AÖF DERS NOTLARINA HOŞ GELDİN!

Ders notlarına erişmek için lütfen ücretsiz kayıt olunuz.

Ücretsiz Kayıt ol!

VİZE-FİNAL İnsan Davranısı ve Sosyal Çevre 2 Final Ders Notu

Moderator
Mesajlar
419
Tepkime puanı
28
Puanları
18
ÜNİTE-1:

Albert Emmons
’un çeşitli araştırmalar sonucu ortaya çıkardığı davranış çeşitleri:

  • ÇEKİNGEN (İÇE DÖNÜK) DAVRANIŞ BİÇİMİ:
  • İnsanların kendilerini baskı altında hissettikleri ve bu sebeple kendilerini iyi hissetmedikleri zaman gösterdikleri davranış biçimidir.
  • İçedönük ve Şüphecidirler, Ses tonu çok yumuşak ve kısıktırlar.
  • İtiraz etmekten kaçınırlar. Kendi fikirlerini söylemekten kaçınırlar.
  • Bireyin duygu, inanç, düşünce gibi kendine özgü unsurları yansıtmada yetersiz olurlar.
  • Kendisini savunamazlar, Göz göze gelmekten kaçınırlar.
  • Hakları başkaları tarafından çiğnenince buna karşı koyamazlar.
  • Davranışlarını sergilerken tereddüt ederler.
  • Duygu, inanç ve düşüncelerini yansıtmazlar.
  • Kendilerini yok sayarlar. Çevresindekilerinin düşüncelerine uygun davranış sergilerler.
  • Düşüncelerini basite alırlar, kendi fikirlerini söylemekten kaçınırlar.
  • Başkalarının yerine kendilerini üzmeyi tercih ederler.

  • SALDIRGAN DAVRANIŞ BİÇİMİ:
  • İnsan ya da herhangi bir nesneyi kolayca tahrip edebilir.
  • Karşısındaki insanları önemsemezler.
  • İnsanların duygu, düşünce ve inançlarını genellikle dürüst olmayan uygunsuz yollarla ve diğer bireylerin haklarını çiğneyerek ifade etme biçimidir.
  • Başkalarını umursamazlar, kendi amaçlarını umursarlar.
  • Başkalarının haklarını çiğnerler. Başkalarının haklarına saygı göstermezler.
  • Duruma uymayan tiz ve alaycı bir ses tonu vardır.
  • Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutarlar.
  • Sürekli geçmişi kurcalayarak günü yaşayamazlar.
  • Çevresindekilerle iletişime girerken Beden Dilini ortaya koyarlar.
  • Karşı tarafı sürekli suçlarlar, sorgularlar, aşağılar ve söz istemeden konuşurlar.
  • Yüksek sesle konuşurlar, dedikodu yaparlar.

  • ATILGAN DAVRANIŞ BİÇİMİ:
  • Bireyin kendini ifade ettiği, hem kendisinin hem de çevresindekilerinin haklarına saygı duyup korumaya çalıştığı davranış biçimidir.
  • Uyumlu, sağlıklı ve bireylerde olması gerektiği düşünülen davranış biçimidir.
  • Haklarının farkında olup diğerlerinin haklarına da saygı gösterirler.
  • Olumlu ve Olumsuz düşüncelerini açık ve dürüstçe ifade ederler.
  • Ben dilini kullanırlar, Tok bir ses tonu vardır.
  • Seçimleri yaparken “Evet” ya da “Hayır” demesini bilir.
  • Başkalarının kendilerini kullanmasına izin vermez.
  • İlişkilerinde duyarlı ve hoşgörülüdür.
  • Kendine güvenli davranış sergilerler.
  • Başkalarına karşı uygun bir dille uyarırlar.
  • Etkin bir biçimde dinlerler, kimsenin sözünü kesmezler.
  • Kişisel Haklarını savunurlar. Kendi yaşam kararlarını alırlar, kendi seçimlerini yaparlar.
  • Bir şeyin yanlış olduğunu düşününce açıklama isterler. Başkalarını küçük görmezler.
  • Atılgan davranış güvenli girişkenlik, kendine güvenli davranış olarak tanımlanabilir.
  • İnsanların eşitliği gözeterek, başkalarının haklarının da olduğunu bilerek davranırlar.

  • ATILGAN DAVRANIŞ BİÇİMİNİN 3 TEMEL BOYUTU:
  • Kişinin duygularını ve düşüncelerini ifade etmesi,
  • Kaygı yaşamaması,
  • Kişisel hakları savunması,
LAZARUS’A GÖRE ATILGAN DAVRANIŞ BİÇİMİNİN TEPKİ SINIFI:

  • Hayır Diyebilme Yeteneği
  • Dilekte Bulunma ve Rica Etme Yeteneği
  • Olumlu ve Olumsuz Duyguları İfade Etme Yeteneği
  • Genel Konuşmaları Başlatma, Sürdürme ve Sonlandırma Yeteneği


ATILGAN DAVRANIŞ BİÇİMİNİ ENGELLEYEN KÜLTÜR ÖGELERİ:

  • Ceza
  • Engellenme
  • Olumsuz Ödüllenme
  • İyi Bir Model Olmaması
ATILGANLIK BECERİLERİ EĞİTİMİNİN TEMEL KONULARI

(ATILGANLIK BECERİLERİ EĞİTİM PROGRAMININ İÇERDİĞİ KONULAR)




Rol Oynama

Gevşeme Eğitimi

Atılgan Düşünce Eğitimi, davranışın pekiştirilmesi

Uygun Davranışın Model Alınması



Not: Atılganlık Becerileri Eğitimi, davranışçılık yaklaşımından gelen Lazarus, Wolpe gibi kuramcı ve araştırmacılar tarafından başlatılmıştır. Daha sonra ise Bilişsel-Davranışçı Kuramı benimseyenler tarafından geliştirilmiştir.



ATILGAN DAVRANIŞ KAZANIMININ KİŞİLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ:



Kaygı düzeylerinin düşmesine bağlı olarak kişilerin kendilerini daha iyi hissetmeleri,

Yaşamdaki amaçlarını başarması noktasında kişilerin kendilerine güvenmelerini sağlama,

Kendisiyle ve toplumla sağlıklı iletişim becerileri geliştirmesini sağlama,

Olumlu Kişilik Gelişimi,

Akademik ve Sosyal Başarıyı Yakalama,



ATILGANLIK EYLEMİNİ OLUŞTURAN ÖGELER:



Gözle İletişim, İçerik

Vücudun Duruşu

Jestler, Ses Tonu

Yüz İfadesi, Zamanlama









ÜNİTE-2:



ROBERT W.WHİTE’A GÖRE GENÇ YETİŞKİNLİKTE KİMLİĞE İLİŞKİN OLGUNLAŞMA SÜRECİ AŞAMALARI (White Göre Olgunlaşmanın Beş Temel Özelliği):




Ego Kimliğinin Yerleşmesi

Kişisel İlişkilerin Özgürleşmesi

İlgilerin Derinleşmesi

Değerlerin İnsancıllaşması

Özen ve Bakımın Genişlemesi



Ego Kimliğinin Yerleşmesi: Robert W.White’a göre genç yetişkinlikte kimliğe ilişkin en önemli sonuç olarak birey ve toplumsal sistem arasında kurulan ilişkinin oluştuğu olgunlaşma sürecidir. Ergendeki zihinsel olgunluk, genç yetişkinliğin temel özelliklerinin kaynağıdır. Soyut bir kimlik duygusu geliştirir.



Kişisel İlişkilerin Özgürleşmesi: Genç yetişkinlikte insanlar arası ilişkiler giderek tek bir insanla ilişkiye dönüşmektedir. Bu insanla sağlıklı bir ilişki kurabilmek için genç yetişkinin kendi kimliğini geliştirmiş olması gereklidir. İlişki kurduğu insanın da özgünlüğünü kavrar, kabul eder. Başka insanlara karşı duyarlılık kazanabilir. Kişisel İlişkilerini özgürleştirebilir ve içten ilişkiler kurabilmemize katkıda bulunur.



Değerlerin İnsancıllaşması: Piaget ve Kohlberg’in ahlak gelişimi çalışmaları, genç yetişkinin soyut bir ahlak felsefesi geliştirebilme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Edindikleri tecrübeleri, değerler sistemine katarak kendi değerler sistemini oluştururlar. Başka insanlar aracılığıyla gelişen kişisel tecrübelerin bir sentezidir.



Özen ve Bakımın Genişlemesi: Robert W.White’a göre bireyin hasta, yoksul, engelliler ve diğer ihtiyaç gruplarına karşı daha duyarlı ve özenli yaklaşımlar geliştirdiği olgunlaşma sürecidir. Başka insanlara ve onların içinde bulundukları durumlara karşı anlayış ve sempati geliştirmeyi başarabilirler.



HAVİGHURST’UN İLERİ SÜRDÜĞÜ GENÇ YETİŞKİNLİKTEKİ TEMEL GELİŞİM GÖREVLERİ (Genç Yetişkinlik Döneminin Gelişimsel Görevleri)



Eş Seçimi (Eş seçme)

Çocuk Yetiştirme (Çocuk sahibi olma ve Çocuk Yetiştirme)

Bir Ugraş Başlatma (İş Sahibi Olma)

Bir Aile Kurma

Bir Evin İşlerini Yürütme (Ev idare edebilme)

Yurttaşlık Sorumluğunu Üstlenme

Eşle Birlikte Yaşamayı Öğrenme

Uygun Bir Toplumsal Gruba Katılma (Sosyal Aktivelere ve toplumsal olaylara ilgili olma)













Genç Yetişkinlik Dönemi: 18-30 Yaşları arasını kapsar.



İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kavramı: Maslow’a aittir.



Yetişkinliği ayrı aşamalar halinde ele alan İlk Freudcu: Erikson’dur

.

Soyutlanmaya Karşı Yakınlık Kavramlaştırması: Erikson tarafından geliştirilmliştir.



İnsanın Sekiz Çağı Olarak adlandırılan Psikososyal Gelişim Kuramı: Erikson’a aittir.



Ergenin ikili düşünmesi: dünyayı iki kutuplu olarak görmesi anlamına gelmektedir.



Bir yetişkinin iyiye ulaşması için Sevmenin ve Başarmanın gerekli olduğunu öne süren düşünür: Freud’dur.



Yetişkin Yaşamını daha önce Oluşmuş Kişilik Yapısının Yüzeyinde Sadece Dalgalanma olarak tanımlayan bilim insanı: Freud



Schaie’nin :

Kazanım Evresi
: Çocukluk ve Ergenlik

Başarma Evresi: Genç Yetişkinlik



Schaie’ye göre Bilişsel Gelişim Evreleri:

Çocukluk ve Ergenlik

Genç Yetişkinlik

Orta Yetişkinlik

İleri Yetişkinlik



Perll Mutter’e göre Akıcı Zekayı Oluşturan Yetenekler:

Dikkat

Algı Hızı

Bellek

Akıl Yürütme



LEVİNSON VE ARKADAŞLARINA GÖRE:



Aileyi Bırakıp Bağımsız Olma:
17-24 yaşları arası

Yetişkin Dünyasına Giriş: 22-28 yaşları arası

Yaşamı Nasıl Kuracağına Karar Verme: 30 yaşını

Yaşam Kurma Etkinlikleri: 30-40 yaşları arası





ÜNİTE-3:



ERİKSON TARAFINDAN TANIMLANAN KİŞİLİK GELİŞİMİ(GENÇ YETİŞKİNLİK) EVRELERİ



Kimliğe Karşı Rol Karmaşası

Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık

Üretkenliğe Karşı Durgunluk

Bütünleşmeye Karşı Umutsuzluk



Eriksona Göre Genç Yetişkinlik:
20-40 yaşları arasını kapsar.



Genç Yetişkinlik Döneminde Bireyin Çözmesi Gereken En Önemli Çatışma: Yakınlık ve Yalıtılmışlık arasıdır.



Ülkemizde 15 Yaş Üstünde Yaygın Görülen Sağlık Sorunları:



Mide Ülseri

Hipertansiyon

Kireçlenme

Kas ve iskelet Sorunları

Romatizmal Eklem Hastalığı



Genç Yetişkinlik Döneminde En Önemli Sağlık Sorunları:

Obezite

Solunum Yolu Hastalıkları

Kaza ve Yararlanmalar



Toplumsal Yaşlanma: Zaman içerisinde bireyin üstlendiği rollerin değişmesidir. Kişinin yaşı ilerledikçe toplumda yeni sosyal roller üstlenmesi anlamına gelir.



Biyolojik Yaşlanma: İnsan Organizmasının yapı ve işleyişinin zaman içerisindeki değişimleridir.



Erikson’a göre Genç Yetişkinlik Dönemine Karşılık Gelen Evre: Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlıktır.



Yaşam Yapısı ve Yaşam Döngüsü Kavramlarını içeren Yaşam Yapısı Kuramını geliştiren Kuramcı: Levinson’dur.



GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİNİN ÖZELLİKLERİ:

  • Genç Yetişkinlik döneminin en önemli kavramı Olgunlaşmadır.
  • Ölüm oranları diğer gruplardan düşüktür.
  • Yaşlılığa bağlı sorunlar henüz ortaya çıkmamıştır.
  • Kalıtsal Yolla sahip olunan hastalıklar bu dönemde ortaya çıkmaktadır.
  • Diğer insanlara yakınlaşabilme, gelişim görevi olarak görülmektedir.
  • Bu yaşta görülen hastalıklar sosyo ekonomik düzeye göre değişmektedir.
  • Belirli yaş sınırları ile belirlenmesi zordur.

  • ÜNİTE-4:


BİREYİN YETİŞKİN OLMA YOLUNDA İLERLERKEN DUYDUĞU İHTİYAÇLAR ( GENÇ YETİŞKİNLERİN TEMEL İHTİYAÇLARI):

  • Toplumda Saygı Görme
  • Ailede Saygı Görme
  • Olumlu Bir Benlik Algısı
  • Bir İş Sahibi Olma
  • Sağlığını Koruma
  • Sosyal Çalışmalara Katılma
  • Dini Duyguları Tatmin
BİREYİN MESLEK SEÇİMİNDE ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER:

  • Bireysel Temeller
  • Rol Modelleri
  • Deneyim
  • İlgiler
  • Kişilik
GORDON W. ALLPORT’A GÖRE OLGUN KİŞİLİĞİN ÖZELLİKLERİ:

  • Geniş bir benlik duygusuna sahip olma
  • Kendini gerçekleştirmeye ve içgörüye yetenekli olmak
  • Temel bir duygusal güvenliğe sahip olmak ve kendini kabul etmek
  • Bütünleşmiş bir yaşam felsefesiyle uyum içinde yaşamak
  • Dış gerçeklikle bağlantı içinde, atılımla algılamak, düşünmek ve eylemde bulunmak
  • Başkalarıyla hem yakın ilişkilerde hem de genel ilişkilerde sıcak bağlar kurmaya yetenekli olmak
AİLE YAŞAM DÖNGÜSÜNE İLİŞKİN ARAŞTIRMALARIYLA TANINAN DUVALL’IN TASNİF ETTİĞİ AİLE YAŞAM DÖNGÜSÜ MODELİNİN EVRELERİ:

  • Çocuksuz Evli Çiftler
  • Çocuklu Aileler
  • Okul Öncesi Çocuğu Olan Aileler
  • Okula Giden Çocukları Olan Aileler
  • Ergenlik Çağında Çocuğu Olan Aileler
  • Değişen Aile Yapısı
  • Orta Yaşlı Ebeveynler
  • Aile Üyelerinin Yaşlılığı






Yabancılaşma: Erich Fromm’un yapıtlarında yer almaktadır. Fromm’a göre Yabancılaşma; Kişinin kendisini bir yabancı gibi hissettiği yaşantı biçimidir. Kişi kendisiyle ve dış dünyayla üretici bir ilişki içinde değildir.

YETİŞKİNLERİN YAŞAM BİÇİMİ TERCİHLERİ:

  • Tek Yaşayanlar
  • Birlikte Yaşayanlar
  • Çocuksuz Çiftler
  • Eşcinseller
Genç Yetişkinlerin İş ve Çalışma alanları düşünüldüğünde ele alınması gereken konular:

  • Kimlik ve Üretkenlik
  • Yabancılaşma
  • Kadınların Çalışması
GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİNDEKİ BİREYLERDE GÖRÜLEN TOPLUMSAL ÖZELLİKLER:

  • Özgür Olma İsteği
  • Karşı Cinse Yakınlık Kurma ve Evlenme İsteği
  • İş ve Meslek Alanlarına Yönelme İsteği
  • Davranışlarda Bütünlük ve Geleceğe Yönelme İsteği
  • Hareket Kabiliyetlerinde Hızlı ve Dinamik Olma İsteği
ÇOCUKSUZ EVLİ ÇİFTLER:

  • Karı-Kocadan oluşmakta ve ortalama 2 yıl sürmektedir.
  • İlişkiler açısından uyumlu ve doyum sağlayıcı bir evredir.
  • Eşler karşılıklı birbirlerine alışma ve uyumlu bir bütünlüğü sağlama çabasındalar.
ÇOCUKLU AİLELER:

  • Evliğin 2-5 yılları arasını kapsar.
  • Karı-Koca, Anne-Baba statüleri ve bu statülerin gerektirdiği roller yer almaktadır.
  • Eşler yeni statülerinin gereği olan Anne-Baba rolünü içselleştirme çabası içindedirler.
  • Bu evrede bir veya iki çocuk vardır.
  • Çocuğun sağlıklı yetiştirilmesi en öncelikli çabalar içerisindedir.
ORTA YAŞLI EBEVEYNLER:

  • Bu evre yuvanın boşalması ve emeklilik dönemi olarak anlam kazanır.
  • Yaklaşık 15 yıllık süreyi kapsar.
  • Evlilik ilişkilerini yeniden düzenlemek ve soy bağlarını devam ettirme çabası içindedirler.
AİLE ÜYELERİNİN YAŞLILIĞI:

  • Yalnız yaşamaya alışma ve Uyum sağlama
  • Yaşlılık ihtiyaçlarını giderebilme
ÜNİTE-5:

Homogamy Teorisi:
Irk, ekonomik koşullar ve toplumsal özellikler açısından benzer bir eş seçmemizi ileri sürer. Eş seçiminde ırk, ekonomik koşullar ve toplumsal özelliklerdeki benzerliğin etkili olduğunu ileri süren teoridir.

Bireyin sağlığı üzerinde olumlu etkileri olan sosyal gelişim; Evliliktir.

EŞ SEÇİMİ TEORİLERİ:

  • Akrabalık Teorisi
  • İdeal Çift Teorisi
  • Değerlerde Uyum Teorisi
  • Homogamy Teorisi
  • İhtiyaçların Tamamlanması Teorisi
  • Uyumluluk Teorisi
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından yapılan araştırmalarda evliliğin niçin önemli olduğu ile ilgili soruya en fazla verilen cevap: Soyun Devamı İçin olmuştur.

Yasal Evlenme Yaşı: 17 yaşını tamamlayıp 18 yaşına girmiş olmak

EVLİLİK YAŞAM DÖNGÜSÜNÜN PARÇALARI:

  • Bağlılık
  • Anlaşma
  • İletişim
  • Çatışma ve Uzlaşma
  • İhtimam
KİŞİYİ EVLİLİĞE GÜDÜLEYEN ETKENLER (BİREYİ EVLİLİĞE YÖNELTEN ETKENLER):

*Yalnızlık *Cinsel Gereksinim *Sevgi Gereksinimi *Mutlu ve İyi Bir Yaşam

*Çocuk Sahibi Olma İsteği *Sahiplenme Duygusu *Ekonomik Dayanışma Gereksinimi

SAĞLIKLI BİR EŞ OLMA VE EŞ SEÇMENİN KOŞULLARI:

  • Zeka
  • Cinsel Uyum
  • Sosyo-ekonomik özellikler ve aile yapısı
  • Eğitim düzeyi ve meslek
  • Tanımak, sevmek ve paylaşmak
  • Kişilik özellikleri
  • Fiziksel ve Duygusal olgunluğa ulaşma
  • Evlilik yaşına gelmiş olmak
OLSON VE FOWERS 5 TİP ÇİFT İLİŞKİ BİÇİMİNİ ÖNE SÜRER:

  • Canlı, hayat dolu Çiftler
  • Uyumlu Çiftler
  • Geleneksel Çiftler
  • Çatışmalı Çiftler
  • Cansız, enerjisiz Çiftler
ÜNİTE-6:

BİR ERGENİN SEÇTİĞİ BELİRLİ BİR AKRAN GRUBUNUN BAĞLI OLDUĞU FAKTÖRLER:


  • Sosyo-ekonomik statü
  • Ebeveynlerden edinilen değerler
  • Bireyin içinde yaşadığı komşuluk çevresi
  • Okulun özelliği
  • Özel yetenek ve beceriler
  • Ergenin kişiliği
ERGENLERİN ARKADAŞLARINI SEÇMEDE VE BUR ARKADAŞLIKLARINI SÜRDÜRMEDE 5 BOYUT ÖNERİLİR:

  • Benzerlik
  • Karşılıklılık
  • Yapı
  • Uyuşma
  • Rol Modeli Oluş
EBEVEYNLİĞİN GELİŞİM AŞAMALARI:

  • Güvenle Bekleme
  • Balayı: İlk çocuğun doğumdan sonra başlayıp birkaç ay sürer.
  • Plato: bebeklikten ergenlik yıllarına kadar oluşur.
  • Ayrışma

  • FOBİ: Bir obje veya duruma karşı duyulan obsesif(saplantılı), ısrarlı, gerçekçi olmayan yoğun bir korkudur.
  • Akrofobi: Yükseklik korkusu
  • Algofobi: Ağrı korkusu
  • Klastrofobi: Kapalı yer korkusu
  • Eritrofobi: Kan/kanama korkusu
Ciddi duygusal rahatsızlıklar ve anormal davranışlar gösteren insanları değerlendirmek ve teşhis koymak için iki genel yaklaşım vardır:

  • Medikal Model
  • Etkileşimsel Model

  • MEDİKAL MODEL: Bu model duygusal ve davranışsal sorunların fiziksel hastalıklar gibi birer ruhsal hastalık olduğunu kabul eder.
  • Medikal Model DSMIV Tanı Ölçütleri çerçevesinde ruhsal bozukluklarından bazılarının tanımları:
Psikoz: Bireyin düşünme, duygusal olarak tepki verme, hatırlama, iletişim kurma, gerçekliği yorumlama ve uygun tarzda davranma becerisinin yetersiz kaldığı organik veya duygusal kökenli bir ruhsal bozukluktur.

Şizofreni: Dil ve iletişim, düşünme, algılama, duygulanım ve davranışlardaki karakteristik bozulmalarla kendini gösteren 6 aydan daha uzun süre ekseriya psikotik nitelikli geniş bir grup bozukluktur.

Paronoya: Gerçek bir olayın yanlış yorumlanmasına dayalı, karmaşık, anlaşılması zor, ayrıntılı bir düşünce sistemine dayalı nadir rastlanan bir hastalıktır. Kendini üstün bir yetenekle donatılmış çok özgün bir insan olarak görür.

Hipokondriyazis: kişinin aşırı ölçüde yoğunlaştığı bedensel yakınmalar semptemler yoluyla çevreyle kronik bir yanlış uyum tarzı geliştirdiği, bir fiziksel hastalığı olduğuna dair ciddi bir korku veya inanç duyduğu bir durumdur.

Bipolar Bozukluk: eskiden manik-depresif bozukluk olarak adlandırılan mani(taşkınlık) ve depresyon(çökkünlük) nöbetlerinin olduğu önemli bir affektif duygusal bozukluktur. Bipolar Bozukluğunun ayırt edici özelliği; taşkınlık ve çökkünlük nöbetlerinin görülmesidir.

Kişilik Bozuklukları: derinlerde kökleşmiş, esneklik taşımayan, ilişki kurma, algılama ve düşünmede işlevsel bir bozukluğa neden olan yanlış uyum yapma tarzlarıdır. Bazı kişilik bozuklukları:

  • Antisosyal Kişilik
  • Sınırda Kişilik (borderline)
  • Kompulsif Kişilik
  • Narsisistik Kişilik
  • Pasif-agresif Kişilik
  • Şizoid Kişilik


  • Rasyonel Self Analizi Mautsby tarafından geliştirilmiştir.
  • Kadının eğitim düzeyi yükseldikçe. Ebeveynliğe uyum sağlaması daha da zorlaşmaktadır.
  • Genç Yetişkinlik Dönemi Kabaca 30 yaşına dek sürer.
  • Rasyonel Terapi Yaklaşımını Geliştiren Albert Ellis’tir.


























ÜNİTE-7:

Orta Yaş dönemini kapsadığı düşünülen yaş aralığı: 35-65 yaşları arasıdır.

Genel kabullere göre orta yaş dönemi: 35-65 yaşları arasıdır.

Orta yaş krizi:
gelişimsel bir kriz dönemidir.

Osteoporoz(Kemik erimesi): kemiğin mineral içeriğinin azalması nedeniyle dayanıklılığının azalması, kalitesinin düşmesidir. Osteoporoz ileri yaşlarda ölümcül olabilir.

Andropoz: yaşlanmaya bağlı olarak erkeklik hormonu olarak adlandırılan testosteronun kandaki seviyesinin azalmasına denir.

Menopoz: kadınlık hormonunun salgılanmasının durmasıdır.

  • Menopoz sürecinin tamamlanması 2-3 yıl sürebilir.
  • Menopoza giren bir kadın çocuk sahibi olamaz.
  • Menopoza girme yaşının belirlenmesinde, kadının annesinin menopoza girme yaşı önemlidir.
  • Sigara içmek erken yaşta menopoza girmeye neden olur.
  • Menopoza girmek, kadının fiziksel, sosyal ve ruhsal sağlığı açısından bazı riskler oluşturabilir
Yaşlanmanın temel nedeni: hücrelerin kendini yenileme becerisinin azalmasıdır.

İnsan bedeninin en verimli çalışma dönemi: 25-30 yaşları arasıdır.



ORTA YAŞ DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ:

  • Orta yaş döneminde bireyler tecrübenin verdiği avantajdan yararlanırlar.
  • Orta yaş dönemi, ikinci bir adölesan dönemi olarak da düşünebilir.
  • Orta yaş döneminde, bireyde fiziksel, sosyal ve ruhsal alanda pek çok dramatik değişkinlikler olur.
  • Orta yaş dönemi, biyolojik anlamda bir gerileme süreci olarak kabul edilir. Bu dönemde hücrelerin kendini yenileme becerisi hızla azalmaya başlar.
  • Orta yaş dönemi, fiziksel, ruhsal, ailevi ve sosyal açıdan değişimlerin olduğu gelişimsel bir kriz dönemidir.
  • Her iki cins de hormonal değişiklikler yaşar.
  • Orta yaş döneminde, bireylerin bilişsel işlevlerinde yavaşlama olmasına karşın zihinsel kapasitelerinde anlamlı bir kayıp yaşanmaz.
  • Orta yaş dönemi, genç yetişkinlik ile yaşlılık arasındaki dönemdir.
  • Orta yaş döneminde, bireyler yemek yemeye aşırı düşkün olabilir.
  • Orta yaş döneminde bulaşıcı hastalıklara yakalanma kolaylaşırken, iyileşme uzun sürer.
ORTA YAŞ DÖNEMİNİ SAĞLIKLI BİR BİÇİMDE GEÇİRMEK İÇİN:

  • Düzenli olarak doktor kontrolüne gitme
  • Sağlıklı beslenme
  • Düzenli Egzersiz yapma
  • Uygun Boş zaman oluşturma
  • Yeni Hobiler edinme




ÜNİTE-8:

  • Orta yaş dönemi, 35-65 yaş dönemini kapsayan, oldukça uzun bir dönemdir.
  • Bu dönemin genel özelliği, çocukluk, adölesan ve ilk yetişkinlik dönemlerinde yapılan işlerin geri dönüşlerini, bireye kazandırdıklarını görmektir.
  • Çocukluk ve ergenlik dönemleri, yetişkinlik yaşamı ve taleplerine hazırlık yaparak geçer. İlk yetişkinlik döneminde, hayatta kalma çabası verilir; başkalarının bakımı üstlenilir ve sorumlulukları yerine getirilir. Orta yaş ise artık bireyin kendine karşı sorumluluklarını yerine getirme zamanıdır


Orta yaş dönemini açıklayan farklı teoriler:

  • Erikson’un Psikososyal Gelişim Teorisi
  • Peck’in Psikososyal Gelişim Teorisi
  • Levinson’un Yaşam Yapısı Teorisi


1.Erikson’un Psikososyal Gelişim Teorisi:

  • Erikson tarafından geliştirilen bu teori, kişiliğin gelişimini, çocukluktan başlayarak yaşlılık dönemine kadar ele almıştır.
  • Erikson yaşam boyunca süren bu gelişmeyi sekiz dönemde toplamıştır. Bu nedenle bu Teori kimi zaman “İnsanın Sekiz Çağı” olarak da bilinir.
  • Erikson’a göre her dönemin kendine özgü gelişimsel görevleri ve farklı bir krizi (dönüm noktası) bulunmaktadır.
  • Bireyin sağlıklı bir kişilik geliştirmesi için, bu krizleri çözebilmesi gerekir. Krizlerin çözümü kişiliği geliştirir.
  • Erikson’un Teorisinde, yedinci aşama olan “Üretkenliğe Karşı Durgunluk” aşaması, orta yaş dönemini kapsamaktadır. Orta yaş dönemi ise bireyin gerek fiziksel açıdan gerekse duygusal, sosyal ve entelektüel açıdan en üretken olduğu dönemdir.
2. Peck’in Psikososyal Gelişim Teorisi:

Robert Peck (1955), orta ve ileri yaşların önemli dönüm noktalarını daha kesin olarak belirleyebilmek için yeni bir düzenleme gerçekleştirmiştir. Buna göre, orta yaş döneminde başarılması gereken dört kritik nokta bulunmaktadır.

  • Akla karşı fiziksel güce değer verme: Fiziksel yapıda, kırk yaş dolaylarında bir dönüm noktası yer almaktadır. Bu noktadan sonra fiziksel güçte pek çok alanda bir gerileme yaşanmaya başlar. Fiziksel güçlerine sıkı sıkıya sarılan ve bu güçler azaldıkça çöküntüye uğrayabilirler. Buna karşılık, zihinsel güçlerini öne alan bireyler, daha uyumludurlar ve bu bireyler başarıyla yaşlanırlar.
  • İnsan ilişkilerinde toplumsallaşmaya karşı cinselleşme: Peck, orta yetişkinlik döneminin psikososyal açıdan sağlıklı olabilmesi için kişinin kendi hayatında “erkeğin” ve “kadının” ne ifade ettiğini yeniden tanımlanmasının önemli olduğu düşünmektedir. Çünkü bu dönemde erkek ya da kadın sadece bir cinsel obje olmamanın yerine “arkadaş, dost” olmalıdır.
  • Duygusal esnekliğe karşı duygusal yoksullaşma: Bu evrede, ana babanın ölmesi, eski dost çevresinin dağılması, çocukların evden ayrılması ile bireyler duygusal alanda gittikçe yalnızlaşabilir, kendilerini yakın çevrelerinden izole edebilirler.
  • Zihinsel esnekliğe karşı zihinsel katılık: Bu evrede bireyin yeni deneyim ve yorumlara açık olabilmesi ya da geçmiş yaşantıların bireyi güncel sorunlara farklı yanıtlar bulmaktan alıkoyması çatışması söz konusudur. Yeni deneyimlere ve öğrenmeye açık olan bireylerin yaşamları daha anlamlı ve zengin olacaktır




4.Levinson’un Yaşam Yapısı Teorisi:

Daniel J. Levinson, yetişkin gelişimi ile ilgili olarak çalışan bir bilim insanıdır.

Levinson'a göre, genç yetişkinlik, orta yaş ve yaşlılık dönemini kapsayan yetişkin gelişimi konusunda yapılan çalışmalar henüz çok yenidir ve bu alanda yapılması gereken çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.

Levinson’un üzerinde durduğu önemli bir kavram yaşam yapısı kavramıdır.

Yaşam yapısı, bireyin topluma girme yolları (roller, üyelikler, ilgiler, amaçlar) ve bireyin yaşadığı kişisel anlamlar, düşlemler, değerler olarak tanımlanır.

Levinson, yetişkinliğin temel görevinin yaşam boyu süren bir yapı yaratmak olduğunu kabul eder. Birey bir yapı yaratarak ya da eskisini yeniden değerlendirerek yaşamını dönem dönem yeniden kurmalıdır.



ORTA YAŞ DÖNEMİNİN GELİŞİM GÖREVLERİ:



  • Orta yaşın fizyolojik değişimlerini kabul etme ve buna uyum sağlama
  • Yaşamak için ekonomik bir standart oluşturma ve sürdürme
  • Ergen çocuklara, sorumlu ve mutlu yetişkinler olmada yardım etme
  • Yaşlı ana babaya uyum sağlama
  • Bir eşle kişi olarak ilişki kurma
  • Yetişkinliğin boş zaman etkinliklerini geliştirme
  • Yetişkinliğin yurttaşlık ve toplumsal sorumluluğunu başarma
  • Adölesan çocukların gelişimine rehberlik etmek




Etkili İletişim Teknikleri:



  • Empati
  • Etkin dinleme
  • Ben dilini kullanma
  • Karşıdakine saygı duyma




Sandviç Dönem: Orta yaş dönemindeki bireylerin adölesan ve genç yetişkinlik dönemindeki çocukları ile yaşlı ebeveynlerinin bakımı ve ihtiyaçları arasında kalması. Sandviç dönem terimi, orta yaştaki bireylerin, yerine getirmek zorunda oldukları pek çok sorumluluk arasında sıkışıp kalmasını ifade etmektedir.





Boş Yuva Kavramı: Çocukların eğitim, iş veya evlilik yolu ile evden ayrılmaları sonucu eşlerin yalnız kalması





Orta Yaş Dönemi:

  • Orta yaş dönemi bireyin kendine karşı sorumluluklarını yerine getirme dönemidir.
  • Orta yaş dönemindeki bireyler nesiller arası köprü görevini görür.
  • Orta yaş döneminde bireyler genellikle iş yaşamında kariyerlerinin en üst noktasındadırlar.
  • Orta yaş dönemi emeklilikle son bulur.
  • Orta yaş döneminde yaşanan fiziksel değişimlere uyum sağlama, çoğunlukla, bireyin sağlığındaki kayıpların derecesi, yaşama ilişkin algılamaları, sosyal desteklerinin olup olmaması ile yakından ilişkilidir.














Emeklilik:

  • Emeklilik insan yaşamındaki dönem noktalarından biridir. Birey emeklilikle birlikte orta yaş dönemini tamamlamış olmaktadır. Emekliliğin doğurabileceği sorunlar toplumsal, kültürel, ekonomik ve kişisel özelliklere bağlıdır.
  • Esnek bir kişilik yapısına sahip kişiler emekliliğe de kolayca uyum sağlayabilmektedirler.
  • Emekliliğe önceden hazırlanmak da önemlidir, böyle bir hazırlık yapmamış kişilerde boşluk, anlamsızlık, işe yaramazlık duyguları oluşabilir.
  • Emekliliğin birey üzerindeki bir diğer önemli etkisi de statü kaybı ve ortaya çıkan boş zaman sorunudur.
  • Emeklilik ile birlikte bireyin yaşantısında ciddi değişimler meydana gelecektir.
  • Bunlardan ilk sırada gelen, ekonomik gelirde yaşanan düşüştür.
  • Emeklilik, orta yıllardan yaşlılığa geçişi belirleyen toplumsal bir dönüm noktası olduğu için yetişkin gelişiminde önemli bir aşamadır. Emeklilik, bireye yaşlılık dönemine geçtiğini göstermesinin yanı sıra bireyin toplumsal statüsünü de değiştirir.
  • Emeklilik, rolsüz bir roldür.


İletişim:

  • İletişimde dinlemek önemlidir.
  • İletişimin temel amacı, var olmak ve hayatta kalmaktır.
  • Aile içinde yaşanan pek çok sorun yanlış iletişim kurmakla ilgilidir.
  • Empati, dünyaya karşımızdakinin penceresinden bakabilmektir.
  • Etkin dinlemek, iletişimin en temel ögelerinden biridir.
  • Duygu ve düşüncelerimizi ifade ederken, “sen” dilini kullanmak çoğunlukla karşıdaki kişinin savunmaya geçmesine neden olmaktadır.
  • İletişim en genel anlamıyla, diğer insanlarla her türlü sözlü ve sözsüz etkileşim kurmaktır.














































ÜNİTE-9:



  • Yoksul olmak yalnızca aç kalmak, sokakta yaşamak değildir. Yoksul olma aynı zamanda yaşama katılma Olanaklarından da yoksun olma anlamına gelir.
  • ÜLKEMİZDE YAŞLI NÜFUS GRUBUNUN YAKLAŞIK %70’i YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA YAŞAMAKTADIR.
  • Yoksulluk sorunu, nedenleri ve sonuçları açısından çok boyutlu ve karmaşık bir sorundur.


Yoksulluğun tanımlanmasına ilişkin farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Ancak en temelde yoksulluk, mutlak ve göreli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.



Mutlak yoksulluk, bireyin veya hane halkının yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan beslenme, barınma, sağlıklı olma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında asgari tüketim düzeyini sağlayamamasıdır.



Göreli yoksulluk ise, bireyin içinde yaşadığı toplumun tüketim alışkanlıkları ve kültürü dikkate alınarak belirlenen bir ölçüt olup, kişinin kendisini toplumsal olarak yeniden üretebilmesi için gerekli tüketim ve yaşam düzeyinin saptanmasını içerir. Yani, bireyin içinde yaşadığı toplumun ortalama refah düzeyinin altında kalması durumunu ifade eder.



Yoksulluğu tanımlarken çok boyutlu olma özelliği dikkate alınmalı ve aşağıda yer alan farklı boyutlar göz önünde bulundurulmalıdır:

  • Maddi Mahrumiyet: Kişi veya hane halkının yeterli gelirinin olmaması, özel tüketim düzeyinin yeterli olmaması ve kamusal mal ve hizmetlerin sunumunun yetersiz olması;
  • Fiziki Zafiyet: Yetersiz beslenme, açlık, hastalık, sakatlık ve maluliyet, güçten düşme; izolasyon, okur-yazarlığın olmaması, eğitim imkânlarından yararlanamama, kaynaklara erişememe, taşrada bulunma, marjinalleşme, ayrımcılık;
  • Güçsüzlük: Yoksulluktan kurtulma imkânının ve durumunu değiştirme yeteneğinin olmaması; yaşam ve geçimi tehlike altında bırakan olaylara maruz kalma güvenli bir iş ve konuta sahip olmama;
  • Yetersiz Katılım: Yoksulluğun tanımlanması ve azaltılmasına yönelik proje ve programların hazırlanması ve uygulanmasına katılamama; siyasi yaşamda etkin olamama; sesini duyuramama; insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürememe;
  • Yetersiz Zaman: Kişilerin ve hane halkının tüm zamanlarını fiziki varlıklarını sürdürebilmek için gelir elde etmeye çalışarak geçirmeleri; kültürel faaliyetler için boş zamanın kalmaması;
  • Çevre Kirliliği ve Çevrenin Bozulması: Çevrenin kirlenmesi ve bozulması sonucu geçim vasıtalarının ortadan kalkması; açlık ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle ormanlar gibi doğal kaynakların hızla tüketilmesi.


Yoksulluğun nedenlerinin ne olduğu konusunda pek çok araştırma yapılmış ve konuyla bağlantılı pek çok teori ortaya konulmuştur. Bu görüşler temel olarak iki grupta toplanmaktadır.



İlk grupta: yoksulluğu bireysel nedenlerle açıklayan görüşler yer almaktadır. Bu görüşlere göre, yoksulluğu yaratan nedenler, bireylerin sahip olduğu veya olamadığı özelliklerdir. Hastalık, engelli olma, ruh sağlığının bozuk olması, iş yaşamı için gerekli bilgi ve beceriye sahip olmama, örneğin eğitimsiz olma, yaşlı olma, hane halkı nüfusunun kalabalık olması, boşanma, terk, ölüm gibi nedenlerle tek ebeveyn durumuna gelme (özellikle kadınlar açısından), alkol ve uyuşturucu madde kullanma, suça bulaşma, sorumluluk sahibi olmama, iflas veya yangın deprem, sel gibi kişinin durumunu aniden değiştirecek bir olayla karşılaşma gibi nedenler bu grupta yer almaktadır.



İkinci grupta ise: yoksulluğu toplumsal nedenlerle açıklayan görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlere göre, yoksulluk, bireysel nedenlerin dışında daha geniş bir bakış açısı ile açıklanmalıdır. Örneğin, bireyin eğitimsiz olması, yalnızca onunla ilgili bir durum mudur? Yoksa eğitim olanaklarının yaygın ve ulaşılabilir olmaması da bunda etkili midir? Ya da sosyokültürel özelliklerin eğitimsizlik üzerinde bir etkisi var mıdır? Örneğin, ülkemizde kız çocuklarının okutulmaması çoğunlukla yoksullukla değil, sosyokültürel etmenlerle ilişkilidir.



YOKSULLUĞUN TOPLUMSAL NEDENLERİ:

  • ülkedeki gelir düzeyi,
  • büyüme ve gelir dağılımında eşitsizlik olması,
  • dünyadaki ve ülkedeki ekonomik politikalar,
  • ülke nüfusunun çok olması,
  • göç, yerleşim yerinin özellikleri (iklim koşullarının yaşamak için uygun olmaması, yerleşim yerlerinin, savaş, doğal afet gibi durumlara maruzkalması vb.),
  • ülkedeki sosyal politikaların sınırlı olması


YOKSULLUĞUN YOL AÇTIĞI SORUNLAR:

  • Fiziksel sağlığın bozulması
  • Hastalıklara kolay yakalanma
  • Ruh sağılının bozulması
  • Çevre kirliliği ve çevrenin bozulması
  • Eğitim, sağlık, kültürel olanaklar, seçme seçilme gibi pek çok hizmet ve haktan mahrum kalma
  • Dışlanma
  • Aile çözülmeleri
  • Çocuk ihmal ve istismarının yaygınlaşması
  • Toplumda suça yönelme ve şiddet oranlarında artış olması


Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı

Bağımlılık:
Kişinin kullandığı maddeyi birçok kez bırakma girişiminde bulunmasına rağmen bırakamaması, giderek madde dozunu artırması, kullanmayı bıraktığında yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması, zararlarını görmesine rağmen kullanmayı sürdürmesi, zamanının büyük bölümünü madde arayarak geçirmesi ile belirli bir durumdur.

  • Madde bağımlılığı, Bireyin fiziksel, ruhsal sağlığını, aile, iş ve sosyal yaşamını bozar hatta daha da ötesi bireyin ölmesine neden olabilir.
  • Bağımlılık, aynı zamanda, bireyin aile, iş ve sosyal yaşamı üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurur.
  • Madde bağımlılığının toplum üzerinde de olumsuz etkileri vardır.
  • Bağımlılıkta “iyileşme” yoktur. Madde kullanmadığı sürece kişi iyidir ancak en az miktardaki bir kullanım dahi (bir nefes çekmek, bir yudum içmek) kişiyi yeniden bağımlı halegetirir.
  • Bağımlılık tedavisi, kullanılan maddeye göre farklılaşabilmektedir.
  • Adölesanlar: madde bağımlılığında diğer gruplara göre daha çok risk altındadır.


MADDE KULLANIMI NEDENLERİ:



  • Psikolojik Etkenler: Bu etkenler arasında bireyin beklentileri, sosyal öğrenme, bireyin yetiştirilme tarzı, düşük engellenme eşiği, sorun çözme becerilerinin yeterli olmaması, risk alıcı davranışlarda bulunmak, dürtüsellik, bazı ruh sağlığı bozukluklarının (anti sosyal kişilik bozukluğu vb.) olması gibi özellikler bulunmaktadır.


  • Kalıtımsal Etkenler: Alkol bağımlılığının kalıtımsal etkenler ile ilişkisi olduğuna dair ciddi veriler vardır. Bu veriler ikiz ve evlat edinme çalışmaları ile doğrulanmıştır. Ancak diğer maddelerin bağımlılığının nedenlerinin kalıtımsal olup olmadığına dair yeterli bilgiler yoktur.


  • Sosyokültürel Etkenler: Maddenin çok kolay elde edilebilir ve ulaşılabilir olması, madde kullanımının kabul edildiği ve yaygın olduğu bir çevrede (mahallede, evde gibi) yaşamak, toplumda var olan gerginlikler ve sorunlar (yoksulluk, trafik, aşırı nüfus vb.), özellikle adölesan dönemde arkadaş etkisi, ailenin sevgi, bakım, koruma, yetiştirme gibi işlevlerinin çeşitli nedenlerle bozulmuş olması, ailede bağımlı olan ebeveynlerin olması, ailede şiddetin yaşanıyor olması, iletişimin sağlıksız olması bu etkenler arasında yer almaktadır.
Boşanma

Hukuki bir kavram olarak ele alındığında boşanma, yasalar çerçevesinde yapılmış bir evliliğin kadın ile erkeğin yeni bir evleneme yapacak şekilde evliliklerini yine yasal olarak tamamen sona erdirmeleridir.

  • Ülkemizde boşanmalar en çok evliliğin 1-5 yılları arasında gerçekleşmektedir.
  • Boşanma, aile birliğinin parçalanmasıdır.
  • Çocukların boşanmaya verdiği tepkiler yaşlarına göre değişir.
  • Çocuklar anne babalarının ayrılığından kendilerini suçlayabilirler.
  • Okul öncesi çağdaki çocuklar boşanmayı tam olarak kavrayamazlar.


Bireyin boşandıktan sonra kendini yenileyerek ve geliştirerek yeniden yaşamına dönmesinde üç temel rol oynamaktadır:



Ekonomik Koşullar:
Para sorunu içinde bunalan anne veya baba, gelişim yapamaz ve büyük olasılıkla mali sorunların içinde bunalıp tıkanır ve bu sorunların ötesine geçemez.



Çocuk Sayısı: Çocuk sayısı arttıkça anne ya da babanın kendi sorunları için ayıracağı zaman ve enerji azalır ve birey çocuklarına bakmanın ötesinde kendi sorunlarıyla olumlu bir biçimde ilgilenemez.



Destekleyici Çevre: Boşanan bireyin çevresinde onu seven ona destek ve yardımcı olan kimseler varsa boşanmanın olumsuz etkisinden kurtulması daha kolay olur. En kötü durumda olan, boşandıktan sonra ekonomik güçlükler içinde hiç kimsesiz olan ve çok sayıda çocukla ortada kalan kişidir. Boşanmanın etkisinden en kolay kurtulabilen ise ekonomik olanakları elverişli, kendini tanıyan, ne beklediğini bilen, kendine güveni yüksek olan, bir çocuklu veya çocuksuz kişidir.



TÜKENMİŞLİK:

  • Tükenmişlik, temelde iş ortamındaki sorunlar nedeniyle ortaya çıkar. Ancak, olumsuz etkisi bireyin hayatı algılama biçimine, aile ilişkilerine kadar her alana yansır.
  • Tükenmişlik, işe bağlı tutum ve davranışlardaki değişikliklerle kendini gösteren bir sendromdur. Tükenmişlik sendromu, duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve azalmış başarı duygusu olmak üzere üç bileşene sahiptir.
  • Tükenmişlik durumu birden bire değil, süreç içinde bazı faktörlerin de etkisiyle ortaya çıkar. Tükenmişlik ortaya çıktığında ise bu durum öncelikle bireyin iş yaşamını etkiler. Tükenmişlik yaşayan bireylerin, işlerinde yüksek potansiyel gösteremedikleri ve çalışma ortamındaki verimliliklerinin düştüğü belirlenmiştir.
  • Tükenmişliğin duygusal belirtilerinin yanı sıra bazı fiziksel belirtileri de bulunmaktadır.
  • Tükenmişlik, strese benzer belirti ve etkilere sahiptir. Bu sebepten çoğu kez tükenmişlik ile stres karıştırılmaktadır.
  • Tükenmişlik bireyde başarı duygusunu azaltır.
  • Tükenmişlik bireyin fiziksel sağlığını olumsuz etkiler.
  • Tükenmişlik bireyde çaresizlik hissi yaşanmasına neden olur.
  • Tükenmişlik bireyde hayal kırıklığı yaratır.
  • Tükenmişlik sendromu iş yaşamına bağlı olarak farklı faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan bir sendromdur.
Tükenmişliği ortaya çıkaran farklı nedenler bulunmaktadır. Bu nedenler iki ana grupta toplanabilir;



Bireysel faktörler:
düşük benlik saygısı, dıştan denetimli, sabırsız, aşırı rekabetçi, yalnızca başarılı olmaya odaklanmış, aynı anda çok fazla işle uğraşma gibi kişilik özellikleri tükenmişliğin bireysel faktörlerini oluşturmaktadır.



Örgütsel faktörler; iş yükünün çok olması, uzun saatler çalışma, zaman baskısı, rol çatışması ve rollerdeki belirsizlik, yapılan işin karşılığında elde edilen ücretin düşük olması, kurumun kaynaklarının sınırlı olması, işin doğası gereği hizmet alanlardan gelen olumsuz değerlendirmeler ve tutumlar, amirler ve iş arkadaşları ile ilişki ve iletişimde sorunların yaşanması, kontrolün çok sıkı ve gereğinden fazla olması ya da hiç olmaması, örgütün herkes için tutarlı ve eşit kurallara sahip olmaması ve örgütte aidiyet duygusunun olmaması, çalışanların örgüte yabancılaşması gibi faktörler bu grupta yer almaktadır.



MOBBİNG:

  • Mobbing terimi; iş yerinde duygusal taciz ya da bireyi işyerinden ihraç etme amacıyla uygulanan psikolojik baskılar olarak tanımlanmaktadır.
  • Psiko-sosyal bir stres şeklinde ortaya çıkan olgu iş yerinde uygulanan psikolojik şiddetin, terörün bir sonucudur.
  • Mobbing, sistemli bir şekilde, süreklilik arz eden bir sıklıkta çalışanı sindirme maksadı ile kişinin öz güvenine uygulanan psikolojik ve hatta fiziksel saldırgan davranışı ifade etmektedir. Başka bir ifade ile iş yerinde bir kişinin veya birkaç Kişinin, istenmeyen kişi olarak ilan ettikleri bir kişiyi, dışlayarak, sözlü ya da fiziksel tacizde bulunarak mutlak itaate zorlamak, yıldırmak ve bezdirmektir
  • Mobbinge maruz kalan kişiler gördükleri zararın büyüklüğü ve etkisiyle, işlerini yapamaz duruma gelmektedirler.
  • Mobbing, tıpkı tükenmişlik sendromunda olduğu gibi, kişiler kadar örgütler için de son derece yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir.
  • Mobbing iş yerinde yaşanan psikolojik şiddettir.


Sosyal Çevre Kavramına Örnek Olarak Gösterilenler:

  • Aile
  • İş arkadaşları
  • Okul arkadaşları
  • Komşular


Yoksulluğun Bireysel Nedenleri:

  • Hastalık
  • Engelli olma
  • İflas
  • Eşin terk etmesi


Yoksulluğun Sonuçları:

  • Dışlanma
  • Aile çözülmeleri
  • Suç oranlarındaki artış
  • Çocuk ihmal ve istismarının yaygınlaşması






















Yoksul Ailelerin Özellikleri:

  • Cinsiyetler arası rol dağılımı ve sorumluluklar çok keskindir.
  • Yoksullar düşük gelirli, düşük ömür beklentili, kötü beslenen, kötü meskenlerde barınan, çok çocuklu, engelli ve hasta üyelerinin olma olasılığı yüksek bir grubu oluştururlar.
  • Tüm bu özelliklere ek olarak yoksul aileler; sosyal ve kültürel düzeylerde çeşitlilikleri deneme şans ve fırsatları ve sosyal rolleri çok sınırlıdır.
  • Daha basit düzeydeki akraba ve komşu ilişkilerinin dışına çıkamazlar; dış dünyaya açık değillerdir.
  • Güçsüz ve çaresizdirler.
  • Eğitim fırsatlarından yararlanamadıkları ve iş dünyası için gerekli becerilere sahip olamadıkları için düzenli ve kaliteli bir işleri yoktur.
  • İş ve yaşam dünyalarını kontrol, durumu değiştirme, savaşma, pazarlık etme güçleri azdır. Yoksunluk çekerler.
  • Amaçları yoktur ve başarılı olmaktan vazgeçmiş, toplumdan tecrit olmuşlardır.
  • Güvensizdirler.
  • Hastalık, iş kaybı, yasal sorunlar gibi önceden tahmin edilmeyen durumlar başlarına geldiğine altüst olurlar.


Bağımlılık Yapan Maddeleri Kullanmanın Bireysel Nedenleri:



  • Engellenme eşiğinin düşük olması
  • Sorun çözme becerisinin gelişmemiş olması
  • Dürtüsellik
  • Anti sosyal kişilik bozukluğu












































ÜNİTE-10:



YAŞLILIK KURAMLARI:




  • DEMOGRAFİK VE EKONOMİK KURAMLAR

  • Yakınsama Kuramı
  • Yaşam Döngüsü Kuramı
  • Varlık Akışı Kuramı




  • PSİKOLOJİK, SOSYOLOJİK VE SİYASAL KURAMLAR

  • Aktive/Etkinlik Kuramı
  • İlişik Kesme/Yaşamdan Kopma Kuramı
  • Süreklilik Kuramı
  • Modernizasyon Teorisi/Kuramı
  • Sosyal Yapılandırmacılık
  • Söylem Analizi
  • Rol Kuramı/Teorisi


DEMOGRAFİK VE EKONOMİK KURAMLAR


  • Yakınsama Kuramı: Yakınsama kuramına göre, gelişmiş ülkelerde ailelerin geniş aileden çekirdek aileye dönüşmesi süreci gelişmekte olan ülke ekonomilerinin de modernleşmesiyle birlikte bu ülkelerde de yaşanacaktır. Bunun sonucu olarak geniş aileler tarafından yaşlılara sağlanmakta olan hizmetlerin özel sektör ve/veya kamu sektörü tarafından sağlanması gerekliliği ortaya çıkacaktır


  • Yaşam Döngüsü Kuramı: Yaşam döngüsü kuramına göre (TNSA, 2008), kişiler yaşamlarına net tüketici olarak başlar, net üretici olarak geçirdikleri bir dönemden sonra yeniden net tüketici oldukları bir döneme girerler. Üretkenlik dönemi yaşlılıkta kullanılacak kaynakların biriktirildiği dönemdir.


  • Varlık Akışı Kuramı: Bu kuram, kuşaklar arası kaynak akışına odaklanarak doğurganlıkla ilgili kararların hangi temelde alındığını açıklamaya çalışır. Kuram çerçevesinde varlık, bir kişinin başkasına sağladığı mal, para, hizmet ve güvence olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla yaşam döngüsü kuramından farklı olarak bireyler üretkenlik dönemlerinde maddi birikimin yanı sıra beşeri birikim de sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu kuramın ayırt edici özelliği, değer sistemlerinin söz konusu kaynak akışını yönlendirmesidir.








PSİKOLOJİK, SOSYOLOJİK VE SİYASAL KURAMLAR

Aktive/Etkinlik Kuramı: Aktivite kuramı, mikro içerikli kuramlara iyi bir örnektir.

Aktivite kuramı bireylerin yaşlılık sürecine girdikleri dönemden itibaren sosyal yaşantılarında yaşamaya başladıkları değişikliklere nasıl adapte olduklarını ya da bu değişiklikler ile nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını açıklamaya çalışır.

Kuram; yaşamdan kopmanın normal ve doğal bir davranış olmamakla beraber iyi ve başarılı bir yaşlanma süreci için gereken şeyin, yaşlıların tam anlamıyla yaşama katılmaları olduğunu açıklar.

Aktivite kuramı ilişki kesme kuramına tepki olarak geliştirilmiştir.

Bu kurama göre bireyin çeşitli faaliyetleri ve yeni rolleri üstlenmesinin yaşam doyumu üzerinde etkili bir rol oynadığı ifade edilir. Aktivite kuramı, yaşlanma sürecini açıklayan en önemli teorilerden biridir.

Öte yandan; yaşlı bireyi sosyal çevreye yansıtma biçiminden dolayı eleştirilere maruz kalmıştır.

Aktivite kuramına göre her insan yaşlılığında kendisine yeni etkinlik alanları yaratmalı, devamlı uğraş içinde olmalı ve şahsına hâlâ ihtiyaç bulunduğu hissini yaşamalı ve bu duygunun ayakta kalmasını sağlamalıdır.



İlişik Kesme/Yaşamdan Kopma Kuramı: İlişki kesme kuramı, yaşlılık alanında ilk spesifik ve formel kuramdır- yaşlanan bireylerin ve toplumların karşılıklı olarak birbirleri ile ilişki kesme sürecine girdikleri varsayımı üzerine yapılandırılmıştır. Bu varsayım doğrultusunda yaşlının kendisini toplumdan geri çektiği ölçüde mutlu olduğu iddia edilmektedir.

1961 yılında Cuming ve Henry tarafından geliştirilmiştir.

Bu kurama göre yaşlılık fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan bir gerileme dönemi olarak görülür. Yaşlılıkta ilişki kesme, üstlenilen rollerin ve kurulan ilişkilerin azaltılması ile gerçekleştirilen bir süreç olarak tanımlanır.

Bu kuram, toplumda var olan kalıp yargıları destekleyen ve yaş ayrımcılığını (ageism) pekiştiren bir kuramdır. Yaşlıların toplum dışına itilmesini savunan bu görüşün, aynı zamanda yanlış sosyal politikalara yol açacağı düşünülerek çok eleştiri aldığı bilinmektedir.



Süreklilik Kuramı: Süreklilik kuramı, yaşlılardaki toplumsal rollerden uzaklaşma durumunun ilişki kesme kuramındaki gibi toplumsal işlevsizlikle değil, ciddi sağlık sorunları gibi kişilerin denetiminde olmayan zorunluluklarla açıklanabileceğini belirtir.



Robert C. Atchley tarafından geliştirilen süreklilik kuramı içsel ve dışsal yapıların korunarak sürdürülmesi üzerinde durur. İçsel yapılar sabır, duygu, tecrübe, seçimler, eğilimler ve becerilerden oluşan psikolojik bir içsel durum olarak tanımlanır.



Modernizasyon Teorisi/Kuramı: Bu teori makro içerikli yaşlılık kuramlarındandır.

Modernizasyon teorisi, toplumlar modernleştikçe yaşlıların -birey olarak değil ama grup olarak- sahip oldukları sosyal statüler gerileyecektir varsayımı üzerine yapılandırılmıştır. Bir toplumun ekonomik büyümesine eşlik eden –çocuk merkezli eğitim ya da endüstrileşme gibi- sosyal değişimler yaşlıların sahip oldukları becerileri modası geçmiş kılmakta ve yaşlıların toplumun sosyal fonksiyonelliği sürecinde kendilerini gereksiz hissetmelerine neden olmaktadır.

Modernleşme teorisi iki önemli nokta ile özetlenebilir. Birincisi, modernleşme sürecine giren bir toplumda, yaşlıların ellerinde tuttukları bilgi tekelini gençlere kaptıracakları; ikincisi ise yaşlıların statü kaybına uğrayacaklarıdır.





Sosyal Yapılandırmacılık: Sosyal Yapılandırmacılık Kuramı, sosyal yaşama ilişkin pek çok olgunun verili bir özveri olmadığını, toplum tarafından kurgulandığını belirtir.

Olgular ve olgulara ilişkin deneyimler, içinde bulunulan sosyokültürel yapıyla anlam kazanır.

Andrew Blaikie, sembolik etkileşimcilik ve sosyal yapılandırmacılığı harmanladığı kuramında yaşlılığın da aynı biçimde sosyal olarak kurgulandığını ifade eder.

“Buradan şu sonuca varabiliriz: Dünyanın biçimini bizim anlayışımız ya da kavrayışımız resmeder; işte bu damgalama, kalıp yargılar ve imajlar, yaşlılığı yorumlama açısından birincil öneme sahiptir.”



Söylem Analizi: Post-yapısal söylemci analizi içinde yaşlının temel sorunu, modern dünyanın üretici ve tüketici ekseninde tasarlanması nedeniyle yaşlıların dışlanmasıdır. Foucault’a göre iş gücünü yitiren gruplar “kapatılma” yoluyla toplumdan uzaklaştırılır. Bu sistemin çift yönlü çalışarak hem “içeridekileri” hem de “dışarıdakileri” “hizaya getirdiği” söylenebilir.

Modern dünya kirli” (hastalıklı, kusurlu, zafiyet içinde) bir yaşlı söylemi üreterek bir yandan yaşlıyı dışa iter, bir yandan da yaşlıya olumlu özellikler atfederek pozitif ayrımcılık yoluyla yaşlı bireylerin de bu söylemi içselleştirmesini ve yeniden üretmesini sağlar.



Rol Kuramı/Teorisi: Rol teorisi; Yaşlılara yönelik sosyal imkânların, işlevsellik gösterebilecekleri alan ve olanakların toplumlar ve hükûmetler tarafından düzenlenmesi ve artırılması yoluyla sağlanabileceğinin önemini ortaya koymada önemli rol oynamaktadır.



Sosyolojideki yapısal-fonksiyonel yaklaşım ile ilişkili ve onun bir parçasıdır.

Rol teorisinin temel sayıltısı, kişinin değer, tutum ve inançlarının doğrudan o kişinin sosyal çevre içinde oynadığı rol ile bağlantılı olduğu biçimindedir. Sosyal roller, sosyal çevre ile psikolojik süreçler arasında bir köprü görevini almaktadır. Rol, sosyal yapıdaki pozisyona ilişkin beklenti ve davranışlar setidir.

Bu teori, insanların sosyal yapılar içinde pozisyonlar işgal ettiğini ve her pozisyonun kendine ait rolleri olduğunu belirtmektedir. Roller sadece ilişkiler içinde anlaşılabileceğinden çevre içinde göz önüne alınmalıdır. Bu nedenle roller, diğerlerinin görüş biçimi ile kimliğimizi ortaya koyar.

Rollerin oluşumuna ilişkin bir başka bakış açısı da Goffman’ın çalışmalarına dayalıdır. Buna göre, sosyal etkileşim içinde bulunan insanlar birbirlerini anlama ihtiyacı içindedirler. Bu görüşe göre roller, sosyal statülere bağlı sosyal beklentilerin düzenidir. Bireyler bir rolün performansı içerisinde pek çok role sahiptir ve farklı durumlarda farklı roller oynayabilirler.



Yaşlanma (aging), canlının doğumu ile başlayan ve biyolojik ve fizyolojik işlevlerin gün ve gün azalması anlamına gelen bir süreçtir. Yaşlanma süreci, yaşam döngüleri içerisinde fizyolojik, ekonomik, psikososyal vb. gibi farklı boyutlarda kendini göstermektedir. Yaşlanma doğumdan ölüme değin bir büyüme ve gelişme sürecidir.



Yaşlılık ise fizyolojik bir olgudur ve bu süreç içerisinde kendini gerçekleştirme ve olgunlaşmanın ardından özgün değişimlerin yaşandığı son aşamadır. Yaşlılık (elderly), tüm diğer yaşam evreleri gibi (yaşlılık dönemine girmezden önce ölüm olmaması durumunda), her bir birey için söz konusu olan ancak yine her bir birey için farklılık gösteren bir süreçtir.

  • Bir bireyin yaşlılık dönemine girmiş olması için 65 yaş ve üzeri olması gerekir.
  • 1982 yılında Viyana’da gerçekleştirilen ve dünya’da Yaşlılık gerçeğinin fark edilmesi konusunda önemli bir yeri olan toplantı: Yaşlılık Asamblesi’dir.
ÜNİTE-11:



BİYOLOJİK KURAMLAR

Mitokondrial Kuram:
Hücreler içinde işlev, büyüme ve onarım için gerekli enerjiyi sağlayan küçük cisimler olan mitokondrianın rolüne olan ilgi artmaktadır.

Mitokondrial kuram, yaşlanmanın mitokondrianın bozulmasından kaynaklandığını savunmaktadır. Kuram temelde, somatik hücrelerde yeteri kadar motasyon birikmesinin bedende yaşlılığa özgü fizyolojik değişikliklere yol açtığını iddia etmektedir. Sonuç olarak zaman içinde etkilenen mitokondria o kadar etkisiz bir hâle gelir ki artık hücresel ihtiyaçları karşılayacak düzeyde yeterli enerji üretemez.

Mitokondriadaki kusurlar kalp damar sistemi hastalığı, bunama ve Parkinson hastalığı gibi nörodejeneratif hastalıklara ve karaciğer fonksiyonlarındaki bozulmalara neden olurlar. Ancak mitokondriadaki bozuklukların yaşlanmaya neden olup olmadıkları ya da sadece yaşlanma sürecine eşlik eden unsurları oluşturup oluşturmadıkları bilinmemektedir.



Serbest Radikal Kuramı: Yaşlanmanın nedeninin, hücrelerin enerjiyi metabolize ettiğinde bunun yan ürünleri arasında ortaya çıkan kararsız oksijen moleküllerinin olduğunu savunan kuramdır.

Kararsız oksijen moleküllerinin vücut hücreleri içinde oluşarak hücre zarını, yaşamsal proteinleri, yağları ve genetik yapıyı hasara uğrattığını savunan kuramdır.

Yaşlanma nedeni olarak, hücrelerin enerjiyi metabolize ettiğinde bunun yan ürünleri arasında serbest radikaller olarak bilinen kararsız oksijen moleküllerinin bulunduğunu savunan kuramdır. Bu kimyasallar, vücut hücreleri içinde oluşarak, hücre zarını, yaşamsal proteinleri, yağları ve genetik yapıyı (DNA) hasara uğratırlar.

Serbest radikallerin vücudumuza yerleşmesine kaynaklık eden etkenler arasında radyasyonu, sigarayı, hava kirliliğini, ultraviyole ışınlarını, tarımsal ilaçları, stres, yağ metabolizması sonucu ortaya çıkan ürünler gibi hücre metabolizmasının toksik ürünleri, bazı tahrip edici kimyasallar, haşere kontrol ilaçları saymak mümkündür.



Hücresel Yaşlanma Kuramı: Kuram, Leonard Hayflick'in (1977) bir insan hücresinin yaklaşık olarak en fazla 75 ile 80 kez bölünebildiği ve biz yaşlandıkça hücrelerimizin bölünme kabiliyetinin azaldığı yönündeki kuramıdır. Hayllick ellili; ile yetmişli yaşlar arasındaki yetişkinlerden alınan hücrelerin 75 ile 80’den daha az bölünmüş olduğunu bulmuştur. Hayflick hücrelerin bölünme şekline dayanarak, insanların yaşam süresi potansiyelini yaklaşık 120 ile 125 yaş olarak belirlemiştir. Kuram, vücuttaki her bir hücrenin genetik olarak önceden belirlenmiş bir yaşam süresine sahip olduğunu savunmakta ve yaşlanan hücrelerin yaklaşık 150 farklı değişim gösterdiğini iddia etmektedir.



İmmünolojik ve Endokrin Kuramı: Bu teoriye göre yaşlanmanın nedeni, yaşla birlikte bazı hormonların düzeyindeki azalma ya da bağışıklık sistemindeki zayıflamadır. Hücresel bağışıklık için çok önemli görevi olan timus bezinin ergenlikten sonra fonksiyonlarında önemli azalma olması, yaşlanmada timüs bezinin önemli rolü olduğunu düşündürmektedir. Yaşlanma ile birlikte vücudun hastalıklarla savaşan silahı olan bağışıklık sisteminin fonksiyonları azalmakta, viral, bakteriyel ya da diğer hastalık yapıcı etkenlere giriş yolu açılmaktadır. Endokrin teoriye göre, endokrin bezlerin hormon salgılamalarındaki düzensizlik veya yetersizlik yaşlanmayı başlatmaktadır. İmmün sistemdeki bu tür bozulmalar kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet ve yüksek tansiyon da dahil olmak üzere pek çok hastalık riskini artırarak hastalanmaya ve yaşlanmaya yol açmaktadır.



DNA Hasar Kuramı: Kuram en temelde, genetik mesajın tekrar tekrar kopyalanması sırasında yanlışlar yıkıma yol açacak oranlarda birikmekte ve sonuçta hücreler normal olarak, işleyemediğini öne sürmektedir. Kurama göre, tekrar eden DNA dizilerindeki hataların birikmesi sonucunda protein sentezlemesinde yanlışlıklar oluşmakta ve bu hatalar hücre yaşlanmasına neden olmaktadır. DNA da meydana gelen hatalar yüzünden oluşan protein sentezlenmesindeki yanlışlıklar, vücudun sağlıklı işleyip işlemediğine ilişkin bilgi taşıyan enzimlerin yanlış çalışmasına sebep olarak, hücrelerde hasar ve yıkım oluşturur. Bunun sonucunda yaşlanma meydana gelir. Ancak, genetik şifreyi tamir eden çok sayıda etkili enzimin var olduğunun bilinmesi bu görüşün kabul edilmesini önemli oranda engellemektedir.



Kimyasal Hasar Yaklaşımı : Yaşlanmanın organizmadaki metabolik ürünlerin zamanla hücre yapılarını zehirlemesi ya da hücrelerin işlevlerini bozması sonucu oluştuğunu öne sürer.



Genetik Teori : yaşlanmanın nedeninin genetik şifrede yazılı olduğu, yani bireyin ne zaman yaşlanacağının belli olduğunu belirtir.



Strese Fizyolojik Tepkinin Azalan Yeterliliği Teorisi: yaşlanmanın fizyolojik, toplumsal ve psikolojik yönlerini bir arada açıklar.



Nöroendokrin Teorisi: Pirüter bezlerdeki değişikliklerin yaşlanmaya neden olduğunu ve ayrıca otonom sinir sistemindeki ve metabolizmadaki birçok değişikliğin beyin merkezindeki yavaşlamadan kaynaklanarak yaşlanmayı tetiklediğini iddia eder.



Hücre Yaşlanması Teorisi: hücre peliferasyonunu kontrol eden genleri klonal yaşlanmanın nedeni olarak görür.





Artıkların Birikmesi Teorisi: nöron, iskelet ve kalp kası hücreleri gibi bölünme hızını kaybetmiş hücrelerde pigmentli inklüsyon hücrelerinin biriktiğini; yaşla birlikte biriken ve lipotuscin adı verilen bu pigmentlerin yaşlanmaya neden olduğunu varsayar.



Kullanılmaya Bağlı Eskime Teorisi : mekanik ve biyokimyasal açıdan moleküler düzeyde serbest radikallerin vücutta yerine konulamaz moleküler hasarlara yol açtığını vücudu eklem ve dişlerde olduğu gibi erozyona uğrattığını öngörür.



Zaman Ayarlama Teorisi: bedendeki hormonal yapıyla ilgili olarak pitüiter bezinin ergenlikten sonra bir “katil hormon” ürettiğini ve bu “katil hormon”un zaman içinde troid hormonunu bloke ederek yaşlanma ve ölüme yol açtığını iddia eder.



Katarakt: göz merceğinin bulanıklaşmasına bağlı meydana gelir.

Dünya Sağlık örgütü (WHO) yaşlılığı; "çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması" olarak tanımlamıştır.



Yaşam Beklentisini Etkileyen Faktörler:


  • Sağlık koşulları
  • Sağlık hizmeti
  • Genetik yapı
  • Cinsiyet
Birincil yaşlanma: bir türün bütün üyelerinde ortaya çıkan aşamalı, kaçınılmaz değişimleri içerir.

Bir türün bütün üyelerinde ortaya çıkan aşamalı, kaçınılmaz, yaşa bağlı değişimleri içerir. Kuşkusuz bu tür yaşlanma tamamen normaldir. Birincil yaşlanmanın nedenleri konusunda çeşitli görüş ve kuramlar öne sürülmüştür. Bu kuramların hemen hepsi yaşlanmayla ilgili olarak, hücrelerde ve hücreler arası dokularda görülen yıpranmanın yaşlanma sürecinin tüm evrelerinde meydana geldiğine vurgu yapmakta ve yaşlanmayı irdelerken bu yıpranmaların nedenlerini anlamaya çalışmaktadırlar.







YAŞLILIKTA OLUŞAN SİSTEM DEĞİŞİKLİKLERİ



Deri Sistemi:


Hücre yenilenme hızının azalması görülür. Yaşlanma ile birlikte derinin yapısındaki değişikliklerin yanı sıra, hücre yenilenme hızı, bariyer fonksiyonu, yara iyileşmesi, ısı düzenlenmesi gibi fonksiyonlarında azalma ve yavaşlama meydana gelir. Deriye renk veren hücrelerin sayı ve fonksiyonlarının azalması sonucu özellikle güneş gören bölgelerde düzensiz kahverengi lekeler (yaşlılık lekeleri), deride solukluk görülür. Gri veya beyaz saçlar yaşlanmanın en belirgin işaretlerinden biridir). Yaşlanmanın tüm bu etkilerini en belirgin şekliyle yüz bölgesinde görülür.

Kırışıklıklar en çok yüzde belirgindir. Özellikle alın, göz altları ve çenede yoğunlaşmışlardır. Göz altlarında torbalanmalar ve koyuluk oluşur.



Kas-İskelet Sistemi:

Eklemlerde vasküler yetmezlik gelişir. Yaşlanma ile kemik, kıkırdak ve kas dokusunda hem miktar hem de nitelik değişimleri olmaktadır. Bu değişimler sonucunda ağrı, fonksiyon kaybı, depresyon gibi yaşam kalitesini etkileyen sorunlar oluşabilmektedir.

Yaşlanma ile beraber kaslarda kuvvet azlığı, kemiklerde kalsiyum eksikliği oluşur. Bunların sonucunda oluşan aktivite azalması, kifoz, sırt kemik ve eklem ağrıları yaşlılarda sık rastlanan yakınmalardır. Bunun yanı sıra ileri yaş; osteoartrit ve osteoporoz için majör bir risk faktörüdür.

Yaşlanmanın getirdiği başka bir kayıp kas kaybı (sarkopeni)dir.



Yaşlanma ile meydana gelen ve genellikle kalıcı kas-iskelet sistemi de- imleri şöyle özetlenebilir:

• Boy kısalması, kartilaj doku ve kaslarda atrofi başlar,

• Sırtta fleksiyon postürü,

• Kas hacmi ve uzunluğunda azalma,

• Kaslarda gevşeme, daha az enerji ve daha çabuk yorulma,

• Eklemlerin hareket esnekliğinde azalma ve eklemlerde kalsifıkasyon,

• Sinoviyal membranda kalınlaşma,

• Eklemlerde vasküler yetmezlik olur,

• Oturma, ayakta durma postüründe bozulma,

• Yürüyüş ritminde değişme,

• Adımlarda kısalma ve yavaşlama,

• Kolların sallanmasında yavaşlama,

• Denge bozukluğu ve düşmeye meyil,

• Sarkık postür,

• Kemik mineral kaybı artar.



Sinir Sistemi:

Genel olarak doğumdan sonra beyin hücrelerinde çoğalma görülmez. Ancak beyin diğer organlardaki kayıplara oranla kullanılmaya karşı daha iyi korunan bir organdır. Doğumdan itibaren beyin hücreleri hem birbirleriyle hem de diğer doku hücreleriyle bağlantılar kurar. Ancak yaşlanmayla birlikte aralarında bağlantı kurulan hücrelerden bazıları yenilenmeyerek ölürler.

Motor aksonların ileti hızlarının 60 yaşından sonra yavaşladığı saptanmıştır. Sinir liflerindeki iletinin yavaşlaması, hızlı kas liflerinin, yavaş kas liflerine dönüşmesinin ve dolayısıyla kas kuvvetinin azalmasının nedeni olabilir.



Nörolojik Sistem

Beyin ağırlığında ve belli bölgelerdeki hücrelerin sayısında azalma, kan dolaşımı zayıflığı, sempatik ve parasempatik fonksiyonlarda azalma, sinir uçları reseptörlerinde duyarlılık kaybı, bellek zayıflığı, uyku tarzında değişiklik, rüya görmede azalma ve uyanıklık periyodlarında artma, reflekslerde yavaşlama, beyin aterosklerozunda artma, monoaminooksidaz enzimlerinin aktivitesinde artma, tepki verme zamanında azalma, reflekslerde azalma meydana gelir.



Dolaşım Sistemi

İnsanlarda dolaşım sisteminin yedek kapasitesi oldukça yüksek olup dinlenme hâlinde bunun yalnızca bir kısmı kullanılır. Kalbin dinlenme halindeki hızı yaşlı ve genç bireyler arasında önemli bir fark göstermez. Ancak, yaşlı kişilerin kalp hızının aktivite sırasında gençlerdeki kadar artamaması hareketliliği kısıtlar. Yaşlanmayla birlikte serum kolesterol düzeyinde de artış olur. Toplar damarlar esnek dokularını kaybederler. Kalp ağırlığı artar. Kalpteki bu ağırlık artışı daha çok fibröz dokuda görülür. Kalp kasının gücündeki azalma kalpten pompalanan kanın da azalmasına yol açar. Kalp-damar rahatsızlıktarı ileri yetişkinlikte artar.



Sindirim Sistemi

Tat, koku ve tükürük işlevleri ve aroma algılama yeteneği yaşla birlikte azalır. Bu kayıplar çoğunlukla 60 yaş civarında başlar. 40 yaşında ve daha yaşlı olan kişilerin büyük bir yoğunluğu koku alma duyusunda önemli bir azalma yaşar. Araştırmanlar yaşlı yetişkinlerin tat alma duyularına göre koku alma duyularında daha büyük bir azalma yaşadıklarını ortaya koymuşlardır. Koku ve tat alma duyusu sağlıklı yaşlı yetişkinlerde sağlıksız emsallerine göre daha az kaybolur. Koku ve tat alma yeteneğindeki azalmalar yemekten ve yaşamdan zevk

alınmasını azaltabilir. Koku alma duyusunun zayıflaması bir yangında duman kokusunu algılama becerisini de azaltabilir.

Dilde tat papillarında azalma, 50 yaşlarında başlar. Her papillada bulunan tat hücre sayısı çocuklar ve genç yetişkinlerde 245 iken, 74- 85 yaşlarındaki bireylerde 88’e kadar düşmektedir. Dilde, ağrılar da görülebilir.



Ürogenital Sistem

Yaşlanma sürecinde böbreklerdeki glomerulusların sayısında yaklaşık % 50.0 oranında azalma görülür. Bu azalma ise böbreklerin süzme işlevinde% 60.0–70.0 oranında bir azalma yaratır. İdrar kesesi küçülür. Böbrek yetersizliğine yakalananların sayısında da artış olmaktadır. Bu doğal olay histolojik olarak böbrek damarlarında (özelikle böbrek korteksinde) azalma, yaşlı glomerül sayısında artış, tübüler atrofi ve dilatasyon, intersitisyel skar oluşumu ile gösterilebilir.

Mesanenin kapasitesi ilerleyen yaşla birlikte azalır. 65 yaş civarında normalin yaklaşık yarısına iner. Diğer yandan mesanenin kasılmalarının zayıflaması nedeni ile 100 ml’ye varabilen miktarlarda idrar retansiyonu gözlenir. Vücudun bağışıklık sisteminin zayıflaması ve idrar retansiyonunun oluşması nedenleri ile yaşlılarda boşaltım sistemi enfeksiyonlarına eğilim fazladır.













Bağışıklık Sistemi

En belirgin endokrinolojik değişiklik, menapozda östrojen düzeyinin düşmesidir. Yaşla beraber immün fonksiyonlar da azalama görülür. Bağışıklık sistemi bağışıklık hücreleri ve bunların ürettiği antikorlardan oluşur. Yaşla, mitojene karşı bağışıklık hücrelerinin çoğalma yanıtında, doğal öldürücü hücrelerin aktivitelerinde, T hücrelerinin işlevlerinde azalma olur. Hem humoral bağışıklık, hem de hücresel bağışıklık büyük oranda etkilenir. Bu değişiklikler yaşlılarda, vücudun enfeksiyonlara karşı mücadele gücünü azaltır.



Hematopoetik Sistem

Yaşlı bireylerde beslenme bozukluğuna, demir ve vitamin eksikliğine bağlı

aneminin sık görülmesidir. Sağlıklı yaşlanmada hemoglobin düzeyinde azalma olmamakla birlikte, yaşlı

bireylerde beslenme bozukluğu, vitamin ve demir eksikliğine bağlı veya diğer kronik hastalıklara (böbrek yetmezliği, neoplaziler gibi) ve kullanılan ilaçlara bağlı olarak anemi sık olarak görülmektedir. Ayrıca pıhtılaşma bozuklukları, kan koagülasyonunda artma gibi faktörler tromboz ve emboli riskini de artırmaktadır.



Görme

Yaşın ilerlemesine bağlı olarak göz sağlığında değişiklikler veya bozulmalar olabilir. Bu değişikliklerin tümü hastalık anlamına gelmemektedir. Ancak diğer tüm sağlık sorunlarında olduğu gibi erken tanı ile hastalık hâline gelmeleri veya ilerlemeleri önlenebilmektedir. Yaşlanma ile birlikte görsel keskinlik, renk görme, derinlik algısı azalır.

Yaşlanmakta olan yetişkinlerde çeşitli göz hastalıkları da çıkabilmektedir.



Görsel keskinlik: Yetişkinlerin çoğunda erken ya da orta yetişkinlik yıllarında başlayan görmede azalma ileri yetişkinlikte daha belirgin bir duruma gelir. Parıltıya karşı toleransın azalması nedeniyle gece araba kullanmak özellikle güçleşir.



Renk görme: Yaşlı yetişkinlerde yaşlanma ile birlikle gözün lensinin sararması sonucunda renk görme de zayıflayabilmektedir. Bu zayıflama daha çok renk spektrumunun yeşil-mavi-eflatun kısmında meydana gelir. Bunun sonucunda yaşlı yetişkinler lacivert ve siyah çoraplarda olduğu gibi birbirlerine yakın renkleri doğru

bir şekilde eşleştirmekte güçlük çekebilmektedirler.



Derinlik algısı: Algının pek çok alanında olduğu gibi derinlik algısı da bebeklikten kısa bir süre sonra başlamak üzere yaşlanana kadar pek fazla değişmez. Derinlik algısı tipik olarak ileri yetişkinlikte geriler ve bu da yaşlı

yetişkinlerin herhangi bir şeyin ne kadar yakın ya da ne kadar uzak veya ne kadar yüksek ya da ne kadar alçak olduğunu belirlemelerini güçleştirebilir.



Göz hastalıkları: Yaşlı yetişkinlerin görmesini zayıflatabilecek üç hastalık katarakt, glokom ve maküler dejenerasyondur.



İşitme

Yaşlanma işitme organlarında da görülür ve bu arada işitme duyusu da gün geçtikçe zayıflar. Yaşlılığa bağlı olarak gelişen işitme kayıpları “Presbiakuzi” olarak adlandırılırlar.

Sık rastlanan bu durumun nedeninde ise çoğunlukla üç olay faktör tanımlanmıştır:

  • Kulağa giden damarların özelliklerini yitirip artık eskisi gibi kan taşıyamaması
  • İşitme sinirinin yaşla birlikte özelliğini kaybetmesi
  • Beyindeki işitme merkezinin özelliğini ve işlevini yitirmesi
Dokunma ve Acı

Dokunma ve acı duyularındaki değişikler de yaşlanma ile bağlantılıdır. Bir çalışmada yaşlanmakta olan kişilerin alt ekstremitelerde (ayak bilekleri, dizler vb.) üst ekstremitelere (el bilekleri, omuzlar, vb.) göre dokunmayı daha az hissedebildikleri ortaya çıkarılmıştır.



Cinsellik

Cinselliğin ömür boyu sürmesi mümkündür (Santrock 2012). Ancak yaşlanmaya bağlı olarak genital organlarda, kadınlarda erkeklerden daha fazla gerileme görülür. Kadınlarda östrojen kaybına bağlı olarak, fallopien tüplerinde büzülme, vajina mukozasında azalma, uterus hacminin daralması, meme bezlerinde atrofi görülür. Erkeklerde testisler küçülür. Prostat büyür. Buna karşın ejakülasyon sıvısı azalır. Ereksiyon daha zayıftır.



Diğer Değişimler

Yaşlanmaya bağlı olarak "fonemik regresyon" olarak adlandırılan konuşmanın anlaşılmasındaki güçlük hâli de ortaya çıkabilmektedir. Ses ve konuşmanın yaşlılığa bağlı olarak değişiklikler göstermesi, sesin enerji kaynağı olan respirasyon sisteminden itibaren başlar.













































ÜNİTE-12:

Yaşlılık Döneminde Bireyin Karşılaştığı Temel Psikososyal Sorunlar:


  • Kuşak çatışması
  • Rol ve statü değişimi
  • Korkular
  • Unutkanlık-uykusuzluk
  • Boş zamanların değerlendirilmesi
Kuşak çatışması; yetişmekte olan nesil (yani çocuk ve gençler) ile belli bir anlayış ve sosyal bakışı temsil eden yetişkin neslin arasındaki anlaşmazlıklardır.



Gerontoloji: Yaşlanmanın ve yaşlılığın bilimi



Başarılı Yaşlılar: “Kendi yaş grubuna göre ortalama olarak çok az veya hemen hemen hiç işlev kaybı göstermeyen ve yaşamla ilişkisini kaybetmeyen yaşlılar”



YAŞLILARIN GELIŞIMSEL GÖREVLERI

Havighurst’un yaşlılık dönemi ya da başka bir deyişle ileri yaşa ilişkin tanımladığı gelişim görevleri şöyle sıralanabilir:



1- Emekliliğe ve gelir azalmasına uyum sağlama

2- Fiziksel güçteki ve sağlıktaki düşüşe uyum sağlama

3- Eşin veya arkadaşlarının ölümü ile baş etme ve hastalıkların üstesinden gelme

4- Aile ve arkadaşlık bağları ile ilişkisini sürdürme

5- Toplumsal ve yurttaşlık yükümlülüklerini yürütme

6- Durumuna uygun fiziksel yaşama koşullarını düzene koyma



BAŞARILI YAŞLANMA TEORİLERİ

Başarılı yaşlanma konusunda son yıllarda pek çok çalışma yapılmıştır ve bu çalışmalar sonunda farklı yazarların farklı başarılı yaşlanma teorileri oluşmuştur.



Başarılı yaşlanma teorileri:

  • Aktivite Teorisi,
  • İlişkinin Kesilmesi Teorisi
  • Sosyal Yapılanma Teorisi




Aktivite Teorisi

Bu teorinin ana fikri, ne kadar fiziksel ve zihinsel ve sosyal aktivite içinde olursan o kadar başarılı yaşlanırsın olarak ifade edilmektedir.

Yaşamdan geri çekilme kuramına göre bireyin yaşına bağlı olarak zihinsel ve fiziksel kapasitelerinde sınırlılıklar oluştuğundan, yaşama isteğinin azalmasından söz eder.

Birey kendisini nasıl gördüğünü yapmış olduğu faaliyetler ve rollerle bağlantılı olarak değerlendirir.





İlişki Kesme Teorisi/Kuramı



Yaşlı kişilerin toplum dışına itilmesini savunan bunun yanı sıra toplumda var olan kalıp yargıları destekleyen ve yaş ayrımcılığını (ageism) pekiştiren görüştür.


Bu teori 1961 yılında Cumming ve Henry tarafından geliştirilmiştir. İlişki kesme teorisinde vugulanmak istenen orta yaşlarda kişinin meşgul olduğu sosyal ilişkiler ve çeşitli rollerden kendini geri çekmesi sonucunda yaşanan olumsuz süreçlerdir.



Bu süreçte kişi daha genç olduğu yıllarda kurduğu sosyal ilişkiler ve tüm rollerini sürdürmede enerji kaybı yaşamakta ve yaşama canlılığı azalmaktadır. Yani bu teori yalnızca yaşlının toplumdan çekilmesini değil aynı zamanda toplumun da yaşlıdan geri çekilme sürecini vurgulamaktadır. İlişki Kesme Kuramı toplumda var olan kalıp yargıları desteklemekte ve yaş ayrımcılığını (ageism) pekiştirmektedir. Yaşlı kişilerin toplum dışına itilmesini savunan bu görüş yanlış sosyal politikalara da yol açacağı düşünülerek çok eleştirilmiştir.



Sosyal Yapılanma Teorisi

Bu teori Zusman tarafından 1966 yılında kavramsallaştırılan Sosyal Bozulma Teorisi’nden geliştirilmiştir. Zusman sosyal bozulmayı yaşlıların damgalanması ile ilişkilendirmiştir. Bu yaklaşım, toplumun, bütün yetişkinlerin çalışan ve üretken olduğu diğerlerinin ise yetersiz olduğu şeklinde sınıflandırmalar yaptığını ve anlamsız standartlar oluşturduğunu iddia etmektedir. Toplumdaki yaşlı problemlerinin birçoğu kendilik anlayışı ve yaşlının çevresi arasındaki negatif ilişki ile açıklanır.



Bu sınıflandırma döngüsünün kırılması için sosyal yapılanma sendromu adı altında çeşitli önerilerde bulunulmaktadır.



İlk olarak toplumsal beklentiler ve gerçeklik dışı standartlardan yaşlıları kurtarmak gerekmektedir.



İkinci olarak Kuypers ve Bengston (1973) yaşlılara yönelik ihtiyaç duyulan sosyal hizmetin sağlanmasını önermektedir. Yani yaşlının ihtiyaç duyduğu ulaşım, tıbbi bakım, ev organizasyonu ve temizliği, fiziksel ve ruhsal aktivitelerden oluşan programlar sağlanmalıdır.



Üçüncü öneri olarak da yaşlının yaşamı hakkında daha fazla söz sahibi olacağı imkânlar yaratılmalıdır.



Yaşlanmayla ilgili olarak;

  • Emeklilik, yaşlıların psikolojik durumlarını ve sosyal yaşamlarını etkileyen en önemli faktörlerden biridir.
  • Emeklilik döneminde yaşanabilecek boşluğu kadınlar erkeklere oranla daha kolay atlatabilmektedirler.
  • Kişinin nasıl yaşlanacağı genetik olarak değil, bireylerin yaşam tarzlarıyla belirlenmiştir.
  • Yaşlanma dönemindeki tüm olumsuzluklara karşın, yaşlıyı güçlü kılan, deneyimleri ve bilgi birikimidir.












ÜNİTE-13:



İNTİHAR


İntihar, insanın bilerek ve isteyerek yaşamına son vermesidir. Özkıyım olarak da adlandırılan intiharın, tarihsel, toplumsal, kültürel, felsefi, dinsel, ekonomik, biyolojik, genetik, psikolojik, psikiyatrik, mesleksel, epidemiyolojik vb. birçok boyutu vardır.



Durkheim’e göre, “Ölen kişi tarafından ölümle sonuçlanacağı

bilinerek yapılan olumlu ya da olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar” denir.

Toplumbilimci olan Delmas’a göre intihar, bir seçmeyi, bir ölüm istencini ifade eder; “İntihar, aklı başında bir insanın, yaşamakla ölmek arasında bir seçim yapabileceği durumda, her türlü ahlak baskısı dışında ölümü seçip kendini öldürmesidir”

Henry ve Short’a göre intihar, bir saldırganlık türüdür.



DSÖ’ne (2005) göre ABD’ de yaşa göre intihar, 45 yaşından sonra önemli oranda artmakta, en fazla 75 yaş üzeri grupta görülmektedir. Türkiye’de nüfusa paralel olarak tüm yaş gruplarında artan intihar, özellikle 15- 34 yaşları ile 65 yaş ve üzerinde görülmektedir. Cinsiyete göre bakıldığında ise erkeklerin intihar oranı kadınlardan daha fazladır. En yaygın intihar nedeninin ise hastalık olduğu saptanmıştır.



Yaşlıları intihara sürükleyen nedenleri şu başlıklar altında sıralayabiliriz:


  • Bedensel Rahatsızlıklar,
  • Psikolojik Nedenler,
  • Sosyal Sorunlar.


ÖTENAZİ

Tanım ve Tarihçe


Eski yunan kültüründe “iyi/ kolay ölüm” olarak adlandırılan ötenazi 18. ve 19. yüzyıllarda tıp biliminde “yaşamı kısıtlamayan ölüm yardımı” olarak tanımlanırken bizim kültürümüzde de “kolay/ rahat ölüm” olarak bilinmektedir. Tıbbi açıdan ötenazi; “tıbbın gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında iyileşme umudu olmayan, ama aynı zamanda nitelikli bir yaşam da sağlanamayacak olan hastaların istemleri durumunda yaşamlarının sona ermesine olanak sağlamadır”. Hukuki tanımla ötenazi ise; “iyileşemez bir hastalığa yakalanmış bir hastanın iradesi dikkate alınarak hayatına son verilmesidir”.



Ötenazinin tanımları:

  • Ümitsiz durumda olan hastaların acılarını dindirmek için hayatlarına son verme
  • İyileşemez hastalığa yakalanmış bir hastanın iradesi dikkate alınarak hayatına son verilmesi
  • Tıbbın gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında iyileşme umudu olmayan, ama aynı zamanda nitelikli bir yaşam da sağlanamayacak olan hastaların istemleri durumunda yaşamlarının sona ermesine olanak sağlama
  • Ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi


Ötenazinin sözlük anlamı “ümitsiz durumda olan hastaların acılarını dindirmek için hayatlarına son verme” şeklindedir. Daha geniş bir tanıma göre ötenazi, “ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi”dir.

Ötenazi, “ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi”dir.



ABD, İNGİLTERE VE ALMANYA’DA YAPILAN ARAŞTIRMALARDA ÖTENAZİYE ÇOĞUNLUKLA OLUMLU BAKILDIĞI SAPTANMIŞTIR.



Bu tarihsel geçmişine rağmen ötenazi terimini ilk kullanan kişi İngiliz filozof Francis Bacon olmuştur.



ÖTENAZİ TÜRLERİ



Dar anlamda- geniş anlamda- en geniş anlamda ötenazi

Dar anlamda ötenazi:
“ölümün eşiğine gelmiş, kurtuluş ümidi kalmamış, ölmek üzere olduğu kabul edilen hastaların acılarını dindirmek amacıyla ötenazi uygulamasını gerçekleştirmektir”. Geniş anlamda ötenazi ise, “ölümünün ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen, yakın ya da uzak gelecekte (günler, haftalar ya da aylar sonra) ölümün gerçekleşebileceği hasta üzerinde ötenazi uygulamasıdır”. Bu iki ötenazi şeklinin arasındaki fark zaman faktörüyle ilişkilidir. Dar anlamda ötenazide ölmek üzere olan bir hastaya ötenazi uygulaması söz konusuyken; geniş anlamda ötenazide, ölüm zamanı belli olmayan bir hasta söz konusudur.



En geniş anlamda ötenazi ise; yaşanmaya değer hayatlarının olmadığı kabul edilen; tedavisi imkânsız akıl hastaları ya da bitkisel hayatta olan insanlara uygulanan ötenaziyi ifade etmektedir.



Aktif- pasif- dolaylı ötenazi



Aktif ötenazi
: Tedavisi mümkün olmayan, iyileşme ümidi bulunmayan ve acı çeken bir

hastanın yaşamının, yapılacak olan tıbbi bir müdahale ile sona erdirilmesidir.

Tedavisi mümkün olmayan, iyileşme ümidi bulunmayan ve acı çeken bir hastanın yaşamının, yapılacak olan tıbbi bir müdahale ile sona erdirilmesine “aktif ötenazi” denir. Aktif ötenazi, doktor tarafından hastaya öldürücü dozda maddenin verilmesiyle gerçekleşir.



Pasif ötenazi: İyileşme ümidi olmadığına uzman doktorlarca kanaat getirilen bitkisel hayatta olan bir hastanın yaşam desteğinin çekilmesidir.

Pasif ötenazi ise hareketsiz kalarak ölüm sonucunun meydana getirilmesidir. Burada kastedilen hastanın tedavisinin kesilmesi ya da hastanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan solunum cihazı, suni beslenme vb. yaşam desteğinin çekilmesi veya buna benzer hastanın yaşam süresini uzatıcı tedbirlerin alınmamasıdır. Pasif ötenazide aktif ötenaziden farklı olarak, hastanın ölümü için doktordan bir eylemde bulunması beklenmez, bunun yerine tıbbi müdahalenin sonlandırılması istenir. Pasif ötenazi konusunu ele alırken beyin ölümü ve bitkisel hayat kavramları arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Beyin ölümü gerçekleşen kişi tıbben ölüdür ve bu hastalarda tıbbi desteğin çekilmesi ötenazi değildir. Bu hastalardan iyileşme ümidi olmayanlardan yaşam desteğinin çekilmesi pasif ötenazidir.









İstemli- istemsiz (İradeye bağlı- İrade dışı) ötenazi



İstemli ötenazi:
hastanın kendi iradesi ile doktorundan aktif ya da pasif ötenazi talebinde bulunması sonucu gerçekleşmektedir. Hastanın kendi iradesiyle gerçekleşen bu ötenazi biçiminde kişi, bedeni, yaşamı ve ölümü üzerinde karar verme hakkına sahiptir. Bu noktada önemli olan ölüm kararı olan kişinin hiçbir baskı altında olmaması, serbest düşünce ve ayırt etme gücüne sahip olabilmesi gerekmektedir. İstemli ötenazinin diğer bir koşulu ise tedaviye devam etmek ya da tedaviye son vermek için hastayla ilgili tüm bilgilerin hastaya ve yakınlarına iletilmesi sonucu elde edilen bilgilendirilmiş onamdır.



İradeye bağlı ötenazi: en kolay kabul edilen ötenazi türlerindendir. Yapılan araştırmalarda, doktorlar, bilinci kapalı hastalara oranla, bilinci açık hastalar tarafından dile getirilen ötenazi taleplerinde kendilerini vicdani bakımdan daha rahat hissettiklerini ifade etmişlerdir.



İstemsiz ötenazi ise: hastanın bilincinin kapalı olduğu koma ve bitkisel yaşam gibi durumlarda kişinin kendi iradesini dile getiremediği; dolayısıyla hasta yakınlarının iradesi ile gerçekleşen ötenazidir.



Kazai- medikal ötenazi



Kazai ötenazi :
Ötenazi uygulanan ülkelerin bir kısmında ötenazi bir mahkeme kararı gerektirir. Buna “kazai ötenazi” denir.



Medikal ötenazi: mahkeme kararına gerek olmaksızın doktorların kararı ile uygulanabilen ötenazi türüdür. ötenaziye izin verilen bazı ülkelerde sadece hekim kararıyla ötenazinin gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu durumda “medikal ötenazi” söz konusudur. Medikal ötenaziye örnek olarak Hollanda’daki uygulamalardan bahsedilebilir. Ötenazide tecrübeli olan Hollanda’da mahkeme kararı olmaksızın doktorun bir başka meslektaşı ile yaptığı konsültasyon sonucunda alacağı karar ile ötenaziye izin verilmektedir.



Ötenaziye İlişkin Tartışmalar

Bildiğimiz bütün toplumlarda, savaş ve idam gibi istisnai durumlar dışında öldürmek yasaklanmıştır. Hukuki açıdan ötanazi konusunda çeşitli tartışmalar vardır:



1. Yaşam Hakkı: Hukuki tartışmalardan biri hastanın yaşam hakkı çevresinde gelişmiştir. Hukuken yaşam hakkı kişiye ait bir haktır ve bu hak bir başkasına devredilemeyeceği gibi hak sahibi bu hakkından feragat de edemez. Hastanın bilinci kapalı olsa dahi yakınları hastanın yaşam hakkı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip değillerdir.



2. Ötanazi kasten adam öldürme midir? Hukuk alanındaki diğer bir tartışma ise ötanazinin kasten adam öldürme olduğu konusundadır.

Ülkemizde ötenazi, kişinin hayatına son vermeyi gerektirdiği için ‘kasten adam öldürme’ suçu sayılmaktadır.













ÜNİTE-14:



Yaşlılık dönemi, yaşamın son dönemidir. Yaşlılığın ne olduğu, kime yaşlı dendiği ise içinde bulunulan çağa, toplumların sosyogelişmişlik ve kültürel özelliklerine göre değişebilmektedir. Yaşlılık yeni bir konu değildir, tarihsel süreç içinde daima var olmuştur. Ancak değişen fiziksel, sosyal ve ekonomik şartlar nedeniyle yaşlılık

döneminde yaşanan sorunlar yeni bir sosyal sorun alanıdır.

Günümüzde yaşlılık döneminin başlangıcı 65 yaş olarak kabul edilmektedir. Son dönemde yaşlı nüfusu tüm dünyada ve ülkemizde artış göstermektedir.

Dünya genelinde yaşlı nüfusu artış göstermektedir. 2050 yılında dünyadaki her 10 kişiden biri 65 yaşın üzerinde olacaktır.

Nüfusun yaşlanması, iş gücü kapasitesinde düşmeye, sosyal güvenlik sisteminin ve kamu harcamalarının yükünün artmasına, aile yapısında ve toplumsal yapıda değişimlere neden olmaktadır.



YAŞLILIK DÖNEMİNDE KARŞILAŞILABİLECEK SORUNLAR

  • Sağlık Ve Sosyal Güvence Sorunları
  • Barınma Ve Bakım Sorunu
  • Sosyal Dışlanma
  • Ekonomik Sorunlar
  • Yalnızlık Ve Sosyal İzolasyon Sorunu
  • İhmal, İstismar Ve Suç Mağduru Olma


İhmal, İstismar ve Suç Mağduru Olma

Genel olarak yaşlı istismarı, yaşlı bireyin sağlık ya da iyilik hâlini tehdit eden ya da zarar veren herhangi bir davranıştır. İstismarın farklı boyutları bulunmaktadır.

Çoğunlukla bu boyutlar bir arada görülmektedir. Örneğin fiziksel istismarda duygusal istismar da bulunur.



Fiziksel istismar; yaşlıya vurma, ısırma, yakma, banyo, yemek, boşaltım gibi temel ihtiyaçlarını karşılarken itip kakma, saçını çekme vb. davranışları içerir.



Duygusal istismar; (yaşlıyla dalga geçme, konuşurken onun anlayamayacağı kelimeler kullanma, sokakta bırakma, temel ihtiyaçlarını karşılamama, canını yakma gibi eylemlerle tehdit etme, sürekli suçlama ve aşağılama vb. davranışları içerir.



Cinsel istismar; yaşlının vücuduna onayı olmadan dokunmak, yaşlıyı cinsel eylemlerin öznesi yapmak, cinsel içerikli herhangi bir eyleme zorlamak vb. davranışları içerir.



Ekonomik istismar; yaşlının izinsiz olarak veya tehditle emeklilik hesabına, evine, mallarına el koymak, ondan habersiz bu malları kullanmak, işletmek, devretmek, satmak vb. davranışları içerir.

İstismarın yaşlı üzerindeki etkileri çok boyutlu olabilmektedir. Pek çok sağlık ve ruhsal sorununun yanı sıra bu istismarlar yaşlı açsıdan ölümle dahi sonuçlanabilmektedir.



Yaşlı ihmali ise, bakım verenler kişiler veya yaşlının kendisi tarafından yaşlının beslenme, barınma, korunma, sevilme gibi temel fiziksel ve duygusal gereksinimlerinin karşılanmamasıdır. İhmal edilen yaşlılarda besleneme bozuklukları, kişisel bakım ve temizlik sorunları, ilaçlarını düzenli kullanmama, depresyon, sosyal ilişkilerden uzaklaşma eğilimi, korku ve güvensizlik duyguları görülebilmektedir.



YAŞLI İSTİSMAR VE İHMALİNİN NEDENLERİ;

ailesel, kültürel, kurumsal, bakım verici ve yaşlı bireyle ile ilgili faktörler şeklinde sınıflanabilmektedir.



Ailesel nedenler arasında; ailede şiddet öyküsü olması, bireye bakmakla ilgili bilgi ve beceri eksikliği, stres ya da sosyal izolasyon yaşama, yaşlı bireyle ortak yerde yaşamanın ya da bireye bakmanın getirdiği ekonomik yük sayılabilir.



Kültürel faktörler arasında; yaşlı bireyin yaşlılığı algılayışı, toplumun yaşlılıkla ilgili inançları, değerleri ve yaşlıya gösterdiği saygı gibi nedenler sayılabilir.



Kurumsal faktörler olarak kurumlarda yaşayan yaşlıların güçsüz ve incinebilir olması, kurumda çalışan personelin düşük ücretli, yetersiz ve aşırı çalışıyor olabilmesi, kurum yöneticilerinin ve çalışanlarının istismar ve ihmal belirtilerine karşı duyarsızlıkları, değer ve görenekleri, yetiştirilme şekli ve eğitimleri gibi nedenler sayılabilir.



Bakım verici ile ilgili nedenler arasında; bakım vericinin hasta olması, düşük benlik saygısı, düşünce ve davranışlarını kontrol edememe gibi kişilik problemlerinin olması, üstlendiği bakım rolünü benimsememesi ya da zorunlu yapması, bakım verdiği kişiyle anlaşamaması, öfke duyması ve ilaç, alkol gibi bağımlılığının olması, işsizlik, evlilik çatışması, parasal ve tıbbi konularda kişisel krizler yaşaması, ekonomik olarak yaşlı bireye bağımlı olması gibi nedenler sayılabilir.



Yaşlı bireyle ilgili faktörler arasında da yaşlı bireyin fiziksel ve zihinsel yetersizliğinin olması, kendini koruma ve kurtarma yeteneğinin olmaması, güçsüz ve başkalarına gereksinimlerini karşılamada bağımlı olması, alkol ya da ilaç bağımlılığının, sürekli düşme sorununun, idrar veya dışkı kaçırma probleminin olması ve şiddet içeren sözel davranışlarının olması gibi nedenler sayılabilir.



Yaşlıların sosyal hizmetler kapsamına giren gereksinimleri ve sorunları şu ana başlıklar altında toplanabilir:

Ekonomik sorunlar (Çalışma yaşında olmadığı ya da çalışamadığı için yaşanan parasızlık sorunu, gelirinin olmaması, gereksinimlerini giderecek maddi güce sahip olamama)

Sosyal sorunlar (Aile ile ilgili sorunlar, komşularla ilgili sorunlar, diğer yakın çevresi ile ilgili sorunlar vb.)

Psikolojik sorunlar (Bunalım, iç daralması, kaygı olarak beliren sorunlar)

Kültürel sorunlar (İçinde bulunduğu ortamın kültürü ile kendisinin sahip olduğu kültür arasında uyumsuzluk)

Yaşlılıkta rutin toplumsal hizmetlere ulaşmakta güçlük yaşanması (Örneğin,kiralık ev bulma sıkıntısı, kiralarının yatırılmasında, emekli aylıklarının alınmasında, değerlendirilmesinde, sosyal sigortalardaki işlerinin izlenmesinde yaşanan sıkıntılar)

Kuşak sorunları (Yaşıyla ilgili bakış ve anlayışının gençlerin anlayış ve bakışlarıyla örtüşememesinin yarattığı sorunlar)

Yalnızlık sorunu (Evlatları tarafından onun istediği sıklıkta aranmaması ve bunun yarattığı bunalım)

İletişimsizlik sorunu (İletişim kurmada çekingenlik, yaşanan güçlük, cesaretsizlik)

Sevgisizlik sorunu (Eski sevdiklerinin ya ölmüş olmaları ya da çeşitli nedenlerle çevresinden uzaklaşmaları dolayısıyla yaşanan sevgi açlığı)

Sağlık sorunları (Çeşitli ağrılar, doktora gidememe vb.)

Umutsuzluk sorunu (Derdini tam anlamıyla anlatamama, ağrılarının geçmeyeceğinin, gözlerinin artık daha iyi görmeyeceğinin, kulaklarının daha iyi duymayacağının bilincinde olması ve bunun yarattığı sorunlar)

Cinsel sorunlar (Zaman zaman cinsel arzu duyması ve ancak bunu karşılayacak ortam ve olanağa sahip olamamasının yarattığı sorunlar)

Ev işlerini yapmada kendine yetememe (Yetememe ya da aynı işleri yapmaktan bıkma)

Can sıkıntısı ve zaman geçirememe sorunu. (Örneğin, gözleri görmediğinden istese de kitap okuyamadığı için, tek başına gezmeye cesaret edemediği için, kendisi için program üretemediği için yaşadığı sorunlar)
 
Üst