccarların kazanımları
karşısında Osmanlı Türk tüccarı zayıflamıştır. İstiklal Savaşı yıllarında büyük bir durgunluğa maruz
kalan ticaret hayatı yeniden düzenlenmiştir. Bu çerçevede çok önemli adımlar atılmıştır. Bunlardan
bazıları:
&-1925’te Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu çıkartıldı.
&-Ülkede muhtelif üretim sahalarında alım satım işlerini düzene sokmak için borsaların kurulması sağlandı
&-Yerli üretimi tanıtmak ve sürüm için Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde sergilerin açılması gerçekleştirildi
&-Ticaretin daha bilinçli yapılabilmesi için Samsun, İzmir, Adana gibi şehirlerde Ticaret Liseleri ve &-Yüksek Ticaret Mektepleri açıldı.
&-Ülkede ekonomiyi yönlendirebilmek ve hükümete görüşler sunabilmek için “Âl-i İktisad Meclisi
(Yüksek Ekonomi Kurulu)” oluşturuldu.
&-Yurt dışında ticaret mümessillikleri ve İstanbul’da ise İhracat Ofisi kuruldu.
&-Şirketleşme ve sigortacılıkla ilgili düzenlemeler yapıldı.
&-1926’da Kabotaj Kanunu çıkarılarak Türk denizlerinde ticaretin Türk tüccarının kontrolüne geçişi
sağlandı.
&-Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu (12 Ocak 1929).
&-Kara, deniz ve demiryolu alanlarında yatırımlar artırıldı.
Ünite 9
DIŞ POLİTİKA KAVRAMI NEDİR?:Bu kavram Ömer Kürkçüoğlu’nun ifadesiyle “tabu” niteliğindeydi. Ömer Kürkçüoğlu şöyle tanımlamıştır:“Bir devletin başka bir devlete veya devletlere ya da daha geniş anlamıyla uluslararası alana karşı izlediği politikaya,dış politika diyebiliriz”.
Tayyar Arı ise bu kavramı;uluslararası politikaların “girdisi” olarak ifade eder ve şu tanımı yapar:“Bir devletin amaçları,hedefleri ve davranışları açısından bakar,bir devletin uluslararası sisteme veya diğer devletlere karşı tutumunu inceler.Örneğin Türkiye’nin Orta Doğu veya Kıbrıs politikası vb.”
***Devletlerin ve uluslararası kuruluşların birbiriyle olan ilişkilerine uluslararası ilişkiler denir.
Bir ülkenin,kendi sınırlarının ötesine karşı izlediği politika o ülke açısından “dış politika” ;daha geniş bir açıdan (sistem açısından) bakıldığında ise bir “uluslararası ilişki”dir.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AMAÇ VE İLKELERİ
Dış politikada M.Kemal Atatürk Dönemi’nde takip edilen yolun adı millî siyasettir.Türk dış politikasının temel ilkeleri:
>Türkiye’nin dış politikası akılcı ve gerçekçidir.
>Uluslararası sorunların hukuk yolu ile çözümlenmesinden yanadır.
>Türk devletinin dış politikasının ana ilkesi “yurtta sulh,cihanda sulh”tür.
>Devletlerarası ilişkilerde diyaloğa açık ve yapıcıdır.
>Millî siyasete zarar verme niyeti olmayan devletlerle iyi ilişkiler kurmaktır.
>Devletlerarası ilişkiler tarihini iyi bilerek,güvenirlilik esasına bağlıdır.
>Dış politika barışçı,insaniyetçi,kendine güven kadar milliyetçidir.
>Mazlum milletlerin sorunlarıyla alakadardır.
>Diğer devletlerin içişlerine karışmamaktır.
>Dünya barışına katkı sağlamaktır.
Türk dış politikasının ilkelerinden hareketle Yeni Türk Devleti’nin amaçları Mehmet Gönlübol’un ifadesiyle:
>>Millî bir devlet kurmaktır.
>>Tam bağımsız bir devlet olmaktır.
>>Modernleşme ve demokratlaşmaktır.
>>Devleti ilelebet yaşatmaktır.
>>Barışı korumaktır.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GELİŞME EVRELERİ
1919-1923 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
*Misak-ı Milli'nin gerçekleştirilmesi ve yurdun işgalden kurtarılması
*Kesin bağımsızlığın saglanarak,bunun Avrupalı devletler tarafından tanınmasının sağlanması *Türk vatanının milliyet anlayışına göre parçalanmasını önleme ve her alandaki kısıtlamaların kaldırılması
*Amaçları doğrultusunda hareket etmiştir.
1923-1930 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
*Lozan'dan geriye kalan pürüzlerin çözümlenmesi ve alınan kararların uygulanmasını sağlamayı Musul Meselesi
Nedeni:Irak'ın Türk birliklerinin elinde olmasına rağmen;İngiltere,Fransa,Almanya gibi devletlerin Musul bölgesindeki zengin petrol yatakları icin rekabete girmesi Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngiltere,Mütareke’nin 7.maddesine dayanarak Musul’u işgal etti ve Türk birlikleri burayı boşaltmak zorunda kaldı.1916'da İtilaf devletlerinin kendi aralarında yaptıkları gizli antlasmayla (Skyes-Picot) Irak Fransa'ya bırakıldı.
**Musul Bölgesi’nin elde tutulmasında İngiltere kadar TBMM Hükümeti de kararlıydı.1922’de bu kararlılığın bir gereği olarak 1 Şubat’ta M.Kemal Paşa,Özdemir Bey’in komutasında Türk askerî birliklerini bölgeye göndermiştir.Böylece adı konulmamış bir Türk-İngiliz Savaşı başlatılmış oldu.1922’de Lozan Konferansı’nın başlaması Musul’a yönelik bu hareketin sonlandırılmasına sebep olmuştu.
Sonuç:Türkiye bu karara büyük tepki göstermesine rağmen fazla ileri gidemedi.Çünkü o sıralarda Şeyh Sait İsyanı ile meşguldü.Ayrıca çözüm bekleyen bir sürü sosyo-ekonomik ve siyasi meselenin varlığı Türkiye’nin elini kolunu bağlıyordu.Nihayetinde 5 Haziran 1926’da İngiltere ile Ankara Antlaşması imzalandı ve Musul da Irak’a dolayısıyla İngiltere’ye bırakılmış oldu.
Dış Borçlar
Kapitülasyonlardan yararlanarak Osmanlı ülkesine en çok yatırım yapan ve en çok borç veren devlet Fransa’ydı.Bunun için de Fransa’nın çabası verdiği paraları kurtarmak uğruna olmuştur.Bu mesele için 1925’te toplanan heyetler arasında yaşanan anlaşmazlık çok uzadı ve müzakereler ancak 13 Haziran 1928’de sonuçlandı.Bu aşamada Türk tezi kabul edilerek ona göre bir ödeme planı yapıldı.Bu plan 1 Aralık 1928’de TBMM’de kabul edilmiş ve Osmanlı Duyun-u Umumiyesi’nin de faaliyetlerine son verilmiştir.Mesele tam da hallolmuştu ki 1929 Dünya Ekonomik Krizi bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de derinden etkilemiş ve ödemelerde aksamalar olmuştur.1931’de ABD Başkanı Hoover kendi adıyla anılan moratoryumu ilan etmiş,Türkiye’de bunu esas alarak borçların ödemesini geciktirmişti.Armaoğlu bundan sonraki gelişmeleri şöyle izah eder:“Alacaklılar,Osmanlı borçlarının tamirat borcu olmadığını ileri sürerek buna itiraz
ettiler.Görüşmeler yeniden başladı ve 22 Nisan 1933’de Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalandı.Bu sefer ki,sözleşme Türkiye’nin daha lehine idi”.
****Moratoryum:Vadesi gelmiş bir borcun kanun gereği mahkeme kararı,karşılıklı anlaşma veya borçlunun tek taraflı kararıyla belirli bir süre veya sürekli olarak ödenmesinin ertelenmesi;borçlu tarafından alacaklıya borcun ödenmeyeceğinin ilan edilmesi.
Yabancı Okullar Meselesi
Türkiye-Fransa arasındaki problemdir.Hükümetin 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat,1926 tarihli Maarif Teşkilatı yönetmeliğinde;bütün okulların Milli Eğitim Başkanlığına bağlanması ve tarih,coğrafya gibi derslerin Türkçe okutulması bu derslerin Türk öğretmenlerince okutulması,idarecilerden birinin Türk olması gibi kararlarını kabul etmek istemediler.Hatta işin içine papalık bile girmeye çalışmıştı,fakat Türk Hükumeti bunu bir iç mesele sayarak papayla görüşmeyi reddetmistir.Bu sorunlar Fransa,ABD gibi devletlerle ilişkilere olumsuz olarak yansımıştır.
Nüfus Mübadelesi
Yunanistan-Türkiye arasındaki nüfus degisimidir.(Anadolu'da yaşayan Rumlar ile Yunanistan'da yaşayan Türkler göç ettirildi [10 Haziran 1930] => nüfus değiş tokuşu )
***Yapılan antlaşma Türk-Yunan iliskilerini biraz yumuşattı ve Balkan Atlantı'nın kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Bozkurt-Lotus Olayı
1926 yılında Türkiye ve Fransa arasında yaşanan bu olay iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz olarak etkilemiştir.Bu mesele şöyle cereyan etmiştir:2 Ağustos 1926’da Ege Denizi’nde seyreden kömür taşıyan Bozkurt adlı Türk gemisi,bir Fransız şirketine ait Lotus gemisiyle çarpışmış ve kazada sekiz Türk kaybolmuştur.Her iki geminin kaptanı hakkında açılan davada dikkatsizlik ve kazaya sebebiyet suçundan çeşitli cezalar verilmiştir.Bu gelişme üzerine Fransa,Türkiye’yi kınamış ve Fransız kaptanın hemen salıverilmesini istemiştir.Türkiye ise bu talebi ve notayı reddetmiştir.Bunun üzerine konu Lahey Adalet Divanı’na götürülmüştür.Burada Türkiye’yi Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey (Bozkurt soyadını bu davadaki rolünden almıştır) temsil etmiştir.Lahey Adalet Divanı,7 Eylül 1927’de Türkiye’nin lehine karar vermiştir.
***Böylece Türkiye uluslararası alanda hükm-ü şahsiyetini,kimliğini bir kez daha kabul ettirmiş ve bir önemli başarıya imza atmıştır.
1930-1939 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
Türkiye Cumhuriyeti Devleti,1923-1930 yılları arasında hem iç hem de dış meselelerin çoğu bir sonuca kavuşturulmuştur.1930’lardan itibaren bütün dünyada işbirliğinin öneminin arttığı ancak bir o kadar da güçleştiği bir sürecin devamından ibaretti.
Gönlübol ve Sar’a göre bu sürecin iki yönü vardır.Biri iktisadi diğeri de siyasidir.
**İktisadi yönü;1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin etkisi dünya devletlerinin dış politikalarında belirgin bir değişikliğe ortam hazırlamıştır.
**Siyasi yönü ile de devletlerarası mücadelede devletçi ve milliyetçi ideolojilerin en önemli dış politika unsuru olmasıdır.
Özellikle Almanya ve İtalya’nın I.Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Yeni Dünya düzenine yani “Versailles” sistemine karşı politika izlemeleri uluslararası ilişkilerde takip edilen politikaları sorgular hâle getirmiştir.Bu gelişmeler karşısında Türkiye,kendi güvenliği kadar dünya barışının da yeniden tesisi için dış politikasında yeni arayışlar içinde olmuş ve önemli roller üstlenmek istemiştir.
Milletler Cemiyeti,I.Dünya Savaşı sonrası kurulan Yeni Dünya düzeni yani “Versailles” sisteminin yaşatılması için kurulmuş uluslararası bir örgüttü.Türkiye,bu cemiyete ilk zamanlar sıcak bakmadı.(Musul Meselesi’nde Cemiyetin yanlı tavrı Türkiye’nin örgüte yaklaşımında mesafe koymasına sebep oldu.) 1930’lara gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası çalışmalarda dışarıda kalmıştı.
**1928’de silahsızlanma komisyonlarında görev alması,
**1929’da dünya barışı için Briand-Kellog Paktı’nı imzalaması, **Dünya ekonomik krizinin Avrupalıları etkilemesi,
***1930’larda Türkiye’nin Yeni Avrupa projesinde yer alması gerektiği hususunda bir kanaatin oluşmasına sebep oldu.1931’de ise bu gelişmelerin sonunda Türkiye,Cemiyete üye olmayı prensipte kabul etti.
***13 Nisan 1932’de Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey'dir.
***Cenevre’de 18 Temmuz 1932’de kırk üç devletin ittifakıyla Türkiye’nin üyeliğini kabul etmiş oldu.
****Briand-Kellog Paktı:ABD Dışişleri Bakanı Kellog ve Fransa Dışişleri Bakanı M.Briand tarafından sürdürülen görüşmeler sonucunda 27 Ağustos 1928’de Paris’te ABD,İngiltere,Almanya,İtalya,Japonya,Polonya,Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalandı.Bu paket ile savunmaya dayanmayan savaş kanun dışı sayılmış ve devletlererarası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması esas alınmıştır.Bu suretle de dünyada bir barış havası sağlanmak istenmiştir.Türkiye’de bu pakta 8 Temmuz 1929’de dâhil olmuştur.
Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
**Türkiye,Yunanistan,Yugoslavya ve Romanya arasında imzalandı.[formül :TAYYAR ]
**9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Birliği (Entente) kurulmuştur.
Böylece Balkanlı dört devlet Almanya ve İtalya’nın emperyalist politikalarına karşı işbirliği yapmış,Türkiye’de batı sınırlarını güvence altına almayı başarmıştı.
Dünyadaki gelişmeler,Türkiye'nin boğazlar meselesini yeniden gündeme getirdi.Bu gelişmeler: >Japonya'nın Mancurya'ya saldırması karşısında Milletler Cemiyetinin sessiz kalması >İtalya'nın Habeşistan'ı işgal etmesi
>Almanya'da Versailles Antlaşmasına aykırı olarak Ren Bölgesini silahlandırması >Japonya'nın Milletler Cemiyeti'nden ayrılması
Türkiye'nin istegi ile İsvicre'nin Montrö sehrinde bir konferans toplandı.Bu konferansa katılan devletler:Türkiye,İngiltere,Fransa,Sovyetler Birliği,Japonya,Yunanistan,Yugoslavya >>>Konferansa katılmayan İtalya 2 yıl sonra bu sözleşmeyi tanımıştır.
Mondrö Sözleşmesinin Önemli Maddeleri:
**Lozan'da kurulan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkiler T.C.ye devredilmistir. **Lozan'da Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde,Türkiye asker bulundurabilecek
**Ticaret gemilerine her iki yönde boğazlardan geçiş serbest bırakılmıştır,savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılmıştır.
**Türkiye savaşa girer veya bir savaş tehlikesiyle karşılaşırsa boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir.
ÖNEMİ:
@Türkiye büyük siyasal zafer kazanmış,uluslararası saygınlığı artmıştır.
@Türkiye'nin boğazlar üzerindeki egemenliği güçlenmiştir.
@@@Boğazlar rejimine ilişkin 24 Temmuz 1923 tarihli Mukavelename gereğince kurulmuş olan Uluslararası Komisyonun yetkileri Türkiye Hükümeti’ne devredilmiştir.
Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937)
Türkiye,İran,Afganistan ve Irak arasındaki dörtlü pakt 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayı’nda imzalandı.Bu pakt beş yıllığına imzalanmıştır.Buna göre taraflar Milletler Cemiyeti esaslarına,Briand-Kellog Paktı’na bağlı kalacakları,birbirlerinin içişlerine karışmayacakları, sorunlarını diyalog yoluyla çözecekleri birbirine saldırmamayı veya bu yönde olabilecek hiçbir harekete girmemeyi kabul etmişlerdir.Sadâbad Paktı,14 Ocak 1938’de Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kanun teklifiyle TBMM tarafından kabul edilmiştir.
***Böylece Türkiye doğu sınırlarını güvence altına almıştır.Pakt,II.Dünya Savaşı’yla birlikte kendiliğinden ortadan kalkmıştır.Ancak bölge barışına önemli bir katkı sağlamıştır.
Hatay Meselesi ve Türkiye’ye Katılma Süreci
Eylül 1936’da Suriye’ye Kasım 1936’da da Lübnan’a bağımsızlıklarını verdi.Sancak Bölgesi’nin yönetimini de Suriye’ye devretti.Bu son gelişme Türkiye’nin asla kabul edemeyeceği bir gelişmeydi.Türkiye’nin,Milletler Cemiyeti nezdindeki girişimleri de bir sonuç vermeyince 9 Eylül
1936’da Fransa’ya nota verdi.Türkiye bu notasında Sancak Bölgesi’ne bağımsızlık verilmesini istedi.Bu haklı istek maalesef Fransa tarafından kabul görmedi.Gerekçe olarak da Suriye’nin parçalanacağı savı ileri sürüldü ve meselenin halledilmesi için taraflar Milletler Cemiyetine gitmeyi uygun gördü.Cemiyet,14 Aralık’ta konuyu gündemine almış,Norveç ve İsviçreli gözlemcilerden oluşan bir komisyonun kurulmasına karar vermişti.Komisyon çalışmalarını sürdürürken 20 Ocak 1937’de Cemiyet toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş,özellikle İngiltere Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuğuyla Sancak Bölgesi için yeni bir statünün kabulü yönünde bir anlaşma sağlanmıştır.Bu yeni statüye göre;İskenderun ve Antakya içişlerinde tam bağımsız,fakat dış işlerinde Suriye’ye bağlı kalacak,ayrı bir anayasası olacak,resmî dili ise Türkçe olacaktı.Daha sonraki görüşmelerde resmî dil Türkçe ve Arapça olarak kabul edilmiştir. Sancak’ın ülke bütünlüğü Türkiye ve Fransa tarafından teminat altına alınacaktır.29 Kasım 1937’de yürürlüğe girecek ve bölgede yeni seçimler yapılacaktı.Türkiye’nin itirazları üzerine seçim sistemi 7 Mart 1938’de Türkler lehine değiştirildi.Seçimler 3 Mayıs 1938’de Milletler Cemiyeti seçim komisyonunun gözetiminde yapıldı.Seçimler Fransa’nın bazı engellemelerine ve aleyhte organizasyonlarına maruz kaldı.
***Türkiye’nin kararlı tavrı ve dünyada meydana gelen konjonktürel gelişmeler Fransa’nın Sancak politikasını değişime zorlamıştır.Sancak’ta temsilci Garreau’yu görevden alarak 6 Haziran’da Abdurrahman Melek’i valiliğe atamıştır.3 Temmuz 1938’de de Türk-Fransız Askerî Antlaşması imzalanmıştır.Bu antlaşma gereğince de garantör devlet olarak Türkiye 4 Temmuz’da 2500 kişilik askerî birliğini Sancak’a göndermiş ve birlik görevine başlamıştır.Bu gelişmeler üzerine seçimlere yeniden başlanmış ve Türkler 40 kişilik Mecliste 22 milletvekili çıkarmış,yeni Meclis 2 Eylül 1938’de toplanmıştır.Seçilen milletvekillerinin hepsi Türkçe yemin etmiştir.Meclis,Milletler Cemiyetinin daha önce hazırladığı anayasayı kabul etmiş ve Tayfur Sökmen Cumhurbaşkanlığı’na,Abdulgani Türkmen Meclis Başkanlığı’na,Abdurrahman Melek de Başbakanlığa seçilmiştir.Ayrıca yapılan değişiklikle Sancağın adı değiştirilmiş ve devletin adı Hatay Cumhuriyeti olarak ilan edilmiştir.Yaklaşık bir yıl varlığını sürdüren Hatay Cumhuriyeti ve Meclis’i Türkiye’ye ilhak etmeyi gündemine almıştır,29 Haziran 1939’da Meclis’te oybirliğiyle gerçekleştirilmiş ve Hatay Cumhuriyeti Anavatana katılma kararı vermiştir.
UNITE 10=ATATURK’UN ÖLUMUNDEN SONRA TURKIYE
TÜRKİYE’DE TEK PARTİ YÖNETİMİNİN KURULMASI
Bilindiği üzere demokratik sistemlerinin en karakteristik özelliği siyasi iktidarın sınırlı ve denetlenebilir olmasıdır. Otoriter ve totaliter yönetimlerde ise bu sınır belirsizdi. Dolayısıyla güçlü iktidar olmak için ideolojik devamlılık esastı. Tek partili sistem, her şeye hâkimdir ve milletin hepsini temsil iddiasındadır.
1931’de CHF’nin III. Büyük Kurultayı toplandı. Kurultayda partinin programı ve tüzüğü yeniden hazırlandı. Kurultayda güçler birliği anlayışının devamı yönünde kararlar alınırken kadınların demokratik hakları ve “6 Ok” diye tarif edilen ilkelerin hayata geçirilmesi yönünde adımlar atıldı. Parti içinde ve çevresinde otoriter yönetim taraftarı olarak bilinen Recep (Peker) Bey, CHP Genel Sekreterliği görevine getirildi.
****Recep Bey Dönemi’nde çok dikkat çekici kararlar alındı. Mesela Türk Ocakları, Türk Kadınlar Birliği, Mason Dernekleri lağvedildi. Halkevleri, halkodaları kurularak bütün ülkede örgütlenmesi sağlandı. Halkevleri, CHP’nin bir örgütü olarak direktiflerle yönetildi.
Recep Peker’in CHP’ye otoriter bir kimlik kazandırma çabası ve devlet işlerine aşırı derecede karışmasının sonucunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından Parti Genel Sekreterliği görevinden alındı ve yerine Şükrü Kaya atandı. 18 Haziran 1936’da alınan bir kararla da Valiler aynı zamanda CHP il Başkanı, İçişleri Bakanlarının da CHP Genel Sekreteri olması usulü getirildi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı ve ardından İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ve CHP’nin 1938 Aralık ayındaki kurultayında aldığı kararlar yeni bir dönemin de hazırlayıcısı oldu.
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRKİYE’DE YAŞANAN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER Dunya’nın gıdısatından buyuk endıseler duymaya başlayan M.Kemal Ataturk, öncelikle iç sorunları halletme yoluna gitti. Lozan’dan kalan dış sorunları ustalıkla bir çözüme kavuşturdu. Türkiye’nin dış güvenliğini sağlamak için de komşu devletlerle ikili antlaşmalar yaparak ortak paktların kurulmasına öncülük etti.
Ülkenin büyük sorunları karşısında verilen mücadeleler, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedenini yorgun düşürdü. 1937’de başlayan hastalığı 1938’de iyice depreşti ve yatağa düşürdü. 10 Kasım 1938’de 57 yaşında iken ebediyete intikal etti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü bütün ülkeyi yasa boğdu. Ancak bu zamansız gelen ölüme rağmen ülkenin ve milletin geleceğinin de düşünülmesi gerekiyordu. Ülke başsız kalamazdı. Görev ise artık TBMM’deydi.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi
Mustafa Kemal Atatürk vefat ettiğinde Başbakan Celal Bayar, TBMM Başkanı da Mustafa Abdülhalik Renda idi.Renda, Meclis’i olağanüstü gündemle toplantıya çağırmış ve yeni Cumhurbaşkanını seçmek için çalışmalara başlamıştı.
11 Kasım 1938’de CHP grubu toplanmış ve aday tespiti yapılmıştı. Milletvekillerinden 323 kişi oy kullanmış ve oylama sonucunda 322 kişinin oyuyla İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmişti. TBMM’de yapılan oylamanın sonucunda da 387 milletvekilinden 348’inin oyunu alan İsmet İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Yeni Cumhurbaşkanının seçilmesinin ardından Başbakan Celal Bayar istifa etmişti. Ancak Cumhurbaşkanı İnönü, kendi döneminin ilk hükümetini kurmak üzere yeniden Celal Bayar’ı görevlendirmiştir. Bayar’ın ilk kabinesinde, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın dışında, görevli bakanlar II. Bayar Hükümeti’nde de görev almışlardı.
CHP, olağanüstü kurultay kararı aldı ve 26 Aralık 1938’de toplanan kurultay çok önemli değişiklikleri karara bağladı. Parti tüzüğünde yapılan değişiklikle Atatürk; “Ebedî Şef”, İnönü de değişmez genel başkan yani; “Millî Şef” ilan edildi.
•“İnönü’nün “Millî Şef” sıfatını almasının elbette bazı önemli nedenleri vardı: Birinci neden o dönemde adeta moda olan ve içte dışta prestijleri hayli yüksek, başarılı tek-partili “Şef Sistemleri”nin (Almanya’da Hitler-Führer, İtalya’da Mussolini-Duçe ve İspanya’da Franco-Caudillo) etkisiydi.
1945 Yılına Kadar Türkiye’de İç Siyaset ve Bazı Önemli Gelişmeler
Ataturk’un sağlığında bıkac donem başbakanlık yapan İnönu, O’nun ölümünden itibaren de 1938-1950 yılları arasında Cumhurbaşkanı olarak, ülkeyi tek başına yönetmiştir. Bu dönemin ilk evresinde yani 1945 yılına kadar tek partili sistem geçerliyken, II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru da çok partili sisteme geçildiği bilinmektedir. Bu dönemde bazı önemli gelişmeler ise şöyle cereyan etmiştir:
Millî Koruma Kanunu: II. Dünya Savaşı ile büyük sıkıntılar çeken Türkiye’de fiyatlar hızla artmış, karaborsacılar çoğalmış, enflasyon beklentileri artmış, halk ciddi sıkıntılara girmiştir. Tüccar ve sanayicilerinin tutumundan kaynaklandığı düşünülen bu gelişmelere karşı Refik Saydam Hükümeti, bazı tedbirler alma gereği duymuştur. Buna yönelik 18 Ocak 1940’da “Millî Koruma Kanunu” TBMM’de kabul edildi.
Bu kanuna göre olağanüstü şartlarda hükümete önemli yetkiler veriliyordu. Bunlar; üretimin denetimi, çalışma şartlarını düzenleme, ihtiyaç hasıl olunca bazı malların stoklanması, tüketimi engelleyici tedbirler alma vs. gıbı. 19 Şubat 1940’tan itibaren de uygulamaya sokulmuştu. Müstakil Grup Kurma Çabaları:Kamuoyu nezdinde var olan bazı tepkileri dindirmek için CHP V. Olağan Kurultayı’nı toplama ihtiyacı duydu. 29 Mayıs 1939’da toplanan Kurultay’da çok önemli kararlar alındı. Ve tüzük değişikliği gerçekleştirildi. Yapılan bu değişikliğe göre daha önceki kongrede prensipte kabul edilen Başbakanın, Genel Başkan Vekilliği, İçişleri Bakanının Genel Sekreter olması usulü kaldırıldı. 1931’den önce hayata geçirilmiş olan parti müfettişlikleri yeniden kuruldu. Valilerin aynı zamanda CHP il Başkanı olmaları esası ise kaldırıldı.
Yeni CHP tüzüğüne göre Müstakil Grup, partinin tüzüğü ve programını alınan kararları, işlerin verimli bir şekilde yürütülmesini temin edecekti. Grup, Meclis’te soru sorabilme, TBMM’de aktif olarak varlığını da sürdürebilme salahiyetinde olacaktı.
Konuyu özetlemek gerekirse Müstakil Grup, CHP’li üyelerden oluşturulacak ve TBMM’nin
denetleme organı gibi çalışacaktı. Meclis’te yapılan seçimlerde Emin Arslan, Ahmet Şükrü Esmer, Ziya Karamürsel, Zeki Mesut Alsan, Fazlı Güleç, Fuat Sirmen, Kemalettin Kamu gibi yirmi bir önemli isim Müstakil Grubun üyesi olacaktı.
Varlık Vergisi: Mali sıkıntılardan kurtulmak için bulunan kaynak; varlıklı ve büyük gelir sahibi olanlardan alınacak yeni vergiydi. Hazırlanan yasa tasarısı on yedi maddeden ibaretti. Vergi, tüccar, emlak sahipleri ve geliri yüksek düzeyde olan çiftçilerden bir kereliğine alınacaktı. Yasa tasarısı komisyonlardan geçtikten sonra TBMM gündemine getirilmiş ve tasarı 11 Kasım 1942’de kabul edilmişti.
Varlık Vergisi uygulamaları içte ve dışta büyük yankılar uyandırınca hükümet bu yoldan vazgeçmek mecburiyetinde kaldı. 15 Mart 1944’de 4350 sayılı kanunla Varlık Vergisi uygulamalarından vazgeçildi.
Köy Enstitüleri: Köy Enstitüleri, parti-devlet bütünleşmesi süreci denilen “Tek Parti”, “Millî Şef” Dönemi’nde köyde eğitimi yükseltmek için hayata geçirilmiş önemli bir eğitim projesidir. Önceki çabalar aslında Köy Enstitülerinin alt yapısını oluşturmuştur. 1927’de Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey Dönemi’nde Denizli’de, Kayseri’de Köy Muallim Mektepleri, 1936’da Saffet Arıkan’ın Bakanlığı Dönemi’nde ise Eskişehir’in Mahmudiye Köyü’nde eğitim kursları açılmıştır.
Köy Enstitülerinde öğrencilere kültür, ziraat ve teknik derslerden ibaret yoğun bir program uygulanmıştır. Enstitülere 5 yıllık köy okullarını bitirenler alınırdı. Eğitim süresi öğretmenler için 5 yıldı ve 20 yıl görev yapmak mecburiyeti vardı.
Köy Enstitüsü Kanunu, 17 Nisan 1940’da TBMM’de kabul edildi. Enstitülerin kuruluş amaçlarını Yahya Akyüz şöyle ifade ediyor: “1940’ta altı yaşın üstündeki nüfusun % 78’i okur-yazar değildi. Köylerde bu oran % 90’dı.
Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle Köy Enstitülerine olan eleştiriler de artmaya başladı. Bu eleştirilerinden bazıları şunlardır:
Toprak Reformu: Mustafa Kemal Atatürk, sağlığında toprak konusunda birçok adım attı ve zaman zaman da konuşmalarında yer verdi. Mesela, 1 Kasım 1929’da yaptığı konuşmasında; “Çiftçiye toprak vermek de bu hükümetin devamlı olarak üzerinde durması gereken bir konudur” diyerek duyarlılığını göstermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra kurulan hükümetler ve İnönü, bu konuyu çok önemsemişti. 5 Ağustos 1942’de Saraçoğlu Hükümeti programında “Köylüyü topraksız, toprağı da köylüsüz bırakmayacağız deniliyordu.” Bu ifadelere rağmen toprak reformu 1945’e kadar çıkarılamadı. Nihayetinde bu konuda somut adım atıldı. “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası” tasarısı TBMM’ye sunuldu ve 11 Haziran 1945’te de tasarı kabul edildi.
1945 SONRASI TÜRKİYE’DE YAŞANAN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER
Dünya Savaşı’nda müttefiklerin baskılarına rağmen Türkiye’yi savaş dışı bir konumda tutmayı başaran İnönü, savaş sonrası iç politikaya dönük önemli adımlar atmayı da bildi. Savaşın beklenenden uzun sürmesi, “Millî Şef” Dönemi’ne karşı olumsuz tepkilerin doğmasına neden oldu. Savaş sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntılar CHP’ye ve hükümetlerine karşı halkın desteğinin iyice azalması sonucunu da doğurdu.
*** Cumhurbaşkanı İnönü’nün savaşın bitmesi münasebetiyle 19 Mayıs 1945’te iç siyasete yönelik düşüncelerini açıkladığı “Gençliğe Hitabı’nda”, özgürlük ve demokrasi vurgusu yapması çok anlamlıydı. Bundan sonra da demokrasi ve çok partili hayata geçiş uğrunda önemli kıpırdanmalar oldu.
*** Atatürk Dönemi’nde yaşanan tecrübeler ve 1924 tarihli anayasanın özgürlükçü felsefesi ve içeriğinde çok partili hayata yönelik herhangi bir engelin bulunmaması üzerine ilk adım atıldı. Kurucuları arasında Nuri Demirağ, Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rifat Atilhan gibi önemli kişilerin bulunduğu “Millî Kalkınma Partisi’nin” 7 Temmuz 1945’te kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi.
*** Uzun bir aradan sonra demokrasi yolunda kararlılığın bir ifadesi olarak 21 Temmuz 1946’da ilk defa tek dereceli ve açık oy, gizli tasnif esaslarına göre genel seçim yapıldı. Seçim sonucunda 465 milletvekilinin 395’ini CHP, 66’sını ise DP kazandı.
*** Millî Şef Dönemi’nde iç siyasete dönük atılan adımlar arasında daha önce dinî hayat ve laiklik yolunda atılan adımların yarattığı rahatsızlık CHP’ye yönelik dinsizlik suçlamalarını beraberinde
getirdi. İşte bu bağlamda CHP, bu eleştirilere yönelik adımlar atmayı gerek gördü. Bu adımlar arasında; ilkokullarda din derslerinin okutulması, İmam Hatip Okullarının açılması, İlahiyat Fakültesinin kurulması dikkat çekiciydi.
UNITE 11=II. DÜNYA SAVAŞI
3 Eylül 1939'da İngiltere ve Fransa'nın Polonya'yı işgal eden Almanya'ya savaş ilan etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya'nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa,İngiltere,ABD ve SSCB'nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekun bir savaştı,yani savaşa giren bütün ülkelerin tüm kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz,İspanya,İsveç,İsviçre dışında bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD,deniz filosunun Japon uçaklarına bombalanması üzerine Aralık 1941'de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945'te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya'da Adolf Hitler'in diktatörlüğü,büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.
Savaşın Nedenleri:
Dünya Savaşı'nın sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir antlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Almanlar 1919'da imzalanan Versay Antlaşması'nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920'lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya'da 1933'te Adolf Hitler önderliğindeki Naziler iktidara geldi. Hitler,bir yandan Versay Antlaşması'nın geçersiz sayılmasına çalışırken,öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden toparladı.
***1919'da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti,bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931'de Japonya'nın protestolara aldırmayarak Cin'in Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930'lar boyunca gücünü arttırdı. 1935'te faşist Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar,Etiyopya'yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.
***Bu zayıflıktan yararlanan Hitler, 1936 Mart'ında Almanya'nın Ren Irmağı'nın batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925'te Almanya ile Milletler Cemiyeti arasında yapılan antlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulamadı. Ardından İtalya ve Almanya,İspanya'daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist General Francisco Franco'nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi. böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve dünya egemenliği için Almanya,İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular. Bu yüzden bu ülkeler Mihver Devleri adıyla anıldı.
***1937'de Japonya,Çin'e karşı topyekun bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya,Avusturya'yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya'da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa,Çekoslovakya'yı Hitler'in bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938'de yapılan Münih Antlaşması'yla bölge Almanya'ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag'ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya'nın boyunduruğuna girdi.
***Almanya'nın sonraki kurbanı 1. Dünya Savaşı'nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya'ydı. İngiltere ve Fransa bu kez Alman saldırısına karşı Polonyalılara yardım edecekleri konusunda kesin güvence verdiler. Almanya,Polonya'ya saldırınca da 2. Dünya Savaşı başlamış oldu.
Avrupa'da Savaş Başlıyor:
***Almanya Ağustos 1939'da SSCB ile 0 yıl geçerli olacak bir saldırmazlık paktı imzaladıktan sonra,1 Eylül'de Polonya'ya girdi. İngiltere ile Fransa sözlerini tutarak 3 Eylül'de Almanya'ya savaş ilan etti. Avusturya,Kanada ve Güney Afrika'nın da aralarında bulunduğu başka ülkeler de İngiltere ve Fransa'nın yanında yer aldı. Ama Müttefikler,Alman kara ve güçlerince hızla işgal edilen Polonya'ya yardım edemdi.17 Eylül'de SSCB de doğudan Polonya'ya girdi. Polonya teslim oldu. 80 bin kadar
Polonya askeri mücadeleyi sürdürmek amacıyla önce Romanya'ya daha sonra da Fransa'ya giderek burada toplandı.
***Ekimde SSCB, olası bir Alman saldırısına karşı bir batıda 'tampon devletler' oluşturmak amacıyla,üç Baltık ülkesini, Estonya,Letonya ve Litvanya'yı işgal etti. Ardından SSCB,Finlandiya'dan birliklerine Finlandiya topraklarına girme hakkının verilmesini istedi. Finlandiya SSCB'nin koşullarını kabul etmek zorunda kaldı.
***Bunlar olurken batı oldukça hareketsizdi. Fransa,Alman sınırında Maginot Hattı adıyla anılan savunma hattını kurdu. Kuzeydeki İngiliz birlikleri,Belçika'nın savaşa girmemesi nedeniyle Almanlar'la hiç karşılaşmadı.
***1940 Nisan'ında Almanlar,Norveç'e saldırdı. Amaçları denizaltıları için üsler kurmak ve İsveç'in kuzeyindeki madenlerden çıkartılarak denizyoluyla Norveç'in Narvik limanına getirilen demire el koymaktı. Alman birlikleri gemilerle geldi ve bir bölümü hiçbir engele karşılaşmazsınızın Norveç kıyılarına çıktı. Bir bölümü de İngiliz deniz güçleriyle,iki tarafın da eşit kayıplar verdiği sert çatışmalara girdi. Ama Almanlar kısa sürede Norveç'te Müttefikler'in asker çıkarma girişimlerini önleyebilecek hava üsleri kurdular. Norveç 9 Haziran'da teslim oldu. Almanlar'ın nisanda saldırdığı Danimarka da pek az direnebildi.
***10 Mayıs 1940'ta başlayan Alman saldırısı,kısa sürede Belçika,Hollanda ve Lüksemburg'un işgaliyle sonuçlandı. Yardıma gelen İngiliz ve Fransız orduları da püskürtüldü. 13 Mayıs'ta Sedan'da Alman tankları Meuse Irmağı'nı geçti ve Fransa'nın içlerine doğru ilerledi. Hollanda 14 Mayıs'ta teslim oldu. Alman tankları kuzeye,kıyıya doğru ilerledi ve geri çekilen Müttefikler'in önünü kesit. Belçika 27 Mayıs'ta teslim oldu.
***Belçika'da sıkışıp kalan İngiliz ve Fransız birlikleri büyük kayıplar verdi. İngiliz deniz güçlerinin yardımıyla Dunkerque kıyılarından 346 bin kadar Müttefik askeri kurtarıldı; ama silah,araç ve gereçler geride bırakıldı.
***14 Haziran'da Almanlar Paris'e girdiler, 22 Haziran'da da Fransızlar ateşkes antlaşmasını imzaladılar. Alman güçleri Kuzey Fransa'yı ve bütün Atlas Okyanusu kıyılarını işgal etti. Mareşal Henri Philippe Petain Vichy'de Almanlar'ın denetiminde bir hükümet kurdu. İngiltere'de bulunan General Charles de Gaulle savalın sonuna kadar varlığını koruyan Çzgür Fransa Hareketi'ni kurarak işgalcilere karşı direnişe geçti. İngiltere'de ayrıca 'özgür' Polonya,Norveç,Belçika,Hollanda ve Çek askeri birimleri de oluşturdu.
***Hitler bir sonraki hedef olarak İngiltere'yi seçti. Alman hava kuvvetleri Güney İngiltere'deki havaalanlarını ve limanlarını her gün bombalamaya başladı. İngilizler'in kesin direnişiyle karşılaşan Almanlar,ardından Londra'yı ve İngiltere'nin iç bölgelerindeki kentleri de bombaladı. Bu baskınlar pek çok sivilin ölümüne ve büyük zarara yol açtı. Buna karşılık İngiliz hava kuvvetleri de Fransa ve Belçika limanlarında askerleri Manş Denizi'nden geçirmek üzere toplanmış Alman gemilerini batırdı. İngiltere göklerinde Ağustos-Ekim 1940 arasında yapılan üstünlük savaşından sonra,Alman hava saldırıları gece bombardımanlarına dönüştü; 1941 ortalarına kadar İngiltere'deki kentler yoğun hava akınlarının hedefi oldu. Haziran 1940'tan sonraki bir yıl içinde yaklaşık 43 bin sivil yaşamını yitirdi;50 bin kişi ağır yaralandı.
Almanya SSCB'ye Saldırıyor:
***Hitler'in SSCB ile 1939'da yaptığı saldırmazlık paktının asıl amacı,Almanya'nın aynı hem batıda,hem doğuda savaşmak zorunda kalmasını önlemekti. 1940'ta Alman orduları Fransa'yı göçertip İnglizler'i Avrupa'dan sürünce Hitler, SSCB'ye saldırmaya karar verdi. Hızlı bir harekatla SSCB üzerinden Ortadoğu'ya inmeyi tasarlamıştı. SSCB'ye saldırı Napolyon'un 1812'deki başarısız Rusya seferinden bir gün önce 22 Haziran 1941'de başladı. Finlandiya,Bulgaristan,Macaristan ve Romanya da SSCB'ye savaş açtılar. Savaş başlangıçta Almanlar için oldukça olum gelişti. Almanlar sonbaharda Leningrad kentine, aralık ayında da Moskova'nın banliyölerine ulaştılar. Daha güneyde de Don Iramağı ağzındaki Rostov kentine ulaştılar,ama kış gelince Alman birlikleri yorulmuş, savaşma güçleri azalmıştı.
***Ardından SSCB'nin karşı saldırısı başladı. Hitler'in tasarılarında bu harekatın kıl gelmeden tamamlanması öngörüldüğü için,Alman askerlerinin giysileri soğuk kış günlerine uygun değildi.
Büyük kayıplar verdiler ve SSCB'nin içlerinde tutunabilmelerine karşın başlangıçtaki güçlerini bir daha kazanamadılar.
***1942'de Hitler, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında bulunan Kafkasya petrol yataklarını ele geçirmeyi hedefledi. Bir Alman ordusu ağustosta Maykop'taki petrol merkezine ulaştı. Daha kuzeydeki Stalingrad kentine yönelik saldırıları ise başarısız oldu. SSCB birlikleri kenti sonuna kadar savundu ve kış bastırınca karşı saldırıya geçtiler. 250 bin kişilik Alman ve Romanya birliklerini kuşattılar ve şubat 1943'te bu birlikler teslim oldu. SSCB'nin 2. Dünya Savaşı ,'nın en büyük kara çarpılmasındaki başarısı Almanlar'ı,Kafkasya'dan çekilmek zorunda bıraktı. 1943 yazı başlarken SSCB orduları Almanlar'ı geri sürdü ve 1944 balında Polonya'ya, çok geçmeden de Romanya'ya girdi. Bu savaşta SSCB büyük yıkıma uğradı ve yaklaşık 20 milyon insanını yitirerek 2. Dünya Savaşı'nda en çok can veren ülke oldu.
ABD Savaşa Giriyor:
**ABD savaşta tarafsız kalmasına karşın İngiltere'ye destek sağlıyordu. Çrneğin, 1940'ta ABD,deniz kuvvetlerinin 50 destroyerini İngiltere'ye ödünç vermişti.
***7 Aralık 1941'de Pazar günü sabah saatlerinde,Japon uçak gemilerinden havalanan 360'ın üzerinde savaş uçağı, Hawaii Adaları'ndaki Pearl Harbor deniz üssünde bulunan ABD savaş gemilerine saldırdı. Japonlar bombaladıkları sekiz savaş gemisinden altısını batırdı ya da çalışamaz duruma getirdi; ama üssü kendisi pek zarar görmedi. Uçak gemileri o anda başka bir yerde olduğu için bu saldırıdan kurtuldu. Bu olay üzerine ABD kongresi, 8 Aralık 1941'de Japonya'ya, üç gün sonra da Almanya ve İtalya'ya savaş ilan etti.
***Pearl Harbor baskınıyla aynı gün, Formoza'dan kalkan Japon uçakları Filipin Adaları'na saldırdı. Bu adalar daha sonra Japon birliklerince işgal edildi. General Douglas MacArthut komutasındaki ABD ve Filipin güçleri yenildiler ve bölgeyi boşaltmak zorunda kaldılar. Japonlar 1942 Mayıs'ında Filipinler'i ele geçirdiğinde 36 bin kadar asker ve 25 bin sivili esir aldı. Japonlar ,saldırını sürdürerek ABD'den Guam ve Wake adalarını,İngiltere'den de Hong Kong'u aldılar. Japon askerleri Taylan üzerinden hareketle Malaya'yı da işgal etti ve yarımadanın alt bölümlerine,Singapur'a doğru ilerlediler; Singapur 1942 şubat'ında teslim oldu.Daha sonra,Saravak,Brunei,Borneo, Timor, Cava, Sumatra,Selebes,Yeni Britanya,Solomon Adaları,Yeni Gine'nin doğusu,Gilbert Adaları da Japonya'nın eline geçti. Buraları savunmaya çalışan Müttefik deniz güçleri büyük kayıplar verdi,askerlerinin pek çoğu öldü ya da esir edildi.
***Bu saldırılar sonucunda Japonya,Güney doğu Asya'nın denizden ulaşımını denetleyen adaları ele geçirdi. Japonlar ayrıca Çinhindi ve Taylant'dan geçerek Birmanya'yı da işgal etti ve oradaki İngiliz birliklerini Hindistan'a çekilmek zorunda bıraktılar. Güneydoğu Asya'da kurdukları üslerden Avustralya'ya hava saldırıları düzenlediler.
Batıdaki Deniz Savaşları:
***Savaş başladığında İngiltere ve Fransa'nın güçlü donanmaları vardı. Alman donanması ise, daha küçük olmakla birlikte, modern ve etkiliydi. Uçak gemisi yoktu,ama güçlü savaş gemiler ve hızla artan denizaltı gücüyle ticaret gemilerine büyük zararlar verebiliyordu.
***Akdeniz'ed İngiliz deniz gücünün üstünlüğü sayesinde,asker ve erzak taşıyan düşman gemileri batırılarak Kuzey Afrika harekatına yardımcı olundu. Ne var ki, İngiliz donanması da Alman denizaltılarının ve kıyıda üslenmiş savaş uçaklarının yarattığı tehlike yüzünden İngiliz gemileri Batı Çölü'ndeki savaş için gerekli desteği Cebelitarık Boğazı ve Akdeniz'den getirmek yerine,çoğunlukla Çmit burnu ve Süveyş kanalı yolunu izleyerek sağladılar.
***Durmaksızın bombalanan Malta yalnızca denizaltılar ve küçük gemilerce kullanılabiliyordu. Bu yüzden İngilizler'in ana deniz üssü Mısır'da,İskenderiye'deydi. Zaman zaman Alman savaş gemileri Müttefik ticaret gemilerine saldırmak üzere Atlas Okyanusu'na açılıyordu. Daha sonra da ticaret gemisi görünümde,silahlandırılmış gemiler göndermeyi sürdüler.
***Atlas Okyanusu'ndaki asıl savaş Alman denizaltılarıyla oldu. Bu savaş gece gündüz durmaksızın sürdü. Müttefikler'in,asker,savaş araç ve gereçleri de taşıyan ticaret gemileri konvoylar oluşturarak savaş gemilerinin koruması altında yol alabiliyorlardı. Uçak gemilerinden ve kıyıdaki hava üslerinden kalkan savaş uçakları da deniz savaşlarına katılıyordu,ama Alman denizaltılarına engel
olmak çok güçtü. Savaş süresince bu denizaltılar Müttefikler'in 23.351 ticaret gemisini batırdı. Buna karşılık 782 Alman denizaltısı yok edildi.
Kuzey Afrika Çıkarması:
**Müttefikler,mihver güçlerini yenmek için,önce Almanya'yı yenmek gerektiğini düşünüyordu. 1942'de Kuzey Avrupa'yı geri alacak güçleri olmayan Müttefikler,düşmanu önce Kuzey Afrika'dan sürmeye karar verdiler. Bu nedenle,General Dwight D. Eisenhower komutasındaki İngiliz ve ABD askerlerinden oluşan 100 bin kişilik bir kuvvet Fas ve Cezayir kıyılarına çıkarma yaptı.
**Bu ülkeler,o sırada Vichy Fransa'sının denetimindeydi. Vichy yönetimi önce bu çıkarmaya karşı çıktıysa da,hemen ardından Müttefler'le işbirliğine girdi. Müttefikler önce doğuya,Tunus'a doğru ilerledi,ama Akdeniz üzerinden hava ve denizyoluyla getirilen güçlü Alman birliklerince durduruldu. **1943 Ocak ayı sonunda Montgomery'nin ordusu Batı Çölü'nü geçerek Tunus'a girdi. Zorlu çarpışmalardan sonra Müttefik orduları Mayıs 1943'te Alman ve İtalyan kuvvetlerini çökertti ve Mihver ordularının ancak küçük bir bölümü esir düşmekten kurtulabildi.
**Müttefikler Kuzey Afrika'daki başarılarını,1943 Temmuz'unda Sicilya'yı işgal ederek sürdürdü. Bu harekat,limanları ele geçirerek değil,açık plajlara asker çıkararak yürütüldü. Daha önce önemli yol ve köprüleri ele geçirmek üzere planör ve paraşütlerle hava birlikleri indirilmişti. Ağustosun ortalarında ada ele geçirildi.
**Sicilya'nın yitirilmesi ve İtalya'nın Müttefiklerce bombalanması İtalya diktatörü Bento Mussolini'yi çekilmeye zorladı. Eylül başlarında İtalya teslim oldu ve Malta'daki donanmasına el kondu. Bu olay İtalya'da Müttefikler ile Almanları karşı karşıya bıraktı.
**Müttefik güçler 3 Eylül'de güney İtalya'ya birkaç gün sonra da Salerno Körfezi'ne çıktılar. Almanlar inatla direndiler. Ekimde Napoli'ye ulaşan Müttefikler yarımadanın ortalarında güçlü bir Alman savunması tarafından durduruldu.
**1944 Ocak'ında Müttefikler, Anzio'ya çıkarak bu savunma hattının ardına geçmeye çalıştılar. Aynı zamanda bu hattın asıl güçlü noktası olan Cassino'ya yönelik saldırılar düzenlediler. Müttefikler Polonya birliklerinin Cassino'yu almasından sonra Anzio'daki kuvvetlere katılmak üzere kuzeye doğru ilerlemeyi başardılar. 4 Haziran'da Roma alındı.
Avrupa'da Savaşın Sonu:
**İtalya'daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944'te Floransa'yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945'te Müttefikler Po Irmağı'nı geçti ve Alp Dağları'na doğru ilerledi. İtalya'da Almanlar 2 Mayıs'ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya'dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu. SSCB birlikleri ise 1944 Haziran'ında Doğu Avrupa'da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova'nın karşısında Vistül Irmağı'nın doğu kıyısına geldiler. Daha güneyde SSCB ordu,Romanya ve Bulgaristan'ı aldı. Finlandiya eylülde düştü. Ağustosta SSCB orduları iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi'nin doğu kıyıları boyunca,öbürü de Tuna vadis üzerinden Macaristan'a doğru hareket etti. Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.
**1945 başlarında,Almanya'nın artık uzun süre savaşamayacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler,ABD Başkanı Roosevelt,İngiltere Başbakanı Churchill ile SSCB'nin önderi Stalin Kırım'daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya'nın koşulsuz olarak teslim alınması konusunda anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa'ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945'te SSCB askerleri Oder Irmağı'nı Budapeşte'ye,nisan başında da Viyana'ya girdiler ve Berlin'e doğru ilerlediler. 25 Nisan'da Berlin'i kuşattılar. Kentin merkezinde ki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan'da intihar etti. Amiral Karl Dönitz'i kendi yerine atamıştı. **Dönitz'in temsilcileri Reims'e Müttefiklerle görüşmeye geldi. Batıda Müttefiklere teslim olmayı; ama doğuda SSCB'ye karşı savaşı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanlar'ın her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya'nın teslim olması 8-9 Mayıs 1945'te gece yarısı gerçekleşti.
Japonya'nın Teslim Olması:
**ABD,Japonya'nın kıyı kentlerini yoğun bir biçimde bombaladığı sırada Başkan Truman,Japonlar'ın direnişini kırmak ve savaşı kısaltmak gerekçesiyle atom bombası kullanmaya karar verdi. Atom bombası ABD'de,gizlice geliştirilen ve büyük yıkım gücü olan bir silahtı. 6 Ağustos 1945'te ABD hava
kuvvetlerinin bir bombardıman uçağı Hiroşima kenti üzerine ilk atom bombasını attı. 3 gün sonra gücü azaltılmış bir atom bombası da Nagasaki'ye atıldı. Bu bombalar Hiroşima'da 200 bin, Nagasaki de ise 80 bin sivlin ölmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu kentler büyük ölçüde yıkıldı; bitki örtüsü çok zarar gördü. Atom bombasının yol açtığı radyasyon etkisi yıllarca. Radyasyon nedeniyle insanlar; daha sonra sakatlandılar ve öldüler. Uzun yıllar sonra bile özürlü çocuklar doğdu.8 Ağustos'ta SSCB de Japonya'ya savaş açtı ve Japonların elinde bulunan Mançurya ve Kore'yi işgale başladı. Bunun üzerine Japonya 2 Eylül'de resmen teslim oldu ve 2. Dünya Savaşı sona erdi...
UNITE 12=ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ VE DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULMASI
Tek Parti Dönemi’nde; vergi tahsildarları, jandarmanınuygulamaları ve katı laiklik faaliyetleri halk arasındaki var olan samimiduyguları iyice sarsmıştı. Halkın önemli bir kesimi tek partili yönetime karşımesafeli olmaya başlamış, daha önceki iyi niyetli yaklaşımlar dağılmış, yerinitahammülsüzlüğe bırakmıştı. İçe dönük bu gibi problemlerin yanında II. DünyaSavaşı’ndan sonra siyasi değerlerin değişimi, ABD ve SSCB liderliğinde Doğu veBatı Bloklarının kurularak yeni bir dünya düzeninin inşası çabaları, Türkiye’yide politikalarını gözden geçirmeye mecbur etmişti. Savaş sonrası dünyanınyeniden şekillendiği blokların ortaya çıktığı bu aşamayı Türkiye dikkatle takipetmekteydi. Türkiye, 15 Ağustos 1945’te Birleşmiş Milletlere kabul edildi.
**İnönü’nün 19 Mayıs konuşmasından cesaret alan Nuri Demirağve arkadaşları Millî Kalkınma Partisi’nin kurulması için 7 Temmuz 1945’teİçişleri Bakanlığına kuruluş dilekçesini verdi. Rüştü Saraçoğlu Hükümeti buisteği haklı buldu ve 5 Eylül 1945’te yeni partinin kuruluşu resmengerçekleşti. Demokratikleşme sözleri kamuoyu tarafından da doğru algılanınca“asker+sivil bürokrasi+halk” koalisyonunu ifade eden CHP yönetimi de bundanetkilenerek bu yapının dağılma sürecini hızlandırdı.
DEMOKRATPARTİ’NİN KURULUŞ SÜRECİ
“II. Dalga Demokrasisi” olarak tanımlanan bu süreçtedemokrasinin en önemli unsurlarından olan farklı görüşte siyasi partilerinkurulmasının hızlanması dikkat çekiciydi. Bu süreçte kurulan en önemli partiise Demokrat Parti idi. Meclis görüşmelerinde bütçe açığı, fakirlik, devletborçlarının artması, adaletsizlik gibi konular da parti içi muhalefetinkullandığı argümanlar oldu. Ancak en çok eleştiriler 17 Ocak 1945’te daha önceAtatürk zamanında gündeme gelmiş olan “Topraksız Köylüye Toprak Dağıtılmasınave Çiftçi Ocaklarının Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı’nın” TBMM’ye sunulmasıylabaşlamıştır.
DörtlüTakrir (Önerge)
7 Haziran 1945’te Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülüve Adnan Menderes’in imzalarının bulunduğu “Dörtlü Takrir” diye bilinen önerge,CHP Meclis Grubu’na sunuldu. Bu takrirde savaş sonrası içinde bulunulanekonomik ve siyasi yapının değiştirilmesi yani ülkenin demokratik ve liberalölçütlere göre yeniden inşa edilmesi gerektiği üzerinde duruluyordu. Takrir, 12Haziran 1945’te CHP grubunda görüşüldü ve görüşmeler sonucunda da önergedeisimleri olan dört kişinin dışında, oy birliği ile reddedildi. CHP grubundatakririn reddedilmesine rağmen Adnan Menderes ve Fuat Köprülü takrir çerçevesindekigörüşlerini Vatan ve Tan gazetelerinde dile getirmeye devem ettiler. Bu tavrısivil itaatsizlik gibi değerlendiren CHP yönetimi, 21 Eylül 1945’te AdnanMenderes ve Fuat Köprülü’yü partiden ihraç etme kararı aldı. Bu gelişmelerüzerine Celal Bayar da arkadaşlarına yapılanları haksızlık olarakdeğerlendirerek kendi isteğiyle 28 Eylül 1945’te CHP’den istifa etti
Tan Gazetesi Olayı
Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecinde yaşanan birhadise de Tan gazetesinin baskına uğramasıdır. DP’nin kuruluş çabalarının devamettiği esnada Zekeriya ve Sabiha Sertel’in çıkardığı Tan gazetesi ve Görüşlerdergisinde Celal Bayar ve arkadaşlarının fikren ve fiilen desteklenmesi, İnönüve CHP yönetimine karşı ise ağır eleştiriler yapılması, dahası bu yayın organlarındakomünizm propagandasının yapıldığı yolunda kışkırtmalar neticesinde 4 Aralık1945’te üniversiteli gençlerin Tan gazetesi, Görüşler dergisi ve La Turkey gibigazetelerinin matbaalarını basarak, tahrip etmeleri gündeme oturdu
DemokratParti’nin Kurulması (7 Ocak 1946)
Türkiye’de uzun ve sancılı yıllardan sonra çok partilihayata dolayısıyla demokrasiye yeniden geçiş çabaları, 7 Ocak 1946’da DemokratParti’nin Ankara’da kurulmasıyla yeni bir boyut kazandı*. Partinin kurucuları;Dörtlü Takrir’de imzaları bulunan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltanve Fuat Köprülü’ydü. Demokrat Parti’nin amblemi “KIR AT” idi. “Demokratkavramı”nın o tarihlerde henüz tam anlamıyla ne anlattığı halk zihnindenetleşmediğinden halk dilinde ve zekasında partiye “Demirkırat” yakıştırmasıyapılmış, “Yeter Söz Milletindir” sözü ise partinin unutulmaz sloganı olmuştur.
DemokratParti’nin Tüzüğü ve Programı
Tüzüğün üçüncü maddesine göre Demokrat Parti’ye üyeolabilmek için bazı şartlar öne sürülmüştür. Bunlar arasında;
Millî Mücadele’ye aykırı harekette bulunmamış olmak.
Türk milletinin birlik ve istiklalini parçalamağıhedef tutan ideolojilere bulaşmamış olmak.
Partidenmilletvekili seçilebilmek için Genel İdare Kurulu tarafından aday gösterilmek.
Tüzük: •Bir kanunun uygulamasını göstermekveya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanuna aykırı olmamak şartıyla veDanıştay’ın incelemesinden geçirilerek Bakanlar Kurulunca çıkarılan yazılıhukuk kuralları.’’Demokrat Parti’nin programı ise 88 maddedir. Program;“Genel Hükümler ve Yönetim Anlayışımız” adıyla iki ana kısma ayrılmıştır’’
1950’lereKadar Demokrat Parti’nin Çalışmaları
Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da Türk siyasi hayatınakatılmasından sonra CHP iktidarının atacağı adımlar da netleşmeye başlamıştı.TBMM, tek dereceli seçim yasasını kabul ve seçimlerin bir sene erkene alınmasıkararını aldı. Bu durum kamuoyunda ve Demokrat Parti’nin üzerinde soğuk duşetkisi oluşturdu. Çünkü yeni bir parti olması hasebiyle örgütlenmesini dahitamamlayamaması ve adeta siyaseten baskına uğraması önemli tartışmalara sebepolmuştu.
***14 Mayıs 1950’ye kadar Türk siyasi hayatına muhalefetpartisi olarak katılan DP, bu süreçte iki genel seçim ve iki büyük kongreyaparken sosyo-siyasal, ekonomik, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu gibialanlarda CHP’ye karşı etkin bir muhalefet rolü üstlenmiştir. **Yeni Meclis 5Ağustos 1946’da toplandı. Meclis’in ilk işi de yeni Cumhurbaşkanını seçmekoldu. Bunun için CHP İsmet İnönü’yü, DP ise Fevzi Çakmak’ı aday gösterdi.Seçimler nihayetinde TBMM, İsmet Paşa’yı yeniden Cumhurbaşkanı seçerken, KazımKarabekir Paşa’yı da TBMM Başkanlığına seçti.
1950Seçimleri ve Demokrat Parti
Günaltay Hükümetinin ilk işi 16 Şubat 1950’de TBMM’de kabuledilen tek dereceli, gizli oy açık tasnif ve seçimlerin adli denetim altındayapılmasını sağlayan kanunu çıkarmak oldu. Alınan karar doğrultusunda TBMM, 24Mart 1950’de kendini fesh ederek 14 Mayıs 1950’de serbest genel seçimlerinyapılmasına öncülük etti. Bütün ülkede yapılan seçimlerde CHP büyük biryenilgiye maruz kalırken, oyların % 53.6’sını alan DP, 487 milletvekilinin408’ini; CHP % 39.9 ile 69’unu; Millet Partisi
3.1 ile 1’ini; Bağımsızlar ise% 4.8 ile 9 milletvekili çıkararak TBMM’ye girdiler. Bu seçimler ile Türkiye’deCHP’nin Tek Parti ve Millî Şef Dönemleri de sona ermiş, çok partili seçimlerülkeyi demokrasiye bir adım daha yaklaştırmıştır
DemokratParti’nin İktidar Yılları
Demokrat Parti’nin, CHP’ye rağmen 1950 genel seçimlerindenezici üstünlükle çıkması bütün ülkede taraftarlarını sevince gark etti. DP ilkgrup toplatısını 20 Mayıs 1950’de yaptı. Bu toplantıda Celal BayarCumhurbaşkanlığı’na, Refik Koraltan’ın da TBMM Başkanlığı’na aday gösterilmesikararı alındı. 22 Mayıs’ta TBMM, Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanlığı’na, RefikKoraltan’ı TBMM Başkanlığı’na, Sıtkı Yırcalı, Hulusi Köymen, Fuat HulusiDemirelli’yi de Başkan Vekilliklerine seçti. Adnan Menderes ise yeni hükümetikurmakla görevlendirildi.
DemokratParti’nin İktidar Yıllarında Dikkat Çeken Bazı Önemli Faaliyetleri Komutanlarve Valilerin Bir Kısmının Tasfiye Edilmesi:Adnan Menderes Hükümeti, 2 Haziran’da güvenoyu aldı. Birkaçgün sonra da askerin hükümete karşı darbe yapacağı ihbarı üzerine hareketegeçen yeni hükümet, bir durum değerlendirmesi yaptı. Bunun sonucunda orduyuhizaya getirmek için harekete geçti. Birçok general ve üst rütbeli subayemekliye sevk edildi. Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman’ın yerineKara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nuri Yamut getirildi. Askere yönelik yapılandeğişiklikten bir hafta sonra da valiler için benzer bir adım
atıldı.Aralarında Afyon, Bilecik, Çankırı, Kastamonu, Konya, Ordu, Samsun, Adanavalilerinin bulunduğu birçok bürokrat emekliye sevk edildi
ArapçaEzan Yasağının Kaldırılması: Cem Eroğul’un geçmişe dönük tasfiyelerolarak değerlendirdiği
girişimlerden birisi de Arapça ezan yasağınınkaldırılmasıdır. 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığının bir
tamimiyle Arapça ezanyasaklanmış, 1941’de de 4055 sayılı kanunla bu yasak yasal bir
zeminekavuşturulmuştu. Kanayan bu yarayı halkın özgürlüğü önünde önemli bir engelolarak gören
DP, muhafazakar seçmenine verdiği sözü tutmak adına 16 Haziran1950’de Arapça ezan yasağını
kaldırmıştır. CHP ise bu yasağın kalkmasına karşıçıkmamıştır.
KoreSavaşı ve Türkiye’nin Nato’ya Girişi: Demokrat Parti’nin dışpolitika alanında aldığı ilk ve en önemli kararı Kore Savaşı’na BirleşmişMilletler kararı doğrultusunda katılmak olmuştur. II. Dünya Savaşı sürecindeyaşananlar Türkiye’yi dış politikada ABD ve Batı Bloku ile hareket etmeyemecbur bırakmıştı. Bilindiği üzere II. Dünya Savaşı’nın sonunda ABD GüneyKore’yi işgal ederken, SSCB de Kuzey Kore’yi işgal etti. Bu süreçte BirleşikKore’den bahsedilirken, Kuzey Kore’de komünistlerin kontrolünde Demokratik KoreHalk Cumhuriyeti adında bir devlet kurulunca; Birleşik Kore hayali de suyadüşmüş, bu sefer de ABD yanlıları Güney Kore Devleti’ni kurmuştu. 25 Haziran1950’de de Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmasıyla Kore Savaşı başlamıştı.**Türkiye, ABD’den sonra Kore’ye asker gönderen ilk devlet odu. 1 Kasım 1950’dede TBMM, alınan bu kararı onayladı.sonrasında: ABD’nin de desteği ile Türkiye,20 Eylül 1951’de NATO’ya davet edildi ve üyelik protokolü imzalandı. 18 Şubat1952’de de TBMM, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini onaylayarak savaş sonrası YeniDünyaya entegrasyonunu sağlamak yolunda önemli bir adım atmış oldu.
6-7 EylülOlayları: Kıbrıs Meselesi, 1954’te Türkiye ve Yunanistan arasındayeni bir gündem yarattı.
İngiltere, Londra’da bir konferans düzenleyerek heriki devleti davet etti. Konferansın devam ettiği
sıralarda gizli bir el bugelişmeleri provoke ederek gelinen aşamayı ortadan kaldırmak istedi. 6
Eylülgünü Expres gazetesinde çıkan asılsız bir haber, yaşanacakların kıvılcımı oldu.Gazetede çıkan
bu asparagas habere göre Atatürk’ün Selanik’teki evine bombaatılmıştı. Bu haberin duyulması
üzerine İstanbul ve İzmir’de başlayangösteriler buralarda yaşayan Rumların canına ve malına
yönelik şiddeteylemlerine dönüştü. Olayların çıkmasından sonra sıkıyönetim ilan
edilereksorumluların cezalandırılması için harekete geçildi. Kıbrıs Meselesi kapanmadı.13-19 Şubat
1959’da Zürih ve Londra’da imzalanan antlaşmalarla Kıbrıs’ınbağımsızlığı tanınırken ada üzerinde
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ningarantörlükleri kabul edildi
Tahkikat Komisyonu’nunKurulması (18 Nisan 1960: 1959yılında, DP’nin politikalarına karşı olanlar değişik zamanlarda Uşak,Çanakkale, Kayseri, İstanbul, Ankara gibi şehirlerde gösteriler yapmış, bunakarşı hükümet de bazı tedbirler almıştır. Nihayetinde Hükümet, bütün bu tarzolayların sebebini ve gelişmeleri aydınlatmak için “Tahkikat Komisyonu” kurmayakarar vermiştir.
18 Nisan 1960’da DP’li on beş kişiden oluşan bir komisyon kuruldu
1960ASKERÎ DARBESİ VE DEMOKRAT PARTİ İKTİDARININ SONU
21 Mays’ta ise Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşleri darbeyolunda kuvvetli bir algıyı meydana getirmişti. Durumdan vazife çıkaran TürkSilahlı Kuvvetleri içinde ortaya çıkan “Albaylar Cuntası” 26/27 Mayıs 1960gecesi ülke yönetimine el koyduklarını ilan ettiler. Askerî Darbe sonucundaotuz sekiz kişiden oluşan Millî Birlik Komitesi (MBK), ülkede kontorolü elegeçirerek başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere DP’lileri tutuklayarakYassıada’da hapsettiler. MBK Başkanlığı’na ise Cemal Gürsel getirildi. Yassıadayargılamaları neticesinde; Başbakan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan veDışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idamı MBK tarafından onaylanarak infazedildiler. •MBK şuisimlerden oluşuyordu: (Alparslan Türkeş'ten sonraki isimler 13 Kasım1960'ta tasfiye edildi): Ekrem Acuner, Refet Aksoylu, Mucip Ataklı, EmanullahÇelebi, Vehbi Ersü, Suphi Gürsoytrak, Suphi Karaman, Kadri Kaplan, KâmilKaravelioğlu, Osman Koksal, Cemal Madanoğlu, Sezai Okan, Fahri Özdilek, MehmetÖzgüneş, Selâhattin Özgür, Fikret Kuytak, Sami Küçük, Şükran Özkaya, HaydarTunçkanat, Sıtkı Ulay, Ahmet Yıldız, Muzaffer Yurdakuler, Alparslan Türkeş,Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Muzaffer Özdağ, Rifat Baykal, Fazıl Akkoyunlu,Ahmet Er, Dündar Taşer, Numan Esin, Mustafa Kaplan, İrfan Solmazer, ŞefikSoyuyüce, Muzaffer Karan ve Münir Köseoğlu
6 Ocak 1961’de MBK ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan KurucuMeclis, çalışmalarına başladı İstanbul Ünüversitesi Hukuk Fakültesi yeni biranayasanın hazırlanması için görevlendirildi. Hazırlanan anayasa 9 Temmuz1961’de ilk defa halk oylamasına sunularak % 61 evet oyu ile kabul edildi.Akabinde seçimler yapıldı ve İnönü’nün başbakanlığında koalisyon hükümetikuruldu. Bundan sonrada Türk demokrasisinin 27 Mayıs’ta aldığı ağır yarayarağmen yeni heyacanla ayağa kalkması için çalışmalar devam etmiştir.
TARİH 13
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerini ifade eden 5 Şubat 1937’den beri anayasada yerini bulan Atatürk İlkeleri; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık olmak üzere altı tanedir.
Atatürk İlkeleri; siyasal içerikli olduğu kadar, toplumun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı ile de doğrudan ilgilidir. Her biri ayrı özellikler taşıdığı hâlde birbirini tamamlayan ortak değerleri de içlerinde barındırırlar. Milli egemenlik, demokrasi, tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, akılcılık ve bilimsellik bütün ilkelerin içerisinde bulunan ortak özelliklerdir.
CUMHURİYETÇİLİK:Siyasi ve tarihî gelişimin etkisi altında, demokratik bir rejimde kamu ve halk hizmetlerinin görüldüğü bir devlet yönetimini belirlemek için kullanılmıştır. Millet hâkimiyetine dayanan, millet hâkimiyetinin belli süreler için seçilmişler vasıtasıyla kullanıldığı devlet şeklidir. Egemenliği kullanan halkın işbaşına geldiği devletin adıdır.”
Cumhuriyet bir kişi veya zümre yararına değil kamu yararına göre yönetilen devlet şeklidir. Cumhuriyet dar ve geniş anlamda kullanılır. Dar anlamda Cumhuriyet sadece devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlaşılır. Geniş anlamda ise Cumhuriyet, egemenliğin toplumun bütününe ait olmasıdır.” Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun 29 Ekim 1923’te yapılan değişikliğinde “Cumhuriyet” bir hükümet şekli olarak ifade edildiği hâlde, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında Cumhuriyet bir devlet şekli olarak belirlenmiştir. Demokrasi ile Cumhuriyetin yakın ilgisi vardır. Ancak bu kavramlar birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Cumhuriyet bir biçimi, demokrasi ise içeriği ifade eder. Cumhuriyet devleti ve toplumu; demokrasi ise bireyi dolayısıyla yaşam tarzını ifade eder.
***Türkiye’de Cumhuriyet; ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasi rejimin adı olmuştur. Eşitlik ilkesi herkesin kanun önünde eşitliğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir özelliğini teşkil etmiştir.
Mutlakıyetten Cumhuriyete geçiş sürecimizi oluşturan önemli adımları şu şekilde sıralayabiliriz:
MİLLİYETÇİLİK:Millet kavramı 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dil ve soy birliği ifade eden topluluk olarak anlam kazanmıştır. Buna bağlı olarak da homojen olmayan imparatorlukların büyük bir kısmında dil ve soy birliğine dayanan topluluklar ayrı birer devlet kurma amacıyla çıkarmış oldukları isyanlar ve savaşlarla imparatorlukların büyük bir kısmının yıkılmasına sebep olmuştur. Atatürk’ün öngördüğü Türk Milliyetçiliğinin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
HALKÇILIK:Halkçılık ilkesi, ulusal egemenliği ön planda tutar ve demokrasiyi benimser. Devlet, vatandaşın refah ve mutluluğunu amaçlar. Vatandaşlar arasında iş bölümü ve dayanışmayı öngörür. Ulusun devlet hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlar. Atatürk’ün halkçılık ilkesinden anlaşılan; toplumda hiçbir kimseye, zümreye ya da herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmamasıdır. Bütün herkes kanun önünde eşittir. Halkçılık ilkesine göre; hiçbir kimse başkalarına karşı din, dil, ırk, mezhep veya ekonomik açıdan üstünlük sağlayamaz.
***Halkçılık, Mustafa Kemal tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında şu şekilde tanımlanmıştır: "Bizim için insanlar yasa önünde tamamen eşit muamele görmek zorundadır. Sınıf, aile, fert arasında bir ayrım yapılamaz. Biz, Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz.“
***Kadın-erkek eşitliği konusunda gerekli önlemlerin alınmış olması; öğretim birliğinin gerçekleştirilmiş olması; her yurttaşın öğrenebileceği yeni bir Türk alfabesinin hazırlanması ve her yurttaşın devlet organları önünde eşit muamele görmesi konusunda alınan önlemler halkçılık ilkesini destekler niteliktedir.
LAİKLİK:Laiklik, devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve
ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda
azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Diğer bir tanımlamayla da
devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız
olmasını savunan prensiptir ki devlet düzeninin, eğitim kurumlarının ve hukuk kurallarının dine
değil, akla ve bilime dayandırılmasını amaçlar. Ayrıca, din işlerini kişinin vicdanına bırakarak bireyin
din özgürlüğünü koruyabilmesini sağlar.
Türkiye'de laikleşme aşamaları şunlardır:
&-Saltanatın kaldırılması (1922) &-Halifeliğin kaldırılması (1924)
&-Tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925)
&-“Devletin dini İslam’dır” ibaresinin anayasadan çıkarılması (1928)
DEVLETÇİLİK:Atatürk İlkeleri sözleri bulunur.Devletçilik, Mustafa Kemal Atatürk'ün 6 temel ilkesinden biridir. Ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi ve özel sektörün girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesini öngören ilkedir. Atatürk’ün devletçilik ilkesi; Türk toplumunun ulaşmak istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve ulusallaştırılmasıdır. Devletçilik ilkesine göre, devlet ekonomiyle ilgili olarak doğrudan doğruya müdahale yapabilir. Ekonomik teşebbüsler sadece devlet tarafından yapılmayacak, özel teşebbüslere izin verilecek fakat hiçbir özel teşebbüs devlet kontrolünden ve teftişinden çıkamayacak.
İNKILAPÇILIK:İnkılapçılık (Devrimcilik), Türk ulusunun çağdaşlaşması yolunda yapılan Atatürk
devrimlerinin benimsenmesi, geliştirilmesi ve her türlü tehlikelere karşı korunmasıdır.Bu ilke,
seçkinciliği açıkça yadsıyan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük
önem veren Türk milliyetçisi bir devrimcilik anlayışıdır. Kemalist Devrimcilik anlayışının iki yanı
bulunur. Birinci yanı, eski düzenin geçerliliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın
gereksinmelerini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir. Ama Kemalizm, bununla yetinmemekte,
devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişimlere açıklık biçiminde anlatmakta ve
kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır.
TARİH 14
BÜTÜNLEYİCİ İLKELER:Atatürkçü düşünce sistemini oluşturan Atatürk’ün temel ilkelerini, çeşitli yönleriyle destekleyen ve tamamlayan ilkelere bütünleyici ilkeler denir.
MİLLİ EGEMENLİK:Egemenlik veya hâkimiyet kelime anlamı itibariyle hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün güç demektir. Egemenlik devlet kudretinin bir vasfı olarak ise; iç hukukta en üstün kudreti, uluslararası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder.
Millî Egemenlik ise; bütün alanlarda karar verme yetkisinin, milletin ya da milleti temsil eden bir tüzel kişiliğin elinde olması dolayısıyla millet adına verilecek kararların yine millet tarafından verilmesi demektir. Başka bir deyişle bir milletin kendi kaderine hâkim olarak kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir.
Millî egemenlik düşüncesi; ilk defa XVIII. yüzyılda ünlü Fransız düşünürü Jean Jacques Rousseau tarafından ortaya atılmış ve bu yüzyılda, despot hükümdarlara karşı fertlerin hak ve hürriyetlerini gerçekleştirip teminat altına almak için girişilmiş olan mücadele ile başlamıştır. 1215 tarihli Manga Carta Libertatum’a (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) kadar dayanır. Millî Mücadele Dönemi’nden itibaren Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmıştır. Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, TBMM’nin açılması ve 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’ndaki egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesinin kabul edilmesi ve yürürlüğe konulması bu konuda önemli dönüm noktalarıdır.Cumhuriyetçilik ilkesini tamamlar.
TAM BAĞIMSIZLIK:Bağımsızlık, bir devletin, başka bir devlete veya uluslararası bir kuruluşa tabi olmaması ya da bağlı bulunmaması demektir. Millî bağımsızlık ise bağımsızlığın milletçe benimsenmesi ve amaç edinilmesidir. Bağımsızlık, Türk milleti açısından bir karakter ve bir var oluş meselesidir. Tam bağımsızlık, Atatürkçülüğün en önemli esaslarından biridir. Atatürk’ün bağımsızlık anlayışı, kayıtsız ve şartsız tam bağımsızlık fikrine dayanır.
MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ:Millî birlik ve beraberlik; milletçe birliği, beraberliği, bir arada yaşamayı ve bütünlüğü ifade eder. Bu ilke, aynı zamanda Türk milletini oluşturan kişilerin sevgi ve saygı duygusuyla birbirlerine bağlanmasını ve ortak amaçlara yönelik olarak varlığını devam ettirmesini amaçlar.
***Millî birlik ve beraberlik, Millîyetçilik ilkesinin öngördüğü ortak ideallerin bir görünümüdür. Milletçe birliği ve bütünlüğü ifade ettiğinden, aynı zamanda millî devletin gerçekleşme vasıtasıdır. Atatürk’ün Millîyetçilik anlayışının temelinde millî birlik ve beraberlik vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu düşüncesinden hareket eden bu ilke, Millîyetçilik ilkesini tamamlar.
YURTTA SULH CİHANDA SULH:“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi, bir taraftan yurt içinde huzur ve sükunu sağlayarak güven içinde yaşamayı amaçlarken, diğer taraftan da uluslararası barış ve güvenliği hedef alır.
***Atatürk tarafından; yapıcı, tutarlı ve akılcı bir dünya düzeninin var olmasını sağlamak maksadıyla ortaya konulmuş olan bu ilke, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin barış içinde kalkınabileceği düşüncesinin bir gereğidir. Atatürk, bu ilke ile bütün dünyada sınıf mücadelelerinin olmadığına, herkesin demokrasi içinde eşit haklara sahip olduğu ve sosyal dayanışmanın sağlandığı toplumların oluşmasını da gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
BİLİMSELLİK VE AKILCILIK:Bilimsellik, devlet ve toplum hayatında bilime yer vermek ve bilimi değerlendirmek demektir. Bilimsellik, olaylara bilimsel gözle bakmayı, gerçeği bilimsel gözle araştırmayı, hurafelere, dogmalara, peşin yargılara sapmadan aklı hâkim kılmayı gerekli kılar. Akılcılık (Rasyonalizm) ise, insanın aklı ile gerçekleri anlama yeteneğine denir. Atatürk, Türk milletini her yönüyle çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmaya amaçlıyordu. Bunun, her şeyden önce çağdaş bilimi yakalamakla mümkün olabileceğini düşünüyor ve bilimi devlet ve toplum hayatında hâkim kılmaya gayret ediyordu.
ÇAĞDAŞLAŞMA VE BATILILAŞMA:Çağdaşlaşma, her konuda, çağın şartlarına göre donanımı ve medeni anlamda çağı yakalamayı ifade eder. Batılılaşma ise, bazı ilim adamları tarafından, çağdaşlaşma ile aynı anlamda kullanılmakla beraber, maddi ve manevi yönden çağın şartlarına uygun olarak, insanca yaşamayı ifade eder. Türkiye’de gerçek anlamda Batılılaşma ya da modernleşme Atatürk zamanında olmuştur. O, Batı medeniyetini bir hayat tarzı olarak belirlemiş ve yapmış olduğu inkılaplarla bu amaca ulaşmaya çalışmıştır.
Atatürk, çağdaşlaşma ve Batılılaşma yolunda giriştiği harekelerde, her zaman Türk milletinin kendi millî değerlerine büyük önem vermiş ve yapılan işlerin millî esaslara ters düşmemesine özen göstermiştir.
İNSAN VE İNSANLIK SEVGİSİ:Atatürk’ün temel ilkelerinden birisi olan Millîyetçilik, milletlerarası iyi ilişkileri ve sevgiyi gerektirir. O, her türlü meseleleri barış havası içinde çözmeyi amaçlamış ve barış için hoşgörü, karşılıklı güven ve sevginin olması gerektiğine inanmıştır. Atatürk başka milletlerinde bize ve bağımsızlığımıza saygı duymasını istemiş ve bu çerçevede her şeyin çözüleceğini düşünerek, Türk inkılâbına bütün insanlığa kucak açan, sevgi ve barışı arzulayan bir karakter kazandırmıştır. ATATÜRKÇÜLÜK:Atatürkçülük veya Kemalizm, kelime anlamı olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün
düşüncelerinin ve görüşlerinin takipçisi olma anlamını içeren, ideolojik olarak emperyalist devletlerin fakir ve geri kalmış bir millete karşı giriştiği paylaşma hareketine tepki olarak doğan; Türk milliyetçisi ve antikomünist yapılı, belirli bir sınıf desteğine dayanmayan; geri kalmış safsata ve batıl itikatlardan güç alan kurumlar yerine akla ve bilime dayanan kurumları getirmeyi amaç edinen; Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojisi. Atatürkçü ideolojinin temellerini, Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarıyla ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılaplar oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti de, anayasasında belirtildiği gibi, özellikleri ve uygulamalarıyla Atatürkçülük doğrultusunda hareket etmektedir.
KURTULUŞ SAVAŞI’NA HAZIRLIK DÖNEMİ
Kuvay-ı Milliye Hareketinin Başlaması ve Batı Cephesi’nin Kurulması Kuvay-ı Milliye birliklerinin kurulmasında;
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmesi
Osmanlı hükümetlerinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması
İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Anlaşması’nın hükümlerini tek taraflı uygulayarak Anadolu’yu yer yer işgal etmeleri gibi nedenler etkili olmuştur.İşgallere karşı ilk silahlı direniş hareketi Güney Cephesi’nde (Dörtyol’da) Fransızlara karşı başladı.
Kuvay-ı Milliye birliklerinin kaldırılmasında;
İşgalleri kesin olarak durduramamaları
Hukuk devleti anlayışına ters davranarak suçlu gördükleri üyelerini kendileri cezalandırmaları
İhtiyaçlarının karşılanmasında zaman zaman halka baskı yapmaları
Anadolu’nun kesin olarak işgallerden kurtarılmak istenmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Kuvay-ı Milliye’nin Milli Mücadeleye Sağladığı Yararlar ve Özellikleri -Yunan ordularının Anadolu’da rahatça ilerlemelerini engellemişlerdir.
-Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumuşlardır.
-İç ayaklanmaları bastırmışlardır.
-Düzenli ordunun kurulması ve teşkilatlanması için zaman kazandırmışlardır.
-Kuvay-ı Milliye birlikleri arasında ilişki az olup, kendi bölgelerini kurtarmaya çalışmışlardır.
-Ayrıca, Milli Mücadele’nin ilk silahlı direniş gücü olmuşlardır.
-Ulusal bilincin uyanmasını sağlamışlardır.
TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI
Doğu Cephesi:22 Haziran 1920′de Yunan saldırısının başladığı sırada, Doğuda da Ermeni saldırıları sürekli artıyordu. Bu sırada Kızılordu’nun önünde Kafkasya yolu açılmıştı. Rusların Kars ve çevresini işgali an meselesiydi. Kızılordu’nun Kafkasya’ya girmesi üzerine TBMM Hükümeti taarruza karar verdi. 24 Eylül 1920′de Ermenilerin saldırıya geçmesi üzerine Türk ordusu da karşı taarruza başladı. Türk ordusu Misâk-ı Milli sınırlarına ulaşınca ilerleyişini durdurdu. Böylece Kâzım Karabekir komutasındaki Türk ordusu amacına ulaştı. Türk ordusunun kazandığı başarılar Ermenilerin barış istemelerine neden oldu. Görüşmeler sonunda Gümrü Antlaşması imzalandı.Gümrü Antlaşması’yla,
Yeni Türk Devleti’nin uluslararası ilk siyasi başarısı Gümrü Antlaşması’dır.
Misak-ı Milli’nin bir kısmı gerçekleşmiştir.
Ermenistan, TBMM’nin siyasal varlığını kabul ederek antlaşma yapan ilk devlet olmuştur.
Ermeniler, Sevr’i tanımadıklarını belirterek, Türk topraklarındaki iddialarından vazgeçmişlerdir.
Gümrü Antlaşması, dış ilişkilerimizi canlandırmıştır. Gürcistan ve Rusya ile ilişkilerin kurulmasında etkili olmuştur.
Güney Cephesi:İskenderun, Kilis, Antep, Maraş ve Urfa İngiliz, Mersin, Osmaniye ve Adana Fransız işgaline uğradı (Ocak 1919).İngilizlerin çekilmesinden sonra Antep, Urfa ve Maraş
Fransızlar tarafından işgal edildi. Fransızlar, Mısır ve Suriye’den getirdikleri Ermenileri örgütleyip Türkler üzerine saldırılar düzenlettirdiler. Bu durum Fransızlara karşı büyük bir tepkinin doğmasına neden oldu. Halk yaşadığı yerleri korumak amacıyla örgütlenmeye başladı. Sivas Kongresi’nde Güneydoğu illerinde de “Kuvay-ı Milliye” kurulmasına karar verildi.
***Fransızlar, halkın direnişi karşısında Urfa, Antep ve Maraş’ı elde tutmanın mümkün olmadığını anladılar. Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Anadolu’da işgal ettikleri yerleri geri verdiler (20 Ekim 1921).
***İtalyanlara karşı bir direniş olmamış ve cephe açılmamıştır. Bunun nedeni İtalyanların Ege bölgesinin Yunanlılara verilmesinden dolayı kırgınlık içinde bulunmaları ve Kuvay-ı Milliye hareketini desteklemeleridir. İtalyanlar ileride ekonomik açıdan sömürebilmek için halkla iyi geçinmeye çalıştılar. II. İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra işgal ettikleri yerleri terkettiler (5 Temmuz 1921).
Batı Cephesi
Birinci İnönü Savaşı (6 – 10 Ocak 1921)
Savaşın Nedenleri;
Türk ordusunun güçlenmesini engellemek
Çerkez Ethem Ayaklanması’ndan yararlanmak
TBMM Hükümeti’ne Sevr Barış Antlaşması’nı kabul ettirmek istemişlerdir.
Yunanistan ile yeni Türk devleti arasında yapılan savaşı, yeni kurulan Türk düzenli ordusu kazanmıştır.
Savaşın Sonuçları:
-Türk milletinin düzenli orduya olan güveni artmıştır.
-TBMM, bu zaferden sonra Londra Konferansı’na davet edilmiştir.
-Zaferden sonra Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşması, Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır.
Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921)
I. İnönü Savaşı’nın kazanılması üzerine İngilizler de TBMM gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar.İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümeti’ni Londra Konferansı’na davet ettiler. İstanbul Hükümeti’nin göndereceği delegeler arasında Mustafa Kemal’in ya da Mustafa Kemal’in yetki verdiği birisinin de yer almasını istediler. Bu davranışlarıyla TBMM Hükümeti’ni tanımadıklarını göstermek istemişlerdir.
Londra Konferansı’nın Sonuçları:
İtilaf Devletleri, TBMM Hükümeti’ni konferansa çağırmakla onun varlığını hukuken tanımışlardır.
Sevr Barış Antlaşması’nın çeşitli hükümleri tartışma konusu yapılmaya başlamıştır.
TBMM Hükümeti, bu konferanstan önemli sonuçlar beklemiyordu. Fakat konferansa katılmakla “Türkler barış görüşmelerine yanaşmıyorlar, savaşı uzatıyorlar” şeklindeki propagandanın önlenmesi sağlanmıştır.
Londra Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Anadolu’da Yunan saldırısı yeniden başladı. Bu durum II. İnönü Savaşı’na neden olmuştur.
Londra Konferansı sonrasında TBMM temsilcisi Fransa, İngiltere ve İtalya ile ikili antlaşmalar yaptı. Fakat bu antlaşmalarda “devletlerin eşitliği” ilkesine uyulmamıştır. Yapılan antlaşmalar TBMM tarafından onaylanmadığından yürürlüğe girmemiştir.
Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
İnönü Savaşı’nda Yunanlılara karşı kazanılan başarı, TBMM temsilcisinin Londra Konferansı’na çağrılması ve Rusya’nın TBMM ile Anlaşma Devletleri’nin yakınlaşmasından endişe etmesi Moskova Antlaşması’nın imzalanmasına ortam hazırlamıştır (16 Mart 1921). Moskova Antlaşması’yla;
İlk defa büyük bir devlet TBMM’yi tanımıştır.
Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur.
Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmiştir.
Her iki devlet de kendilerinden önceki döneme ait antlaşmaların geçersiz olduğunu bildirmiştir.
Batum Gürcistan’a, dolayısıyla Sovyet Rusya’ya bırakıldı. Buna karşılık Sovyetler, Kars ve çevresinin yeni Türk Devleti’ne ait olduğunu kabul ettiler. Dönemin olağanüstü şartlarından dolayı Batum Gürcistan’a bırakılmıştır. Bu durum Misak-ı Milli sınırlarından verilmiş ilk tavizdir.
İnönü Savaşı (23 – 1 Nisan 1921)
I. İnönü Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Yunanlılar yeniden saldırıya geçtiler. Yunan saldırısının başlamasında:
Londra Konferansı’ndaki barış tekliflerinin TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmemesi
İngilizlerin yeni bir saldırı konusunda Yunanlıları teşvik etmeleri
Yunanlıların Türk ordusunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Eskişehir ve Afyon’u almak, Ankara üzerine yürüyerek TBMM’yi dağıtmak istemeleri
Sevr Antlaşması’nın TBMM’ye kabul ettirilmek istenmesi etkili olmuştur.
II. İnönü Savaşı’nın kazanılmasıyla:
Halkın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne olan güveni artmıştır.
İtalyanlar, Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmaya başlamışlardır (5 Temmuz 1921).
M. Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek tebrik etmiş ve; Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters alınyazısını da (makus talihini de) yendiniz.” demiştir.
Eskişehir – Kütahya Savaşları (10 – 24 Temmuz 1921)
Yunan saldırısının amacı; TBMM Hükümeti’ni dağıtarak kesin sonucu elde etmekti. Bütün güçleriyle hazırlanan Yunan ordusu geniş bir cephe üzerinde saldırıya geçti.
Bu cephe İnönü’den Afyon’a kadar uzanıyordu. Türk ordusu henüz II. İnönü Savaşı’nın yorgunluğunu üzerinden atamadığından Yunan kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Üstün kuvvetlerle yapılan Yunan saldırısı karşısında Türk kuvvetleri yenilgiye uğradı. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya “Sakarya’nın doğusuna çekilmesi” tavsiyesinde bulundu. Bunun üzerine Türk ordusu Sakarya nehrinin doğusuna çekildi. Başkomutanlık Kanunu’nun Çıkarılması TBMM, Meclisin sahip olduğu yetkileri şahsında toplamak ve Meclis adına uygulamak üzere Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süreyle
Başkomutanlık yetkisi veren kanunu kabul etti (5 Ağustos 1921). Başkomutanlık Kanunu’nun çıkarılmasıyla Mustafa Kemal Paşa;
TBMM’ye ait olan “yasama ve yürütme” yetkilerini doğrudan kullanmaya başladı.
İstiklâl Mahkemelerinin de kendisine bağlanmasıyla “yargı” yetkisine de sahip oldu.
Erzurum Kongresi’nde askerlik mesleğinden ayrılan Mustafa Kemal Paşa, milli irade ile başkomutan oldu.
TEKALİFİ MİLLİYE EMİRLERİ
Mustafa Kemal Paşa başkomutan olduktan sonra Türk ordusunu yapılacak yeni savaşa hazırlamak amacı ile çalışmalara başladı. Ordu asker sayısı olarak yetersiz olduğu gibi silah ve teçhizat bakımından da çok zor durumda idi. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa, Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınladı. Çıkartılan kanun ile Türk ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması ve savaş gücünün artırılması amaçlanmıştır.
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos – 12 Eylül 1921)
Yunan kuvvetleri 22 Ağustos 1921′de Sakarya nehrini geçerek Türk kuvvetleriyle karşılaştılar.22 gün gece ve gündüz devam eden savaş 13 Eylül 1921′de Türk ordusunun zaferiyle sona ermiştir.
Sakarya Savaşı’nın Sonuçları
1683 Viyana bozgunu ile başlayan Türk gerileyişi Sakarya’da sona ermiştir.
Türk ordusu ilk defa savunma durumundan taarruz durumuna geçmiştir.
TBMM ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması yapılmıştır (13 Ekim 1921).
Kars Antlaşması ile Türkiye’nin Doğu sınırı kesinlik kazandı.
Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalanmıştır (20 Ekim 1921).
Yunanlılar taarruz gücünü kaybettikleri gibi, İngiltere desteğinden de mahrum kalmışlardır.
İtilaf Devletleri TBMM’ye ateşkes ve barış teklifinde bulunmuşlardır.
İtilâf Devletleri’nin Barış Teklifleri
22 Mart 1922 tarihinde İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları Türk ve Yunan taraflarına ateşkes teklifinde bulundular. Yapılan teklifte, “iki taraf arasında askersiz bölge bırakılması, her iki tarafın asker ve silah bakımından güçlenmemeleri, askeri açıdan Türk tarafının İtilâf Devletleri’nin denetimi altında bulunması ve çarpışmaların üç ay süreyle durdurulması” yer alıyordu. Böylece Türk ordusunun taarruz hazırlıkları durdurulacaktı. Bu teklifler Yunanlılar tarafından hemen kabul edildi. Türk tarafı ise bağımsızlık anlayışına ters düşen askeri denetim teklifini kabul etmediğini bildirdi. Ateşkesin ancak memleketimizdeki yabancı kuvvetlerin çıkmasıyla yapılabileceği belirtildi.
Büyük Taarruz
26 Ağustos 1922′de taarruz başladı. 27 Ağustos’tan itibaren Türk ordusunun üstünlüğü eline geçirmesi üzerine Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başladı.Aslıhanlar bölgesinde yapılan bu savaşa Dumlupınar Meydan Savaşı denilmiştir. 30 Ağustos 1922 tarihinde de Yunan kuvvetlerinin tamamen yok edildiği ve Başkomutan Mustafa Kemal’in doğrudan yönettiği savaşa Başkomutanlık Savaşı denilmiştir. Yunan kuvvetlerinin yeni bir savaş hattı oluşturmalarına engel olmak amacıyla Mustafa Kemal Paşa, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verdi. Yunan kuvvetleri İzmir’e doğru kaçarken Türk ordusu 6 Eylül’de Balıkesir, 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir’e girdi. 17 Eylül’de ise Bandırma’ya ulaştı. 18 Eylül 1922 tarihinden itibaren Anadolu’da artık hiçbir Yunan kuvveti kalmamıştır.
Büyük Taarruz’un Sonuçları
Milli mücadele başarıya ulaşmıştır.
Anadolu’da İtalyan ve Fransız işgalinden sonra Yunan işgali de sona ermiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası başarıyla tamamlanmıştır.
Türk ordusu Çanakkale ve İzmit civarında İngiliz kuvvetleri ile karşı karşıya gelmiştir.
İçte milli birlik ve bütünlük sağlanmıştır.
Mudanya Ateşkes Anlaşması (11 Ekim 1922) Mudanya Ateşkes Anlaşması’na göre:
-Türk – Yunan kuvvetleri arasındaki savaş sona erecektir.
-Yunan kuvvetleri Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardır. -Doğu Trakya TBMM’nin jandarma kuvvetlerine bırakılacaktır. Ancak bu kuvvetler 8.000′i geçmeyecektir.
-İstanbul, Boğazlar ve çevresinin yönetimi TBMM Hükümeti’ne bırakılacaktır. İtilaf Devletleri barış yapılıncaya kadar İstanbul’da kuvvet bulunduracaklardır.
-Barış antlaşması yapılıncaya kadar Türk silahlı kuvvetleri Çanakkale ve İzmit yarımadasında belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdir.
Mudanya Ateşkes Anlaşması’yla:
Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona erdi.
Yeniden silahlı çatışmaya girilmeden diplomatik başarılarla Doğu Trakya ve İstanbul kurtarıldı.
İstanbul, Boğazlar ve çevresinin TBMM Hükümeti’ne bırakılması ile Osmanlı Devleti hukuken sona erdi.
Lozan Antlaşması
Lozan Konferansı’nda Alınan Önemli Kararlar Sınırlar
Suriye Sınırı : 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edilmiştir.
Irak Sınırı: Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenememiştir. Sınırın daha sonra TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesine karar verilmiştir.
Boğazlar
Boğazların idaresi, başkanlığını bir Türk’ün yapacağı uluslararası komisyona bırakılmıştır.
Boğazların her iki yakasında 20′şer km’lik askerden arındırılmış bölge oluşturulmuştur.
Oluşturulan askersiz bölgeye olağanüstü bir durum yaşandığında Türkiye’nin asker sokabileceği kararlaştırılmıştır.
Boğazlardan ticaret gemilerinin serbestçe geçmesine karar verilmiştir. Savaş gemilerine ise tonaj sınırlaması getirilmiştir.
İstanbul’daki işgal güçlerinin şehri bir buçuk ay içerisinde boşaltmaları kararlaştırılmıştır.
Kapitülasyonlar:Lozan’ın en çok tartışılan konusu, hiç taviz verilmeden çözülmüş ve kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmıştır.
Ermenistan Sorunu:Sevr Antlaşması ile Doğu Anadolu’da kurulmasına karar verilen Ermeni Devleti’nin kuruluşundan vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmiştir.
Adalar:Oniki Ada İtalyanlara, Bozcaada ve Gökçeada Çanakkale Boğazı’nı kontrol ettiği için TBMM’ye, diğer Ege adaları ise Yunanistan’a verilmiştir. Yunanistan’ın Anadolu kıyılarına yakın olan adaları askeri amaçları için kullanması yasaklanmıştır.
Borçlar:
Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır.
Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlere Osmanlı borçlarından hisse verilecektir.
Osmanlı borçlarının büyük bölümünü TBMM ödeyecektir.
Borçlar Türk lirası olarak ve taksitler halinde ödenecektir.
Azınlıklar:XIX. yüzyıl başlarından beri Türkiye’nin başını ağrıtan azınlıklar sorunu Türkiye’deki bütün azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilmesi ile çözümlenmiştir. Azınlıklara, Türk vatandaşlarına tanınan tüm haklar tanınmış, ayrıcalıkları ise kaldırılmıştır. Türkiye’deki en kalabalık azınlık durumunda bulunan Rumların İstanbul’dakiler hariç Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Buna karşılık Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Türklerin Türkiye’ye gönderilmesine karar verilmiştir.
Yabancı Okullar:Türkiye’deki yabancı okulların bağlı bulunacakları rejim Lozan’da bir esasa bağlanmıştır. Buna göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır. Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir.
Savaş Tazminatı:Kurtuluş Savaşı’nın en büyük sorumlusu durumunda bulunan, Anadolu’nun büyük bir bölümünü tahrip eden ve Türk milletini iki yıl boyunca savaş felaketi ile karşı karşıya bırakan Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmıştır.
Patrikhane:I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı boyunca azınlıklar ve dış güçlerle birlikte hareket eden Fener Patrikhanesi’nin, yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartı ile Türkiye’de kalması kabul edilmiştir.
==SONRADAN GÜNDEME GELEN KONULAR
==SURİYE SINIRI,BOĞAZLAR,AZINLIK,YABANCI OKULLAR,IRAK SINIRI,BORÇLAR
==GELMEYEN KONULAR
==BATI SINIRI,SAVAŞ TAZMİNATI,KAPİTÜLASYONLAR,ERMENİ YURDU,PATRİKHANE ==OLUMLU ÇÖZÜLEN KONULAR
==BATI SINIRI,SAVAŞ TAZMİNATI,KAPİTÜLASYONLAR,BORÇLAR,AZINLIK,YABANCI ==OKULLAR,ERMENİ YURDU
==OLUMSUZ ÇÖZÜLENLER BUNLAR DIŞINDAKİLERDİR. TARİH 3
SALTANATIN KALDIRILMASININ NEDENLERİ
1-20 Ocak 1921 'de kabul edilen anayasada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi benimsenmişti Buna göre, saltanatın milli egemenlik İlkesine ters düşmesi,
2- İtilaf Devletlerinin Lozan Barış Konferansı'na TBMM ile birlikte Osmanlı Hükümetini de davet etmişlerdi TBMM'nin Anadolu halkının tek temsilcisi olmasından dolayı iki başlılığın ortadan kaldırılmak istenmesi
3- Padişah ve İstanbul Hükümetinin Milli Mücadelenin aleyhinde çalışmalar,
Bu nedenlerle 1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla Saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin bu kararın ardından İstanbul'dan ayrıldı.Halkın henüz büyük değişikliklere hazır olmaması ve İngilizlerin
kendilerine sığınan Vahdettin'in halifelik gücünü kullanmaması için saltanatın kaldırılmasına rağmen halifelik kaldırılmamıştır.
SALTANATIN KALDIRILMASININ SONUÇLARI
1- Osmanlı Hükümeti ortadan kaldırılarak ülkede iki Hükümetin bulunmasından doğan çift başlılık sorunu sona erdirildi TBMM ülkede yönetimi eline aldı
2- Milli egemenliğin gerçekleşmesi için büyük bir adım daha atılmış oldu
3 -Laikliğe geçiş için önemli bir adım atıldı
4- Cumhuriyetin ilanı kolaylaştı
2 Kasım’ın “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” ilan edilmesini istedi
4 Kasım 1922’de de Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmiş, TBMM İstanbul’un idaresine el koymuştu.
Cumhuriyete giden yol:20 Ocak 1921’de Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun kabul edilmesi, millî egemenlik kavramının öne çıkması ve saltanatın kaldırılması Cumhuriyet düzenine gidişin ilk önemli işareti olarak görülmüştür.Son Osmanlı Mebus an Meclisi'nin İtilaf Devletleri tarafından dağıtılması ile Türk ulusal iradesi yok edilmiş oluyordu. Ulus adına karar alıp uygulayacak bir kurula gereksinim vardı. Bu boşluğu yeni bir meclis dolduracaktı. Bu amaçla Mustafa Kemal in yayınladığı bildiri sonucu seçimlerin yapılabildiği yerlerde kazanan delegeler Ankara'da toplanmaya başladı. Meclis-i Mebusan'ın dağıtılmasıyla Anadolu'ya geçen eski milletvekilleri de yeni meclise katıldı. 23 Nisan 1920'de Meclis açıldı. TBMM’nin Açılmasının Önemi:
-Egemenliğin kaynağı değişmiş oldu, Padişahtan halka geçti.
-Yönetim merkezi İstanbul’dan Ankara'ya geçti.
-Temsil Heyeti'nin hukuksal varlığı sona ererken ulusal egemenliği savunan yeni bir devlet kurulmuş oluyordu.
-TBMM’nin ilk hedefi ulusal bağımsızlık savaşını kazanmaktı.
-Ulus egemenliğine dayanan yeni devletin çalışma yöntemlerini belirlemek için Mustafa Kemal 24 Nisan'da TBMM'ye bir önerge verdi.
ÖZELLİKLERİ
İşgallere karşı oluşan direnişi tek bir çatı altında toplamıştır.
Ulusal egemenliği gerçekleştirmiştir.
TBMM “Güçlerbirliği İlkesini” benimsemiştir. Bu sebeple Olağanüstü Meclis yada İhtilalci
Mecliste denilir.
Kurtuluş Savaşı’nı yönettiği için bu meclise, “ Savaş Meclisi”, yeni yasalar çıkardığı için de “ Kurucu Meclis” olarak ta adlandırılır.
TBMM’nin açılmasıyla “ Temsil Heyeti” nin görevi sona ermiştir.
Yaptığı ilk ve tek inkılap hareketi saltanatın kaldırılmasıdır.
İlk mecliste azınlık milletvekilleri yoktur.
İtilâf Devletleri’ne çekilen telgraflarla İst. Hük. ile yapılacak hiçbir antlaşmanın tanınmayacağı bel.
Türk adını taşıyan ilk meclistir.
İlk mecliste iki grup vardır. M. Kemal yanlıları ve padişah yanlıları.
En çok askeri alanda harcamalar yapmıştır.
İlk siyasî başarısı Gümrü Antlaşması’dır.
***Halk Partisi, Dernekler Yasası (Cemiyetler Kanunu) uyarınca kurulmuş siyasal bir dernektir. Amacı ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasında rehberlik etmek, Türkiye’yi tam anlamıyla çağdaş devlet haline yükseltmektir.
&-Halk Partisi, bir ihtilâl partisi değil, bir devrim partisidir. Bütün siyasal mücadelelerini yasalar çerçevesinde yapacak ve Türkiye’de yasaların üstünde yasa otoritesini egemen kılmaya çalışacaktır.
&-Halk Partisi’ne katılanların gerçekten Halkçı olması zorunludur. Halkçılara göre halk sanı herhangi bir sınıfa özgü değildir.
&-Bir kişinin Halk Partisi’ne girebilmesi için Türkiyeli olması ve aslen ulusal, yurtdışında bulunan Müslüman uluslardan birine mensup ise Türk uyruğunu kabul etmesi gerekir.”
***Gazi Mustafa Kemal Paşa Genel Başkanlığa, Recep (Peker) Bey; Genel Sekreterliğe; İsmet Paşa, Genel Başkanvekilliğine; üyeliklere ise: Sabit Bey, Celal Bey, Cemil Bey, Refik Bey, Saffet Bey, Münir Hüsrev Bey, Kâzım Hüsnü Bey, Zülfü Bey seçilmiştir. Cumhuriyet henüz ilan edilmediğinden gelebilecek tepkilerde dikkate alınmış olmalı ki “Cumhuriyet” kelimesi Halk Fırkası’na eklenmemiştir. Bu durum 10 Kasım 1924’te giderilecek ve partinin yeni adının “Cumhuriyet Halk Fırkası” olarak değiştirildiği kamuoyuna duyurulmuştur.
13 Ekim 1923’te Ankara’nın Türkiye’nin yeni başkenti olduğu kabul edilmiştir.
Ankara’nın başkent olmasında şu özellikleri etkili olmuştur: &-Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti’nin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmesiyle bütün işlerin burada yürütülmüş olması,
&-Coğrafi konumu nedeniyle işgal edilmesi zor ve güvenli bir yer olması,
&-İstanbul’un jeopolitik konumunun bir sonucu olarak tarih boyunca işgallere açık bir
durumda olması,
&-Ulaşım imkânlarının iyi olması,
&-Osmanlı Devleti’nin başkenti olmasından dolayı siyaseten İstanbul’a olan mesafeli duruş,
&-Konumu sebebiyle inkılapların ve ülke yönetiminin daha kolay yürütüleceğine olan inanç.
***1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu, 1923 seçimleri, Halk Fırkası’nın kurulması, Ankara’nın başkent olması gibi çalışmalar Cumhuriyete gidişin ilk işaretleriydi.,
28 Ekim gecesi Çankaya’da Mustafa Kemal ve İsmet Paşa, 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun devletin şeklini belirleyen maddeleriyle ilgili olarak yapılacak değişikliği öngören bir kanun tasarısı hazırlanmış ve bu tasarı 29 Ekim’de önce Halk Fırkası Grubu’nda tartışılarak kabul edilmiş, ardından da Meclis gündemine getirilmişti. Meclis’te tasarının görüşülmesinden sonra oylamaya geçilmiş ve saatler 20.30’u gösterirken oylama sonuçları açıklanmış “Yaşasın Cumhuriyet” sözleri ve alkışlarla Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında Cumhuriyetin ilanını hızlandıran sebepler şunlardır: •Meclis’in açılmasından itibaren vurgulanan millî egemenlik kavramının hayata geçirilmek istenmesi,
•Saltanatın kaldırılmasıyla ortaya çıkan devlet başkanlığı ve rejim gibi önemli belirsizliklerin yarattığı tartışmalar,
•Meclis Hükümeti sisteminin yarattığı sorunlar, •Yaşanan hükümet bunalımları,
•Muhaliflerin eski sistemin yaşaması için gösterdiği çabalar, •Demokratik ve çağdaş bir devlet olma isteği.
Mustafa Kemal =Halk Fırkası’nın Genel Başkan Vekilliği’ne de İsmet Paşa’yı atadı. Ali Fethi Bey de TBMM Başkanlığı’na seçildi.
Şu hâlde Cumhuriyetin ilanıyla şu kazanımlar elde edilmiştir: &-Cumhuriyetin ilanıyla devletin rejim belirsizliği ortadan kalkmıştır. &-Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.
&-Hükümet krizlerine sebep olan Meclis Hükümeti sistemi değiştirilmiş ve kabine sistemine geçilmiştir.
&-Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanı seçilmesiyle devlet başkanlığı belirsizliği
ortadan kalkmıştır.
&-Devlet organları yeniden düzenlenmiştir.
&-Millî egemenlik düşüncesi hayata geçirilmiştir.
&-Uluslararası ilişkilerde yeni devletin itibarı kuvvetlenmiştir.
Halifelik= bu kavramın ortaya çıkması ise Hazreti Peygamberin vefatından hemen sonradır. Hz. Peygamber’in 632’de vefatı üzerine İslam Devleti’nin başında kim olacak sorunu ortaya çıktı. Bu tartışmaların sonunda Hz. Ebubekir halife seçildi. Bunu Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halifeliği takip etti. Dört halifeden sonra da Halifelik müessesesi Emevilerin eline geçti. Emeviler Dönemi’nde babadan oğula geçen bir müesseseye dönüşen Halifelik, sırasıyla Abbasiler, Memluklular ve Osmanlılara geçmiştir.
OSMANLIDA ;
Bu ünvanı ilk kullanan da I. Murat’tır.1774 Küçük Kaynarca Antlaşması bir dönüm noktasıdır. Bu dönemden sonra Osmanlı padişahlarının “Yeryüzünde Allah’ın gölgesi, halifesi” gibi sıfatları kullanmaya özen gösterdikleri bilinmektedir.olsa tarihî bir hatıra olmaktan öteye bir anlam taşıyamaz.”
Şu hâlde yukarıda verilen bilgiler çerçevesinde Halifeliğin kaldırılması ile ilgili sebepleri de şöyle sıralamak mümkündür:
&-Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı gibi siyasal inkılapların ardından Halifelik makamının değerini yitirmesi,
&-Cumhurbaşkanlığı makamı yanında Hilafet makamının varlığını sürdürmesi gibi çelişkilerin ortadan kaldırılmak istenmesi,
&-Son Halife Abdülmecit Efendi’nin padişah gibi tavırlar içine girmesi, &-Halifelik makamının laik devlet düzenine geçişte önemli bir engel görülmesi, Halifelik makamının asıl işlevi olan Müslümanlar arasında birlik kurabilme özelliğini kaybetmesi,
&-Rejim karşıtlarının Halifelik makamına sığınmaları ve siyasi haklar elde etme çabaları, &-Özellikle Hintli Müslümanların Hilafet makamını destekler mahiyetteki mektuplarının devletin içişlerine müdahale olarak görülmesi, &-Düşünülen inkılaplar önünde engel olarak görülmesi.
Halifelik 3 Mart 1924’te kaldırılmıştır.
•Bu inkılabın sonuçlarını ise söyle ifade etmek mümkündür:
•Laiklik yolunda önemli bir adım atıldı.
•Yapılacak inkılapların önündeki önemli bir engel ortadan kaldırıldı.
•Ümmetçilik arayışları önemli bir dayanağını kaybetti.
•Millî egemenlik pekiştirilmiş oldu.
•Dış politikada daha bağımsız hareket edilmesi sağlandı.
•Milliyetçilik vurgusu önem kazandı.
TARİH 4
Ülkenin her yöresinden gelen vekiller ortak amacı temelde ülkenin düşman işgalinden kurtuluşunu sağlamak ve Misak-ı Millî’yi gerçekleştirmekti.I. Meclis’te parti yoktu. Ancak bu farklılıkları ifade edebilecek olan gruplar vardı. Bunlar; Tesanüd (Dayanışma) Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-i Hukuk Grubu, Islahat Grubu vb.
**Mustafa Kemal Paşa, 10 Mayıs 1921’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubunu (I. Gurp) kurdu. Böylece Meclis’te en etkili grup ortaya çıkmış oldu.Yeni grubun dışında
kalanlar ise II. Grup olarak ifade edilmektedir. Bu grup, I. Meclis’in ortak amacına halel getirmemek için resmî bir örgütlenmeye gitmedi.1922 başlarında ise resmî olarak II. Grubu kurmuşlardı. Bu gruba; Canik Mebusu Emin, Erzurum Mebusları Hüseyin Avni, Celaleddin Arif, Necati, Kayseri Mebusu Rıfat, Mersin Mebusu Selahattin, Sivas Mebusu Vasıf ve Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey gibi isimler dâhildi. Grup, Nisan 1923’te II. Meclis için yapılan seçimleri kaybetmesiyle etkinliğini kaybetti ve meclis dışında kaldı.
Meclis Dönemi:Muhalefet artık örgütlüydü. Osmanlı Devleti’ni tasfiye edici inkılaplar lider kadroda ayrılıkların önünü açtı. İnkılâpların şekli ve zamanı konularında Mustafa Kemal Paşa ile bazı arkadaşları arasında görüş ayrılıkları ortaya çıktı. 1924 Anayasası’nın görüşülmesi sırasında daha da derinleşmiş, sonunda da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Böylece Cumhuriyet Döneminde Türk demokrasisi ilk kez örgütlü muhalefetle tanışmış oldu.
**26 Ekim 1924’te Kâzım Karabekir, 30 Ekim 1924’te de Ali Fuat Paşa ordu komutanlığı görevlerinden istifa ederek siyasete döndüler.
**3 Mart 1924 tarihinden önce hükümette bakanlık düzeyinde temsil edilen Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti kaldırılarak politika dışına bırakılmış, ikinci adım olarak da komutanların aynı zamanda milletvekili olmalarını önleyen düzenleme yapılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kurulması (17 Kasım 1924-3 Haziran 1925) Cumhuriyet tarihimizin ilk muhalefet partisi ve bir demokrasi deneyimi olarak kabul edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuran kadroların tamamı, Millî Mücadele ve I. Meclis Dönemi’nde Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çalışma arkadaşlarıdır.Halk Fırkası’nın icraatlarını beğenmeyen bu muhalif grup, 17 Kasım 1924 tarihinde Halk Fırkası’ndan istifa ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdu. Fırkanın kurucuları arasında Rauf (Orbay) Bey, İsmail (Canbolat) Bey, Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Refet (Bele) Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Bekir Sami Bey gibi Millî Mücadele’nin ünlü sivil ve asker kadroları bulunmaktaydı.
**8 Aralık 1924 tarihinde yapılan seçimler sonucunda, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa, Başkan vekilliklerine Rauf (Orbay) Bey ve Dr. Adnan (Adıvar) Bey, Genel Sekreterliği’ne ise Ali Fuat (Cebesoy) Paşa seçilmişlerdir.
Halk Fırkası’ndan istifa ederek yeni kurulan partiye geçen milletvekillerinin sayısı da yirmi sekize ulaşmıştı. Amaçları iktidara gelmek değil, Halk Fırkası’na muhalefet etmektir. **Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın siyasi varlığı altı buçuk ay kadar sürmüştür. Yeni partinin etkisi ile İsmet Paşa Başvekillik’ten ayrılınca, yerine yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Fethi (Okyar) Bey Hükümeti’ne güvenoyu vermişler ve yeni hükümeti memnuniyetle karşılamışlardı.
**Kurulduktan bir müddet sonra bu partinin kapatılmasına yol açan olaylar, 13 Şubat 1925‘te Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanmasıyla başlamıştır.İsmet Paşa, güvenoyu aldıktan sonra asayişle ilgili bir dizi önlemler de gündeme gelmişti. Bu önlemlerin başında hükümete olağan üstü yetkiler veren “Takrir-i Sükûn Kanunu (4 Mart 1925)” çıkarılmış, biri Ankara’da, diğeri isyan bölgesinde faaliyet gösterecek iki tane de “İstiklal Mahkemesi” kurulmuştur.
**Hükümet takrir-i Sükûn Kanunu kapsamında 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmıştır.
ŞEYH SAİT İSYANININ NEDENLERİ=
1. Saltanat ve Hilafetin kaldırılmasına ,yapılamaya başlayan inkılaplara duyulan tepki.
2. İngilizlerin Musul Meselesini kendi lehlerine çözmek ve Doğu Anadolu’da bir Kürt devleti kurmak için halkı kışkırtması
Terakkiperver cumhuriyet fırkasının halk üzerindeki etkisi
Dini çıkarlarına alet edenlerin cahil halkı kolayca kandırmaları .
Ergani’nin Piran şehrinde başlayan (13 Şubat 1925),Şeyh Sait tarafından başlatılan isyan kısa sürede Diyarbakır ve Elazığ’a da yayıldı.İsyanı bastırmakta yumuşak davranan Fethi Okyar hükümeti istifa etti ve yerine İsmet Paşa hükümet kurdu.İlk iş olarak da,Takrir-i Sükun (Düzenin sağlanması) kanunu çıkarıldı (4 Mart 1925).
**Şeyh Sait dâhil olmak üzere seksen kişiden kırk dokuzu idam, diğerleri de çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın önce Doğu Anadolu’daki şubeleri kapatılmış, daha sonrada partinin tamamen kapatılmasına karar verilmiştir.
Bu isyanının sonuçlarına gelince; &-Ülkede huzur ve güven bir müddet için sarsılmıştır.
&-Savaştan yeni çıkan ordumuz bu isyanla uğraştığı için, Musul ve Kerkük’ü askerî
yollardan alma imkânı kalmamıştır.
&-Musul davası İngiltere’nin istediği gibi çözümlenmiştir.
&-Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçiş kesintiye uğramıştır.
**Takrir-i Sükun Kanunu (Huzurun Sağlanması Kanunu) 3 Mart 1925'te TBMM'de kabul edilen ve Hükümete olağanüstü yetkiler veren kanun. 13 Şubat 1925′te başlayan Şeyh Sait Ayaklanması’nın bastırılması ve suçluların cezalandırılması amacıyla TBMM tarafından çıkarılan kanun.4 MART 1925 de kabul edildi.Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilir edilmez İstanbul’da ki bazı gazete ve dergiler (Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Telgraf, Tanin, Vatan, Aydınlık, Orak-Çekiç ve Sebilürreşat) kapatılmıştır. Çok sayıdaki gazeteci de Doğuda Anadolu’daki İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmışlardır.
İzmir Suikastı ve Sonuçları
Suikastın planlayıcıları; I. Dönem TBMM Rize Milletvekillerinden Ziya Hurşit, İzmit Milletvekili Şükrü Bey, Eskişehir Milletvekili Miralay (Ayıcı) Arif Bey, eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey, eski bir İttihatçı olan Kara Kemal gibi isimlerdi.Bu olayda en önemli gelişme ise mahkemenin kararıyla Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa gibi Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinin tutuklanmasıydı. Ayrıca yurt dışında bulunan eski Başbakanlardan Rauf Orbay ile Dr. Adnan Bey hakkında da gıyabi tutuklama kararı verilmişti.
**İzmir suikastı davası, İzmir ve Ankara da olmak üzere iki safhada gerçekleşmiştir. İzmir’deki duruşmalar üç haftada tamamlanmış, yargılamalar sonucunda suikastçılardan on üçüne idam cezası, bazılarına da çeşitli hapis cezaları verilmiştir. İzmir’de yargılananlar arasında olan başta Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa ve Cafer Tayyar Paşa gibi tarihî şahsiyetler suçsuz bulunarak beraat etmişlerdir.
Ağustos ayında davanın ikinci safhasına Ankara’da ki yargılamalarla devam edildi. Yargılananların çoğu önemli eski ittihatçı olduğu için, bu davaya ”İttihatçılar” davası da denilmiştir. Mahkeme yargılamalar sonucunda bazı kişilere çeşitli hapis cezaları verirken, dört kişiyi de idama mahkûm etmiştir. Eski Başbakanlardan Rauf Bey ise gıyabında on yıl kalebentliğe mahkûm edilmiştir.Fethi Bey, 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı resmen kurar. Partinin kurucuları arasında; Fethi Bey, Nuri (Conker), Mehmet Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet, Tahsin (Uzer) Bey gibi isimlerin yanı sıra Mustafa Kemal Paşa’nın bazı yakın arkadaşları ve kız kardeşi Makbule Hanım da vardır. Diğer taraftan Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan istifa eden bazı milletvekillerinin Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katılmalarıyla da fırka; Meclis’te temsil edilme hakkı kazanmıştır. Parti programında; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik esaslarına bağlı kalınacağı, seçimlerin tek dereceli yapılmasının ve kadınlarında siyasi haklara sahip olmasının
gerektiği, ekonomide liberal politikaların uygulanacağı, yabancı sermayenin teşvik edileceği, adil bir vergi sisteminin getirileceği, köylüye ucuz kredi verileceği gibi hususlar savunuluyordu.Yeni kurulan bu parti 1930 yılının Ekim ayında yapılan yerel seçimlere katılmış ve yirmi iki Belediye Başkanlığı kazanmıştı.1945 yılının sonlarına kadar Cumhuriyet Halk Fırkası ülkeyi tek başına yönetmiştir.
Menemen (Kubilay) Olayı (23 Aralık 1930) ini gerici niteliktedir.
TARİH 5
Romalılardan itibaren hukuk sistemi; kamu hukuku ve özel hukuk olarak ikiye ayrılarak sistemleşmiştir.Kamu hukuku, bireyin devletle olan ilişkilerini; özel hukuk ise bireyler arasındaki ilişkileri düzenler.
OSMANLI’DA HUKUK
Osmanlı Devleti’nde hukukun iki önemli kaynağı vardı. Bunlar; şeriat ve örftü. Bilindiği gibi şeri hukuk veya İslam hukuku (fıkıh), Kur’an, sünnet, icma ve kıyas gibi kaynaklarla şekillenmiştir. Örfi hukuk; kanunname adıyla toplanmış, zamanla da bazı değişikliklere uğramıştır. Daha çok mali, askerî, idari hukuk ve toprak hukuku hükümlerini içermiştir.
Sened-i İttifak’la ilk defa bir padişah; Anadolu ve Rumeli Ayanlarını muhatap alarak onların varlığını kabul ettiği gibi karşılıklı olarak tarafların hak ve özgürlüklerini tanımış ve ilk kez padişah egemenlik haklarının sınırlanmasını kabul etmiştir. İşte bu gelişme Türk demokrasi ve anayasa hukukunun gelişmesi yolunda atılmış ilk önemli adım olarakdeğerlendirilmiştir. Londra ve Paris elçiliklerini yapmış olan Mustafa Reşit Paşa’yı getirdi. Mustafa Reşit Paşa, Padişah adına 3 Kasım 1939’da Gülhane Parkı’nda okuduğu ferman ile Tanzimat Dönemi’ni başlatmış oldu. Tanzimat Fermanıyla müslim ve gayrimüslimlerin kanun nezdinde eşit olduğu, bütün vatandaşların can, mal ve namuslarının devletin sorumluluğu altında olduğu, vergilerin herkesin gelirine göre kanunlar çerçevesinde düzenleneceği, askere alınma usulünün eşitlik prensipleri doğrultusunda yeniden gözden geçirileceği, yargılamaların şeffaf olacağı ilan edilmiştir.
O hâlde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e uzanan bu çizgide hukuki gelişmelerin sebeplerini ise şöyle izah etmek mümkündür:
&-Avrupa’da bürokraside ve bilgi düzeyindeki gelişmeler, &-Sosyo-kültürel hayatta ortaya çıkan gelişmeler, &-Ticari ve iktisadi usullerdeki değişiklikler, &-Batılı devletlerin Osmanlı Devleti nezdindeki baskıları,
&-Toplumsal ve siyasal gelişmelerin bir yansıması olarak hukuk kavramı ve hukukun üstünlüğü anlayışının kavranmaya başlanması.
***Tanzimat Fermanı ile başlayan reformlar arasında en dikkat çekeni hukuk alanında yapılanlardır.
Adli Teşkilatlanma Çabaları
Batı tarzi mahkemeler, 1838’de kurulan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye gelir. 1854’te Meclis-i Tanzimat, 1868’de de Şura-yı Devlet ve Ahkam-ı Adliye’nin kuruluşu gerçekleşmiştir, 1840’da Ticaret Nezareti’nin kontrolünde teşekkül ettirilen Ticaret Meclisleri, Maliye Nezareti’ne bağlı çalışan Meclis-i Muhasebe ile Ticaret Meclisleri 1848’de birleştirilerek Ticaret Mahkemeleri kurulmuş oldu. 854’te kurulan Meclis-i Tahkik ile Ceza Kanunlarının uygulanmasına çalışılmıştır.
Kanunlaştırma Çabaları
Ülkede hukuk birliği bozulmuş ve bürokraside, sosyo-kültürel hayatta, eğitimde olduğu gibi hukukta da dualist (ikili) bir hukuki yapı meydana gelmiştir.
Ceza Hukuku Alanında
Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra çıkarılan ilk kanun 3 Kasım 1840 tarihli Ceza Kanunu’dur.Zamanla sorunlar karşısında yetersiz kalınca 1851’de Kanûn-ı Cedid adıyla yeni bir Ceza Kanunu hazırlanmıştır. Ancak bu kanun da yetersiz kalınca 1858’de Fransız Ceza Kanunu esas alınarak 1926 yılına kadar uygulanacak olan Ceza Kanunu hazırlanmıştır. 1879’da da Ceza Usulü Kanunu Fransız örnekleri tercüme edilerek uygulamaya konulmuştur.
Ticaret Hukuku Alanında
Özel hukuk alanındaki ilk kanun 1850 tarihli Ticaret Kanunu’dur. Kanun hazırlanırken Fransız Ticaret Kanunu esas alınmıştır. Buna paralel olarak 1855’te İflas Kanunnamesi, 1856’da Kanunname-i Ticari, 1861’de Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi, 1863’te Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi, özellikle Fransız kanunları esas alınarak hazırlanmıştır. Toprak Hukuku Alanında II. Mahmut döneminde tımar sistemi kaldırıldı. 1858’de Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştı. Bu kanun; Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki heyetçe hazırlanmış ilk millî kanundur.
Medeni Hukuk Alanında
En önemlisi Mecelle diye bilinen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’dir.
Mecelle Cemiyeti, çalışmaları 1869’da başlayan çalışmalar 1876’da tam anlamıyla tamamlanmıştır.
Anayasa Hukuku Alanında
Türk demokrasi tarihinin ilk anayasası 23 Aralık 1876 tarihli Kanûn-ı Esasî, II. Abdülhamit’in denetimi altında 28 kişiden oluşan Cemiyet-i Mahsusa heyetince hazırlandı. Heyet, bu çalışmasında 1831 tarihli Belçika, 1851 tarihli Prusya ve 1875 tarihli Fransız Anayasalarından yararlanmıştır. Anayasa 119 madde ve 12 bölümden teşekkül etmiştir. 1876’da II. Abdülhamit’in bir fermanıyla ilan edilen Kanûn-ı Esasî, gücünü padişah iradesinden almıştır. demokrasi tarihimizde ilk kez anayasalı monarşi veya meşrutî monarşi sistemine geçilmiş oldu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanına kadar uygulamada kalmıştır ve 1924 Anayasası ile de kesin bir şekilde yürürlükten kaldırılmıştır.
Şu hâlde Türk Hukuk inkılabı alanında yapılan düzenlemelerin sebeplerini şöyle izah etmek
mümkündür;
&-Hukuk alanında birlikteliğin olmaması.
&-Mevcut kanunların ihtiyaçları karşılamaktan uzak olması. &-Laik bir devlet modelinin geliştirilmesi için hukuk alanında da düzenlemeyi mecbur kılması,
&-Ekonomik hayata dair düzenlemelerin batılı normlara göre yeniden düzenlenme
mecburiyeti.
&-Kadın hakları konusunda var olan eşitsizliklerin giderilmesi.
&-Mahkeme düzeninin modern usullerden uzak olması. &-Her alanda olduğu gibi hukuk sisteminde de akla ve bilime önem verilmesi. &-Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Batı medeniyetini örnek alması münasebetiyle de bu hedefin en önemli ayağı olan Batılı hukuk sistemine geçmesinin elzem görülmesi. Zafer Gören’e göre anayasanın fonksiyonları ve içeriği ise şunlardan ibarettir:
&-“Devletin bütünlüğünü sağlamak, &-Devlet için devamlı bir temel düzen oluşturmak, &-Devlet erkinin (egemenliğin) kullanılmasını meşru kılmak,
&-Devlet erkini hukuksal bakımdan sınırlamak, denetlenebilir kılmak, &-Vatandaşların özgürlük ve eşitliğini güvence altına almak.”
**Türk demokrasi tarihinde 1921 tarihli anayasa en yumuşak, 1982 tarihli anayasa ise en sert olanıdır. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde dört anayasa vardır. Bunlar; 1921,1924, 1961, 1982 anayasalarıdır.
1921 ANAYASASI 20 OCAK:Bu anayasanın getirdiği yenilikler ve genel özellikleri ise şöyledir:
&-“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi getirilmiş ve bu ilkenin paylaşılamayacağı
açıkça ifade edilmiştir.
&-Yumuşak bir anayasadır.
&-TBMM’nin tartışmaya yer vermeyecek kadar meşruiyet sorununu ortadan kaldırmıştır.
&-Olağanüstü şartların etkisiyle Kuvvetler Birliği ilkesi kabul edilmiştir.
&-Meclis Hükümeti Sistemi esas alınmıştır.
&-İlk kez Türkiye Devleti tabiri kullanılmış ve devletin TBMM tarafından idare edileceği ilan
edilmiştir.
&-Kısa bir anayasa olmasına rağmen yarısından fazlasını yerinden yönetim ve yerel yönetim ilkeleri esasları almıştır. Türk demokrasi tarihinin metin olarak en kısa ve kısa süreli anayasası,
------Değişikliklere uğradı bunlardan bazıları;
&-Cumhuriyetin ilan edilmesiyle devletin adı Türkiye Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir.
&-Cumhurbaşkanlığı müessesesi kurulmuş ve seçim ile ilgili esaslar getirilmiştir.
&-Devletin resmi dini İslam, resmi dili ise Türkçedir ifadeleri eklenmiştir.
&-Kabine sistemi getirilmiştir.
&-Bu anayasa, 20 Nisan 1924’te kabul edilen yeni Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu ile yürürlükten
kalkmıştır.
1924 ANAYASASI 20 NİSAN:Hükümet Sistemi’ne ve Kuvvetler Birliği ilkesine dayanıyordu. 1924’te kabul edilen anayasa 105 madde ve 6 bölümden mürekkeptir. Sert anayasa olarak kabul edilir. Bu anayasa 1961’e kadar uygulanmıştır.
20 Nisan 1924 tarihli anayasanın belli başlı özellikleri ise şunlardır:
&-“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi aynı şekilde devam ettirilmiştir.
&-Kuvvetler birliği esastır, yani yasama yürütme ve yargı meclisin kontrolüne alınmıştır.
&-Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’na verilmiştir.
&-Bu anayasa Türk demokrasi tarihinin en uzun süreli yaşayan anayasası olmuştur.
&-Seçme yaşı 18, seçilme yaşı ise 30 ve seçimler dört yılda bir yapılacağı belirlenmiştir.
&-Meclis’in; soru, gensoru ve meclis soruşturması yoluyla denetleneceği usulü getirilmiştir.
&-“Devletin biçimi Cumhuriyettir” esası bir kez daha teyid edilmiştir. &-Meclis Başkanı ve Başbakanın Meclis’ten Cumhurbaşkanınca seçilmesi esası kabul edilmiştir.
1924 ANAYASASI DEĞİŞİKLİKLERİ
10 Nisan 1928’de laikliğe aykırı kabul edilen Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır esası çıkarılmıştır.
&-5 Aralık 1934’te kadınlara seçme seçilme hakkı ve otuz yaş esası kabul edilmiştir.
&-5 Şubat 1937’de CHP ilkeleri olarak bilinen esaslar anayasaya alınmıştır. Böylece
anayasanın ideolojisi olmuştur.
&-10 Ocak 1937’de anayasasının dilinde sadeleştirmeler yapılmıştır vs.
1961 ANAYASASI 9 TEMMUZ:Bu anayasanın önemli özellikleri ise şöyle ifade edilebilir: &-Bu anayasayla çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir.
&-Bu anayasa ile yumuşak bir kuvvetler ayrılığı getirilmiş ve Türkiye parlamenter sisteme geçmiştir.
&-Sert bir anayasa niteliğindedir. &-Tek devlet ilkesi kabul edilmiştir.
&-Anayasanın üstünlüğü ilkesi kabul edilmiştir. &-Sosyal, siyasal hak ve özgürlüklerle ilgili önemli oranda düzenlemeler yapılmıştır. &-Yasama, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olarak iki meclisli olarak, yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna, yargı ise bağımsız mahkemelere bırakılmıştır. &-Ayrıca bu anayasayla Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı, TRT ve üniversiteler özerk kurumlar olarak kabul edilmiş, sendikal haklar verilmiştir.
**1961 Anayasası bu özellikleriyle yeni bir sistem getirdiği gibi aynı zamanda da Türk demokrasi tarihinin de en özgürlükçü anayasası olarak kabul edilmiştir. Anayasa 1971-1973 ara rejimi döneminde iki defa değişikliğe uğramış ve 1982 Anayasasına kadar yürürlükte kalmıştır.
1982 ANAYASASI 7 KASIM
12 Eylül 1980’de EMİR VE KOMUTANIN ASKERİN ELİNE GEÇMESİ
AMAÇ=“Ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devletin otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak.”
29 Haziran 1981’de 2485 sayılı “Kurucu Meclis Hakkında Kanun” ile yeni bir anayasa çalışmalarına başlanmış oldu. Bu kanuna göre Kurucu Meclis; Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi’nden oluşacaktır.
Sivil idareyi temsil eden Danışma Meclisi, yeni bir anayasa hazırlamak üzere kendi aralarında on beş üyeden müteşekkil “Anayasa Komisyonu” belirledi. Komisyonun hazırladığı anayasa taslağı TBMM’de 18 Ekim 1982’de kabul edildi ve tasarının Resmî Gazete’de yayınlanarak halkoyuna sunulacağı ilan edildi. Bu anayasanın özellikleri ise şunlardır:
&-1982 Anayasası kendinden önceki anayasalardan hem çok uzun hem de teferruatlıdır.
&-Türk demokrasi tarihinin en sert anayasasıdır.
&-Bu anayasa, çerçeve bir anayasa değildir, düzenleyici yani kazuistik bir anayasadır.
&-Yürütme organı güçlendirilmiştir.
&-İlk maddeleri değiştirilemez ilkeler olarak belirlenmiştir.
&-Sendikalar, partiler, dernekler kapatılmıştır, kişi hakları kısıtlanmıştır, bu haliyle de en
yasakçı anayasadır.
&-Daha az katılımcı bir demokrasi esası kabul edilmiştir.
TÜRK MEDENİ HUKUKU (17 ŞUBAT 1926)
Mustafa Kemal, 11 Eylül 1924’te 26 hukukçudan oluşan bir çalışma grubu oluşturdu. ön çalışmalar neticesinde İsviçre Medeni Kanunu aranan kriterlere uygun bulundu. Söz konusu kanun Türk toplumuna uyarlanmış, 22 Nisan 1926’da TBMM’de kabul edilmiş ve kanun 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Bu kanun yeni Türk Medeni Kanunu’nun 1 Ocak 2002’de yürürlüğe girmesine kadar 75 yıl yürürlükte kalmıştır.
Bu kanunun diğer kanunlar arasında seçilerek tercih edilmesinin sebeplerini ise şöyle
sıralamak mümkündür:
&-Türk toplumu ve aile yapısına uygun olması,
&-Avrupa’daki laiklik ve demokratik anlayışa göre hazırlanmış olması, &-Anlatımının ve dilinin anlaşılır ve sade olması,
&-Hâkimlere geniş takdir hakkı vermesi, &-Pratik çözümler önermesi ve uygulamada kolaylıklar sağlaması, &-Avrupa’da hazırlanmış en yeni ve kavramlarının anlaşılır olması.
&-İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulüyle elde edilen kazanımlar ise şunlar olmuştur:
&-Medeni kanun konusunda da birliktelik sağlandı.
&-Ailede erkek egemenliğine son verildi.
&-Miras konusuna kadın-erkek eşitliği kabul edildi.
&-Tek eşlilik prensibi getirildi.
&-Kadınlara boşanma hakkı verildi.
&-Mahkemelerde şahitlik konusunda kadın-erkek eşitliği getirildi.
&-Resmi nikâh evlilikte mecburi hale getirildi.
&-Azınlıkların ve yabancıların yargı yetkileri kaldırıldı.
&-Büyük devletlerin Türkiye’nin içişlerine karışma bahaneleri ortadan kaldırıldı.
Medenî Kanun; Laiklik ve Halkçılık ilkeleriyle ilgilidir.
ÜNİTE 6 - ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ EGİTİM VE KÜLTÜR HAYATINDAKİ DÜZENLEMELER-
Mustafa Kemal Atatürk’ün Egitim ve Kültür Anlayışı : Atatürk büyük bir asker , büyük bir
devlet adamı olmasının yanı sıra ; aynı zamanda büyük bir egitimci ve kültür adamıdır.
Türkiyenin çagdaşlaşması için muhakak cehaletin ortadan kaldırılması ve egitimin geniş
halk kitleleri arasında yaygınlaştırılması geregini dile getirmiştir. Savaş sırasında bile savaş
sonrasının sorunlarına hazırlanmış, özellikle de egitim ve kültür konularına büyükönem
vermiştir. Yeni türk devletinin kuruluşunda egitimi temel kabul ederek , temelin saglam
olabilmesi için de egitim anlayışı milli esaslar üzerine düzenlenmeliydi. Bunları
gerçekleştirmek için de Türk milli egitim sistemini şu temel ilkeler çerçevesinde
oluşturmaya çalışmıştır ;
>Egitim milli olmalıdır.
>Egitimde birlik ve bütünlük esası güdülmelidir.
>Egitim laik olmalıdır
>Egitimin bilime dayalı olması gerekir.
>cehaletin ortadan kaldırılması esas amaç olmalıdır.
>Egitimin hayata dayalı olması gerekir.
>Egitim karma olmalıdır.
>Egitim çagdaş bir disiplin anlayışla yürütülmelidir.
Atatürk milli egitimde hedeflere ulaşabilmek için en önemli unsurunda ögretmenler oldugunu her vesileyle dile getirmiştir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E EGİTİM ALANINDAKİ GELİŞMELER
Osmanlı devleti’nde egitim, Selçuklulardan devralınan geleneksel egitim kurumlarıyla sürdürülmeye çalışılmıştır.Osmanlı devletinde vakıflar tarafından kurulmuş çeşitli kademelerde yüzlerce medrese vardı. Bu kurumlar devrin ihtiyaçlarına cevap verememiştir. Ayrıca devletin üst kademeline yüksek derecede idareci yetiştiren ‘’Enderun’’ denilen saray okulu da vardı. Devletin bu kötü gidişatından kurtulacak en gerçekçi adımlar III.selim ve II.mahmut dönemlerinde atılmıştır. II.mahmut döneminde ilk kez Avrupai tarz Maarif-i Umumiye Nezareti (egitim bakanlıgı) ve buna baglı merkez-taşra
teşkilatı kurulmuştur.ilkögretim mecburi olmuştur.Egitim ögretimle en genel düzenleme Maarif-i Umumiye Nizamnamesi (genel egitim tüzügü ) ile yapılmıştır. Bütün egitim kurumları ilk,orta ve yüksekögretim olmak üzere 3 kademede toplanmıştır.İlkögretim 3 yıl süreli Mekteb-i İptidal , ilkögretimin birinci kademesini , Mekteb-i Rüştiye ise ikinci kademesini oluşturuyordu.Orta ögretim için idadi ve sultani adı verilen, Fransız liseleri örnek alınarak açılan egitim kurumları vardı.Yüksekögretim ise bugunkü üniversite karşılıgı olan Dar’ül fünün ‘ dan oluşuyordu.Bunların yanı sıra çeşitli alanlarda ve seviyelerde batı tipi modern okulların açılmasına karar vermişlerdir. Bunlar: Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Dâr’ül Fünûn gibi fakülte ve üniversitelerdir. Kendisini yenileyememiş ve çağın eğitim anlayışının gerisinde kalmış medreseler de eğitimin bir parçası olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Mektepli ve medreseli ikiliği ortaya çıkmış, birbirlerine zıt dünya görüşlerine sahip insanların yetişmesine sebep olmuştur.
**XX. yüzyıl başlarında ise Osmanlı Eğitim Teşkilatı şu şekilde oluşmuştu : Batı tipi okullar Maarif Nezareti’ne (Eğitim Bakanlığı’na), Medreseler; Meşihat Makamı’na (Şeyhülislam’a), Sıbyan Okulları Evkaf Nezareti’ne (Vakıflar Bakanlığına), yabancı devlet okulları ve azınlık okulları ise kendi dernek ve kuruluşlarına bağlı olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Eğitimde çok merkezli bu yapıdan dolayı birlik ve beraberlik de tesis edilememişti.
Eğitim ve kültür alanında yapılan inkılapların nedenlerini şöyle ifade edebiliriz :
&-Kadınların eğitim haklarından yoksun bırakılması &-Osmanlı Devleti’nde mevcut olan eğitim anlayışı ve uygulamaların çağdaş olmaması &-Eğitim ve öğretimde birlik olmadığı için kargaşanın var olması
&-Farklı okullar ve uygulamalar sonucunda toplum katmanları arasında sosyo-kültürel farklılaşmanın öne çıkması
&-Yabancı devletlerin, azınlıkların ve misyoner okullarının zararlı faaliyetlerde bulunmaları
CUMHURİYET DÖNEMİNDE EGİTİM ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR
Tevhid-i Tedrisat Kanununun Kabulü : Eğitimin yanlış ve eksik yönlerini iyi bilen Atatürk, Yeni Türk Devleti’nde eğitim sistemini de çağdaş esaslara göre, toplumun bütün kesimlerini kapsayacak köklü değişikliklerin yapılması gereğine inanıyordu. Dolayısıyla eğitim-öğretimdeki düzensizliği ortadan kaldırmak için Cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşacak yeni ve millî bir eğitim politikasına ihtiyaç vardı. Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi) hakkında bir önerge hazırlanarak TBMM’ye sunuldu. Önerge, 3 Mart 1924’te 430 sayılı kararla Meclis Genel Kurulunda kabul edilerek kanunlaştı.
Bu kanunun kazanımları ve özelliklerini: ülkedeki bütün eğitim ve öğretim kurumları tek çatı altında toplanmış, hepsi Maarif Vekâletine (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanmıştır. Bu kanunla Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’ne veya özel vakıflara bağlı medrese ve okullar, bütçeleriyle birlikte Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiştir. Yabancı ve azınlık okullarının dinî ve siyasî faaliyetleri engellenmiştir. İkili eğitim sistemi kaldırılarak, çağdaş bir toplum yetiştirecek millî eğitim sistemi kurulmuştur. eğitimde laiklik ve millilik ilkesine doğru önemli bir adımın atılmış oldu. Maarif Teşkilatı kanunuyla laik eğitime uygun bir anlayışla, ilk ve orta öğretimin esasları belirlenirken, eğitim hizmetleri modern hâle getirilmiş, devletin izni olmadan hiçbir okulun açılamayacağı karara bağlanmıştır. İlköğretim zorunlu
olmuştur. Orta öğretimde karma eğitime geçilmiştir.
Medreselerin Kaldırılması ve Sonuçları
Osmanlı Devleti’nde medreseler, eğitim-öğretim işlerini yürüten en önemli kurumlardı ve devletin dışında kendiliğinden oluşan bir yapıya sahipti. Batı dünyasındaki bilimsel gelişmeleri takip edemeyen ve çağın gereklerine göre kendisini yenileyemeyen bu kurumlar, zamanla devletin ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmişti. 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bu müesseselerin de kaldırılmasının yolu açılmıştır. Şer’iyye ve Evkaf (Şeriat ve Vakıflar) ve Erkânı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) Nezaretlerinin kaldırılmasına dair kanun da kabul edilmişti. Maarif Vekâleti, yapmış olduğu inceleme ve çalışmalar neticesinde medreselerin kapatılmasına karar vermiştir. O dönemde mevcut medrese öğrencileri ilkokullara, liselere, öğretmen okullarına ve Maarif Vekâleti tarafından yeni kurulan İmam-Hatip Okullarına aktarılmıştır. Medreselerin kapatılması ile dinî eğitim sisteminden, millî eğitim sistemine geçilmiş hem amaç ve hedefler bakımından doğan farklılıklar, hem de teşkilat yönünden oluşan ayrılıklar ortadan kaldırılmış oldu.
Harf İnkılabı (1Kasım 1928)
Türkler, Göktürk veya Orhun yazısı denilen 38 harfli alfabeye sahip kendi dillerine uyan bir yazı ile kültür tarihi sahnesine çıkmışlardır. Türkler İslamiyet’e girdikten sonra ise, bütün Müslüman dünyasının alfabesi durumuna gelen Arap harflerini kullanmayı tercih etmişlerdir. Halk günlük hayatında Türkçe konuşup yazarken, bilim dili Arapça olmuştu. Yüksek çevrelerde ise edebiyat dili olarak Farsça daha çok rağbet görüyordu. II. Meşrutiyet’ten sonra ise Arap harflerinin terk edilerek Latin harflerine geçiş fikri yavaş yavaş dile getirilmiştir. Bu dönemde Türkçülük fikrinin etkisiyle millî edebiyat gibi akımların ortaya çıkması alfabenin ıslahını daima tartışma konusu olarak gündemde tutmuştur. 1925 yılında yapılan takvim ve uluslararası saat ile ilgili düzenlemeler, alfabenin de değiştirilebileceği konusundaki kanaatleri daha da artırmış, 1926 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Dil Heyeti” veya “Dil Encümeni” adıyla dil konusunda uzman kişilerden oluşan bir çalışma grubu kurulmuştur. Bu heyet Özellikle Latin harflerinin Türkçenin yapısına uygun olup olmadığını araştırmak amacı ile birçok alfabeyi inceleyecekti. 1 Kasım 1928 tarihinde yeni Türk harflerinin kabulü ile ilgili bir önerge sunulmuş, yapılan görüşmelerden sonra Latin esasına dayalı yeni Türk alfabesi “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” adıyla TBMM’de 1353 sayılı yasa olarak kabul edilmiştir. Devlet dairelerinde yazışmaların ve basılı evrakların tamamen yeni harflerle yapılması zorunluluğu getirilmiş, gazeteler bu harflerle basılmaya başlanmıştır. Yeni harflerin öğretilmesi için 1 Ocak 1929 tarihinde Millet Mektepleri açılarak halkın okuma-yazma öğrenmesi sağlanmıştır. Harf inkılabının sonucunda şu kazanımlar elde edilmiştir: &-Bütün ülkede okuma-yazma oranları artmıştır. &-Çağdaşlık yolunda önemli bir adım atılmıştır.
&-Toplumda kültürleşme ve sosyalleşme hızla genişlemiştir.
&-Batılı ülkeler ile olan ilişkilerin daha da gelişmesi sağlanmıştır.
&-Ülkede basım-yayım oranları artmıştır.
Türk Tarih Kurumunun Kurulması (12 Nisan 1931)
Tarih, devlet ve millet hayatının temel unsurlarından biridir. Ülkede iki türlü tarih anlayışı hâkimdi. Medreseler genellikle İslam tarihi ile ilgilenirken, okullarda hanedan tarihi öğretiliyordu. Geçmişi çok eskilere dayanan Türk tarihi yalnız İslam ve Osmanlı tarihi olarak okutuluyordu. Sanki Türk tarihi bunlarla başlamıştı. Türklerin İslamiyet’ten önceki varlığı ve uygarlığı, insanlık tarihine sunduğu katkıları yok sayılmıştı. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin çok uluslu bir yapıda olması, millî bir tarih anlayışının doğmasını da engellemiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde millî bir tarih anlayışı gündeme gelmişse de bu çabalar yeterince etkili olamamış, millî tarih anlayışı yine Cumhuriyet Dönemi ile birlikte hayata geçirilmiştir. Atatürk Tarihi olayların muhakkak ilmî esaslara ve belgelere dayalı olarak incelenmesini arzu etmiş ve bilim adamlarını bu konuya özendirmiştir. Atatürk, millî tarih anlayışını oluşturup geliştirmek ve Türk tarihinin bilimsel metotlarla yeniden araştırılmasını sağlamak amacı ile 12 Nisan 1931 tarihinde “ Türk Tarihi Tetkik Cemiyetini” kurdu. Daha sonra bu kuruluş 1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Bu kurumun çalışmaları Türk milletinin ve onun öz yurdu Anadolu’nun binlerce yıllık tarihini aydınlatırken, millî bir tarih anlayışının da oluşmasına yol açmıştır.
Türk Dil Kurumunun Kurulması (12 Temmuz 1932)
Osmanlı Devleti’nde Türkçe’ye Arapça ve Farsça’dan birçok kelimenin girdiği görülmektedir.Bu durum, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı kelimelerden oluşan Osmanlıca denilen bir dilin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.Bilim adamları Arapça ve Farsça kalıpların kullanıldığı Osmanlıca’yı kullanıyordu. Günlük hayatta ise halk daha saf bir Türkçe ile konuşuyordu. Böylece toplumda iki ayrı dil ortaya çıkmış, aydınlarla halk arasında da büyük bir uçurum oluşmuştu.Atatürk bu konuda hem kendisi bizzat çalışmış hem de çevresindekileri bu konuya yönlendirmiştir.Bu konuda yapılacak çalışmalar için de hedefler belirlemişti. Bu hedefleri :
&-Dilimizi, karma ve yapma bir dil olan Osmanlıca’dan kalan pürüzlerden ayıklamak. &-Bu yolla, aydınların dili ile halkın dili, yazı dili ile konuşma dili arasındaki açıklığı kapatmak.
&-Türk dilini yabancı dillerin etkisinden kurtarmak ve millî gelişmeyi sağlamak. &-Türkçe’yi uzun vadede çağdaş uygarlığın gerektirdiği her türlü ihtiyacı karşılayabilecek kelime ve kavramlara sahip, akıcı ve zengin bir kültür dili hâline getirebilmek. &-Dilde millileşmeyi tesis edebilmek.
Türkçenin dünya ve bilim dili olabilmesi gerekli çalışmaları yapmak şeklinde özetlenebilir. ***1928-1932 yılları arasında Türk dili ile ilgili çalışmalar yapmak amacıyla önce “Dil Heyeti” adıyla bir komisyon kurulmuş, 12 Temmuz 1932 tarihinde de “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir.Bu kurumun çalışmaları neticesinde Türk dilinde sadeleştirmeye gidilmiştir.
Üniversite Reformu
Hem öğrenci bulamaması hem de medreselerin baskısı sebebiyle kapatılan Dâr’ül Fünûn 1900 yılında II. Abdülhamit Dönemi’nde “Dâr’ül Fünûn-ı Şahane” adıyla yeniden
açıldı.Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere genç Cumhuriyetin yöneticileri Dâr’ül Fünûn’un çalışmalarını yeterli görmüyorlardı.. Öneriler doğrultusunda reformun bir an önce yapılması için harekete geçildi ve İstanbul Dâr’ül Fünûn kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yeni bir üniversitenin kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933’te yürürlüğe girdi. İstanbul’da “İstanbul Üniversitesi” adıyla yeni bir üniversite kuruldu. Bu kanuna bağlı olarak Dâr’ül Fünûn’da görevli 240 bilim adamından 157’si görevden alınarak yeni kadrolarla eğitime devam edildi.İstanbul Üniversitesinden ayrı olarak 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü ve 1936’da da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi açılmıştır.
Güzel Sanatlar Alanındaki Gelişmeler
Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan inkılaplar arasında güzel sanatlarla ilgili düzenlemeler yapılırken, sanata ve sanatçıya ayrı bir yer verilmiştir.Güzel sanatlarla ilgili okullar, konservatuarlar, müzeler ve tiyatrolar açılmış; buralarda müzik, resim, heykel ve mimari dallarında sanatkârlar yetiştirilmiştir.Topkapı Sarayı, müze hâline getirilmiştir. Aynı yıl Konya Asâr-i Atika Müzesi açılarak millî sanat eserlerimiz sergilenmiştir.Etnografya Müzesi, müzecilik alanında önemli bir kuruluş olmanın yanı sıra inkılapların toplumsal yönüne verilen öneminde bir göstergesidir.1937 yılında bizzat Atatürk’ün emri ile bir de Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
UNITE 7 :
ŞAPKA KANUNU VE KILIK KIYAFET ALANINDA YAPILAN DÜZENLEMELER
**Osmanlı Devleti çok uluslu, çok kültürlü ve değişik inançlara sahip bir toplum yapısına sahip olduğundan, Osmanlı’da kılık-kıyafet birliğinden söz etmek mümkün değildi. Farklı dinlere mensup insanların kendi inanç ve geleneklerine uygun kıyafetleri giymeleri normal karşılanıyordu.
**II. Mahmut Dönemi’ne gelinceye kadar devlet, kılık kıyafet birliği konusunda ciddi bir düzenlemeye gitmemiştir. Islahatçı Padişah II. Mahmut, devlet örgütünü modern esaslara göre yeniden düzenlemeye karar verdiğinde, asker ve memurların kıyafetlerindeki karışıklığa son vermek ve onları belli bir saygınlığa kavuşturmak amacıyla o zamana kadar giydikleri cübbe, kürk, sarık gibi kıyafetleri yasaklamış, setre-pantolon ve potin giyme mecburiyeti getirmiştir.
**II. Meşrutiyet Dönemi’nde kadınların kıyafetleri üzerinde tartışmalar yapılmış, peçe ve çarşaf gibi giyecekler eleştirilmiş, peçe yüzü örten bir perde olmaktan çıkarılıp, süs aracı biçimine dönüştürülmüştür.
**Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması Türkiye’de medeni kıyafetlerin de benimsenmesini gerekli kılıyordu. Mustafa Kemal’e göre medeni bir toplum her yönüyle, şekliyle, tutum, düşünce ve zihniyeti ile medeni olmalıydı.
**Mustafa Kemal Paşa, 16 Ağustos 1925 tarihinde Ankara’dan Kastamonu istikametine anlamlı bir seyahate çıktı. Bu seferki seyahatin sebebini kimse bilmiyordu. Gazi Mustafa
Kemal, 24 Ağustos 1925’de Kastamonu’ya ulaştığında şehrin girişinde büyük bir kalabalık tarafından karşılanmış. Gazi’nin ilk defa Panama Şapkasıyla görülmesi bundan sonra özellikle sosyal alanda yapılacak inkılapların ve değişimin habercisi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, yapacağı yenilikleri halka açıklar, onların görüş ve düşüncelerini alır.
**25 Kasım 1925’te çıkarılan kanun ile bütün memurlara şapka giyme zorunluluğu getirilmiş, 3 Aralık 1934’te çıkarılan bir kanun ile de din adamlarının ibadet yerlerinin dışında dinî kıyafetlerle gezmeleri yasaklanmıştır.
**Şapka bir başlık taklidi değil; hür fikir ve düşüncenin sembolü olarak kabul edilmiştir. Bu durum hem laiklik ve modernleşme açısından, hem de millî devletin güç kazanması açısından önemli bir inkılap hareketidir.
TEKKE ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI
Tekke ve Zaviyelerin ortaya çıkış tarihi VIII. yüzyıla dayanmaktadır. Bunların kurumsallaşması ise X. ve XI. yüzyılda daha belirgin hâle gelmiştir.
**Tarikat aynı dine mensup kişiler tarafından benimsenen, tasavvufa dayalı, bazı ilke ve ayinleriyle birbirinden ayrılan, Allah’a ulaşma amacıyla takip edilen yollardan her birine verilen isimdir. Tekkeler ise tarikat mensuplarının oturdukları, tarikat ilke ve geleneklerinin öğretildiği dinî ve kültürel merkezlerdir. Tekkelerin küçüklerine “zaviye” denilirdi. Tekke ve zaviyelerin başındaki kişilere “şeyh”, tarikat şeyhlerine bağlı müritlere de “derviş” denirdi. Ölen din bilgini, devlet büyüğü ya da halktan bazı kişilere zamanla bazı üstün vasıfların yüklenmesi sonucunda ise bu kişilerin mezarları “türbe” adıyla kutsal mekânlar haline dönüştürülürdü.
**30 Kasım 1925’te çıkarılan bir kanunla “Tekke, Zaviye ve Türbelerin” kapatılması ile bir takım unvanların kullanılması yasaklanmıştır. Aynı kanunla bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, dervişlik, müritlik, seyitlik üfürükçülük ve gaipten haber vermek amacıyla muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması yasaklanmıştır.
SOYADI KANUNU’NUN KABULÜ
Genellikle insanlar isimlerinin sonuna baba isimlerini eklerler veya doğum yerleriyle isimlerini birlikte kullanırlardı. Bazen de doğum tarihlerini de ekledikleri olurdu. Örneğin; Yunus İbrahim, Celal Nuri.. Ancak bütün bunların hiç birisi soyadı yerini tutmuyordu.
**Çağdaş bir toplum olmayı amaçlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çeşitli problemlere yol açan bu konudaki eski uygulamaları devam ettiremezdi. Bu amaçla 21 Haziran 1934’de çıkarılan “Soyadı Kanunu” ile her Türk vatandaşının öz adından başka bir soyadı taşıması mecburi hâle getirilmiştir.Nasıl kullanılacağı ıse kanunun ikinci maddesinde belirtilmiş, buna göre söyleyişte yazışta, imzada öz ad önde, soyadı sonda kullanılacaktır. Kanuna göre iki yıl içinde herkes mutlaka bir soyadı alacak, almayanlara ise devlet mecburen bir soyadı verecekti.
**1934 tarihinde çıkarılan diğer bir kanunla; “ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi” gibi toplumsal ayrıcalık ifade eden unvanların kullanılması yasaklandı.Bu durum halkçılık ilkesinin de gerçekleşmesinde önemli bir adım atılmış oluyordu.
**Konya Milletvekili Naim Hazım’ın (Onat) teklif ettiği Atatürk soyadı çoğunluk tarafından beğenilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın da onayıyla 24 Kasım 1934’de 2258 sayılı kanunla TBMM Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadını vermiş ve bu soyadının başkaları tarafından alınmasını ve kullanılmasını da yasaklamıştır.
MİLLETLERARASI TAKVİM, SAAT VE ÖLÇÜ SİSTEMLERİNDEKİ YENİ DÜZENLEMELER
Türk toplumundaki farklı uygulamaları ortadan kaldırmak ve uluslararası toplumla daha iyi
ilişkiler kurmaya yönelik yeniliklerle toplumsal yapı kökten değiştirilmiştir. Yasal
düzenlemeler şeklinde yapılan bu yeniliklerin arasında uluslararası takvim, saat, rakam,
ölçü, tartı ve hafta sonu tatilinin kabulü ile Türk toplum yapısındaki ikiliğe son verilirken,
medeni dünya ile de bütünleşmeye çalışılmıştır. Bu alanda yapılan ilk değişiklik Osmanlı
Devleti’nde de kullanılmakta olan Hicri ve Rumi takvimlerin yerine 26 Aralık 1925’te
milletler arası takvim olan Miladi Takvimin kabul edilmesiydi. Miladi Takvim, 1 Ocak
1926’dan itibaren de kullanılmaya başlandı. Ayrıca güneşin batışını saat 12 olarak kabul
eden saat sistemi yerine (alaturka) günün 24 saate taksimini esas alan düzenlemeye
gidilmiştir.
•Hicri Takvim: Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği 622 yılı başlangıç olarak kabul edilmiş ve yıl olarak da ay yılı kullanılmıştır. Hz. Ömer devrinden itibaren İslam dünyasında kullanılmaya başlanmıştır.
•Rumi Takvim: Seneyi maliye adıyla resmi ve mali işlerde kullanılmak üzere güneş yılı esasına dayanan Rumi Takvim adıyla yeni bir takvim kullanılmıştır. Yılbaşı da mart ayı kabul edilmişti. Bu durum yılbaşını ocak ayı olarak kabul eden Batı ülkeleriyle problemlere yol açtığından, Osmanlı Hükümeti bir genelge ile ocak başlangıcını yılbaşı olarak kabul etmiştir.Daha ziyade resmî işlerde kullanılırdı.
**20 Mayıs 1928’de ise Arap rakamları terk edilerek, bugün kullandığımız milletlerarası rakamlar kabul edilmiştir. Hem belirli olmayan hem de bölgelere göre değişen eski ağırlık ve uzunluk ölçü birimleri kaldırılarak yerine metre ve kilogram gibi uluslararası ölçü ve tartılar getirilmiştir. Ekonomik ve ticari ilişkilerimizdeki kopukluğu gidermek amacıyla 1 Haziran 1935’te Hafta tatili Cuma gününden pazar gününe alınmıştır.
MİLLÎ BAYRAM OLGUSU VE TATİL GÜNLERİNİN DEĞİŞTİRİLMESİ
Bayram günleri o toplumu millet yapan, onları birbirleriyle kaynaştıran önemli günlerdir. Bu amaçla TBMM hafta sonu tatilinin cuma gününden, pazar gününe alınması konusu da dâhil olmak üzere aynı kanun çerçevesi içerisinde millî ve dinî bayram günü tatilleri belirlenmiştir.
•23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı: Hakimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu
gerçekleştiren TBMM’nin açılışının egemenliği padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşırken, Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim kalan yoksul çocuklarını bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşımaktaydı. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, UNESCO’nun 1979’u Çocuk Yılı olarak duyurmasının ardından, TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşımıştır.
SAĞLIK HİZMETLERİ ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER
yüzyılda Osmanlı Dönemi’nde nüfusun hızla artması, uzun süren savaşlar, göçler, insanların yeterince beslenememesi ve bulaşıcı hastalıkların artması saglık hizmetlerinin yeterince yerine getirilemediğini göstermekteydi.Ülkede tedavi imkânları kısıtlı, hekim sayısı az, hastaneler ve hastanelerdeki yatak sayısı yetersizdi ve yeterince ilaç yoktu.
**Sağlık hizmetleri ilk defa bağımsız bir bakanlık bünyesinde toplandı ve 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu. Yeni Türk Devleti, bu kapsamda acil olarak Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunu (Himaye-i Etfal) kurdu. Hekimlere mecburi hizmet getirildi ve sağlık hizmetleri devlet eliyle yürütülmeye çalışıldı. Sağlık teşkilatı genişletilerek, sağlık elamanları yetiştirmek, yeni hastaneler, doğum ve çocuk bakım evleri açmak, önemli bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek gibi önemli hayati konular ele alınmıştır.
**1930 yılında çıkarılan Belediye ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunları ile koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili önemli düzenlemeler yapıldı. Bulaşıcı hastalıkların devlete bildirilmesi mecburiyeti getirildi ve bu gibi hastalıkların tedavisinin bedava yapılması için karar alındı. Doktor, eczacı, sağlık memuru yetişmesi için Cumhuriyetin ilanından sonra okullar açılmış, hastanelerin ve yatak sayılarının artırılmasına önem verilmiştir.
KADIN HAKLARI KONUSUNDAKİ GELİŞMELER
Atatürk, Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak ve ülkeyi kalkındırmak isterken kadınların bunun dışında tutulmasının mümkün olamayacağını belirtmiştir. Türk kadını 17 Şubat **1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu’nun uygulamaya konulmasından sonra kademeli olarak hak ettiği medeni, siyasi ve sosyal haklarına kavuşmaya başlamıştır. **Belediye Kanunu ile Belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde ederken ,Muhtarlık seçimleri için aynı hakları elde etmişlerdir.
**5 Aralık 1934’te yapılan anayasa değişikliği ile de milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. En son 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu ile kadın erkek eşitliğini zedeleyen hükümler uluslararası anlaşmalar da göz önüne alınarak yeniden düzenlenmiştir.
ÜNİTE 8=EKONOMİK ALANDA YAPILAN İNKILAPLAR
-OSMANLI DEVLETİ’NDE İKTİSADİ YAPI VE SON DÖNEMLERDE ORTAYA ÇIKAN GELİŞMELER
Klasik denilen dönemlerde devletler ve halklar için yegâne zenginlik kaynağı toprak ve ticaretti. Bu durum Osmanlı Devleti için de geçerliydi. Bu sistemde toprak devletindi. Devlet ürün üzerinden daha çok vergi almaya çalışmaktaydı. Toprak gelirine göre has, zeamet ve timar olarak yöneticilere bırakılırdı.. Toprak sistemiyle halkın daha az hareketli bir şekilde yaşaması sağlanarak devlet otoritesinin kurulması sağlanıyordu. Osmanlı Devleti, lonca sistemiyle esnafın ve tüccarların da faaliyetlerine destek olmaktaydı. Özellikle yerli ve yabancı tüccarın güven içinde ticaret yapabilmeleri için yollar, kervansaraylar yapıldığı gibi buralarda emniyetin sağlanarak ülkede ticaretin canlı tutulmasına büyük önem verilirdi. Yine uluslararası ticareti destekleyip kazanç elde etmek için yabancı tüccarlara ayrıcalıklar vermişti. Bu durum başlarda sorun olmadı. Ancak 1600’lerden itibaren bazı sorunların ortaya çıkardı. “Coğrafî Keşiflerin” başlaması dünyada dengelerin Avrupalı devletlerin lehine gelişmesine sebebiyet verdi. Ticaret yollarının değişmesiyle gümrük gelirlerinin önemli kısmını kaybeden Osmanlı Devleti, bir taraftan enflasyonist hareketlerle uğraşmak zorunda kalırken diğer taraftan da paranın değerinin düşmesi hem ülkede isyanların çıkmasına hem de bütçe açıklarının artmasına sebebiyet verdi. Bu süreçte devlet para ihtiyacını karşılamak için toprak sistemiyle oynadı. XVII. yüzyıldan itibaren devlet zenginlerden sıcak para alarak, toprak gelirlerinin önemli bir kısmını “İltizam” denilen sisteme bıraktı. Bu yeni sistem devletin kısa vadede ihtiyaçlarını karşılamasına yaradı ama halkın ödemek durumunda kaldığı vergi yükünü de artırdı. Bu değişim halk devlet bütünleşmesini olumsuz etkiledi ve asayişsizliğin artmasına zemin hazırladı. XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da üretim imkânlarının artmaya başlaması Osmanlı Devleti’nde yerli ve geleneksel üretimi ve esnaf-tüccar kesimini derinden etkiledi.İsyanlar karşısında toprak bütünlüğünü korumak isteyen Osmanlı Devleti, bu dönemde İngiltere’nin desteğini alabilmek için 1838’de Balta Limanı Antlaşması’nı imzalayarak İngiliz tüccarlara yeni ayrıcalıklar tanımak zorunda kaldı. Paranın değeri gittikçe düştü. 1840’da ilk defa “Kaime” denilen kağıt para piyasaya çıkarıldı.. Osmanlı yöneticileri tek çıkış yolunun borçlanmak olduğunu düşündü. 1854’te Fransa’dan ilk borç para alındı. Avrupalı devletlerin müdahalesiyle de Duyûn-ı Umumiye İdaresi(Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. Osmanlı Devleti yarı sömürge bir devlet hâline geldi. II. Abdülhamit Dönemi’nde de devam etti. II. Meşrutiyet yıllarından itibaren savaşların maliyeti bozuk ekonomik dengeleri iyice sarstı.Bütün bu olumsuzlara rağmen İttihat ve Terakki’nin 1913’te “Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkatı” ülkede sanayileşme adına çok önemli adımlar oldu. Şevket Pamuk’a göre; ‘’ Almanya'nın ve diğer Avrupa ülkelerinin itirazlarına karşın, Eylül 1914’ten itibaren kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldı. 1916 yılından itibaren de yerli üretimi korumayı amaçlayan yeni gümrük rejimi uygulanmaya başlandı. Böylece korumacı politikalara geçiş, ancak dış iktisadı ve siyasal ilişkilerin kesintiye uğraması sayesinde mümkün olabiliyordu.” Osmanlı Devleti fiilen işgal edilerek yok edilmek istendi. Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı’nın başlaması da bu fiili durumun bir sonucu olarak vuku buldu.
ATATÜRK VE EKONOMi
Atatürk’ün ekonomi hakkındaki görüşleri iki esas üzerine oturmuştur. Bunlar, “tam bağımsızlık ve
milliliktir.” Bu ilkelerden hareketle gösterilen hedef ise ekonomik kalkınmadır. Atatürk, özellikle
para değerinin istikrarına büyük önem vermiştir. Atatürk Dönemi’nde ekonomik alanda yapılan
çalışmaların amaçlarını şöyle ifade edebiliriz:
&-Ülkenin tam bağımsızlığını bu alanda da gerçekleştirmek.
&-Ekonomide millî ve millileştirme çabalarını sürdürmek.
&-Özel teşebbüsü harekete geçirmek.
&-Büyük yatırımları devlet eliyle yapmak.
&-Dünya ticaretinde yer edinmek.
&-Ekonomide modern teknikleri kullanarak üretim yapmak.
&-İstiklâl Savaşı’nın Mali Kaynakları
Yeni Türk Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşanan ekonomik sıkıntılar bağışlar ve Anadolu insanının fedakârlıklarıyla aşılmaya çalışılmıştı. Mali kaynakları iç ve dış kaynaklar olarak değerlendirmek mümkündür. İç kaynaklar arasında ferdî ve halktan toplanan bağışlar önemli yer tutar. Bu
kaynaklar arasında en dikkat çekici olanlarından birisi de özel vergilerdi. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında en önemli kaynaklar arasında “Tekâlif-i Milliye Emirleri” de vardı. İç kaynaklar arasında İstanbul’da bulunan vatanperver devlet adamlarının desteği ile de önemli gelirler elde edilmiştir. Özellikle Kuva-yı Milliye birliklerinin ihtiyaçları için destek sağlanmıştır.Dış kaynakların da büyük katkıları olmuştur. Bu yardımlar arasında Hintli Müslümanların yıllarında gönderdikleri İngiliz Lirası ve Hint Hilafet Komitesi’nin organizasyonu ile toplanan yardımlar büyük bir anlam taşımaktadır. Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı’nda bir diğer önemli dış yardım da Azerbaycan ve Kıbrıslı Türklerden gelmiştir.
I. Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923)
Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de I. Türkiye İktisat Kongresi’nin toplanmasını sağladı.Kongre Batılı devletlere bir mesaj ve Yeni Türk Devleti’nin sosyo-ekonomik yapısına yeni bir vizyon katmayı hedeflemiştir. Türkiye İktisat Kongresinin toplanma amacı şöyle ifade edilebilir:
&-Ülkenin sosyo-ekonomik kalkınması yolunda yeni bir vizyon geliştirmek, &-Kalkınmanın plan, program, yöntem ve kaynaklarını belirlemek, &-Tam bağımsızlık yolunda ekonomi alanında atılacak adımları belirlemek, &-Batıda var olan gelişmeleri ülkeye taşımak,
&-Özel ve kamu gücünün oluşturulması için gerekli adımları atmak, &-Sanayi alanında devlet gücünün kullanımı için gerekli çalışmaları başlatmak
Kongrede; Türkiye’de gümrük sorunları, vergiler, ulaşım imkânları, üretimin yeniden düzenlenmesi ve kredi sorunları, konuşulacak konular olarak belirtilmiştir. Kongreye katılan gruplar kendi görüşlerini rapor hâlinde kongreye sunmuş ve görüşleri büyük oranda kabul edilmiştir:
TÜCCAR GRUBU:Yeni bir ticaret bankasının kurulması, Kambiyo ve borsa işlerinin millileştirilmesi, Yeni ticaret merkezlerinin açılması, Cuma gününün bütün Türkiye’de resmî tatil olması, Madenlerimizin verimli işletilmesi, Ormanların korunması ve iyileştirilmesi, Gümrük işlerinin yeniden düzenlenmesi, Deniz ticaretinin sorunlarının çözümlenmesi
SANAYİ GRUBU: Yerli sanayinin korunması için ithalat üzerinde ağır vergi uygulanması,Sanayi için lazım olan makine ve parçalarının gümrüklerden muaf tutulması, Teşvik-i Sanayi Kanunu çerçevesinde sanayicinin desteklenmesi, Sanayi için ulaşım imkânlarının artırılması, Sanayi bankalarının kurulması, Sanayi mekteplerinin kurularak, teknik eleman yetiştirilmesi, Sanayicinin örgütlenebilmesi için sanayi odalarının kuruluşunun sağlanması.
***Kalkınmanın özel ve devlet teşebbüsleriyle olacağı anlayışını karşılayan “Karma Ekonomik Model” esas alınmıştır. İzmirde toplanan Kongre; yaptığı çalışmalar sonucunda “Misak-ı İktisadi/Ekonomi Yemini” denilen bir programı kabul etmiştir. Kongre, geniş katılımlı ve demokratik esaslar doğrultusunda çalışmalarını sürdürmüştür.
Tarım Alanında Yapılan Çalışmalar
Osmanlı Devletinde Nüfusun % 80’i kırsal kesimde yaşıyor, millî gelirin önemli oranı ise tarım gelirlerinden sağlanıyordu. I. Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan prensip kararları çerçevesinde ekonomik programların tarım alanından başlatılması gerçekçi bir adımdı.Üretilen üründen % 10’unun devlete vergi olarak verilmesi anlamına gelen “Aşar Vergisi” kaldırılmıştır. Aşar Vergisnin kaldırılması Halkçılık İlkesiyle ilgilidir.Böylece çiftçinin yükü hafifletilmiş ve kendi kendine yeter bir duruma getirilmek istenmiştir. Ziraat Bankası’nın desteği sağlanarak, makine ithalatı kolaylaştırılmıştır. Tohum Islah İstasyonları açılmıştır. Zirai Kredi Kooperatifleri hayata geçirilerek çiftçinin parasal sorunu çözülmeye çalışılmıştır. Ağacın olmadığı yerde ; “Orman Çiftliği” dediği örnek tesisi hayata geçirdi. Ve çiftçinin ürününü değerlendirmek için “Toprak Mahsulleri Ofisi” kuruldu.
Sanayi Alanında Yapılan Çalışmalar
Sanayileşmeyi; “millî bir dava” gibi, ürünleri bizzat üreterek tam bağımsızlığı sağlamak ve halkın refahını yükseltmek, devleti kuran iradenin en temel arzusuydu. Türkiye İktisat Kongresi’nde millî sanayi için;Sanayinin teşviki, Sanayiciye kredi temini, Sanayi için mühendis ve teknik eleman eğitimi, Yerli malının teşviki, Gümrük tarifelerinin yeniden düzenlenmesi gibi özetlenebilecek prensip kararlar alınmıştı. Bu doğrultuda yapılan çalışmaların başında Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun,
1927’de yukarıda ifade edilen prensipler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gelmektedir. Böylece bununla devlet, sanayi alanında yatırım yapacaklar için; Arazi, Gümrük muafiyeti, Taşıma indirimleri, Bazı vergilerden muafiyet, Ürünlerin alım garantisi gibi kolaylıklar sağlayacaktı.
***Ülkenin ihtiyacı olan şeker üretimi ve bundan katma değer yaratılması için Uşak Şeker Fabrikası kuruldu. Ülkede özel teşebbüsün sanayi yatırımlarını desteklemek ve madenlerin işletilmesini kolaylaştırmak için Türkiye İş Bankası kuruldu.Madenlerin işletilmesi yolunda sanayiciyi teşvik maksadıyla; “Türkiye Sanayi ve Maadin (Madenler) Bankası” , yoksul ve sahipsiz insanlarımıza destek olunması için Emlak ve Eytam Bankası (Mülkler ve Yetimler Bankası)’’ Bankanın adı 1946’da Türkiye Emlak ve Kredi Bankası olarak değiştirilmiştir.). Para politikalarını yürütmek üzere “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” kurulmuştur. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin sonucu olarak ekonomide ve sanayileşmede istenilen seviye yakalanamamıştır. Bu durum ekonomide devletçilik döneminin başlangıcı olmuştur.Bu anlayış değişikliği doğrultusunda yapılan yenilikleri ise şöyledir: &-Sanayi ve Maadin (Madenler) Bankası yerine Sümerbank’ın kurulması. &-1935’te Etibank’ın kurulması
&-1938-1944’te de II. Beş Yıllık Kalkınma Planı,
&-1935’te Maden, Teknik ve Arama Enstitüsünün kurulması,
&-1930’da Türk parasının kıymetini koruma kanunun çıkarılması gibi yeniliklere imza atılmıştır. Ticari Alanda Yapılan Yeni Düzenlemeler
Osmanlı Devleti’nde ticaret büyük oranda gayrimüslimlerin kontrolündeydi. Duraklama ve
Gerileme Dönemleri’nde kapitülasyonları iyi değerlendiren gayrimüslim tüccarların kazanımları
karşısında Osmanlı Türk tüccarı zayıflamıştır. İstiklal Savaşı yıllarında büyük bir durgunluğa maruz
kalan ticaret hayatı yeniden düzenlenmiştir. Bu çerçevede çok önemli adımlar atılmıştır. Bunlardan
bazıları:
&-1925’te Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu çıkartıldı.
&-Ülkede muhtelif üretim sahalarında alım satım işlerini düzene sokmak için borsaların kurulması sağlandı
&-Yerli üretimi tanıtmak ve sürüm için Ankara, İstanbul, İzmir gibi şehirlerde sergilerin açılması gerçekleştirildi
&-Ticaretin daha bilinçli yapılabilmesi için Samsun, İzmir, Adana gibi şehirlerde Ticaret Liseleri ve &-Yüksek Ticaret Mektepleri açıldı.
&-Ülkede ekonomiyi yönlendirebilmek ve hükümete görüşler sunabilmek için “Âl-i İktisad Meclisi
(Yüksek Ekonomi Kurulu)” oluşturuldu.
&-Yurt dışında ticaret mümessillikleri ve İstanbul’da ise İhracat Ofisi kuruldu.
&-Şirketleşme ve sigortacılıkla ilgili düzenlemeler yapıldı.
&-1926’da Kabotaj Kanunu çıkarılarak Türk denizlerinde ticaretin Türk tüccarının kontrolüne geçişi
sağlandı.
&-Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu (12 Ocak 1929).
&-Kara, deniz ve demiryolu alanlarında yatırımlar artırıldı.
Ünite 9
DIŞ POLİTİKA KAVRAMI NEDİR?:Bu kavram Ömer Kürkçüoğlu’nun ifadesiyle “tabu” niteliğindeydi. Ömer Kürkçüoğlu şöyle tanımlamıştır:“Bir devletin başka bir devlete veya devletlere ya da daha geniş anlamıyla uluslararası alana karşı izlediği politikaya,dış politika diyebiliriz”.
Tayyar Arı ise bu kavramı;uluslararası politikaların “girdisi” olarak ifade eder ve şu tanımı yapar:“Bir devletin amaçları,hedefleri ve davranışları açısından bakar,bir devletin uluslararası sisteme veya diğer devletlere karşı tutumunu inceler.Örneğin Türkiye’nin Orta Doğu veya Kıbrıs politikası vb.”
***Devletlerin ve uluslararası kuruluşların birbiriyle olan ilişkilerine uluslararası ilişkiler denir.
Bir ülkenin,kendi sınırlarının ötesine karşı izlediği politika o ülke açısından “dış politika” ;daha geniş bir açıdan (sistem açısından) bakıldığında ise bir “uluslararası ilişki”dir.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AMAÇ VE İLKELERİ
Dış politikada M.Kemal Atatürk Dönemi’nde takip edilen yolun adı millî siyasettir.Türk dış politikasının temel ilkeleri:
>Türkiye’nin dış politikası akılcı ve gerçekçidir.
>Uluslararası sorunların hukuk yolu ile çözümlenmesinden yanadır.
>Türk devletinin dış politikasının ana ilkesi “yurtta sulh,cihanda sulh”tür.
>Devletlerarası ilişkilerde diyaloğa açık ve yapıcıdır.
>Millî siyasete zarar verme niyeti olmayan devletlerle iyi ilişkiler kurmaktır.
>Devletlerarası ilişkiler tarihini iyi bilerek,güvenirlilik esasına bağlıdır.
>Dış politika barışçı,insaniyetçi,kendine güven kadar milliyetçidir.
>Mazlum milletlerin sorunlarıyla alakadardır.
>Diğer devletlerin içişlerine karışmamaktır.
>Dünya barışına katkı sağlamaktır.
Türk dış politikasının ilkelerinden hareketle Yeni Türk Devleti’nin amaçları Mehmet Gönlübol’un ifadesiyle:
>>Millî bir devlet kurmaktır.
>>Tam bağımsız bir devlet olmaktır.
>>Modernleşme ve demokratlaşmaktır.
>>Devleti ilelebet yaşatmaktır.
>>Barışı korumaktır.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GELİŞME EVRELERİ
1919-1923 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
*Misak-ı Milli'nin gerçekleştirilmesi ve yurdun işgalden kurtarılması
*Kesin bağımsızlığın saglanarak,bunun Avrupalı devletler tarafından tanınmasının sağlanması *Türk vatanının milliyet anlayışına göre parçalanmasını önleme ve her alandaki kısıtlamaların kaldırılması
*Amaçları doğrultusunda hareket etmiştir.
1923-1930 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
*Lozan'dan geriye kalan pürüzlerin çözümlenmesi ve alınan kararların uygulanmasını sağlamayı Musul Meselesi
Nedeni:Irak'ın Türk birliklerinin elinde olmasına rağmen;İngiltere,Fransa,Almanya gibi devletlerin Musul bölgesindeki zengin petrol yatakları icin rekabete girmesi Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İngiltere,Mütareke’nin 7.maddesine dayanarak Musul’u işgal etti ve Türk birlikleri burayı boşaltmak zorunda kaldı.1916'da İtilaf devletlerinin kendi aralarında yaptıkları gizli antlasmayla (Skyes-Picot) Irak Fransa'ya bırakıldı.
**Musul Bölgesi’nin elde tutulmasında İngiltere kadar TBMM Hükümeti de kararlıydı.1922’de bu kararlılığın bir gereği olarak 1 Şubat’ta M.Kemal Paşa,Özdemir Bey’in komutasında Türk askerî birliklerini bölgeye göndermiştir.Böylece adı konulmamış bir Türk-İngiliz Savaşı başlatılmış oldu.1922’de Lozan Konferansı’nın başlaması Musul’a yönelik bu hareketin sonlandırılmasına sebep olmuştu.
Sonuç:Türkiye bu karara büyük tepki göstermesine rağmen fazla ileri gidemedi.Çünkü o sıralarda Şeyh Sait İsyanı ile meşguldü.Ayrıca çözüm bekleyen bir sürü sosyo-ekonomik ve siyasi meselenin varlığı Türkiye’nin elini kolunu bağlıyordu.Nihayetinde 5 Haziran 1926’da İngiltere ile Ankara Antlaşması imzalandı ve Musul da Irak’a dolayısıyla İngiltere’ye bırakılmış oldu.
Dış Borçlar
Kapitülasyonlardan yararlanarak Osmanlı ülkesine en çok yatırım yapan ve en çok borç veren devlet Fransa’ydı.Bunun için de Fransa’nın çabası verdiği paraları kurtarmak uğruna olmuştur.Bu mesele için 1925’te toplanan heyetler arasında yaşanan anlaşmazlık çok uzadı ve müzakereler ancak 13 Haziran 1928’de sonuçlandı.Bu aşamada Türk tezi kabul edilerek ona göre bir ödeme planı yapıldı.Bu plan 1 Aralık 1928’de TBMM’de kabul edilmiş ve Osmanlı Duyun-u Umumiyesi’nin de faaliyetlerine son verilmiştir.Mesele tam da hallolmuştu ki 1929 Dünya Ekonomik Krizi bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de derinden etkilemiş ve ödemelerde aksamalar olmuştur.1931’de ABD Başkanı Hoover kendi adıyla anılan moratoryumu ilan etmiş,Türkiye’de bunu esas alarak borçların ödemesini geciktirmişti.Armaoğlu bundan sonraki gelişmeleri şöyle izah eder:“Alacaklılar,Osmanlı borçlarının tamirat borcu olmadığını ileri sürerek buna itiraz
ettiler.Görüşmeler yeniden başladı ve 22 Nisan 1933’de Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalandı.Bu sefer ki,sözleşme Türkiye’nin daha lehine idi”.
****Moratoryum:Vadesi gelmiş bir borcun kanun gereği mahkeme kararı,karşılıklı anlaşma veya borçlunun tek taraflı kararıyla belirli bir süre veya sürekli olarak ödenmesinin ertelenmesi;borçlu tarafından alacaklıya borcun ödenmeyeceğinin ilan edilmesi.
Yabancı Okullar Meselesi
Türkiye-Fransa arasındaki problemdir.Hükümetin 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat,1926 tarihli Maarif Teşkilatı yönetmeliğinde;bütün okulların Milli Eğitim Başkanlığına bağlanması ve tarih,coğrafya gibi derslerin Türkçe okutulması bu derslerin Türk öğretmenlerince okutulması,idarecilerden birinin Türk olması gibi kararlarını kabul etmek istemediler.Hatta işin içine papalık bile girmeye çalışmıştı,fakat Türk Hükumeti bunu bir iç mesele sayarak papayla görüşmeyi reddetmistir.Bu sorunlar Fransa,ABD gibi devletlerle ilişkilere olumsuz olarak yansımıştır.
Nüfus Mübadelesi
Yunanistan-Türkiye arasındaki nüfus degisimidir.(Anadolu'da yaşayan Rumlar ile Yunanistan'da yaşayan Türkler göç ettirildi [10 Haziran 1930] => nüfus değiş tokuşu )
***Yapılan antlaşma Türk-Yunan iliskilerini biraz yumuşattı ve Balkan Atlantı'nın kurulmasına zemin hazırlamıştır.
Bozkurt-Lotus Olayı
1926 yılında Türkiye ve Fransa arasında yaşanan bu olay iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz olarak etkilemiştir.Bu mesele şöyle cereyan etmiştir:2 Ağustos 1926’da Ege Denizi’nde seyreden kömür taşıyan Bozkurt adlı Türk gemisi,bir Fransız şirketine ait Lotus gemisiyle çarpışmış ve kazada sekiz Türk kaybolmuştur.Her iki geminin kaptanı hakkında açılan davada dikkatsizlik ve kazaya sebebiyet suçundan çeşitli cezalar verilmiştir.Bu gelişme üzerine Fransa,Türkiye’yi kınamış ve Fransız kaptanın hemen salıverilmesini istemiştir.Türkiye ise bu talebi ve notayı reddetmiştir.Bunun üzerine konu Lahey Adalet Divanı’na götürülmüştür.Burada Türkiye’yi Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey (Bozkurt soyadını bu davadaki rolünden almıştır) temsil etmiştir.Lahey Adalet Divanı,7 Eylül 1927’de Türkiye’nin lehine karar vermiştir.
***Böylece Türkiye uluslararası alanda hükm-ü şahsiyetini,kimliğini bir kez daha kabul ettirmiş ve bir önemli başarıya imza atmıştır.
1930-1939 Yılları Arasında Türk Dış Politikası
Türkiye Cumhuriyeti Devleti,1923-1930 yılları arasında hem iç hem de dış meselelerin çoğu bir sonuca kavuşturulmuştur.1930’lardan itibaren bütün dünyada işbirliğinin öneminin arttığı ancak bir o kadar da güçleştiği bir sürecin devamından ibaretti.
Gönlübol ve Sar’a göre bu sürecin iki yönü vardır.Biri iktisadi diğeri de siyasidir.
**İktisadi yönü;1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin etkisi dünya devletlerinin dış politikalarında belirgin bir değişikliğe ortam hazırlamıştır.
**Siyasi yönü ile de devletlerarası mücadelede devletçi ve milliyetçi ideolojilerin en önemli dış politika unsuru olmasıdır.
Özellikle Almanya ve İtalya’nın I.Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Yeni Dünya düzenine yani “Versailles” sistemine karşı politika izlemeleri uluslararası ilişkilerde takip edilen politikaları sorgular hâle getirmiştir.Bu gelişmeler karşısında Türkiye,kendi güvenliği kadar dünya barışının da yeniden tesisi için dış politikasında yeni arayışlar içinde olmuş ve önemli roller üstlenmek istemiştir.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Katılması (18 Temmuz 1932)
Milletler Cemiyeti,I.Dünya Savaşı sonrası kurulan Yeni Dünya düzeni yani “Versailles” sisteminin yaşatılması için kurulmuş uluslararası bir örgüttü.Türkiye,bu cemiyete ilk zamanlar sıcak bakmadı.(Musul Meselesi’nde Cemiyetin yanlı tavrı Türkiye’nin örgüte yaklaşımında mesafe koymasına sebep oldu.) 1930’lara gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası çalışmalarda dışarıda kalmıştı.
**1928’de silahsızlanma komisyonlarında görev alması,
**1929’da dünya barışı için Briand-Kellog Paktı’nı imzalaması, **Dünya ekonomik krizinin Avrupalıları etkilemesi,
***1930’larda Türkiye’nin Yeni Avrupa projesinde yer alması gerektiği hususunda bir kanaatin oluşmasına sebep oldu.1931’de ise bu gelişmelerin sonunda Türkiye,Cemiyete üye olmayı prensipte kabul etti.
***13 Nisan 1932’de Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey'dir.
***Cenevre’de 18 Temmuz 1932’de kırk üç devletin ittifakıyla Türkiye’nin üyeliğini kabul etmiş oldu.
****Briand-Kellog Paktı:ABD Dışişleri Bakanı Kellog ve Fransa Dışişleri Bakanı M.Briand tarafından sürdürülen görüşmeler sonucunda 27 Ağustos 1928’de Paris’te ABD,İngiltere,Almanya,İtalya,Japonya,Polonya,Çekoslovakya ve Belçika arasında imzalandı.Bu paket ile savunmaya dayanmayan savaş kanun dışı sayılmış ve devletlererarası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması esas alınmıştır.Bu suretle de dünyada bir barış havası sağlanmak istenmiştir.Türkiye’de bu pakta 8 Temmuz 1929’de dâhil olmuştur.
Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
**Türkiye,Yunanistan,Yugoslavya ve Romanya arasında imzalandı.[formül :TAYYAR ]
**9 Şubat 1934’te Atina’da Balkan Birliği (Entente) kurulmuştur.
Böylece Balkanlı dört devlet Almanya ve İtalya’nın emperyalist politikalarına karşı işbirliği yapmış,Türkiye’de batı sınırlarını güvence altına almayı başarmıştı.
Boğazlar Meselesi ve Montrö Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
Dünyadaki gelişmeler,Türkiye'nin boğazlar meselesini yeniden gündeme getirdi.Bu gelişmeler: >Japonya'nın Mancurya'ya saldırması karşısında Milletler Cemiyetinin sessiz kalması >İtalya'nın Habeşistan'ı işgal etmesi
>Almanya'da Versailles Antlaşmasına aykırı olarak Ren Bölgesini silahlandırması >Japonya'nın Milletler Cemiyeti'nden ayrılması
Türkiye'nin istegi ile İsvicre'nin Montrö sehrinde bir konferans toplandı.Bu konferansa katılan devletler:Türkiye,İngiltere,Fransa,Sovyetler Birliği,Japonya,Yunanistan,Yugoslavya >>>Konferansa katılmayan İtalya 2 yıl sonra bu sözleşmeyi tanımıştır.
Mondrö Sözleşmesinin Önemli Maddeleri:
**Lozan'da kurulan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkiler T.C.ye devredilmistir. **Lozan'da Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde,Türkiye asker bulundurabilecek
**Ticaret gemilerine her iki yönde boğazlardan geçiş serbest bırakılmıştır,savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılmıştır.
**Türkiye savaşa girer veya bir savaş tehlikesiyle karşılaşırsa boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir.
ÖNEMİ:
@Türkiye büyük siyasal zafer kazanmış,uluslararası saygınlığı artmıştır.
@Türkiye'nin boğazlar üzerindeki egemenliği güçlenmiştir.
@@@Boğazlar rejimine ilişkin 24 Temmuz 1923 tarihli Mukavelename gereğince kurulmuş olan Uluslararası Komisyonun yetkileri Türkiye Hükümeti’ne devredilmiştir.
Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937)
Türkiye,İran,Afganistan ve Irak arasındaki dörtlü pakt 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabad Sarayı’nda imzalandı.Bu pakt beş yıllığına imzalanmıştır.Buna göre taraflar Milletler Cemiyeti esaslarına,Briand-Kellog Paktı’na bağlı kalacakları,birbirlerinin içişlerine karışmayacakları, sorunlarını diyalog yoluyla çözecekleri birbirine saldırmamayı veya bu yönde olabilecek hiçbir harekete girmemeyi kabul etmişlerdir.Sadâbad Paktı,14 Ocak 1938’de Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın kanun teklifiyle TBMM tarafından kabul edilmiştir.
***Böylece Türkiye doğu sınırlarını güvence altına almıştır.Pakt,II.Dünya Savaşı’yla birlikte kendiliğinden ortadan kalkmıştır.Ancak bölge barışına önemli bir katkı sağlamıştır.
Hatay Meselesi ve Türkiye’ye Katılma Süreci
Eylül 1936’da Suriye’ye Kasım 1936’da da Lübnan’a bağımsızlıklarını verdi.Sancak Bölgesi’nin yönetimini de Suriye’ye devretti.Bu son gelişme Türkiye’nin asla kabul edemeyeceği bir gelişmeydi.Türkiye’nin,Milletler Cemiyeti nezdindeki girişimleri de bir sonuç vermeyince 9 Eylül
1936’da Fransa’ya nota verdi.Türkiye bu notasında Sancak Bölgesi’ne bağımsızlık verilmesini istedi.Bu haklı istek maalesef Fransa tarafından kabul görmedi.Gerekçe olarak da Suriye’nin parçalanacağı savı ileri sürüldü ve meselenin halledilmesi için taraflar Milletler Cemiyetine gitmeyi uygun gördü.Cemiyet,14 Aralık’ta konuyu gündemine almış,Norveç ve İsviçreli gözlemcilerden oluşan bir komisyonun kurulmasına karar vermişti.Komisyon çalışmalarını sürdürürken 20 Ocak 1937’de Cemiyet toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş,özellikle İngiltere Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuğuyla Sancak Bölgesi için yeni bir statünün kabulü yönünde bir anlaşma sağlanmıştır.Bu yeni statüye göre;İskenderun ve Antakya içişlerinde tam bağımsız,fakat dış işlerinde Suriye’ye bağlı kalacak,ayrı bir anayasası olacak,resmî dili ise Türkçe olacaktı.Daha sonraki görüşmelerde resmî dil Türkçe ve Arapça olarak kabul edilmiştir. Sancak’ın ülke bütünlüğü Türkiye ve Fransa tarafından teminat altına alınacaktır.29 Kasım 1937’de yürürlüğe girecek ve bölgede yeni seçimler yapılacaktı.Türkiye’nin itirazları üzerine seçim sistemi 7 Mart 1938’de Türkler lehine değiştirildi.Seçimler 3 Mayıs 1938’de Milletler Cemiyeti seçim komisyonunun gözetiminde yapıldı.Seçimler Fransa’nın bazı engellemelerine ve aleyhte organizasyonlarına maruz kaldı.
***Türkiye’nin kararlı tavrı ve dünyada meydana gelen konjonktürel gelişmeler Fransa’nın Sancak politikasını değişime zorlamıştır.Sancak’ta temsilci Garreau’yu görevden alarak 6 Haziran’da Abdurrahman Melek’i valiliğe atamıştır.3 Temmuz 1938’de de Türk-Fransız Askerî Antlaşması imzalanmıştır.Bu antlaşma gereğince de garantör devlet olarak Türkiye 4 Temmuz’da 2500 kişilik askerî birliğini Sancak’a göndermiş ve birlik görevine başlamıştır.Bu gelişmeler üzerine seçimlere yeniden başlanmış ve Türkler 40 kişilik Mecliste 22 milletvekili çıkarmış,yeni Meclis 2 Eylül 1938’de toplanmıştır.Seçilen milletvekillerinin hepsi Türkçe yemin etmiştir.Meclis,Milletler Cemiyetinin daha önce hazırladığı anayasayı kabul etmiş ve Tayfur Sökmen Cumhurbaşkanlığı’na,Abdulgani Türkmen Meclis Başkanlığı’na,Abdurrahman Melek de Başbakanlığa seçilmiştir.Ayrıca yapılan değişiklikle Sancağın adı değiştirilmiş ve devletin adı Hatay Cumhuriyeti olarak ilan edilmiştir.Yaklaşık bir yıl varlığını sürdüren Hatay Cumhuriyeti ve Meclis’i Türkiye’ye ilhak etmeyi gündemine almıştır,29 Haziran 1939’da Meclis’te oybirliğiyle gerçekleştirilmiş ve Hatay Cumhuriyeti Anavatana katılma kararı vermiştir.
UNITE 10=ATATURK’UN ÖLUMUNDEN SONRA TURKIYE
TÜRKİYE’DE TEK PARTİ YÖNETİMİNİN KURULMASI
Bilindiği üzere demokratik sistemlerinin en karakteristik özelliği siyasi iktidarın sınırlı ve denetlenebilir olmasıdır. Otoriter ve totaliter yönetimlerde ise bu sınır belirsizdi. Dolayısıyla güçlü iktidar olmak için ideolojik devamlılık esastı. Tek partili sistem, her şeye hâkimdir ve milletin hepsini temsil iddiasındadır.
1931’de CHF’nin III. Büyük Kurultayı toplandı. Kurultayda partinin programı ve tüzüğü yeniden hazırlandı. Kurultayda güçler birliği anlayışının devamı yönünde kararlar alınırken kadınların demokratik hakları ve “6 Ok” diye tarif edilen ilkelerin hayata geçirilmesi yönünde adımlar atıldı. Parti içinde ve çevresinde otoriter yönetim taraftarı olarak bilinen Recep (Peker) Bey, CHP Genel Sekreterliği görevine getirildi.
****Recep Bey Dönemi’nde çok dikkat çekici kararlar alındı. Mesela Türk Ocakları, Türk Kadınlar Birliği, Mason Dernekleri lağvedildi. Halkevleri, halkodaları kurularak bütün ülkede örgütlenmesi sağlandı. Halkevleri, CHP’nin bir örgütü olarak direktiflerle yönetildi.
Recep Peker’in CHP’ye otoriter bir kimlik kazandırma çabası ve devlet işlerine aşırı derecede karışmasının sonucunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından Parti Genel Sekreterliği görevinden alındı ve yerine Şükrü Kaya atandı. 18 Haziran 1936’da alınan bir kararla da Valiler aynı zamanda CHP il Başkanı, İçişleri Bakanlarının da CHP Genel Sekreteri olması usulü getirildi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı ve ardından İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ve CHP’nin 1938 Aralık ayındaki kurultayında aldığı kararlar yeni bir dönemin de hazırlayıcısı oldu.
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜRKİYE’DE YAŞANAN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER Dunya’nın gıdısatından buyuk endıseler duymaya başlayan M.Kemal Ataturk, öncelikle iç sorunları halletme yoluna gitti. Lozan’dan kalan dış sorunları ustalıkla bir çözüme kavuşturdu. Türkiye’nin dış güvenliğini sağlamak için de komşu devletlerle ikili antlaşmalar yaparak ortak paktların kurulmasına öncülük etti.
Ülkenin büyük sorunları karşısında verilen mücadeleler, Mustafa Kemal Atatürk’ün bedenini yorgun düşürdü. 1937’de başlayan hastalığı 1938’de iyice depreşti ve yatağa düşürdü. 10 Kasım 1938’de 57 yaşında iken ebediyete intikal etti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü bütün ülkeyi yasa boğdu. Ancak bu zamansız gelen ölüme rağmen ülkenin ve milletin geleceğinin de düşünülmesi gerekiyordu. Ülke başsız kalamazdı. Görev ise artık TBMM’deydi.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi
Mustafa Kemal Atatürk vefat ettiğinde Başbakan Celal Bayar, TBMM Başkanı da Mustafa Abdülhalik Renda idi.Renda, Meclis’i olağanüstü gündemle toplantıya çağırmış ve yeni Cumhurbaşkanını seçmek için çalışmalara başlamıştı.
11 Kasım 1938’de CHP grubu toplanmış ve aday tespiti yapılmıştı. Milletvekillerinden 323 kişi oy kullanmış ve oylama sonucunda 322 kişinin oyuyla İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmişti. TBMM’de yapılan oylamanın sonucunda da 387 milletvekilinden 348’inin oyunu alan İsmet İnönü, Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Yeni Cumhurbaşkanının seçilmesinin ardından Başbakan Celal Bayar istifa etmişti. Ancak Cumhurbaşkanı İnönü, kendi döneminin ilk hükümetini kurmak üzere yeniden Celal Bayar’ı görevlendirmiştir. Bayar’ın ilk kabinesinde, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın dışında, görevli bakanlar II. Bayar Hükümeti’nde de görev almışlardı.
CHP, olağanüstü kurultay kararı aldı ve 26 Aralık 1938’de toplanan kurultay çok önemli değişiklikleri karara bağladı. Parti tüzüğünde yapılan değişiklikle Atatürk; “Ebedî Şef”, İnönü de değişmez genel başkan yani; “Millî Şef” ilan edildi.
•“İnönü’nün “Millî Şef” sıfatını almasının elbette bazı önemli nedenleri vardı: Birinci neden o dönemde adeta moda olan ve içte dışta prestijleri hayli yüksek, başarılı tek-partili “Şef Sistemleri”nin (Almanya’da Hitler-Führer, İtalya’da Mussolini-Duçe ve İspanya’da Franco-Caudillo) etkisiydi.
1945 Yılına Kadar Türkiye’de İç Siyaset ve Bazı Önemli Gelişmeler
Ataturk’un sağlığında bıkac donem başbakanlık yapan İnönu, O’nun ölümünden itibaren de 1938-1950 yılları arasında Cumhurbaşkanı olarak, ülkeyi tek başına yönetmiştir. Bu dönemin ilk evresinde yani 1945 yılına kadar tek partili sistem geçerliyken, II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru da çok partili sisteme geçildiği bilinmektedir. Bu dönemde bazı önemli gelişmeler ise şöyle cereyan etmiştir:
Millî Koruma Kanunu: II. Dünya Savaşı ile büyük sıkıntılar çeken Türkiye’de fiyatlar hızla artmış, karaborsacılar çoğalmış, enflasyon beklentileri artmış, halk ciddi sıkıntılara girmiştir. Tüccar ve sanayicilerinin tutumundan kaynaklandığı düşünülen bu gelişmelere karşı Refik Saydam Hükümeti, bazı tedbirler alma gereği duymuştur. Buna yönelik 18 Ocak 1940’da “Millî Koruma Kanunu” TBMM’de kabul edildi.
Bu kanuna göre olağanüstü şartlarda hükümete önemli yetkiler veriliyordu. Bunlar; üretimin denetimi, çalışma şartlarını düzenleme, ihtiyaç hasıl olunca bazı malların stoklanması, tüketimi engelleyici tedbirler alma vs. gıbı. 19 Şubat 1940’tan itibaren de uygulamaya sokulmuştu. Müstakil Grup Kurma Çabaları:Kamuoyu nezdinde var olan bazı tepkileri dindirmek için CHP V. Olağan Kurultayı’nı toplama ihtiyacı duydu. 29 Mayıs 1939’da toplanan Kurultay’da çok önemli kararlar alındı. Ve tüzük değişikliği gerçekleştirildi. Yapılan bu değişikliğe göre daha önceki kongrede prensipte kabul edilen Başbakanın, Genel Başkan Vekilliği, İçişleri Bakanının Genel Sekreter olması usulü kaldırıldı. 1931’den önce hayata geçirilmiş olan parti müfettişlikleri yeniden kuruldu. Valilerin aynı zamanda CHP il Başkanı olmaları esası ise kaldırıldı.
Yeni CHP tüzüğüne göre Müstakil Grup, partinin tüzüğü ve programını alınan kararları, işlerin verimli bir şekilde yürütülmesini temin edecekti. Grup, Meclis’te soru sorabilme, TBMM’de aktif olarak varlığını da sürdürebilme salahiyetinde olacaktı.
Konuyu özetlemek gerekirse Müstakil Grup, CHP’li üyelerden oluşturulacak ve TBMM’nin
denetleme organı gibi çalışacaktı. Meclis’te yapılan seçimlerde Emin Arslan, Ahmet Şükrü Esmer, Ziya Karamürsel, Zeki Mesut Alsan, Fazlı Güleç, Fuat Sirmen, Kemalettin Kamu gibi yirmi bir önemli isim Müstakil Grubun üyesi olacaktı.
Varlık Vergisi: Mali sıkıntılardan kurtulmak için bulunan kaynak; varlıklı ve büyük gelir sahibi olanlardan alınacak yeni vergiydi. Hazırlanan yasa tasarısı on yedi maddeden ibaretti. Vergi, tüccar, emlak sahipleri ve geliri yüksek düzeyde olan çiftçilerden bir kereliğine alınacaktı. Yasa tasarısı komisyonlardan geçtikten sonra TBMM gündemine getirilmiş ve tasarı 11 Kasım 1942’de kabul edilmişti.
Varlık Vergisi uygulamaları içte ve dışta büyük yankılar uyandırınca hükümet bu yoldan vazgeçmek mecburiyetinde kaldı. 15 Mart 1944’de 4350 sayılı kanunla Varlık Vergisi uygulamalarından vazgeçildi.
Köy Enstitüleri: Köy Enstitüleri, parti-devlet bütünleşmesi süreci denilen “Tek Parti”, “Millî Şef” Dönemi’nde köyde eğitimi yükseltmek için hayata geçirilmiş önemli bir eğitim projesidir. Önceki çabalar aslında Köy Enstitülerinin alt yapısını oluşturmuştur. 1927’de Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey Dönemi’nde Denizli’de, Kayseri’de Köy Muallim Mektepleri, 1936’da Saffet Arıkan’ın Bakanlığı Dönemi’nde ise Eskişehir’in Mahmudiye Köyü’nde eğitim kursları açılmıştır.
Köy Enstitülerinde öğrencilere kültür, ziraat ve teknik derslerden ibaret yoğun bir program uygulanmıştır. Enstitülere 5 yıllık köy okullarını bitirenler alınırdı. Eğitim süresi öğretmenler için 5 yıldı ve 20 yıl görev yapmak mecburiyeti vardı.
Köy Enstitüsü Kanunu, 17 Nisan 1940’da TBMM’de kabul edildi. Enstitülerin kuruluş amaçlarını Yahya Akyüz şöyle ifade ediyor: “1940’ta altı yaşın üstündeki nüfusun % 78’i okur-yazar değildi. Köylerde bu oran % 90’dı.
Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle Köy Enstitülerine olan eleştiriler de artmaya başladı. Bu eleştirilerinden bazıları şunlardır:
ü | Buralarda köylü-kentli ayrımı yapılmaktadır | . | ü | Buralarda Komünist ideoloji aşılanmaktadır. |
ü | Kadroları Marksist-sol görüşlü öğretmenlerden oluşmuştur. | |||
ü | Karma eğitim Türk aile ve ahlak anlayışına terstir | . | ü | Enstitülerin yükünü köylüler çekiyor. |
Toprak Reformu: Mustafa Kemal Atatürk, sağlığında toprak konusunda birçok adım attı ve zaman zaman da konuşmalarında yer verdi. Mesela, 1 Kasım 1929’da yaptığı konuşmasında; “Çiftçiye toprak vermek de bu hükümetin devamlı olarak üzerinde durması gereken bir konudur” diyerek duyarlılığını göstermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra kurulan hükümetler ve İnönü, bu konuyu çok önemsemişti. 5 Ağustos 1942’de Saraçoğlu Hükümeti programında “Köylüyü topraksız, toprağı da köylüsüz bırakmayacağız deniliyordu.” Bu ifadelere rağmen toprak reformu 1945’e kadar çıkarılamadı. Nihayetinde bu konuda somut adım atıldı. “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası” tasarısı TBMM’ye sunuldu ve 11 Haziran 1945’te de tasarı kabul edildi.
1945 SONRASI TÜRKİYE’DE YAŞANAN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER
Dünya Savaşı’nda müttefiklerin baskılarına rağmen Türkiye’yi savaş dışı bir konumda tutmayı başaran İnönü, savaş sonrası iç politikaya dönük önemli adımlar atmayı da bildi. Savaşın beklenenden uzun sürmesi, “Millî Şef” Dönemi’ne karşı olumsuz tepkilerin doğmasına neden oldu. Savaş sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntılar CHP’ye ve hükümetlerine karşı halkın desteğinin iyice azalması sonucunu da doğurdu.
*** Cumhurbaşkanı İnönü’nün savaşın bitmesi münasebetiyle 19 Mayıs 1945’te iç siyasete yönelik düşüncelerini açıkladığı “Gençliğe Hitabı’nda”, özgürlük ve demokrasi vurgusu yapması çok anlamlıydı. Bundan sonra da demokrasi ve çok partili hayata geçiş uğrunda önemli kıpırdanmalar oldu.
*** Atatürk Dönemi’nde yaşanan tecrübeler ve 1924 tarihli anayasanın özgürlükçü felsefesi ve içeriğinde çok partili hayata yönelik herhangi bir engelin bulunmaması üzerine ilk adım atıldı. Kurucuları arasında Nuri Demirağ, Hüseyin Avni Ulaş, Cevat Rifat Atilhan gibi önemli kişilerin bulunduğu “Millî Kalkınma Partisi’nin” 7 Temmuz 1945’te kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi.
*** Uzun bir aradan sonra demokrasi yolunda kararlılığın bir ifadesi olarak 21 Temmuz 1946’da ilk defa tek dereceli ve açık oy, gizli tasnif esaslarına göre genel seçim yapıldı. Seçim sonucunda 465 milletvekilinin 395’ini CHP, 66’sını ise DP kazandı.
*** Millî Şef Dönemi’nde iç siyasete dönük atılan adımlar arasında daha önce dinî hayat ve laiklik yolunda atılan adımların yarattığı rahatsızlık CHP’ye yönelik dinsizlik suçlamalarını beraberinde
getirdi. İşte bu bağlamda CHP, bu eleştirilere yönelik adımlar atmayı gerek gördü. Bu adımlar arasında; ilkokullarda din derslerinin okutulması, İmam Hatip Okullarının açılması, İlahiyat Fakültesinin kurulması dikkat çekiciydi.
UNITE 11=II. DÜNYA SAVAŞI
3 Eylül 1939'da İngiltere ve Fransa'nın Polonya'yı işgal eden Almanya'ya savaş ilan etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya'nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa,İngiltere,ABD ve SSCB'nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekun bir savaştı,yani savaşa giren bütün ülkelerin tüm kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz,İspanya,İsveç,İsviçre dışında bütün Avrupa'ya yayıldı. ABD,deniz filosunun Japon uçaklarına bombalanması üzerine Aralık 1941'de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945'te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya'da Adolf Hitler'in diktatörlüğü,büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.
Savaşın Nedenleri:
Dünya Savaşı'nın sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir antlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Almanlar 1919'da imzalanan Versay Antlaşması'nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920'lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya'da 1933'te Adolf Hitler önderliğindeki Naziler iktidara geldi. Hitler,bir yandan Versay Antlaşması'nın geçersiz sayılmasına çalışırken,öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden toparladı.
***1919'da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti,bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931'de Japonya'nın protestolara aldırmayarak Cin'in Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930'lar boyunca gücünü arttırdı. 1935'te faşist Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar,Etiyopya'yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.
***Bu zayıflıktan yararlanan Hitler, 1936 Mart'ında Almanya'nın Ren Irmağı'nın batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925'te Almanya ile Milletler Cemiyeti arasında yapılan antlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulamadı. Ardından İtalya ve Almanya,İspanya'daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist General Francisco Franco'nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi. böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve dünya egemenliği için Almanya,İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular. Bu yüzden bu ülkeler Mihver Devleri adıyla anıldı.
***1937'de Japonya,Çin'e karşı topyekun bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya,Avusturya'yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya'da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa,Çekoslovakya'yı Hitler'in bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938'de yapılan Münih Antlaşması'yla bölge Almanya'ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag'ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya'nın boyunduruğuna girdi.
***Almanya'nın sonraki kurbanı 1. Dünya Savaşı'nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya'ydı. İngiltere ve Fransa bu kez Alman saldırısına karşı Polonyalılara yardım edecekleri konusunda kesin güvence verdiler. Almanya,Polonya'ya saldırınca da 2. Dünya Savaşı başlamış oldu.
Avrupa'da Savaş Başlıyor:
***Almanya Ağustos 1939'da SSCB ile 0 yıl geçerli olacak bir saldırmazlık paktı imzaladıktan sonra,1 Eylül'de Polonya'ya girdi. İngiltere ile Fransa sözlerini tutarak 3 Eylül'de Almanya'ya savaş ilan etti. Avusturya,Kanada ve Güney Afrika'nın da aralarında bulunduğu başka ülkeler de İngiltere ve Fransa'nın yanında yer aldı. Ama Müttefikler,Alman kara ve güçlerince hızla işgal edilen Polonya'ya yardım edemdi.17 Eylül'de SSCB de doğudan Polonya'ya girdi. Polonya teslim oldu. 80 bin kadar
Polonya askeri mücadeleyi sürdürmek amacıyla önce Romanya'ya daha sonra da Fransa'ya giderek burada toplandı.
***Ekimde SSCB, olası bir Alman saldırısına karşı bir batıda 'tampon devletler' oluşturmak amacıyla,üç Baltık ülkesini, Estonya,Letonya ve Litvanya'yı işgal etti. Ardından SSCB,Finlandiya'dan birliklerine Finlandiya topraklarına girme hakkının verilmesini istedi. Finlandiya SSCB'nin koşullarını kabul etmek zorunda kaldı.
***Bunlar olurken batı oldukça hareketsizdi. Fransa,Alman sınırında Maginot Hattı adıyla anılan savunma hattını kurdu. Kuzeydeki İngiliz birlikleri,Belçika'nın savaşa girmemesi nedeniyle Almanlar'la hiç karşılaşmadı.
***1940 Nisan'ında Almanlar,Norveç'e saldırdı. Amaçları denizaltıları için üsler kurmak ve İsveç'in kuzeyindeki madenlerden çıkartılarak denizyoluyla Norveç'in Narvik limanına getirilen demire el koymaktı. Alman birlikleri gemilerle geldi ve bir bölümü hiçbir engele karşılaşmazsınızın Norveç kıyılarına çıktı. Bir bölümü de İngiliz deniz güçleriyle,iki tarafın da eşit kayıplar verdiği sert çatışmalara girdi. Ama Almanlar kısa sürede Norveç'te Müttefikler'in asker çıkarma girişimlerini önleyebilecek hava üsleri kurdular. Norveç 9 Haziran'da teslim oldu. Almanlar'ın nisanda saldırdığı Danimarka da pek az direnebildi.
***10 Mayıs 1940'ta başlayan Alman saldırısı,kısa sürede Belçika,Hollanda ve Lüksemburg'un işgaliyle sonuçlandı. Yardıma gelen İngiliz ve Fransız orduları da püskürtüldü. 13 Mayıs'ta Sedan'da Alman tankları Meuse Irmağı'nı geçti ve Fransa'nın içlerine doğru ilerledi. Hollanda 14 Mayıs'ta teslim oldu. Alman tankları kuzeye,kıyıya doğru ilerledi ve geri çekilen Müttefikler'in önünü kesit. Belçika 27 Mayıs'ta teslim oldu.
***Belçika'da sıkışıp kalan İngiliz ve Fransız birlikleri büyük kayıplar verdi. İngiliz deniz güçlerinin yardımıyla Dunkerque kıyılarından 346 bin kadar Müttefik askeri kurtarıldı; ama silah,araç ve gereçler geride bırakıldı.
***14 Haziran'da Almanlar Paris'e girdiler, 22 Haziran'da da Fransızlar ateşkes antlaşmasını imzaladılar. Alman güçleri Kuzey Fransa'yı ve bütün Atlas Okyanusu kıyılarını işgal etti. Mareşal Henri Philippe Petain Vichy'de Almanlar'ın denetiminde bir hükümet kurdu. İngiltere'de bulunan General Charles de Gaulle savalın sonuna kadar varlığını koruyan Çzgür Fransa Hareketi'ni kurarak işgalcilere karşı direnişe geçti. İngiltere'de ayrıca 'özgür' Polonya,Norveç,Belçika,Hollanda ve Çek askeri birimleri de oluşturdu.
***Hitler bir sonraki hedef olarak İngiltere'yi seçti. Alman hava kuvvetleri Güney İngiltere'deki havaalanlarını ve limanlarını her gün bombalamaya başladı. İngilizler'in kesin direnişiyle karşılaşan Almanlar,ardından Londra'yı ve İngiltere'nin iç bölgelerindeki kentleri de bombaladı. Bu baskınlar pek çok sivilin ölümüne ve büyük zarara yol açtı. Buna karşılık İngiliz hava kuvvetleri de Fransa ve Belçika limanlarında askerleri Manş Denizi'nden geçirmek üzere toplanmış Alman gemilerini batırdı. İngiltere göklerinde Ağustos-Ekim 1940 arasında yapılan üstünlük savaşından sonra,Alman hava saldırıları gece bombardımanlarına dönüştü; 1941 ortalarına kadar İngiltere'deki kentler yoğun hava akınlarının hedefi oldu. Haziran 1940'tan sonraki bir yıl içinde yaklaşık 43 bin sivil yaşamını yitirdi;50 bin kişi ağır yaralandı.
Almanya SSCB'ye Saldırıyor:
***Hitler'in SSCB ile 1939'da yaptığı saldırmazlık paktının asıl amacı,Almanya'nın aynı hem batıda,hem doğuda savaşmak zorunda kalmasını önlemekti. 1940'ta Alman orduları Fransa'yı göçertip İnglizler'i Avrupa'dan sürünce Hitler, SSCB'ye saldırmaya karar verdi. Hızlı bir harekatla SSCB üzerinden Ortadoğu'ya inmeyi tasarlamıştı. SSCB'ye saldırı Napolyon'un 1812'deki başarısız Rusya seferinden bir gün önce 22 Haziran 1941'de başladı. Finlandiya,Bulgaristan,Macaristan ve Romanya da SSCB'ye savaş açtılar. Savaş başlangıçta Almanlar için oldukça olum gelişti. Almanlar sonbaharda Leningrad kentine, aralık ayında da Moskova'nın banliyölerine ulaştılar. Daha güneyde de Don Iramağı ağzındaki Rostov kentine ulaştılar,ama kış gelince Alman birlikleri yorulmuş, savaşma güçleri azalmıştı.
***Ardından SSCB'nin karşı saldırısı başladı. Hitler'in tasarılarında bu harekatın kıl gelmeden tamamlanması öngörüldüğü için,Alman askerlerinin giysileri soğuk kış günlerine uygun değildi.
Büyük kayıplar verdiler ve SSCB'nin içlerinde tutunabilmelerine karşın başlangıçtaki güçlerini bir daha kazanamadılar.
***1942'de Hitler, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında bulunan Kafkasya petrol yataklarını ele geçirmeyi hedefledi. Bir Alman ordusu ağustosta Maykop'taki petrol merkezine ulaştı. Daha kuzeydeki Stalingrad kentine yönelik saldırıları ise başarısız oldu. SSCB birlikleri kenti sonuna kadar savundu ve kış bastırınca karşı saldırıya geçtiler. 250 bin kişilik Alman ve Romanya birliklerini kuşattılar ve şubat 1943'te bu birlikler teslim oldu. SSCB'nin 2. Dünya Savaşı ,'nın en büyük kara çarpılmasındaki başarısı Almanlar'ı,Kafkasya'dan çekilmek zorunda bıraktı. 1943 yazı başlarken SSCB orduları Almanlar'ı geri sürdü ve 1944 balında Polonya'ya, çok geçmeden de Romanya'ya girdi. Bu savaşta SSCB büyük yıkıma uğradı ve yaklaşık 20 milyon insanını yitirerek 2. Dünya Savaşı'nda en çok can veren ülke oldu.
ABD Savaşa Giriyor:
**ABD savaşta tarafsız kalmasına karşın İngiltere'ye destek sağlıyordu. Çrneğin, 1940'ta ABD,deniz kuvvetlerinin 50 destroyerini İngiltere'ye ödünç vermişti.
***7 Aralık 1941'de Pazar günü sabah saatlerinde,Japon uçak gemilerinden havalanan 360'ın üzerinde savaş uçağı, Hawaii Adaları'ndaki Pearl Harbor deniz üssünde bulunan ABD savaş gemilerine saldırdı. Japonlar bombaladıkları sekiz savaş gemisinden altısını batırdı ya da çalışamaz duruma getirdi; ama üssü kendisi pek zarar görmedi. Uçak gemileri o anda başka bir yerde olduğu için bu saldırıdan kurtuldu. Bu olay üzerine ABD kongresi, 8 Aralık 1941'de Japonya'ya, üç gün sonra da Almanya ve İtalya'ya savaş ilan etti.
***Pearl Harbor baskınıyla aynı gün, Formoza'dan kalkan Japon uçakları Filipin Adaları'na saldırdı. Bu adalar daha sonra Japon birliklerince işgal edildi. General Douglas MacArthut komutasındaki ABD ve Filipin güçleri yenildiler ve bölgeyi boşaltmak zorunda kaldılar. Japonlar 1942 Mayıs'ında Filipinler'i ele geçirdiğinde 36 bin kadar asker ve 25 bin sivili esir aldı. Japonlar ,saldırını sürdürerek ABD'den Guam ve Wake adalarını,İngiltere'den de Hong Kong'u aldılar. Japon askerleri Taylan üzerinden hareketle Malaya'yı da işgal etti ve yarımadanın alt bölümlerine,Singapur'a doğru ilerlediler; Singapur 1942 şubat'ında teslim oldu.Daha sonra,Saravak,Brunei,Borneo, Timor, Cava, Sumatra,Selebes,Yeni Britanya,Solomon Adaları,Yeni Gine'nin doğusu,Gilbert Adaları da Japonya'nın eline geçti. Buraları savunmaya çalışan Müttefik deniz güçleri büyük kayıplar verdi,askerlerinin pek çoğu öldü ya da esir edildi.
***Bu saldırılar sonucunda Japonya,Güney doğu Asya'nın denizden ulaşımını denetleyen adaları ele geçirdi. Japonlar ayrıca Çinhindi ve Taylant'dan geçerek Birmanya'yı da işgal etti ve oradaki İngiliz birliklerini Hindistan'a çekilmek zorunda bıraktılar. Güneydoğu Asya'da kurdukları üslerden Avustralya'ya hava saldırıları düzenlediler.
Batıdaki Deniz Savaşları:
***Savaş başladığında İngiltere ve Fransa'nın güçlü donanmaları vardı. Alman donanması ise, daha küçük olmakla birlikte, modern ve etkiliydi. Uçak gemisi yoktu,ama güçlü savaş gemiler ve hızla artan denizaltı gücüyle ticaret gemilerine büyük zararlar verebiliyordu.
***Akdeniz'ed İngiliz deniz gücünün üstünlüğü sayesinde,asker ve erzak taşıyan düşman gemileri batırılarak Kuzey Afrika harekatına yardımcı olundu. Ne var ki, İngiliz donanması da Alman denizaltılarının ve kıyıda üslenmiş savaş uçaklarının yarattığı tehlike yüzünden İngiliz gemileri Batı Çölü'ndeki savaş için gerekli desteği Cebelitarık Boğazı ve Akdeniz'den getirmek yerine,çoğunlukla Çmit burnu ve Süveyş kanalı yolunu izleyerek sağladılar.
***Durmaksızın bombalanan Malta yalnızca denizaltılar ve küçük gemilerce kullanılabiliyordu. Bu yüzden İngilizler'in ana deniz üssü Mısır'da,İskenderiye'deydi. Zaman zaman Alman savaş gemileri Müttefik ticaret gemilerine saldırmak üzere Atlas Okyanusu'na açılıyordu. Daha sonra da ticaret gemisi görünümde,silahlandırılmış gemiler göndermeyi sürdüler.
***Atlas Okyanusu'ndaki asıl savaş Alman denizaltılarıyla oldu. Bu savaş gece gündüz durmaksızın sürdü. Müttefikler'in,asker,savaş araç ve gereçleri de taşıyan ticaret gemileri konvoylar oluşturarak savaş gemilerinin koruması altında yol alabiliyorlardı. Uçak gemilerinden ve kıyıdaki hava üslerinden kalkan savaş uçakları da deniz savaşlarına katılıyordu,ama Alman denizaltılarına engel
olmak çok güçtü. Savaş süresince bu denizaltılar Müttefikler'in 23.351 ticaret gemisini batırdı. Buna karşılık 782 Alman denizaltısı yok edildi.
Kuzey Afrika Çıkarması:
**Müttefikler,mihver güçlerini yenmek için,önce Almanya'yı yenmek gerektiğini düşünüyordu. 1942'de Kuzey Avrupa'yı geri alacak güçleri olmayan Müttefikler,düşmanu önce Kuzey Afrika'dan sürmeye karar verdiler. Bu nedenle,General Dwight D. Eisenhower komutasındaki İngiliz ve ABD askerlerinden oluşan 100 bin kişilik bir kuvvet Fas ve Cezayir kıyılarına çıkarma yaptı.
**Bu ülkeler,o sırada Vichy Fransa'sının denetimindeydi. Vichy yönetimi önce bu çıkarmaya karşı çıktıysa da,hemen ardından Müttefler'le işbirliğine girdi. Müttefikler önce doğuya,Tunus'a doğru ilerledi,ama Akdeniz üzerinden hava ve denizyoluyla getirilen güçlü Alman birliklerince durduruldu. **1943 Ocak ayı sonunda Montgomery'nin ordusu Batı Çölü'nü geçerek Tunus'a girdi. Zorlu çarpışmalardan sonra Müttefik orduları Mayıs 1943'te Alman ve İtalyan kuvvetlerini çökertti ve Mihver ordularının ancak küçük bir bölümü esir düşmekten kurtulabildi.
**Müttefikler Kuzey Afrika'daki başarılarını,1943 Temmuz'unda Sicilya'yı işgal ederek sürdürdü. Bu harekat,limanları ele geçirerek değil,açık plajlara asker çıkararak yürütüldü. Daha önce önemli yol ve köprüleri ele geçirmek üzere planör ve paraşütlerle hava birlikleri indirilmişti. Ağustosun ortalarında ada ele geçirildi.
**Sicilya'nın yitirilmesi ve İtalya'nın Müttefiklerce bombalanması İtalya diktatörü Bento Mussolini'yi çekilmeye zorladı. Eylül başlarında İtalya teslim oldu ve Malta'daki donanmasına el kondu. Bu olay İtalya'da Müttefikler ile Almanları karşı karşıya bıraktı.
**Müttefik güçler 3 Eylül'de güney İtalya'ya birkaç gün sonra da Salerno Körfezi'ne çıktılar. Almanlar inatla direndiler. Ekimde Napoli'ye ulaşan Müttefikler yarımadanın ortalarında güçlü bir Alman savunması tarafından durduruldu.
**1944 Ocak'ında Müttefikler, Anzio'ya çıkarak bu savunma hattının ardına geçmeye çalıştılar. Aynı zamanda bu hattın asıl güçlü noktası olan Cassino'ya yönelik saldırılar düzenlediler. Müttefikler Polonya birliklerinin Cassino'yu almasından sonra Anzio'daki kuvvetlere katılmak üzere kuzeye doğru ilerlemeyi başardılar. 4 Haziran'da Roma alındı.
Avrupa'da Savaşın Sonu:
**İtalya'daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944'te Floransa'yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945'te Müttefikler Po Irmağı'nı geçti ve Alp Dağları'na doğru ilerledi. İtalya'da Almanlar 2 Mayıs'ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya'dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu. SSCB birlikleri ise 1944 Haziran'ında Doğu Avrupa'da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova'nın karşısında Vistül Irmağı'nın doğu kıyısına geldiler. Daha güneyde SSCB ordu,Romanya ve Bulgaristan'ı aldı. Finlandiya eylülde düştü. Ağustosta SSCB orduları iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi'nin doğu kıyıları boyunca,öbürü de Tuna vadis üzerinden Macaristan'a doğru hareket etti. Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.
**1945 başlarında,Almanya'nın artık uzun süre savaşamayacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler,ABD Başkanı Roosevelt,İngiltere Başbakanı Churchill ile SSCB'nin önderi Stalin Kırım'daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya'nın koşulsuz olarak teslim alınması konusunda anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa'ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945'te SSCB askerleri Oder Irmağı'nı Budapeşte'ye,nisan başında da Viyana'ya girdiler ve Berlin'e doğru ilerlediler. 25 Nisan'da Berlin'i kuşattılar. Kentin merkezinde ki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan'da intihar etti. Amiral Karl Dönitz'i kendi yerine atamıştı. **Dönitz'in temsilcileri Reims'e Müttefiklerle görüşmeye geldi. Batıda Müttefiklere teslim olmayı; ama doğuda SSCB'ye karşı savaşı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanlar'ın her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya'nın teslim olması 8-9 Mayıs 1945'te gece yarısı gerçekleşti.
Japonya'nın Teslim Olması:
**ABD,Japonya'nın kıyı kentlerini yoğun bir biçimde bombaladığı sırada Başkan Truman,Japonlar'ın direnişini kırmak ve savaşı kısaltmak gerekçesiyle atom bombası kullanmaya karar verdi. Atom bombası ABD'de,gizlice geliştirilen ve büyük yıkım gücü olan bir silahtı. 6 Ağustos 1945'te ABD hava
kuvvetlerinin bir bombardıman uçağı Hiroşima kenti üzerine ilk atom bombasını attı. 3 gün sonra gücü azaltılmış bir atom bombası da Nagasaki'ye atıldı. Bu bombalar Hiroşima'da 200 bin, Nagasaki de ise 80 bin sivlin ölmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu kentler büyük ölçüde yıkıldı; bitki örtüsü çok zarar gördü. Atom bombasının yol açtığı radyasyon etkisi yıllarca. Radyasyon nedeniyle insanlar; daha sonra sakatlandılar ve öldüler. Uzun yıllar sonra bile özürlü çocuklar doğdu.8 Ağustos'ta SSCB de Japonya'ya savaş açtı ve Japonların elinde bulunan Mançurya ve Kore'yi işgale başladı. Bunun üzerine Japonya 2 Eylül'de resmen teslim oldu ve 2. Dünya Savaşı sona erdi...
UNITE 12=ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ VE DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULMASI
Tek Parti Dönemi’nde; vergi tahsildarları, jandarmanınuygulamaları ve katı laiklik faaliyetleri halk arasındaki var olan samimiduyguları iyice sarsmıştı. Halkın önemli bir kesimi tek partili yönetime karşımesafeli olmaya başlamış, daha önceki iyi niyetli yaklaşımlar dağılmış, yerinitahammülsüzlüğe bırakmıştı. İçe dönük bu gibi problemlerin yanında II. DünyaSavaşı’ndan sonra siyasi değerlerin değişimi, ABD ve SSCB liderliğinde Doğu veBatı Bloklarının kurularak yeni bir dünya düzeninin inşası çabaları, Türkiye’yide politikalarını gözden geçirmeye mecbur etmişti. Savaş sonrası dünyanınyeniden şekillendiği blokların ortaya çıktığı bu aşamayı Türkiye dikkatle takipetmekteydi. Türkiye, 15 Ağustos 1945’te Birleşmiş Milletlere kabul edildi.
**İnönü’nün 19 Mayıs konuşmasından cesaret alan Nuri Demirağve arkadaşları Millî Kalkınma Partisi’nin kurulması için 7 Temmuz 1945’teİçişleri Bakanlığına kuruluş dilekçesini verdi. Rüştü Saraçoğlu Hükümeti buisteği haklı buldu ve 5 Eylül 1945’te yeni partinin kuruluşu resmengerçekleşti. Demokratikleşme sözleri kamuoyu tarafından da doğru algılanınca“asker+sivil bürokrasi+halk” koalisyonunu ifade eden CHP yönetimi de bundanetkilenerek bu yapının dağılma sürecini hızlandırdı.
DEMOKRATPARTİ’NİN KURULUŞ SÜRECİ
“II. Dalga Demokrasisi” olarak tanımlanan bu süreçtedemokrasinin en önemli unsurlarından olan farklı görüşte siyasi partilerinkurulmasının hızlanması dikkat çekiciydi. Bu süreçte kurulan en önemli partiise Demokrat Parti idi. Meclis görüşmelerinde bütçe açığı, fakirlik, devletborçlarının artması, adaletsizlik gibi konular da parti içi muhalefetinkullandığı argümanlar oldu. Ancak en çok eleştiriler 17 Ocak 1945’te daha önceAtatürk zamanında gündeme gelmiş olan “Topraksız Köylüye Toprak Dağıtılmasınave Çiftçi Ocaklarının Kurulmasına Dair Kanun Tasarısı’nın” TBMM’ye sunulmasıylabaşlamıştır.
DörtlüTakrir (Önerge)
7 Haziran 1945’te Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülüve Adnan Menderes’in imzalarının bulunduğu “Dörtlü Takrir” diye bilinen önerge,CHP Meclis Grubu’na sunuldu. Bu takrirde savaş sonrası içinde bulunulanekonomik ve siyasi yapının değiştirilmesi yani ülkenin demokratik ve liberalölçütlere göre yeniden inşa edilmesi gerektiği üzerinde duruluyordu. Takrir, 12Haziran 1945’te CHP grubunda görüşüldü ve görüşmeler sonucunda da önergedeisimleri olan dört kişinin dışında, oy birliği ile reddedildi. CHP grubundatakririn reddedilmesine rağmen Adnan Menderes ve Fuat Köprülü takrir çerçevesindekigörüşlerini Vatan ve Tan gazetelerinde dile getirmeye devem ettiler. Bu tavrısivil itaatsizlik gibi değerlendiren CHP yönetimi, 21 Eylül 1945’te AdnanMenderes ve Fuat Köprülü’yü partiden ihraç etme kararı aldı. Bu gelişmelerüzerine Celal Bayar da arkadaşlarına yapılanları haksızlık olarakdeğerlendirerek kendi isteğiyle 28 Eylül 1945’te CHP’den istifa etti
Tan Gazetesi Olayı
Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecinde yaşanan birhadise de Tan gazetesinin baskına uğramasıdır. DP’nin kuruluş çabalarının devamettiği esnada Zekeriya ve Sabiha Sertel’in çıkardığı Tan gazetesi ve Görüşlerdergisinde Celal Bayar ve arkadaşlarının fikren ve fiilen desteklenmesi, İnönüve CHP yönetimine karşı ise ağır eleştiriler yapılması, dahası bu yayın organlarındakomünizm propagandasının yapıldığı yolunda kışkırtmalar neticesinde 4 Aralık1945’te üniversiteli gençlerin Tan gazetesi, Görüşler dergisi ve La Turkey gibigazetelerinin matbaalarını basarak, tahrip etmeleri gündeme oturdu
DemokratParti’nin Kurulması (7 Ocak 1946)
Türkiye’de uzun ve sancılı yıllardan sonra çok partilihayata dolayısıyla demokrasiye yeniden geçiş çabaları, 7 Ocak 1946’da DemokratParti’nin Ankara’da kurulmasıyla yeni bir boyut kazandı*. Partinin kurucuları;Dörtlü Takrir’de imzaları bulunan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltanve Fuat Köprülü’ydü. Demokrat Parti’nin amblemi “KIR AT” idi. “Demokratkavramı”nın o tarihlerde henüz tam anlamıyla ne anlattığı halk zihnindenetleşmediğinden halk dilinde ve zekasında partiye “Demirkırat” yakıştırmasıyapılmış, “Yeter Söz Milletindir” sözü ise partinin unutulmaz sloganı olmuştur.
DemokratParti’nin Tüzüğü ve Programı
Tüzüğün üçüncü maddesine göre Demokrat Parti’ye üyeolabilmek için bazı şartlar öne sürülmüştür. Bunlar arasında;
Millî Mücadele’ye aykırı harekette bulunmamış olmak.
Türk milletinin birlik ve istiklalini parçalamağıhedef tutan ideolojilere bulaşmamış olmak.
Partidenmilletvekili seçilebilmek için Genel İdare Kurulu tarafından aday gösterilmek.
Tüzük: •Bir kanunun uygulamasını göstermekveya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanuna aykırı olmamak şartıyla veDanıştay’ın incelemesinden geçirilerek Bakanlar Kurulunca çıkarılan yazılıhukuk kuralları.’’Demokrat Parti’nin programı ise 88 maddedir. Program;“Genel Hükümler ve Yönetim Anlayışımız” adıyla iki ana kısma ayrılmıştır’’
1950’lereKadar Demokrat Parti’nin Çalışmaları
Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da Türk siyasi hayatınakatılmasından sonra CHP iktidarının atacağı adımlar da netleşmeye başlamıştı.TBMM, tek dereceli seçim yasasını kabul ve seçimlerin bir sene erkene alınmasıkararını aldı. Bu durum kamuoyunda ve Demokrat Parti’nin üzerinde soğuk duşetkisi oluşturdu. Çünkü yeni bir parti olması hasebiyle örgütlenmesini dahitamamlayamaması ve adeta siyaseten baskına uğraması önemli tartışmalara sebepolmuştu.
***14 Mayıs 1950’ye kadar Türk siyasi hayatına muhalefetpartisi olarak katılan DP, bu süreçte iki genel seçim ve iki büyük kongreyaparken sosyo-siyasal, ekonomik, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu gibialanlarda CHP’ye karşı etkin bir muhalefet rolü üstlenmiştir. **Yeni Meclis 5Ağustos 1946’da toplandı. Meclis’in ilk işi de yeni Cumhurbaşkanını seçmekoldu. Bunun için CHP İsmet İnönü’yü, DP ise Fevzi Çakmak’ı aday gösterdi.Seçimler nihayetinde TBMM, İsmet Paşa’yı yeniden Cumhurbaşkanı seçerken, KazımKarabekir Paşa’yı da TBMM Başkanlığına seçti.
1950Seçimleri ve Demokrat Parti
Günaltay Hükümetinin ilk işi 16 Şubat 1950’de TBMM’de kabuledilen tek dereceli, gizli oy açık tasnif ve seçimlerin adli denetim altındayapılmasını sağlayan kanunu çıkarmak oldu. Alınan karar doğrultusunda TBMM, 24Mart 1950’de kendini fesh ederek 14 Mayıs 1950’de serbest genel seçimlerinyapılmasına öncülük etti. Bütün ülkede yapılan seçimlerde CHP büyük biryenilgiye maruz kalırken, oyların % 53.6’sını alan DP, 487 milletvekilinin408’ini; CHP % 39.9 ile 69’unu; Millet Partisi
3.1 ile 1’ini; Bağımsızlar ise% 4.8 ile 9 milletvekili çıkararak TBMM’ye girdiler. Bu seçimler ile Türkiye’deCHP’nin Tek Parti ve Millî Şef Dönemleri de sona ermiş, çok partili seçimlerülkeyi demokrasiye bir adım daha yaklaştırmıştır
DemokratParti’nin İktidar Yılları
Demokrat Parti’nin, CHP’ye rağmen 1950 genel seçimlerindenezici üstünlükle çıkması bütün ülkede taraftarlarını sevince gark etti. DP ilkgrup toplatısını 20 Mayıs 1950’de yaptı. Bu toplantıda Celal BayarCumhurbaşkanlığı’na, Refik Koraltan’ın da TBMM Başkanlığı’na aday gösterilmesikararı alındı. 22 Mayıs’ta TBMM, Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanlığı’na, RefikKoraltan’ı TBMM Başkanlığı’na, Sıtkı Yırcalı, Hulusi Köymen, Fuat HulusiDemirelli’yi de Başkan Vekilliklerine seçti. Adnan Menderes ise yeni hükümetikurmakla görevlendirildi.
DemokratParti’nin İktidar Yıllarında Dikkat Çeken Bazı Önemli Faaliyetleri Komutanlarve Valilerin Bir Kısmının Tasfiye Edilmesi:Adnan Menderes Hükümeti, 2 Haziran’da güvenoyu aldı. Birkaçgün sonra da askerin hükümete karşı darbe yapacağı ihbarı üzerine hareketegeçen yeni hükümet, bir durum değerlendirmesi yaptı. Bunun sonucunda orduyuhizaya getirmek için harekete geçti. Birçok general ve üst rütbeli subayemekliye sevk edildi. Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman’ın yerineKara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nuri Yamut getirildi. Askere yönelik yapılandeğişiklikten bir hafta sonra da valiler için benzer bir adım
atıldı.Aralarında Afyon, Bilecik, Çankırı, Kastamonu, Konya, Ordu, Samsun, Adanavalilerinin bulunduğu birçok bürokrat emekliye sevk edildi
ArapçaEzan Yasağının Kaldırılması: Cem Eroğul’un geçmişe dönük tasfiyelerolarak değerlendirdiği
girişimlerden birisi de Arapça ezan yasağınınkaldırılmasıdır. 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığının bir
tamimiyle Arapça ezanyasaklanmış, 1941’de de 4055 sayılı kanunla bu yasak yasal bir
zeminekavuşturulmuştu. Kanayan bu yarayı halkın özgürlüğü önünde önemli bir engelolarak gören
DP, muhafazakar seçmenine verdiği sözü tutmak adına 16 Haziran1950’de Arapça ezan yasağını
kaldırmıştır. CHP ise bu yasağın kalkmasına karşıçıkmamıştır.
KoreSavaşı ve Türkiye’nin Nato’ya Girişi: Demokrat Parti’nin dışpolitika alanında aldığı ilk ve en önemli kararı Kore Savaşı’na BirleşmişMilletler kararı doğrultusunda katılmak olmuştur. II. Dünya Savaşı sürecindeyaşananlar Türkiye’yi dış politikada ABD ve Batı Bloku ile hareket etmeyemecbur bırakmıştı. Bilindiği üzere II. Dünya Savaşı’nın sonunda ABD GüneyKore’yi işgal ederken, SSCB de Kuzey Kore’yi işgal etti. Bu süreçte BirleşikKore’den bahsedilirken, Kuzey Kore’de komünistlerin kontrolünde Demokratik KoreHalk Cumhuriyeti adında bir devlet kurulunca; Birleşik Kore hayali de suyadüşmüş, bu sefer de ABD yanlıları Güney Kore Devleti’ni kurmuştu. 25 Haziran1950’de de Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmasıyla Kore Savaşı başlamıştı.**Türkiye, ABD’den sonra Kore’ye asker gönderen ilk devlet odu. 1 Kasım 1950’dede TBMM, alınan bu kararı onayladı.sonrasında: ABD’nin de desteği ile Türkiye,20 Eylül 1951’de NATO’ya davet edildi ve üyelik protokolü imzalandı. 18 Şubat1952’de de TBMM, Türkiye’nin NATO’ya üyeliğini onaylayarak savaş sonrası YeniDünyaya entegrasyonunu sağlamak yolunda önemli bir adım atmış oldu.
6-7 EylülOlayları: Kıbrıs Meselesi, 1954’te Türkiye ve Yunanistan arasındayeni bir gündem yarattı.
İngiltere, Londra’da bir konferans düzenleyerek heriki devleti davet etti. Konferansın devam ettiği
sıralarda gizli bir el bugelişmeleri provoke ederek gelinen aşamayı ortadan kaldırmak istedi. 6
Eylülgünü Expres gazetesinde çıkan asılsız bir haber, yaşanacakların kıvılcımı oldu.Gazetede çıkan
bu asparagas habere göre Atatürk’ün Selanik’teki evine bombaatılmıştı. Bu haberin duyulması
üzerine İstanbul ve İzmir’de başlayangösteriler buralarda yaşayan Rumların canına ve malına
yönelik şiddeteylemlerine dönüştü. Olayların çıkmasından sonra sıkıyönetim ilan
edilereksorumluların cezalandırılması için harekete geçildi. Kıbrıs Meselesi kapanmadı.13-19 Şubat
1959’da Zürih ve Londra’da imzalanan antlaşmalarla Kıbrıs’ınbağımsızlığı tanınırken ada üzerinde
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ningarantörlükleri kabul edildi
Tahkikat Komisyonu’nunKurulması (18 Nisan 1960: 1959yılında, DP’nin politikalarına karşı olanlar değişik zamanlarda Uşak,Çanakkale, Kayseri, İstanbul, Ankara gibi şehirlerde gösteriler yapmış, bunakarşı hükümet de bazı tedbirler almıştır. Nihayetinde Hükümet, bütün bu tarzolayların sebebini ve gelişmeleri aydınlatmak için “Tahkikat Komisyonu” kurmayakarar vermiştir.
18 Nisan 1960’da DP’li on beş kişiden oluşan bir komisyon kuruldu
1960ASKERÎ DARBESİ VE DEMOKRAT PARTİ İKTİDARININ SONU
21 Mays’ta ise Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşleri darbeyolunda kuvvetli bir algıyı meydana getirmişti. Durumdan vazife çıkaran TürkSilahlı Kuvvetleri içinde ortaya çıkan “Albaylar Cuntası” 26/27 Mayıs 1960gecesi ülke yönetimine el koyduklarını ilan ettiler. Askerî Darbe sonucundaotuz sekiz kişiden oluşan Millî Birlik Komitesi (MBK), ülkede kontorolü elegeçirerek başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere DP’lileri tutuklayarakYassıada’da hapsettiler. MBK Başkanlığı’na ise Cemal Gürsel getirildi. Yassıadayargılamaları neticesinde; Başbakan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan veDışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idamı MBK tarafından onaylanarak infazedildiler. •MBK şuisimlerden oluşuyordu: (Alparslan Türkeş'ten sonraki isimler 13 Kasım1960'ta tasfiye edildi): Ekrem Acuner, Refet Aksoylu, Mucip Ataklı, EmanullahÇelebi, Vehbi Ersü, Suphi Gürsoytrak, Suphi Karaman, Kadri Kaplan, KâmilKaravelioğlu, Osman Koksal, Cemal Madanoğlu, Sezai Okan, Fahri Özdilek, MehmetÖzgüneş, Selâhattin Özgür, Fikret Kuytak, Sami Küçük, Şükran Özkaya, HaydarTunçkanat, Sıtkı Ulay, Ahmet Yıldız, Muzaffer Yurdakuler, Alparslan Türkeş,Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Muzaffer Özdağ, Rifat Baykal, Fazıl Akkoyunlu,Ahmet Er, Dündar Taşer, Numan Esin, Mustafa Kaplan, İrfan Solmazer, ŞefikSoyuyüce, Muzaffer Karan ve Münir Köseoğlu
6 Ocak 1961’de MBK ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan KurucuMeclis, çalışmalarına başladı İstanbul Ünüversitesi Hukuk Fakültesi yeni biranayasanın hazırlanması için görevlendirildi. Hazırlanan anayasa 9 Temmuz1961’de ilk defa halk oylamasına sunularak % 61 evet oyu ile kabul edildi.Akabinde seçimler yapıldı ve İnönü’nün başbakanlığında koalisyon hükümetikuruldu. Bundan sonrada Türk demokrasisinin 27 Mayıs’ta aldığı ağır yarayarağmen yeni heyacanla ayağa kalkması için çalışmalar devam etmiştir.
TARİH 13
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel özelliklerini ifade eden 5 Şubat 1937’den beri anayasada yerini bulan Atatürk İlkeleri; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik ve İnkılapçılık olmak üzere altı tanedir.
Atatürk İlkeleri; siyasal içerikli olduğu kadar, toplumun sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapısı ile de doğrudan ilgilidir. Her biri ayrı özellikler taşıdığı hâlde birbirini tamamlayan ortak değerleri de içlerinde barındırırlar. Milli egemenlik, demokrasi, tam bağımsızlık, çağdaşlaşma, akılcılık ve bilimsellik bütün ilkelerin içerisinde bulunan ortak özelliklerdir.
CUMHURİYETÇİLİK:Siyasi ve tarihî gelişimin etkisi altında, demokratik bir rejimde kamu ve halk hizmetlerinin görüldüğü bir devlet yönetimini belirlemek için kullanılmıştır. Millet hâkimiyetine dayanan, millet hâkimiyetinin belli süreler için seçilmişler vasıtasıyla kullanıldığı devlet şeklidir. Egemenliği kullanan halkın işbaşına geldiği devletin adıdır.”
Cumhuriyet bir kişi veya zümre yararına değil kamu yararına göre yönetilen devlet şeklidir. Cumhuriyet dar ve geniş anlamda kullanılır. Dar anlamda Cumhuriyet sadece devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlaşılır. Geniş anlamda ise Cumhuriyet, egemenliğin toplumun bütününe ait olmasıdır.” Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun 29 Ekim 1923’te yapılan değişikliğinde “Cumhuriyet” bir hükümet şekli olarak ifade edildiği hâlde, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında Cumhuriyet bir devlet şekli olarak belirlenmiştir. Demokrasi ile Cumhuriyetin yakın ilgisi vardır. Ancak bu kavramlar birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Cumhuriyet bir biçimi, demokrasi ise içeriği ifade eder. Cumhuriyet devleti ve toplumu; demokrasi ise bireyi dolayısıyla yaşam tarzını ifade eder.
***Türkiye’de Cumhuriyet; ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasi rejimin adı olmuştur. Eşitlik ilkesi herkesin kanun önünde eşitliğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir özelliğini teşkil etmiştir.
Mutlakıyetten Cumhuriyete geçiş sürecimizi oluşturan önemli adımları şu şekilde sıralayabiliriz:
•29 Eylül 1808 Sened-i İttifak Sözleşmesi, | •3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı, | |||||||
•28 Şubat 1856 Islahat Fermanı’nın ilanı, | ||||||||
•23 Aralık 1876 Kanûn-ı Esâsîinin kabulü ve I. Meşrutiyetin ilanı, | ||||||||
•23 Temmuz 1908 II. Meşrutiyetin ilanı, | ||||||||
• | 21-22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi (Milletin istiklalini yine milletin kendi azim ve | |||||||
kararı kurtaracaktır), | ||||||||
•23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi Kararları (Kuva-yı Milliyeyi amil, iradeyi milliye-yi | ||||||||
hâkim kılmak esastır), | ||||||||
•4 Eylül 1919 Sivas Kongresi Kararları, | ||||||||
•23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, | ||||||||
•20 Ocak 1921 Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nun kabulü (I.madde: Egemenlik kayıtsız şartsız | ||||||||
milletindir), | • | 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı. | ||||||
MİLLİYETÇİLİK:Millet kavramı 1789 Fransız İhtilali’nden sonra dil ve soy birliği ifade eden topluluk olarak anlam kazanmıştır. Buna bağlı olarak da homojen olmayan imparatorlukların büyük bir kısmında dil ve soy birliğine dayanan topluluklar ayrı birer devlet kurma amacıyla çıkarmış oldukları isyanlar ve savaşlarla imparatorlukların büyük bir kısmının yıkılmasına sebep olmuştur. Atatürk’ün öngördüğü Türk Milliyetçiliğinin özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
&- | Millî birlik, beraberlik ve bütünlüğü esas alır, | &- | Saldırgan değil barıştan yanadır, | |
&- | Irkçılık ve şovenizme karşıdır, | &- | Laik ve çağdaş düşünceye açıktır, | |
&- | Demokratiktir. |
HALKÇILIK:Halkçılık ilkesi, ulusal egemenliği ön planda tutar ve demokrasiyi benimser. Devlet, vatandaşın refah ve mutluluğunu amaçlar. Vatandaşlar arasında iş bölümü ve dayanışmayı öngörür. Ulusun devlet hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlar. Atatürk’ün halkçılık ilkesinden anlaşılan; toplumda hiçbir kimseye, zümreye ya da herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmamasıdır. Bütün herkes kanun önünde eşittir. Halkçılık ilkesine göre; hiçbir kimse başkalarına karşı din, dil, ırk, mezhep veya ekonomik açıdan üstünlük sağlayamaz.
***Halkçılık, Mustafa Kemal tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında şu şekilde tanımlanmıştır: "Bizim için insanlar yasa önünde tamamen eşit muamele görmek zorundadır. Sınıf, aile, fert arasında bir ayrım yapılamaz. Biz, Türkiye halkını çeşitli sınıflardan oluşan bir bütün olarak değil, sosyal yaşamın gereksinimlerine göre çeşitli mesleklere sahip olan bir toplum olarak görmekteyiz.“
***Kadın-erkek eşitliği konusunda gerekli önlemlerin alınmış olması; öğretim birliğinin gerçekleştirilmiş olması; her yurttaşın öğrenebileceği yeni bir Türk alfabesinin hazırlanması ve her yurttaşın devlet organları önünde eşit muamele görmesi konusunda alınan önlemler halkçılık ilkesini destekler niteliktedir.
LAİKLİK:Laiklik, devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve
ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda
azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi demektir. Diğer bir tanımlamayla da
devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız
olmasını savunan prensiptir ki devlet düzeninin, eğitim kurumlarının ve hukuk kurallarının dine
değil, akla ve bilime dayandırılmasını amaçlar. Ayrıca, din işlerini kişinin vicdanına bırakarak bireyin
din özgürlüğünü koruyabilmesini sağlar.
Türkiye'de laikleşme aşamaları şunlardır:
&-Saltanatın kaldırılması (1922) &-Halifeliğin kaldırılması (1924)
&-Tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925)
&-“Devletin dini İslam’dır” ibaresinin anayasadan çıkarılması (1928)
DEVLETÇİLİK:Atatürk İlkeleri sözleri bulunur.Devletçilik, Mustafa Kemal Atatürk'ün 6 temel ilkesinden biridir. Ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi ve özel sektörün girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesini öngören ilkedir. Atatürk’ün devletçilik ilkesi; Türk toplumunun ulaşmak istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve ulusallaştırılmasıdır. Devletçilik ilkesine göre, devlet ekonomiyle ilgili olarak doğrudan doğruya müdahale yapabilir. Ekonomik teşebbüsler sadece devlet tarafından yapılmayacak, özel teşebbüslere izin verilecek fakat hiçbir özel teşebbüs devlet kontrolünden ve teftişinden çıkamayacak.
İNKILAPÇILIK:İnkılapçılık (Devrimcilik), Türk ulusunun çağdaşlaşması yolunda yapılan Atatürk
devrimlerinin benimsenmesi, geliştirilmesi ve her türlü tehlikelere karşı korunmasıdır.Bu ilke,
seçkinciliği açıkça yadsıyan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük
önem veren Türk milliyetçisi bir devrimcilik anlayışıdır. Kemalist Devrimcilik anlayışının iki yanı
bulunur. Birinci yanı, eski düzenin geçerliliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın
gereksinmelerini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir. Ama Kemalizm, bununla yetinmemekte,
devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişimlere açıklık biçiminde anlatmakta ve
kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır.
TARİH 14
BÜTÜNLEYİCİ İLKELER:Atatürkçü düşünce sistemini oluşturan Atatürk’ün temel ilkelerini, çeşitli yönleriyle destekleyen ve tamamlayan ilkelere bütünleyici ilkeler denir.
MİLLİ EGEMENLİK:Egemenlik veya hâkimiyet kelime anlamı itibariyle hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün güç demektir. Egemenlik devlet kudretinin bir vasfı olarak ise; iç hukukta en üstün kudreti, uluslararası hukukta da bağımsız bir gücü ifade eder.
Millî Egemenlik ise; bütün alanlarda karar verme yetkisinin, milletin ya da milleti temsil eden bir tüzel kişiliğin elinde olması dolayısıyla millet adına verilecek kararların yine millet tarafından verilmesi demektir. Başka bir deyişle bir milletin kendi kaderine hâkim olarak kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurması demektir.
Millî egemenlik düşüncesi; ilk defa XVIII. yüzyılda ünlü Fransız düşünürü Jean Jacques Rousseau tarafından ortaya atılmış ve bu yüzyılda, despot hükümdarlara karşı fertlerin hak ve hürriyetlerini gerçekleştirip teminat altına almak için girişilmiş olan mücadele ile başlamıştır. 1215 tarihli Manga Carta Libertatum’a (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) kadar dayanır. Millî Mücadele Dönemi’nden itibaren Mustafa Kemal Atatürk tarafından kullanılmıştır. Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, TBMM’nin açılması ve 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’ndaki egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesinin kabul edilmesi ve yürürlüğe konulması bu konuda önemli dönüm noktalarıdır.Cumhuriyetçilik ilkesini tamamlar.
TAM BAĞIMSIZLIK:Bağımsızlık, bir devletin, başka bir devlete veya uluslararası bir kuruluşa tabi olmaması ya da bağlı bulunmaması demektir. Millî bağımsızlık ise bağımsızlığın milletçe benimsenmesi ve amaç edinilmesidir. Bağımsızlık, Türk milleti açısından bir karakter ve bir var oluş meselesidir. Tam bağımsızlık, Atatürkçülüğün en önemli esaslarından biridir. Atatürk’ün bağımsızlık anlayışı, kayıtsız ve şartsız tam bağımsızlık fikrine dayanır.
MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ:Millî birlik ve beraberlik; milletçe birliği, beraberliği, bir arada yaşamayı ve bütünlüğü ifade eder. Bu ilke, aynı zamanda Türk milletini oluşturan kişilerin sevgi ve saygı duygusuyla birbirlerine bağlanmasını ve ortak amaçlara yönelik olarak varlığını devam ettirmesini amaçlar.
***Millî birlik ve beraberlik, Millîyetçilik ilkesinin öngördüğü ortak ideallerin bir görünümüdür. Milletçe birliği ve bütünlüğü ifade ettiğinden, aynı zamanda millî devletin gerçekleşme vasıtasıdır. Atatürk’ün Millîyetçilik anlayışının temelinde millî birlik ve beraberlik vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu düşüncesinden hareket eden bu ilke, Millîyetçilik ilkesini tamamlar.
YURTTA SULH CİHANDA SULH:“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi, bir taraftan yurt içinde huzur ve sükunu sağlayarak güven içinde yaşamayı amaçlarken, diğer taraftan da uluslararası barış ve güvenliği hedef alır.
***Atatürk tarafından; yapıcı, tutarlı ve akılcı bir dünya düzeninin var olmasını sağlamak maksadıyla ortaya konulmuş olan bu ilke, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin barış içinde kalkınabileceği düşüncesinin bir gereğidir. Atatürk, bu ilke ile bütün dünyada sınıf mücadelelerinin olmadığına, herkesin demokrasi içinde eşit haklara sahip olduğu ve sosyal dayanışmanın sağlandığı toplumların oluşmasını da gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
BİLİMSELLİK VE AKILCILIK:Bilimsellik, devlet ve toplum hayatında bilime yer vermek ve bilimi değerlendirmek demektir. Bilimsellik, olaylara bilimsel gözle bakmayı, gerçeği bilimsel gözle araştırmayı, hurafelere, dogmalara, peşin yargılara sapmadan aklı hâkim kılmayı gerekli kılar. Akılcılık (Rasyonalizm) ise, insanın aklı ile gerçekleri anlama yeteneğine denir. Atatürk, Türk milletini her yönüyle çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmaya amaçlıyordu. Bunun, her şeyden önce çağdaş bilimi yakalamakla mümkün olabileceğini düşünüyor ve bilimi devlet ve toplum hayatında hâkim kılmaya gayret ediyordu.
ÇAĞDAŞLAŞMA VE BATILILAŞMA:Çağdaşlaşma, her konuda, çağın şartlarına göre donanımı ve medeni anlamda çağı yakalamayı ifade eder. Batılılaşma ise, bazı ilim adamları tarafından, çağdaşlaşma ile aynı anlamda kullanılmakla beraber, maddi ve manevi yönden çağın şartlarına uygun olarak, insanca yaşamayı ifade eder. Türkiye’de gerçek anlamda Batılılaşma ya da modernleşme Atatürk zamanında olmuştur. O, Batı medeniyetini bir hayat tarzı olarak belirlemiş ve yapmış olduğu inkılaplarla bu amaca ulaşmaya çalışmıştır.
Atatürk, çağdaşlaşma ve Batılılaşma yolunda giriştiği harekelerde, her zaman Türk milletinin kendi millî değerlerine büyük önem vermiş ve yapılan işlerin millî esaslara ters düşmemesine özen göstermiştir.
İNSAN VE İNSANLIK SEVGİSİ:Atatürk’ün temel ilkelerinden birisi olan Millîyetçilik, milletlerarası iyi ilişkileri ve sevgiyi gerektirir. O, her türlü meseleleri barış havası içinde çözmeyi amaçlamış ve barış için hoşgörü, karşılıklı güven ve sevginin olması gerektiğine inanmıştır. Atatürk başka milletlerinde bize ve bağımsızlığımıza saygı duymasını istemiş ve bu çerçevede her şeyin çözüleceğini düşünerek, Türk inkılâbına bütün insanlığa kucak açan, sevgi ve barışı arzulayan bir karakter kazandırmıştır. ATATÜRKÇÜLÜK:Atatürkçülük veya Kemalizm, kelime anlamı olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün
düşüncelerinin ve görüşlerinin takipçisi olma anlamını içeren, ideolojik olarak emperyalist devletlerin fakir ve geri kalmış bir millete karşı giriştiği paylaşma hareketine tepki olarak doğan; Türk milliyetçisi ve antikomünist yapılı, belirli bir sınıf desteğine dayanmayan; geri kalmış safsata ve batıl itikatlardan güç alan kurumlar yerine akla ve bilime dayanan kurumları getirmeyi amaç edinen; Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojisi. Atatürkçü ideolojinin temellerini, Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarıyla ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılaplar oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti de, anayasasında belirtildiği gibi, özellikleri ve uygulamalarıyla Atatürkçülük doğrultusunda hareket etmektedir.